Venezüella Zor Bir Dönemeçte – Ayşe Tansever
Venezüella zor, tarihi günler yaşıyor. Çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Henüz sosyalist iktidarın ölüm kalım savaşı içinde olduğunu söylemek biraz abartma olacaktır, ama ciddi bir darboğazdan geçiyor. Devrimin bugüne kadarki kazanımları sınavdadır. İç ve dış koşullar onu önemli bir darboğaza sokmuştur. Buradan ya güçlenerek çıkacak ya da geri adım atmak zorunda kalacaktır.
Ülkede 6 Aralık 2015’de parlamento seçimleri yapılacak. Burjuva sınıf her seçim öncesi yaptığı gibi saldırıyor. Petrol fiyatlarının dünya piyasalarındaki düşüşü de işin tuzu biberidir. Halk ekonomisi burjuva ekonomisi ile yarışta geri kalıyor. Burjuva güçleri de ekonomik güçlerini iktidarı devirmek için acımasızca kullanıyorlar. İktidar ekonomik bir tıkanıklık içinde. Bütçe açık veriyor. Kenara konulmuş bir birikim yok. “İflastan korunmak için yakında IMF’nin kapısı çalınabilir” deniyor.
Her yerde bir suçlu aranıyor. Chavez ve Maduro’yu popülist davranmakla suçlayanlar var. Kutuplaşma epey yükselmiş. Bir iç savaşa gidildiğini söyleyenler var. Seçimleri burjuva muhalefetin kazanma olasılığı hiç bu kadar yüksek olmamış. O zaman sosyalist iktidarın parlamentoda çoğunluğu kaybetmesi ile yeni yılda Maduro’nın iktidardan alınması söz konusu olabilecek. Ama Venezüella halkının devrimine sahip çıkacağına kesin gözü ile bakanlar da var. Halkın 16 yıllık süreçteki kazanımlarını canı pahasına koruyacağına inanıyorlar.
Yazımızda Chavez ile başlayan Bolivar devriminin deneylerini ve sonuçlarını derinlemesine incelemeye çalışacağız. Onu içeriden incelemeye geçmeden en başta şunu söylemek yanlış olmaz: Venezüella bu kısacık döneminde birçok başarılar elde etmiştir. En önemli başarısı dış politikasıdır. Batı’nın ona olan düşmanlığı bunun kanıtıdır. ABD’nin ona ambargo koyup abluka altına alması sadece Venezüella’nın petrol zenginliği ile açıklanamaz. Venezüella dış politikada Batı’ya iyi saldırmış ve çok başarılı işler yapmıştır. Onun çıkarlarına dokunmuştur. Venezüella dünyada bir çığır açmıştır. Bunu kimse inkâr edemez. Venezüella’nın dış politikadaki başarılarına bakarak başlayalım.
Batı’nın Düşmanlığı
Batı emperyalist güçleri sürekli Venezüella’ya karşı bir saldırı içindedirler. Yakasından düşmüyorlar. 16 yıllık geçmişi boyunca birçok darbe yaşandı. Kaç kez hem Chavez’e hem de şimdilerde Maduro’ya suikast düzenlendi. Onların amacı sadece Venezüella burjuvalarını iktidara getirip, genel finans-kapital çıkarlarını korumak ya da sürdürmek değildir. Asıl olan Venezüella iktidarının 21. Yüzyıl Sosyalizmi olarak uyguladığı dış politikalarla da ilgilidir. Bunu kendi dilimize çevirirsek Venezüella kıtada öyle politikalar uygulamaktadır ki Batı emperyalist güçlerinin cinlerini tepesine çıkartıyor.
Venezüella Chavez ile Latin ve Güney Amerika kıtasında bir sol dalga yarattı. Sanki sosyalizmi Küba hücresinden alıp tüm kıtaya aşıladı. Hatta yalnız kıtada değil tüm dünyada finans-kapital çıkarlarına karşı bir cephe oluşmasına öncülük etti. Günümüz Avrupasındaki Syriza’dan Podemos’a birçok sol güç buraya gelip yaşananlardan öğreniyorlar. Kendilerine örnekler alıyorlar. Dünya solu açısından büyük bir deney alanıdır. Avrupa topluluğunun hemen hemen her ülkesinde şekillenmeye başlayan eski Komünist Partilere alternatif sollar Venezüella’nın açtığı yoldan esinleniyorlar. Venezüella halklarının kazanımları diğer kıta ülke halklarına örnek oluyor.
Latin Amerika kıtasında büyük bir Chavez hayranlığı vardır. Yoksul halklar uyanıyorlar ve iktidarlarına her alanda baskı yapıyorlar. Bolivya ve Ekvator gibi zaten 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni bayrak etmiş ülkeler dışında Brezilya, Arjantin, Uruguay, hatta Peru, Şili gibi ülke iktidarları bile halklarının baskısından korktukları için eskisi gibi ABD çıkarlarına evet demiyor, diyemiyorlar. En ABD uşağı Kolombiya’nın yeni lideri Santoz bile FARC ile barış görüşmelerine oturma dışında da sola yakın politikalar uyguluyor, uygulamak zorunda kalıyor. Hatta Venezüella ile son sınırların kapanması öncesi diplomatik düzelme bile yaşandı. Venezüella Bolivar Devrimi ile, çoktan ölmüş olan yeni liberal politikalar ve kemer sıkma politikaları altında inleyen halklara bir alternatif doğmuştur. Finans-Kapital güçleri açısından bu gerçekten önemli bir tehlikedir. Ölümlerini görüyorlar. Venezüella bu direnişin yol açıcısıdır.
Ayrıca ABD ve Batı kendi çıkarlarını dayattığında elbette sırf yoksul halklar ezilmiyor, bölge burjuvaları da paylarını alıyorlar. Onun çıkarlarına boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin sol dalgası bölge burjuvalarını da oldukça özgürleştirdi. Bölgedeki hiçbir burjuva iktidar Chavez’in ABD’ye karşı açtığı bayrağa karşı çıkıp “hayır biz ABD gölgesinde, ABD serbest ticaret alanına gireceğiz” demedi. Chavez politikalarının arkasında saf tuttular. Artık onlar da ABD baskılarına karşı direnebiliyor, üstelik aralarında ortak davranabiliyorlar. ABD’ye meydan okuyup daha bağımsız politikalar izleyebiliyorlar. Dünya’da istedikleri ülkelerle ittifaklar kurabiliyorlar. Destekler verebiliyorlar. Chavez’in açtığı yol işlerine yaradı. Bağımsızlaştılar.
Bölgedeki liberal ülkeler, Mercosur (Güney Pazarı) adında Avrupa Birliği’ne benzer bir ortak pazar geliştirmeye çalışıyorlardı. Chavez öncülüğünde buna alternatif ALBA kuruldu. ALBA 21. Yüzyıl Sosyalizmi ilkelerine uygun bir ülkeler topluluğudur ve ekonomik, siyasi bir güç olarak gelişiyor, 9 asil üyesi var (Bolivya, Küba, Dominik, Ekvador, Nikaragua, St.Lucia- Vincent ve Grenada, Surinam ve Venezüella) ve 5 ülke de gözlemci statüsünde yer alıyorlar. ALBA’nın, Sucre adında para birimi, bankası, yayın organları, siyasi kurumları var. Birbirlerine maddi, manevi destek oluyorlar. Sağlık alanında ortak çalışıyor, ortak sosyal projeler geliştiriyorlar. ABD’nin yaptırımlarına karşı onlar da ABD’ye yaptırım koymayı konuşuyor ve birbirlerine destek oluyorlar. Hatta Mercosur burjuva birliği ile işbirliği yapıyorlar birleşme arayışları içindeler. Yeni gelişen Avrupa solu, Avrupa topluluğunun ALBA’yı örnek alması ve değiştirilmesini savunuyorlar.
Onun dışında bölgedeki küçük, güçsüz, yoksul ülkeler aralarında UNASUR (Güney Birliği) CELAC, Petrocaribe (Karaip petrol ülkeleri) gibi ABD karşısında koruyucu topluluklara üye oldular. Orta Amerika’da Honduras’da bile sol güçler iktidar olunca artık ABD darbe yapmak zorunda kaldı. Tüm güney kıtası bu darbeye karşı direndi. Devrik başkanı ülkelerinde sakladılar. ABD koskoca kıtada yapayalnız kaldı. Tam bir meydan okuma yaşandı.
Meksika’da Zapatistalar’ı unutmayalım. Güney kıtası bunlara tam destek veriyor. Meksika halkları artık liderlerinin mafya uygulamalarına karşı susmayıp sokaklara dökülme gücünü güneyden alıyor. Güneydeki yerli halklar bir daha geri döndürülemez şekilde haklarını her fırsatta savunuyorlar. Hatta direniş son zamanlarda ABD’nin içinde yükseldi: İçerideki zenci halkların çeşitli direnişleri. Bu kadar çok zenci katliamı aslında kıtanın güneyinde başlayan uyanışın bir uzantısıdır.
Eskiden ABD’nin arka bahçesi ilan ettiği bir alanda böyle şeyler düşünülebilir miydi? Kimin haddine ABD’nin isteklerinin karşısında durabilmek, BM’de onun politikalarına karşı oy kullanılabilir miydi? Kıtanın güneyi Libya’da Kaddafi, Suriye’de Esad’a saldırı yapmasının karşısında cephe oluşturdular. Filistin ve Kürt halklarını destekliyorlar. Suriye göçmenlerini ülkelerine alıyorlar. İran’a en büyük destek gene buradan geliyor.
Bu bayrak açılmamış olsa Çin ve Rusya Latin Amerika’ya girip yatırımlar yapabilir, dayanışma gösterebilir miydi? Brezilya acaba BRİC örgütü içine girebilir miydi? Venezüella BM Güvenlik Konseyi’ne üye seçilebilir miydi? Mümkün değil! ABD artık hiç bir politikasını bölgede tutturamıyor. Bölge dışında dünyada kendine yandaş bulamıyor. Çeşitli sol renklerin arasında bocalıyor. Küba ile ilişkilerin normalleşme kararı bu baskının bir sonucudur. Tüm OAÖ üyeleri Küba’yı topluluğa katma ve ambargonun kalması doğrultusunda baskı yaptılar. Sonunda ABD yalnızlığından kurtulmak için buna bile razı oldu.
Kıtaya sosyalizm bayrağını diken Küba ise o yolu genişleten Chavez’in Venezüella’sıdır. Artık “çıbanın başı” Venezüella’dır. Bayrağı Küba’dan o teslim aldı. Artık bayrak “petrol zengini” daha güçlü Venezüella’nın elindedir. ABD Venezüella’ya saldırmasın da ne yapsın? Venezüella iktidarı ABD’nin ve tüm emperyalizmin baş düşmanıdır. Öyle bir düşmandır ki İran gibi onu dünyadan tecrit edemiyor. Onunla geçinmeye zorlanıyor. Venezüella “yılanının başıdır, ezilmelidir, mutlaka yok edilmelidir”. Yıllardır küçücük Küba’yı hazmedemeyen ABD şimdi kocaman bir düşman ile karşı karşıyadır.
Hem de bu düşmanın elinde kendinde olmayan bir silah, petrol vardır. Venezüella dünyada varlığı tespit edilmiş en büyük petrol alanlarına sahiptir. Bu alanlar Suudi Arabistan’dakinden bile çoktur. Ayrıca Venezüella petrolünü çevresindeki ülkeleri ezme, işgal etme aracı olarak kullanmıyor aksine yoksul Karabik ülkesi dışında bizzat ABD ve İngiliz yoksullarına ayrıcalıklı fiyatlarla dağıtıyor. Var mı dünya da bunun eşi, benzeri? Bu türden dayanışmayı bir zamanlar Sovyetler Küba’ya göstermişlerdi. Chavez Bush’a şeytan demişti. Bush da ona “melek” demeliydi. Venezüella 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin, barış, dayanışma, eşitlik gibi ilkelerini dış politik model olarak ABD’nin karşısına dikiverdi. Kapitalizmin vahşi sömürü düzenine karşı alternatif bir sistem olarak ortaya çıkıyor.
Bütün bunlara karşı ABD çaresizdir. Venezüella muhalefetini desteklemek için artık milyonlarca doların önemi yoktur. Onları paraya boğabilir, boğuyorlar da. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi?
Küba ile ilişkilerin normalleştirilmesi kararının açıklandığı günlerde Obama senatonun Venezüella’ya yaptırım kararını imzaladı. İnsan hakları bahane edilerek devlet yetkililerine vize verilmeyecek ve yurt dışındaki mal varlıklarına el konulacaktır. Bölgedeki birçok ülke ve Mercosur, ALBA toplulukları kararı protesto ettiler. 133 üyesi olan G77 ve Çin de sert bir dille yaptırıma karşı çıktı. Kararın BM anlaşmalarına aykırı olduğunu, bir ülkenin iç işlerine karışılamaz ilkesinin çiğnendiğini söylediler. Her zamanki gibi ABD gene bildiğini okuyor.
Venezüella’nın 21. Yüzyıl Sosyalizmi uygulamaları dış politikada bölgeye bir rahatlama getirmiştir. ABD’nin ve Batı’nın bunu hazmetmesi düşünülemez. Venezüella’nın dış politikadaki antiemperyalist başarıları engellenmeli, ülke içinde kökü kazınmalıdır.
Sürekli Saldırı, Baskı
Venezüella 21. yüzyıl sosyalist iktidarının devrilmesi için Batı emperyalist güçleri ülkeyi abluka altına alırken içeride de büyük kapitalist burjuva güçlerle sıkı bir işbirliği yapılır.
Chavez’in 2013 Mart’ında ölümünden önce 2012 Aralık ayında yerel seçimler yapılmıştı. Her seçimde Venezüella büyük burjuvazisi elindeki ekonomik gücü kullanarak ülkede yapay bir kıtlık yaratır. Ortalığı karıştırırdı. 2012 Aralık seçimleri öncesi başlayan bu saldırı ve baskı bu kez Chavez’in hastalığı nedeniyle seçimler sonrası devam etti. Öldükten sonra başkanlık seçimleri nedeniyle baskı sürdü. 2013 Nisan ayında Maduro 1,5 puanlık oy farkı ile seçimleri kazandı. Ama bu az oy farkı muhalefeti yüreklendirdi ve saldırılarına devam ettiler. Seçim sonuçlarını tanımadıklarını açıkladılar. Sonra aynı yıl yerel seçimler vardı o nedenle 2013 yaz aylarında birkaç ay soluklandıktan sonra yaz sonlarında ekonomik saldırıya yeniden başladılar. Aralık 2013 sonrası ise yeni bir saldırıya başladılar. Ama bu saldırı diğerlerinden farklıydı. İşin içine ekonomi dışında başka faktörler sokuldu.
2014 ilkbahar saldırısı Doğu Avrupa ülkelerindeki renkli devrimlerden örnek aldı. Sharp’ın “Yumuşak Darbe” ideolojisi çerçevesinde önce yapay bir huzursuzluk yaratılır, suçlu iktidar gösterilir, arkasından halklar sokaklara dökülür ve iktidar alaşağı edilir. Buna da “halk ayaklanması” denir. Bir de o günlerde “Arap Baharı” ayaklanmaları yaşanıyordu. Tüm dünyaya “Venezüella halkları diktatör sosyalist lidere karşı ayaklandı” denildi. İşte o peşinden koşulmaya çalışılan 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nde de iş yoktu ve o da Mısır, Tunus vs. olduğu gibi bir diktatörlüktü. Dünya halklarına bu yanlış izlenim verilmek istendi.
Saldırının planlayıcıları Venezüella büyük bvurjuvaları ile işbirliği içinde, Maduro’nun kovduğu, sonradan CIA ajanı olduğu kanıtlanan eski ABD konsolosu ve Kolombiya eski devlet başkanı Uribe idi. Yerel bağlantıları da halkı savaşa çağıran, silahlanmaya iten aşırı muhalefet lideri Lopez oldu. (Geçenlerde yargılanması bitti ve halkı savaşa kışkırtmaktan 13 yıl 9 ay hapse mahkum oldu.) ABD ve Kanada her türden maddi manevi desteği verdiler. Boyalı basın da yalan propagandalarına başladı. Devreye Kolombiya paramiliter güçlerinden, silahlı uyuşturucu çetelerine kadar herkes sokuldu. Hatta bazı otellerde El-kaide bağlantısı olduğu saptanan intihar saldırıcılarının yakalanması da bu işin ne kadar büyük bir plan ve örgütlülükle yapıldığını gösterir. Plana göre ortalık iyice karışınca sonunda ABD, Venezüella’ya asker bile çıkartacaktı. Irak ve Afganistan’a girdiği gibi buraya da girecekti.
Fakat olaylar başlar başlamaz bunun “Arap Baharı” ya da son zamanlardaki halk protestolarından farkı ortaya çıktı. “Arap Baharı” yaşanan ülkelerde sokağa dökülen halklar barışçıldılar. Ancak devlet güçleri onlara gazlar, silahlar ile saldırdığında halklar da kendilerini savunmak için ellerine taşlar sopalar aldılar. Kendilerini savunmak için barikatlar kurdular, sokakta buldukları şeyleri yakıp yıktılar. Şiddet ilk karşıdan geldi. Ve genellikle de silah kullanılmadı. “Arap Baharı” ülkelerinde, bizim Gezi Parkı’nda da olaylar böyle gelişti.
Ama Venezüella’da sokaklara çıkanlar zengin mahalle gençleriydi. En önemlisi gençler protestoya ilk günden şiddetle başladılar. Ellerinde silahlarla sokaklara çıktılar. Barikatlar kurdular ve aralarına Ukrayna’daki gibi silahlı kişiler aldılar. Bu silahlı kişiler Kolombiya’dan içeri sızmış paramiliter eğitimli katillerdi. Yüzleri maskeliydi. Rastgele ortalığı kurşun yağmuruna tuttular. Ya da özel uzak mesafe görür gözlükler ve silahlarla sırf “devlet güçleri vurdu” süsünü verebilmek için belirledikleri kendi saflarından kişileri kurşunladılar. Ya da halkı kışkırtmak için oradan geçen sıradan insanları hedef aldılar. Karışıklık yaratmak istediler.
Verdikleri tahribatlara bakalım. Metro istasyonlarına girdiler. Yepyeni, daha kontak açmamış kaç tane metrobüsü yaktılar. 100’ün üstünde otobüs tahrip edildi. Barikat yapmak için 5000 tane ağaç kestiler. Bir ulusal parkı ateşe verdiler. Hedeflerinde yalnızca sokak lambaları, yoldan geçen, park etmiş arabalar yoktu. Devlet dairelerini, başsavcılık binasını yaktılar. 15 tane yepyeni üniversite yakıldı. Venezüella tarihinde ilk kez üniversitelere saldırı yaşanmış oldu. Elektrik trafoları başlıca hedefler arasındaydı. Kente elektrik taşıyan kabloları yaktılar. Karakas’ta içme suyu depolarına bile bile petrol dökerek kullanılmaz hale getirdiler. Konut Bakanlığı’nı molotof kokteyller ile yaktılar. İçerideki 1200 tane işçi son anda kurtarıldı. Binadaki 100’e yakın ana okul öğrencisi neredeyse yanıyordu, mucize eseri kurtuldular. Hastanelerden ne istediler hala bilinmiyor. Kübalı doktorların çalıştığı 152 tane sağlık ocağını kullanılamaz hale getirdiler. Olaylarda yarısı polis 43 kişi öldü. Çok sayıda kişi tutuklandı.
Venezüella’da bu saldırı karşısında Maduro iktidarı savunma taktiğini uyguladı. Venezüella polisinin elinde silah yoktur ve son güne kadar da yoktu. Maduro’nun yönettiği söylenen kolluk kuvvetleri özellikle titiz davrandı. Maduro istese barrioları sokaklara dökebilirdi. Ama aksine onları sakin olmaya çağırdı ve böylece ülke bir iç savaşın eşiğinden döndü. Batının ayaklanma planı boşa düştü.
Maduro iktidarı Batı basınının yalan dolan düzmece haber bombardımanına karşı çok başarılı bir kampanya yürüterek yalan ve yanlış haberlerini tek tek anında deşifre etti. Batı basını iktidarı vahşi, saldırgan göstermek için başka yerden çekilmiş fotoları kullandı. Örneğin; Haiti’de yerde ölü yatan çocuklar Maduro iktidarının katlettiği çocuklar oluverdiler. Suriye’de yıkılmış harabe ev resimleri Venezüella’da gibi gösterildi. Malezya protestocuları ile polis çatışması sanki Karakas’ta yaşanmış gibi basıldı. Bizzat Chavez’in düzenlediği bir gösterideki kalabalık muhalefet protestosu oluverdi. On kişilik grup 100’ler, binler yapıldı. Böylece dünya halklarının gözünde 21. Yüzyıl Sosyalizmi bir diktatörlük olarak çizildi. Chavez ve ideolojisi sorgulama altına alındı. Hatta bazı radikal solcular bile bunlara inanıp Chavez projesini sorgulamaya başladılar.
Olaylar bütün ülke çapında değil, 335 belediyeden muhalefetin başta olduğu önce 9 sonra da 3 belediyede yaşandı. Muhalefet valileri buralarda polisle işbirliği içindeydi. Barikatları burjuvaziden rüşvet olan polisler korudu. Bu işbirliği nedeniyle sonra 2 vali tutuklandı.
Maduro zengin protestocu gençleri defalarca masaya çağırdı. Burjuva kesime, gelin görüşelim, dedi. Derdiniz nedir? Ne istiyorsunuz? Anlatın tartışalım, dedi. Hiçbiri gitmedi. Gezi Parkı’nda böyle bir şey oldu mu? Mısır’da Mübarek böyle bir çağrıda bulundu mu? Göstericilerin tek talebi Maduro’nun gitmesiydi: “Exit” ya da “Saluda”, çık-git, dediler. Gerekçelerini yüz yüze anlatacak, savunacak cesaret ve güçleri yoktu.
Sonuçta, 2014 Şubat başından Nisan ortalarına kadar yaşanan sokak olayları, Venezüella’da sıradan halkların iktidara karşı protestosu değil, büyük burjuvazinin planlı bir saldırısıydı. Arkasına gizlendikleri ekonomik bozukluklar, kıtlıklar, enflasyon gerekçelerinin sorumlusu da iktidar değil kendi babalarıydı.
Venezüella burjuvazisi Nisan başlarında “yumuşak darbe” yani “sokakları ısıtarak” iktidarı deviremeyeceğini anladı. Çünkü sıradan halkları bu protestolara katamadılar. Başkentin yoksul mahalleleri, merkezleri ve birçok kentte hayat normal sürdü. Halklar Maduro’nun sözünü dinlediler ve sokaklara son ana kadar dökülmediler. Dışarıdan seyrettiler. Sokaktaki zengin çocukların sabrı her gün sokakta olmaya yetmedi, bıktılar. Ayrıca protestoları kışkırtan liderler, valiler tutuklandı. Bazısı da saf değiştirdi.
Bir iç savaştan kaçınmak için savunmayı seçen iktidar güçleri muhalefetin zayıflamaya başladığını hissettiler. Gençler her gün barikatlardan bıkmaya başladılar. İktidar motosikletli güçlerini devreye soktu. Motorize güçler ülkenin en aktif ve örgütlü militanlarıdır. Muhalefetin saldırı gücü zayıflayınca bir de Maduro barriolarla kentin merkezinde gösteri yapmaya başladı. Halkın muhalefetin değil iktidarın arkasında olduğu artık açıkça ortaya çıktı. Ancak o zaman muhalefet ileri gelenleri Maduro’nun defalarca yaptığı masaya oturup görüşme teklifini kabul etmek zorunda kaldılar.
Muhalefet masaya oturur oturmaz da parçalandı. Sokak gösterilerinin arkasında, planlayıcısı olan radikal muhalefet görüşmeleri reddetti. Ilımlı iş çevreleri örneğin; işverenler odası ve Maduro karşısında aday olan H.Caprilles ise masadaydılar. O günden beri de muhalefet parçalıdır, bir araya gelemiyorlar. Ortak bir zeminde buluşamıyorlar. Aralık seçimlerine de böyle katılacaklar. Yaptıkları saldırıdan parçalanarak çıktılar.
Masaya oturmanın iki taraf için de taviz olup olmadığı çok tartışıldı. Muhalefet kanadı baştan beri reddettiği Anayasa’ya saygılı olma sözü verdi. Karşılığında da kendinin çoğunlukta olduğu bazı bölgelere devlet kredilerinin verilmesi ve bazı devlet kadrolarına kendi adamlarının alınmasını kabul ettirdi. Bu sonuca bakarak bir takım tavizlerin verildiğini söylemek doğrudur. Haziran başında görüşmeler kesildi ve birkaç ay sonra da eski ekonomik saldırılar yani depolama, kıtlıklar, kuyruklar, kaçakçılık yeniden başladı.
Dünya piyasalarında petrol fiyatlarının düşmesi Venezüella’yı olumsuz etkiliyor. 2014 Haziran ayında 115 dolar olan petrol fiyatı yavaş yavaş düşmeye başladı. Şimdilerde 50 dolar seviyesinde seyrediyor. Venezüella’nın petrol zengini Arap ülkeleri gibi kenara koyduğu birikimi yoktu ve bu düşüşten etkilenmeye başladı. Muhalefet şimdilerde düşüşten yararlanmaya kalktı. Eski ekonomik saldırısı arttı. Ülke aşağıda anlatacağımız bir darboğaza girdi. Eskiden ekonomik saldırı bir süre sonra ya da seçimler bittikten sonra şiddetini kaybederdi. Şimdi işveren kesimi iktidarı iyice baskı altına almak için saldırıyı hafifletmiyor. Maduro ve işverenlerle bir “barış için çalışma gurubu” kuruldu. Ülkenin bu sorunların üstesinden gelmesi için onların fikri alındı. Onlar kıtlık ve enflasyonun çözümünü ülkede serbest pazar koşullarının kurulmasında buluyorlar. Yani, kapitalist pazar geri gelsin fiyatlar arz ve talep yasalarına göre belirlensin o zaman ne kıtlık kalır ne enflasyon, diyorlar. Maduro halk ekonomisinin böyle bir rekabete şu anda dayanamayacağını görüyor. Sübvansiyonlara devam ediyor. Maduro dışarıdaki paralarını getirip yatırım yapmalarını istedi. Onlar da kuru serbest bırakmasını istediler. Bu noktada görüşmeler her zamanki gibi kilitlendi.
Ekonomik saldırıya karşı devletin aldığı önlemlerin pek işe yaramadığı görülüyor. Kıtlık ülkede şimdiye kadar görülmemiş şekilde arttı. Karaborsa almış başını gidiyor. Sıradan halk bile depolama yapıyor. Bu durumda her şey ateş pahası oluyor. Enflasyon yükseliyor. Halkı korumak için maaşlar ve ücretler enflasyona göre ayarlanıyor. Böylece enflasyon daha da yükseliyor. Tam bir kısır döngü başlıyor. Düzeltmek için Maduro bir takım değişik para sistemleri devreye soktu, ama bunlar da soruna çözüm getirmiyorlar. İşveren çevreleri de yangına körük ile gidiyorlar. Bu nedenle, 21. Yüzyıl Sosyalizmi ciddi bir darboğaz içindedir. Maduro, kemer sıkma politikaları uygulamıyor ve uygulamayacağı sözünü veriyor, ama önümüzdeki günlerde Misyonlara para bulmak zorlaşabilir. Seçimlerden sonra acı reçeteler devreye girebilir.
Ayrıca Chavez’in partisi PSUV yekpare bir parti değildir. Chavez iktidara geldikten sonra sol güçleri bu parti bayrağı altında birleştirmişti. O günden beri de çeşitli görüşler varlıklarını PSUV içinde sürdürüyor. Parti içinde hâkim iki kanat, radikal ve ılımlı Chavezciler vardır. Sınıf Mücadelesi (Luchade Clases) ve Sosyalist Akım (Socialist Tide) gurubu radikal Chavezcilerin belli başlıları arasındadır. Bunlar daha devrimin ilk gününden beri Sovyetlerdeki gibi bir devrimle burjuva sınıfının ilgası, üretim araçlarının devletleştirilmesini savundular. Ülkede şimdiye kadar yaşanan tüm sorunların sorumlusunun burjuvalar olduğunu, tutarlı bir şekilde yıllardır kendi sınıf çıkarlarını savunduklarını söylediler. İktidarı burjuvaziye yumuşak davranmakla suçluyorlar. Petrol fiyatlarının düşmesi ile içine girilen durumu da gene devrimin kendi istedikleri gibi yapılmamasına bağlıyorlar. Maduro iktidarını reformistlikle suçluyorlar. Sonuçta her burjuva saldırısı sonucunda PSUV içinde de olumsuz sesler yükseliyor. Bir de bunlarla baş etmek gerekiyor.
Maduro iktidarı son 3 yıldır hiç rahat yüzü görmedi. Aksine şiddetini giderek arttıran çeşitli saldırı biçimleri ile karşı karşıyadır. Sorunlar birikiyor, büyüyor. Venezüella’da güçler dengesi hala halktan yana güçlenemiyor. Şimdilerde denge petrol fiyatlarının düşmesi ile değişmeye gebedir. Ne tarafa değişeceği büyük bir sorudur.
Burjuva Ekonomik Saldırısı ve Devlet Savunması
a) Burjuvazinin ekonomik saldırı yöntemleri
Yaşanan Sovyet sosyalizminde üretim araçlarının kamulaştırmasına rağmen işçi sınıfı kapitalist üretim ile baş edecek ve halkın ihtiyaçlarına yanıt verecek düzeyde üretim yapamadı. Bu nedenle de bürokrasiden parti kemikleşmesine, tüketim malları kıtlığına gibi birçok sorunla yüz yüze gelerek tarihe gömüldü. Chavez de yaşananlardan ders aldığı için 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni şiar yaparak ikili iktidar modelini denemeye soyundu. Yani halkın üretim yapmayı, ekonominin tüm çarklarını döndürmeyi öğreneceği bir süreç yaşanacaktır. Halkın üretimi öğrendiği süreç içinde güçler dengesi kollanarak bu ayrıcalık burjuvazinin elinden alınacaktır. Yani Sovyetlerin en başta devrim ile yaptığı, bir sürece yayıldı. Bu o güne kadar denenmemiş, bilinmezlerle dolu bir yoldur. Şimdi de bu 21. Yüzyıl Sosyalizmi denizinde pek çok fırtınalar, çalkantılar yaşanıyor.
16 yıldır halkın üretimi öğrenme süreci burjuvalar ile birlikte sürüyor. Seçimler dönemi yaşanan kıtlıklar ekonomik üstünlüğün hala burjuvazinin elinde olduğunu gösteriyor. Venezüella burjuva muhalefeti ülke ekonomisinin hala 2/3’ünü elinde tutuyor. Stratejik olarak belirlenen petrol, alüminyum ve çelik fabrikaları gibi birkaç temel sanayi dışındakiler özel sektörün elindedir. Altta sosyalizm sürecinde yaratılan işletmeler vardır. Devlet 2012 yılına kadar 1168 şirketi millileştirmiş, ama bunlar ülke üretiminin ancak 1/3’ünü yaratıyor. Tarımda kendi karnını doyuran bir ülke olma konusunda geçmişten miras kalan ağır bedel hala ortadan kaldırılamadı. Karınlar ithal mallarla doyurulabiliyor. Yani siyasal iktidarın ipleri halkın elinde olsa bile ekonomininkiler Venezüella burjuvazisindedir. Ekonomik güçleri ile iktidarı zor durumlara sokabiliyorlar. Petrol fiyatlarının düşmesi ile de bunlar arttı.
Chavez’in parlamentodan geçirdiği karara rağmen dış ticaret konusunda da iktidar büyük bir ilerleme sağlayamadı. İthalat büyük ölçüde hala muhalefet güçleri tarafından gerçekleştiriliyor. Burjuvazi petrolden elde edilen döviz ile ithalat yapıyor ve cebini dolduruyor.
Seçim dönemleri ya da iktidar ile pazarlık sırasında yapay kıtlık yaratmayı çok sık kullanıyor ve başarı sağlıyorlar. Halkın ihtiyaç duyduğu mallar birden market raflarından kalkar. Süt, mısır unu, tuvalet kâğıdı vs. vs. bulunmaz hale gelir. Karaborsa başlar. El altından aranan maddeler fahiş fiyatlara satılır. Başka bir kara ekonomi doğar. Evvelsi yıl başkanlık seçimleri sırasında en az 40 000 ton kıtlığı çekilen mal depolarda ele geçirilmişti.
Bu kıtlık öyle aç kalmak anlamında bir kıtlık değildir. Ülkede aç insan yok. Ama aranan malın bulunma garantisi ortadan kalkıyor. İnsanlar her an her şeyi bulamamanın huzursuzluğunu yaşıyorlar. Mal geldiğinde de bu kez herkes ihtiyacından fazlasını alıyor. Depoluyor. Depoladığını fahiş fiyata satıyor. Kuyruklara giriyor, saatlerini harcıyor. Düzenine duyduğu güveni sorgulamaya başlıyor. Son zamanlarda kuyruklarda ayaklanmalar, yağmalamalar olduğu haberleri var. Burjuvazi iktidara güvensizlik tohumları ekiyor.
Kıtlık ile birlikte her şeyin fiyatı artıyor. Yerli ve ithal metaların fiyatı görülmedik düzeylere çıkıyor. Beyaz eşya fiyatları rekorlar kırıyor. Fahiş fiyatlara bir örnek verelim. 4,200 bolivara yani 668 dolara alınan bir çamaşır ve kurutma makinesi seçim dönemlerinde 47,000 yani 7,470 dolara satılıyor. Yani % 100’ün üstünde bir zam yapılıyor. Ülkede üretilmeyen televizyon, ütü, cep telefonu gibi ürünler akıl almaz fiyatlardan alıcı buluyor.
Sonuç korkunç bir enflasyondur. Enflasyon Venezüella’nın petrol ile başlayan temel sorunudur. Chavez’den çok önceleri başlamıştı ve son olaylar sırasında çığırından çıktı. Daha açık yazarsak, bir yanda ithalata dayalı bir ülke ve bunun burjuvazi elinde olması, diğer yanda burjuvazinin dövizleri dışarı kaçırma tehlikesi Venezüella iktidarının zayıf yanıdır. Burjuvazinin ulusal değerlerden biriktirdiği sermayenin dışarı kaçması engellenmelidir; o nedenle iktidar dövizi serbest bırakmaz, denetiminde tutar. Öbür yandan da halkın ihtiyacı olan malların ithali için onlara döviz verir. Halkın ihtiyaçlarının ucuz karşılanması için de ithal dövizini ucuz tutmaya çalışır.
Süreç şöyle gerçekleşir: İthalat yapacak firma malların listesi ile devlete başvurur ve ucuz kurdan döviz alır, ithalatı gerçekleştirir. Bunlar fabrika yan ürünü olabilir, yiyecek maddesi olabilir. Burjuvazinin ithal edeceğim diye devletten aldığı dövizin karşılığı malı getirip getirmediğini devlet etkin bir şekilde kontrol edemez. Bu yolla kaçan dövizin haddi hesabı yoktur. Gene ithal edilen yiyecek maddelerinin alım ve satım arasındaki fiyat ayarlamasını denetlemek gene zor bir iştir. Çünkü rekabet, serbest pazar yoktur. Burjuvazi kendi arasında anlaşır. Daha büyük bir yolsuzluk yolu ise içeri giren tüketim maddesinin tekrar komşu ülkelere satılmasıdır. Kolombiya ve Brezilya en baş pazarlardır. Ne olur? İthalatçı ucuz döviz ile ithal ettiği malı Kolombiya’ya kaçırır ve iyi fiyata satar sonra dövizi içeri getirir döviz karaborsasında fahiş fiyata bolivara değiştirir. Yani iki kez üç kez kar etmiş olur. Sonra, yeni mal ithal edeceğim, diyerek birkaç bolivara gene döviz alır.
Örneğin; tek bir dolar resmi kurda 6,3 karaborsada 60 bolivardır. Ama bu zaman zaman 78 hatta seçim sırasında 100 bolivara kadar tırmandı. Petrol fiyatlarının düşmesi ile de 600 bolivarın üstünde seyrediyor. Rakamın daha da yüksek olduğunu yazanlar var. O zaman ithal edilen malı ülke içinde satmak yerine normal fiyatından Kolombiya’da satıp dolar olarak ülkeye getirip karaborsada dolar satmak çok karlı bir iştir. Bu iş o kadar karlıdır ki sonuçta onlarca yapay şirket kurulur. Onlarca naylon fatura piyasada ithal için dolaşır. Dış finans kapital güçleri de bu işi bilirler ve Venezüella’daki yandaşları ile işbirliği yaparlar. Venezüella iyi bir pazardır.
Burjuvazi bu oyunu Chavez öncesinden beri yapmayı çok iyi öğrenmiştir. Eylül 2014’den beri de artık iş zıvanadan çıktı.
Enflasyon halkların alım güçlerini sürekli düşürür. 21. Yüzyıl Sosyalizmi ile cepleri ilk defa para gören, karınları doyanlar nedenini pek anlayamadıkları enflasyonla yoksullaşınca elbette rahatsız oluyorlar. İktidar halkı enflasyona karşı korumak için maaşlara her yıl enflasyon oranında zam yapıyor. Örneğin; yalnız 2014 çeyrek yılı için asgari ücrete % 59 zam yapıldı. Ancak asgari ücret dışı alanların uygulamaları farklıdır. Devlet sektöründe çalışanların maaşları enflasyona göre ayarlı, ama özel sektör çalışanları toplu pazarlık ile dövüşerek almak zorundalar. Enflasyon hızı ile maaşlara zam baş başa gidemiyor ve halkın gelir kaybı artıyor. Bazı kaliteli işlere elaman bulma sıkıntısı yaşanıyor. Bazı belediyelerde birçok kaliteli elaman kadrosu açığı son zamanlarda devasa boyutlara çıktı. Yolsuzluklarla bir günde kazanacakları paraya insanlar bir ay çalışmak istemiyorlar. Bu kesim çalışanları doğal olarak iktidara şüphe ile bakıyorlar. Burjuvazi, halkları ve iktidarını böyle bir kıskaç içine alıyor. Bir yandan da işverenler ceplerini dolduruyor.
Petrol kaçakçılığı da başlı başına bir sorundur. Aynı sübvansiyonlu ihtiyaç maddeleri gibi petrol kaçakçılığı da Venezüella burjuvazisi ve de birçok devlet bürokratı için çok karlı bir iştir. Kaçakçılık sınır boylarında çeteler, mafyalar paramiliter güçler yarattılar. Kaçırılan petrolün Kolombiya’da satış bayileri var. 100 litre petrol Venezüella’da 1,5 dolar iken aynı miktar Kolombiya’da 113 dolar. Sınırın Venezüella kısmında da petrol kıtlığı çekiliyor. Sınır boyunda yaşayanlar arabalarına doldurup doldurup karşıda satıyorlar. Bu işin en alttan yapılan kaçakçılık miktarıdır. Oysa devlet halkını korumak için benzine % 95 sübvansiyon yapıyor. Bu da yılda 12 milyon dolar demektir. En baştan her yıl bu kadar miktar para sırf petrolün alttaki kaçakçılığı ile kayboluyor. Öte yandan tepeden tankerlerle kaçıranlar vardır. Sınırda zaman zaman yakalanıyorlar. Toplam kaçırılan petrol miktarının yılda 5 milyar değerinde olduğu tahmin ediliyor. Buna bir de PDVSA içindeki bağlantıları, kaynağın başından dışarı çıkarılanları düşünürsek akıllara durgunluk gelebilir. Bu durumda petrol şirketinin modernleştirilmesi yapılamıyor. Günde çıkarılan petrol miktarı 2002 yılındakinden farklı değildir. Ülke petrolü korkunç bir soygun malzemesidir.
b) İktidarın karşı önlemleri
21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin, bu ikili iktidar deneyinin en büyük sorunu şudur: Halk ekonomisi kurulana kadar burjuvazinin elindeki ekonomik gücü düşmanca kullanması nasıl engellenecek? Bu gücü silah olarak halklara yöneltmesinin bin bir yolu ile mücadele etmek kolay değildir. Bir yanda halkların ekonomik ihtiyaçlarının en uygun şekilde karşılanması için burjuvaziye mecbur olmak; diğer yandan da onu tasfiye için rakip halk ekonomisini kurmak. Bu gerçekten ekonomik, siyasi alanda bir bıçak sırtında durmaktır. Her gün ölümüne gittiğini gören bir burjuvazi elindeki güç ile çılgınlaşabiliyor. Vatan millet, halk hepsinin burjuvazi için hiç bir anlamı olmadığını bilmiyor muyuz? Varsa yoksa kar!
Maduro iktidarı için bunlar yeni değildi, ama bu kadarı da görüşmemişti. Maduro iktidar olduğu günden başlayarak elinden geldiğince ekonomiye sekte vurmayacak önlemler almaya çalıştı. Daha doğrusu savaşa karşı savaş açtı.
Yapay kıtlığa karşı en baş önlem dağıtım işini devletin eline almasıdır. Daha Chavez döneminde bu doğrultuda halk marketleri kurulmuştur. Marcal adı verilen satış dükkânları zinciri oluşturuldu. Şu anda 16.600 satış dükkânı vardır. Sırf seçimlerin yapıldığı yıl devlet bu marketlerden 10 milyon insana 12 milyon ton sübvanse edilmiş yiyecek sattı. Sosyalist işletmelerde işçi “Marcal”ları açıldı. Memurların ayrı “Marcallar”ı var. 23 bin memura 32 kurum üzerinden ayrıcalıklı tüketim malı satılıyor. Ama yetmiyor. Devlet dağıtım ağı hizmetini daha geliştirip etkinleştirmeye çalışıyor.
Stok yapmak, yapay kıtlık yaratmak yasal olarak suçtur. Yapanların stokları basılıyor. Mallarına el konuluyor ve hemen halka normal fiyatlardan satılıyor. Bazen aradaki fark % 500’ü bulabiliyor. Yapanlar deşifre ediliyor, ithal ve satış lisansları iptal ediliyor. Piyasadaki malların fiyatlarını denetlemek için “Adil Fiyat Bürosu” kuruldu, birçok memur alındı. Bunlar dükkân dükkân dolaşıp fiyat denetimi yapıyor. Halkın her türden şikâyetlerini bildirmesi için özel telefon hatları oluşturuluyor.
Depolama yapmaktan korkanlar yukarıda da değindiğimiz gibi ucuz dövizle alınan malları komşu ülkelere satıyorlar. Bizim ülkemizde nasıl İran, Irak gibi ülkelerden ucuz petrol gizli olarak sokuluyorsa Venezüella’nın sübvansiyonlu tüketim maddelerinin % 40’ının sınırdan Kolombiya, Brezilya, Guyana gibi ülkelere kaçırılıp satıldığı tahmin ediliyor. Kolombiya ile aralarında 2,200 km’lik sınır Ağustos ayında kapatıldı ve dışarı kaçan gıda mallarının oranı % 40 azaldı. Oraya satış için çıkan 414 bin litre yakıt ve 128 bin ton gıda, 301 bin ilaç kaçırılırken yakalandı. Bu doğrultuda 106 araca el konuldu. 150 kişi tutuklandı. Birçok şirketin lisansı ellerlinden alındı.
2014 ortalarında yeni bir uygulama getirilmeye çalışıldı. Devlet “garantili arz kartı” diye bir kart çıkardı ve bu kart sahiplerine üye süpermarketlerde indirimli mal satılmaya çalışıldı. Teoride böylece hükümet stoklamayı, mal saklamayı ya da satılmış malın tekrar satımını engelleyecektir.
Bu sistemle marketlerden parmak izi ile alışveriş yapılarak bir yandan halkın evinde stoklaması önlenecek, diğer yandan da istediği malı istediği an bulabilme güvencesi verilecekti. Halktan kıtlık korkusunun silinmesi gerekiyor. Mal kıtlığı bir kez başlayınca artık bu garantili arz kartları bir anlamda savaş dönemlerinde kullanılan karneli dağıtım gibi oluyor. Muhalefette tabi eleştirisini yapıyor. Halk karneye bağlandı, diyor.
Fahiş fiyatlarla savaş için de yöntemler geliştirildi. İşletmelere baskınlar verilip defterleri denetlenmeye çalışıldı. Malların dükkâna giriş fiyatı tespit edilip satış fiyatı ile karşılaştırılmaya çalışıldı. Ama bunda da büyük bir başarı sağlanamadı. Her beş şirketten ancak bir tanesinin defter tuttuğu tespit edildi. Ticaret Bakanı 2014 yılında 1046 şirketin fiyat vurgunculuğu yaptığının tespit edildiğini ve 150 kişinin bu nedenle tutuklanıp hapse atıldığını açıkladı. Bunun üzerine tüm işletmelere defter tutma zorunluluğu getirildi. Bunu da oturtmak deveye hendek atlatmaktan zor oluyor.
Onun üzerine Maduro fiyat politikası izlemeye başladı. Devlet her şeyin fiyatını belirlemeye kalktı. Bir malın her dükkâna maliyeti, malın kalite farkı, işçi maliyeti, taşımacılık vs hesap edilince bu da işe yaramadı. Devlet bu kez defter tutmanın yanına fiyat değil % 30 kar sınırlaması getirdi. Burjuvazinin bu engeli de sahte girdili faturalar vs vs ile aştığını tahmin etmek zor değildir.
Ayrıca bu önlemleri denetlemek devlet için de bir külfet haline geldi. Cezai yöntemlerle ancak bir noktaya kadar gidiliyor. Denetleme memurları, kolluk kuvvetleri hatta ordu güçleri ile silahlarla dükkânların basılması noktasına gelmek hoş değildir. Halkta tersinden güvensizlik, korku yaratıyor. Bu kez rüşvet vs ortalığı sarıyor. Korku ve denetim ile bir yere kadar gidiliyor. İşi kökünden düzeltmek gerekmektedir.
Petrolün de diğer ihtiyaç malları gibi sınırdan kaçırılması önlenmeye çalışılıyor. Bu uğurda arabalara cipsler takılmaya çalışıldı. Böylece depoları doldurup doldurup sınır dışına geçirilip kaçırılması önlenmeye çalışıldı. Ama ona da bir üçkâğıt gelişti: cips sistemi bir şekilde “teknik arıza yapıyor”.
Petrol fiyatlarındaki düşüş ve ülke gelirlerinin azalması sonucu ülke içinde petrol fiyatlarına zam yapma önerisi tartışılmaya başlandı. Uzun süre halkla birlikte tartışıldı. Ancak Maduro şimdilik buna karşıdır. Çünkü böyle bir zammın meta fiyatlarına taşıma maliyeti olarak dolaylı olarak halka yansımasından ve enflasyonu daha da arttırmasından çekinildi. Yoksa yoksul halkın çoğunun zaten binek arabası yok ve kamu taşımacılığını çok ucuz kullanıyorlar. Devletin ekonomi çarklarını eline aldığı koşulda petrole zam halklara zarar vermeyebilir. O nedenle şimdilik bekliyor.
Chavez, 2002 yılında petrolden elde edilen dövizin burjuvazi tarafından dışarı kaçırılmasını önlemek için kur sistemini devletin eline aldı. Ama ihtiyaçların ithalatı burjuvazinin elinde olduğu için halkın korunması sorununa da şöyle bir çözüm getirilmiştir. Yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi ithalat yapan şirketler ithal edecekleri mal listesi ile geliyorlar. Eğer ithal edilecek mal halkın süt, mısır unu, tuvalet kâğıdı ya da bu ürünleri üreten fabrika ara maddesi gibi acil ihtiyaçları arasında ise devlet onlara 6,3 bolivar üzerinden dolar satıyor. Ama eğer elektrikli ya da elektronik aletler ise bir doları 12 bolivar üzerinden satıyordu. Onun dışında ise döviz yoktur. Sonuçta ülkede büyük bir kara döviz pazarı kurulmuştur. Yukarıda bunun burjuvaziye doğurduğu kaçakçılık yollarını anlattık. Chavez’in burjuvazi ile bu konuda yeterince dövüşmediği savunulur. Onlara ithalatı aksatmasınlar diye göz yummuştur.
Ama son zamanlarda döviz gelirleri azalınca Maduro bu işe el atma kararı aldı. Ayrıca burjuvazinin kaçıracağını kaçırdığı düşünüldü. Hemen tahmini rakamları verelim. 2003-2013 yılları arasında 300 milyar doların dışarı kaçırıldığı düşünülüyor. 25 milyar dolar da yolsuzluklar yolu ile kaçırılmıştır. Venezüella korkunç bir soygun ülkesidir. Ayrıca günümüz bankacılık sisteminde de para kaçırma işi bilgisayarlar ve borsalar yolu ile çok kolay yapılabiliyor. Bu nedenlerle 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren döviz sistemine yeni bir ek yapıldı. Belirli koşulları yerine getiren istediği kadar dövizi alabilecek. Yani döviz satışı daha kolay hale getirildi. Böylece karaborsa önlenmeye çalışıldı. Öte yandan da ayrıcalıklı tüketim maddelerinin sınıflaması da daha titiz ve değişken hale getirildi. Bugün şu madde ayrıcalıklı iken yarın olmayabilir ve fiyatı değişebilir, dendi. Böylece ithalat sanki daha serbest kura uygun yapılacak, enflasyon ve kıtlık önlenecektir.
Bu kararla işverenlerin kurda serbest pazar talebi bir ölçüde yerine getirilmiş oluyordu. Karşılıklı görüşmelerde kurun serbestleşmesi durumunda dışarıdaki paralarını ülkeye getirip yatırım yapma sözü vermişlerdi. Bugüne kadar öyle bir yatırım gerçekleşmedi. Ayrıca devlet döviz daralması yaşadığı için zaman zaman talebi karşılayamadı ve sonuçta yeni sistem bir işe yaramadı. Son olarak Maduro burjuvaziye verdiği ayrıcalıklı kur sisteminden vazgeçtiğini açıkladı. Bunun sonuçları önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak.
Yukarıda yazdık, sorunun kökten çözümü ithalatın devlet eline alınmasıdır. Chavez döneminden beri devlet bu konuda çalışmalar yapıyor. Maduro bunu hızlandırdı. Samsung, Toyoto vs. gibi uluslararası şirketlerle anlaşmalar imzalayarak onların ülkede fabrika açmasına izin verildi. Samsung televizyon gibi bazı ürünleri Venezüella’da üretecek. Devlet dağıtım sisteminin güçlendirilmesi için Çin’e 5000 adet kamyon siparişi verildi. Taşıma ve dağıtım işlerinin kamyonlar gelince daha düzenli yapılabileceği düşünülüyor.
Bir halk iktidarının sorunlarını çözmesinin baş yolunun halkın bu işi ele almasında yattığı açıktır. Halkın bu burjuva sisteminin nasıl işlediğini görmesi ve sorunun kaynağının o olduğunu anlaması gerekiyor. Anladıktan sonra da kendisi sürece girip kendi iktidarının çarkını çevirecektir. Bizce yukarıda anlattığımız devlet önlemleri bile 16 yıllık bir iktidar açısından acemiliklerle doludur. Bir burjuva geçmişi olan insan bu türden üçkâğıt yollarını çabucak aileden öğrenir. Ama Venezüella iktidarı halk iktidarıdır ve burjuva sisteminin bin bir hilesini ancak yaşayarak, deneyler edinerek öğreniyor. Ayrıca yeni teknolojik gelişimin de finansın dalaveresine yeni büyük olanaklar tanıdığını, buna ayak uydurmanın da kolay olmadığını hesaplamak gerekir.
Bu işi halkın anlaması, öğrenmesi gerekiyor. Maduro bu doğrultuda da adımlar attı. Başkanlık seçimleri sırasında verdiği sözü yerine getirip ülkeyi karış karış dolaşmaya başladı. Venezüella aşağıdan yukarıya bir komün devleti yapılacaktır. Bunlar kuruldu, kuruluyor. Güçlendirilmesi gerekiyor. Halk iktidarı komünlerin üstünde yükselecektir. Chavez’in bu işi tamamlamaya ömrü yetmedi. Burjuva saldırıları karşısında Maduro bu çalışmaları hızlandırdı.
Ekonomik alanda iktidar ve burjuvazi arasında sıkı bir ikili iktidar savaşı sürüyor. Karşılıklı saldırılar ve savunmalar yaşanıyor. Halk ekonomisinin kurulması acil bir görev olarak duruyor. Üretimin hızlı bir şekilde arttırılması lazımdır. Şimdi bu doğrultuda atılan adımları inceleyelim.
Halk Üretim Temelinin Kurulması
Chavez’in 21. Yüzyıl Sosyalizmi, her ülkenin kendi gelişkinlik düzeyi, kendi ekonomik ve coğrafi koşullarına göre çeşitli yollar izleyebileceğini öngörür. Bu sosyalizm yaşanan Sovyet deneyinden farklı olabilir hatta olmalıdır. Venezüella da kendi yolunda bir sosyalizm kuracaktı.
Chavez 21. yüzyıl sosyalist ekonomisini nasıl kuracaktı? Halkın kendisi için, kendi tarafından üretim yapmasının neresinden başlanacaktı? Üretim araçlarının işçiler ve halk tarafından sosyalizm hedefleri doğrultusunda çalıştırılması nasıl başarılacaktı? İnsanın tam gelişimi ve herkesten yeteneğine herkese ihtiyacına göre tezi nasıl hayata geçirilecekti?
Chavez tezlerini geliştirirken elbette yanına birçok danışman aldı. Marta Harnecker ve Michael Lebowitz bunlardan en tanınan iki tanesidir. Lebowitz o günlerde Chavez’e sunduğu tezde sosyalizm için önerdiği yolu anlatır. 2014 başındaki barikat olayları sırasında bu yazı Monthly Review dergisinde tekrar yayınlandı. Yazar tezinde 21. Yüzyıl Sosyalizmi yolunda doğabilecek sorunlara Marksist açıdan yaklaşımlar getiriyor. Oradan bazı alıntılarla konuyu açmaya çalışalım.
Yazar, 21. yüzyılda büyük bir adımla sosyalizme ulaşmanın imkânsız olduğunu herkesin bildiğini yazdıktan sonra “sorun sadece mülkiyet sahipliğini değiştirme sorunu değildir. Bu sorun yeni bir dünya kurmada işin en basit kısmıdır. Bundan çok daha zor olan üretim ilişkilerini, genel olarak sosyal ilişkileri, davranışları ve düşünceleri değiştirmektir.” (1)
Aşağıda anlatmaya çalışacağımız gibi aslında 16 yıllık Venezüella deneyi bunun kanıtlanmasıdır. Hala daha bu ilişkilerin rayına oturduğunu söylemek olanaksızdır. Radikal solcuların inançlarının aksine Chavez başından beri işletmelerin işçiler tarafından yönetilmesinin yollarını açmaya ve örmeye çalıştı. Bu çok sancılı gitgelli bir süreçtir. Kooperatifleşmeye her alanda hızla girişildi, devlet finansmanlarıyla desteklendi. Şimdi bu konuları ayrı ayrı işleyelim.
a) Üretim Araçları Mülkiyeti ve İşçiler
Sovyet deneyi işçilerin bir devrimle üretim araçlarına sahip olmasının bir kurtuluş olmadığını gösterdi. Öyleyse nasıl bir yol izlenmelidir? Chavez işçilerin üretim araçlarına sahip olmadan onları hak etmeleri, yani üretim sürecini aksatmadan yürütebilecek bilgi ve beceriye sahip olmaları gerektiğini düşündü. Patronu alınca üretim aksamamalıydı. Patronun üretim bilgilerinin işçilere aktarımı sağlanmalıydı. İşçiler bu işi bileklerinin hakkına kazanmalıdırlar. Yoksa onun kıymeti bilinmiyor. Ülke üretimi bu süreçte aksamamalı ve ayrıca Sovyetlerdeki gibi çarpık hale gelmemelidir. Oradaki merkezi planlama ekonomiyi felç etti. Dondurdu. Tüm canlılığını aldı götürdü. Kapitalizmdeki gibi hatta ondan daha canlı bir üretim yapma yeteneği işçilerde vardır, ama bu nasıl devreye sokulacaktır? Ayrıca hangi yol ve araçlarla, işin neresinden tutup başlanacaktı?
Devrimin hemen başında ülkede cogestion diye bir terim kullanılmaya başladı. Cogestion aslında ortak yönetim demektir. (İngilizce co-management ya da co-government anlamında kullanılır.) Anayasa ve çeşitli yorumlardan çıkan anlamı insanın tam gelişimini sağlamak için ekonomik alana işçi ve devletin ortak katılımı ve ortak yönetiminin kurulmasıdır.
Ortak yönetimin nasıl olacağı ve kimlerle nasıl, hangi derecede ortaklık yapılacağı sürekli tartışma konusu oldu. Çeşitli işçi katılım modelleri denendi. İşçi komiteleri işletmelerde her seviyede baştan aşağı kuruldu. Bazıları kooperatif olarak ve çeşitli oranlarda devlet ve işçi payı olarak dengelendi. 2005 yılı hemen hemen bütün devlet denetimindeki işletmelerde işçi ve devlet ortaklıklarının kurulması ile geçti. İşçilerin cogestion ile işyeri yönetimini ele almaları ve eğitimlerle sosyalizmin çok yönlü insan hedefine doğru yol alma adımları atıldı.
“Ancak 2006’ya gelindiğinde cogestion’da işçilerin odağının şirket hisselerine sahip olmak olduğu anlaşıldı ve hükümet içinde de işçilerin işletmeleri yönetmeye hazır olmadığı inancına doğru kayıldı.” (2) Çünkü ortaya bir karmaşa çıktı, herkes cogestion’u ayrı şekilde yorumladı. Kimisi mülkiyet sahipliğine ağırlık verirken kimisi de katılıma odaklandı. Ayrıca bakanlık içinde de farklı görüşler, farklı uygulamalar görüldü.
İşçiler işletmede yönetime katılmayı ya da fabrikayı işgal etmeyi, şirketin kendilerinin mülkiyetlerine geçmesi ve karların paylaşılması olarak düşündüler. “Tüm fabrika işletmeleri işçilere dağıtılsın ve onlar da karları paylaşsınlar” eğilim ve isteği ağırlık kazandı. Oysa Bolivar devrimi açısından sorun mülkiyet değil işçilerin fabrikanın yönetimini öğrenerek gelişmelerinin önünün açılmasıydı. Özel mülkiyet hakkı ikinci boyuttu. “Chavez’in vurgusu açıktı. Cogestion bir işyeri sahibini ‘şimdi şirkete sahip olduklarını düşünen 300 sahiple değiştirmek değildir…. Bu bile bile ladestir. Kapitalizm yaratığını çoğaltmak demektir, egoistliktir, başka bir düzeyde bireyselliktir.’” (3)
İşçileri yönetime katmada amaç üretim ilişkilerini değiştirmekti. Yani eskisi gibi amaç bireysel kar olmayacaktı. İşyerinde hiyerarşi kalkacak demokratikleşecek, şeffaflaşacak ve işçiler neyin neden yapıldığını göreceklerdi. İşyeri muhasebe defterlerini anlayacaklardı. Fabrika planlamasına katılacaklar ve üretimi yönetmeyi öğreneceklerdi. Amaç basit bir mülkiyet değişimi değildir. İnsanın çok yönlü gelişimidir.
Başlarda INVEPAL başarılı bir işçi kooperatifi olarak örnek gösterildi. Hisselerin % 49’u işçilere verildi ve iyi yönetirlerse ödüllendirilecekler ve bu pay % 99’a çıkacaktı. Sonra ama Chavez şu yorumu yaptı:
“Burada ne oldu? Bazı hisselerin devlet, diğerlerinin işçilere ait olduğu bir mülkiyet rejimi kurduk. Ne oldu burada? Sonuç kapitalist işçilerle ittifak yapmış kapitalist devlet ve kapitalist kooperatif oldu ve eğer düzeltmezsek verdiğimiz ilaç hastalığın kendisinden daha kötü olacak.” (4)
Chavez, sosyal mülkiyet biçimini geliştirmek gerektiğine karar verdi. Böylece % 100 devlet mülkiyeti başladı. O güne kadar kolektif mülkiyet olan yerler de değiştirildi. Mülkiyetin devlet ve yerelde kurulmuş komiteler, komünler arasında paylaşılmasını önerdi. Yani artık özel kapitalist üretime paralel bir sosyal ekonomi kurmak yerine sosyalist bir ekonomi kurma yollarının aranmasına başlandı.
Devlet alüminyum işletmesi ALCASA’da başlarda büyük başarılar elde edildi. Maliyet düşürüldü, borçlar ödendi, işçi eğitim merkezi açıldı, yeni teknoloji kullanımı konuları tartışıldı. Ama sonra engeller çıktı. Burada da eski yöneticiler sandalyelerini bırakmak istemediler. İşçi yönetimine karşı kampanyalar yürüttüler. Diğer bazılarında ise yönetim hiyerarşisi kırılamadı. İşçi katılımı engellendi. Hatta bazı yerlerde yeniden özelleştirmelere kapılar açıldı. Bu arada sendikalarda kendi güçleri azalacağı için sürece müdahale ettiler. Yani kendi çıkarlarını ve karlarını kaybedeceğini düşünenler engel koymaya başladılar. İşçiler bu duruma karşı tutarlı bir mücadele veremediler. Görüş farklılıkları çıktı. Bir yıl sonra fabrikadaki işçi komiteleri toplantıları azaldı. Hatta bazı bölümlerde hiç toplanılmaz oldu. O çok başarılı olan ALCASA da eski tek başlı hiyerarşik yönetime dönme kararı aldı.
Kapitalist bir işletmede maliyetlerin düşmesi, üretkenliğin artması ve kar edilmesi ana hedeftir. İşçiler yönettikleri işletmelerde böyle bir şeyi düşünmediler. Hadi diyelim bir süre gelecek karlı günler için maliyetine ve zararına çalışılır. Kredi alınır. Ama işçiler hiç böyle bir şey planlamadılar. Borçların ödenmesi diye bir sorunları olmadı nasılsa devlet ödüyordu. Üretimde yeni teknik nedir, uygulanması nasıl olacaktır kafalarında böyle sorular gelişmedi. Hammadde nasıl alınır, nasıl nerden ithal edilir, en iyisi ucuzu nerededir, kalite nasıl arttırılacaktır bunlara pek kafa yormadılar. Ayrıca bunların kolay öğrenilebilecek şeyler olmadığı açıktır. İşçilerin o güne kadarki eğitimleri ve deneyleri buna yetmiyordu. Üretim artmadı. Devlet işletmeleri verimli çalışmadı genellikle sürekli zarar etti.
Neden durumun buralara vardığı konusunda çeşitli yorumlar yapıldı. Yönetimdeki işçilerin kafasında yolsuzluk ve ahbap çavuşluk olayının derin izleri olduğu sonucu çıkartıldı. İşçilerin politik bilinci yetersizdi. Amaçları çalışma saatlerini azaltmaktı. Kendilerini zenginleştirmek ve zenginler gibi yaşamak istiyorlardı. Petrol Bakanı sonuçta Venezüella işçi sınıfının cogestion’a hazır olmadığını ve tutucu bir şekilde kendi çıkarlarını koruma mücadelesi verdiklerini açıkladı. Yeni insan yaratma daha başka politikalar, başka yollar gerektiriyordu.
İşçiler ise sorunun kendilerinde olmadığını, yanlış yöneticilerin başa geçirildiğini savundular. Yolsuzluk yapıldığını söylediler. Bunlar doğru olabilirdi, ama işçi komiteleri zaten bunlarla dövüşülmesi için kurulmamış mıydı? Bu durum işçi komitelerinin başarısızlık hanesine yazıldı.
Ya işçi sendikaları? Chavez bir yandan da sendikaları devreye sokmaya çalışıyordu. 1000 tane terk edilmiş fabrikayı göstererek ele geçirmelerini söyledi. UNETE sendikası 2 yıl içinde bunlardan ancak 800 tanesini devreye sokabileceğini hesapladı. Ancak 40 tanesini ele geçirme başarısını gösterdi. Sendika yöneticileri de kendi çıkarları doğrultusunda gerekli enerjiyi göstermiyordu.
“Bir zamanlar Chavez’in 2003 yılında kurduğu Ulusal İşçiler Birliği şöyle diyor: Bu büyük firmaların (devletin millileştirdiği büyük alüminyum ve çelik fabrikaları) verimli olmamasının nedeni sendika bürokrasisidir. Devlet ücret ödesin diye etkin bir şekilde korunan endüstri tipidir. Devlet ücretleri ödesin sosyal bir kriz yaşanmasın.” (5) Yani sendika yöneticileri işçi hakları vs. diye neden uğraşacaklar? Nasılsa devletleşmiş çalışılsa da çalışılmasa da ücretler ödenecektir. İşçileri dürtmenin anlamı yoktur.
Bu uygulamanın ekonomideki sonucunu Fuentes’den özetleyelim: 2008 küresel ekonomik krizle birlikte devletin geliri petrol fiyatlarındaki düşüşle azaldı. 2009 yılının ilk çeyreğinde ekonomi durgunluğa girdi. GSH % 3,3 düştü. Öte yandan enflasyon sürekli olarak her yıl % 20 artmaya ve yiyecek kıtlığı gerçek bir sorun olmaya başladı. Enflasyon artışını artık yayınlamıyorlar. % 100’leri geçtiği tahmin ediliyor.
Sonuçta üretim araçlarının tekrar devlet mülkiyetine geçmesinin çözüm olduğuna karar verildi. Devlet toplum çıkarları doğrultusunda üretim görevine devam edecekti. Üretkenlik ve kalite ancak böyle arttırılabilecekti. Öte yandan kapitalist sınıfın baskısı ve kuşatması da acilen ekonomiye çekidüzen vermeyi gerektiriyordu.
İşletmelere yavaş yavaş devlet görevlileri atanmaya başladı. Özel sektörün yıllardır kazandığı üretim deneylerinden anlayan, yetenekli eleman bulmak gerçekten hiç kolay değildi. Venezüella devlet işletmelerinde bu başlı başına sorundur. Bir işletmeye gerekli yeteneği olan kişiler atanabildiğinde durum biraz düzeliyor ve düşen üretkenlik artabiliyordu. Ama bu da işçilerin bilincini geliştirme ve yolsuzluk sorununu çözmedi. Hele hele halk ihtiyaçlarına göre üretim yapma sorunu ortada kaldı.
b) Sosyal Üretim İşletmeleri (SÜİ)
Bütün bunlar Chavez’i Sosyal Üretim İşletmeleri (SÜİ) kurma fikrine itti. Fikrin sahibi Macar asıllı yazar Meszaros “Beyond Capital” adlı kitabından bu öneriyi ortaya atmıştı. Marks’tan yaptığı alıntıyla şöyle diyordu: “Kapitalizmin meta değişimine dayalı olmasına karşın sosyalizmde değişim ilişkileri komünal ihtiyaç ve amaçların belirlediği eylemler temelinde yeniden kurulmalıdır.” (6)
Yani sosyalizm radikal bir şekilde yepyeni üretim ilişkileri kurmalıdır. Üretim ilişkilerinin temeli meta olmamalı halkın ihtiyaçları olmalıdır. Peki, bu nasıl başarılacaktır? “Chavez’in kafasında SÜİ’nin nasıl olması gerektiği konusunda en başta iki görüş gelişti. Birincisi üretim kara değil sosyal ilişkilere odaklanmalıdır ve ikincisi SÜİ karları çevresindeki toplulukların yaşam koşularının iyileşmesine katkı sağlamalıdır.” (7) Böylece “emek kendi değerini bulacak, yabancılaşmayacak, otantik olacaktı. Yani herhangi bir emekte sosyal ayrımcılık, hiyerarşik konuma dayalı hiçbir kayırma yaşanmayacaktı.” (8)
En azından işçilerin emekleri korunarak yerel halkın ihtiyaçları ile üretim bağlanmaya çalışıldı. Gıda, giyim, ev ve sağlık gibi dört sektörde işletmeler açıldı. Yerleşim yerleri ve şirketlerin ortak mülkiyeti kuruldu. Amaç kesinlikle yerel halkın ihtiyaçlarının karşılanmasıydı. Kısa zamanda bazı yerlerde üniformalar, ayakkabılar, tekerlekli sandalyeler ve mobilya vs. üretildi ve bazı hizmetler gelişti. Üretim ve tüketim arasındaki bağ kurulmaya başladı. İşçilerin halk ile kaynaşılıp pratikten bilinçlenmeleri başladı. Başka bir değişle var olan işletmeler içinde üretim ilişkilerini değiştirme mücadelesi vermek yerine sıfırdan yeni sosyalist ilişkilere dayalı işyeri kurma seferberliğine girildi.
SÜİ’ler büyük umut oldular. Başka yararları da oldu. İstihdam yükseldi. Ayrıca bir işletmenin kar etmesi gerektiği bilinci gelişmeye başladı. SÜİ’ler kendi kendine ayakta durabilmeye, kendi yağları ile kavrulmaya yöneltildiler. Karları olursa bir fona aktarılacak ve yeni SÜİ’ler açılacaktı. Çünkü diğer deneylerde bu konuya hiç dikkat edilmemişti ve işletmeler devlet fonları ile ayakta tutuluyordu. Böylece devlet petrolden elde ettiği karları, fonları başka alanlara kaydırabilmeye başladı.
Cogestion döneminde kamu üretimi büyük sekteye uğramıştı. İlerlemek değil üretimde geriye düşülmüştü. Ayrıca işsizlik acil bir sorun olarak yeni işyerlerinin açılmasını dayatıyordu. Devlet o nedenle özel işletmelere de büyük teşvikler yaptı. Eğer özel bir işletme işçilerine yönetime katılma hakkı verirse devletten kredi, teşvik alıyordu. 2006 yılında 847 şirket böyle kredi kullandı. Ekonomi biraz canlanma gösterdi, istihdam yükseldi. Petrol fiyatlarının da bu süreçte yükselmesi iktidarın elini rahatlattı.
Ulusal üretim bu dönemde biraz arttı ve yeni işyerleri açıldı. Bu anlamda başarı sağlandı. İşçiler kolektif örgütlenmeyi öğrendiler ve bilinçleri yavaş yavaş artıyordu. Olumluluklar görülünce birçok yerde kooperatifler ile işgal edilmiş fabrikalar SÜİ haline dönüştürüldü. Ama hemen hemen hepsi devlete kontratla çalıştılar ve devlet fonları sayesinde ayakta durdular.
Ancak sosyalizm yolunda gene bir başarı sağlanamadı. Burada çalışanlar gene yönetime gerektiği gibi katılmadılar. Kapitalist üretim ilişkileri yeniden şekillendi. Geleneksel işçi-yönetici ayrımı kurutulamadı. “Daha önemli bir engel de şirket yönetiminin ve sendika liderlerinin eski özel şirketlerle kontrat yapma eğilimleri başladı.” (9) Bu doğrultuda projeler yapılmaya başladı. Ama bu projelerde işçilerle işbirliği yapmak ya da yerellerin ihtiyacını karşılamak hedefleri olmadı. Üretim ve tüketim arasında bir bağlantı kurulamadı. Beklenen fonlar oluşturulamadı. Bu işletmeler de kar etmediklerini söylediler. Bu yeni açılan işyerleri devletle bağ kurdu yerellerdeki halkla ilişkisi, bağı gelişmedi.
Devlet denetimindeki sektörde durumun bir türlü düzelmemesi, sosyalizm yolunda adımlar atılamaması, verimliliğin düşük olması öte yandan işsizlik iktidarın önünde devasa bir sorundu. İktidar kapitalist üretimle yarış içindeydi ve kaybediyordu. Kapitalist üretim içindeki işletmeler daha üretken ve daha başarılıydı. İşçi ve devlet ortaklığındaki işletmeler onları geçemiyordu. Bu süreçte kamu üretimi azalırken kapitalist üretim canlandı. GSMH içinde özel sektörün payı 1998-2006 arası % 70,4 oldu ve kamu sektörü payı azaldı. Sosyal ekonomi payı ise %1,8 de kaldı. (10)
Sosyalist Üretim İşletmelerinin de tüketim ile bağlantısının kurulmadığı görüldü. Üretim ihtiyaçlara göre yapılmıyordu. Bu işletmeler halktan kopuk üretiyorlardı. İşçilerle bağlantı yoktu. Hepsinin ülke içinde dengeli bir üretimi gelişmiyordu. O nedenle komünlere dayalı yeni bir sisteme geçildi.
c) Sosyal Mülkiyet İşletmeleri
Sosyal Mülkiyet İşletmeleri sosyalist üçgen denilen yeni bir sistemdir. Üretim üç bacaklı olarak düşünüldü: Üretim, tüketim ve dağıtım. Özünde bu sistem baştaki cogestion deneyinin gelişmiş hali gibidir. Chavez “Bundan sonraki ortak yönetim (cogestion) deneyleri sosyalist üçgene … sosyal mülkiyet, sosyal üretim ve ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olacaktır.” dedi. (11)
Sosyal mülkiyet yine stratejik üretim alanlarının devlet elinde olmasıydı, ama bu bildik devlet kapitalizmi ile aynı şey değildi. Devlet, komünler ve işçi konseyleri üzerine inşa edilecekti. Kolektif mülkiyet ilişkileri böylece yeni bir şekil aldı.
Chavez bunları şöyle açıkladı: “Sosyal mülkiyet tümüyle ve gelecek nesillerde halka ait mülktür. İki biçimi vardır: Dolaylı sosyal mülkiyet, yerel halkların adına devletin yönettiğidir ve direkt sosyal mülkiyet ise devletin çeşitli biçimlerde ve çeşitli belirlenmiş alanlarda bir veya birkaç komünün yönetimine verdiği mülkiyettir. Böylece bu mülkiyet komün mülkiyeti ya da çeşitli kentlerin (komünler bn.) mülkü olur ve vatandaşların mülkü olarak üretilir.” (12)
Böylece ülkede komünlere ağırlık verilmeye ve komünlerden oluşan bir sosyalist yapıya geçilmeye başlandı. Kentlerde ve kırlarda yani yerleşimin daha seyrek olduğu alanlarda farklı sayıda ailelerin bir araya geldiği komün komiteleri kurulmaya başladı. Komün komiteleri birleşerek komünler oluşturdu. Her bir komün komitesinin tarımsal alanı olduğu gibi Sosyal Mülkiyet İşletmelerine sahiptiler. Komün komiteleri yerleşim alanlarının yönetimleri oldular. Hangi üretim biriminde ne üretilecek, ne kadar üretilecek, ihtiyaçlar nelerdir onların belirlemelerine göre üretim yapılmaya başladı. Sonuçta bir üretim biriminin etkileyeceği herkes o üretim aracının kararında söz hakkına sahiptir. Chavez mısır değirmeni fabrikasını basit bir örnek olarak verir. Değirmen fabrikası yalnız o fabrikada çalışanlar değil mısır üreticileri ve aileleri dâhil o bölgede yaşayan herkesin ortak kararı ile çalışacaktır. Yoldan, su tesislerine, tavuk yetiştirmekten ineğe tutunda mobilya fabrikasının kurulmasına kadar her şeyin kararı komün komitelerinde belirleniyor. Üretim araçlarının sosyal mülkiyeti ancak böylece hem tüketimin karşılanması hem de dağıtım safhalarını içine alıyor.
Bu yeni örgütlenme biçimi ile fabrikalarda işçi konseyleri yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Ama artık onlar özerk birimler gibi değil komün komitelerinin belirlediği komün ihtiyaçları doğrultusunda, onlarla birlikte alınacak kararlar çerçevesinde çalışma yürütmek zorundaydılar. Böylece mülkiyet, üretim, tüketim ve dağıtım sorunları temelden, en alttan belirlenip üste doğru inşasına başlandı.
Son olarak, bir konuya daha değinmekte yarar vardır. Bu sosyal mülkiyet biçimi komünizmin herkese ihtiyacına herkesten yeteneğine göre ilkesine doğru gitmek için de uygundur. Üretim bencil çıkarlara odaklanırsa o zaman insanlar birbirlerini rakip olarak görüyorlar. Fuentes, Lebowitz’den aktarıyor: “Bireyin sınırsız tüketim hakkı, insanın gelişimine odaklanma ile yer değiştirmelidir. Yoksa bencillik, kendini düşünme kaçınılmaz olarak güçlü kalıyor ve üçgenin diğer köşelerini etkiliyor.” Üçgen, yani üretim, tüketim ve dağıtım eş zamanlı olarak gelişirse dengeli oluyor. İnsanın gelişmesi öne çıkmalıdır. Sosyal mülkiyet, işçi katılımı ve sosyal ihtiyaçlar için üretimin birbiri ile kaynaşması 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin ayrılmaz bir parçası olmak zorundadır.
Bu teorik özetlemeden sonra Venezüella’da komünlerin pratikteki durumlarına bakalım.
Komünler
Günümüz Venezüella’sındaki güçler dengesinin odağına komünler oturur. Burjuvazi ve halk arasındaki son yaşananları anlamak için bu dengenin halk ya da komün bacağını anlamak gerekir. Onların gelişmesi kapitalist güçlerle olan nihai savaşın bel kemiğidir. Chavez’in devrimle yıkmadığı devlet işte bu komünlerin alttan tepeye tüm devlet kadrolarını ele geçirmeleri ile ortadan kalkacaktır. Bir anlamda bunlar Venezüella’nın Sovyetleridirler. Komünler ülke yönetimini ellerine aldıklarında burjuva devlet yapısı tasfiye olacaktır. Sosyalist Venezüella o zaman tam kurulmuş olacaktır. Chavez ve şimdi de Maduro komünlerin güçlenmesini hızlandırdı. Venezüella’da politik, siyasi, ekonomik tüm sorunların çözüm çekirdeği komünlere bağlandı. Şimdi onların geçmişine ve son gelişmelere bakalım.
Komünler en alttan kurulmaya çalışılıyor. Kentlerde 200, kırlarda daha az sayıda ailenin yaşadığı alanlarda komün komiteleri kuruluyor. Sonra bu komiteler, konseyler ve komün kentleri olarak birleşiyor. Eyalet komünleri olacak. Bunların temsilcileri ile de hükümet komünleri oluşacak. Böylece şu anki devlet yapısı tamamen tabandan tepeye inşa edilmiş olacaktır. Peki, şimdi Venezüella bu ağın neresindedir?
Komünlerin, komitelerin kurulması henüz tamamlanmamıştır ve eyaletten eyalete farklı hızda gelişiyor. Örneğin; Apure eyaletinde 39 komün komitesi birleşti ve ilk komünal kent böylece kurulabildi. 2014 Eylül ayındaki ulusal sayıma göre 33,223 komün komitesi, 1234 komün ve 17,332 sosyal hareket bulunuyor. Devlet 2014’de 169 tane daha yeni komün kurma kararı aldı. Kurulmuş olanların da iyi işlediği söylenemez. Ancak 420 tanesinin şöyle böyle çalıştığı yazılıyor.
Her komün istendiği, olması gerektiği gibi çalışmıyor. Kurulu olanları da derinleştirmek gerekiyor. Yıllardır komünlerin ulusal konferansı toplanmaya çalışılıyor. En sonunda birçok aksaklığa rağmen 16-17 Kasım 2013 tarihlerinde gerçekleşti. Başarılı bir konferans oldu. Tüm ülkeden komün temsilcileri bir araya gelip hem üretimlerini tanıttılar, hem birbirlerini tanıdılar hem de sorunlarını tartıştılar. Önlerinde duran en büyük sorunun ülke üretim temelini genişletmek ve ithalden bağımsız, kendi karınlarını doyuran bir ülke kurmak olduğu kabul edildi.
Tarım, komünlerin çözmesi gereken en temel sorundur. Halkın karnının doyurulması, yani kendi ayakları üzerinde durmak için tarım geliştirilmelidir. Venezüella’da kırlar eskiden beri büyük sorundur. Ülkede petrol yataklarının bulunması ile her şey dışarıdan ithal edilmeye başlandı. Tarım öldürüldü. Ülke dövizlerinin bir şekilde dışarı akması için ÇUŞ’ler Venezüella’da latifunda ağaları ile birleşerek ticaret burjuvazisi oldular. Kırlar öldü. Köylülük neredeyse iflas etti ve ülkenin merkezlerinde barrio denilen gecekondu alanlarında iş aramak zorunda kaldı. Kalan köylüler de kır proleteri olarak çalıştılar. Toprak nasıl sürülür, ekilir biçilir unutuldu. Hayret edilecek bir şekilde günümüz Venezüella’sında toprağı ekip biçmeyi bilen çok az sayıda köylü kalmış. Köylülüğe yeniden tarım bilgisi verilmesi, yeni nesil köylüler, toprakla uğraşan insanlar yetiştirilmesi gerekiyor. Komünlerin önlerindeki en büyük sorun budur. Hükümette onları bu konuda çeşitli şekillerde destekliyor.
Ekilecek alanlar komün önerileri doğrultusunda belirleniyor ve devlet bunları komün ortak mülkiyetine veriyor. Her fırsatta genişletilmeye çalışılıyor. Komün komiteleri tarımsal ihtiyaçlarını belirliyor. O ihtiyaçlara göre ekim yapılıyor. Ekim planlamasında sanayi ihtiyaçları da göz önüne alınıyor. Kentlerde de Küba’nın küçük ölçekli, ekolojik tarım örneğinden yararlanılıyor. En ufak ekilebilir alan değerlendirilmeye çalışılıyor.
Ama asıl değerlendirilmesi gereken büyük toprak ağalarının latifunda topraklarıdır. Bunlar 30 milyon hektarlık sürülebilir toprakların 7 milyonuna sahipler. 2013 planlamasında latifundalardan ilga edilecek toprak miktarı artırıldı. Hükümet 2014 ulusal bütçesinde Ulusal Toprak Kurumunun 350 bin hektar toprak ilga etmesini hedefliyordu. 2001 yılından beri ilga edilen toprak miktarı böylece 4 milyona ulaşacaktır. (12) Gerektiği gibi kullanılmayan toprakların ilgası anayasal bir haktır. Komünler bu alanları tespit ediyorlar, devlete bildiriyorlar ve devlet de gerekeni yapıyor.
Ama bu da pürüzsüz yürümüyor. Burjuvazi ile işbirliği yapan ağalar büyük direnç gösteriyorlar. Kiralık katiller tutarak terör estiriyorlar. Yalnız 2011 yılında 311 köylü öldürüldü. Her yıl sayı artıyor. Devlet kurumlarında tanıdıklarından, bankalara kadar birçok kanalla da ilgayı çeşitli şekillerde engellemeye çalışıyorlar. Banka, pazar bilmeyen halkın bilgisizliğini sömürüp çeşitli dalavereler yapıyorlar. Son zamanlarda bu dirence karşı daha ciddi savaş açıldı.
İşlenecek alan dışında tarımsal ürünün yetiştirilmesi yani tarımı sanayi haline getirmek, modernleştirmek için devlet başka adımlar attı. Yeni bütçede hedef sosyalist tarım çiftlikleri kurmak. Hayvan yetiştirmeye ağırlık vermek. 30 yerleşim alanında 708 hektarlık tarım kompleksi kurulacak. Büyük baş hayvan yetiştirilip süt elde edilecek. Mısır ve ayçiçeği yetiştiricilerine krediler verilecek. Üretkenlik arttırılacak. Yalnız 2014 yılında yurt dışarıdan 320 tarım teknisyeni getirildi. Maduro 2014 yılında 80.000 kırsal proje gerçekleştirmek istiyordu.
Bu önlemler sayesinde 2013 yılında domates, biber, soğan ve havuç ihtiyacının % 100’ü ülke içinden karşılanmış. Bu başarı halkın karnını tamamen doyurma hedefine sıçratılacak. Venezüella kendi karnını kendi doyurabilen bir ülke olmak için tarıma büyük önem vermeye ancak başlayabildi.
Komünlerin birçok sorumluluk ve yetkisi vardır. Tarım sosyal üretimin bir parçasıdır. Tarım ama aynı zamanda sanayi için de üretim demektir. Tarım sanayi tüketimini de karşılamalıdır. Böylece sanayi işletmeleri de komüne bağlandı. Gerçekten komünler özünde yerel devlet yönetimi gibidirler. Çevrelerini geliştirmek için projeler üretebilirler. Yani biz kendi fırınımızı kurmak, işsizliğe karşı şu maddeyi üretmek için şöyle bir fabrika, taşınması için şöyle bir yol yapılmasını istiyoruz. Şöyle evler istiyoruz, diyebiliyorlar. Ülkede büyük bir inşaat seferberliği vardır. Komünlerin uygun gördüğü yerlere insanlara yaraşır konutlar yapılır. 2.5 yılda tam 600 bin konut yapılıp dağıtıldı. Yapımlar devam ediyor. Bunun için proje geliştirip devletten finansman talep edebiliyorlar. Alt yapı tesisleri, yollar köprüler hep onların talepleri ve projeleri doğrultusunda devletten krediler alıyor. Ancak sık sık komünlerin projeleri diğer komünlerle ortak planlaması ve devlete danışması gerekiyor. Projeleri Ulusal Mecliste anlatıp savunuyorlar. Yetkileri çoktur ve her yıl devletin komünlere ayırdığı bütçe miktarı oran olarak ulusal bütçe içinde büyüyor.
Komünlerin Sorunları
Bu halk demokrasisini alttan üste kurma güzel projesi şimdiye kadar nasıl işledi ve sorunları nelerdir? Onlara da bakmakta yarar vardır. Aynı fabrikalarda, işçilerle karşılaşılan sorunlar komünlerde de yaşanıyor.
Tarımdan başlarsak köylüler genelde yöre halkının ihtiyacı yerine en çok kar getirecek tarım ürününü ekmek istiyor ve bunda diretiyorlar. Oysa yerelin karnını doyurmak, gene yörelerinin ihtiyaç duyduğu, gerekli olan sanayi ürünlerini ekmeleri gerekiyor. Köylülüğün bilinci de aynı sanayi işçisi gibi henüz istendiği kadar sosyalistleşmemiştir. Sosyalleşmelerini başarmak için köylüleri de komünlerin içine aldılar. Bu kez komün içinde çatışmalar yükseldi. Ayrıca aynı işçilerde olduğu gibi köylüler de kendilerini devlet güvencesinde hissettiklerinden olsa gerek toprağı ekme zahmetine katlanmak istememeye başladılar. Toprağı ekip biçmiyorlar. Toprağı atıl bırakıyorlar, tembellik ediyorlar. Nasıl olsa devlet kendilerine bir şekilde bakacak düşüncesi hâkimdir.
Şimdi komünlerdeki demokratik işleyişe bakalım. Halklar kendi kaderlerini ellerine alabilmede ne kadar istekliler? Kendilerini yönetmek istiyorlar mı? Siyasi bilinç seviyesi ne düzeydedir? En temel sorun ilgisizliktir. Karar mekanizmasına yereldeki her üye katılmıyor. Konut ihtiyacı varmış, okul, yol yapılması gerekliymiş, su sorunu varmış, eğitim şöyle olsun gibi konuları tartışmaya gelmiyorlar. Buna kafa yormuyorlar. Olanak var, ilgi yok. Genellikle üyelerin % 40’ı toplanabiliyor. Bazı yerlerde daha da düşüp % 15‘e iniyor. Katılım düzensizdir. Bugün biri diğer gün başkası geliyor. Bazıları bu konseyleri gereksiz buluyor. İktidarın kurmak istediği katılımcı demokrasi sonuçta yine bir şekilde temsili demokrasi haline dönüşüyor. Gelenler gelmeyenlerin temsilcisi oluyorlar. Halkların demokrasi isteği, kendi kaderini belirleme azmi başka bir bilinç gerektiriyor.
Birileri bencillik yapıp kayıtsız kalırken diğerleri onların yerine de çalışmak zorunda kalıyor. Vatandaşlık görevi aktif olan başkalarının sırtına atılıyor. Sonra toplantılara katılmayanlar katılanları bencillik yapmakla suçluyorlar. Aksaklıkların üstesinden gelmenin yolu politik bilinci yükseltmekte yatıyor. Komünlerin görevlerinden bir tanesi de budur. Özellikle seçimler sırasında çeşitli politik eğitimler yapılıyor. Kır halkının bilinçlenmesi de uzun bir süreç gibi görünüyor. Bu 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin ayrı bir sorunudur.
Elbette sadece halkın isteksizliği, bilinç düzeyi olayları açıklamaya yetmez. İlgisizliği devlet bürokrasisi de kışkırtıyor. Örneğin; komünler devlete yollayacakları projeler için belirli formlar doldurmak, bazı bürokratik işlemleri tamamlamak zorundalar. Halk her zaman bunları anlamıyor. Karmaşık olmasından yakınıyorlar. Halkların eğitim düzeyi ile yönetim zorluklarının üst üste düşemediği açıktır. Mühendislik gibi eğitim isteyen projelerde halkın bilgi düzeyinin yetmemesi doğaldır. Devletin formülleri basitleştirmesi isteniyor.
Devlet kadrolarının da görevlerini yapabilmek için komünlerin bürokratik bazı koşulları yerine getirmesini istemesi doğaldır. Bürokrasinin sıfıra inmesi sanırız günümüz koşullarında henüz gerçekçi olmaz. Komünlerden uygun yanıtlar gelmeyince veya halklar uygunsuz kararlar alınca işin halledilmesi için devlet kadroları başka çareler arıyorlar. İşler çığırından çıkabiliyor. Haksızlıklar yapılabiliyor. Yanlış anlaşılmalar, yanlışlıklar silsilesi işleri kördüğüm haline getirip tarafları vurdumduymazlığa, ilgisizliğe sürükleyebiliyor.
Devlet yapısı da tamamen burjuva özelliklerden temizlenmiş değildir. Burjuva kesimlerin iktidarda kolları vardır. Bu adamları kanalıyla komünlerin bazı projeleri engellenebiliyor. İşe demokratik yollar yerine rüşvet, kayırma, kendi çıkarını kollama gibi binlerce sorun girebiliyor. Olmadık kişilere olmadık fonlar verilebiliyor. Komünler ve devlet kadroları arasında sürtüşmeler doğuyor. Komün konseylerinin gereksiz olduğunu, bunlardan bir iş çıkmayacağını düşünenler artıyor.
Komünlerin Venezüella’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin çekirdek nüveleri olduğu kesindir. Sosyalizm komünlerdeki halkların bilinçlenmesi ve iktidarı tabandan örmesi ile gerçekleşecektir. Kolay bir iş olmadığı biliniyor. Zaman alıyor. Burjuva muhalefet tüm sorunları komünlere atıyor. Her fırsatta komünlere saldırıyorlar. Ülkedeki şiddet ve suç yüksekliğini komünlerin üstüne atmaya çalışıyor, yalan yayıyorlar. Silahlı çeteler kuruyorlar, diye suçluyorlar. İktidarın asıl suçluları buralarda aramasını istiyorlar. Burjuvazi onları karşılarında bir tehlike olarak görüyor. Bu korku ve suçlamalardan kalkarak komünlerin doğru yolda olduğu söylenebilir.
Maduro bunun farkındadır. O nedenle 2014 yılında yaşanan barikat olaylarında komünlerin gücünü ancak muhalefet yorulma belirtileri gösterince devreye soktu. Böyle yapmasa ülke bir iç savaşa girebilirdi. Maduro amaçlarının “Halk güçlerini canlandırmak ve onları hükümet yapıp sorunları çözmek” olduğunu hep tekrarlıyor. Komünleri tek tek dolaşmanın, sokak hükümetleri ile temas kurmanın büyük yararı vardır. Devlet kadroları ile halk temsilcileri birbirlerini daha yakından tanıyor ve anlıyorlar. İktidar bölgesel kalkınma stratejisini çizmede daha canlı bilgi edinmiş oluyor. Maduro komün ve sokak hükümetleri ile yaptığı toplantıları şöyle değerlendirdi: “Bu yöntemle iktidar oluşumuzun ilk 100 gününde insanlarla yaptığımız yüz yüze toplantılarda 2000 proje kabul edildi. Bu sokak hükümetleriyle günlerce birlikte çalıştık ve 16 milyar dolar ekonomik kalkınma, alt yapı, yol, konut, tarım sanayi, eğitim ve sağlık için yatırım yaptık. Bu devrim içinde devrimdir.” (13)
Maduro son dönemde aldığı kararlarla komünlerin yetkilerini yerelden devlet üst kademelerine kadar tırmandırdı. Komün bölgesel bakanlık konseyleri kuruluyor. Şöyle işliyor: Her bir komün komitesi kendi içinden merkeze yollayacağı komün temsilcisini seçiyor. Çeşitli komün komitelerinden gelen temsilciler o kentin ya da komünün yönetimi oluyorlar. Kentler tabandan örgütlenmeler ile yönetilir hale geliyor. Bunlar bölgesel bakanlık konseyleri, ulusal hükümetin yereldeki temsilcileri oluyorlar. Sonra aralarından merkez hükümetine temsilci yolluyorlar. Bu sistem yerine oturduğunda da ulusal hükümet organları bu temsilcilerden oluşacak. Yani devlet kurumlarının yerini alacaklar. Tepeden atanma ortadan kalkacak. Maduro 2015 yılı başında komünal yönetimin ulusal başkanlık konseyini kurdu. Halk devleti olma yolunda bir adım daha atıldı. Yakında burjuva devlet yapısı tamamen kalkacak yerini komün konseylerine devredecek. Ülkede 24 bölge var şimdiye kadar bu konseyler 21 tanesinde kurulmuştur.
Yavaş yavaşta devletin yaptığı işler bu komünlere devredilmeye başladı. Sağlık, eğitim, alt yapı inşası, tarımsal kalkınma konularının devrinde de önemli çalışmalar yürüyor. Hizmetlerin, sorumluluk ve komün mülkünün transferi ve komün ekonomik faaliyetlerinin yükseltilmesi hepsi bu komün başkanlık konseylerine devredilecektir. Komünlere döviz alma yetkisinin verilmesi tartışılıyor. Böylece devlet tepeden değil yerelden yönetime başlayacaktır. Ekonomik sorunlarını da kendileri halledeceklerdir.
Belki bu bilgilendirmeden sonra sorabiliriz: PSUV içindeki radikal kanadın ülke sorunlarını 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin gerçek bir devrim yapmamasına bağlaması ne kadar yerindedir? Bu eleştiri mücadeledeki güçler dengesini hesaba katmayan bir yaklaşımdır. Günümüzün devrim sorununa 19. ve 20. yüzyıldan dersler çıkarmadan yapılan bir eleştiridir. Ayrıca zamanında Chavez ve şimdi de Maduro yaşananlardan çıkardıkları sonuçla sürekli boğuşuyorlar. Her gün yeni bir şey kuruyorlar, deniyorlar. Olmadı değiştirmekten kaçınmıyorlar. Bu süreç böyle süreceğe benzer. 16 yıl halkların bilinçlenmesi için uzun bir süre olmasa gerek.
Düzen Yaratıkları
Venezüella 21. Yüzyıl Sosyalizmi deneyinde burjuvazinin yok edilmediğini düşünürsek onun devrim sürecinde sayıca azalmış olacağını tahmin edebiliriz. Ancak Maduro seçimleri % 1,5 oy farkı ile kazandığına göre ortada başka bir durum vardır. Burjuvazi hala varlığını ve etkisini pek kaybetmemiştir. Hatta kimi yorumculara göre burjuva sayısı artmıştır. Halktan bu düzenden umudunu yitirenler vardır. Konuyu biraz açmak gerekiyor.
İlginçtir, ama 16 yıllık deneyim sırasında ekonomik gelişim düzenden semiren ve burjuvalaşan bir kesim yaratmıştır. Bunlara Venezüella’da boliburguesia deniyor, yani Bolivar burjuvazisi. Bunların bir kısmı PSUV içinde duruyorlar. Örneğin; Komünist Parti, PSUV’a bu nedenle katılmadığını iddia ediyor. PSUV bu kişiler nedeniyle parçalıdır, diyor.
Boliburjuvalar 21. Yüzyıl Sosyalizmi denilen sistemden yana olan muhalifler olarak da biliniyor. Hatta ne-ne’ler diye de anılıyorlar. Ne iktidardan yanalar ne de muhalefetten. Aslında bir şekilde “Chavezciler”. Bu düzenin böyle gitmesinde çıkar sağlıyorlar. Düzenin yaratıkları olmuşlar. Ekonominin çeşitli boşluklarından, karmaşasından yararlanıp ceplerini dolduruyorlar. Düzen buna çeşitli olanaklar yaratıyor. O nedenle ne burjuvazi gibi eski düzene dönülmesini istiyorlar ne de 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin tam kurulmasından yanalar. Bu çarpıklığı ile devam etsin, iş nereye varırsa varsın düşüncesindeler. İktidarın geleneksel burjuvazi ile dövüşünden kendilerine pay çıkarıyorlar.
Uruguaylı yazar R. Zibechi, Guerrero’dan aktarıyor: “Techint’in üretimi çok uluslu şirketteyken verimlilik daha fazlaydı.” dedikten sonra ekliyor. “Millileştirilmiş şirketler reel sosyalizm tarihini tekrar ediyor gibiler. Radikal değişimlerin olduğu yerlerde devlet bürokrasisi denilen zehirli ve kangrenleşmiş yapı sosyal, devrimci organizmada ortaya çıkıveriyor.” Yani tüm çabalara rağmen tesisler millileştirilince bürokrasi hortlayıveriyor. Gerçekten de Venezüella’da işçi ve devlet yönetim ve sahipliğindeki şirketler verimsizlik ve karmaşa nedeniyle tekrar devletleştirildikten sonra bürokrasi ayyuka çıktı. Ve o zamandan beri de tüm çabalara rağmen bu değiştirilemedi. Boliburjuvalar hem devlet şirketlerine hem de devletin çeşitli kadrolarına yerleştiler ya da orada burjuvalaştılar. (14)
Çeşitli kademelerde çöreklenmişler. Örneğin; komünlere verilecek projeleri bunların engellediği söyleniyor. Elbette projelerin yerleri, biçimleri konusunda karar verilirken bir takım yetkililer vardır. Bunlar yetkilerini çeşitli burjuva kesimlerine çıkar sağlayacak ve dolayısıyla kendi ceplerini dolduracak şekilde kullanabiliyorlar. Burjuvazi ile yakın bağ içindeler. Onlar gibi zengin olma sevdasındalar. Eskiden gelen burjuvazi zaten devlet kadrolarından kendilerine yandaş yaratmada beceriklidir. O nedenle iktidar kadroları içinde burjuvazinin yandaşları, adamları vardır ve bunlar kendi çıkarları için her türlü rüşvet ve yolsuzluktan nasiplerini alıyorlar.
Rüşvet ve yolsuzluk dışında devlet politikalarından da yollarını buluyorlar. Nasıl mı? Para politikası, döviz politikası bunlardan bazılarıdır. Devletin çeşitli nedenlerle dağıttığı ayrıcalıklı dolarların musluk başı ellerindedir. Bunların bankada hesap açacak kadar paraları vardır ve bu kanalla örneğin her yıl dışarı seyahat nedeniyle 3000 dolar alırlar. Sonra bu parayı karaborsada tekrar bolivara çevirirler. Düzen sayesinde her yıl en azından böyle bir ek gelir elde etme olanakları vardır. Sistemin değişmesine karşı elbette fren yaparlar.
İşçi sendikalarının tepesine oturmuş, bu düzenin düzelmesini istemeyenler de vardır. Bunlar çeşitli işleri istedikleri kişilere verme yetkisini kaybetmek istemezler. Bundan çıkar devşirirler. Daha öncede söyledik rahat rahat oturmak yerine ayrıca sınıf mücadelesi vermekten kaçınırlar.
Gene yukarıda yazdık. Devletin Marcal halk marketlerinden kaçırılan sonra komşu ülkelere satılan on binlerce ton sübvanse edilmiş tüketim mallından söz ettik. Bunların bir kısmı marketlerin başında oturan müdürlerdir. Sınırdan petrol kaçıranların arasında da tepelerde oturan bürokratlar vardır. Ordu, sınır polisi ile işbirliği içinde kaçırıyorlar. Polis içinde de, ordu içinde de suçlu bulunur. Yani işin plancısı, taşıyıcısı, sınırdan geçiricisi, orada satıcısı hepsi bir ağ içinde çalışıyorlar. Eli silahlı koruyucular da işin cabası diyelim. Herkes soygundan nasibini alıyor. Suçluların yakalanması ciddi olunsa zor olmasa gerek. Ama işte bu yaratıklar ile işler karışıyor. Çürüme artıyor. Tepedekiler görmüyor, duymuyor. Düzen güçlenmediği sürece kendi gemisini kurtaran kaptan oluyor. Bunlar düzenin doğurduğu Bolivar burjuvaları haline geliyorlar.
Devlet işletmelerinde, devlet kadrolarında memur olarak çalışan iyi niyetli yöneticiler olabilir. Belki başlarda iyi niyetle bu göreve geldiler, ama zaman içinde işçilerin sorunları, onlara bir şey öğretme, onlardan bir şeyler bekleme zorlu çalışması içinde de inançlarını yitirmiş, kendi çıkarlarını kollamaktan başka çıkar yol göremeyenler de olabilir. Kısır bir döngüdür. İşçilerdeki ilgisizlik, hedefe istendiği hızla varılamaması, çeşitli engeller onları kendi başlarının çaresine bakma yoluna itmiş olabilir. Çünkü 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni kurmak uzun ve zorlu bir süreçtir. Herkesten aynı soluğu beklemek yanlış olur. Sistemin yarattığı çarpıklıkları görüp inancını yitirenler de gününü gün etmeye çalışanlar da olacaktır. Her düzende yok mu?
PSUV radikallerinin iddiasına göre Bolivar burjuvaları iyi niyetli olanların yaptıklarına köstek oluyorlar. Örneğin; geleneksel muhalefetin yarattığı kıtlık, depolama ve son zamanlarda sokak gösterilerinde öldürme olayları, saldırılar kısacası politik ekonomik suç işleyenler biliniyor. Bunların halk önünde açıklanması isteniyor. Ancak devlet kadrolarındaki bu Bolivar burjuvazisi engeline takılıyorlar. Bu isimler deşifre edilemiyor. Ya da sadece bir kaçı göstermelik ortaya çıkarılıyor.
Ordu içinde de bu düzenden çıkar sağlayanlar vardır. Hatta son günlerde üst düzey subaylar darbe örgütleme suçlaması ile tutuklandılar. Özellikle muhalefetin elindeki eyaletlerde polis kadrosunu bu burjuvalar besliyor. Bu eyaletlerde kurulan barikatlar gene bu polislerin denetimi altındaydı. Buradaki polisler muhalefetten yana davrandılar. Olaylar durulunca da bir kısmı tutuklandı.
Düzenin çarpık yanları böyle bir halk kesimi doğurabiliyor. Sosyalizmin kurulma sürecinde böyle ne olduğu belirsiz bir insan şekillenmesi yaratabiliyor. Belki de bu kaçınılmazdır. Çarpıklıktan beslendikleri içinde geleneksel burjuvazi gibi sistem değişikliği istemez. O muhalefet ile tam örtüşmez.
Genel Değerlendirme
Zayıflıklar
Venezüella 16 yıldır 21. Yüzyıl Sosyalizmi yolunda ilerliyor. Halk ekonomisini yaratma ve kapitalist ilişkileri, üstüne çıkarak tasfiye etme mücadelesi veriyor. Görüldüğü kadarıyla henüz kapitalist üretim bu süreçte zayıflamamış hatta gelişmiştir. Sosyalist üretim ve ilişkiler, pek kök salmamış yavaş yavaş ağır aksak gidiyor. Halkın bilinçlenmesi yükseliyor, ama daha istenilen düzeyde değildir.
Ülke devrim yolunda yepyeni bir yol deniyor. Eski sosyalizm deneylerinden kalkarak onların yanlışlıklarını yapmamaya ve ülke ekonomisini yepyeni bir yolla geliştirmeye çalışıyor. Mülkiyet ilişkilerini kurma doğrultusunda bir şunu bir bunu deniyor. Bakıyor olmuyor değiştiriyor ve yenisini uygulamaya sokuyor. Dersler çıkarıyor, öğreniyor. Bu anlamda çok aktif bir ülkedir. Yanlış yapmaktan korkmuyor. Umudunu yitirmiyor. Bunlar rotadan sapma değil doğru rotayı, yolu bulma çalışmalardır.
Kolombiya’lı yazar Venezüella’yı şöyle tanımlıyor: “Yoksulların şenlik, zenginlerin protesto yaptığı bir ülkedir.” Gallup kamuoyu araştırma şirketi 2011 yılında dünyaca ünlü Washington Post gazetesinde dünya mutluluk sonuçlarını açıkladı. Buna göre Venezüella Finlandiya’nın arkasından dünyanın 5. en mutlu insanlarının yaşadığı ülke oldu. İnsanlar hayatlarından memnun mutlu mutlu yaşıyorlar. Neden olmasın ki? Açlık yarı yarıya azalmış. Herkes üç öğün yemek yiyor. Herkesin iş, sağlık, emeklilik, eğitim garantisi var. Yüz binlerce konut yapıldı, yapılıyor. Birçok sosyal hakları var. Yarınlarına umutsuz bakmıyorlar. İnsanın çok yönlü gelişimi için büyük çaba sarf ediliyor. Bu insanların mutluluğuna giden yol değil midir?
Ama kocaman bir “ama” var ortada. Bütün bu rahatlık halk üretiminden gelmiyor. Halklar ülkenin yeraltı zenginliğinin sefasını sürüyorlar. Yani bu ülke halkı bir anlamıyla rantiyer gibi davranıyor, petrol gelirlerini yiyip içiyor. Hatta bazı sol yorumcular düzene “Petro-sosyalizmi” adını takmışlar. Elbette bu doğru bir yol değildir. Petrolün bir gün biteceği ya da başka enerji kaynaklarının devreye sokulma olasılığı bir yana, rantiyer olarak yaşamak bir süre sonra toplumu çürütür. İnsanı insan yapan üretimin, yaratıcılığın gelişmesi ile bağlantılıdır. Venezüella halkları elbette çalışıyorlar, ama sırtlarında bir küfe olmadan çalışıyorlar. Günlerini gün ederek çalışıyorlar. Ülkelerinin sorunları ile ilgilenmek, kendi kaderlerini ellerine almak, gösterilen yolda ilerlemek anlamında gereken adımı atmakta biraz yavaş ve vurdumduymaz davranıyorlar. Ellerine geçirdikleri büyük bir fırsatı gerektiği gibi değerlendiremiyorlar, diyelim isterseniz.
Neden böyleler?
Buna çeşitli gerekçeler getirilebilir. Bu insanlığın bir özelliği olabilir. Zor olmadan ya da yumurta kapıya dayanmadan davranmıyorlar. Öyleyse acaba bir zorlama mı, gerekli? Bir dürtü mü şart? Bilmiyoruz. Belki de yıllardır öyle yoksulluk, geleceksizlik içinde yaşadılar ki şimdi biraz bunun tadını çıkartmak istiyorlar. Bu kadar yaşadıkları acıdan sonra bu on yıl devede kulak olarak düşünülebilir. Belki bir korku gerekli! Belki bu daha disiplinli çalışmak için bir dürtü olabilir.
Her ne olursa olsun ancak herhalde şöyle bir tespit yapmak yanlış olmaz: Halklar öyle kolay öğrenmiyorlar ve sosyalizmi kurmak öyle kolay bir şey değil. Devrimi yapıp, alın üretim araçlarını, şimdi sosyalist ilkeler ile üretin, yepyeni pırıl pırıl sömürünün olmadığı bir ülke kurun, demekle olmuyor. Hatta dizlerinin dibinde tehdit eden kapitalist sınıf var ona rağmen gerçekleri görmeleri o kadar kolay olmuyor. Elbette bilinmeyen bir gerçeği söylemiyoruz, ama en azından sorunları anlamak açısından önemlidir.
Venezüella halkları Batı halkları seviyesinde eğitimli değiller. Chavez bu konuya çok önem verdi. Şimdi okuma yazma bilmeyen oranı çok düşük. Devrim sonrası açılan üniversitelerde genç, yaşlı birçok insan okuyup mezun oldu. Venezüella halkı hızlı bir şekilde eğitiliyor. Ancak bu eğitim ve çalışma bilgisini modern düzeye yükseltmek, üretime aktarmak bir çırpıda olmuyor. Fabrikada, kırda üretimin bütün safhalarını öğrenmek ve onu yönetme becerisini edinmek ayrı bir iştir. Başka bir disiplin, inat, bilinç ve emek ister. Ayrıca işçilerin hepsi böyle bir zora gelmek istemiyor. Böyle bir zorunluluk da dayatılamaz. Böyle bırakmak mı gereklidir? Elbette değil. Sosyalizmi kurmak demek o insanların fark etmediği ama içlerinde kesinlikle olan yeteneklerini ortaya çıkartmalarını sağlamak ve bu kaynağı üretim içinde, insanın mutluluğunu daha da arttırıcı bir şekilde kullanmanın yollarını yaratmak demektir. İnsanın çok yönlü gelişimi sosyalist ilkesini bu insanlarda da gerçekleştirmek demektir. Onları sırf günlük maddi çıkarları peşinde koşmak darlığından kurtarmak, geliştirmek demektir.
Ancak bunlar yapıldıktan sonra bencillik, yolsuzluk, yozlaşma gibi sorunlar halledilebilecektir. İnsanlar maddi değerlerden manevi değerlere doğru kaymaya ya da gelişmeye başladıklarında bir takım sorunlar çözülecektir. Disiplin ayrı bir sorundur. Onun insanı zora sokma dışında rahatlatan bir yanı da vardır. Çünkü ancak disiplin ile bir takım şeyler başarılabilir. Bir işi yapıp bitirmenin insanda yaratacağı mutluluğu görüp yaşamak başka bir şeydir. Başka bir mutluluk düzeyidir. Buna da belirli adımlarla varılıyor.
Yolsuzluk çeşitli düzeylerde yaşanıyor. En basitinden mahallede el altından süt satılıyor. Kıtlığı çekilen bir mal stokçuda bir şekilde var ve mahallede satıyor. Devlet bunlarla mücadele edilmesi çağrısını yapıyor. Bu işi yapanı bildirin demiş. Yardım hatları kurmuş, telefonla haber vermek gerekli. Ya da ne bileyim bir yerlerde kıtlığı çekilen malın stok edildiğini bir şekilde biliyorsun. Bunu bildirmek gereklidir. Stokçuyu, rüşvetçiyi bildirmek o düzenin sağlam temellere oturması için, gelecek için gerekli. Yolsuzluk, rüşvet, yozlaşma ile mücadele böyle en alttan başlamak zorundadır. Bilinç ister.
Ama Chavez’in barriolarında yani gecekondularında yaşayan halklar dahi bunu yapmıyorlar. Yapsa halbuki bu zenginler kesimine bir darbe vurmuş olacak, ama yapmıyor. Bunun mantığı nedir? Çünkü bu kıt maddeyi satan ya komşusu ya bir yerlerden tanıdığı olabiliyor. Onunla arası açılsın istemiyor. İkincisi iktidarın ya da düzenin yarın bu eksikliği çekilen maddeyi marketin rafına koyabileceği güvencesi yok. En azından bu kanalla yarın o maddeyi elde edebileceği güvencesini neden ortadan kaldırsın. Evet, kendi bindiği dalı kesiyor. Onun yarın daha pahalı olmasına göz yumuyor. Kolektif bilinç henüz bu seviyededir. Yukarılardan başlayan yozlaşma aşağılarda yankısını buluyor. Ya da tersi, yılların yoksulluğunun birikimi alttan tepelere tırmanıyor.
Bunun çözümü yalnız bilinçlenme değil elbette yolsuzlukların halk düşmanı olarak deşifre edilmesi, hesap vermelerinin sağlanması gerekiyor. Sosyal hesap verme işi nasıl örgütlenecektir? Bunun yolu hala tam olarak bulunmuş değildir. 2002 darbesini yapanlar serbest bırakılabiliyor. Stoklama yapanlar, fahiş fiyatla mal satanlar yakalanıyor. Valiler bile yakalıyor tutuklanıyor. Ama bunların deşifre edilmesinde engellemeler olduğunu yazdık. Bunlar tepeden aşağıya sonra aşağıdan yukarı doğru gidip geliyor. Bir yumak olarak toplumu çürütüyor.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri
Venezüella’da kurulmaya çalışılan 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni sol içinde çeşitli şekillerde eleştirenler vardır. Yukarıda bir kısmını verdik. Venezüella’nın yolundan umudunu kesmiş olanlardan bir tanesi eskiden Chavez ideologu Alman solcu Heinz Dietrich’tir. Çin ve Alman dergilerine verdiği röportajlarda şimdiki iktidarı çok çirkin biçimde eleştiriyor. Maduro’nın yönetme yeteneğini sorguluyor. Devrimin itici güçlerinin hiçbir şey beceremeyeceğini ilan ediyor. Petrol gelirinin bu finansal modeli sürdürmeye yetmediğini söylüyor. Bunun Chavez döneminde ipuçlarını gösterdiğini ama şimdi artık gözle görülür olduğunu iddia ediyor. Kıtlığı, ekonomik güvensizliğin hepsini Maduro iktidarının sırtına yüklüyor. Ona birkaç hafta ömür biçtikten sonra (bu biçtiği süre çoktan bitti) politik çözümün ılımlı sağ ile koalisyon kurmak olduğunu söylüyor. (15) Yani ülke tekrar yeni liberal politikalara dönmeli ve kapitalist bir yol izlemelidir. 21. Yüzyıl Sosyalizmi deneyi bitmiştir. Venezüella içinden Dietrich’e büyük eleştiriler geldi.
Soldan eleştirenler arasında PSUV içinde Sosyalist Akım kurucusu Gonzalo Gomes de vardır. Gomes burjuva muhalefetle masaya oturmayı eleştiriyor. “Son yıllarda ve özellikle Chavez hastalandıktan sonra burjuvazi parçalama yolları buldu ve gelirleri yağmaladı ve bunları sivil bürokrasi, yolsuz devlet yapısı ve iktidar sektörlerinin yardımı ile yaptı.” diyor. (16) Gomes aksaklıkların suçunu bürokrasiye yükleyerek, “Kapitalist mantık ile komün ve sosyal mülkiyet, işçi denetimi ve tarım devriminden koparak devlet endüstrisindeki gelişmenin önünde durdular.” diyor. (17) Sonra çözümü burjuva ile birlikte yaşamak değil ondan uzaklaşmakta görüyor. Bunun içinde komünlere, işçi denetimlerine daha çok yetki verilmeli ve onların önü açılmalıdır, diyor. Bu arada aktardığımız iktidarın işçiler ve sendikalarla olan deneyleri, sonuçları ve yanlışlıklarına hiç değinmiyor.
Elbette sorun daha teorik düzeyde de tartışılıyor. 21. Yüzyıl Sosyalizmi Venezüella’da ne yanlışlar yaptı, nasıl olmalı, diye soruluyor.
Bu konuya kafa yoranlardan bir tanesi de Raul Zibechi. “Venezüella: Petro sosyalizmi labirenti” (18) adlı yazısında konuyu başka kaynaklardan da yararlanarak ele alıyor.
“Evet, kıtlıkların bir kısmı fiyatı indirilmiş metaların Kolombiya’ya kaçırılması ile izah edilebilir, ama başka sorunlar da var. Özel sektör büyümüyor çünkü burjuvazi yatırım yapmıyor.” Güven duyulmayan yere elbette yatırım yapmayacaklardır. Doğru bundan anlaşılmayacak bir şey yok. İkili iktidar sürecinde burjuvaziye yatırım yapması için neden güvence verilsin ki? Akla ilk gelen yanıt bu. Özünde halk ekonomisinin gelişeceği öngörüldüğü için buna ihtiyaç olmayacağı düşünüldü. Venezüella örneğinde evdeki hesap çarşıya uymadı. Halk ekonomisi hızlı gelişemediği ve de burjuvazinin sabotajları nedeniyle bu bir sorun oluyor. Halkın ihtiyaçlarını karşılamak için özel sektörün üretim ve ihracatına mecbur olundu. Ama o da yeni yatırım yapmadı. Gelişmeyen halk ekonomisi karşısında ve dayatan işsizlik sorunu nedeniyle Chavez özel sektöre krediler vermek zorunda kaldı. Ama yukarıda yazdığımız gibi gene belirli koşullarla. Onlarla masa başına oturuldu. Maduro da son zamanlarda ekonomik saldırılarına karşı onlara döviz garantisi, hâkim oldukları bölgelere yatırım gibi sözler vermek zorunda kaldı. Ama sonra da muhalefet verdiği sözlerde durmayınca bunları geri aldı.
Raul Zibechi sonra yazısında Latin Amerika’nın önde gelen aydınlarından Arturo Uslar Pietri’nin 1936 yılında yazdığı “Sowing the Oil” ( Petrolü Ekip Biçmek) adlı yazıdan söz ediyor. Bu yazı yayınlandığı zaman bölgede büyük yankılar uyandırmış. Petrolün yararlarını sıralandıktan sonra çıkarım endüstrisinin bir ekonomiyi tahrip ettiği tespitini ilk kez yapıyor. “Tahrip edici ekonomi (destructive economy) geleceği şimdi adına kurban edendir. Çünkü onun üretkenliği ulusal ekonominin dışındaki etkiler ve faktörlere bağlıdır.”
“Toprak altı kaynakları sömürmek ‘Venezüella’yı verimsiz ve tembel bir ülke haline getirebilir. Bir süre devasa petrol paraziti içinde yüzülür ve bolluğu içinde yozlaşılır ve kaçınılmaz ve nihai bir şekilde felakete sürüklenir’. Bu felakete kaymaktan kaçınmanın tek yolu tarımı ve endüstriyi geliştirmektir ya da daha iyisi üretken iş yapmaktır. Petrol maden gibidir ve madenler ‘üretmezler’ onlar sömürülürler. Onlar zenginliktir ekonomi değildir…. petrol ‘şeytan’ın salgısıdır.’” Petrol yani eğer akıllıca kullanılıp ekonominin ve tarımın geliştirilmesine yatırılmaz ise bir şeytan gibi ülkeyi tahrip eder. (19)
Raul Zibechi devam ediyor:
“Uslar Pietri şöyle yazıyor: ‘Uygulamamız gerekli saygın ve akıllı bir politik ekonomi ancak yer altından elde edilen karları tarımsal krediye aktarmak, bilimsel ve modern tarımı teşvik etmek, hayvancılık ve tarım alanları açmak, ormanları korumak, sulamayı düzenleyen gerekli barajlar ve sulama tesisleri inşa etmek, kır alanlarını makineleştirip endüstrileştirmek ayrıca küçük tarım için kooperatifler kurmaktır.’”
Bu söylenenlerin çoğu sanki Venezüella’yı anlatmaktır. Venezüella halkı bir yanı ile petrolün nimetlerinden yararlanıyor, ama aynı zamanda onun kendini tembelleştirmesi, yozlaşmaya yol açmasının sorunlarıyla da boğuşmak zorunda kalıyor. Gelecek, şimdi adına tahrip ediliyor. Bir ülkenin sanayi ve tarım ile kalkınabileceği su götürmez. Elbette iktidar bunun farkındadır ve gelirlerin önerildiği gibi tarım, havancılık ve sanayiye aktarılması gibi işleri de yapıyor. Bu kadar ilerliyor ve sorunlar ile boğuşuyor. Yani 21. yüzyıl iktidarı bunun bilinci ile davranıyor, diyelim.
Raul Zibechi yazının bu bölümünü şöyle noktalıyor. “Teorisyenlerine göre sosyalizm çalışma ve üretimle kurulur yoksa topraktan çıkarılan zenginlik halkın yoksulluğunu azaltsa, yaşamını geliştirse ve kalitesini arttırsa bile zamanla biter… Petrol ekmek yolsuzluk biçmektir. Sosyalizm ekilmez ve uzun süreç içinde yorulmaz bir şekilde inşa edilmelidir. Bunun kestirme bir yolu yoktur.” (20)
Petrol fiyatları düşmüş, gelirler azalmış; halk ihtiyaçlarını karşılamak, Misyonlara paralar aktarmak giderek zorlaşıyor. Maduro bir takım önlemler alınması gerektiğini kabul ediyor. En azından gıda maddeleri sübvansiyonu kaldırmak değil ama daha başka türlü yapılmalıdır. Petrole zam yapmak uygun görünüyor. Ancak seçimler öncesi bunu yapmak tehlikeli olabilir. Seçimlerden sonra da ne olacağı belli değildir.
Yaşanan ekonomik sıkıntılar halkta eski düzene dönmeye eğilim mi yaratıyor? Halklar eski burjuva iktidarların kendilerine bunu bile vermediğini ne kadar hatırlıyorlar? O günler ne kadar bilinçlerdedir? Bu konuda çeşitli görüşler var. Kimisine göre bardak dolmuştur kimisine göre ise yarım doludur. Ülkenin zor bir dönemeç içinde olduğunu söylemek gerekir. Düşman düzende kendi ölümünü görüyor. Yatırım yapmıyor. Halk epey yol kat etti, ama henüz rehavetlerinden sıyrılmadılar. Petrol gelirlerinin azalması onları silkeleyecek ve kendilerine getirecek midir? Bu iş nasıl olacaktır? Venezüella’da yakın gelecekte bunları yaşayacağız.
Nasıl Bir Kalkınma?
Sorun halkların ülke kalkınmasını kavrayıp gerekeni yapmalarıdır. Ancak kalkınma konusunda da Latin Amerika solunda ciddi tartışmalar vardır. Başlı başına bir yazı konusudur, ama biz biraz değinelim. Ekvator eski başbakan yardımcısı ve ekonomist Pablo Davalos’un bu konuda yazdıklarını aktaralım:
“Alternatif belki de kalkınmayı finanse etmek, gelirleri yeniden dağıtmak değil bizzat kalkınmanın kendisinde yatmaktadır. Bu noktada günümüzde Latin Amerika’nın istediği kalkınmak değil ondan kaçmaktır. Kalkınma modeli ondan acı çeken halklar için değil, bölgenin elitleri ve orta sınıflar için bir ideolojik yapıdır. Metalar ziyafetinde doğal kaynakların denetimini ele almak için bir gerekçedir. Örgütlü kesimler ve sosyal hareketler için günümüzde konuşulan konu ‘iyi yaşamdır’ (buen vivir). ‘İyi yaşam’ kıtanın sosyal örgütlenmelerinin açıklamalarında anlaşıldığı kadarıyla ne kalkınma ne de ekonomik büyüme ile bağlantılı değildir.” (21)
Latin Amerika halklarına bugün baktığında yazar, onların istediği kalkınmak değil ondan kaçmaktır, diyor. Kalkınma dedin mi halklar acı çekiyorlar. Üretim, üretim, üretim… Burjuvazi kendisini zenginleştirmek için halkları çalıştırıp duruyor. Onlara bir yaşam biçimi modeli sunuyor. Oysa Venezüella’da ve diğer bölge ülkelerinde halkların disiplin anlayışı, çalışma isteği bizim alışık olduğumuzdan farklıdır. Bizler kapitalist toplum insanları kafamızda bir kalkınma modeli belirlemişiz ve halkları bir kalkınma modelinin yapısı içine sokmaya çabalıyoruz. Böyle çalışın ki şunu üretin ki şuna sahip olun, diyoruz. Kendi beklentilerimizi sorgulamadan başkalarına öneriyoruz. Acaba kendi bildiğimiz, öğrendiğimiz, öğretilen yaşama biçimini, “kalkınma biçimini” sorgulamamız gerekmiyor mu?
İyi yaşamak ekonomik büyüme ile bağlantılı değildir, diyor yazar. Halklar, işte Venezüella’da görüyoruz sağlıkları, eğitimleri, gelecekleri şimdilik garanti altında, mutlular. Kısacık ömürlerinde illa villalarda oturmak, tüm dünya nimetleri tüm tekniklere sahip olmak, kapitalizmin ürettiği en lüks arabalarla gezmek değil beklentileri. Onun peşinde koşmuyorlar. Olursa tamam. Ona sahip olmayı da isteyebilir. Ama şimdiki yaşantısının da tadına varmak istiyor.
Bolivar Devlet Başkanı Evo Morales’in kendi yerli halklar bilinci ile ortaya attığı bien vivir “iyi yaşam” felsefesi kapitalizmin “refah toplumu” anlayışına alternatiftir. Bien vivir doğa ile bütünleşmiş, insanın kendisini onun bir parçası olarak görerek yaşamasının ona mutluluk vereceğini ön görür. Bu anlamı ile tüketim tüketim diyerek doğayı tahrip eden sonuçta kendi mezarını kazan kapitalist insana vaat edilenden farklı bir yaşam felsefesidir.
Tüketim ve yine tüketim ile mutluluğa ulaşılamaz. İyi yaşam anlayışı farklı bir şeydir. İnsanlar meta tüketmeden de doğa ve insanlarla kaynaşarak da mutlu olabilirler. Belki de bu felsefe sosyalizmin insanın çok yönlü gelişimi ile daha üst üste düşmektedir. Meta tüketme ve dolayısıyla üretme peşinde koşarken yaşamın kendisi gibi yığınla şeyden yoksun kalmıyor muyuz? Doğa’yı yok ettik. Şimdi doğanın içinde olmak, bütünleşmek için kilometreler kat etmek zorunda kalarak gene doğayı kirletiyoruz. Onu tahrip etmenin yol açtığı sel, kuraklık gibi bir dizi felaketin hayatımızı tehdidi ile karşı karşıyayız. Son model bir arabamız, televizyonumuz, cep telefonumuz, kocaman evimiz olsun diye bunlara katlanmak zorunda mıyız?
Kapitalist ülke insanları tüketim mallarına sahip olabilmek için harıl harıl çalışıyor. Hatta artık karın doyurmak, susuzluğumuzu gidermek için oturmaya vaktimiz yok. Kısa bir zaman önce hızlı yemek yeme yerleri, fastfoodlar, yaşantımıza girdi. Artık yürürken yiyip içmek moda oldu. Fastfoodlarda oturup yemeğe bile vakit yok. Sokakta gençler yiyeceklerini içeceklerini ellerine alıp yürürken karınlarını doyuruyor, susuzluklarını gideriyorlar. Eskiden toplumumuzda oturmadan ayakta yemek yanlıştı. Yemek yerken oturmak gerekliydi. Ama kapitalizm öyle çalıştırıyor ki artık oturup yemek yeme vaktimize bile el koyuyor. Buna alışmanın ötesinde bunu bir moda halinde benimsedik. Doğru dürüst yemek yemek özel bir gün, bir kutlama halini aldı. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Bu perspektiften Venezüella, Bolivya, Ekvator gibi ülke halklarına bakınca onları disiplinsiz, tembel, gününü gün eden insanlar olarak görebiliriz. Ülkenin petrol ya da herhangi bir yeraltı zenginliğini sömüren, yarınını düşünmeyen insanlar olarak bakabiliriz.
Bunun elbette doğru bir yanı var. Ama bizim söylemek istediğimiz yargılarken başka bir gözle bakmaya da hazır olalım. 21. Yüzyıl Sosyalimi, insanları kapitalist kalkınma modeli, onun çalışma ve disiplin standartları ile yorumlarken dikkatli olmak gerekiyor. Kalkınma modeli başka olacaksa o zaman halkların bilinçlenmesini başka standartlarla ölçmek zorundayız. Ya da daha iyisi kendi bilincimizi sorgulamalıyız. Başka insanların başka yaşam anlayışları, başka beklentileri olabileceği gerçeğine açık olmalıyız.
21. Yüzyıl Sosyalizmi’nde her ülke kendi kalkınma modelini seçecek ve bu kendi halklarının geçmişten gelen, özümsedikleri her türlü eğitim, bilgi, gelenek görenek ve yaşam alışkanlıkları ve istekleri ile bağlantılı olacaktır. O yolu bulmaları gerekecektir. Kapitalizmin standartları belirlemeyecek! Latin Amerika halklarına düşen en büyük kısım bunun bilincinde olarak kapitalist toplumun tüketimden, özel mülkiyetten gelen alışkanlıklarını kendi anlayışları ile iyi sorgulamaktır.
Birkaç Eleştiri
Yukarıda çizilen mutlu halk tablosunun altında elbette sıkıntılar vardır. Kıtlıklardan canları yanıyor, ama çareyi üretim yapmaya çeviremiyorlar. Bu beceri gösterilemeyince burjuva sınıfı da kendini dayatıyor. Kargaşalık çıkarıyor. Bu konuda olağan dışı bir şey yoktur. İkili iktidar anlayışı zaten bunun üstüne oturur. Ancak işçi sınıfı ve köylülük genel olarak halklar, burjuvazinin bu baskısını sürekli enselerinde hissedeceklerdir. O nedenle de koşacaklardır. Üretim yapmaya ve istikrarı sağlamaya yetenekli olduklarını göstermeleri gerekmez mi? Venezüella halkı koşmuyor sanki her şeyi iktidardan bekliyor. Acaba işte bu noktada Chavez ve Maduro biraz popülist mi davrandı? Şimdi tartışılan konu budur. Halklar biraz fazla mı rahat ettirilmiş, gereğinden fazla mı yardım edilmiştir. Sırf başkanlarına suikastlar, darbeler ve barikatlar dışında başka bir korkuları ya da bir dürtüleri olmamalı mıdır? Sırf politik bilinç geliştirmek uğruna bunları deşifre etmenin dışında bir şeyler yapılmamalı mıdır? Sübvansiyonlar fazla mı yapıldı? Misyonlara çok mu para yatırıldı? Ne zaman, nerede? Bu sorular tartışılıyor. Komün projeleri akılcı mı? Bilgili tercihler değil mi?
Sübvansiyonların yapılmasının sosyalizm mantığı, insanların aç kalmaması, liberal politikaların düzeltilmesi anlamında uygundur. Elbette olanak varsa yapılmalıdır. Ama bu bol keseden dağıtılmamalı uçlara kaçmamalıdır. Bugün adına gelecek yenilmemelidir. Bunun başka bir anlatımı da sosyal amaçlarla ekonomik amaçlar arasında bir denge kurulmalıdır. Çünkü sosyal amaçların içinde de halkın ekonomik çıkarları öngörülür. Eğer halklar bugünkü çıkarları adına yarınki çıkarlarını yiyip bitiriyorlarsa o zaman bu sosyalizm mantığının dışına çıkmak demektir. Chavez bu anlamda dengede bazı kaçmalar yapmış gibi görünüyor. Halklara tanınan sosyal haklar gelecekten çalmış gibi görünüyor. Petrol fiyatlarının düşmesi ile de bu sorun daha yakıcı bir biçimde gündemleşmiş hatta sistemi tehlikeye atar seviyeye gelmiştir.
Peki, bundan nasıl geri adım atılacaktır? Şimdi zor günlerde ve gerektiğinde bu hakların neresinden kısıntı yapılacaktır? Öngörüldüğü gibi halkın bilinçlenme süreci, kapitalist sınıfı tasfiye etme süreci henüz boy ölçüşemeden zorlu bir dönemeçle karşıya kalındı. Burjuvazinin zenginliği tasfiye edilip halklara verilemiyor. Öyleyse halktan kısma işlemi, geri adım atma nasıl yapılacaktır? İşin en zor kısmının bu olduğu söyleniyor. 21. Yüzyıl Sosyalizmi bir şeyler verdi mi onlardan geri dönüşün sancıları olacaktır. Bunun için olayı halklara çok iyi anlatmak gerekir. Halklar içinde tartışılmalıdır. Maduro böyle bir dönüşe hazırlanıyor. Seçimler sonrası da petrol fiyatlarına zam getirilmesi düşünülüyor. Zor günlerin halklara yansıyan bir bedeli olacak ve bu halklara anlatılarak devreye sokulacaktır. Bu kısıntı yetecek midir? Ya da halklar bunu anlayabilecekler midir?
Sosyalizmin diğer en önemli sorunu disiplindir. Kapitalizmin elinde işçi sınıfını işsizlik ve açlık ile terbiye etme yeteneği vardır. Ama sosyalizmin böyle bir yolu yok. Halkların aç kalması sosyalist teoriye uymaz. Ama ütopik düşüncelere de kaçmamalıdır. Görüyoruz sorumluluk duygusu ve genel olarak çalışma kültürü yapısal değişim ile aynı hızda gelişmiyor. Michael Lebowietz yazılarında şu tümceyi alıntı yapıyor: “‘Sosyalizm gökyüzünden düşmez.’” 21. Yüzyıl Sosyalizmi bu türden zorluklar karşısında kendi yaratıcı ve uygulanabilir mekanizmalarını yaratmalıdır. En başta sorunun derinliğini kabul etmeli sonra da geçmiş deneyleri inceleyip dersler çıkartmalıyız. Venezüella ikili iktidar sürecinde bu çok önemli bir sorun olarak ortaya çıktı ve henüz çaresi bulunamadı. İş güvenliğinden elbette tavizler verilmemelidir, ama üretim de nasıl rayına oturacak, kapitalist üretimin üstesinden gelip onu tasfiye etme gücüne erişecektir?
Sonuç
Venezüella gerçekten zor bir süreçten geçiyor. Belki de Chavez’in darbe ile koltuğundan alındığı günlerdeki kadar önemli bir süreç içinde. Bunun iç olduğu kadar dış dünyadan kaynaklanan çeşitli sebepleri var. Geçen yıl bir avuç geleneksel burjuvazi, tam bir Batı desteği ile yeni bir darbeye girişti. Bu darbenin amacı ülkeyi bölmek, bir iç savaş çıkartıp iktidarı almaktı. Sözüm ona bu da “Venezüella Baharı” olacaktı. Maduro sakin davranışı ile bu emelleri boşa çıkartmayı başardı. Aksine muhalefet kendisi radikal ve ılımlı kanat olarak bölündü. Ilımlı kanat ile masaya oturuldu. Onların Anayasa’ya saygıları sağlandı.
Ama arkasından petrol fiyatlarında düşmeler dolayısıyla ülke gelirleri azaldı. Halka verilen sosyal haklarda zorlanmalar yaşanmaya başladı. Muhalefet güçleri bunu fırsat bilip şimdi daha güçlü şekilde ekonomik saldırıdalar. 6 Aralık 2015’te parlamento seçimleri yapılacak olması onları daha da vahşileştirdi. Bu kez çoğunluğu kesin olarak alacaklarına inanıyorlar. Zorluklar, halkın bezginliği ve Maduro’nun başkanlık seçimlerini %1,5 oy farkı ile almış olduğu düşünülürse bu ciddiye alınması gerekli bir tehlikedir. Bu nedenle de Maduro gerekli bir takım reformları, değişiklikleri yapmada çekingen davranıyor. Halkın canını acıtmak istemiyor. Ekonomideki çarpıklıkların düzeltilmesi yoluna girilemiyor. Sorunların ertelenmesi ise çözümünü daha da güçleştiriyor. Gerçek bir darboğaza giriliyor.
Öte yandan muhalefetin de ortak bir programı yoktur. Çeşitli versiyonlarla yeni liberal politikaları uygulayacaklardır. Muhalefetin arkasında hiçbir zaman halk olmadı. Onları arkalarına almaya çalışıyorlar. Bu nedenle programlarına halka verilecek bir takım haklardan, yardımlardan söz ediyorlar. Sosyalist iktidarın verdiğinden öte ne verebilirler ki? Halkı bunlarla arkalarına almaları zordur. Çalışma koşullarını zorlaştırıp, sosyal harcamaları kesip bir çeşit kemer sıkma politikaları uygulayacaklarını halk seziyor olmalıdır.
Halklar elbette devrim sürecinde çok şey öğrendiler. İktidarlarına ne olursa olsun sahip çıkacaklardır. Onlar bir kez bu işin ne olduğunu anladılar ve epey politikleştiler. Birçok sorunlarına, eksikliklerine rağmen komünlerde epey şey tartışılıyor. Venezüella halkları bir daha açlığa, işsizliğe, sosyal haksızlığa mahkûm edilemezler. O dönem geçti. Ancak şimdi petrol gelirlerinin düşmesi ile eski rahatlıklarını korumaları zorlaşıyor. Kendi karınlarını doyurmaları için başka şekilde çalışmaları, üretimi arttırmaları gerekiyor. Daha disiplinli, sorumlu, kolektif düşünce içinde çalışabilecekler mi? Bu bilince sıçrayabilecekler mi? Venezüella aslında büyük üretim devrimi yapmak zorundadır. Sorun buradadır. Eğer bunu yapamazlarsa tepelerine gene onları zorla yapmaya zorlayacak birileri gelecektir. Yukarıda eksikliğinden söz ettiğimiz “zor” belki bu olur. Ancak burjuva kesimin de geliştiği düşünülürse ülkede bir iç savaş çıkabilir. Elbette ağzımızdan yel alsın.
Venezüella 21. Yüzyıl Sosyalizmi eski sosyalizmden aldığı derslerle ikili bir iktidarda çözüm arıyor. Ancak görülüyor ki sosyalizmi kurma yolunda onun da önüne başka sorunlar dikildi. Burjuvazi ile halk güçlerinin aynı ülkede birbirleriyle yarış etmesinde başka türden sorunlar gelişiyor. Bunun diyalektiği de kolay değildir. Bazı aydınlar gibi günümüz koşullarında sosyalizmin kurulamayacağı anlayışını taşımıyoruz. Ama bunun çok zorlu, uzun bir süreç olduğunu da kabul etmek gerekir. Sorunlar da her ülkeden ülkeye değişik olacaktır. Çünkü her ülkenin ekonomik gelişkinliği farklıdır. Her ülkenin alt yapı zenginliği yoktur. Kimisi zengin kimisi doğal kaynaklar açısından fakirdir. Halklarının ve burjuvazinin gelişimi, bilgi düzeyi ayrıdır. 21. Yüzyıl Sosyalizmi kuruluşunda farklı farklı sorunlar yaşanacaktır. Venezüella deneyi bize bunları anlatıyor.
Sosyalizmin hedefi çok yönlü yeni insan, ihtiyaçlara göre üretim, herkesten yeteneğine göre alma ve herkese ihtiyacına göre verme ilkelerine Latin Amerika el yordamı ile kendi özelliklerini getiriyor. O bunu kendi yerli halklar bilinci ile zenginleştiriyor. Ya da nasıl zenginleştireceğini araştırıyor. Deniyor, yanılıyor, ama öğreniyor. Bu arada kapitalizm de onu kendi girdabına almak için elinden geleni arkasına koymuyor, koymayacaktır. Yani zaten zor olan süreç bir de bu engellemelerle daha sancılı hale geliyor.
Sovyetler sosyalizm deneyi insanlık yolunda bir ilkti. Şimdi Venezüella bize Küba’dan sonra çok değerli üçüncü bir ikili iktidar deneyini sunuyor. Ayrıca içerideki burjuvaziye dış güçler tarafından sonuna kadar her türlü desteğin yapıldığını, halkın başarısını bastırmak için kanlarının son damlasına kadar dövüşecekleri gerçeğini de unutmamak lazımdır. Venezüella’yı izlemeye, dersler çıkartmaya devam etmek yanında tüm gücümüzle desteklemeliyiz.
_____________________________________________________________
(1) Proposing a Path to Socialism: Two papers for Hugo Chavez, Michael Lebowitz Monthly Review 30 Mart 2014
(2) Venezuela’s 21st Century Socialism: neo-Developmentalism or Radical
Alternative, Federico Fuentes-Links 16 Temmuz 2013
(3) ay. Fuentes
(4) Alo Presidente 2007 a:70
(5) “Socialism” in its Labyrinth (5 Mayıs 2014 tarihinde Americas Program’dan
alıp yayınlayan upsidedownworld.com)
(6) ay.
(7) Fuentes ay.
(8) Fuertes ay. s.46
(9) ay.
(10) ay. s.49
(11) Fuentes ay.
(12) Venezuelan Government to Continue Pace of Land Expropriations for
“Agrarian Socialism” Ewan Robertson 13 Ocak 2014
(13) Venezuela: A day with Nicolas Maduro. Venezuelanalysis.com 26 Eylül 2014
(14) Venezüela:Petro-“Socialism” in its Labyrinth R. Ziebechi 5 Mayıs 2014
tarihinde Americas Program’dan alıp yayınlayan upsidedownworld.com
(15) Aktaran The “Leftist” protest of Heinz Dietrich. Yazan Percy F. A. Godoy
29 Nisan 2014 venezuelanalisis.com
(16) We still have time to change course away from bourgeois conciliation”
An İnterview with activist and aporrea founder gonzalo Gomez,
committee for the abolition of third world dept/Gonzalo Gomes 3
Mayıs 2014 venezuelanalysis.com)
(17) ay.
(18) Venezüela: Petro-“Socialism” in its Labyrinth 5 Mayıs 2014 tarihinde
Americas Program’dan alıp yayınlayan upsidedownworld.com
(19) ay.
(20) ay.
(21) Latin America-Economic Socialism in the 21.st century: neolieberalism
‘pure and simple’ Pablo Davalos, 15 Nisan 2014 upsidedownworld.com