Latin Amerika ve “Pembe Dalgalar” *Ayşe Tansever

Latin Amerika’da 2000 yıllarında birçok ilerici liderin iktidar olması ile dünya solunda bölgede bir “pembe dalga” umudu doğmuştu. Sol çevreleri neoliberalizmin ana vatanı olan kıtada yeni bir dönemin başladığı ve yavaş yavaş tüm dünyaya yayılacağı coşkusu kaplamıştı. Hatta Brezilya da Porte Allegre kentinde “başka bir dünya mümkündür!” sloganı altında 156 dünya ülkesinden sol görüşlü 100 binlere varan kişi ve hareketler yan yana gelerek böyle bir başka dünyanın nasıl olacağını tartışıyorlardı.

Bunun bir başlangıç olacağı “pembe dalganın” tüm dünyaya yayılacağı umutları çok yaygınlaştı ama sol içinde bu “pembe”nin beklenen ve kalıcı bir sol iktidar olmadığı tartışmaları da eksik değildi.

“Pembe dalga”, Berlin duvarının çökmesi ile itibarını kaybeden sosyalizmin Venezuela’da Hugo Chaves’in “21.yy Sosyalizmi”ni kurma girişimi ile yeniden gündem olması, yeniden halklara bir umut olarak sunulması ile kıtada başladı. 1958’lerdeki Küba sosyalizminin arkasından kıta tekrar bir sol çizgiye doğru eviriliyordu. Orta Amerika ülkeleri El Salvador ve Nikaragua’da da önceden kurulmuş sol iktidarlar bulunmaktaydı. O süreçte kıtanın birçok ülkesinde ilerici liderler iktidar oldular. Brezilya’da İşçi Partisi lideri Lula ve Dilma, Arjantin’de Nestor ve Cristina, Şili de Micelle Bachelet, Uruguay’da Pepe Mujica, Ekvador’da Correa ve Bolivya’da Evo Morales iktidar olarak ülkelerini ilerici bir çizgiye oturttular. Kolombiya, Şili ve Peru ayrıca ABD mafya devletleri Haiti, Guatemala ve Honduras gibi birkaç Orta Amerika ülkesi bu reform döneminin dışında kaldılar.

Neoliberalizm Şili’de kurulmuş ve oradan kıtaya yayılmış ve artık krize girmişti. Kitlelere sosyal güvence ve refah sağlayamamış, giderek daha yoksullaştırmıştı. İnsanlar yaşam koşullarını tehdit altında hissetmeye başlamış ve politikacıların mutlu refah toplumu vaatlerinin kapitalist çevreler için olduğunu anlamaya başlamışlardı. Gösteriler başladı. Hatırlardadır Arjantin’de fabrikalar işgal edildi, banka duvarları kırıldı ve horizantal(yatay) örgütlenme ve eylemlilikle düzen tartışmaları başladı. Her ülkede farklı dinamikler yaşandı.

 Halk Kazanımları

“Pembe dalga” reformları her ülkede birbirinden farklı özellikler taşısa da temel yönleri aynı idi. En yükseği Brezilya ve Şili’de olmak üzere kitlelere nakit yardımlar yapıldı. Lula döneminde 20 milyon insan yoksulluktan çıktı. Lula aile projesi ile her bir haneye büyük miktarlarda maddi destek dağıttı. Bu ülkelerde sağlık, eğitim ve konut sorununda bir takım iyileşmeler yaşandı. Çalışma koşulları iyileştirildi. Çok uluslu şirketlerle pazarlıklar yapıldı ve onların çıkarımlarından daha çok pay alındı. Arjantin’de Kirchner iktidarı IMF’ye borçlarını ödememe kararı aldı. Kurumun kredilerinin ülke çıkarına verilmediği, ülke burjuva sınıfları tarafından kullanıldığı ve o güne kadar ödenenlerin bunu karşıladığı şeklinde gerekçeler getirdi. Sonunda da dünya finans kurumlarının ambargosu ile karşılaştı. Kendisinden sonra gelen gerici Macri iktidarı ancak borçları ödeme kararı alarak IMF ile ilişkileri yeniden düzeltti.

Bu dinamiğin en önemli itici gücü reform iktidarlarının aralarında kurduğu ittifaklar oldu. UNASUR, LİMA gibi örgütlenmeler birbirlerine ekonomik, politik, sosyal destek vererek dayanışma gösterdiler. ABD politik, ekonomik saldırılarına birlikte karşı durdular. Chaves birçok Karaip ülkesine hatta ABD ve İngiltere yoksul halklarına bedava petrol dağıttı. Sağlık sorununda Küba doktorları bu ülkelerde görevler üstlendiler ve binlerce kişiye bedava ameliyatlar yaptılar ve tedavi ettiler.

Elbette kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirme konusunda Venezuela ve Bolivya ilk sırada oldular. Temel sosyal güvencelerde büyük gelişmeler oldu. Yoksulluk ve aşırı yoksulluk oranları çok düştü. 20 yılda kaybettiklerini geri aldılar. Okuma yazma kampanyaları yapıldı. Halk örgütlenmeleri yaratıldı ve halk ekonomileri kurulmaya çalışıldı.

Başından beri ABD, bölgedeki bu ilerici gelişmeyi engellemek için çeşitli biçimlerde saldırılar yaptı. Küba zaten yıllardır yaptırımlar altında idi. Venezuela ve arkasından Nikaragua da bu yaptırımlardan payını aldı. ABD CIA güçleri ve bir dizi sivil toplum örgütleri eliyle Ekvador ve Bolivya karıştırılmaya çalışıldı. Yerli halklar yanlış bilgilendirilerek örgütlenip ayaklandırıldı. Ekvador’da Correa’nın yapmaya çalıştığı “Vatandaş Devrimi” yine petrol bölgesindeki yerli halkların yanlış yönlendirilmesi ile istikrarsızlaştırılmaya, engellenmeye çalışıldı.

Bu dönemde Morales’in ülkeyi çok uluslu ve çok dilli bir ülke ilan etmesi yalnız Bolivya’da değil tüm kıtada yerli halkların yeni bir bilinç kazanmasına yol açtı.  Brezilya’sından Peru’suna, Kolombiya’sından Şili’sine kadar tüm kıta ülkelerinde, hatta bizzat ABD’nin içinde yerli halklarda kendi kimliklerini koruma bilinci gelişti, çeşitli örgütlenmeler kuruldu ve bunlar sık sık gerici iktidarlara karşı haklarını arama yoluna girdiler. “Siyah hayatlar önemlidir” hareketi bile bu etki ile gelişmiştir.

Sonuçta 2000-2010 yılları sürecinde gelişen “pembe dalga” halklara hem iyi bir deneyim oldu hem de birçok şey kazandılar. ABD’nin kıtada yeni saldırıları başladı ve dalgayı tersine çevirme çabası giderek arttı. Kıtayı daha sonraki süreçte de etkileyecek çeşitli ilerici ve gerici örgütlenmeler ortaya çıktı.

Yapılamayanlar

Venezuela, Bolivya, Küba, Nikaragua gibi ülke iktidarları sosyal örgütlenmeler üzerinde duruyorlardı ve birçok sosyal refah projeleri ürettiler. Diğer ülkeler neoliberal pazar ekonomisi politikaları çerçevesinde kaldılar. Çeşitli nedenlerle, solun 1960-70 yıllarındaki temel önermeleri olan devlet işletmeleri modeline geçmek istemediler ya da yeni bir model uygulamak gibi bir çalışma yapmadılar. Devraldıkları çıkarım endüstrisine dayalı ekonomik yapıyı sürdürdüler. Hammadde sattılar. O dönemde dünya ekonomileri 2008 krizinden çıkma yolunda canlanıyor ve hammadde ihtiyacının artıyor olması ile fiyatlar yükseldi. Onlar da bundan yararlandılar. Gelirleri halklarına kaynak aktarmakta kullandılar. Kaynakları endüstrileşme, üretkenliği arttırma tekniklerine, olası yeşil endüstriye yatırma, o günlerde çok tartışıldığı gibi sürdürülebilir bir kalkınma modelinin temellerini atma gibi bir girişimleri olmadı.

2013-14 yıllarında dünya ekonomilerinin krizi yeniden yükseldi. Üretim yavaşladı ve bu meta fiyatları düşmeye başladı. “Pembe dalga” ülkelerinin ekonomileri sıkıştı ve halklarına eskisi gibi refah sağlamada duraklamalar oldu.

Kıtadaki “pembe dalga” reform iktidarlarını yıkmak için Finans Kapital faşist güçler bu süreçte tekrar iktidar olmak için çeşitli yollar geliştirdiler. Bunun en tipiği yolsuzluk, vergi kaçırma, rüşvet alma gibi konularda sahte belgeler düzenlemek oldu. Bu türden sahte belgeler ile Lula, Dilma, Kirchner ve birçok devlet üst düzey çalışanı görevden alınıp tutuklandılar. Devlet kademelerinde deneyimleri olan gerici güçler için çeşitli karalama yolları bulmak pek zor değildi.

Kıta Finans Kapital faşist güçleri birçok yollar geliştirdiler. Tipik diğer bir örnek de Ekvador’dan verilebilir. Anayasa gereği bir dönem daha seçimlere katılma hakkı olmayan Rafael Correa yakın çalışma arkadaşı Lenin Moreno’yu yerine aday gösterdi. Lenin kazanıp iktidara gelir gelmez Correa’nın Vatandaş Devrimi stratejisini terk etti, ülkesini yeniden neoliberal politikalar yörüngesine oturttu. Sağ güçlerin çıkarları doğrultusunda “koyun postuna bürünen bir kurt” olabileceklerine tipik bir örnektir.

Fakat bu reform ve “pembe dalga”daki tüm kazanımların geri alındığı söylenemez. Elbette bazılarını değiştirmeye güçleri yetmedi. Örneğin Arjantin ve Ekvador’da işçilerin kazanımlarını geriletmede pek başarılı olamadılar. Ayrıca bu süreç halk örgütlenmelerini arttırdı. Halklar seçtikleri politikacıların sözlerinde durmadıklarını, buna karşı protesto edebileceklerini ve bunun kendileri için bir olanak olduğunu öğrendiler. Yani sokaklara çıkma deneyimi kazandılar. ABD hegemonyasına karşı uluslararası dayanışmanın önemi kavrandı. Kıtada halk örgütlenmeleri birbiri ile bağlar kurmaya başladılar.

 İkinci Pembe Dalga” mı geliyor?

  1. Seçimler

2019 yılından beri kıtanın yeni bir değişim dalgasına girdiği belirtileri var. Bunun yeni bir “pembe dalga“mı olacağı sorusu sık sık tartışılıyor, yazılıp çiziliyor. Hemen hemen tüm kıta ülkelerinde başkanlık ve meclis seçimleri yapılacak. 2018 Temmuz ayında Meksika’da yapılan seçim yalnız ülkede değil neredeyse tüm kıtada bir tarih yazdı. 30 yıldır ilk kez ABD’nin desteklemediği, soldan bir aday Manuel Lopez Obrador (AMLO) hem de oyların %53.20’sini alarak başkan seçildi. İlk kez bir başkan adayı rakiplerine karşı bu kadar açık farkla kazanıyordu.

Arkasından Arjantin’de Ekim 2019’da soldan aday Alberto Fernandez başkan seçildi. Başkan yardımcılığına da eski “pembe dalga” başkanlarından Fernandez de Kirchner geldi. Bu kıta yoksul halkları arasında büyük bir sevinç yarattı. Arkasından Ekvador’a gözler dikildi. Aynı şey orada da olursa ikinci pembe dalga sürecine girileceği umutları yükseldi. Ama beklenen olmadı. Batı desteği ile gerici güçler bir takım hileler ile halkları yanıltmayı başardılar ve seçimleri ilerici Correa karşısında 2 kez kaybetmiş olan banker Lasso kazandı. Ülke neoliberal çizgisini sürdürme yoluna girdi.

Aynı sıralarda Bolivyada da başkanlık ve temsilciler meclisi seçimleri yapıldı. Morales seçimleri ilk turda kazandı ama muhalefet seçimlere hile karıştırıldığı iddiasında bulundu. ABD çıkarlarını savunan Amerika Ülkeleri Örgütü OAS lideri seçimlere hile karıştırıldığını kabul etti. İşte bu süreçte ülkenin doğusunda oturan Avrupa sömürgeciliğinden kalan beyaz halklar, ABD ve sonradan anlaşıldığı gibi Ekvador’dan Lenin ve Arjantin’den gerici eski lider Macri’nin yolladığı silahlarla ayaklandılar(çünkü Bolivya polisi ve ordusunun elinde darbe sırasında ayaklanan halka karşı kullanılan silahlardan olmadığı ortaya çıktı.) Morales ve yardımcısı Linera ordu zoru ile ülkeden kaçmaya zorlandılar. Son günlerde Evo Morales’in açıkladığına göre de bindikleri uçağa roket atışı yapılmış. Yani Morales’i darbeciler öldürmek istediler. Böylece 2019 yılında ilerici lider Evo Morales iktidarı sona erdi ve gerici bir iktidar koltuğa oturdu. Darbe iktidarı ülkenin dümenini hemen neoliberal politikalara çevirdi. Ayrıca yerli halkların protestolarında şiddet kullanıp katliamlar yaptı. Onlarca kişi öldürüldü. Morales iktidarının bakanları ve yetkililer başka ülkelere sığınarak tutuklanmaktan ve öldürülmekten kurtuldular.

Bu olay yeni bir “pembe dalga mı” geliyor umutlarına gölge düşürdü. Kıtanın ilerici ülkelerinden çok önemli bir gücü kaybedilmişti. Fakat bu denge Ekim 2020’de iki kez ertelenerek yapılan seçimlerde tekrar Morales lehine sonuçlandı. Eskisinden daha büyük bir oy ile Morales’in eski ekonomi bakanı Luis Arce ve David Choquehuanca seçimleri, artık itiraz edilmez bir şekilde kazandılar. MAS yine birinci parti oldu. ABD’nin yıllardır Küba ve Venezuela’da yapmaya çalıştığı sağ darbe Bolivya’da başarılmış ama neyse ki kısa ömürlü olmuştu. ABD destekli gerici darbeler demek ki halk örgütlenmeleri ile alt edilebiliyordu. Latin Amerika ilerici ve yerli halklarına büyük bir kendine güven ve umut kazandırdı. Kıtada yeni bir “pembe dalga” başlayabilir umudu yeşerdi.

Ekim 2019’da kıtanın güneyi Uruguay’da da başkanlık ve genel seçimler yapıldı. Uruguay sol ittifakı Amplio Cephesi (Frente) yıllar sonra seçimleri kaybetti. Sosyal yardımlarla epey destekçi bulmuştu ama bütçe açıkları, artan işsizlik ve kriminal olaylar nedeniyle çok az bir oy farkı ile kaybetti. Başkanlık seçimlerinin ikinci turu da 24 Kasımda yapıldı. Sağdan aday Lacalle Pou (%48.8) rakibi sol aday Martinez ‘i (% 47.3) gene çok az bir farkla yenerek başkan oldu.

2019 yılındaki sonuç, kıtanın kuzeyindeki önemli ülke Meksika ve güneyde Arjantin’de iktidar sol güçlere geçerken Ekvador ve Uruguay’da sağ kazandı. Öte yandan Bolivya’da ABD destekli bir darbe devrildi. Bölgenin birçok bölgesinde de çeşitli karışıklıklar, protestolar, halk ayaklanmaları başlamıştı. Şimdi bunlara ülke bazında biraz değinelim.

Karışıklıklar

Kasım 2019 sonuna gelindiğinde tüm dünyada Corona pandemi dönemine girildi. Günümüzde Latin Amerika dünya nüfusunun %8,4’ünü barındırmakta iken dünyada Covid ölümlerinin %21’i genel ölümlerin ise %32,5’i bu bölgede olmuş.(2) Yani pandemi dışında açlıktan ve yoksulluktan ölümler de Afrika kıtasındakini pek aratmayacak durumdaydı.

Brezilya’da gerici faşist Bolsonaro bu virüsü kabul etmek bile istemedi. Ne maske ne aşı ne mesafe gibi hiçbir önlem almadı. Bizzat kendisi toplantılarda maske bile takmadı. Brezilya’da Covid’den 600 bine yakın kişi ölümüyle uzun süre dünya birincisi oldu. Oysa ülke aslında Hindistan ile birlikte dünya eczanesi olarak bilinir ve istese hem kendi aşısını üretebilir hem de dünya aşı sanayinin üretim alanı olabilirdi. Aynı şekilde Peru kıtada Covid ölümleri ile nüfus oranına göre dünya rekoru kırdı. Aşı yapılması çok ağırdan alındı. Ekvador’da sağlık sistemi çöktü ve günlerce sokaklarda kaldırılmayı bekleyen cesetlerin olduğu fotoğraflar dünya basınında yayınlandı. Şili’de de aşı yapılmasına çok geç başlandı ve ölümler yüksekti. Bir de aşı konusunda skandallar yaşandı. Şili ve Peru’da rüşvet ile aşı yapılabildiği ortaya çıktı. Tüm bu olaylar halkları sokaklara döktü.

Bu dönemde emperyalizmin kendisi zaten bildik doğal krizlerinden birine giriyordu. Küreselleşme ve merkezler arası sürtüşme sonucunda çeşitli sorunlar baş göstermiş ve derinleşiyordu. Pandemi önlemleri de ekonomik krizi derinleştirdi. Kapanmalar, tüketim azalması, belirsizlik vs. ile ekonomilerde genel bir durgunluk başladı. Bu emperyalizmin genel krizi ile de birleşti.

İlerici iktidarlar halklarını krizin yakıcılığından kurtarma mücadelesi verirken gericiler de krizin bedelini halka yüklemeye çalıştılar. Pandemi korkusu ile halkın bunları üstleneceği düşüncesinde de olmuş olabilirler. Aynı bizim ülkemizdeki gibi işsizlik, yoksullaşma arttı. İnsanlar karınlarını doyuramaz, faturalarını ödeyemez duruma geldiler. Yoksullaşanlar dünyada 2019-20 arası 185.5 milyondan 209 milyona çıkmış. Bölge halklarında yoksulluk %30.5 den %33.7’ye yükselmiş. Aşırı yoksulluk ise 70 milyondan 78 milyona çıkmış yani %11.3’den %12.5’e yükselmiş. Böylece düşük gelir grubuna 31 milyon kişi eklenerek orta sınıf sayısı azalmış. (3)

Halklar açlıktan öleceklerini iktidarlara duyurmak için sokaklara döküldüler. Kolombiya, Peru, Brezilya, Şili ve Ekvador’da hemen hemen her gün sokaklar doldu taştı. Şimdi pandemi sırasında, önünde seçimler de olan bölgenin öne çıkan ülkelerine tek tek göz atalım.

Ekvador

Yukarıdaki bölümde “kuzu postuna bürünmüş kurt” Lenin’in iktidar olduğunu anlatmıştık. Correa dönemindeki halkların kazanımlarını geri almaya başladı. Bölgenin tüm ilerici ittifaklarından ülkesini çıkardı. 2019’daki seçimlerde Correa tekrar başkanlığa aday olabilirdi. Ama Lenin Correa’nın kendisine ve başbakanına sahte yolsuzluk davaları açtı. Correa kaçmak zorunda kaldı ama yardımcısı tutuklandı.

Correa bu kez yerine eski bakanı Andreas Arauz’u aday olarak gösterdi. 3 Aday çekişmeli bir seçim oldu. Sonuçta Arauz %32.72 ile en çok oyu aldı, arkasından neoliberal sağ ve banker Guillermo Lasso %19.74 aldı. Başta ikinci tura kalacağı düşünülen yerli halkların Conaie konfederasyonu lideri Yaku Perez üçüncü kalıp elendi. Beklenen Yaku Perez oylarının Arauz’a verileceği idi. Ama Perez büyük olasılıkla, bir takım ABD kanallarından gelen baskılar ile seçmenlerini boş oy kullanmaya çağırdı. Yine bir hile yapılmıştı ve sonuçta ilk turda büyük oy farkı olan Arauz son turda çok az farkla başkanlık seçimini Guillermo Lasso’ya kaptırdı. Lasso %52.48, Arauz %47.60 idi ve bu 435,366 oy demekti.

Başkan olan Lasso Lenin’in politikalarına devam etti. Sosyal harcamalar azaldı, çalışma koşullarını kötüleştirdi, gerici finansal reformlar yapıldı, bazı özelleştirmelere karar verildi. Dış politikada da ülkeyi tekrar ABD çıkarlarına uygun hale getirmeye başladı. Yoksullaşma %25’lere çıktı. İstihdam azaldı işsizlik arttı. IMF ile bağlar geliştirilmeye devam ediyor.

Lasso iktidarının hemen başında ilk halk protestoları kırdan pirinç üreticileri ile başladı. Temmuz ve Ağustos aylarında 89 öğretmenler derneği eğitim sistemindeki değişikliğe karşı açlık grevine başladılar. Eğitim harcamalarının kısılması ve özelleştirilmesi protesto edildi. Yakıt fiyatlarının arttırılmasına karşı da halklar sokaktaydılar.

Sonuçta Lasso ülkeyi Lenin’den aldığından daha neoliberal bir çizgiye oturtmayı sürdürürken halkların hoşnutsuzluğu da artmaktadır. Yerli halk örgütlenmeleri de Haziran ayında yaptıkları seçimlerle sol bir lider seçmişlerdir. Ülke zaten çok kutuplaşmış bir halde idi önümüzdeki dönemde neoliberal reformların derinleşmesi ile daha fazla kutuplaşmış bir ülke olması beklenebilir.

Ekvador komşuları Peru ve Şili arasında Kolombiya’dan yana evrilmiş duruyor.

Kolombiya

Kolombiya’da iktidar pandemi koşullarında halkın yoksullaşmasına rağmen yeni bir vergi ve sağlık reformunu parlamentodan geçirdi. Bu durum halkları sokaklara döktü. Kolombiya 40 gün süren tarihinin en uzun ve geniş katılımlı genel grevini yaşadı. Sonunda iktidar reformları geri almak zorunda kaldı. Hatta reformun baş savunucusu olan iki bakan istifa etti. Olaylar durulmadı. Gençler, kadınlar, çeşitli yerli halklar ve sol örgütlenmeler günlerce sokaktaydılar. Olaylar 2020’ye sarktı sonra durgunlaştı ama 2021 yılında aralıklarla devam ediyor. Yerli halkların kalesi olan Cali kentinin girişini kapattılar. Tüm kent işgal alanı oldu. Başkan Ivan Duque protestoları çok acımasız bir şiddetle bastırmaya çalıştı. 2016 yılında gerilla örgütü FARC ile yapılan barış anlaşmasına da uymadı, anlaşmadan beri öldürülen FARC üyesi sayısı ise 283 tür. Sadece 2021 yılında toplam 108 sosyal aktivist ve insan hakları savunucusu öldürüldü. Protestolarda kaybolan ya da öldürülen sayısını da Indepaz ( Barış ve Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü) 34 olarak açıkladı. (4) İnsanlar, özellikle küçük çiftçiler, Afrika kökenli ve yerli halklar paramiliter güçler tarafından topraklarını terk etmeye zorlanıyor. Başta devlet ve sosyal gruplarla masaya oturup talepler üzerinde görüşmelere başladılar ama sonra iktidarın zor kullanması, şiddet, ölümler, işkenceler, kaybolmalar sonunda sosyal diyalog ortamı koptu. Temmuz ayında halk komitesi kongreye eşitsizlikle mücadele için 10 talep sundu ve bunların kabulü için bir süre verdi. Ama şimdiye kadar kongre bunları ele almadı. Halklar o nedenle 26 ağustosta yine sokaklardaydı. Hala protestolar sürüyor.

Halkın iktidara hiçbir inancı kalmadı. Önümüzdeki yıl seçimler var ve Duque’nin seçilme şansı yok. Kamuoyu yoklamalarında desteği %16’ya düşmüş durumda. Ekonomi çökmüş, dolar almış başını gidiyor, durdurulamıyor. İşsizlik ve açlık had safhada. ABD’nin kalesi, NATO üyesi, kıtanın bir numaralı askeri gücü, Venezuela ve birçok ilerici rejimi devirmek için topraklarında her türden silahlı gücü barındıran ülkede gerici iktidarların önümüzdeki seçimlerde iktidarda nasıl kalacağı merak konusudur. 2022’deki başkanlık seçimlerinde, başkent Bogata valilik seçimlerini kazanan ilerici bir aday önde duruyor ama hem seçtirilmesi hem de iktidarda kalabilmesi için vermesi gerekecek yığınla mücadele olsa gerektir. Tabii eğer diğer ilerici kişiler gibi öldürülmez ise. Sağ basın sol lideri sürekli karalama kampanyaları yürütüyor. Onları uyuşturucu, alkol bağımlısı, yolsuz, hırsız, güvenilmez, kriminal, kötü insanlar olarak işliyor. Sosyal medyadan taraftarlarına bu doğrultuda “fake” mesajlar yolluyorlar.

Kolombiya 2022 seçimlerine hazırlanırken halkta sağ güçlere karşı müthiş bir öfke var ama bu gericiliğin kalesinin ilerici halk güçlerine kolay pes etmeyeceği ve elinden gelen hileleri yapacakları tartışılmaz. ABD Kolombiya’yı kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır ama halklar ve özellikle gençler ve yerli halklar bir dönem daha bu gerici iktidarın kazanmasını engellemek için büyük bir direniş vereceğe benziyorlar. Sonucu şimdiden kestirmek zor ama Kolombiya çok olaylı, kanlı, karışık bir süreç içinde. Açığa çıkacak sonuç kıtanın hem sağ hem de sol güçleri açısından çok önemlidir.

Şili

Neoliberalizmin ana vatanı Şili’de ise tüm kıta halklarına güzel örnek olabilecek bir durum var. Burada da iktidarın ekonomik krizi halkların sırtına yıkma girişimi ile olaylar başladı. 2019 Ekim ayında iktidar ulaşım ücretlerine zam yaptı. Üniversite öğrencilerinin başını çektiği protestolar yalnız gecekondu bölgelerine değil orta sınıf merkezlerine de yayıldı. Halklar her gün sokaklara döküldü. Genel grevler yapıldı. Aylar süren protestolarda milyonlarca kişi sokaklardaydı. Neoliberal politikaların ilk uygulandığı ülke olarak sağlık, eğitim, konutlar, emeklilik vs. her şey özelleştirilmişti. Bu model ülkeyi Latin Amerika’da gelir dağılımının en kötü ülkesi yaptı. Yaklaşan ekonomik kriz ve pandemi de üstüne tuz biber ekti. Protestolar iktidarı salladı ve başkan değişimleri oldu ama yeni gelen eskiyi artmayınca sonunda halklar bu işi kökünden düzeltmenin yolunun Pinochet döneminde yazılan neoliberal anayasayı değiştirmek olduğu kararına vardılar. Halklar bu taleple sokaklara dökülünce devlet şiddeti daha da arttı. 20 kişi öldü ve kıtada sık sık rastlandığı şekliyle 400’ün üzerinde kişi gözünü kaybetti. Halen ülkede 5000’in üzerinde siyasi tutuklu bulunuyor ve bunların serbest bırakılması için halklar bastırıyorlar. Sonunda başkan Pinera değişiklik önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Hemen referandum yapılacak ve halka sorulacaktı. Ama pandemi nedeniyle referandum Nisan ayından Ekim 2020’ye ertelendi. Halka hem anayasa değişikliğine evet mi hayır mı dedikleri, hem de yeni anayasanın kimin tarafından( Kongreden bilirkişilerin mi yoksa halk içinden seçilecek adaylarla mı) yazılmasını istedikleri soruldu. Aynı anda da ertelenmiş yerel seçimler yapıldı.

Yeni anayasa yazımına halkın %78’i evet dedi. Anayasanın %100’ünün halk temsilcileri tarafından yazılması %79 tarafından desteklendi. Kadınların %45 kotası olması kabul edildi. Yerli halklara 17 sandalye ayrıldı. Mayıs ayında da anayasayı yazacak adayların seçimleri çok heyecanlı geçti. 155 sandalye dağılımı şöyle oldu: Sol ve ortanın solu %33, bağımsızlar %45 ve sağ Pinera güçleri %21 aday sandalye kazandılar. 79 kadın, 76 aday erkek ve yaş ortalaması 45’dir. Birçok ekofeminist, kadın hareketinde çalışmış kadın adaylar seçildi. Yeni anayasa 2022 yılında referanduma sunulacak.

Yerel seçimler de çok çekişmeli geçti ve seçimden sonraki gün borsanın %9,2 düşmesinin sol adayların yer yer büyük kazançlar elde etmesi ile açıklanabileceğini yazmak gerekli mi acaba? Yıllardır sağın kalesi başkent Santiago belediye başkanlığını komünist aday kazandı. 16 valilik koltuğu çok çekişmeliydi ve her birinde sağın ünlü isimleri ile sol adaylar vardı. 2 valilik dışındakileri sol ve KP üyeleri aldılar.

21 Kasımda başkanlık seçimleri yapılacak ve 9 aday belirlendi. En favori aday soldan geliyor ve şimdiki iktidarın adayı ile yarışacak, çekişmeli bir seçim olacak. Hiçbir aday %40’ı aşmaz ise 19 Aralıkta ikinci tur yapılacak.

Şili’de yaşananlar kıta açısından çok önemlidir. Yıllardır neolibaralizmin bayrağı olmuştur. Bölge gerici iktidarları, anayasalarını neoliberalleştirmek için onu örnek gösterirlerdi ve ekonomik gelişimi her gün izlenirdi. Şimdi Şili halkları yeni anayasa yazmada da kıta halklarına örnek olabilir. Şili halkları gösterilerde “Neoliberalizm burada doğdu ve burada ölecek!” diye bağırıyorlar. Bu nedenle kıta gericiliğinin kalesi olarak Kolombiya’daki gelişmeler ne kadar önemli ise Şili’deki gelişmeler de bir o kadar kıta siyasi ve politik geleceği açısından büyük önem taşır.

Brezilya

Brezilyadenince akla faşist, partisiz devlet başkanı Bolsonara gelir. Aylardır ülkede halklar “defol Bolsonaro” diye sokaktalar. Bolsonaro günümüz neoliberal politikacıların kendini tüketmesine tipik bir örnektir. Trump’ın örnek olduğu tipik, sistemin yaratmak zorunda kaldığı lider özelliklerini taşır. Ömrünü doldurmuş neoliberal düzen artık böyle tipler yaratmak zorunda kalıyor.

Artık ne yasalar yasadır, ne yargılamalar demokratik, ne gerçek denilenler gerçektir. Bolsonaro’nun kendisi “fake” haber vermekten, yalanlar söylemekten mecliste kaç kez görevden alınma oylaması verilen bir başkandır. Lula’yı ve Dilma’yı sahte belgeler ile tutuklatıp başkan oldu. Onların kabul ettiği tüm halktan yana yasaları değiştirdi. Çoğu şeyi özelleştirdi. Amazon ormanlarını büyük tarım tekellerine açma vaadi ile onların oylarını alıp iktidar olmuştu. İktidarda da Amazonların %30 ‘unun yanmasına göz yumarak çevre katliamları yapmakla suçlanıyor. Ordu’dan geldiği için de ordu desteğini sürekli yanında tutmaya çalıştı. Yukarıda yazdığımız gibi pandemi sürecini de çok kötü yönetti ve hatta iki sağlık bakanı bu yüzden istifa etti. Yerli halkların topraklarına göz dikti. Onlara karşı şiddet kullandı. Yerli halklar Den Haag İnsan Hakları mahkemesinde Bolsonaro’nun jenosit suçlaması ile yargılanması için bir öneri verdiler.

Yaz başında tutuklattığı Lula ve Dilma’nın suçsuzluğu mahkemece kanıtlandı ve önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde Lula’nın seçilmesine hatta ikinci tura kalmadan kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor. O nedenle Bolsonara tipik ölmekte olan neoliberal politika lideri özelliğine uygun olarak iktidarda kalmak için çıkış yolları arıyor. Yıllardır uygulanan elektronik seçim sistemine hileler karıştığını iddia ederek seçimlerin basılı yani eski usulde yapılmasını aksi takdirde seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğini açıkladı. Bunun üzerine seçim kurulu başkanı bunun doğru olmadığını savunarak Bolsonaro’yu fake haber yapmakla suçladı. Bolsonaro bu kez Yüce Mahkeme başkanını hedef almaya başladı, istifasını talep etti. Mahkeme başkanı onun görevden alınmasını istedi. Savaş kızıştı. Bu tartışmaların yapıldığı bir meclis toplantısında meclis önünde askeri tanklarla bir şov yaptı. Daha doğrusu eğer kendisini görevden alırlarsa askeri bir darbe yapacağı terörünü estirdi. Ülkede büyük bir tartışma ve öfke yarattı. Halkların protestoları giderek arttı.

Bolsonaro kaderi gibi görünen, seçimleri kaybetme durumunu engellemek için büyük bir çırpınış içinde. Son olarak taraftarlarını ülkenin bağımsızlık günü olan 7 Eylül’de sokaklara çağırdı. O gün için orduyu büyük bir gösteriye davet etti. Bu son çağrısı da bir darbe planı, bir diktatörlük kurma girişimi olarak değerlendirildi ve büyük tartışmalara yol açtı. Arkasından ordu bunu yapmayacağını açıkladı. Taraftarlarını 7 Eylül ‘e gösterilerine çağırırken “silahlarınızı alın gelin”, “silahlanmak gereklidir, herkes fasulye (halkın en çok yediği besin) yerine bir silah edinsin”, “silahı olmayan köle kalmaya mahkumdur” dedi. Zaten daha önce çıkarılan yasalarla ülkede silah edinmek serbesttir. Hatta avcıların 60, atış sporu yapanların 30 silah alma hakkı vardır. Bolsonaro’nun son zamanlarda bu türden şiddet içeren sözleri eksik olmuyor. “Ancak savaş ile barış kazanılır” diyerek açık açık taraftarlarını savaşa hazırlıyor izlenimini vermektedir. Ve geleceği konusunda da açık konuşuyor; “ya öleceğim ya tutuklanacağım ya da seçileceğim” İşte bütün bu gelişmeler Bolsonaro’nun 7 Eylül günü bir darbe yapma niyetini taşıdığına işaret olarak yorumlandı. Katolik kilisesi Bolsonaro’ya karşıdır ama Evangelist kilisesi değildir. Bolsonaro onlara da seslendi ve aynı gün gösteriye çağırdı. Öte yandan da sol örgütlenmeler ne yapacaklarını tartıştılar. Çatışmalı, silahlı geçeceği tahmin edilen bu olaylarda sokaklarda olsunlar mıydı?

Ancak 7 Eylül günü beklendiği gibi çatışmalı geçmedi. Bolsonaro 3 milyon taraftarının sokaklarda olacağını savunmuştu ama ancak 150 bin civarında faşist gücün katıldığı görüldü. Bolsonaro yaptığı konuşmada onları Yüce Mahkemeyi ve hatta Meclisi işgale davet etti. Aynı Trump’un Meclisi işgal ettirdiği gibi. Ama onlar yerlerinden oynamadılar. Başka bir alanda da sol güçler toplandılar ve her hangi bir çatışma olmadı. Bolsonaro yaptığı konuşmalarla ülke demokrasisini hedef aldığı gerekçesi ile ertesi gün görevden alınma oylaması ile karşı karşıya kaldı. Başkan yardımcısının da kendisine karşı olmaya başladığı, ordu desteğinde çatlamalar olduğu söyleniyor.

7 Eylül’de sendikalar, tabaklarına aş kendilerine iş isteyenler, sosyal gruplar, sol güçler de ülkenin 200 yerleşim yerinde sokaklardaydılar. Bolsonaro’nun çarmıhının dikildiği yorumları yapılıyor. Bolsonaro seçimlerde Lula’ya karşı yenileceğini biliyor ve yönetimi sırasında yaptığı şeylerden dolayı cezalandırılmamak için kelleyi koltuğuna almış görünüyor.

Kıta güneyinde Brezilya, ABD açısından yeri doldurulamayacak bir kayıp olacağından iktidarda kalması için çalışılıyor. Geçtiğimiz hafta içinde CIA başkanı ve güvenlik danışmanı ülkeyi ziyarete geldiler ve yapılan yorumlarda seçimleri kaybetmemesi için yapılabilecek şeyleri konuştular. Darbe de konuşulanlar arasında olabilir.

Brezilya bölgenin en büyük ekonomisi olarak kıtanın ”pembe dalga”ya girip girememesi konusunda önemli bir etkendir. Birinci dalgada Lula’nın olması çok şey katmıştı. Olası yeni dalga için de çok önemli bir ülkedir. Bolsonaro da bunun bilincinde sanki kıta gericiliğinin liderlerine örnek olma çabasındadır.

Peru

Peru Haziran başında yapılan seçimler ile tüm kıta ve dünya devrimcilerinin dikkatini ve merakını üstüne çekti. Seçim yapıldıktan bir ay sonra bile, seçim kurulu seçilen başkan adayını açıklamamıştı. Daha doğrusu açıklayamamıştı. Bunun temel nedeni ülkenin 40 yıldır yaşamadığı bir şeyle karşı karşıya olmasıdır. Peru’da bütün bu yıllar içinde ülkenin pasifik kıyısına yerleşmiş sömürge döneminden gelen halklar sürekli iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Ve şimdi ilk kez karşılarında adı sanı duyulmamış, bir ilkokul öğretmeni ve sendikacı olarak militanlaşmış bir aday çıkmış, oyların çoğunu almıştır. İnanılası gibi gözükmemektedir ama ülkenin iç, dağlık kesiminde yaşayan yoksul, unutulmuş ve sömürülmüş halklar iktidara kendi haklarını savunacak bir adayı seçmişlerdir.

İkinci olarak iki aday arasındaki oy farkı çok azdır. Karşı aday Fujimara da yılların kokuşmuş iktidar sınıfından gelen, neoliberal devlet işleyişi içinde pişmiş bir adaydır. Onun bütün hileleri içinde büyümüş sonrasında yolsuzluk gerekçesi ile tutuklanmış ve seçim için de serbest bırakılmıştır. Şimdi az farkla seçimleri kaybetmiş olmaya dayanamayıp itirazla sonucu lehine çevirmek ya da yeni seçimlere gitmek için elinden geleni arkasına koymamaktadır.

Peru işte kıtada bu anlamda önemlidir. Ülke yönetimine yıllardır çöreklenmiş ve halkları sömürmüş finans kapital güçleri seçimi kaybedince onu telafi etmek için ne tür hileler, yolsuzluklar yapacaklarına ya da ne tür mücadele biçimleri sürdürebileceklerine tipik bir örnektir.

Oy farkının azlığını gerekçe göstererek bir ayı aşkın süre çeşitli bölgelerde, çeşitli biçimlerde araştırma önerileri verdiler. Hatta seçimlerin yenilenmesini bile istediler. Castillo’yu karalama kampanyaları düzenlediler. Ülkenin geçmişinde bir yeri olan Maoist Işıldayan Yol (Shining Path) hareketinin militanı olduğu suçlamasını yaptılar. Taraftarlarını gösterilere çağırdılar. Protestolar yaptırttılar. Böylece bir iç savaş çıkartmak istediler. P. Castillo’nun sükûnet çağrısı ile bu engellendi.

Seçim kurulu ancak Temmuz sonunda Petro Castillo’yu başkan ilan edebildi. Ama muhalefet onu iktidardan almaya sanki yemin etmişti. Başkanın bakanlar kurulunu açıklaması sırasında ortalığı karıştırdılar. Kimin bakan olduğu konusunda sorun yaşandı. İkinci olay Dışişleri Bakanının bir açıklaması ile yaşandı. Bir TV konuşmasında Bakan, Işıldayan Yol olayında ülkedeki isyanın ilk Deniz Kuvvetlerinin bir gemisinden açılan ateş ile başladığı tarihi gerçeğini açıkladı. Ordu ve muhalefet bunu yalanlamasını ve orduyu karaladığı için görevden alınmasını istedi. Ayrıca kendisi Che ile tanışmış, 85 yaşlarında, bir militan geçmişli olan, muhalefetin hiç istemediği bir kişilikti. İlk haftasında kabineden bir kişi istifa etmiş oldu. Başkan P. Castillo partisinin Mecliste çoğunluğu olmadığından Bakanlar Kurulunun Meclisten güvenoyu alıp almaması sorundu. İlk oylamada alamadı. İkincide ise muhalefetin önünde şu seçenek vardı. Ya bakanlar kuruluna güvenoyu verecekti ya da Castillo’nun anayasadan gelen Meclisi feshedip genel seçimlere gitme kararı vermesini göze alacaktı. Muhalefet ikinci tercihi yapıp güvenoyu verdi. Aynı anda da mecliste “bu iktidarı görevden alacağız” diye bağırdılar.

Muhalefet Castillo’nun ülkeyi yönetmesinde rahat bırakmayacak, hep bir sorun çıkaracaklardır. Son olarak Çalışma Bakanının istifasını istediler ama bakan istifa etmedi, direniyor. Bu arada Castillo’nun parti binasını polis bastı. Binada yolsuzluk belgeleri olduğu iddia ediliyor. Parti başkanı tutuklandı. Yani mecliste azınlık olan başkan Castillo’nun iktidarda ne kadar kalabileceği belli değildir.

Peru da kıta güçler dengesi açısından çok kritik bir çizgiye oturmuş gözüküyor. Castillo bize Bolivya lideri Evo Morales’i hatırlatıyor. O da yerli bir lider. O da ülkesini çok uluslu bir ülke yapma sözü verdi. O da ülkesinde eşitlik sağlayacak, gelir dağılımını düzeltecek, eğitim, sağlık harcamalarını arttıracak, yeni iş yerleri açacak. Yoksul yerli halkların 40 yıldır verilmeyen haklarını almaya çalışacaktır. Devlet yapısının nasıl işlediği konusunda hiç deneyi olmayan birini gerici iktidar kurtları karşısında nelerin beklediğini yaşayarak göreceğiz. Seçim sürecinde olan Arjantin ve Brezilya komşuları Peru’da yaşananlardan etkilenecektir.

Sol İktidar ülkeleri: Arjantin ve Meksika

Yeni bir pembe dalga gelme sorusunu sorduran, başta da değindiğimiz gibi Arjantin ve Meksika seçimlerini sol eğilimli başkanların kazanması olmuştu. Onlar bu 2 yıllık dönemde ne yaptılar?

Arjantin bir önceki Macri döneminden IMF borçları olan ekonomisi çok kötü bir ülke devralmıştı. İktidar olur olmaz da pandemi sürecine girildi. A.Fernandez kıtadaki pandemiyi umursamama eğilimine tamamen zıt bir şekilde, Dünya Sağlık Örgütünün önerilerine uygun önlemler aldı. Çin ve Rusya ile aşı anlaşmaları yapıldı. Kötü ekonomik duruma rağmen ülkeyi kapattı. Uluslararası liderlerin pandemi karşısında ne yapacakları konusunda gerçekleştirdikleri bir tele konferansta “ekonomi değil, bizim için insan canı önemlidir” diyerek belki de tarih yazdı. Tam kapanmaya gidildi ve şirketleri ve çalışanları desteklemek için 15 ekonomik yasa geçirildi. Dış borçlar yeniden yapılandırıldı. Çok ihtiyacı olanlara geniş bir sosyo ekonomik acil paketler çıkarıldı. Vergiler, kamu borçları yeniden düzenlendi.

Arjantin ekonomisi pandemi sürecinde elbette bir yara aldı ama şimdilerde ekonomik verilerin iyi olduğu görülüyor. Endüstriyel üretim artmış, tarımsal ihracat nedeniyle dış rezervler rekor kırmış. “Geçen ay bu yüzyılın en iyi Ağustos ayı olarak 3 milyar dolarlık ihracat yapıldı ve merkez bankası rezervleri 23 milyar dolara yükseldi.” (5) Ancak enflasyon, işsizlik ve yoksulluk yine ülke halkının önünde bir sorun olarak duruyor. Eski Macri döneminin ekonomik felaketi ve pandemi sonrası ancak bu kadar bir iyileşme olabildiği söylenebilir.

Arjantin’de 12 Eylülde ön parlamento adayları seçimi arkasından 14 Kasımda da genel seçimler yapılacak. O nedenle yazıyı kaleme aldığımız günlerde gerilimli bir süreç yaşanıyor. Fernandez ittifakı kamuoyu yoklamalarında önde gidiyor. Hepimizin Cephesi koalisyonu mecliste çoğunluğu alacağını gösteriyor ama sağ ve aşırı sağ güçler de büyük bir baskı yapıyorlar. Bolsonaro ve Trumpvari politik oyunlara hazırlanıyorlar. Örneğin Buenos Aires’den aday olacak Bolsonaro benzeri Javier Milei bir TV programında, “Herşeyi kıran bir Merkez bankasını ben dinamitlerim ve bir yıkıntı halinde kalır.” (6) diyebiliyor. Kendisi vergi ödemediği için üzerinde epey dava olan eski başkan Macri, birkaç gün önce işverenlere “para kazanmak istiyorsanız vergi ödemeyin” açıklaması yapabiliyor. Arjantin sağı ne olursa olsun seçimleri kazanmak için her tür hile ve demokrasi dışı işler yapabilirler.

Meksika da Manuel Lopez Obrador (AMLO) sol iktidar olarak halk desteğini almayı sürdürüyor. Haziran başında yapılan milletvekili seçimlerinde 500 sandalyeli mecliste 253 sandalye alarak çoğunluğu kazandı. İşçi partisi ve yeşiller de kendisini destekliyorlar. Böylece 280 sandalye ile çoğunlukta. AMLO adayları 15 eyalette yapılan vali seçimlerinin 11’inde sağ adayları indirdiler.

1 Eylül günü başkan Obrador üçüncü 100 günlük raporunu kabinesinde okudu. Buna göre pandemiye rağmen başkanlık seçimlerinde verdiği vaatlerin çoğunu yerine getirdiğini açıkladı.

“Bu vesile ile açıklamak isterim: Dışarıda yaşayan vatandaşlarımızın ailelerine yolladığı paralarda rekor, yabancı yatırımda tarihi rekor, asgari ücretin yükselmesinde tarihi rekor, pesonun bu süreçte hiç değer kaybetmemesinde tarihi rekor, borçların hiç artmamasında tarihi rekor, borsa endeks değerlerinin artmasında tarihi rekor ve Meksika Merkez Bankası rezervlerinde tarihi rekor kırılmasını anlatmak için çatılardan haykırmak istiyorum.” (7)

Son 30 yılda görülmemiş şeyler yapılmış. Hiç yeni bir kamu borcu yapılmadan, para değeri düşürülmeden asgari ücretler gerçek olarak %44 artmıştır ki, bu gerçekten tarih yazmaktır. Bunlar kuzeyindeki ABD baskısı ve ülkedeki çetelerin yaptıklarına karşın gerçekleştirilmiştir.

Sonuçta bugün Meksika da bir seçim daha olsa AMLO iktidarı yine kazanacaktır. Son kamuoyu araştırmalarına göre halkın desteği %66 oranında. Meksika halkları daha az çete katliamlarının olduğu, daha demokratik ve daha halktan yana bir dönem yaşamaktadır. Yılların ABD destekli iktidarları gitmiş ve ülke petrol vs. kaynaklarından gelirleri halka dağıtılabilmiştir.

Baskı Altında Sol Cephe

Kıta da ilk “pembe dalga”nın açılışını Chaves ile yapan Venezuela, yılların sosyalizm kurma uğraşındaki Küba, devrimini iktidarda tutmaya çalışan Nikaragua için de genel bir durum değerlendirmesi yapalım.

Bu ülkeler ABD’in bizzat çeşitli saldırıları ve içte destekledikleri muhalefetin çok çeşitli devirme girişimlerine rağmen iktidarlarında duruyorlar. Yazmaya gerek yok hepsi siyasi, ekonomik ambargo altındalar. Küba, Barak Obama döneminde biraz rahatlama yaşadı, sanki artık Castro iktidarını yıkamayacaklarını kabul etmişler gibi oldular ama sonrası Trump ile saldırılar katlandı ve Biden hiçbir değişiklik getirmedi. Hatta geçtiğimiz yaz aylarında Küba’da bir ayaklanma yaratmaya çalıştılar. Sonuçta bastırıldı. Ülke tüm saldırılara karşı ve üstüne de pandemi koşulları ve kapanmalar ile boğuşuyor. Zaten turizmden başka bir yeraltı zenginliği olmayan ülke gerçekten zor günler yaşıyor. Kendi kaynakları ile başarılı Covid aşısı geliştirdi hem de iki tane ve Dünya Sağlık Örgütüne geçtiğimiz günlerde tanınması için başvurdu. Ama aşıları yapacak şırınga bulamadı ve dış destekçileri aşı kampanyaları başlattılar. Dişlerini tırnaklarına takmışlar, adalarını savunuyorlar her şeye rağmen.

Venezuela halkları da dünyanın en zengin petrol yatakları ve son bulunan altın madeni zenginliğinin üstünde ama ambargo nedeniyle karnı aç olmasına rağmen Chaves kazanımlarını savunmada inat ediyor. Kaçıncı darbe yaşadılar. Maduro’ya dron saldırısı ile suikast yapıldı. Dış gericilik seçimleri kaç defa tanımadı. Maduro karşısına Juan Guaido adında bir muhalif buldular. Onunla kaç kez ülke içinde karışıklıklar çıkardılar. Dışarıda el koydukları milyarlarca doları muhalefetin eline verdiler. Komşu Kolombiya’dan saldırılar, ABD uçakları ile korkutmalar yapıldı. Ama Venezuela halkı hepsine dayandı. Kendi halk savunma örgütlerini kurdu ve ayakta duruyor. Aç duruyor, belki ilaçları tam yok, yığınla tüketim maddesi yok ama eşitlik, sağlık, eğitim, barınma vs. konusundaki kazanımları ile halk kendi iktidarını koruyor. Kolektifleri ile öz yönetim konusunda deneyler kazanıyor. Üretmeyi öğreniyor. ABD’ye meydan okuyor ve delirtiyor. Yakında yeni seçimler var. Muhalefet ile Meksika ve Norveç aracılığı ile barış masasına bir kez daha oturuldu. Görüşmeler sürüyor. Etaplar halinde yapılıyor. İkincisi yapıldı ve bazı konularda anlaştıkları haberleri geliyor. Birincisi muhalefet seçimlere katılma kararı aldı, adaylarını belirliyorlar. İkinci olarak yeni petrol alanı bulunan yerde komşusunun bu alanı kendisinin ilan etmesine karşı olacaklar. Bir de dış ülkelerin kendilerinden çaldıkları maddi varlıklarını geri alarak halkların sosyal güvenliği ve ülke ekonomisinin gelişmesine yardımcı olacaklar. Böyle bir karar alabilmeleri gerçekten sevindirici ve muhalefetin artık daha barışçıl bir arayış içine girdiği şeklinde yorumlanabilir. Maduro son yaptığı konuşmada da Kolombiya ve ABD’nin muhalefeti anlaşma sürecini boykot etmeye zorladıklarını açıklayarak bunu eleştirdi.

Nikaragua ve El Salvador’u ise burada ele almayacağız çünkü onlar pembe dalga ülke grubuna girmiyorlar. Ama onlar da ABD saldırıları altındalar ve iktidarda durma mücadelesini şimdiye kadar başarı ile verdiler. İ

Fakat bir şeye dikkat çekmek gerekir. ABD gericiliğinin baskısı, yaptırımları, saldırıları sadece bu ülke halklarını etkilemekle kalmaz, kıtadaki diğer halklara bir örnek oluştururlar. Şöyle anlatmaya çalışalım: Diyelim ki bu ülkelere saldırı ve yaptırımlar uygulanmasa ne olurdu? Bu ülke halkları eşitlik, refah içinde kendi kaynaklarını değerlendirerek, kendi üretimlerinden elde ettikleri gelirlerle yaşıyor olurlardı. Yoksul, aç, evsiz insanın olmadığı, sağlık, eğitim, yaşlılıkta bakım garantisi olan, gelecekleri güvende olarak yaşıyor olurlardı. O zaman tüm kıtada parmakla gösterilirlerdi.

İşte ABD ve bölgedeki tüm gerici iktidarların, finans kapital güçlerinin derdi budur. Bu durumda kendi ölümlerini görüyorlar. Onların örnek alınma olasılıklarının önünü kapatıyorlar. Ancak bu ülke halklarının çektiği acılar sayesinde onlar iktidarda kalma umudu taşıyorlar. Bu anlamda da tüm bölge halklarının Küba ve Venezuela halklarına borcu birikiyor. Bunu asla unutmamak gerekir.

Latin Amerika kıtasındaki seçimler dönemini değerlendirmeye ve bölgede ikinci bir “pembe dalga” görünüyor mu sorusuna yanıt aramaya çalıştığımız kıta güçler dengesi tablosunu toparlayalım.

Sol ülkeler, Venezuela ve Küba tüm baskılar ve pandemiye rağmen rejimlerini korumayı sürdürüyorlar. Aynı ülkelerden sayılabilecek Bolivya halkları ikinci defa yapılan seçimde gerici darbeyi başarı ile yıktı ve Evo Morales’in adayları ve partisi MAS tekrar iktidar oldu. Meksika ve Arjantin’de ilerici iktidarlar pandemiye rağmen başarı ile ayakta duruyorlar. Arjantin ise yeni parlamento seçimlerine hazırlanıyor ve gerici çevre ülkelerindeki karışıklıklardan payını alma olasılığı var. Bir belirsizlik içinde gibi gözüküyor. Öte yandan Şili ışıl ışıl ve neoliberalizmi doğduğu yere gömecekleri coşkusu içindeler. Çoğunluğu ilerici sol halk örgütlenmelerinden seçilmiş bir kurul tarafından halkçı, demokratik bir anayasa yazma çabası içindeler. Peru’da da halklar 40 yıllık gericiliği yıktılar ve başlarına adı duyulmadık bir sol aday olan Petro Castillo’yu seçtiler. Ama ya Brezilya ve Kolombiya, iki ABD müttefiki gerici iktidarlar? Kolombiya ülkedeki tüm çalkantıya ve iktidarın %16 civarındaki desteğine ve sol adayların yeni seçimlerde fark atacağı görüntüsüne rağmen elindeki paramiliter güçlere güvenerek sanki bildiğini okumaya devam ediyor. Brezilya’da da Bolsonaro halkın “defol” çığlıkları karşısında rakibi Lula’ya koltuğu vermemek için Trumpvari oyunlar oynuyor. Sanki ya ölüm ya zafer der gibi bir darbeye hazırlanıyor ya da böyle bir korku yaratıyor çevresinde.

Ne diyelim? Ne tam sağ ne tam sol ortada, durum belli değil. Halk cephesi artık eskisini istemiyoruz, sosyal adalet, gelir dağılımındaki bozukluğa, sömürüye son derken sağ güçler de son nefeslerine kadar savaşma kararında gibiler. Çok kutuplu ve gerilmiş bir toplum var. Bu durumu biraz daha açmaya çalışalım.

“Eşikteki Zaman”

Neoliberal ekonomilerin umut olmadığı yavaş yavaş anlaşılıp kıtanın iki önemli ülkesinde seçimleri ilerici iktidarların almasının arkasından gelen pandemi koşulları nedeniyle birçok ülkede huzursuzluklar, patlamalar, çok sert devlet müdahaleleri yaşandı. Ama ne olacak? Eski başkan Evo Morales’in yardımcısı Garcia Linera verdiği konferansta şöyle diyor: “ Kısa ve orta vadede ne olacağını kimsenin bilemeyeceği gibi ne de yeni bir salgın olup olmayacağını, yeni bir virüsün ortaya çıkıp çıkmayacağını, ekonomik krizin derinleşip derinleşmeyeceğini, bundan çıkılıp çıkılamayacağını, ne iş ne tasarrufların garantisini kimse veremez.” Sonra devam ediyor: “Öngörü ufku kırıldı, çözüldü. Kimse ne olacağını bilmiyor”. Ve buna bir ad veriyor: ‘Eşikteki zaman’ (8)

Evet, ilginç bir benzetme. Eşikteyiz. Bir odadan diğerine geçer gibi bir durumdan diğer bir duruma geçeceğiz. Geri mi gideceğiz yoksa yeni zamana mı gireceğiz belli değil. Eşikteyiz işte. Kapı eşiği gibi. Ya ileri ya geri.

Çıkmak üzere olduğumuz duruma baktığımızda pandemiden ölümler dışında açlık, yoksulluk, işsizlik ve sosyal güvencesizliğin yaşandığı, protestosuz meydanların sokakların kalmadığı, iktidarların çözümler üretemediği, gelecekle ilgili belirsizliğin arttığı bir ortamdayız. Kimse hiçbir şekilde kendini güvende hissetmiyor.

İşte bu ortamı, yani eşikten geriye baktığımızdaki durumu başka bir gözle özetlemeye çalışalım. Şimdi yazacaklarımız Latin Amerika kadar bizim ülkemiz ve neoliberal sistem içindeki tüm dünya ülkeleri için geçerli gibi görünüyor.

Birincil olarak hemen hemen tüm seçimlerde hiçbir başkan adayı ikinci tura kalmadan %50 üstünde bir çoğunluk sağlayamıyor. Öte yandan ikinci tur seçimlerinde de seçilen ve kaybeden arasındaki fark çok az. %1-5 küsurlu farklar. Ekvador, Peru ve Uruguay seçimleri bunun en güzel örnekleridir. Ve ancak bir takım ittifaklar ile bu oy seviyesine ulaşılıyor. Ulusal meclisler, parlamentolar da aynı durumda. Param parça. Sağ, sol partiler, aşırı sağlar, aşırı sollar, yeşiller gibi çok küçük partiler oluyor. Eskiden burjuva demokrasilerinde görüldüğü gibi şöyle mecliste tek başına çoğunluk sağlayan bir parti genelde görülmüyor. Ekvador ve Peru’da da iktidar partileri %30 oylarla iktidardalar. İşler ittifaklar ile yürüyor. İttifakların karar alabilmesi için de bir takım tavizler veriliyor, uzlaşmalar yapılıyor. “İktidar partisi istediği kararı çıkarabilecek mi?”, “Ekonomik politik durumu ne tarafa evriltecek, evriltebilecek mi?” Hiç birine kesin, baştan yanıt verilemiyor. Hiçbir siyasi ekonomik görüş ve sistem, halkların çoğunluğunu kapsayacak bir inandırıcılık ve güven vermiyor. Kutuplaşmalar artmış. Nereye, nasıl, ne zamanda gidilecek belli değil. Hiçbir şeye güven yok, belirsizlik hâkim. Bu diyelim bir ülkede örneğin Meksika’da daha belirgin ama küreselleşmiş bir ortamda bu belirli olmanın bir anlamı, bir değeri olmuyor.

İkinci olarak bu belirsizlik bize bir şey söylüyor. Halklar bilinçli, ideolojik bir belirlenimle oy kullanmıyor. Günlük çıkarlarına bakıyor. Hangi parti ne savunuyor, onu yerine getirebilir mi, bu bana ne getirir diye bakıyor. Artık neoliberal politikaları biliyor. Onu istemiyor ama sol ya da sosyalist sistem olarak gördüklerinde de gelecek görmüyor. Kimseye sosyalist diye oy vermiyor. Savunduğu şeyleri tartıyor kendince ve kafasına yatarsa oy veriyor.

Bu durumda da çeşitli iktidarı alma, politik kampanya yapma biçimleri doğuyor. Trumpvari bir takım şov yapanlar diyelim. İsterseniz buna dikkat çekmek, isterseniz meydan okumak deyin ama geleneksel, aklı başında, ne dediğini bilen, tarafı belli bir politik tip yerine dikkat çekme oyunu oynanıyor sanki. Verilecek vaat, inanacak kitle kalmayınca mı böyle oluyor?

Yukarıda yazdık, Arjantin’de aşırı sağcı bir aday merkez bankasını bombalayıp yerle bir etmekten söz ediyor. Eski başkan ve yeni aday Macri, işverenlere “vergi ödemeyin yoksa para kazanamazsınız” diyor ya da diyebiliyor. Bolsonaro çıkıyor “silahlanın” diyor. “Eğer manuel seçim yapılmaz ise sonuçları kabul etmeyeceğim” diye kafa tutuyor. Bolsonaro’nın doktorları onun paranoyak olduğunu bile söylüyorlar. Eskiden böyle politikacılar olur muydu? Bu tiplere deli demek gerekmiyor mu? Acaba şöyle demek yerinde midir? Egemen sınıfların artık iktidar olmak için halklara verecek bir sözleri kalmadı. Şimdiye kadar verdikleri tüm umutlar boş çıktı. Ancak böyle şov ya da çılgınlıklar ile oy toplayabileceklerini düşünüyorlar. Belki de sıradan halkın söylemlerini alıyorlar. Vadesi gelmiş, çoktandır birikmiş borcu olan bir vatandaş, cebinde beş kuruşu olmayıp açlıktan ölmek üzere olan sıradan biri ancak belki öfkeden merkez bankasını bombalamayı düşünür. Belki bu politikacılar da bu tür halk tepkileri ile onları peşlerine çekme politikası ya da tiyatrosu yapıyorlar. Ortada halkları arkalarına alabilecekleri bir hedef yok. “Beni seç” diyen bir reklam filmi seyrediyoruz sanki.

Üçüncü olarak basında artık gerçek haber kalmadı denebilir. Sağın boyalı basını sayesinde bir fake haber, yalan haber kampanyası başladı. Doğru dürüst, gerçekleri yansıtan haber verilmiyor. Sağın boyalı basınları sırf işlerine gelen haberleri veriyor gelmeyeni vermiyorlar. Devletler de zaten sansür üstüne sansür koyuyorlar. Hatta onların yalanları yetmiyor politikacılar da yalan söylüyorlar. Brezilya başsavcısı Bolsonaro’ya yalan söylemek ve halkı yanıltmaktan dava açtı. Basının, politikacıların artık doğruları söylemek diye bir derdi yok. Yalan para yapıyor. Sol liderleri karalama kampanyaları yapıyorlar. Yazdık ya, Kolombiya‘da soldan aday isen, kriminalsin, kötü insansın, hainsin, herkese ihanet edersin, hırsızsın, alkol kullanıyorsun, hatta uyuşturucu müptelasısındır. Bu tür iftiralar yalanlar, karalamalar bol bol, ileri geri kullanılıyor. Yalnız basın değil sosyal medya da onlarla dolu. Doğru haber yazan gazeteciler tutuklanıyor. Şu anda dünyamızda tutuklanan gazeteci sayısı rekordadır. Halkların kafalarını karıştırmakta da başarılı oluyorlar. Gerçek gündemler yalan arkasına gizleniveriyor. Basın artık inandırıcılığını, haber verme özelliğini yitirdi.

Dördüncü özellik ise devlet yapısı ile ilgilidir. Artık eski devlet yapısı yok. Devlet kurum olarak 80’li yıllarda başlayan neoliberal politikalar döneminde kastlaşan belirli bir sınıf yaratmıştır. Örneğin yazdık, Peru’da 40 yıldan beri ilk kez bu çarkın dışından biri başkan oldu diye halklar sevinç içindeydi. P. Castillo’nun karşısındaki aday Fijumora yolsuzluktan hüküm giymiş ve de ona rağmen sağın adayı olarak belirli koşullara uyarak başkan adayı olabildi. Eski devlet başkanı babası da yolsuzluk ve katliam yapma nedeniyle içeride tutuklu. Kolombiya’da Uribe gidiyor yerine aynı kast ikizi Duque koltuğa oturuyor. Soldan yeni adayları devlet kadrolarına almamak için büyük uğraş veriliyor. Hırs ve kaybetme korkusundan gözlerini kan bürümüş, kırpmadan öldürüverebilirler. Brezilya’da Lula ve Dilma ile yeni birileri iktidar gelmişti ama eski kast çarkı onları dışarı atıverdi. Şili halkı sanki bundan ders aldı ve bu devlet yapısını değiştirecek yeni anayasayı onlara yazdırmayacaklar. Yeni ilkeler ile yönetilecek bir devlet sistemi kuracaklar. Tabii kurabilirlerse. Bu süreçte gizli kapılar arkasında bu devlet kast üyeleri ne planlar yapıyor bilmiyoruz. Ekvador’da Correa bu sisteme halkı da katma mücadelesi verdi. Var olan meclise bir de halktan meclis oluşturma yasal zemininin temelini attı ama işte Correa’yı da o çark pis oyunlarla dışına atıverdi. Bu eski devlet kadroları devlet işleyişini iyi biliyor ve her türlü hileyi yapıveriyorlar. Arjantin lideri Macri ülke dışına para kaçırmakla biliniyor. Şimdi de vergi ödemeyin diyor. Yani hepsi neoliberal politikalar ile kokuşmuş bir kast oluşturmuşlar. Bunların kesinlikle atılması gerekiyor. Onlar da atılmamak için devlet kurumları ile oynuyorlar.

Beşinci olarak devlet kurumları ile ilgili bazı sonuçlar çıkaralım. Bu kastlaşmış sınıflar, burjuva demokratik devlet yapısını otoriter hale getirdiler. En başta tüm bu ülkelerde yargı bağımsızlığı kalmadı. Yargıda karar vericileri ya satın alıyorlar ya da kendi adamlarını yerleştiriyorlar. Gerekirse ve yapabilirlerse yasaları işlerine uyacak şekilde değiştiriveriyorlar. Yolsuzlukları, para kaçırmaları, kayırmaları, suçluyu aklamalarını gizleyecek yeni yollar buluyor, oluşturuyorlar. Yargı artık yargı değildir. Baştakilerin kendi çıkarlarını sürdürmeleri için bunu yapmaktan başka çareleri yoktur.

Aynı şekilde ordu, polis gibi kurumların özellikleri de değişti. Bunlar devleti, asayişi koruyan değil iktidarda kendi bozuk çarklarını koruyan birer kurum haline geldiler. Genel ABD eğitimi almış kıta ve özellikle Kolombiya ordusu ABD çıkarları doğrultusunda Venezuela’ya saldırı aracıdır. ABD’de yetişen paramiliter güçler Haiti devlet başkanını gidip öldürdüler. FARC üyeleri, sendikacılar, sosyal liderleri öldürüyorlar. Halkı değil tersine kendi çıkarlarını korumak için bu kurumların yapıları değiştirildi. Arjantin eski sağcı lideri Macri, iktidarda olmadığı halde tanıdığı ordu güçleri aracılığı ile Bolivya’daki darbecilere silah yollamış. Bu silahlarla bir de Evo Morales’in Meksika’ya sığınmak için gideceği uçağa roket atılmış. Ekvador liderleri de darbeci iktidara halka karşı kullanmak üzere gaz bombası yollamışlar. Peru’da ordu güçleri daha geçen hafta P.Castillo’nun parti binasını basıp başkanını tutukladılar. 40 yıldır halkları korumak değil saldırmayı öğrendikleri için de P.Castillo taraftarlarının gösterilerine saldırıyorlar. 2017 yılında Ekvador’da Ordu Correa’ya darbe yaptı. Polisler de arkalarında idi. Brezilya’da Bolsonaro Ordu’dan gelmedir. Şimdi seçimleri kaybetme krizine girmiş durumda ve Ordu’yu yanına çağırıp duruyor. Bir ay önce kendisi ile ilgili bir güven oylaması sırasında Ordu’ya meclis önünde tatbikat yaptırdı. 7 Eylül’de bir darbe için yanına çağırdı. Şili’de anayasa yazma komisyonu ülkede polisin uyması gereken kuralların değiştirilmesi doğrultusunda yeni bir taslak hazırladı ve devlete sundu. Polisin eski dönemde imparatorluğu korumak için oluşturulduğunu ve şimdiki duruma uymadığını, 2019’dan beri de halktan birçok kişiyi öldürdükleri ve şiddet kullandıklarını ve bu yapılanmanın kurallarının değişmesi gerektiğini açıkladılar. Yeni bir yönetmelik sundular. Hemen devlet başkanı dâhil iktidar kesimlerinden tepkiler geldi, bunu yaptırmamak için kolları sıvadılar.

Bütün bunlara bir de tüm devlet kurumlarının, bankalardan, sosyal güvenliğe, belediyelerden valiliklere kadar hepsinin işleyişinin bu üst sınıf çıkarlarını koruyucu şekilde değiştirildiğini eklemek gerekir.

Son olarak şunu yazalım. Halklar bu süreçte iktidarlardan gördükleri baskılar doğrultusunda uluslararası kurumlara da başvuruyorlar. Örneğin Bolsonaro için BM İnsan Hakları kurumuna yollamış suç duyuruları var. Onun yerli halklara jenosit uyguladığı belgeleri ile sunulmuş ve kurumun gereken işlemleri yapması istenmiştir. Kolombiya liderinin de ülkesinde katliamlar yaptığı belgelidir ve davalar açılmıştır.

Sonuçta neoliberal politikalar sürecinde bir grup veya gruplar devlet yapısını ele geçirmiş. Onun üstüne çöreklenmiş, tüm devlet yetki, kurum ve olanaklarını kendi ceplerini doldurmak, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için yeniden yapılandırmıştır. Bunun için anayasa maddeleri düzenlenmiş, yolsuzluklarını gizlemek için adalet sistemleri veya bu kurumlardaki kişiler değiştirilmiştir. Düzenlerini korumak için Ordu ve kolluk kuvvetlerinin kuralları değiştirilmiş, görevleri, sorumlulukları dışındaki alanlarda kullanılmaları genel günlük bir özellik haline gelmiştir.

ABD Müdahaleleri

Kıtada yeniden bir “pembe dalga” başlama durumu olup olmadığını değerlendirirken bölgenin en büyük gücü olan ABD ve onun kıta üzerindeki çıkarları göz önüne alınmadan değerlendirmek eksik kalır. 70 yıldır kıtayı çeşitli korkularla, çıkarları doğrultusunda elinde tutmaya çalışıyor. Başta “komünizm korkusu”, arkasından “uyuşturucu korkusu” son olarak da “terör korkusu”. Bu korkular onun her bir ülkeye girip silahlı kuvvetlerini eğitirken kendi ideolojini benimsetmesinde baş yol oynar. Hugo Chaves bile bu eğitimden geçmiş ve o nedenle ABD Silahlı Kuvvetlerinin ruhunu okumuştu. Yukarıdaki bölümde değindik bu eğitim sürecinde de bölgedeki ülke orduları ile yakın bağlar kurarlar, onları tanırlar. Ulusal Ordu ve polis kuvvetlerinin kendi ülke çıkarlarını göz önüne almasının önüne geçerler. Kolombiya eski paramiliterlerinin Haiti başkanını öldürmeleri, Bolivya’da Morales iktidarını yok etmek için Arjantin ve Ekvador’dan silahlar hatta roketler gelmesi hep bu geleneğin doğasında vardır. Bölgenin çoğu silahlı gücü, ordusu, polisi belgelendiği gibi, kendi ulusal çıkarları değil ABD bölge çıkarları doğrultusunda tavır alma geleneğine sahiptir.

Durum bununla da kalmaz. Genellikle sağ iktidarların dışişleri bakanlıkları ABD elçiliği gibidir. İçeriden ülkeyi kontrol ederler. ABD direktifler verir ve iktidar da o komutları yerine getirir. Büyük ölçüde Kolombiya, Şili, Ekvador şimdiye kadar Peru, Brezilya bu şekildedir. CIA tarafından yönetilir ve birçok finans kurumları IMF vs. de bu çıkarları gözeterek o ülkeye borç verir ya da vermez. Birçok da sivil toplum örgütü vardır. Bunlar da sivil halk ile temas halinde, hem onları çıkarları doğrultusunda yalan yanlış bilgilendirir, yönlendirirler hem de maddi yardımlarla satın almaya çalışırlar. Bir de tabii ABD’nin kendi ordu gücü vardır. En tepede de o bir terör unsuru olarak durur. Direktiflerine, çıkarlarına karşı çıkacak olanları tehdit eder. İsterse özellikle Kolombiya üstlerinden gövde gösterileri yapar ya da denizden Venezuela sahillerinde boy gösterir. Bir sıkımlık canları olan Orta Amerika minik ülkelerinin bağımsız davranamamasında anlaşılmayacak bir şey yoktur.

ABD’nin bölgedeki en büyük ittifak gücü Kolombiya, her yıl milyarlık maddi yardımı uyuşturucuya karşı savaş adı altında alır. Ordu ve paramiliter güçler sürekli beslenir. 2017 yılında da NATO üyesi oldu. İkinci ittifak gücü Brezilya’dır. Ancak birinci “pembe dalga” sürecinde iki ülke arasındaki ittifak biraz zayıfladı. Lula, Çin ile ilişkileri geliştirdi ve ABD çoktandır yeniden eski seviyesine getirmeye çalışıyor. Son CIA başkanı ziyaretinde de Çin ile ilişkilerin sonlandırması karşılığında NATO üyeliği önerildiği söyleniyor.

ABD’nin çıkarları doğrultusunda kullandığı, Küba dışında (onu içine almıyor) tüm ülkelerin üye olduğu OAS, yani Amerika Devletleri Örgütlenmesi vardır. Tam bir baskı aracıdır. OAS lideri Bolivya’daki seçimleri önce hilesiz gördü sonra ABD baskısı ile hile karıştı diyerek darbecilerin iktidar olmasının önünü açtı. Şimdi Bolivya iktidarı kanıtları ile örgüt başkanı Luis Almagro’yu görevini kötü kullanmakla suçluyor ve dava açtı. Görevden alınmasını talep ediyor. Zaten birçok ilerici ülke baştan beri örgütten hoşnutsuz ve ABD baskılarına karşı direniyorlardı. Birçok karar çıkarılamaz olmuştu.

Şimdi çok kutuplu bir dünyadayız ve bölgeye Çin ve Rusya girmiş durumda. Amerika’nın daha Trump döneminde Afganistan’dan çıkma nedenlerinden biri de Latin Amerika’da mevzi kaybetmiş olmasıydı. Savaş gücünü daha çok bu bölgeye yığmayı amaçlıyordu. Lula döneminde Brezilya ile birlikte Çin, Rusya, Hindistan, Güney Afrika, ABD’ye karşı BRICS topluluğunu kurmuşlardı. Sonra Bolsonaro lider olunca da bu örgüt biraz askıya alındı. Ama o zamandan beri Çin bölgedeki birçok ülke ile çeşitli ikili anlaşmalar yapmış, kıtada varlığını arttırmış olduğundan ABD hegemonyasının bölgede kırılmasında başrol oynuyor. İpek yolu projesi, Yollar ve Köprüler projeleri ile kıtayı kendi kıtası Asya’ya bağlamaya çalışıyor. O ABD gibi baskı değil, çeşitli işbirliği içinde ilişkiler kuruyor. Covid pandemisi sırasında, aşı, maskeler ve solunum cihazları yolladı. Arjantin, Brezilya, Meksika vs ile ikili çok çeşitli anlaşmalar yaptı. Bolsonaro bile iktidara geldikten sonra Lula dönemindeki ticari bağları koparmadı. En büyük ticari ortağı Çin’dir. Kendisine destek veren dev tarım şirketleri açısından bundan kaçınamaz. Tarım ürünleri, özellikle soya, et ihracatının yapıldığı temel ülke oldu. Çin Arjantin’in de ikinci büyük ticaret yaptığı ülkedir. Ülke tren yollarının hemen hemen hepsi Çin tarafından yapılıyor. Atom santrali ve barajlar, rüzgâr ve su gibi çevre dostu enerji tesisleri hep Çin ile ortak yapılıyor.

Son olarak şimdi kıta ülkeleri Çin’in Huawai ve 5G teknolojisini kullanmaması için baskı altındadır. Hatta Bolsonaro’ya Çin ile ilişkileri tamamen kesmesi ve bu teknolojiyi ülkesinden çıkartma karşılığı NATO ya girme önerisi yapıldığı ama onun kararsız kaldığı yazıldı. Çünkü her ne kadar ABD taraftarı olsa da içeride Çin ile ticaretten kazanan şirketleri böyle bir şeye karşılar. Sonuçta Çin bölgede gerçekten ABD’nin çıkarmaya gücü yetmeyecek kadar kendi varlığını ekonomik temellere oturtmuştur. Rusya da Çin kadar olmasa bile Küba, Venezuela ve Nikaragua, Arjantin gibi birçok ülkeye aşılar ve pandemi sürecinde, gıda yardımları yaptı. Venezuela petrol şirketi PDVSA’yı yenilemesi ise ABD yaptırımlarıyla engellendi. Onun da bölgede çeşitli ticari ilişkileri gelişmektedir. İlerici liderler seçildikçe Rusya ve Çin’in bölgedeki varlığı artmaktadır. Hatta bu nedenle bölgede bir nükleer savaşın çıkabileceği yorumları yapılmakta. ABD hala dünyada askeri güç olarak bir numaradır ama teknik ve ekonomik olarak sürekli gerilemektedir.

ABD’nin bölgedeki hegemonya gerçekliğine rağmen yeni bir “pembe dalga” bölgede barınabilir mi sorusuna olumlu yanıt verilebilir. İlerici iktidarlar halklarının desteğini alır, kendi aralarında ittifaklar kurabilir ve Çin ile Rusya’dan da destek sürerse böyle bir dalga başarılı olabilir. Zaten Venezuela ve Küba’nın yıllardır direnebilmesinin altında yatan da genel sosyal örgütlenmeleri, halklarına sağladıkları sosyal adalet ve yardımlar dışında bölgeden alabildikleri destek değil midir? İlerici iktidar ve liderler, hem yerel hem de dış ülke gericiliklerine karşı ancak halkları ve bölge dostlarının desteği ile Garcia Linera’nın dediği eşikten geri adım atmama başarısını gösterebilirler. Ama eşikten öte tarafa geçip geçemeyeceği başka faktörlere de bağlıdır. Linera’nın dediği gibi pandemi, iklim ve kapitalist ekonomilerdeki durum da belirsizliklerle doludur. O nedenle dalgaların pembe mi, iklim sorunundan kapkara mı, fırtınalı mı, yoksa çarşaf gibi bir denizin sakinliğinde mi olacağına şu sıralar ancak fal açılabilir.