,

50. Ölüm Yıl Dönümünde Kıvılcımlı’nın Öğrettikleri * Ahmet Kale

Bu yıl temmuz ayından beri Kıvılcımlı Enstitüsü’nün girişimiyle bir dizi etkinlikle anılan Türkiye sosyalizminin büyük savaşçısı, Türkiye sosyalist hareketinin kurucu kadrolarından, teorik ve pratik yaşamıyla örnek devrimcisi Dr. Hikmet Kıvılcımlı 50 yıl önce 11 Ekim 1971 tarihinde Belgrat’ta öldü. 2021 yılı Kıvılcımlı’nın hem 50. ölüm yıl dönümü, hem de Komünist Gençler Birliği üzerinden örgütlü harekete katılışının 100. yılı.

Gerek devrimci yaşamı, gerekse ürettiği eserlerle bizlere çok önemli deneyimler bıraktı Kıvılcımlı. 69 yıllık yaşamının 50 yılı teorik-pratik savaşın içinde geçti. Örgütlü mücadeleye olan inancı, devrime bağlılığı yanında yazıp bizlere bıraktığı 100 kadar eserle de yolumuzu aydınlatmaya çalıştı.

1902 yılında bugünkü Kosova’nın Priştine kentinde doğmuştu. Posta müdürü olan babasının Hicaz’a tayin edilişinden sonra geri dönmeyişi üzerine babasız büyümüş. 10 yaşında bir çocukken patlayan Balkan Harbi ile dağılan Balkanlardaki Osmanlı nüfusu ile yollara düşüp önce İstanbul’a, sonra Kuşadası’na yerleşmiş. Gencecik bir İdadi öğrencisi iken Yörük Ali çetesiyle Kuvayımilliye’ye katılıp, bir süre Köyceğiz Kuvayımilliye Askeri Kumandanlığı emrinde görev yapmış. Daha sonra Köyceğiz’deki geri hizmeti reddederek İstanbul’a dönüp Vefa Lisesi’ne yatılı kaydolmuş.

Daha 19 yaşında bir Askeri Tıbbiye öğrencisidir, kendi deyişiyle; “İmamın arkasındaki en sadık cemaat iken, Kafirun Suresi’nden materyalizme atla[r].”

Askeri Tıbbiye ’de okurken tanıştığı genç komünistler aracılığıyla Türkiye Komünist Partisi’nin gençlik kanadı olan Komünist Gençler Birliği’ne katılıp gençlik çalışmalarında yer aldı. 1923’te Komünist partili oldu. 1925 yılında yapılan TKP kongresine gençlik hücresi delegesi olarak katıldı ve gençlik sorumlusu olarak MK’ya seçildi. Bu dönemde partinin yayın organı olan Aydınlık’ın özel gençlik sayılarında Ahmet Tevfik imzasıyla yazılar yazdı. Aynı yıl ilk tutuklanmayı yaşadı. 1925 Şubat ayında gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı bahanesiyle 1 yıl sonra çıkarılan ve hükümete sınırsız yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu ve o kanunla kurulan İstiklal Mahkemeleri, dönemin komünistlerini de hedef aldı. Kıvılcımlı tıbbiyeyi bitirdiği yıl Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanıp yargılandı ve 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Af kanunu ile kısa sürede çıktı ama 1927 yılında ünlü TKP dönekleri Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir gibilerin partiyi tümden polise teslim etme girişimleri sonucu yeniden tutuklandı ve 4 ay ceza aldı.

2 yıl sonra, bu defa İzmir’de açılan TKP davası ile ilgili yeniden tutuklanacak ve yargılanacaktır. 1929 İzmir Tevkifatı, Kıvılcımlı’nın siyasi yaşamında önemli bir dönüm noktası olacaktır. Tutuklanma ve yargılanma sonucu, 4 yıl 6 ay hapse mahkûm edilir. O zamanki İzmir Hizmet gazetesinin 29 Temmuz tarihli haberine göre, “Dr. Hikmet ise, kahverengi şapkasını giyerek, büyük bir soğukkanlılıkla; ‘Hepimiz, çıkarken Kızıl bir profesör olarak çıkacağız’ demiş ve gülmüştür.”

Hükümlülerin hepsi değil ama Hikmet Kıvılcımlı, hapishaneyi her anını çalışarak ve üreterek geçirdiği bir üniversiteye dönüştürmeyi başarmıştır. 1933 yılında Elazığ cezaevinden çıkarken, onlarca cilt çeviri ve orijinal eserler vardır dağarcığında. On yıllık parti yaşamının deneyimleriyle yazdığı ve o zamanki Merkez Komiteye tartışılması umuduyla sunduğu TKP’nin Eleştirel Tarihi: YOL adlı 9 ciltlik eseri de bunlardandır. Bu eserler: Genel Düşünceler, Yakın Tarihten Birkaç Madde, Parti’de Konaklar ve Konuklar, Parti ve Fraksiyon, Strateji Planı, Düşman: Burjuvazi, Strateji Planı, Müttefik: Köylü, İhtiyat Kuvvet, Milliyet: Şark ve Legaliteyi İstismar başlıklarıyla bölümlenirler. YOL serisi, yazılışlarından 45 yıl sonra, 1978 ve sonrasında ancak yayımlanabilmiştir.

1935-38 DÖNEMİ

Cezaevinden çıktıktan sonra, “kendi elimle Parti’ye mal ettiğim” dediği Marksizm Bibliyoteği Yayınları’nı 1935 yılında kurar. Bu yayınevinden Gündelikçi İş ile Sermaye (Marks), Karl Marks’ın Ekonomi Politiği, Sosyalizmi, Taktiği (Lenin), Karl Marks’ın Hayatı, Felsefesi, Sosyolojisi (Lenin) ve Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesi’nin Sonu (Engels) kitapları Kıvılcımlı’nın çevirileri olarak çıkar. O zamanki hayat arkadaşı ve partili devrimci yoldaşı olan Fatma Nudiye Yalçı’nın çevirdiği Enternasyonal Açış Hitabesi (Marks) ve Marksizmin Prensipleri (Engels) ile Çeviren: C.M. imzasıyla, Maymun’un İnsanlaşması Prosesinde Emeğin Rolü(Engels) kitapları da çeviri serisinden çıkarılır. Yine aynı yayınevi ve daha sonra kurulan Emekçi Kütüphanesi Yayınları’ndan telif eserler olarak da, Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı, Marksizm Kalpazanları Kimlerdir?, Edebiyatı Cedide’nin Otopsisi, İnkılapçı Münevver Nedir?, Emperyalizm: Geberen Kapitalizm, Demokrasi, Türkiye Ekonomi Politikası, Marks-Engels, Hayatları, Sosyete ve Teknik (F.N. Yalçı), İspanya’da Neler Oluyor (Hasan Ali imzasıyla) ve Sovyetlerde Stahanov Hareketi (Hasan Ali imzasıyla) kitapları ardı ardına yayımlanır. Bu yayın serisiyle Kıvılcımlı, bir yandan Marksizm’in temel kavramlarını çevirilerle yaymaya, diğer yandan da orijinal araştırmalarla işçi sınıfının kurtuluşu yolunu aydınlatmaya çalışmaktadır. Telif eserlerden Türkiye’de İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı’nda, o günkü istatistiklerle, Türkiye işçi sınıfının niceliksel ve niteliksel varlığı ortaya konur. Varlığı ve eylemleriyle işçi sınıfının öncülüğü kavratılır. Edebiyat-ı Cedidenin Otopsisi kitabı, Kıvılcımlı’nın cezaevinde iken okuduğu bir Edebiyat-ı Cedide seçkisinin eleştirisidir. Bu eleştiri, Cemil Meriç’in deyimiyle “bir edebiyat eleştirisiyle, bir çağın hastalıklarının teşhiri”dir. Emperyalizm Geberen Kapitalizm, Lenin’in kitabından benzetmeyle, Türkiye Finans-Kapitali’nin nasıl gelişip, emperyalist ilişkiler içinde yer aldığını daha o günlerde (1935) ortaya koyar. İnkılapçı Münevver Nedir? broşüründe, o günlerde ölen Fransız komünisti Henri Barbüs’ün kimliğinde devrimci bir aydının karakterini tespit eder. Devrimci bir aydını, kitle adamı, parti adamı ve enternasyonalist olarak tanımlayıp, Barbüs’ü örnek gösterir. Marksizm Kalpazanları Kimlerdir? eserinde ise dönemin kalp (sahte) Marksistlerini Kerim Sadi’yi prototip alarak teşhir eder.

Marksizm Bibliyoteği Yayınevi’nin kapatılması üzerine kurduğu Emekçi Kütüphanesi ile yayınlarına devam eder. 1937 yılında yayımladığı Demokrasi, Türkiye Ekonomi Politikasıkitabı için ilerde kendisi şöyle diyecektir:

“Ölüm döşeğinde Mustafa Kemal, kendisini çoktan öldürmüş, mumyalamış ve içinden çıkılmaz bir mezar-ehrama gömmüş bulunan finans-kapitale en son hizmetini yaptı: Toprak reformu geveleyen İnönü’yü düşürdü. Yerine İş Bankası haydut yatağında: “Bir torba altın verdim, bana bir çuval altın getirdi” dediği Celal Bayar’ı Başvekil yaptı.

Bunu beklemiyor değildim. Hatta Emperyalizm kitabında, yazılı olarak daha 1935 yılı, Bayar’ın 1937’de olduğu gibi, Türkiye Ekonomi ve Politikasının başına buyruk olacağını yazmış, 1950 DP saltanatını sezmiştim.

1937 Darbesi, Naziliğin Türkiye’yi finans-kapital dehlizlerinden teslim alış prosesini taçlandırmıştı. (…) O vesile ile oturdum Demokrasi: Türkiye Ekonomi Politikası’nı yazdım. Orada ne dediklerim yayımlandı.” (Günlük Anılar s. 297).

Bu yayınların yanında o dönem yayımlanan Yeni Adam, Her Ay gibi dergilerde yazılar da yazmaktadır. Nihayet 1937 1 Mayıs’ından başlayarak, Karl Marks’ın Kapital’ini fasiküller halinde yayımlamaya başlar. 20’şer sayfalık bu fasiküller ancak 7 sayı yayımlanabilir. O dönemde yazdığı ve yayımlayacağını ilan ettiği, Din Tarihinin Materyalizmi, İslâm Tarihinin Materyalizmi, Osmanlı Tarihinin Materyalizmi ve Bergsonizm adlı kitaplarını yayımlayamadan, ünlü Donanma Davası provokasyonu ile yeniden tutuklanır ve 12 yıl hüküm giyer. Sultanahmet ve Çankırı cezaevlerinden sonra 11 yılını Kırşehir cezaevinde geçirip, 1950 affıyla çıkar. Yine onlarca eserle tabi.

Burada adı geçen Din Tarihinin Materyalizmi, İslâm Tarihinin Materyalizmi, Osmanlı Tarihinin Materyalizmi eserleri için Kıvılcımlı’nın yayımlanmamış bir önsöz denemesinde şöyle bir saptaması var:

1938 Yavuz davasında, gerek Osmanlı, gerek İslâm tarihinin maddesi üzerine olan el yazmaları, gizli polisçe birer suç belgesi imişçe gasp edildi. Ve bir daha o el yazmalarının tek tük, eksik taslaklarından başka izini tozunu bulamadık. Hele Kur’an-ı Kerim’i satır satır izleyerek özenle temiz ettiğimiz ‘İslâm Tarihinin Maddesi’ kitabın 1.cildi bağırta çağırta yok edildi. Söz verilmişken, yıllarca sonra bulunamadığı gerekçesiyle geri verilmedi.” (Tarih Yazıları s. 12, Sosyal İnsan Yayınları).

İşte o yok edilen 1. cilt muhtemelen Din Tarihinin Materyalizmiincelemesidir. Kalan artıklar ise daha sonra Allah-Peygamber-Kitap başlığıyla toplandı. Osmanlı tarihi üzerine yazdığı 3 ciltlik çalışması da Sosyal İnsan Yayınları tarafından tam metin olarak 2007 yılında tek kitap Osmanlı Tarihinin Maddesi olarak yayımlandı. Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihi üzerindeki bu incelemesini hem orijinal Tarih Tezi’nin bir uygulaması, hem de bugünkü Türkiye Toplumu’nun içinden çıktığı Osmanlı toplum yapısının özgün ve alternatif bir değerlendirilmesi olarak yapmıştır.

1950-65 ARASI VATAN PARTİSİ(1954)DÖNEMİ

Bu arada 1951 yılında o zamana kadarki en büyük TKP tutuklamaları olur. Mevcut TKP yöneticileri toplanır. Kıvılcımlı son yıllarda hapiste olduğundan tutuklama dışında kalmıştır. Burjuvazinin “Komünistlerin kökünü kazıdık” demagojilerine karşılık, dışarıda kalan kadrolardan kimileri ve işçileri toplayarak, “İşçi sınıfının hak ve varlığını korumak” sloganıyla, 1954 yılında Vatan Partisi’ni kurar. [Buraya bir not koymamız lazım: Vatan Partisi’nin kuruluş gerekçesi olarak yazdığı Kuvayımilliyeciliğimiz broşürü 1954 yılının Mayıs ayında yazılıp yayınlanmasına rağmen partinin kuruluşu için ekim ayının sonuna kadar beklenmiştir. Amaç, o zamana kadar süren 1951 TKP Davası’nın sonucunu beklemektir.] Vatan Partisi 3 yıllık ömründe fazla bir örgütlenme başarısı gösteremez ama gerek varlığıyla, gerekse 1957 seçim kampanyasındaki faaliyetleriyle sosyalistlerin sesinin kısılamayacağını dosta düşmana gösterir. Bu dönemde, 1953 yılında, İstanbul’un Fethinin 500. yılı dolayısıyla yayımladığı Fetih ve Medeniyet broşürüyle, daha sonra geliştirip yayımlayacağı Tarih Tezi ışığında İstanbul’un fethini yorumlar. Bu fethi, önemli bir şehrin alınmasının çok ötesinde, antika tarihte oldukça önemli bir olay olarak belirler. Fetih kelimesinin bir başka anlamı olan “açmak” fiili olarak yorumlar İstanbul’un fethini. Tıkanan ticaret yollarının açılmasıdır aynı zamanda bu fetih. Dolayısıyla batı medeniyetinde rönesansın da yolunu açan önemde bir olaydır. Bunun dışında daha çok parti çalışmalarına ilişkin yayınlar yapar Kıvılcımlı. Vatan Partisi’nin kuruluş gerekçesi olan Kuvayımilliyeciliğimiz, 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsü’nün bir anketine cevaben yazdığı ve Suat Şükrü imzasıyla yayımladığı Anayasa Teklifi ve 1957 yılı Bütçe’si eleştirisi olarak yazdığı Siyasetimiz ve bir sendika kongresini hicvettiği uzun şiirden oluşan, Dede Hande ismiyle, Soğan Ekmek Kongresi’ni yayınlar. Bu sırada partinin yayın organı olarak, aylık çıkan ve ancak 4 sayı yayımlanabilen “Vatandaş” gazetesi de çıkarılır. Bu yayınlardan Vatan Partisi Programı, Kuvayımilliyeciliğimiz ve Anayasa Teklifi bir bütün halinde Türkiye’nin Demokratik Devrimi’nin asgari programını oluştururlar.

1957 seçimlerine katılan Vatan Partisi, iktidar yanlılarının kışkırtma ve saldırıları altında kısıtlı bir seçim çalışması yapar. İstanbul’un Eyüp ilçesindeki seçim mitinginde yaptığı ünlü “Eyüp Konuşması”ndan sonra tutuklanır ve Vatan Partisi’ne de kapatma davası açılır. 2 yıl süren ağır tutukluluk hali ve yargılamalardan sonra Vatan Partisi beraat eder. Buraya bir-iki cümle ekleyelim: Bilir bilmez çok kişi Vatan Partisi’ni anarken “kapatıldı” belirlemesi yapıyorlar. Vatan Partisi kapatılmamış, 3 yıla yakın yargılama sonucu beraat etmiştir.

Burada Eyüp konuşması üzerine de kısa bir yorum yapmak lazım. Bu konuşmada İslamiyet’in doğuş çağındaki, mülkiyete ve faize karşı olan özünün Sosyalizm açısından değerlendirilmesi yapılır. Bu bakımdan son derece orijinal ve öncü bir değerlendirmedir. Ancak konuya yüzeysel bakıldığında sanki günümüzde de İslâmiyet övülüyormuş izlenimi çıkarılmaktadır. Nitekim Kıvılcımlı için, çoğu zaman iyi niyetle “Müslüman Komünist” nitelemesi yapılabilmektedir. Kıvılcımlı ne herhangi bir dinden, ne de herhangi bir dine karşıdır. O, kendi ülkesinin insan yapısını iyi kavramış, bilinçli bir Tarihsel Materyalisttir. Kendi kaleminden yazdığı yaşam öyküsünde: “Kul ya eyyühel Kâfirun… suresinden materyalizme atlayış” diyerek kendi konumunu açıkça belirtir.

27 Mayıs olmuştur. Milli Birlik Komitesi görevdedir. İşçi sınıfının politik bir örgütü yoktur ama Kıvılcımlı işçi sınıfı adına MBK’yı yönlendirmek amacıyla iki açık mektup yazar MBK’ya. Ve Bunları II. Kuvayımilliyeciliğimiz adıyla kitaplaştırır.

1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne ihtiyatla yaklaşır Kıvılcımlı. Ancak karşıya da almaz, izlemeyi sürdürür. 1965 seçimlerinden sonra TİP’e uyarı ve eleştirilerinden oluşan Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı (TİP’e teklifler) kitabını yayınlar. Eleştirisi suskunluk ve kızgınlıkla karşılanır. Yine o yıllarda TİP’in Üsküdar ilçesine yaptığı üyelik başvurusu “eski ve tescilli komünist” olduğu için genel merkeze başvurması gerektiği öne sürülerek reddedilir.

1965-71 DÖNEMİ KIVILCIMLI’NIN SON ATAKLARI

1965’te yeniden kitap yayımlamaya başlar. Tarihsel Maddecilik Yayınları’nı kurmuştur. Bu dönemde ilk olarak daha önce YOL serisinde yazdığı Yakın Tarihten Birkaç Madde kitabının geliştirilmişi gibi olan Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimiyayımlanır. Sonra, 30 yıla yakındır üzerinde çalıştığı, Antika Tarihin gidiş kanunları üzerine orijinal görüşlerini tezleştirdiği Tarih-Devrim-Sosyalizm, ardından da tezini somutladığı bir örnek olarak, İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere kitaplarını yayımlar. Yine bu dönemde Karl Marks’ın Özel Dünyasıyayımlanır. Ayrıca, bir gazetenin yarışmasına Sadık Göksu ismiyle yolladığı Türkçe’nin Üreme Yolları, kitap olarak 1966 yılında basılırlar.

1967 yılı başlarında haftalık olarak yayımlayacağı Sosyalist gazetesini çıkarmaya başlar. İmkânsızlıklar yüzünden ancak 7 sayı yayımlanabilir gazete. Gazetesi kapanınca, o zamanlar çıkan başka sol dergilerde yoğun olarak yazmaya başlar. Ant, Türk Solu ve Aydınlık dergilerinde sayısız makaleleri çıkar. Bu yazıların tamamını burada sıralamayacağız ama sadece belli başlı birkaç tanesini anmak bile, onun Türkiye ve dünya meselelerindeki duyarlılığını ve ustalığını göstermemize yeter. “Deccal Kapımızı Nasıl Çalıyor?”, “Çek Meselesi mi, Dünya Meselesi mi?”, “Sayın İ.İ. Paşa’ya Açık Mektup”, “Üretim Nedir?”, “Türkiye Halkının Teşkilatlandırılması”, “Türkiye’de Sınıflar ve Politika”, “Lenin ve Türkiye”, “Çin Halk Cumhuriyeti-Kızıl Bekçiler”, “Kendimize Gelelim”, “Ya Birleşmek Ya Ölüm (Kanlı Pazar Üzerine)”, “Ho Amca’nın Düşündürdüklerinden”, “Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler”, “Gençliği Azıcık Anlayalım”, “Dinin Türk Toplumuna Etkileri” ve bunlar gibi daha onlarca yazı.

1970 yılında yeniden kitap ve yazı çalışmalarına hız verir Kıvılcımlı. Yükselen 68 hareketinin Finans Kapitalce tuzaklara çekilmeye, özellikle üniversite gençliği üzerinde sürek avlarının düzenlenmeye çalışıldığı günlere gelinmiştir. Bir yandan işçi sınıfını ve gençliği İşçi Sınıfı Partisinde örgütlemek, öte yandan da her gün yükselen provokasyonlara karşı herkesi uyarmak için sağlığının bozuk, yaşının ileri olmasına bakmadan kan ter içinde çalışmaktadır. Son 2 yılda, 8’i narkozlu 13 operasyon geçirmesine karşın (prostat kanserlidir), kitaplar ve gazete yayımlamakta, ulaşabildiği ve çağrıldığı her yere giderek konferanslar vermektedir. 1970-71’de yeniden yayımlanan Sosyalist gazetesi, 1971 Nisan ayının sonunda (26. sayısında) sıkıyönetimce kapatılır.

Bu yıllarda yayımlanan kitaplar da: Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu, Oportünizm Nedir?, Halk Savaşının Planları, Devrim Zorlaması, Demokratik Zortlama, Anarşi Yok! Büyük Derleniş!, İşçi Sınıfı Partisi Nedir: Vatan Partisi Tüzüğü ve Programı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, Toplum Biçimlerinin Gelişimi, Metafizik Sosyolojiler ve bazı kitapların o dönem yapılan 2. baskıları…

12 Mart darbesi sonrası ilan edilen sıkıyönetim tarafından aranmaya başlayınca ilerleyen prostat kanserinin tedavisini de amaçlayarak yurtdışına çıkar. 1971 Nisan ayı sonundan itibaren tuttuğu Günlük Anılar başlıklı notlarında yurtdışı “trajedisi”ni bütün ayrıntılarıyla anlatır.

Ölümünden bir hafta kadar önce, dönemin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Brejnev’e yazıp yolladığı mektubunda kendi yolunu ve durumunu şöyle özetler:

Bir Marksist-Leninist militan, Türkiye’de, teorice ve pratikçe tam 50 yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapisanelerini, her defasında, Lenin’in dediği gibi: “Alfabe”den başlayıp yüce Cebir’i bitirecek’ bir okula çeviriyor. Sabırlıcasına ve sistemlicesine: Marks-Engels-Lenin-Stalin’i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihcil Maddeciliği klasik olarak etüd ediyor. Ve Lenin’in öğütlediği gibi: Kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini, özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40’tan aşırı kitap yayımlıyor.” (Günlük Anılar, s. 369).

Evet, tam da bu paragrafta dediği gibi bütün ömrünü mücadeleye ve çalışmaya adamış, hapishaneleri okula dönüştürmüş, her cezaevinden çıkışta ciltler dolusu eser katmış dağarcığına, sabırlı ve sistemlice çalışarak Marksizm’in bütün klasiklerini etüt ederek kendi orijinal sentezini oluşturmuş. Bu çalışmaları sırasında da hiç şöyle bir komplekse kapılmıyor:

Yahu ben kuş uçmaz kervan geçmez bir ülkenin, pek az kullanılan bir dilinde yazan, adsız, sansız basit bir militanıyım. Ne haddime benim Marx-Engels’in tamamlamaya ömürlerinin yetmediği konulara el atmak. Ne haddime Lenin’in öğüdüne uyarak, orijinal araştırmalar yapıp Marksizme katkıda bulunmak…

Bunların hiçbirini demediği gibi, aksine ustaların tamamlamaya fırsat bulamadığı konularda araştırma yapmayı, o konularda özgün sentezlere ulaşmayı görev sayıyor.

Kendisinin ömrünü harcayarak geliştirdiği Tarih Tezi’ni, Marks’ın Grundrisseeseriyle karşılaştırdığı Toplum Biçimlerinin Gelişimi kitabınayazdığı önemli önsözde şunları yazıyor:

“Türkiye’mizde özellikle solcu veya sosyalist, hatta koyu Marksist olan kişilerimizin bir güzel huyları vardır. Dünyanın yedi iklim dört bucağında, okyanusun derin diplerinde bir ufacık Batılı düşünce işittiler mi yeryüzünün en coşkun heyecanı ile onu kamuoyuna sunarlar. Batıdaki yazıları Türkçeye çevirmek için can atarlar. Türkiye’de kendi içlerinden biri aynı konuları işlemişse, yüzüne karşı “vallaha bilmem” derler, ardından katıla katıla değilse bıyık altından gülerler.” (Toplum Biçimlerinin Gelişimi, s. 13, Sosyal İnsan Yayınları).

Türkiye’deki “sol” çevreleri böylece eleştirir. Böyle bir ortamda yapılan en özgün araştırmalar bile zindan duvarına vurulan yumruk kadar olsun ses getirmiyordu. Nitekim Kıvılcımlı’nın her türlü çabası gibi özgün tarih araştırması da susuşla karşılandı.

Türkiye’nin solcuları böyleydi de diğer ülkelerdeki “sosyalist teorisyenler farklı mıydılar sanki?

Acı da olsa görmezlikten gelinemez. Sosyalist teorisyenler ekonomik, politik ve edebi otorite dışına çıkamaz hale geldiler. Dogmatizmin kaçınılmaz beyin kireçleşmesi başlamıştı. Marks’ın bir konu üzerine söyledikleri varsa, ne âlâ. O sözler, metinlere oldukça sadık kalınmaya çalışılarak, aktarılıyordu. Eğitim görmüş işlek medrese bilgini çabaları tatlı tatlı döktürülüyordu.

Marks o konuda söylenilmemiş bir nokta görüp ileride araştırmayı mı not etmişti? O notun anlamını bile tartışmak kutsallığa aykırı tutuluyordu. Sırf sözde Marksizmin yanılmazlığını ispatlamak erdemi ağır basıyordu. Bu erdem bir patrik latası gibi sırtlara giyilerek, sarsılmaz büyüklüklerle susuluyordu.

Marks’ın Antik Tarih konusundaki araştırmaları, bütün teorik derinliğine rağmen, tamamlanmamış bir eserdir. O zamanki verilerle tamamlanabilmesine de imkân yoktu. Bu yüzden, Marks gibi, Engels de yayımlamak istemedi. Kautskylerden ise böyle bir şey zaten beklenemezdi. Üstünden yüz yıla yakın zaman geçtikten sonra, tam da evrenin yüzünü değiştiren Stalingrad savaşının kızılca kıyametleri ortasında bu araştırmalarla kim uğraşacaktı?” (Aynı eser, s. 11)

Yerli ve yabancı sosyalistlerin tavrı bu. Bu durumda pes edip havlu atmaz Kıvılcımlı. Çünkü onun anlayışında “İnsan varsa, görev vardır” Görev ise;

“Zaten amacımız bir tez herhangi bir “Tez” ve “Madde” gösterisi değildi. Sınıflar savaşı pratiğimizde, som gerçekliğimizce aydınlanmaktı. Vardığımız genel tarihcil sonuçlar, Türkiye’nin Ekonomi ve Toplum karakteristik özelliğine yeterince ışık tutmuştu. Bizim için, “Bilginlerin kulaklarına üfürülecek” soyut bilimden çok, savaşın anlamına ve biçimine yön verecek sonuçlardı.

Sonuçlara göre sosyal ve politik olaylarımızı 30 yıldır işledik durduk.” (Tarih Yazıları, s. 239, Sosyal İnsan Yayınları).

Kıvılcımlı’nın bütün bu çabaları Türkiye’de sağlı sollu büyük bir susuşla geçiştirildi çok uzun yıllar. Çünkü Türkiye aydınına, sağda ise batılı “büyük” düşünürleri, solda ise kimi Sovyet metinlerini çevirip aktarmak yetiyordu. Ne haddineydi geri ülke Marksist’inin araştırma yapmak, sentezlere varmak. Bakın Kıvılcımlı’nın tespitlerine:

Susuş kumkuması” mutlaktı. Üniversite “Baba Zeus”ları, önüne gelen Tarih Tezi’ne metelik vermeye tenezzül edemezlerdi. Ya neyderlerdi? Çok sıkıştırıcı genç sorular karşısında: “Saçma” derlerdi. “Deli Saçması”…

Kim varmış, yani, “bu memleket”te baştan bilim yapacak? “Batılı”ya sözümüz yok. İlla bir Türkiye’nin Türk’ü çıkıp, “Batı”dan intihal etmediği yorum yapmaya kalkışırsa, o, haddini bilmemek ki, Had: Batı biliminden intihal sınırında dolaşmalıydı. O sınırın tekeli ise ancak Akademik kariyerin elinde tanınırdı. Onlar hadlerini bilirlerdi.” (aynı eser, s. 241-242).

Kıvılcımlı çok genç yaşlarında bu özgüvene sahipti. 1935 kitapları arasında çıkan kitaplardan birinin adı Emperyalizm, Geberen Kapitalizm’dir. Bildiğimiz gibi 20 yıl kadar önce Lenin usta da Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması isimli bir eser yazmıştı. Daha 30’lu yaşların başlarındaki Kıvılcımlı, “taklit ediyor” denir diye düşünmeden Emperyalizmi Türkiye şartları açısından inceleyen bir kitap yazdı. Nitekim 1965 yılında da Lenin’in Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi kitabını çağrıştıran Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi kitabını yazar. 1936 yılında o zamanın “parlak” filozoflarından Henry Bergson’u bir kitapla eleştirmekten geri durmaz. Bergsonizm adlı eserini yazar.

Kıvılcımlı’nın devrimci özgüveninin önemli göstergelerinden biri de Hegel üzerine yazdıklarıdır. Yeni harflere aktarılıp bu yıl 50. yıl anması kapsamında kitap olarak yayınlayacağımız ““Hegel” araştırmasının girişinde kendi araştırmasını şöyle tanımlıyor:

“Engels’in hiç değilse Feuerbach üzerine Klasik Alman Felsefesinin Sonu eseri gibi ölmez dirilikte bir etüdü kaldı. Hegel üzerine Marks’ın veya Engels’in öyle ayrı bir incelemeleri olamadı. O boşluğu Diyalektik Maddecilik’e azıcık eğilen her baş duymazlıktan gelemiyor. Herkesin Marks’tan alarak bildiği bir şey vardır. Hegel diyalektiği tepesi üstünde yürür, ayakları üstüne getirilmelidir. İyi ama o baş aşağı duran Hegel diyalektiğinin kendisi neydi ve nasıl tepesi taklak yürüyordu?

Bunu Marksizm açısından yeterince İŞLEMİŞ ve yeterince YORUMLAMIŞ bir eser var mıdır? Şimdiye dek elimize geçmedi. Hegel üzerine yazılan bütün denemeler, Hegel felsefesini yine hep sırf Hegel’in anlattığı gibi anlatmaya çalıştı. O yüzden Hegelci diyalektik, Hegel’in kendisinde olduğu kadar karışık, ağdalı ve anlaşılmaz kaldı.

Çünkü aslına bakılırsa Hegel kendisi, kendisini gereği gibi anlamış değildi ve anlayamazdı da. Hegel’i anlamak ve anlatmak için Tarihcil Maddeciliğin imbiğinden geçirmek gerekiyordu. Hegel zamanında ise Tarihcil Maddecilik henüz doğmamıştı.

Diyalektiğin maddeci açıdan kavranılışı ve kullanılışı sırf Marksizm demekti. Oysa Marksizmi Hegel’e uygulanmak gerekliydi.

AŞAĞIKİ ARAŞTIRMA ÖYLE BİR DENEME OLACAKTIR (biz majiskülledik. Hegel”metni, giriş bölümünden).

Buraya bir de Cemil Meriç üstadın, günlüklerini içeren Jurnal adlı eserinde yer alan (8 Mart 1981 tarihli notundaki) Kıvılcımlı değerlendirmesini alalım:

Kıvılcımlı’nın Edebiyat-ı Cedide’yi feth-i meyyit (otopsi) masasına yatırdığı, küçük fakat dopdolu karalamayı kırk yıl önce okumuştum. Nazım’ın şiirleriyle ilk karşılaştığım zaman duyduğum tedirgin ve düşmanca bir ruh haletiyle ayrıldım o sayfalardan. Kıçıkırık bir edebiyat amatörü idim. Lise yıllarının kazandırdığı tek alışkanlık: oldukça ahenkli cümleler kurabilmek, bir yabancı dilde yazılan kitapları az çok sökebilmekten ibaretti. Kıvılcımlı’yı anlayamazdım. Şarkıdan çok çığlığa benzeyen bu ses, demir parmaklıklar arkasından geliyordu. Edebiyat-ı Cedidecileri toptan seviyordum. Kıvılcımlı, porselen mağazasına giren fil gibi, vitrinden hayran hayran seyrettiğim o muhteşem heykelleri deviriyor, çiğniyor, parçalıyordu. Böyle bir katliamdan zevk alamazdım. Yazar, belagat kanunlarını hiçe sayıyor, elindeki balyozu bir dönemin sevgi ve takdirleriyle taçlanmış o kibar heykelciklere savurup duruyordu. Her tahrip içimizde uyuyan canavarı şevke getirir. Otopsi, mahiyetini açıkça bilmediğim günahkâr bir sevinç de telkin ediyordu bana… “Otopsi”de yerini bulamamış haşin ve haşarı bir tecessüsün (merakın) arayış ve buluşları vardı. Atak, terbiyesiz, deli dolu bir yazardı Kıvılcımlı. Zincirlerini şakırdatan bir arslan edasıyla kükrüyordu… Kıvılcımlı, Kemalizmin zaferinden sonra, bir çağ edebiyatını, bütün pislikleri, bütün anakronizmleri ve başarıya benzeyen başarısızlıklarıyla tasfiyeye koşan bir neslin en uyanık, en şuurlu temsilcilerinden biriydi. Marksizm sert bir içki gibi başına vurmuştu. Nazım’ın Resimli Ay’daki “Putları Deviriyoruz” tefrikasını karalamak için şairane kabiliyet, Batı estetiği ile bir miktar yatıp kalkmış olmak yeter de artardı. Ama Edebiyat-ı Cedide’nin gerçek bir otopsisini yapmak, bu edebiyatın hastalıklarını, tercümanı olduğu medeniyetin hastalıkları olarak teşhis etmek, bir kelime ile Batı ile Doğu’nun muhasebesini yapmaya kalkmak, kıyaslanamayacak kadar çetin bir işti. Kıvılcımlı, peygamberane diyebileceğimiz çizgilerle, yapılması gereken araştırmanın oldukça başarılı bir taslağını sundu.

Daha sonraki Marksçılardan hiçbiri onun vardığı irtifaa (yükseklik) çıkamadılar. Düşünen bir adamdı Kıvılcımlı. Hızlı düşünen bir adamdı. Otopsi, yeni bilgilerle zenginleştirilebilir. O zaman için pek tabii olan aşırılıklar düzeltilebilir. Çığlıkta ahenk aranmaz. Bu bir polemiktir. Kıvılcımlı ülkemizin yetiştirdiği en büyük polemikçilerden biri olmak vasfını uzun zaman sürdürecektir” (Jurnal,2. cilt, s. 284-286, İletişim Yayınları).

1971 Nisan ayında Sıkıyönetimce aranmaya başlar. Evinden ayrılır ve ölümüne kadar geçen süre trajik bir kaçış öyküsüdür. İdamla aranmaktadır, prostat kanserinden dolayı ölüme yaklaşmaktadır. Bir de… Kendi satırlarından aktaralım:

“Şimdi üç ölüm cezası ile mahkûm bulunuyorum:

1 – Prostat Adeno Karsinom başlangıcı. Yetmişinde insan için tabii idam hükmüdür. Ona bir diyeceğim yok. Ondan kaçamam.

2 – Türkiye’de Sıkıyönetim Mahkemesi: “Yılanın başı”, “Azılı komünist” olarak, idam cezasıyla tevkifime karar verdi. Bunu da sosyal ve politik bakımdan ‘tabii’ sayıyorum. Bundan kaçtım.

3 – Nerede ve hangisi olduğunu bilmediğim bir “Türkiye Komünist Partisi”, beni bu sıra Parti’den atmış. Bu moral “idam” kararını artık “tabii” bulamıyorum. Ve kaçamıyorum.

1. ve 2. ölüm cezaları olacağına varır. 3. ölüm cezasına karşı hiç değilse burjuva mahkemelerindeki kadar savunma hakkımı kullanmazsam, bu savaş dünyasından giderayak, son görevimi yapmamış olurum.

1971 Haziranı Sofya’da –bana değil, yanımdakilere- benim “Türkiye Komünist Partisi”nden atıldığım söylendi.

O güne dek, “Parti” adına hiç kimse bana özel yaşantım veya ideolojim açısından en ufak bir eleştiri yahut bildiri yapmadı. Düşünce ve davranışlarıma karşı yalnız ‘saygı’ gösterileri duydum. (…) 50 yıllık pratikte, hiçbir polis işkencesi ağzımdan ne bir örgütü, ne bir kişiyi suçlayacak tek söz almadı. (…) 50 yıldır sık sık çağrıldığım Türkiye dışına, 50 dakika dinlenmek için olsun gidemeyecek kertede “içerideki” yükümlerimi bir an bırakamadığımı, sosyalist ahlakını sıfıra düşürmemiş hiç kimse inkâr edemez. Tartışılamaz gerçek bu iken, 50 yıl sonra kanser illetimin Türkiye’de tedavi olanağı bulunmadığı için, kavga arkadaşlarımın ısrarı ile ve kendi kanunlarını çiğneyen militarist-faşist mahkeme, en haksız yere idam cezasını peşime düşürdüğü gün, dışarıya kaçar kaçmaz önüme sosyalist ülkelerde çıkarılan bu politik ‘idam’ cezası, hangi vicdanın ve iz’anın ürünü olabilir? (Günlük Anılar, s. 251-253).

İşte bu üç ölüm cezası el ele vererek, biri diğerinden zerrece farklı ve insaflı olmadan bu büyük devrimcinin ülkesinden, kavgasından ve sevdiklerinden uzakta, Belgrat’ta bir hastanede ölmesini sağlarlar.

11 Ekim 1971 günü aramızdan ayrıldı Kıvılcımlı.

Ölümünden sonra izleyicilerince çeşitli yol ve biçimlerle Kıvılcımlı’nın düşünce ve eylemleri yaşatılmaya, sürdürülmeye çalışıldı, çalışılıyor. Biz burada o çalışmaları değerlendirmek durumunda değiliz. Ancak ölümünden sonra yayımlanmış olan eserlerini de sıralayarak sürdürelim bu 50. Yıl anma yazısını:

Ölümünün üzerinden geçen 50 yılda çeşitli çevreler ve yayınevleri tarafından çok sayıda eseri basıldı ve yayılmaya çalışıldı. Bu eserlerin sayısı (bazı derlemeler ve dergi yazılarından bazılarının kitaplaştırılması ile beraber) sağlığında yayımladıklarından daha az değildir.

68 gençliğinin bilimsel gerçeklerle yönlendirilmesi amacıyla çeşitli dergilere yazmış olduğu, bir kısmını yukarda andığımız yazıları broşürler halinde tekrar tekrar basılarak eğitimlerde kullanılmıştır. Ölümünden sonra basılan kitap ve broşürleri de analım:

Broşürler

Bunları sıralarsak: Üretim Nedir?, Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler, Türkiye’de Sınıflar ve Politika, Kısaca Marksizm Düşünüşü, Leninizm Nedir?, Diyalektik Materyalizm, Marx-Engels

Dergilerde yayımlanmış yazılardan oluşturulan Kitaplar:

Deccal Nasıl Kapımızı Çalıyor, Türkiye Köyü ve Sosyalizm, Kadın Sosyal Sınıfımız, Sayın İ.İ. Paşa’ya Açık Mektup

Çeşitli konuşma, konferans ve seminer metinleri:

Eyüp Konuşması, Dev-Genç Seminerleri, TİP İlçelerinde Seminerler, Durum Yargılaması Konferansı

Yarışma için gazetelere yollamak üzere yazılan:

Dinin Türk Toplumuna Etkileri, Türkçe’nin Üreme Yolları

Çeşitli yazılarından yapılan özel derlemeler:

Gençliğe Yazılar (68’in 40. yılı dolayısıyla değişik dergi ve kitapta yayımlanmış olan 17 yazıdan oluşturulmuş bir seçki.)

Tarih Yazıları (Kıvılcımlı’nın bazı yayımlanmış tarih etütleriyle birlikte, o zamana kadar yayımlanmamış ve çok az tanınan bazı yazıları da alınarak 2011 yılında yapılan derleme.)

Osmanlı Tarihi’nin Maddesi (3 Cilt tam metin), Devrim Nedir?, Günlük Anılar, (yukarda tanıtmıştık. Elazığ cezaevi günlerinde yazıldığı halde ancak ölümünden sonra 9 kitap halinde basılmıştır), Komün Toplumu Üzerine Notlar (Komün Gücü ismiyle basıldı), Allah-Peygamber-Kitap, Diyalektik Materyalizm Nedir, Ne değildir?, İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş: Japonya, Bergsonizm. Ayrıca kendi imkân ve gayretlerimizle çevirtip yayınladığımız üç kitap 1962 yazımı Hapishane Etüdü (Cezaevinin İçyüzü), 1930’lu yıllardan Tarihsel Materyalizm ve yurt dışına kaçışının perde arkası yazı ve belgelerden derlediğimiz OA Dosyası da son yayınlanan eserleri olarak sayılabilir.

Ayrıca önümüzdeki yıllarda yayınlamayı planladığımız Kurşunlu Cami Mahallesi isimli romanınındışında yayınlanmamış, eski yazıdan çevrilip yayınlanmayı bekleyen edebi ürünlerini de sıralayalım: “Baba” (1939), “Şeytana Kandil” (1940), Kördöğüşü” (1943), “Topal” (1945), “Ketim: Hava” (1945), “Kopil” (1945), “Kadir’in Kaderi” (1957-59), “Kızkardeşim de Olmayıversin”, “Ayıp”, “Evceğiz”, “İt”, “Nisan”

50 yıl önce kaybettiğimiz bu büyük savaşçı ustadan bize sağlam bir karakter, örnek bir kişilik, sarsılmaz bir devrimci mücadele azmi, sosyalizme ve örgütlü mücadeleye sıkı bağlılık ve kaya gibi sımsıkı bir devrimci özgüven gibi erdemlerinin dışında on binlerce sayfalık teorik eser kalmış. “Trajedimden başka bırakacak bir şeyim yok” diyen bu büyük devrimciden bugün bile yolumuzu aydınlatan ve sonsuza dek aydınlatacak olan teorik ve pratik bir hazine miras kalmış.

Onun bu eserlerine layık olabilmek dileğiyle bu büyük devrimciye tükenmez saygıyla.