VAROŞLAR ÜZERİNE NOTLAR (II) OKMEYDANI DENEYİMİ – Fikret Kızıltan

Düşünce ve Davranışta Yol, Sayı 5, Mart 2004

Yol’un bir önceki sayısında gecekondu mahallesinden varoşa geçiş sürecini özetlemiş ve varoşların ekonomik ve sosyal özelliklerine değinmiştik. Bu yazı ise bir deneyimin ışığında varoşlardaki örgütlenme ve eylem biçimleri üzerine bir değerlendirme niteliğinde. 90’lı yılların ikinci yarısında İstanbul’un Okmeydanı semtinde devrimcilerin yönsediği siyasi pratiği yerel politika ve öz örgütlenme konuları çerçevesinde değerlendireceğiz.

Giriş

İstanbul’da ilk gecekonduların kurulmaya başladığı 1940’li yılların ikinci yarısından itibaren, gecekondu bölgelerinde önce yerleşimin meşrulaşması ardından yerel sorunların çözümü için sayısız örgütlenme ve eylem biçimi hayat geçirildi. Binlerce mahalli dernek, hemşeri dernekleri ve çeşitli enformel dayanışma örgütleri oluşturuldu. İlk kuşak gecekondulular örgütlenip, bazen oy pazarlıklarıyla, bazen milletvekilleri ve devlet görevlileri üzerinde baskı oluşturan kolektif eylemler (miting, işgal, baskın vb.) yoluyla, yaşamsal ihtiyaçlarının belli ölçülerde karşılanmasını sağladılar. Bu hareketler başlangıçta gecekonduluların kentle ve sistemle bütünleşme çabası biçiminde ortaya çıktı. 50’li ve 60’lı yıllar boyunca gecekondu bölgeleri merkez sağ partilerin gecekondu afları karşılığında oy devşirdiği yerlerdi. İlk kuşak gecekondulu eylemciler de milliyetçi muhafazakar ideoloji kanalıyla kentli orta sınıflarla bütünleşmeye çalışan, kent kültürü içinde erimeyi arzulayan bir kesimdi. İlk kuşak gecekondu hareketleri mülkiyet haklarının elde edilmesinin ardından başlangıçtaki radikalizmini yitirdi. Ancak devam eden göç dalgası, sürekli olarak yeni radikal hareketlenmelerin oluşmasının sosyal zeminini hazırlıyordu.

1970’li yıllarda gecekondu hareketleri yeni bir karakter kazandı. 60’lı yıllarda aydınlar ve üniversite gençliği içinde güçlenen sol düşünce, özellikle 74-80 arasında işçi sınıfıyla ve gecekondu bölgeleriyle buluştu. Devrimci örgütlerin gecekondu mahallelerinde yaygın taban bulabildiği bu yıllarda gecekondulu eylemciler yeni bir ideolojik formasyon kazandılar. Milliyetçi-muhafazakar ideolojinin yerini halkçı-devrimci ideoloji aldı. Bu dönemdeki gecekondu hareketleri ilk kuşak hareketlenmeden farklı olarak kentle bütünleşme ya da sistem içine girme çabasını değil, sistemden kopma yönünde güçlü bir eğilimi ifade ediyordu. 70’li yıllarda solun hakim olduğu semtlerde emekçi ve yoksullar kendi hayatları üzerinde söz sahibi olabileceklerini ilk kez hissetmeye başladılar. Bu yıllara ilişkin anlatımlar ağırlıklı olarak anti-faşist mücadele ile sınırlıdır, oysa aynı dönemin başka bir özelliği Türkiye tarihinde -yasal ya da meşru zeminde- halk örgütlenmelerinin yaygınlığının zirve noktasına ulaşmış olmasıdır. Bu kısa ama hızlı yaşanan dönemde halkçı-devrimci ideolojinin etkisi altında (ve çoğu yerde devrimcilerin yönsemesiyle) halk komiteleri, kooperatifler, dernekler vb. öz örgütlenmeler filizlendi. Bu süreç 80 darbesine kadar devam etti.

12 Eylül düzeni, önce doğrudan askeri zorla varoşlardaki örgütlenmeleri dağıttı. Radikal sol hareket, etkili bir direniş geliştiremeyince sahip olduğu tabanı büyük ölçüde yitirdi. Ardından Özal döneminde gecekondu ve imar aflarının çıkarılması ve tapu tahsis belgelerinin dağıtılması gecekonduluların yeniden sisteme bağlanmasını sağladı. 80’li yıllar boyunca bir yandan eski gecekondu mahalleleri kent merkezine dahil olurken bir yandan da yeni göç dalgalarıyla kentin çeperindeki boş alanlar yerleşime açılıyordu. 70’lerdeki gibi güçlü bir örgütlülük olmasa da yerleşim sorunundan kaynaklı eylemler 80 ve 90’lı yıllarda da devam etti. Özellikle yeni yerleşim alanlarında belli bir yerel sorunu çözmek amacıyla yapılan kısa süreli, kendiliğinden eylemler hakim tarz olarak öne çıktı. Yerel bir sorunun çözümü için mahalle halkının yol keserek sesini duyurmaya çalışması, kadınların boş bidonlarla belediye binalarını basması, toplu dilekçeler, yıkımlara karşı direnişler vb. yaygın şekilde yaşandı. Mahalle dernekleri yeniden kurulmaya başlandı, ancak hiçbir zaman 80 öncesindeki etkinlik düzeyini yakalayamadılar. 12 Eylül 80 darbesinden Mart 95’e kadarki 15 yıllık süreçte varoşlarda siyasi açıdan etkisi zayıf, spontane, kısa süreli ve birbirinden kopuk eylemler gerçekleşti. Kalıcı ve kitlesel halk örgütlenmeleri yaratılamadı.

Mart 95’te Gazi Mahallesi’nde bir provokasyonun ardından gelişen kitlesel direniş ve başkaldırı, İstanbul varoşlarında 99 yılına kadar sürecek olan yeni bir hareketlenmeye yol açtı. (Gazi Direnişi esnasında Okmeydanı, Nurtepe, Ümraniye, Sarıgazi, Gülsuyu, İkitelli, Derbent vb. mahallelerden Gaziye gidişler yaşandı ve buralarda destek amaçlı gösteriler yapıldı.) 99 yılına kadar süren ve bu süreçte radikal sol hareketlere kan veren bu kitlesel hareketliliğin dinamiği neydi? Öncelikle sosyal patlama biçiminde açığa çıkan bu kitle hareketinin, salt Alevilerin yaşadığı bölgelerde gerçekleşmiş olduğunu belirtmek gerekiyor. Aslında Alevilerdeki kitlesel hareketlenme 93’teki Sivas katliamının ardından başladı. İstanbul’da 200 bin kişinin katıldığı cenaze töreni 80 sonrasının en büyük kitle gösterilerinden birisi olmuştu. 93 yılından itibaren Aleviler savunma psikolojisiyle hızla örgütlenmeye başladılar. Sivas’ın üzerinden çok geçmeden, 94 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin başarısı Alevi toplumunun kendisini tam bir tehdit altında hissetmesine neden oldu. Gazi Mahallesindeki provokasyon böyle bir momentte bomba etkisi yaptı. Olayların direniş ve başkaldırı boyutlarına ulaşmasında tehdit altındaki Alevi kimliği ve yoksulluk birlikte rol oynamıştır. Gazi Direnişi, yoksulluğun biriktirdiği öfkeyle bastırılan bir kimliğin yaratığı gerilimin iç içe geçerek alevlenmesinin bir örneğiydi. İnsani bedelleri son derece ağır olsa da Gazi’de dizginlerinden boşalan isyan ruhu, 4 yıl boyunca İstanbul’un Alevi bölgelerinde radikal sola yönelen varoş gençliği için ilham kaynağı oldu. Alevi mahallelerinin ötesinde tüm toplum kesimlerine ruh veren kabarış, 96 1 Mayıs’ında tepe noktasına vurdu; 97 ve 98’de Susurluk eylemleriyle ve bir dizi yerel gündemle sürdü.

Bu canlı süreç 98 sonunda Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasının ardından estirilen şovenist dalga ve devlet terörü ile bastırıldı. Aslında 98’de kitle hareketi yorulmaya başlamış ve Susurluk’tan sonra yapılan onca eyleme rağmen halktan yana kalıcı tek bir mevziin bile kazanıla- maması yüzünden sönümlenmeye yüz tutmuştu. Devlet terörü böyle bir momentte başlatıldı. Kürt hareketinin geriletilmesi ile varoşlardaki radikal hareketlenmenin sönümlenmesi arasında sıkı bir bağ vardır. Kürt hareketindeki geri çekilme tüm muhalif kesimlerde büyük bir temkinliliğe yol açarken, devrimci örgütlerin etki alanı da hızla daraldı. 99 yılında “düşük yoğunluklu savaş” koşullarında eğitilmiş özel tim mensupları, polis haritalarında kırmızı çizgilerle işaretlenmiş mahallelerde, zırhlı araç eşliğinde devriye gezmeye başladı. Varoşlar polis terörüyle tam bir kuşatma altına alındı. Yerel “olağanüstü hal” uygulamaları ile halk sindirilmeye çalışıldı. Sonuçta geçici bir süre için de olsa kitlesel eylemler sona erdi.

99 sonrasındaki durgunluk ancak 2002 sonunda başlayan savaş karşıtı eylemlerle bir ölçüde kırılabildi. Bugün varoşlarda güçlü bir örgütlenme eğilimi ve kitlesel eylemler görülmese de, toplumsal çelişkilerin yoğunlaştığı ve biriken tepkinin yeni nitelik ve biçimlerde kendisini ortaya koyacağı kesindir.

Varoşlarda 95-99 yılları arasında yaşanan hareketli süreçte, örgütlenme çabaları ve eylemler içerik ve biçim olarak son derece karmaşık bir görünüm arz eder. Bu yıllarda devrimci örgütlerin anma etkinlikleri, ülke gündemindeki gelişmelere ilişkin basın açıklamaları, yerel sorunlardan kaynaklı eylemler, Susurluk sonrası eylemler, anti-faşist eylem ve gösteriler, zam protestoları vb. gerçekleşti. Bu eylemlerin bir kısmı merkezi gündemlerin yereldeki etkisi ile ilgili iken bir kısmı ise doğrudan yerel sorunlardan kaynaklıdır. Başlarken belirttiğimiz gibi burada sadece yerel politika ve öz örgütlenme çerçevesindeki pratikleri değerlendireceğiz.

Deneyimleri aktarmadan önce mekan üzerine kısaca bilgilendirme yapalım.

Okmeydanı

Okmeydanı, alt ucu Kasımpaşa ve Hasköy’e uzanan, iki yakası Piyalepaşa Bulvarı ve E-5 Karayolu ile çevrili bir semt. Şişli ve Taksim gibi kent merkezlerine oldukça yakın olan semt, üç büyük mahalleden oluşuyor. Artık bir gecekondu mahallesi denemeyecek olan Okmeydanı’nda ağırlıklı olan yapılanma türü 4-5 katlı aile apartmanları. Konutların büyük çoğunluğunun tapu tahsis belgesi vardır. Belediye’nin SHP’de olduğu 89-94 döneminde Okmeydanı hızla apartmanlaştı. Semtin kent merkezine yakınlığı toprak ve bina değerlerini yükseltince ilk yerleşimciler önemli bir rant geliri elde ettiler. Semtte marangoz, tornacı, tamirci gibi küçük işletmelerin yanı sıra 90’lardan itibaren açılan çok sayıda konfeksiyon atölyesi mevcut.

Semtin E-5’e yakın olan üst kısmında çoğunluğu Sivas-Hafikli olan Aleviler, Kasımpaşa’ya yakın olan alt kısmında ise çoğunluğu Giresun-Alucralı olan Karadenizliler oturur. Yukarı kısımda Sivaslıların dışında Tokat, Tunceli ve Erzincanlılar ağırlıktadır. Alt kesimde ise Giresunluların dışında çoğunlukla Karadeniz’in diğer illerinden gelenler oturmaktadır. Ekonomik statü açısından her iki kesim arasında belirgin bir fark yoktur. Ancak siyasi tercihler açısından 70’lerden bu yana iki kesim zıt kutupları desteklemektedir. Alevilerin yoğunlukta olduğu bölüm solla özdeşleşirken, diğer bölümde faşist ya da İslamcı hareketlerin örgütlenmesi yaygındır. Apartmanların yükselmesi ve yeni kiracıların gelmesiyle demografik yapının daha karmaşıklaştığını söylemek mümkünse de, ev sahiplerinin kiracı seçimleri genelde kendilerine yakın illerden olduğundan asıl yapı çok fazla değişmemiştir. Sadece 90’lı yıllarda zorunlu göçle gelen Kürt nüfusu belli yerlerde (Van Blokları gibi) yoğunlaşarak nüfus yapısını bir ölçüde değiştirmiştir.

Aktaracağımız deneyimler Alevilerin yaşadığı kısımda gerçekleştiği için, buradaki yerel siyasetin özelliklerine biraz daha yakından bakmaya çalışalım.

Okmeydanı 1970’lerin sonlarında radikal solun taban bulduğu bölgelerden birisi konumundadır. 1980 darbesi bu gelişmeye ket vurur. Askeri rejim sürerken semte bir jandarma karargahı kurulur. Siyasi faaliyetlerin yeniden canlanması, 1980 sonlarında ülke genelinde toplumsal mücadelenin yükselişiyle olur. Ancak 70’lerin aktif kadrolarından arta kalanların sayısı oldukça azalmıştır. Yöre ve hemşeri dernekleri sosyal-kültürel ve siyasal faaliyetlerin yürütülebildiği başlıca mekanlar olarak işlev görür. 2 Temmuz 1993’te Sivas katliamında hayatını kaybedenlerin cenaze törenine Okmeydanı’ndan 10 binin üzerinde insan “Okmeydanı Halkı” pankartının arkasında katılır. Mart 1995’te Gazi olayları yaşandığında Okmeydanı’ndan da binlerce insan toplu halde Gazi Mahallesi’ne yürümüş ve kimi caddelere barikatlar kurulmuştur. Gazi sonrası gelişen eylemlerin bir dökümünü yapmak gerekirse, 95 yılı içersinde cezaevlerine ilişkin açlık grevleri ve eylemler, onlarca molotoflu korsan gösteri ve Alevi derneklerinin öne çıkan etkinliği, 96’da bar ve pavyonlara karşı eylemler, kitlesel yürüyüşler biçimini alan Susurluk sonrası ışık kapatma eylemleri, zam protestoları, belediyenin yıkım planına karşı Hacıhüsrev Mahallesiyle birlikte geliştirilen eylemler, MHP’lilerin asker uğurlama konvoylarıyla çatışmalar ve anti-faşist gösteriler, alternatif 8 Mart eylemleri, Newroz kutlamaları, barış eylemleri, sokak konserleri vs…

Örgütlülük açısından şu anda bölgede bir cemevi, çok sayıda kültür merkezi, siyasi dernekler, yöre dernekleri ve parti lokalleri bulunmaktadır.

Bir Öz Örgütlenme Deneyimi: Halk Meclisi

Okmeydanı’nda bir halk meclisi kurma girişimi 96 yazında Kurtuluş (şimdiki Haklar ve Özgürlükler Cephesi) çevresinin önerisiyle başladı. Başlangıçta çok sayıda siyasi örgüt, girişim toplantılarına katıldı ve içlerinden bazıları bir süre örgütlenme faaliyetlerinde görev aldı. Halk Meclisi Girişimi’nin ilan edilmesi sürecinde kimi gruplar meclis örgütlenmesini yanlış bulduklarını, belirtirken kimi çevrelerse öneriyi getiren grupla ilgili çekinceler belirterek Girişim’e katılmadılar. Sonuçta öneriyi getiren Kurtuluş çevresinin dışında Direnişçilerin katılımıyla Halk Meclisi Girişimi ilan edildi ve hızla yerel sorunlar üzerinden çalışmalara başlandı. Belirlenen amaç, bağımsız bir halk örgütlenmesi yaratmaktı.

Meclis Girişimi’nin ilk ele aldığı konu Okmeydanı’nda sayısı sürekli artan ve mahalle halkını rahatsız etmeye başlayan bar ve pavyonlar oldu. Bu soruna karşı Halk Meclisi’nin geliştirdiği mücadeleyi başka bir alt başlıkta aktaracağım için burada ayrıntılarına girmeyeceğim. Bar ve pavyonlara karşı yürütülen kampanya zaman zaman kesintilere uğramakla birlikte Ekim 96’dan 98’in ilk aylarına kadar sürdü. 3 Kasım 96’da Susurluk kazasının ardından Yurttaş Girişimi’nin başlattığı ışık söndürme eylemleri tüm varoşlarda olduğu gibi Okmeydanı’nda da kitlesel yürüyüşler halini aldı. Halk Meclisi Girişimi bu eylemleri örgütlemeyi de önüne koydu. Kimi zaman beş bin kişiye varan yürüyüşler organize etti.

Girişim aşamasında Halk Meclisi, Alevilerin ve Sünnilerin çakışan bir oruç gününde ortak iftar yemeği vererek farklı mezhepler arasında birlik ve kardeşlik çağrısı yaptı. Mezhep bölünmesinin önemli bir gerilim ekseni haline geldiği Okmeydanı’nda böyle bir etkinlik düzenlemek yerinde bir girişimdi. Ama sosyalizm adına din karşıtlığını politik bir taktik haline getiren ve öz örgütlenme mantığını kavrayamayan dogmatikler açısından iftar yemeği vermek “gericiliğe” prim vermek anlamına geliyordu. O güne kadar çalışmalara katılan SİP çevresi bu etkinlikten sonra Meclis’in kuruluş çalışmalarından çekildi.

Halk Meclisi Girişimi’nin faaliyetleri sürerken bölge halkından yaşadıkları kimi sorunlara çözüm için başvurular oldu. Bunlardan birisi Beyoğlu Ticaret Lisesi’nde okuyan çocuğu zorla Ülkü Ocağı’na götürülüp dövülen bir aileydi. Okul önünde bir basın açıklaması düzenlenerek olay protesto edildi. Başka bir başvuru ise ucuz ekmek sattıkları için fırın mafyasının tehditlerine maruz kalan bakkallar tarafından yapıldı. Her iki başvuru da Meclis’in sorunlara bir çözüm adresi olarak görülmeye başladığının bir göstergesiydi. Meclis çevre sorunlarıyla da ilgilendi, Okmeydanı’ndaki iki ilköğretim okulunun bahçesinde ağaçlandırma çalışması yapıldı. Ayrıca artan bir sorun olan uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ile ilgili aydınlatıcı paneller düzenlendi.

Mart 97’de düzenlenen bir şenlikle Halk Meclisi’nin kuruluşu ilan edildi. Kuruluşun ardından bar-pavyon eylemleri biçim değiştirerek sürdü. Halk Meclisi’nin etkinlikleri sadece yerel gündemlerle sınırlı değildi. Anasol-D hükümetinin zam paketlerini protesto etmek amacıyla bir basın açıklaması ve yürüyüş düzenlendi. Ayrıca Susurluk kazasının yıl dönümünde yeniden başlatılan “bir dakika karanlık” eylemlerinde yüzlerce kişi Halk Meclisi’nin organize ettiği yürüyüşlere katıldı.

Etkinliklerin önemli bir başka boyutu ise yoksullarla dayanışmaydı. Yoksul halkla dayanışma amacıyla Tabip Odası’ndan ve SES’ten gönüllü doktor ve hemşirelerin katılımıyla ücretsiz sağlık taraması yapıldı. Sağlık taramasında verilmek üzere bölgedeki eczanelerden ilaç desteği sağlandı. Temel ihtiyaçlara ve gündelik sorunlara ilişkin yapılan etkinlikler halkta sempati yarattı. Halk Meclisi, toplumsal hayatın içine girebildiği oranda ilişki ağı genişledi. Daha fazla yeni insan meclis toplantılarına ve eylemlere katılmaya başladı.

Ancak bir halk örgütlenmesi yaratmak için salt etkili eylemler ya da etkinlikler düzenlemek yeterli değildi. Belli bir seviyede kurumsallaşma ve demokratik katılımı hayata geçirmek zorunluydu. Ne yazık ki bu konularda Meclis çoğunluğunu oluşturan Kurtuluş çevresinin ayak diremeleri yüzünden gelişme kaydedilemedi. İşe başlarken oluşturulan tüzük taslağı hiçbir zaman tamamlanmadı. Bunun yerine görevleri belirsiz bir yürütme ilan edilerek işleyişte keyfi bir merkeziliğe yönelindi. Diğer bir hata ise, Halk Meclisi yerelde henüz yeterince kökleşmemişken başka mahallelerdeki Meclis ve Meclis Girişimleriyle bir koordinasyon oluşturulup asıl kararların bu “koordinasyondan” merkezi biçimde alınması oldu. Toplantılar gereksiz hale gelmeye başladı. Kurumsallaşma, hukuk yaratma önemsenmezken salt eylem yapıyor olmak yeterli göründü. Sonuç eyleme boğulmak oldu. Bugünden bakınca son derece yersiz görünen bu tutumlar, etki alanı genişleyen Halk Meclisi’ni hızla kendi örgütüne mal etme ve sol içi rekabetin bir aracı olarak kullanma yaklaşımından kaynaklanıyordu. Özellikle ikinci Susurluk eylemleri sürecinde yapay ve biçimsel ayrımlar yaratarak solun birleşik eylemlerine karşı alternatif eylemler düzenlemek Meclis’i bağımlı ve sekter bir pozisyona sürüklerken Meclis içindeki gerilimi de had safhaya çıkardı. Böylece Meclis’in özerk bir örgütlenme olması düşüncesi rafa kaldırılmış oldu.1

Aynı sorunların başka bir yansıması ise Meclis’in politika yapış tarzında görünüyordu. Önüne çözebileceği yerel sorunları koydukça gelişen Halk Meclisi, daha genel konulara angaje oldukça protestocu bir tarza mahkum olup özgünlüğünü yitirmeye başladı. Susurluk sürecinde kitle hareketindeki kısmi ve güdümlü yükselişe fazla misyon biçen Meclis içindeki çoğunluk kendi gücünü abartma yanılsamasına tutuldu. Halk Meclisi binleri yürütüyordu, artık “büyük” politikaya soyunma zamanı gelmişti?! Susurluk sonrasında medya (ve asker) desteğiyle gelişen kitle hareketini bize ait bir güç sanma yanılsaması kimilerini yersiz zorlamalara sürüklemişti. Oysa medya desteği kesildiğinde kitle katılımı bıçakla kesifmişçesine durdu ve Halk Meclisi de dahil olmak üzere tüm örgütler kendi kadrolarıyla baş başa kaldılar. Halk Meclisi’nin, ülke genelinde sönümlenen eylemleri Okmeydanı’nda sürdürme çabası başarılı olamadı. Böylece devrimci örgütlerin sık sık düştüğü, kendini ülke çapında politika yapabilecek bir güç sanarak hareket etme hatası, Halk Meclisi tarafından yinelenmiş oldu.

Halk Meclisi’nin kuruluş ilkelerine sahip çıkan Direnişçiler uzun bir tartışma sürecinin ardından içerden bir dönüşümün mümkün olmadığına karar verip 98 Mart’ında Meclis çalışmasından çekildiler. Aynı yıl içersinde “varoşlarda uzun süreli ikili iktidar mücadelesi”2 ve öz örgütlenme perspektifinin bir sonucu olarak Dayanışmaevleri’nin kurulmasına varan süreç böylece başlamış oldu. Dayanışmaevi’nin Okmeydanı’ndaki 6 yıllık pratiğini değerlendirmek bu yazının kapsamında değil. Burada, Halk Meclisi anlayışının Dayanışmaevleri için hala bir model oluşturduğunu belirtmekle yetinelim.3

Halk Meclisi’nin örgütsel varlığı, yukarda belirttiğimiz çözülemeyen (ya da çözülmek istenmeyen) yapısal sorunlardan dolayı gittikçe daraldı ve devletin baskılarının da artmasıyla birlikte 98 yılı içerisinde sona erdi.

Bar ve Pavyonlara Karşı Eylemler

90’lı yılların ortasına kadar Okmeydanı’nda birkaç tane klasik işçi birahanesi mevcuttu. Bu tarihten itibaren Beyoğlu’ndaki pavyonları andıran içkili mekanlar birbiri ardına açılmaya başladı. Bunların bir kısmı mahalle arasına kadar girmişti. Yeni açılan pavyonların civarında ikamet eden kadınlar bu mekanlara ilişkin şikayetlerini Halk Meclisi Girişimi’ne getirdiler. Pavyonlarda kadın ve uyuşturucu ticareti yapıldığını ve sarhoşların etrafta oturanları rahatsız ettiğini belirterek, soruna ortaklaşa bir çözüm bulunmasını istediler. Meclis toplantısında, sayısı gün geçtikçe artan içkili mekanların kapatılması ya da denetlenmesi amacıyla bir kampanya düzenlemeye karar verildi.

Önce çevrede oturanlardan 2 bini aşkın imza toplanıp, soruna bir çözüm bulunması talebiyle belediyeye, kaymakamlığa ve valiliğe verildi. Ardından pavyonların önünde basın açıklamaları yapılarak şikayetler ve talepler dile getirildi. Ancak bu girişimlerden beklendiği üzere herhangi bir sonuç çıkmadı. Halk Meclisi bir yandan da uyuşturucu ve alkol bağımlılığı konusunda paneller düzenleyerek semt halkını bilgilendirmeye çalıştı. Bu panellerde, yaşanan sorun, devletin, solun güçlü olduğu mahalleleri çürütme operasyonu olarak ele alındı ve buna karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine 97 yazında Halk Meclisi’nde alınan bir kararla daha sonuç alıcı olabileceği düşünülen yeni bir eylem biçimi hayata geçirildi. Önce konuyu daha geniş bir çevreye mal etmek için “Onurumuza Sahip Çıkalım” sloganının öne çıktığı afişlerle bir eylem çağrısı yapıldı. Propagandanın ana vurgusu, yozlaşmaya karşı ahlaki değerlerin korunması oldu. Bu söylemle, semtin diğer kısmındaki muhafazakar kesimlerin de eylemlere katılımını sağlamak hedeflendi. Muhafazakar kesim, eylemlere sempatiyle baksa da katılmamayı tercih etti. Sonuçta bar ve pavyonları protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe 2 bin kişi katıldı. Oldukça uzun süren yürüyüş boyunca tüm pavyonların önünden geçilerek buralar yuhalandı. Daha sonra haftanın bazı akşamlarında, çoğunluğu kadın olan eylemciler, pavyonlara baskın yaparak pavyon sahipleri üzerinde basınç oluşturmaya başladı. Baskınların ardından sembolik olarak barların kepenklerinin kapatılması da bir eylem ritüeli haline getirildi. Eylem kitlesini asıl olarak kadınlar oluştururken gençler ve orta yaşlı erkekler de destek verdiler. Yapılış biçimi medyanın ilgisini çekince eylemler hızla kamuoyunun gündemine girdi. Ayrıca zaman zaman öfkeli kadınların bar içindeki malzemeleri kırıp dökmesi gerginliğin hızla artmasına neden oldu. Eylemler hızla radikalleşirken çevik kuvvet polisi her akşam semtin girişine yığınak yapmaya başladı. Polisin tavrı başlangıçta eylemlere doğrudan müdahale etmek yerine pavyonları korumaya almak ve Halk Meclisi’nin bazı üyelerini ve eylemleri desteklediği düşünülen birkaç esnafı gözaltına alıp mahkemeye sevk etmek oldu. Bir yandan da konunun medya aracılığıyla kamuoyuna mal olması üzerine bazı pavyonlar bir süreliğine emniyet tarafından kapatıldı.

Oldukça iyi başlanmış olmasına karşın bar-pavyon eylemleri bir süre sonra kendisini tekrar etmeye başladı. Eylem sürecinin aşırı uzaması (yaklaşık 1.5 yıl), Halk Meclisi’nin artan iç sorunları, hedefinin belirsizleşmesi, kalıcı sonuçların elde edilememesi, aynı kitleyle ve sık aralıklarla yapılıyor olması bir süre sonra eylemlere ilgiyi ve katılımı düşürdü. Katılımın en düşük olduğu noktada polisin eyleme saldırısı ve engellemesi sonucunda bar-pavyonlara karşı yapılan eylemler Mart 98’de sona erdi. Pavyonlar bir süre kapalı kaldıktan sonra yeniden açıldılar, tabi bu sefer camlara duvar örülmüş, çelik kapılar takılmış ve bodyguard sayısı arttırılmış olarak.

Yıkım Planına Karşı Eylemler

Yerel sorunlardan kaynaklı başka bir hareketlenme de yıkım gündemiyle yaşandı. Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan bazı mimarların ortaya çıkardığı bir imar planında Okmeydanı, Kasımpaşa, Hasköy ve Hacıhüsrev bölgelerinde köklü bir yıkım ve yeniden yapılanma öngörülüyordu. Bedrettin Dalan zamanında hazırlanan planda adı geçen yerler çöküntü alanı ilan ediliyor ve kent merkezi içinde olan bu bölgelerde ticaret ve iş merkezlerin kurulması hedefleniyordu. Yıllarca rafta bekletilen imar planının, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın onayıyla uygulanması kararlaştırılmıştı.

İmar planının bir örneği bir grup demokrat mimar tarafından ele geçirildikten sonra konu bir düğün salonunda düzenlenen toplantıyla halka duyuruldu. Ardından düzenlenen bir halk toplantısında sorunun çözümü için mahalle halkı adına hareket edecek bir komisyon (Plan Takip Komisyonu) kuruldu ve dört kişilik bir yürütme oluşturuldu. Mahalledeki bir esnafın bürosu Plan Takip Komisyonu’nun merkezi haline getirildi. Özellikle olası yıkımın kapsamına giren konutların sahipleri toplantılara düzenli olarak katılıyorlardı. Komisyon’da alınan karar sonucunda 200 civarı konut sahibi toplu halde Beyoğlu Belediyesi’ne yıkım planının iptali için dilekçe verdi.

Yıkım planının uygulanacağı Hacıhüsrev Mahallesi’nde de bir kahvede halk toplantısı düzenlenerek sorun hakkında halk bilgilendirildi. Ardından Hacıhüsrevlilerin de katılımıyla Okmeydanı’nda 2 bin kişilik bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüş sonrasında halk kürsüsü kurularak konuşmalar yapıldı. Okmeydanı’nda eylemlerin türkü ve halaylarla bitirilmesi bir gelenek haline gelmişti; bu sefer halayların yanı sıra Hacıhüsrevli Romanların darbuka eşliğindeki göbek dansıyla eylem sona erdi. Daha sonra Hacıhüsrev Mahallesi’nde de bir eylem ve basın açıklaması gerçekleştirildi. Bu kez Okmeydanlılar Hacıhüsrev’e destek verdiler.

Yıkıma karşı mücadelede kolektif eylemlerin yanı sıra uzmanların teknik desteği de belirleyici önemdeydi. Konuya duyarlı demokrat mimar ve mühendisler Plan Takip Komisyonu ile dayanışma içinde oldular, halk toplantılarına katılarak plan konusunda bilgilendirme yaptılar. Plan Takip Komisyonu’nun merkezi her gün bilgi almak isteyen onlarca kişinin ziyaretiyle dolup taşıyordu. Öyle ki MHP tabanından insanlar bile bilgilenmek için Komisyon’a gelmiş ve yıkım planına karşı irtibat halinde olma gereğinden söz etmişlerdi.

Komisyon’un etkinliğinin büyümesi karşısında Tayyip Erdoğan, Kasımpaşa ve Dörtyol’da kahve toplantıları düzenleyerek planın varlığını inkar etmek zorunda kaldı. Bir yandan da Komisyon karşıtı propaganda başlattı. Komisyon’un yeni adımı ise yıkım planının iptal edilmesi için konut sahiplerini İdare Mahkemesi’ne dava açmaya yönlendirmek oldu. Hukuki işlemlerin yürütülmesinde duyarlı avukatların desteği alındı.

Birkaç aylık bir süre içinde yapılabilecek her şey yapılmış, geriye yıkım gününü ya da mahkeme kararını beklemek kalmıştı. Ancak yıkımın yakın bir tehlike olarak ortaya çıkmaması üzerine eylemler durdu, açılan davaları birkaç avukat ve esnaf dışında takip eden kalmadı. Komisyon, işlevi sona erince kendiliğinden dağıldı.

Tartışma Başlıkları

1-Yerel Siyaset ve Öz Örgütlenme: Türkiye’de emekçi semtlerinde demokratik halk örgütlenmeleri oluşturma geleneği oldukça sınırlı. Böyle bir eğilimin 70’li yıllarda çok kısa bir dönem için filizlenebildiğim yukarda belirmiştik. 80 sonrası içinse başarılı bir modelden söz etmek mümkün değil. Genelde hayat bulan tarz, sorun eksenli geçici bir araya gelişler oldu. Yerel bir sorunu çözmek amacıyla bazen olukça güçlü eylemler yapılsa da çabalar örgütsel sürekliliğe dönüştürülemedi. Halk açısındansa çoğu zaman yerel sorunların çözümünde, siyasi partilerin yerel temsilcileriyle ya da yerel yöneticilerle görüşüp oy karşılığında çıkarlarını kollama yöntemi belirleyici oldu.

Solun yerel siyasete yaklaşımı ise, ya hiç gündemine almamak ya yerel sorunlar üzerinden yükselen eylemlere katılarak birkaç sempatizan kazanmaya çalışmak ya da apolitik ve hedefsiz bir yerelciliğe saplanmak biçiminde özetlenebilir. Radikal ya da liberal sol, örgütlendiği semtlerde bugün de yerel sorunlardan kaynaklı çok sayıda eylemin yönseyiciliğini yapıyor. Ancak bu hareketler, içinde akabilecekleri bir kanal yaratılamayınca çoğu zaman artlarında hiçbir birikim bırakmadan kayboluyor. Oysa öz örgütlenmeler (demokratik halk örgütleri), yerel sorunlardan kaynaklı hareketlenmelerin devletten ve burjuva siyasi partilerinden bağımsız bir form kazanabileceği ve birikebileceği kanallar olabilir. Parti vb. merkezi siyasi örgütlenmelerin yerel çelişkilerden kaynaklı enerjileri bütünüyle absorbe edebilmesi mümkün ve gerekli değildir. Sorun eksenli geçici örgütlenmelerin ötesinde yaratılacak kalıcı halk örgütlenmeleri, varoşlarda devletin ve sermayenin hegemonyasını sürekli yıpratacak bir mevzi işlevi görebilir.

2-Devrimci Örgüt-Kitle Örgütü: Öz örgütlenmeleri belli bir siyasi partiye doğrudan angaje etme çabası daralmayı ve zamanla işlevsizleşmeyi getirecektir. Öz örgütlerin siyasi partilerden görece özerkliği onların doğası gereğidir. Farklı düzlemlerdeki örgütleri birbirleriyle ikame etme yaklaşımı çoğu zaman faaliyeti kısırlaştırma sonucunu doğurur. Kitle örgütleri asıl olarak, halkın kendi deneyimleriyle öğrendiği devrim okulları olarak görülmelidir.

3-Etnik/Dinsel Bölünme ve Yerel Siyaset: Solun etkin olduğu semtler büyük oranda Alevilerin yoğunlukta olduğu yerlerdir. Bu bölgelerde sağ partileri destekleyen kesimlerle arada -coğrafi olarak herkesin bildiği- neredeyse “doğal” sınırlar oluşmuş durumda. Sol, 70’lerden bu yana kendisini yeniden üreten ve siyasi olduğu kadar etnik ve dinsel renklerle de bezenen bu sınırları aşmanın yollarını bulmak zorundadır. Kültürel farklılıkları sorun etmeden ortak sorunlar karşısında birlikte davranabilmenin güzel bir örneği, Plan Takip Komisyonu’nun eylemlerinde yaşandı. Aleviler ve Romanlar dayanışma içinde yıkım planına karşı mücadele ettiler. Kültürel farklılıklar kendiliğinden bir sorun teşkil etmezler, birbirlerine karşı siyasallaştırıldığında bir gerilim ekseni haline gelirler. Yıkım sorunu bağlamında Aleviler ve Romanlar arasında sağlanan ittifaka Karadenizlileri aktif olarak katmak mümkün olmadı. Kuşkusuz kökleşmiş ön yargıların birkaç gündem üzerinden çözülmesini beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olur. İlerde ortak zeminlerin yaratılabilmesi için sağ partilere oy deposu olan kesimlerin duyarlılık ve eğilimlerini iyi anlamaya ve iğneyle kuyu kazan bir taban çalışmasına ihtiyaç var. (Solla güçlü bağları olmayan Hacıhüsrevlilerin, orada belli bir süre boyunca bire bir örgütlenme çalışması yapan devrimcilerin bilinçlendirdiği kişilerin inisiyatifi sayesinde hareketlendirilebildiğini belirtmek gerekiyor) Güven verici örgütlenmeler ve sonuç alıcı pratikler sınırların aşılmasını kolaylaştıracaktır.

4-Toplumsal Çürümeyle Mücadele: Uyuşturucu, kumar, hırsızlık, fuhuş, çeteleşme vb. sorunlar yerel politikanın bileşenleri olmak zorunda. Yalnız bunlara karşı mücadelede muhafazakar ideolojinin yeniden üretilmemesine dikkat etmek gerekiyor. Örneğin bar-pavyon eylemleri sürerken tartışmalar mahallede içki yasağı uygulamasının önerilmesine kadar varmıştı. Devrimci mücadeleyi kültürel, ahlaki bir mücadeleye indirgemek 80 sonrasının tipik bir özelliğidir. Sol, iktidar mücadelesinden geri düştükçe kültürel alana daha fazla hapsoldu. Sosyal ve kültürel sorunları küçümsemeden, yok saymadan etkili bir paylaşım ve iktidar mücadelesi yürütmek gerekiyor. Yoksulluk, işsizlik, sömürü gündemleri üzerinden yürütülecek mücadele etnik/dinsel bölünmelere karşı da en etkili panzehir olacaktır.

5-Kadınların Katılımı: Yıkım sorununda Plan Takip Komisyonu’nun toplantılarına düzenli olarak katılanların Okmeydanı’nda ezici çoğunluğu hane reisi erkeklerdi. Kadınlarsa toplantılardan ziyade eylemlere katıldılar. Aynı örnekte Hacıhüsrevli Romanlar arasında toplantı ve eylemlere katılımda ve eylemlerde söz alma konusunda kadınlar çoğunluğu oluşturuyordu. Okmeydanı’ndaki bar-pavyon protestoları ise özünde bir kadın eylemiydi. Kadınlar sorunun çözümü için Halk Meclisi’ne başvurmuş ve toplantılara düzenli olarak katılarak mücadele yöntemlerinin belirlenmesinde söz sahibi olmuşlardı. Erkeklerin eylemlere katılımı destekçi niteliğindeydi. Kadınlar bar ve pavyonlara karşı yürütülen kampanyanın öznesi oldukları halde propagandanın içeriğine kadın bakış açısı yeterince yansıtılamadı. Sokakta sarhoş tacizine uğrayan da, evde kocasının içki masasından kalkıp gelmesini bekleyen de, pavyonlarda cinsel sömürüye maruz kalanlar da kadınlardı. Bar-pavyon eylemlerinde ahlaki değerleri öne çıkarmak yanlış olmasa da eksikti, sorunu kadın bakış açısından ele almak hem ataerkil değerleri yeniden üretme riskine karşı bir güvence olur hem de eylemin daha geniş bir kesime ulaşmasını sağlayabilirdi.

6-Kadro Niteliği: Yerel sorunlar üzerinden gelişen eylemler devrimciler açısından çok sayıda insanla temas olanağı sağlıyor ama bu temasların örgütsel birikime dönüşmesi yereldeki kadroların niteliğine bağlıdır. Kitabi bilgilerle yetinen, “bilinçsiz halk” tasavvurundan hareket eden, salt ajitasyona odaklı, eylemlerdeki tek kaygısı radikalizmi arttırmak ya da tersinden olaysız bitirmek olan, soyut doğruları tekrarlayan bir kadro tipi yerine pratiğin zengin olanaklarını değerlendirecek esneklikte düşünen, halktan öğrenmeye çalışan, ajitasyon kadar gerçekçi tespitler de yapabilen, eylemleri sonuç alıcı bir perspektifle yönseyen, somut sorunlara somut çözümler öneren, örgütçü nitelikleri gelişmiş bir kadro tipine ihtiyaç var.

7-Dayanışma ve Siyasi Etki: Sağlık, eğitim, barınma vb. konularda düzenlenecek dayanışma organizasyonları acil sorunlara geçici de olsa somut çözüm üretmek açısından önemlidir. Yoksulluğun açlık sınırına yaklaştığı mahallelerde kimsenin devrim sonrasına ertelenecek çözümlere rağbet göstermesini beklememek gerekiyor. Varoşlarda alternatif iktidarların yaratılabilmesinin yolu ekonomik ve sosyal dayanışma faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinden geçiyor. Halkın aktif ve kitlesel katılımıyla gerçekleşecek ekonomik-sosyal dayanışma faaliyetleri, siyasi ve ideolojik bir etkiyle birleştiği zaman devrimci mücadelenin üzerinde yükselebileceği zemin oluşturulmuş demektir. Bu konuda Halk Meclisi’nin yaptığı sağlık taraması gibi faaliyetler daha sonra Dayanışmaevi tarafından eğitim, giysi vb. konularda zenginleştirilerek sürdürüldü.

Dayanışma organizasyonlarının önemli bir boyutu da profesyonel meslek sahipleriyle (doktor, avukat, mimar, mühendis, öğretmen) yoksul halkı buluşturmasıdır ki, bu buluşma devrim mücadelesi açısından stratejik öneme sahiptir.

8- Medya ve Yerel Siyaset: Yukarıda aktardığımız iki eylem örneğinde de medya ile ilişki önemli bir yer tuttu. Yerel yöneticiler üzerinde baskı oluşturulmasında eylemlerin medyaya yansımasının ciddi bir etkisi oldu. Öyle ki bu yüzden kimi zaman eylem saati, eylemin akşam haberlerinde ya da ertesi günkü gazetelerde yer almasını sağlayacak şekilde ayarlandı. Medya iyi değerlendirildiğinde varoş eylemlerinin kamuoyuna yansıması ve etki gücünün artmasında işe yarayabiliyor. Ancak bu aracın sahipsiz olmadığını unutmamak gerekir. Medyanın etkisi bir noktadan sonra tersine de dönebilir. Bu yüzden medya bağımlısı (şirin görünme meraklısı) bir mücadele tarzı baştan yenilgiye mahkumdur. Böyle bir hatırlatmaya, zaman zaman eylemcilerin salt medyada görünmeyi bir başarı sayması yüzünden ihtiyaç var. Medyayı bir faktör olarak almak yerine medyatikliği eksene koymak, eylemleri, hiçbir sonuca ulaşmayan bir şova dönüşme riski ile yüz yüze bırakır.

Sonuç

Okmeydanı’nda 95-98 yıllarında devrimcilerin yönsediği siyasi pratiği öz örgütlenme ve yerel politika bağlamında değerlendirmekle yereldeki devrimci pratiğin sadece bir boyutuna değinmiş olduk. Kuşkusuz varoşlarda yürütülen devrimci pratik yerel politika ve öz örgütlenme yaklaşımının ötesinde bir içeriğe sahiptir. Yerelde iktidarlaşma perspektifiyle yürütülecek çalışmaların adalet sağlama, savunma, devrimci ortam ve kadro yaratma vb. boyutlarına bu yazıda değinmedik. Daha ziyade devrimci siyaset ve yerel ilişkisi üzerinde durduk.

Varoşlarda ekonomik ve sosyal yapının karmaşıklaşması siyaset düzeyinde de çelişkilerin çeşitlenmesini beraberinde getiriyor. Yeni sorunlar yerel politikanın gündemine girmeye başlıyor. Genel sorunlarla yerel sorunlar içiçe girip özgün biçimler alıyor. Varoşlarda yürütülecek devrimci faaliyet, ancak yerelin tarihsel-toplumsal koşullarından kaynaklanan özgün sorunlara müdahale ederek önünü açabilir. Özgün sorunları (uyuşturucu, çeteleşme, altyapı sorunları, eğitim, sağlık, etnik/mezhepsel saflaşma, adalet, yoksulluk vd.) atlayıp “saf” sınıfsal çelişkiler aramak beyhude bir çaba olur. Emek ve sermaye arasındaki çelişkinin gittikçe keskinleşiyor olması ve sermayenin hayatın tüm alanlarına daha derinden nüfuz etmesi kendiliğinden sınıfsal çelişkinin ezilenlerin bilincinde canlanması sonucunu doğurmuyor. Kapitalizmin gelişim düzeyinden hareketle artık varoşlarda doğrudan emek sermaye çelişkisinin öne çıkacağını iddia etmek politik süreci sosyo-ekonomik gelişmenin basit bir türevine indirgemek olur. Emek sermaye çelişkisi varoşlarda bin bir kılığa girerek, bazen etnik ve mezhepsel renklere bürünerek kendini ortaya koyuyor.4 Özgün çelişkilerden hareketle somut sorunlara somut çözümler üreten bir pratik faaliyet genel propaganda ve ajitasyondan çok daha sonuç alıcı olacaktır. Sınıf bilincinin gelişimi ise özgün mücadeleler içersinde kazanılan deneyimlerin yanı sıra halk eğitiminin hayata geçirilmesiyle sağlanabilir.

Varoşlarda devrimci pratik, yerelde iktidarlaşma perspektifiyle yürütüldüğünde öz örgütlenmeler halk iktidarının okulu olarak önemli bir misyon yüklenecektir. Faşizan ve çürütücü güçlere karşı fiziki mücadele, işsizlik ve yoksullukla etkin mücadele ve dayanışmacı ve demokratik değerlere dayanan sosyalizasyon ve politikleşme, varoşlarda devrimci mücadelenin başlıca ayakları olacaktır. Türkiye’de devletten bağımsız halk örgütlenmeleri yaratmak, siyasal sistemin geleneksel vesayetçi yapısı düşünüldüğünde önemli bir devrimci adım anlamına gelir. Ancak bunu başarabilmek için devrimcilerin yerel politikaya yoğunlaşarak güç biriktirmeleri ve ilişki ağlarını kat be kat arttırmaları gerekiyor. Büyük enerjilere ihtiyaç duyulan bu yolda elini taşın altına koymaya cesareti olanlar, mücadeleye yeni bir soluk kazandırmaya da aday olacaklardır.

Yeni liberalizmin varoşlara yığdığı nüfus şimdilik düzen içi hesaplaşmaların kitle tabanı rolünü oynasa da, 70’li yıllarda varoşlarda beliren hayaletin 30 yıl sonra yeniden ortaya çıkması bu kez çok daha sarsıcı sonuçlar doğuracaktır.

Dipnotlar

1- Burada ayrıntısına girmediğimiz Halk Meclisi’ndeki tartışmalar için bkz. Direniş Sayı 51 (Kasım 97), 52 (Aralık 97), 53 (Ocak 98), 54 (Şubat 98), 56 (Nisan 98)

2- Mehmet Yılmazer, “Devrimci Harekette Kriz ve III. Dönem” Yol, Nisan 97, Sayı 6, s. 52-56

3- Dayanışmaevleri hakkında daha fazla bilgi için “Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadele Kurultayı, Tebliğler, 2003, Alaz Yayıncılık” kitabına ve www.dayanismaevleri.org adresine bakılabilir.

4- Sınıf kimliği ve diğer kimliklerle ilişkisi konusunda bir tartışma için bkz. Haşan Oğuz, “Sınıf Mücadelesi Bağlamında Özgün Sınıf Yapıları ve Birleşik Sınıf Stratejisi”, Düşünce ve Davranışta Yol, Temmuz 2003, Sayı 4, s. 84-119.