“Serbest Pazar” Tanrısı Kullarını Çarpıyor – Mehmet Yılmazer

Geçen yıl işaretlerini veren finans krizi büyüyüp derinleşiyor. Artık krizin 1929 bunalımı ile karşılaştırılmasına gerek yok. Onun kadar şiddetli olduğu anlaşıldı, ancak ne ölçüde derinleşeceği henüz belli değil. Her ekonomik krizi tetikleyen bir olay vardır, ancak krizin kapsamı ve anlamı sırf o olguyla açıklanamaz. “İpotek krizi” olarak başlayan son kriz Amerika’nın en büyük “yatırım bankaları”nı yere serdi. Finans krizi artık mürekkep lekesi gibi bir yandan dünyaya yayılırken, diğer yandan “gerçek ekonomi”ye sıçrıyor.

Kriz “yatırım bankaları”nın batışı ile başladı. Amerikan kapitalizmi bu bankalara böyle fiyakalı bir isim vererek onların gerçek yüzünü örtmüştür. Bu sözde bankalar aslında sırf spekülasyonla yaşayan mali kurumlardır. Amerikalı ekonomist P. Krugman bu sisteme haklı olarak “gölge bankacılık” demiştir. Piyasaya kredi verirken karşılık bulundurmak zorunda değildir bu bankalar. Amerika bu yeni sistemiyle uzun yıllar çok öğünmüştü. Çok “esnek”, “hızla para yaratabilen” bu sistem, piyasalara sürekli yeni “ürünler” sürerek “yaratıcılığını” kanıtlamıştı. Bu batan devlerin kredi kaldıracı 1’e 26’dan 1’e 80’e kadar değişmektedir. Seksen dolarlık kredinin bankadaki karşılığı sadece bir dolardır. “Esnek” bir şekilde para yaratan bu sistem saadet günlerinde şişmiş, ancak böyle mutlu günler sonsuza kadar devam edemeyeceği için sonunda balon patlamıştır.

Şişmenin boyutlarıyla ilgili birkaç veri tablonun dehşetini ortaya koyabilir. Dünya Gayri Safi Hâsılası yaklaşık 60 trilyon dolardır, ancak küresel ekonomideki borç miktarı 700 trilyon doları bulmuştur. Borsa uzmanı Max Keiser bu durumu şöyle yorumluyor: “Kuşaklardır borç alınan para ile yaşamış olan İngiltere ve Amerika için bu kriz bir kıyamet günü senaryosudur.” (Max Keiser, Al Cazira Web, 15.09.08) Anglo-Sakson kapitalizmi (İngiltere ve Amerika), neoliberalizmi dünyaya dayatan iki temel aktördür. Üretim temelinde mevzi kaybettikçe bu ekonomiler spekülasyona kaydılar. Londra ve New York borsaları dünya parasının kabesi haline geldi. Yıllardır böyle yürününce gelinen nokta inanılmaz bir mali spekülasyon ve borç batağı olmuştur.

Öte yandan, bu borçların niteliği neoliberalizmin karakterinden dolayı değişmiştir. “1980’de finans sektöründeki borç miktarı finans dışı sektördeki borçların onda biriydi, şimdi yarısı seviyesine ulaşmıştır” (The Economist, Wall Street’s Crisis, , Mart 19, 2008). Böylece finans sektörü gerçek ekonomi aleyhine hızla büyümüş ve sermaye kaynaklarını kendine çekmiştir.

Spekülasyonun ekonomiyi nasıl sardığının bir diğer önemli kanıtı “şirket kârlarının kaynakları”dır. 1980’de Amerikan firmalarının kârlarının %10’u finans sektöründen geliyordu, 2007’de bu oran zirve yapmış %40’a çıkmıştır (The Economist, What went wrong, Mart19, 2008). ABD firmalarının kârlarının yarısına yakını mali spekülasyonlardan gelmektedir. “1994 ve 2000 arasında ABD’de finans sektörünün kârları ikiye katlandı. Bu yıllarda finans sektörü, şirket kârlarındaki yükselişin %75’ini meydana getirdi; bu oran 2000 ve 2003 arası daha yükselerek %80’e çıktı.” (Robert Went, The Deep Structure of the Present Moment) İki binli yıllarda kârlardaki yükselişin yüzde 80’i finans oyunlarından gelmektedir. Üretimle uğraşmak yerine finans oyunlarındaki “yaratıcılığı” arttırmak çok daha kolay bir yol olmuştu. Ekonomideki kanser tümörü son yirmi beş yılda sürekli büyümüştür.

Bu kanserleşmenin bir başka yönü de vardır. Kârların %40’nın geldiği finans sektöründe çalışanlar, tüm özel sektör çalışanlarının sadece %5’i kadardır. Bu rakam kârların nasıl gerçek üretimden ve artı-değerden koptuğunun en iyi kanıtıdır. Bu aynı zamanda Amerikan firmalarında yöneticilerin çılgın ücretlerini de açıklar. Şimdi bunlar yuttukları büyük paralarla süper lüks yaşamlarına devam ederken, ABD hazinesi batağı vatandaşlara nasıl yükleyeceğinin hesabını yapıyor. Buna da “kurtarma operasyonları” deniyor.

Sonuç olarak, krizin ilk dalgası Amerikan “gölge bankacılığını” yani mali spekülasyon alanındaki dev kurumları yere serdi. Krizin “gerçek ekonomiye” sıçrayıp sıçramayacağı tartışılıyor. Bu konuda uzman ve usta spekülatör Soros “daha şiddetli dalganın yolda” olduğunu açıkladı.

ABD, 1980’de Reagan yönetimiyle birlikte neoliberal politikalara hız vermiştir. Bu politikaların ilk çarpıcı sonucu 1987’deki borsa çöküşü olmuştur. Dow Jones indeksi bir günde %22,6 düştü, bu 1914 Aralığındaki düşüşten beri en büyük düşüştü. Bu çöküşe “kara Pazartesi” dediler. Ancak bu borsa çöküşü gerçek ekonomiye sıçramadı. Neoliberal ekonomi uygulamalarının henüz çok itibarlı olduğu bu süreçte başlıca iki nedenle kriz gerçek ekonomide derin bir durgunluk yaratmadan atlatıldı; sadece mali spekülasyondaki köpük havaya uçtu. İki temel nedenden birisi, Sovyetlerin çöküş sürecine girmesi ve Amerikan ekonomisine güvenin yüksek noktalarda olmasıdır. İkincisi, “yeni ekonomi”nin (informatik teknolojisi) gelişme aşamasında olmasıdır. Bu süreçte Amerika informatik sanayinde hızlı atılımlar yaptı. Sonunda kapitalizmin hastalığı aşırı yatırım ve üretimden büyük umutlar bağlanan “yeni ekonomi” de kurtulamayınca Amerikan ekonomisi 2001’de NASDAQ indeksinin çöküşüyle gerçek krize girdi. “Yeni ekonomi”nin ABD ekonomisine verdiği hız on yıldan biraz fazla sürdü ve bu parıltılı dönem 2001 kriziyle kapandı.

Bugünkü finans krizinden Amerikan ekonomisinin 1987’deki gibi kısa sürede çıkması mümkün görünmüyor. Neoliberal politikalar çok derinleşmiştir. Tekel kârlarının %40’ı finans oyunlarından sağlanır hale gelmiştir. 1980’lerin ortalarında finans spekülasyonlarından kârlar henüz %12 seviyesindeydi. Öte yandan, özellikle 2000 yılından itibaren ABD’nin “süper güç” olmadığı her geçen gün yeni bir olayla kanıtlanmaktadır. Irak savaşı Amerika’yı batağa sürüklerken, Çin ve Rusya, hatta Hindistan ve Brezilya bu dönemde gelişmiştir. Finans alandaki krizin gerçek ekonomiye yayılması kaçınılmaz görünüyor, bugünden öngörülemeyecek olan durgunluğun ne kadar zaman süreceğidir.

 

Amerikan Ekonomisi Finansa Kaymanın Bedelini Ödüyor

Kapitalizm, kendi gelişim tarihi boyunca önemli yapısal değişimlere uğramıştır. Her yapısal değişim onun devresel krizlerinin de başkalaşmasına yol açmıştır. Klasik devresel krizler 19.yüzyılda yaşanmıştır. İlk büyük bunalımla (1873-93) krizler klasik yapısından çıkmıştır. Yaşanan krizin yapısını ve olası sonuçlarını görebilmek için Amerikan ekonomisinin 70’li yıllar sonrası yaşadığı değişimin niteliğine göz atmak gerekir.

1970’lerin başlarında Amerikan ekonomisinde iki önemli değişim aynı anda yaşanmaya başladı. Birisi, kapitalizmin yeni bir evresine, “informatik çağı”na giriliyordu. Kitlesel üretim yapan fabrika kapitalizminden bilgi-hizmet kapitalizmine geçiliyordu. İkincisi, Amerikan ekonomisi koşulların zorlamasıyla finansa kaymaya başlamıştı. 1973 yılı, ünlü “petrol krizi” kapitalizmin “altın çağı”nın sonu oldu. Keynes ekonomisi uygulamaları terk edilmeye neoliberal ekonomi uygulamalarının ilk filizleri şekillenmeye başladı. Amerika’nın rakipleri, o dönemler Japonya ve Almanya, klasik üretim alanında Amerika’yı sıkıştırmaya başladılar. Sovyetler de çökecek gibi görünmüyordu. Dünya liderliği masraflı bir işti. Üstelik II. Dünya Savaşından beri “Amerikan tipi yaşam tarzı” herkesin düşüydü. Amerika bu düşü sürdürmek zorundaydı. Bütün bu koşulların sonucu Amerika zahmetli üretimden kâr yerine daha zahmetsiz finans spekülasyonlarına yöneldi. Bütün ekonomi felsefesi hızla değişmeye başladı.

Bunu en güzel Melman anlatır: “Birkaç yıl önceye kadar, ülkenin en büyük tersanesinin genel yöneticisi gemi yapımı üzerine uzmanlaşmış uzun ve başarılı bir kariyere sahip bir mühendisti. O emekliye ayrıldıktan sonra, iş dünyasının itibarlı okullarından birisi olan Masters of Business Administration (MBAs)’dan mezun olan ardılı, parlak ekibiyle birlikte yönetime geldi. Bu yeni ekibin hemen hemen ilk işi yönetime ve teknik bölüme bir mektup yollamak oldu. Anahtar cümle şöyleydi: ‘Yönetime gemi yapmak için gelmediğimizi herkese hatırlatmak isterim. Buraya para yapmak için geldik.’” (Seymour Melman, Profits Without Production, 1983, s.54) “İş dünyasının bu itibarlı okulu” MBA’lar 1960’ların sonrasından itibaren hızla yaygınlaştı. Bu okullar finans’dan para kazanmanın felsefesini ve yollarını öğretiyordu. “Gemi yapmak değil, para yapmak” önemliydi! Amerikan ekonomisinin 1970’li yıllardan itibaren finans oyunlarına yönelmesini bu “anahtar cümle” gerçekten çok güzel özetliyor. Amerikan ekonomisi havacılık, silah ve uydu sistemleri dışında hemen tüm alanlarda rakiplerine mevzi kaybederken; doların dünya parası olması ve elbette Amerika’nın da kapitalist sistemin amiral gemisinin kaptanı olmasının verdiği çok sağlam avantajlarla finansa yöneliyor, üretim zahmetinden kurtularak paradan para yapmanın bütün yaratıcı yollarını bulmaya çıkıyordu. Bu çıktığı yoldan bugünlere kadar geldi.

Amerikan ekonomisinin 1970’li yıllarda bu rota değiştirmesinin nedeni elbette onun “öznel” tercihi olmaktan öteye bir kapsama sahiptir. Yoksa tek başına Chicago okulunun marifeti değildir. Kapitalizmin tarihine baktığımızda bunun dünya ölçüsünde kapitalist gelişmenin bir kuralı olduğu anlaşılır.

Kapitalizmin gelişim tarihinde sanayiden finansa kaymayı önce Hollanda, sonra da İngiltere yaşamıştır. 1970’li yıllarda sıra Amerika’ya gelmişti: “Bu ikinci düşünce, belli bir kapitalist gelişmenin olgunlaşma semptomu olarak Braudel’in ‘mali (finansal) yaygınlaşma’ nitelemesini içerir. Hollanda’nın 18. yüzyılın ortasında ‘Avrupa’nın bankeri’ olmak için ticaretten çekilmesi, böyle bir çekilme, tekrarlanan dünya sistemi eğilimidir. Aynı eğilim daha önce 15. yüzyılda, Cenova kapitalist oligarşisi ticaretten bankacılığa döndüğünde İtalya’da yaşandı. Hollanda’dan sonra, eğilim, 19. yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başında, aşırı para sermaye arzı yaratan ‘sanayi devriminin harika atılımı’ sonunda İngiltere tarafından tekrarlandı.

“Fordizm-Keynesyenizm denen aynı ölçüde harika atılımdan sonra, ABD sermayesi 1970’ler ve 1980’lerde aynı yolu izledi.” (Arrighi, akt. M. Yılmazer, Kapitalizmde Yapısal Dönüşüm, s.208)

Hollanda ve İngiltere’nin egemenliklerinin zirvesinde finansa yönelmelerinin en tipik sonucu “sanayisizleşme” olmuştur. Daha doğrusu bu alanda rekabet güçlerini kaybetmişlerdir. “Finansa kayma, ne Hollanda’da ne de İngiltere’de topyekûn bir çöküş getirmemiştir, ancak yakaladıkları tarihi fırsatı-kapitalist dünyada öncülük-tüketmeleri sonucunu doğurmuş, finansa kayarak geçici olarak kâr oranlarını yükseltmişler, ancak üretim temelli rekabet yetenekleri de çok zayıflamıştır. Bu gelişmede ilginç bir paradoks saklıdır. Finans alanına ağırlık verebilmek için, hem o günün en güçlüsü olmak ve aynı zamanda büyük bir para sermaye birikimine sahip olmak gerekir; ancak kârlılığı yükseltmek için yapılan bu büyük manevra sonuçta konum kaybıyla sonuçlanmaktadır. Çünkü kapitalist sistem bir bütün olarak sürekli devinen ve yenilenen üretim yeteneğine sahiptir, bu güç sonunda para sermayeyi tahtından etmektedir. Ancak bu ediş ya da bu devasa rekabet, insanlığa ve sistemin kendisine büyük bedellere mal olmaktadır.” (M. Yılmazer, ay. S.210)

Şimdi “konum kaybetme” sırası Amerika’da, bu yeterince açık. Ancak bu insanlığa nelere mal olacaktır, bunu bugünden bilebilmek mümkün değil. Hollanda’nın 18.yüzyılın ortasında, İngiltere’nin 20. yüzyılın başında yaşadığını Amerika 21. yüzyılın başında yaşamaya başladı. ABD, finans spekülasyonlarıyla neoliberal uygulamalardan en fazla yararlanan ülke oldu. Fakat 1970’i başlangıç olarak alırsak kırk yıla yakın finans alanında yaşadığı urlaşma artık tüm bünyeyi hasta etmiştir.

Amerika’nın konumunun elbette Hollanda ve İngiltere’den farklı bir yanı vardır. Rakiplerine göre o kadar büyüktür ki, bu devasa ekonominin hacmine yakın bir rakip ekonomi, bir tek ülke olarak, hala ortada yoktur. Ancak bu durum onun güç ve konum kaybetmekte olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çok büyük bir ekonomi olduğu için ve muazzam silahlarla donanmış olduğundan, güç dengelerinde ABD aleyhine kaymanın bugüne kadar olmadık ölçüde etkileri-dünya kapitalist sistemi için kıyamet etkileri-olması kaçınılmazdır.

 

Büyük Bunalımlar ve Son Bunalım

Amerikan ekonomisinin yaşadığı son bunalımın derinliği henüz tam olarak ortaya çıkmasa da çöküşün büyük olduğu yeterince ortaya çıkmıştır. Öncekilerle karşılaştırıldığında yaşanan bunalım için neler öngörülebilir?

Kapitalizm üç “büyük” bunalım yaşamıştır. İlki, 1873–93 arasında yaşanmıştır. İkincisi, kapitalizmin bilincinde en çok yer etmiş olan ünlü 1929–39 bunalımıdır. Üçüncüsü, uzun krizsiz yıllardan sonra gelip çatan 1973–83 bunalımıdır. Büyük bunalımlar aynı zamanda dünya kapitalizminde önemli dönüm noktalarına ve yapısal değişimlere denk düşmüştür.

İlk büyük bunalım kapitalizmin ünlü serbest rekabetçi döneminin sonuna işaret ediyordu. Artık ekonomide tekeller oluşmuş, hatta emperyalist pazar savaşları başlamıştı. Bu bunalımın “büyük” olması uzunluğundan geliyordu. Klasik devresel krizler gibi üç-beş yılda gelip geçmemişti. Bunun bazı nedenleri vardır. Tekeller yeni doğmuş henüz gürbüz yapılar olarak krize karşı direnç gösterdiler. Serbest rekabetçi dönemin orta boy işletmeleri gibi batışa boyun eğmediler. Talep daralmasına karşı üretimi kısıp fiyatları bir seviyede tutarak ani çöküşlerin önüne geçmeyi denediler. Kapitalizmde yapısal değişim krizlerin işleyişinde de değişimlere yol açmış oluyordu.

Ancak krizin sürünmesinde bir başka neden daha vardı. O yıllarda işçi sınıfının mücadelesi oldukça yükselmiş, enternasyonali yaratmış, hatta Paris Komünü deneyine sahip hale gelmişti. Kriz sırasında sınıf mücadelesi gerilemedi ve keskin ücret düşüşlerine büyük dirençler gösterebildi.

Bir diğer neden, bu krizle Engels’in dediği gibi “dünya ekonomisindeki İngiliz egemenliğinde ilk kırılma” yaşanıyordu. Fransa, Amerika ve Almanya, İngiltere’nin rakipleri olarak sivriliyorlardı. Son olarak, 1890’larda kapitalizm büyük bunalımdan çıkmış olsa da, sorunlar derinliklerde birikmeye devam ettiği için, bunun ardından I. Dünya Savaşı gelip çatmıştır.

İkinci büyük bunalım çok keskin yaşandığı için kapitalizmin bilincinde özel bir yer edinmiştir. Tekelci ekonomik yapı daha derinleşip güçlenmiş, Amerikan kapitalizmi “değişebilir parça üretimi” ve Taylorizmle kitle üretimine geçerek İngiltere’yi iyice zorlayan bir güce erişmiştir. Dev tekeller krize direndikçe bunalım uzatmalı hale gelmiştir. Öte yandan, bu krizde yeni bir rekabet biçimi olarak para değerlerinin devalüe edilmesiyle ülkeler arası topyekûn şiddetli bir rekabet yaşanmıştır. Bir de, kriz başlayınca bütün ülkeler gümrük duvarlarını yükselterek kapitalizmin kutsal tanrısı pazarı parçalayarak yok etmiştir. Bu nedenle pazar tanrısının gazabı müthiş olmuştur. Kapitalistlerin 1929 büyük bunalımından çıkarttıkları en önemli ders budur: Kriz patlak verince pazar parçalanmamalıdır!

Yine bu krizin uzun sürmesinin nedeni dünya kapitalist ekonomisi orkestra şefini kaybetmiş, İngiliz liderliği çok zayıf düşmüştür. Ancak Amerika henüz liderliği alacak ölçüde güçlenmemiştir. Dünya ölçüsünde krizi yönetebilecek bir güç yoktur.

Krizi şiddetlendiren bir diğer neden, ilk büyük bunalımda olduğu gibi işçi sınıfı mücadelesinin önemli mevziler kazanmış olmasıdır. Artık Sovyetler Birliği vardır ve sömürge dünyası ayağa kalmıştır. Bu krizin hemen öncesinde, kriz sırasında ve hemen sonrasında çok önemli sınıf mücadeleleri yaşanmış, yenilen işçi devrimlerinin ardından faşizm dünya sahnesine çıkmıştır.

1929 büyük bunalımı kapitalizmin tarihinde başka önemli bir değişime daha damgasını vurmuştur. Adam Smith’in klasik ekonomi politikası çökmüş, devletin ekonomiye yoğun müdahalesiyle Keynes döneminin ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu büyük bunalım da, ilki gibi, yeni bir dünya savaşının yolunu döşemeden edememiştir.

1973–83 krizi ilk ikisi gibi şiddetli yaşanmamıştır. Ancak kapitalizmin krizsiz altın çağından sonra gelmesi ve onun krizlerden kurtulduğu kuruntularını yere sermesi ve bazı önemli yapısal değişimlere yol açması nedeniyle önemlidir. Petrol şokuyla tetiklenen kriz aslında kapitalizmin temel kriz nedeni olan kâr oranlarındaki düşme zemininde birikmekteydi. Amerika’nın kapitalist dünya egemenliği bu krizle, tıpkı 1870’lerde İngiltere’nin başına geldiği gibi ilk kırılmaya uğruyordu. Güçlü rakipleri Japonya ve Almanya, Amerikan mallarını pazarlardan kovmaya başlamıştı. 70’li yılların ortalarındaki kriz Amerika’nın dünya ekonomisindeki egemenliğinin sınırlarını ortaya çıkarması nedeniyle önemlidir.

Bu krize karşı tekelci ekonomiler yine bildik dirençlerini gösterdiler. Üretim kapasitelerini düşürerek fiyatları korumaya çalıştılar. Aynı zamanda 1940’ların sonlarından beri gelişmiş olan “refah devletlerinde” işçi sınıf güçlü örgütlenmeler yaratmış, Sosyalist Sistemin varlığının etkisiyle de oldukça önemli haklar elde etmişti. 1973–83 krizi sırasında klasik krizlerde görülen ücretlerde düşme yaşanmadığı gibi, işçi sınıfı mücadelesiyle ücretleri yükseltti. Bu çemberi kapitalizm enflasyonu körükleyerek aşmaya çalıştı. Bilindiği gibi bu yıllarda enflasyon dünya ölçüsünde kapitalizmin derdi haline geldi. Böylece düşük kapasite ile çalışarak kâr oranlarını zayıflatan sermaye bileşimine karşı enflasyonla hızlı amortisman sağlanıyor, hem de işçi ücretleri kemiriliyordu.

Bu kriz kapitalist ekonomide iki önemli değişimle birlikte yaşandı. İlki, Amerika’nın öncülüğünde fabrika kapitalizminden bilgi-hizmet kapitalizmine geçiştir. “İnformatik çağı” da denilen bu süreç kapitalizmde önemli bir yapısal değişim anlamına geliyordu. Öte yandan, tekelci devlet kapitalizmini yaratmış olan Keynes ekonomisi terk ediliyordu. Ekonomide devlet lanetlenirken yeniden serbest pazar tanrısına övgüler yükselmiş, para hareketlerini sınırlayan anlaşmalar tek tek ortadan kaldırılmaya başlamıştı. Doların altınla bağı koptu, para kurları serbest bırakıldı. Bu dönem Amerikan ekonomisinin finans spekülasyonuna sistemli olarak yöneldiği yıllar oldu. Bilindiği gibi yönelişlerin sonucu 1980’li yılların başlarından itibaren Amerika ve İngiltere’nin öncülüğünde neoliberal ekonomi politikaların pratiğe geçirilmesi oldu. 1973 kriziyle çıkılan yolun 2008’de sonuna gelinmiş gibi görünüyor.

 

Son Bunalım

Son bunalım “ikili”-gerçek ve sanal ekonomi- hale gelen Amerikan ekonomisinin finans yanını vurdu. Dev finans kurumları ya batıyor ya da “devletleştiriliyor”. Basında “Amerika’ya sosyalizm geldi” esprileri bile yapılıyor. Amerikan ekonomisinin yaşadığı değişim ve bunalımların tarihinden hareketle, yaşanan krizin saçaklı ayrıntılarından öteye dünya ekonomisi için ne anlama geldiğine bakalım.

Amerikan maliye bakanlığı, ülke tarihinin en büyük “kurtarma operasyonuna” hazırlanıyor. 700 milyar doların ayrıldığı bu operasyonla değersizleşen kâğıtların alımı ve yeniden değerlendirilmesi sağlanacaktır. Elbette yürürse! Neden bu kâğıtlar batışa bırakılamıyor? Batan veya devletin el koyduğu yatırım bankalarındaki bu kâğıtların alıcıları başlıca Çin, Japonya, Petrol zengini Arap Ülkeleri ve Rusya’dır. Amerikan ekonomisine sürekli her yıl 600 milyar doların üzerinde sermaye girmesi gerekiyor ve Amerika’yı başlıca bu sayılan ülkeler finanse etmektedir. Eğer değerli kâğıtların paçavraya dönmesine Amerika izin verirse bunun anlamı Amerikan ekonomisine sermaye girişinin durması demektir. Zaten Çin ve Rusya, büyük batışlar başlayınca rezervlerinin bileşimini değiştireceklerini açıkladılar. Olay bu yönde derinleşirse doların dünya parası olmasının sonuna gelinir. Bu da Amerikan ekonomisinin büyük gürültülerle çöküşü demektir.

Öte yandan, bu değerli kâğıtların içeriden en büyük alıcısı Emeklilik Fonları’dır. İki binli yılların başlarında bu fonlardaki kaynakların toplamı 13 trilyon dolar seviyesindeydi. Bu “durgun para havuzları” Amerikan ekonomisinin finansa yönelmesiyle en büyük borsa aktörleri haline geldiler. Bunların elindeki kâğıtların batışına göz yumulsa Amerikan vatandaşlarının geleceği yok olacaktır. ABD yönetimi bu kadar büyük bir riski göze alamazdı. Netice olarak, vatandaşlarının geleceğini batırmamak için Maliye Bakanlığı, bugün onların cebine el atmayı daha uygun görmüştür. Bu operasyonun etkilerini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Geçici olarak krizin şiddetini yavaşlatsa bile sorun daha derinleşerek geleceğe ertelenmiş olur.

Bu paranın kaynağı Amerikan hazinesi olduğuna göre cepleri yanacak olan “amerikan vergi mükellefleri”dir. Öte yandan, böyle operasyonların yaratacağı “ahlaki zarar” da (“moral hazard”) büyük tartışmalar yaratmıştır. Eğer neoliberal ekonomide hala bir ahlak varsa gerçekten batışa yol açanların ödüllendirilmesi anlamına gelecek bu kurtarma operasyonları ekonominin dokusunu iyice çürütecektir. Amerika’nın önünde iki yol vardır: ya bugün çöküşün bütün sonuçlarına katlanmak, ya da daha şiddetlenmiş olarak geleceğe ertelemek. Büyük kurtarma operasyonuyla ikinci yol seçilmiş görünüyor. Ancak olayın diğer muhatapları, yani Amerikan değerli kâğıtlarını satın alanların bu operasyona güvenmeleri gerekiyor. Aksi durumda bu operasyon geri tepecektir.

Bugün büyük bir kriz içine giren kapitalizmin en büyük şansı işçi sınıfı hareketinin çok zayıflaması, hatta bir çöküş içinde olmasıdır. Büyük bunalımların tarihinin gösterdiği gibi her üçünde de krizi sancılı, uzatmalı ve şiddetli hale getiren olgulardan birisi güçlü sınıf mücadelelerinin olmasıdır. Bilindiği gibi sosyalizmin çökmesi ve kapitalizmdeki yapısal değişim işçi sınıfı örgütlenmelerinde büyük gerilemeler yaratmıştır. Bugün bir büyük krizin içinde kıvranan kapitalizmin bu “şansı” ona nasıl bir avantaj sağlayacak, bunu bilemiyoruz. Pervasızlığını ve küstahlığını arttırabilir. Belki bu kez tarih tersinden yazılır. Yaşanan kriz zayıf düşen işçi sınıfı mücadelesine yeni, büyük bir ivme verir.

 

Sonuç

Sonuç olarak, yaşanan bunalımdan mevcut haliyle bazı önemli sonuçlar çıkmaktadır. İlki, Amerika, dolar egemenliğine güvenip daha önceleri Hollanda ve İngiltere’nin yürüdüğü yoldan giderek üretim yerine finans oyunlarında para yapmanın sonuna gelmiş, finans ekonomisi çökmüştür. Bu aynı zamanda neoliberal ekonomi politikalarının çöküşü anlamına gelir. Serbest pazarın, kuralsızlaştırmanın, özelleştirmenin yüceltildiği ekonomi politikaların ömrü 1973 büyük krizini başlangıç alırsak, otuz yıldan biraz fazla sürmüştür. Böylece kapitalizm Sosyalizm yıkılırken övgüler düzdüğü bu sistemin çökmesiyle ideolojik olarak da büyük bir yara almıştır. Şimdi Amerikan mali piyasalarının tartışmasız en büyük-devasa aktörü-spekülatörü Amerikan devletidir. Nereden nereye!

Amerikan finans sisteminin çöküşünün ikinci önemli sonucu, doların dünya rezerv parası olarak rolünün bitme olasılığıdır. ABD bütün gücüyle bu alın yazısını ötelemeye çalışıyor. Ancak doların bir kez rengi uçmuştur.

Üçüncü sonuç: Amerika’nın tek kutuplu bir dünya kurma hayali Irak savaşı ile Ortadoğu’nun çöl fırtınalarının arasında kayboldu. Yaşanan ekonomik kriz bunu bir kez de kendi diliyle kanıtlıyor. İngiliz egemenliğindeki ilk kırılma 1870’lerde yaşanmış, bunun kesinleşmesi bir yetmiş yıl almıştı. Amerika’nın egemenliğindeki ilk kırılma olan 1970’lerden beri bir kırk yıl geçti. Bu bunalımla süreç yeni bir derinlik kazanmıştır.

Son olarak, neoliberal ekonomi politikalar iflas ettiğine göre dünya kapitalizmi yeniden bir Keynes ekonomisi dönemine girer mi? Kapitalizmde devletin aktif müdahaleci olduğu ve “kurallı” bu dönem iki büyük felaketin, 1929 bunalımı ve II. Dünya savaşıyla yaşanan yıkımdan sonra yaşanabilmiştir. Üstelik kapitalizmin yıkımından sadece bir moloz yığını kalmamış bir Sosyalist Sistem doğmuştur. Ve Keynes ekonomisine geçiş kapitalizm içinde iki büyük uzlaşmayla mümkün olmuştur. Kapitalist merkezler bir liderin öncülüğünde (Amerika) kendi aralarında uzlaşmış ve çılgın rekabetin yarattığı yıkımı asgariye indirmek için kurallar koymuştur. Bretton Woods anlaşmaları budur. İkincisi ve en az ilki kadar önemli, kapitalizm işçi sınıfıyla “refah devletleri” aracılığıyla uzlaşmıştır.

Dünyanın mevcut dengelerinde bugünkü bunalım, böyle iki büyük uzlaşma yaratabilir mi? Kesinlikle hayır! Kapitalist dünya içinde 1950’ler Amerika’sı ölçüsünde güçlü bir lider yoktur. Ayrıca kapitalist dünya kabaca batı ve doğu olarak, onların deyimiyle “demokratik kapitalist devletler” ve “otoriter sistemler” olarak parçalanmıştır. ABD yükselen bir güç değil, devasa borçları ile dünya birikmiş sermayesini kendine çekme telaşında olan irtifa kaybeden bir güçtür. Öte yandan, işçi sınıf ve çalışan kitleler kapitalizmi uzlaşmaya zorlayacak bir güçte değildir. Kapitalizm bunu iyi bildiği için onun tüm kazanılmış haklarını, kâr oranlarını yükseltebilmek için her yolla kemirmeye devam ediyor.

Bu nedenlerle bugünün dünyasında Keynes ekonomisinin temelinde yatan iki büyük uzlaşma mümkün değildir. Sonuçta yaşanan kriz güç merkezleri arasındaki rekabeti, çatışmayı kaçınılmaz bir şekilde yükseltecektir. Eğer bu kriz önceki büyük bunalımlar seviyesinde derinleşirse bu tüm kapitalist dünya için bir felaket senaryosuna dönüşebilir. Amerika devasa borçlarıyla bugün ya da ötelenmiş olarak yarın, bir kâra delik gibi dünya sermayesini kendine çekmeye çalıştıkça dünya kapitalizmini yeniden uçurumun kenarına getirebilir.

Kapitalizmin tarihinin gösterdiği gibi, büyük bunalımlardan “alınan tedbirlerle” ancak bir ölçüde çıkılabiliyor, bu büyük bunalımlardan sonra kapitalizmin yolu iki kez dünya savaşlarına çıkmıştır.

Kapitalizmi, yücelttiği serbest pazar tanrısı bir kez daha çarpmıştır. Sıra dünya yoksullarının kapitalizmi çarpmasına geliyor!