Başka Bir Ekonomi Mümkün – M. Özgür

Kriz ve Alternatifler Üzerine…

Firmalar arası rekabet, toplumsal kesimler arası adaletsizlik, spekülasyon ve kriz üreten kapitalizmin alternatifi olmadığını söylemek insan hayal gücüne ve yaratıcılığa büyük sınırlar koymak ve adaletsizliğe boyun eğmek demek. Krize karşı dayanışmalar, mücadeleler, yardımlaşmalar (işyeri komitesi, mahalle yardımlaşma sandığı, işyerlerinde hukuki davalar açma, zamlara karşı direniş, ücretsiz izne karşı eylem, destek grevi…) geliştirmek gerekirken; bir yandan da alternatif politikaları geliştirmek ve tartışmak gerekmekte. Daha onurlu, daha adil, sömürülmeden ve sömürmeden yaşanan hayatlar isteyenler olarak, alternatiflerimiz olduğunu biliyoruz. Bu yazıda alternatif politikaların neler olacağını tartışmak istiyoruz.

Alternatif İhtiyacı

Yıllardır finans sektörüne yaslanarak krizlerini çözmeye çalışan kapitalizm çok sayıda kriz yaratmıştı. Grabel’den alıntılarsak, önce Şili, Arjantin, Uruguay 1970’lerdeki finansal serbestleştirmelerin ardından kısa denebilecek sürelerde finansal çöküntü ile karşı karşıya kaldılar. Ardından Rusya, Nijerya, Kore, Tayland, Jamaika, Endonezya, Meksika, Türkiye (2001) bu krizleri yaşadı. Şimdi de finans alanında başlayan kriz ise tüm ülkeleri etkilemekte. Unutmadan söyleyelim, finansal hizmetler ve kredilendirme faaliyeti, krizler olmasa bile, zaten kendi başına güçsüz ve yoksul kesimlerin daha çok bedel ödediği bir mekanizmayı ifade eder. Finans negatif ayrımcı bir sistemdir. Zaten yoksul olan “riskli” diye daha çok faizle borç bulabilir hatta bir de haciz riskini göze alır, hasta olan daha pahalı sağlık sigortası yaptırır, evi depreme dayanıksız olan daha yüksek deprem sigortası primi öder.

Bu kez kriz ABD’de başladı, tüm dünyayı etkiliyor. Artık iyice gördük ki ABD’nin liberal uygulamalarını, finans piyasalarının derinliğini ve güvenilirliğini öve öve bitiremeyen liberal bakışın ufku buraya kadar. Kapitalist küreselleşmenin krizlerine alternatif politikalar önerilemedi. Gazete yazıları hala krizin anlaşılması ve olası etkileri üzerine yoğunlaşmış durumda. Bunda tabi ki krizin boyutlarının dahi daha tam hesaplanamamasının da payı var. Zira sermaye için nereden nasıl para kazanıldığından daha önemli olan sermaye birikimidir. Karları yükseltip ücretleri kısıp insanlara “size borç verelim” deyip ikinci kez sömürmüş olursunuz. Bunu da kapitalizmin içindeki şirketler ve sermayeler arası rekabet anlayışı ile yaparsanız sonuç bugünkü gibi olur.

Irak savaşı ABD’nin bazılarının gözündeki “demokrasi havarisi” görüntüsünü yıkmıştı, şimdi kapitalistler için sorun daha da büyük, kapitalizmin en büyük ekonomisi krize girdi ve bu tüm piyasaları etkiliyor. Evet, artık alternatiflerden konuşmak gerek, hem de yüksek sesle.

Ancak Türkiye’de hükümetin önerileri ise kapitalizmin tabularını korumak için temel insani değerlerin bile yok sayılması olarak görülebilir: Maliye bakanının “Parayı nasıl kazanmış olursanız olun ülkeye getirin, hesap sormayacağız….yasa hazır.” demesi ya da daha önce eski Cumhurbaşkanı’ndan geri dönen Orman Yasası’nın yeniden çıkarılarak orman ve turizm arazilerinin sermayeye kaynak olarak sunulması gündemde. Sermayedarlara vergi indirimleri ve kaynaklar da sırası geldikçe uygulanacak. Liberallikten başka ve halkın parasıyla banka kurtarmaktan başka çözüm üretemeyen sistem, şimdi uyuşturucu, kara para, kadın ticareti paralarını bile sorgulamasız, “helal para” “yasal para” kabul edecek.

Kalıcı kazanımlar için, tüm emeğiyle geçinenler ve ezilenler hareketlerin kapitalizmi aşmayı hedeflemeleri gerekiyor. Bunun için güçlü toplumsal hareketlere başta emekçiler olmak üzere çeşitli/farklı adalet ve özgürlük taleplerinin ortak bir hareketine ihtiyaç var. Aslında her zaman atılacak adımları, uygulanacak politikaları çatışan sınıflar ve hareketler arasındaki politik güç dengeleri belirliyor. Devlet iktidarının kimde olduğu, demokratik biçimlenip biçimlenmediği, kapitalist iktidarın merkezinde hala devletler olduğu için önemli. Bu açıdan bugünden biz çalışanlar içi “şu politika uygulanmalıdır” demek çoğu zaman soyut kalıyor, kalacaktır. Fakat yine de neoliberal, özelleştirmeci, metalaştırıcı politikaları aşarken toplumsal hareketlerin çeşitli politika aşamalarını ve farklı alternatifleri/hedefleri hatırlaması, aklında tutması önemlidir. Bugün neoliberalizme ve kapitalizme karşı güncel talepler ile kalıcı stratejilerin köprüsü ve uyumu böyle sağlanabilir.

Evet, Kriz Bir Fırsat, Adalet ve Eşitlik Fırsatı

Alternatif ekonomik politikalar neyi hedeflemelidir? Birinci olarak ekonomik adaletsizliği ve eşitsizlikleri mümkün olduğunca azaltılmasını hedeflemelidir. Bununla bağlantılı olarak insanların işyerlerinde ve diğer alanlarda hayatlarını etkileyecek konular ve kararlarda daha çok söz sahibi olmalarının yolunu açan politikalar olmalıdır. Yani ekonomik adalet, işbirliği ve ekonomik demokrasi yönünde kriz bir fırsattır ama ancak güçlü bir hareket yaratılabildiğinde. İşten atılan, maaşı kesilen, haksızlığa uğrayan insanlar olarak dayanışma arttırılabildiğinde sonrasında da devlet politikalarını burjuvaların değil çoğunluğu oluşturan emekçilerin, işsizlerin, hayatın yükünü çeken kadınların, en çok ezilen kesimlerin yönlendireceği güce gelinebildiğinde.

Dünyada pek çok ülke alternatif ekonomik politikaların çeşitli örneklerini kriz dönemleri başta olmak üzere çeşitli dönemlerde parça parça vermiş durumda. Kriz dönemlerinde, örneğin 1990’ların Asya krizinde Asya ülkelerince istikrar ve krizden korunma adına uygulanan sayısız ve uzun süreli uygulamalar, politika bütünlüğü içinde kapitalizmi aşmanın bazı adımları olarak tasarımlanabilir. Öte yandan Venezuella’nın ve bir ölçüde Bolivya ve Ekvador’un geliştirmeye çalıştığı uygulamalar da 21.yy sosyalizmine giden yolun emekçiler, işsizler, dışlanan kesimler için kalıcı haklar kazanmanın önemli adımları. Burada tamamen uygulanmış yöntemlerden örnekler vermeye, bu örnekleri hatırlamaya, derlemeye çalışacağız. Türkiye için bu aşamada ayrıntılı çalışmaların ve modellemelerin olmaması bizim için şu aşamada bir dezavantaj.

Borçları Ödememek ve Ötelemek

Devlet düzeyinde borçları yeniden değerlendirmek, başta üretken alanlara gitmeyecek olanlar olmak üzere borçları uzun vadeli ve daha düşük değerli kağıtlarla değiştirmek mümkündür. Arjantin’in 2001 yıllında 100 milyar dolar borcu ödemeyeceğini bildirmiş, 2004 yılında da 80 milyarlık borç azaltma operasyonu yapmıştı. Bankalar (hem yerli hem yabancı), emeklilik kuruluşları ve Avrupalı bireysel yatırımcıların, ellerine geçen uzun vadeli borç senetlerini kabul etmek dışında başka seçenekleri kalmamıştı. Tabi ki Arjantin’deki çok büyük halk hareketlerini düşünürsek bunun rastlantı olmadığını söyleyebiliriz. Dış borçlar için radikal bir borç silme daha mümkün iken, içerde belli bir miktarın üzerinde elinde borç kâğıdı bulunanlarının borçlarının ödenmemesi meşru bir taleptir.

Sermaye Hareketlerinin Denetlenmesi: Yabancı Yatırımlar

Serseri mayın gibi dolaşarak ülkeden ülkeye giden sıcak para ve diğer yatırım hareketleri denetlenmelidir. Şirketler alacakları her türlü dış borca karşı borcun belirli bir oranında -örneğin Şili’de 92-98 arasında %30 oranında uygulanan- faizsiz karşılık bulundurma şartı veya borç vergileri konabilir. Yerli şirketlerin aldığı kredilerin düzeyine ve faiz oranlarına da üst sınırlar konmalıdır. Yabancı kredilerin kullanım alanlarında toplumsal denetim gereklidir. Asya krizinde yabancı banka kredilerin pek çok sektördeki balonu şişirdiği ve finanse ettiği biliniyor. Şirket projelerinin her çeşit döviz kredisi ile değil, belirli sınırlar içindeki bir vade ve/veya döviz bileşimi olan yabancı kredilerle finanse edilmesi gerekmektedir.

Örneğin Japonya, Kore, Tayvan belli sektörlerde Doğrudan Yabancı Yatırımlara(DYY) izin vermişken, belli sektörlerde doğrudan yatırımları %50 ile kısıtlamıştır. Yatırımlar planlar çerçevesinde seçici politikalarla denetlenmelidir. Ayrıca bu yatırımlardan elde edilen karların ülke dışına çıkartılması yasaklanabilir. Yatırımlarda, istihdamı arttırma, ekolojik etkileri azaltma, üretimde yerli girdi kullanma zorunluluğu, teknoloji transferine ilişkin denetimler, teknolojik yenilik zorunluluğu, kamusal fikirsel mülkiyet ve kamusal patent zorunlulukları getirilmesi önemlidir. Venezüella yönetimi, Çin ve Hindistan ile yaptığı ticaret anlaşmalarında, petrol sektöründe ticaret yapacak bu ülkelerin firmalarının Venezüella’da belli yatırımlar yapma ve sanayiyi geliştirecek sermaye malları ithal etme şartları koşmuştur.

Sermaye Hareketlerinin Denetlenmesi-II: Portföy Yatırımları (Hisse Senedi Alımları vs.)

Krizlerde portföy yatırımı denen tahvil ve hisse senedi yatırımları hızla ülkeden uzaklaşır. Sanılanın aksine hem yerli hem yabancı yatırımcılar bunu yaparlar; sadece yabancı yatırımcılar değil. 1994 Meksika, 1997 Asya, 2001 Türkiye krizleri bu anlamda anılabilir. Ani PY girişleri de PY çıkışları kadar sıkıntı yaratabilmektedir zira döviz kurları ve ihracat üzerindeki etkileri biliniyor. Yerli bankaların ve büyük firmaların açık döviz pozisyonlarının denetlenmesi, yabancı bankaların yerli para cinsinden mevduatları ve borçlanmaları üzerine kısıtlamalar, bir yıldan kısa vadeli yurt içi para piyasası bonolarının yabancılara satışının yasaklanması 1990’ların ortalarında Malezya’da uzun süre uygulanmıştı. Yabancı portföy yatırımının(PY) hisse senedi piyasası toplam değerine oranı sınırlanabilir.
Bunun ötesinde türevler gibi bilanço dışı şirket faaliyetleri, bu tip önlemlerde fark edilemeyeceği için engellenmeli, devletçe yasaklanması doğru olacaktır. Hindistan türev işlemlerini çok ciddi oranlarda kısıtlamaktadır. Şili’de DYY ve PY yapmak için 1 yıl yerleşik olma koşulu uygulanmıştır; yani 1 yıldır o ülkede bulunmayan bir şirket bir anda gelip yatırım yapamaz, ya da tahvil, hisse senedi piyasalarına girip alım-satım yapamaz. Şili’de devlet, emeklilik fonları yöneticilerinin varlıklarının %12 sinden fazlasını yurtdışı yatırımlarda kullanmasını yasaklamıştır.
Sermaye Hareketlerinin Denetlenmesi III: Konvertibilite Kısıtlamaları
Konvertibilite yerli paranın yabancı paraya hiçbir kısıtlama olmadan çevrilebilmesi anlamına geliyor. Büyük miktarlar için kısıtlamalar getirilebildiği gibi Hindistan, Tayvan ve Çin’in hala uyguladığı gibi sermaye piyasası işlemleri yapmak için yani yabancıların varlıkları DYY ve PY biçiminde alması için dövize çevrilemez, sadece cari işlemlerde yani uluslar arası ticari faliyet ve içerde elde edilen karların çıkarılması için dövize çevirmeye izin uygulanmaktadır.
1998 krizi sırasında Çin ve Malezya farklı ölçülerde de olsa yerli paranın uluslararası transferine, uluslar arası piyasalarda alınıp satılmasına ve ülke dışında tutulan paranın dövize çevrilmesine kısıtlamalar getirmiştir. Malezya yerleşik olmayan şirketlerin aldıkları hisse senetlerini 1 yıl geçmeden satmasını yasaklamıştır. Dany Rodrik, Malezya’nın bu önlemlerle krizi daha ucuz atlatabildiğini, istihdam ve ücretlerdeki düşüşlerin küçük olmasından çıkartılabileceğini belirtir. Asya krizinden sonra Çin, 100 bin doları aşan döviz işlemlerine kısıtlamalar getirmiş, ulusal ve uluslararası şirketlerin ülkeye para sokup çıkarmasını zorlaştıran kurallar getirmişti. Çinli yatırımcılar bu kısıtlamalardan dolayı yurtdışına doğrudan PY yapamamaktaydı. Aynı çerçevede yabancı para cinsinden yasadışı mevduat tutan Çinli şirketler cezalandırılmıştır. Hintli bankalar yasal engeller nedeniyle döviz cinsinden mevduat kabul etmeyip ve kredi vermemekteydi. Çin ve Hindistan krizden böyle korunabildiler ve bu uygulamaların bir kısmı halen devam etmekte.
Bankaların Kontrol Edilmesi
Uzun süreli bir kalkınma programı için gerekli finansman uzun vadeli olmalıdır. Devlet banka kredilerini etkilemek için vergi sistemini kullanabilir. Uluslar arası yatırım bankaları kurmak, sektörel hedefler belirleyerek bankaları bu sektörlere yönlendirmek gerekecektir. Bankaların ellerinde tuttukları varlık çeşidine göre farklılaşan zorunlu karşılıklar tutma zorunluluğu -merkez bankasında- konabilir. Böylece bu oranlarla oynanarak belirli piyasalardaki balonları söndürmek mümkündür. Venezüella’da bankaların kredileri belirli sektörlere kanalize etmelerini sağlamak için kurallar konmuştur. Faiz oranlarını kontrol edebilmek ve planlı bir kredilendirme sağlayabilmek için banka yönetim kurullarına hükümet temsilcisi atama zorunluluğu getirilmiştir. Kritik önem ve büyüklükteki bankaların toplumsal denetime geçmesi veya toplumsallaştırılması/ kamusallaştırılması ekonominin genel kontrolü açısından önemlidir. Sendikaların ve çalışanların bu alandaki düzenlemelere doğrudan katılımı sağlanmalıdır. Şirketlere yönelik olarak IBM, Siemens, Bosch, Microsoft gibi uluslar arası şirketlerin vergi ödememek için geliştirdiği yöntemler ve transferler ciddi yaptırım ve denetimlere bağlanmıştır.
Acil Fonlar ve Kaynaklar: Savaş, İşsizlik Fonu, Vergiler
İşsizlik fonunda şuanda birikmiş olan ve son düzenleme ile bir kısmı sermayeye verilmekte olan 35 milyar YTL; hem demokratik hem de ekonomik olarak vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak, “Kürt illerindeki savaş için ayrılmış ve harcanan paraların kesilmesiyle” edinilecek kaynak ve tasarruflar; servetten ve banka hesaplarından bir kereliğine alınacak artan oranlı servet vergisi; ödenmeyecek borçlar kısa dönemde kaynak yaratma aracı ve adalet sağlama aracı olabilir. Yıllardır sermayeden vergi alınmayıp borç alınmıştır. Şirketlere verilen ve verilmekte olan teşvikler, ayrıcalıklar, vergi indirimleri ve muafiyetleri yeniden değerlendirilmelidir. Mesela Doğu illerine çok büyük teşviklere rağmen yatırım gitmemesi dikkate değer. Tüm ülke çapında KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsü) uygulamaları ve istihdam arttırıcı yatırımlar gündeme gelmelidir. Aşırı finansal yük getiren borçlanma ile yapılmış metro, toplu ulaşım, otoyol, belediye hizmetleri gibi hizmetlerin borçları bu hizmetleri ucuzlatmak için mülkün olduğunca uzun vadeye yayılmalı, gerektiğinde kapatılmalıdır.
Enflasyon saplantısı değil tam istihdam hedeflemesi
Neoliberal politikalarda kamu harcamalarını kısma, enflasyonla aşırı mücadele ve bütçe açığı saplatısı sorunlu para politikalarına yol açmaktadır, yaşam standartlarını ve büyüme alternatiflerini düşürmektedir. İşsizlikten çok enflasyondan çekinir işverenler. Zira işsizlik işçinin pazarlık gücünü düşürürken, enflasyon yatırımların değersizleşmesi tehlikesini barındırır. Devrevi krizler işsiz sayısını arttırdığında işçiler ucuza çalışmayı kabul eder ve kapitalistlerin yeniden tatlı günleri başlar.
Ö.Onaran’ın iyi ifade ettiği gibi enflasyon değil tam istihdam hedefli makro politikalar gereklidir. Merkez bankasının para politikaları da bu çerçevede olacak şekilde yürütülmek durumunda büyümeyi öncelemek durumundadır. Bu söylendiğinde enflasyona karşı fiyat kontroller gündeme gelecektir. İşsizlik sorunun çözmek için eğitim, sosyal güvenlik ve sağlık gibi hizmet alanları hem yaşam standardını doğrudan ve uzun vadede yükselten hem de günümüz teknolojisine düşünüldüğünde daha çok istihdam olanağı tanıyan alanlar olarak yatırım amacıyla öncelenebilir. İkinci olarak alternatif teknoloji politikası planları çerçevesinde belirlenecek kilit sektörlere yönelik kamusal yatırımlardır.
Kamulaştırma, Ucuzlatma
Önemli sektörlerdeki çeşitli işletmelerin topluma geri kazandırılması önemlidir. Bu işletmeler şu tip farklı işletmelerdir: İşverenin kapatıp gittiği işletmeler, tehdit olarak üretimi kestiği işletmeler, katma değeri çok yüksek, çevreye ve doğaya tahribatı yüksek, emekçilerin yoğun kazalara, daha yoğun sömürüye uğradığı, stratejik önemi olan işletmeler ve bankalardır. Bu kuruluşların toplumsallaştırılması, işçi ve devlet kontrolüne geçirilmesi -örneğin uzun vadeli bonolar aracılığı ile veya zor yolu ile- yapılabilir. Yıllardır Türkiye’de devlete yüksek faizle borç vererek semiren pek çok banka topluma gerçekte borçludur ve borçlanmaya devam etmektedir. Venezüella ve Bolivya petrol ve doğalgaz şirketlerini yeni anayasalarının verdiği yetki ile yeniden topluma kazandırdılar, böylece devasa gelirler özel ellere değil halka yönlendirilebiliyor. Türkiye’ye giren tüm petrolü işleyen TÜPRAŞ’ın, en temel ihtiyaçları sunan Türk-Telekom’un, kritik enerji dağıtım şirketlerinin topluma hizmet ve genel ekonomik kontrol için için kamulaştırılması, halka verilen hizmetlerin özel karlar ve aşırı dolaylı-dolaysız vergilerden kurtarılarak acilen ucuzlatılması önemlidir. Cep telefonu hizmeti ve internet teknolojisinin yaygın kullanımı göz önüne alındığında vergi, fahiş fiyat ve karlardan kurtarılması acil bir talep ve ihtiyaçtır
Metalaşan Alanlarda Yolsuzluk ve Rantı Engellemek
Kentsel rant, imara açılan araziler, turizm bölgeleri ve yeni metalaşan diğer alanlar yolsuzluk, tanıdık kayırma, rüşvet ve ‘yolunu bulma’nın yoğun yaşandığı alanlardır; bu tip alanlarda bu durum her yıl geçerli rayiç belirlenmesi, ciddi rant vergilendirmesi yanında halkın karar süreçlerine doğrudan ve açık katılımı ile engellenebilir. Hükümet düzeyinden belediye meclis üyelerine kadar uzanan çıkar ve rant mekanizmaları kırılmalıdır.
Yoksullara hizmet edecek toplumsal mülkiyeti olan toptancı marketleri ve dağıtım ağları kooperatifleri kurmak tüketim alanında temel maddelerin spekülasyonu ve fiyat artışlarını engellediği gibi yeni iş imkânları da yaratacaktır. Kamusal hak olarak sağlanması hedeflenecek eğitim, barınma, konut, sağlık, ulaşım alanlarında fiyat denetimleri sağlamanın -sadece yasaklarla sağlamak maliyetli ve zordur- bu sayede kolaylaşması beklenmelidir. Tesadüf ki ABD’de ev alımlarındaki mortgage kredilerinin başı çektiği kriz sürerken, Ekvador’daki yeni anayasayı onaylayan Ekvador yurttaşları, sağlık ve barınmayı devletin sağlaması gereken bir hak olarak tescillediler.
Enformel sektörden formel kooperatiflere
Venezuela halk ekonomisi bakanlığının yaptığı gibi sosyal dışlamayı önleyen, enformel sektöre sızarak kooperatifleşmeyi, toplumsal üretime ve yaşama katılımı arttıran projelerin uygulanması önemlidir. Toplumsal mülkiyet ve kollektif girişimlerin ve kooperatiflerin desteklenmesi, iç piyasanın zenginleştirilmesi, tarımsal üretimin çeşitli ölçeklerde canlandırılması temeldir. Tam istihdam uygulamaları bunu sağlamak için yöntemlerden biri olarak maaş düşürmeden haftalık iş süresinin kısaltılması ve örneğin 35 saate indirilmesi, dengeli iş yapısının yaratılması uygulamaları hedeflenmelidir. Bugünden yapılacak geçimlik ücret, iş güvencesi, bütün çalışanların kesin kayıtlı olması talebi bu yöndeki adımların ilkidir.
Türkiye’de işçilerin yarıya yakını kayıtsız çalışmaktadır. Kayıt dışı çalışmayı azaltmak merkezi yönetim desteği ile mal ve hizmet üreten her türlü kooperatifin ve işçi örgütlerinin etkinliğini arttırmak gerekmektedir. İnşaat gibi sektörlerde emekçi örgütlerinin, derneklerinin ve sendikaların ilk elden acilen desteklenmesi, yasalarla da önlerinin açılması gereklidir. Kooperatiflerin fiziksel ve toplumsal alt yapılarını geliştirmeleri, kredi ve teknik yardıma kolaylıkla ulaşmaları konusunda desteklenmesi gereklidir. Ne ölçüde bütünleşmiş bir ekonomi yaratılacağı planlanarak bunun bir fonksiyonu olarak küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenebilir.
Demokratik bir Alternatif
“Doğrudan üreticiler tarafından denetlenen bir ekonomi”, katılımcı bütçe, alternatif temsil ve katılım biçimleri geliştirmek gerekiyor. Burada hükümetlerin işlevi, toplumsal hareket ve örgütlenmenin önünü açarak toplumun karar alma mekanizmalarına katılımı önündeki engelleri kaldırmak bir yandan da hayatın her alanına katılımını sağlamak olmalıdır. Toplumsal hareketlerin önünü açan, sendikalarda taban inisiyatifini yaşam alanlarında halk inisiyatifini geliştiren, işçileri ve Türkiye’de çok bulunan genç işsizleri yerel kararlara ve üretim yönetimine katan bir anlayış planlanabilir. Arçelik fabrikası üretimini kapatıp Çin’e taşınmak istiyorsa, yasalar Venezuella Venapal da birkaç yıl önce yapıldığı gibi %49 işçi, %51 devletin olacak şekilde “toplumsallaştırmaya” yani fabrikayı yeniden toplumsal mülkiyetle işletmeye almaya izin veren yasalar olmalıdır.
Dünya’dan Kopuş Değil
Kendi kendine yeterlilik ve “tek ülkede sosyalizm” şeklinde sunulan küresel ekonomik sistemden tamamen kopulması (de-linking) yaklaşımının aşırı maliyetli ve verimsiz olacağı açıktır. Böyle bir deneme ciddi bir hata olacaktır. Çok zor ve uzun süren bir birikim dönemini gerektirir ve bu dönemde temel üretim ve tüketim mallarının bir kısmından vazgeçmek gerekecektir.
Başka Ülkelerin Emekçileri ile Rekabet Değil Adil Ticaret
Kapitalizm ülke emekçilerini birbiri ile rekabet ettirerek her ülkedeki emeği denetim altına almaya çalışıyor. “Burada çok ücret istersen, Romanya’ya giderim, Çin’e giderim” demekte. Dünya ile rekabet ve verimlilik adına büyük kapitalist ekonomilerle yarış edecek sektörlerde üretim yapmak üzere tasarlanmış gelişme stratejileri önemli olsa da aslında zamanla çok sayıda az-gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkenin aynı pazarlara girmesi ile zaten sınırlı olan talep doymaktadır. Bu açıdan bu stratejiler risklidir. Uluslar arası dayanışmalar, mümkün olduğunca adil ticari ilişkiler, alternatif politikalar geliştirmeye çalışan ülkeler ve toplumsal hareketlerle dayanışmalar, bölgesel işbirlikleri geliştirmek gerekmektedir. Uluslar arası ölçekte dengeli ve adil bir işbölümü yaratılmasına çalışmak, başka ülke emekçilerini eşitsiz ticari ve üretim ilişkileri ile sömürmemek gerekiyor. Örneğin, eşitsiz bir ticari ilişkide; gelişmiş ülkenin karşı tarafın üretkenliğini -daha çok- geliştirecek bir ticaret ilişkisine girmesi zorlanmalıdır, bu Uluslararası anti-damping yasası gibi bir kural olabilir. Ortak kalkınma bankaları, kapitalist ileri ülkelere ve emperyalist yaklaşımlara karşı ortaklıklar kurmak önemli olmaktadır. Bugünden acilen yapılabilecek olan ise sermayenin hareketliliği karşısında ve bunun yarattığı rekabetçi baskılara karşı emek koordinasyonunu uluslararası emek dayanışmasını oluşturmaya çalışmaktır.
Yeni ne söylüyoruz?
Günümüz alternatif toplumsal hareketleri ve sosyalist hareketlerinin Brezilya’dan Venezüella’ya Avrupa sosyalist solundan Türkiye sosyalistlerine kadar önemli tartışmalar ve farklı deneyimler geçirdiler. Ekoloji, kadın hakları, farklı kimliklerin kendini ifade hakkı, emekçilerin üretim ve tüketime yaratıcı katılımı, bürokrasinin sorgulanması, toplumsal katılım ve halk inisiyatifleri, modern üretimci paradigmanın eleştirisi, merkezi planlamanın sorun ve sınırları konularında önemli mesafeler hatta bir kısmında önemli örnekler verdikleri söylenebilir.
Sonuç olarak yukarıda değinilen bu önerilerin çeşitlendirilmesi, ekonomi yapısına ve özgü sayısal veri plan ve modellerle desteklenmesi, kitle örgütlerince geliştirilip/değiştirilip onaylanması gerekmektedir ve tabi ki son sözü “iyi öneriler” değil toplumsal hareketler söyleyecektir. Demokratik, katılımcı plana, özyönetime ve toplumsal mülkiyete dayalı bir ekonomi mümkündür.

Kaynaklar:
Chang, H-J, Grabel,I, Kalkınma Yeniden, İmge Yay.
Albo, G, Beklenmedik Devrim, Praksis 2006, Bahar Sayısı.
Petras, J, Veltmeyer, H, Globalization Unmasked, Zed Books.
Hahnel, R, Siyasal İktisadın ABC’si, Ayrıntı Yay.
Kratani, K, Transkritik, Metis Yay.
Yol Dergisi, Neoliberalizmi Aşmak, Kasım 2006.
Marx,K, Gotha Programının Eleştirisi, Sol Yayınları.
Onaran, Ö, Neoliberalizme Karşı Güncel Taleplerden Sosyalist Stratejiye Köprü, İktisat Dergisi, sayı 461-462.
Filho, A.S, Johnson,D, Neoliberalizm-Muhalif Bir Seçki, Yordam Yay.

Not1: Bir Eleştiriye Yanıt

Ekonomik Demokrasi ve İşyeri Demokrasisi

Liberal yazar ve iktisatçıların yaklaşımlarında bir önemli nokta şu; kapitalizmi sorgulayan ve daha adil bir işbirliği ekonomisi öneren sosyalist yaklaşımların anti-demokratik ve totaliter eğilimde oldukları, olmak durumunda oldukları eleştirisi hep gündeme getiriliyor. Bu konuda sosyalistlerin -liberallere hesap vermek adına değil tabiki ama- insanlardaki somut çekincelere karşı anlamlı görüşler ileri sürmeleri faydalı olacaktır. Daha da iyisi pratiklerle bunu gösterebilmektir. Burada ilk aklıma gelenleri tartışmak üzere not almak istedim.

Bilindiği gibi özgürlük kavramının neoliberaller tarafından “serbest piyasa”ya indrigendiği bir dönemde yaşıyoruz. Polanyi’nin alıntılarsak “Piyasa ütopyasının bir kenara bırakılması bizi toplumun gerçekliği ile karşı karşıya getirecektir…. İktisat kuramını sözleşme ilişkileriyle ve sözleşme ilişkilerini özgürlükle eşitleyen piyasacı toplum görüşü” ile taban taban zıt bir düzenleme istemek gerekiyor. Bu anlamda ayrım çizgisi olarak farklı iktisat kuramlarının ve farklı sistemlerin göreli teknik meziyetlerini, verimliliklerini karşılaştıran bir zemine düşememek gerek.

Yukarıda değinilenliberal çerçeveden bakıldığında sol, komuta ekonomisi ve bürokrasi ile özdeşleştiriliyor. Oysa Venezuella’da, Bolivya’da, Ekvador’da, Brezilya’da Porto Allegre’de hatta İspanya’da 35 bin kişilik Mondragon işletmelerinde, Arjantin’de kriz döneminde işçilerce el koyulan ve ortaklaşa işletilen fabrikalarda, Topraksız Köylü Hareketlerinin işletme ve topluluklarında uygulanmaya çalışılan çeşitli katılımcı ekonomi anlayışları ve 21.yy sosyalizmine yönelik uygulamalar liberal ufku aşan bir demokrasi, eşitlik ve adalet arayışı örneği olarak ortaya çıkıyor. Sosyalizm adına 20.yy’da yaşanan deneyimlerin ve sorunların ve kazanımlarının günümüzde alternatif yaratamaya çalışan hareketlerce ciddi sorgulamalardan geçtiğini kabul etmek gerekiyor. Ayrıca sol hareketlerin 1800’lerdeki oy hakkı mücadeleleri başta olmak üzere parlamenter demokrasi sınırları çerçevesindeki pek çok hakkı açıkça destekledikleri, bu konuda bedeller ödedikleri çok barizdir. Faşizmlere, hemen her ülkedeki faşizan uygulamalara, ulusal ve etnik baskılara karşı verilen demokrasi ve örgütlenme mücadeleleri çok açık bir biçimde sosyalist hareketlerin damgasını taşır.

Liberal düşünürler kapitalizmi muhafaza konusunda öyle kararlılar ki, para, rekabet ve tükettirmeye dayalı sistemin eşitsizliklerini ve kaosunu görmedikleri gibi anti-demokratik özünü, yarattığı savaşları, emperyalist şiddeti de görmüyorlar. Bugün sadece Ortadoğu’daki S.Arabistan, Katar, B.A.E., Irak, Afganistan, İsrail, Kuveyt’teki savaş makinaları dolu ABD üsleri neyi amaçlıyor?

Yüzlerce binlerce işçinin kaderinin birkaç sermayedarın ya da profesyonel yöneticinin (“board of directors”) elinde olduğu şirketlerden oluşan bir sistemin, iktisadi faaliyetlerin nimet ve külfetlerini adaletli paylaştırdığı söylenebilir mi. Çoğu zaman fiilen orada bulunmayan işveren çalışanların neyi nasıl üreteceklerine karar vermekte, üretilen artığa el koyabilmektedir. Bir işverenin elindeki bilgi, bağlantı ve kaynaklarla toplumu etkilemek, parasal gücü ile seçimleri etkileme, medyayı yönlendirme vesaire kapasitesi ile bir emekçinin kapasitesi arasındaki eşitsizlik karşılaştırılamaz.

Bir Sabancı varisi hiç çalışmadan, yetenekli bir usta başından yüz binlerce kat daha çok kazanıyorsa buna adalet demek mümkün mü. Bazıları hayat boyu yerleri süpürürken bazılarının sürekli toplantılara girip, çalışanlara hesap sorup, alternatif stratejiler üzerine düşündüğü bir iş yaşamının adil ve demokratik olduğu söylenebilir mi. Makro politikalar konusunda da durum aynıdır. İşsizlikten çok enflasyondan çekinir işverenler. Zira işsizlik işçinin pazarlık gücünü düşürürken, enflasyon yatırımların değersizleşmesi tehlikesini barındırır. Devrevi krizler işsiz sayısını arttırdığında işçiler ucuza çalışmayı kabul eder ve kapitalistlerin yeniden tatlı günleri başlar.

İşi zenginleştirmek, aptallaştırıcı ve bıktırıcı bir uğraş olmasının önüne geçebilmek, üretilen bilgiyi demokratikleştirebilmek için kapitalizmin sınırlarını aşmak gerekmektedir. Kadın-erkek, kafa-kol emeği, genç-yaşlı, etnik aidiyet ayrımlarını sorgulayan ama bir yandan da kaba bir eşitlikçilik değil güçsüze arka çıkan, pozitif ayrımcılık uygulayan, kazançları mümkün olduğunca eşit paylaştıran bir katılımcı sistem konusunda günümüz sosyalizmi iddialı ve daha da iddialı olmalıdır. Belediyelerde paranın nereye harcayacağını halk belirleyebilir, yoksa ‘bal tutan parmağını yalar’ anlayışı günümüzde olduğu gibi devam edecektir. Yerel kaynakların kullanımında Rio Grande Del Sol, Porto Allegre örneklerinde olduğu gibi önceliklerin halk tarafından belirlenmesi liberallerin ufkunda bulunmaz. Kısa Allende Şili’sinde 370 fabrikada uygulanmaya çalışılan işçi-işveren 5+5 birlikte yönetim sisteminde, ütopik sosyalistlerin özellikle 1800’lerde Owen’in ve Fourier’in denemelerinde, 1900’lerin başında Rosa Luxemburg’un “doğrudan üretenlerin yönettiği bir sistem” tanımı üzerinden gerçekten çok önemli tartışmalarında, Lenin’in “Devlet ve Devrim”inde, Gramsci’in “işçi konseyleri” tezlerinde, Paris Komününün “seçilmiş ve geri çağrılabilir delegeler ve seçilmişlerin bir işçinin ücretinden daha fazlasını almama ilkesi” deneyimlerinde sosyalist hareketin demokrasi anlayışının gelişkinliği ifadesini bulur. Kentsel, yerel ve tüketim alanı çerçevelerinde sol uygulamalar daha çok tartışılmaya ve geliştirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Daha çok deneyim biriktirmek ve tartışmak gerekmekte elbette.

Devlet sosyalisti Lasalle’a yönelik eleştirileri Marx’ın da bu tartışmaya ciddi değiniler yaptığını gösterir.
“Eğer kendi aralarında birleşmiş kooperatif topluluklar ulusal üretimi ortak bir plan dahilinde düzenleyeceklerse, yani onu kendi denetimleri altına alıp, kapitalist üretimin alınyazısı olan sürekli anarşiye ve dönem dönem ortaya çıkan şiddetli sarsıntılara son vereceklerse, bu bir komünizm, mümkün bir komünizm değil de nedir baylar?”

Not2:
Finansın ve para hareketlerinin denetimine yönelik sol-sosyalist tezlere karşı, sermaye cephesinden şu tez sunulabilir: “Serbest finans daha iyidir, zira finansman ihtiyacı ekonominin daha verimli çalışmasını sağlamaktadır, bir firma daha verimli üretim sistemine geçebilmek için çeşitli borçlar almak zorundadır ve bu da finansal mekanizmalarla olur.” Evet bu bir anlamda doğrudur, ama borsalarda her gün gördüğümüz spekülasyonlar ve çeşitli biçimlerde/zamanlarda ortaya çıkan krizlerin maliyeti-zararı göz önüne alındığında bile bu etkiyi önemsemek ne kadar mümkündür. Ayrıca finansallaşmanın toplumsal denetime açık olması, finansmanın ve kredinin ortadan kaldırılması demek değildir. Verimlilik açısından düşündüğümüzde ise kapitalizme kara dayalı verimlilik anlayışının çevre, insani değerler, katılım, toplumsal adalet, çalışmanın tüketiciliği ve yabancılaştırıcılığı açılarından yeniden tanımlanması gerekir.

Konvertibilte kaldırılırsa “karaborsa olur” diyenlerin, mali açıkları “popülist politikalara”, “seçim dönemi savurganlıklarına” bağlayanlara finansal krizlerin ve istikrarsızlığın maliyetlerini ve spekülasyonların maliyetlerini, finansın kendisi için harcanan kaynakları ve kamu borcu faiz ödemelerinde finansal dönemle birlikte gerçekleşen artışı dikkate almaları gerekmektedir.