Ulusal Sorun (3) – Erkan DEMİRCİ

 

Çağdaş Yol, Sayı 11, Mart 1990

Kürdistan’ın, sosyo-ekonomik statüsünün doğru tespitinin yapılabilmesi, sömürgecilik kavramının irdelenmesi ile mümkündür, ülkemizde birçok devrimci anlayış sömürgecilik üzerine ciltler dolusu yazı yazmış olduğu halde, burnumuzun dibindeki Kürdistan’ın dinamiklerinin incelenmesi konusunda olağanüstü yoksul kalınmıştır.

“Doğu”daki feodal ağaların etkinliği, altmışlı ve yetmişli yıllarda yapılan değerlendirmelerde yalnızca emperyalist sömürgeciliğin sonucu ayakta kaldığı yanlış görüşüne yol açmış ve bu görüş egemen olmuştur. Kürdistan’daki geriliğin ancak sömürgecilikle olabileceği anlaşılmasına rağmen bu veriler, Türkiye’nin yan-sömürgeleştirilmesi düşüncesi adına kullanılmışın Burjuva araştırmacıların “doğu”nun geri kalmışlığı üzerine yaptıkları araştırmalar bu düşüncenin sabitleşmesinde etkili olmuş ve daha sonra ortaya çıkan “millici” görüşler Türkiye ve Amerikan emperyalizmi çelişkisini öne çıkarırken Kürdistan’ın sömürge olması olgusunu geri plana itmişlerdir.

Kürdistan’ın tarihine Kürdistan’ın dinamiğinde bakılabilmelidir, ancak bu yolla halkların hakları teslim edilebilir.

Özellikle, Türk devrimci hareketi, Kürt bağımsızlık mücadelesinin, devrimimizi üst derecede etkileyeceği gerçeğini göz ardı etmemek durumundadır. Ancak böyle bir durumda enternasyonalist görevlerini tam olarak yerine getirme olanağına sahip olacaktır.

Millici görüşlerin etkisi altındaki Türk devrimci hareketi, Kürt işçi sınıfına ve emekçilerine güven verememiştir, ulusal çelişkinin öz hali görülememiş ve ancak bağımsız tepkinin ortaya çıkmasıyla geciktiğini anlayabilmiştir. Türk devrimci hareketi proleter sosyalizminin öngördüğü enternasyonalist desteğini biran önce yerine getirip Kürt halkının samimi yoldaşı olduğunu kanıtlamalıdır.

Daha önceki bölümlerde sömürgeciliğin birbirinden çeşitli özellikleriyle farklı üç biçiminden söz etmiştik şimdi bunların irdelenmesine geçelim.

1- Üç Tip Sömürgecilik

Köleci toplum biçiminden bu yana insanoğlu üç tip sömürgeciliğe maruz kalmıştır. Bunlardan birincisi, kapitalizm öncesi dönemlerde görülen biçim (Roma, Mısır sömürgeciliği), İkincisi, kapitalizmin doğuşundan ikinci paylaşım savaşı sonrası döneme kadar olan biçim (bu iki tip sömürgecilik genel olarak klasik sömürgecilik olarak adlandırılır), üçüncüsü emperyalist döneme özgü olan yeni sömürgecilik.

Bu biçimler doğal olarak birbirlerinden bıçakla ayrılmamıştır, örneğin sermaye ihracı yapıldığı halde askeri işgalin olduğu ülkeler mevcuttur ya da meta ihracı yapıldığı halde siyasi özgürlüğe sahip ülkeler olabildiği gibi. Roma İmparatorluğu’nun köle ele geçirme savaşları ve uyguladıkları sömürgecilik, Orta Asya’nın göçebe kabilelerinin egemenlik biçimi olan fetih ve istilalarından farklıklar arz eder.

Sömürgecilik kavramının sınıflandırılmasının en uygun olanı kapitalizm öncesi, kapitalistleşme dönemi ve emperyalist dönem olarak ayrılmasıdır. Köleci dönemde, üretimi artırmanın tek yolu daha fazla köle emeğine sahip olmaktı. Bundan dolayı ekonomik bir gereklilik olarak bitmez tükenmez savaşlar oluyor. Yenilen tarafın değerli eşyaları yağmalanıyor, insanları köleleştiriliyordu.

Üretici güçlerin gelişim seviyeleri yaklaşık olarak denk olduğu için var olan ekonomi sadece gasp ediliyor değişikliğe uğratılmıyordu. Yalnızca ilkel komünal üretim düzeyinde olan topluluklar köleleştiriliyor, toprağa bağlanıyordu.

Mısır, Asur, İran, Çin, Babil gibi eski doğunun, Roma, (Atina, İsparta) gibi Antik Yunan köleci devletleri sayısız fetih ve sömürgeleştirme savaşları vermiştir. Barbar istilalarıysa, göçebe toplumların ilkel komünal yaşayışlarının doğrudan sonucu olarak ele geçen toprakların üretim tarzına müdahale etmiyorlardı. Daha geri üretim tarzından gelen ekonomik düzenin hakim olması beklenemez. Toprağa bağlı toplumlar paranın ve mülkiyetin gücünü keşfetmişlerdir. Barbar toplumları bu biçimde tâbi kılmışlardır.

Bu dönemin sömürgecilik ve istilalar açısından temel özellikleri:

1- Amaç talandır (köle, değerli madenler, mal, ürün vb.) Nihai tarımsal ürün talebi sömürgelerde küçük tarım üreticisini mülksüzleştirmiş, plantasyonda karın tokluğuna çalışan yarı köleler haline getirmiştir.

2- Doğrudan askeri zora dayanır

3- Vergilendirme ile sömürüyü sistemleştirir.

15. yy.’da büyük coğrafya keşiflerinin yapılmasıyla, Afrika ve Amerika’dan ele geçirilen servet, Avrupa kapitalizminin ilk sermaye birikimini oluşturdu. Avrupa pazarı, doğunun tılsımlı pazarının ticari hacmine yetişmiş ve onu geçmiştir. Bunun sonucu olarak, hammadde talebi artmıştır. Sömürgeci nakliye- sinde yükün bileşimi altın, gümüş, elmas, köle taşımasından, pamuk, bakır, demir, guyana, kakao, muz gibi nihai tarımsal ürün ve hammadde taşımasına kaymıştır.

Pazarın talebi ve sömürge ülkenin kaynakları sömürgeciliğin yönünü belirlemiş. Büyük alanlarda tarımsal üretim yapılan plantasyonlar, prekapitalist ekonomiyi tek yanlı uzmanlaşmaya zorlamıştır. Nihai tarımsal ürün talebi sömürgelerde küçük tarım üreticisini mülksüzleştirmiş, plantasyonda karın tokluğuna çalışan yarı köleler haline getirmiştir.

Küçük üretimin tahribatı iç pazarın akışkanlığını sekteye uğratmış, kapitalist üretime geçişin nüvelerini oluşturacak olan küçük üretim ve zanaatçılık giderek yok olmuştur. İç pazar sömürgeci metayla kuşatılarak değer aktarımının bir diğer yanı devreye sokulunca, meta akışı sömürgeci ülkede prekapitalist dönemden kalma tüccar-tefeci sınıfın güçlenmesinin ve işbirliğine gidebilmesinin zeminini yaratıyordu.

Sonuç olarak iç pazar bir veya birkaç malda uzmanlaşmış ekonomide sömürgeciliğin en büyük alıcı olarak katılmasıyla, tek yanlılaşmıştır. Sömürge ülkenin tüm ekonomisi birkaç malın üretiminin hazırlayıcısı ve tamamlayıcısı olarak şekillenir. 1969’da klasik sömürgeciliğin etkisinde olan ya da yeni kurtulmuş ülkelerin ihracatlarının kalemleri şöyledir:

“1967-68’de Libya ‘da yüzde 99’u, Irak ve Venezüella’da yüzde 92’si (Irak’ın petrolünün büyük kısmı Kürdistan’dan sağlanmaktadır. (E.D)) Petrol, Şili’de yüzde 78’i bakır, Sudan’da yüzde 60i pamuk, Kolombiya’da yüzde 59’u kahve, Gana’da yüzde 58’i kakao, Etiyopya’da yüzde 58’i kahve, Seylan’da yüzde 75 ‘i çay, Bolivya ‘da yüzde 53’ü çinko… ” (1)

Sömürgeciliğin ülke ekonomisine vurmuş olduğu darbe kurtuluştan sonra bile uluslararası işbölümüne eski rolüyle girmesine neden olmuştur. Klasik sömürgecilik yapan ülkenin ekonomisinin sömürge ülkeden daha gelişkin olması gerekmemektedir, gerekli olan şey bariz bir askeri üstünlüktür. Askeri üstünlük yoluyla kapatılan hammadde ve emek gücü kaynaklan dünya pazarına ihraç edilerek sömürgecilik doğrudan gasp ekonomisiyle de yürütülebilir. Fakat meta ihracının yapılabilmesi için ekonomide belirgin bir gelişkinlik seviyesine ihtiyaç vardır, bu da sömürgeden aktarılan servetin sermayeye dönüştürülmesiyle sağlanacaktır.

Askeri zor yoluyla sağlanan egemenlik doğal olarak karşıtını üretmiş ulusal kurtuluş hareketleri ilerici aydınların, işçi sınıfının, köylülüğün ve devrimci burjuvazinin ittifakında klasik sömürgeciliği iflas ettirmiştir.

Yukarıda sözü edilen ekonominin bir veya birkaç malda uzmanlaşması kurak geçen bir mevsim ya da düşük pazar fiyatları nedeniyle, açlıktan ölümlere varan yıkıcı etkilere maruz bırakabiliyordu. Ayrıca emperyalizm ve sömürgecilik rekabet şanslarını koruyabilmek ve daha çok kâr elde etme isteği ile çizgin ve kanlı yöntemlere başvurmaktan çekinmiyordu.

Kapitalizmin ulaşmış olduğu tekelci aşama sermaye ihracının ağırlıklı olarak yapılabilmesini mümkün kılması ekonomik zor yoluyla sömürüye yani yeni-sömürgeciliğe geçişin imkanlarını yaratmış olması nedenleriyle, sömürgeciliğe karşı güçlü bir halk hareketi oluşmuş ve siyasi bağımsızlık uğruna verilen mücadeleler sömürgeciliğin askeri gücünü geri çekmesini sağlamıştır.

Siyasal kurtuluşu, toplumsal kurtuluşa sıçratabilen ülkeler (Kore, Vietnam, Çin) sömürgeciliğe ulusal kurtuluş hareketlerinin artık işçi sınıfının etkisinde olacağı gerçeğini göstermiştir. Bu olaylardan gerekli dersleri çıkarmayı bilen emperyalizm ekonomik ve siyasi pozisyonlarını güvence altına alabilmek için askeri gücünü geri çekip kukla hükümetlere “bağımsızlık” hakkını vermiştir. Klasik sömürgeciliğin temeli olan, askeri üstünlüğe sahip, fakat yeni-sömürgeci yöntemleri uygulayabilecek ekonomik seviyeye ulaşamayan Portekiz, İspanya gibi ülkeler sömürgelerini bir bir emperyalizme kaptırdılar. Sömürgeciliğin yeni biçimi bir anlamda, ulusların uzun süre askeri zorla egemenlik’ altında tutulamayacağının itirafıdır. Yeni-sömürgecilik askeri zora doğrudan gerek duymadan gerçekleştir ilmektedir. Değer aktarımı; 1- Sermaye ihracı, bu yolla artı-değerin üretimi sömürge ülke içinde gerçekleştiriliyordur, yani sömürge klasik dönemden farklı olarak dünya kapitalist üretimine doğrudan katılıyordur. Sermaye ihracı üretime girmesi (üretici sermaye) sonucu ortaya çıkan artı-değerin transferi yoluyla; 2- Borç faizleri yoluyla; 3- Sömürge ülkeyle yapılan eşitsiz mübadele yoluyla; 4- Patent, lisans, know-how vb. yollarda değer aktarını sağlanır.

Emperyalizmin yeni-sömürgeciliği uygulamak için doğrudan askeri zora gereksinimi yoktur. Askeri ve ekonomik çıkarlarını koruyacak satılık işbirlikçi yöneticileri her zaman bulabilecektir. Ekonomik düzeyde bağımlı ülkenin finans-kapitaliyle, bürokratlarıyla girmiş olduğu binlerce karmaşık ilişkiyle siyasi pozisyonlarını güvence altına alabilmektedir.

Yeni sömürge bir ülkenin ekonomik yöntemlerle soyulmasının temellerini belirttik. Bu arada açıklık getirilmesi gereken bir yan vardır, emperyalizm sermaye ihracı yoluyla bir ülkeyi kendine bağlamış olsa da eğer askeri ve siyasi üstünlüğü ve konjonktürün elverişliliği varsa sermayesini askeri işgalle güvence altına almaktan ya da bir operasyonla düzenlemekten çekinmeyecektir, örneğin ABD 1970’de Vietnam’da yediği darbeyle askeri işgalli maceralara cesareti kırılmıştır. Fakat konumunun uygun olduğunu kavradığı Panama’ya operasyon düzenleyebilmektedir. Askeri zorun yani klasik sömürgeciliğin güçler dengesine bağlı olduğu, bu politikanın geniş halk yığınlarının tepkisiyle karşı karşıya kaldığı ve ulusal kurtuluştan sosyalizme sıçrama ihtimali olması emperyalizmi dizginleyen nedenlerdir.

Kapitalist dünyanın her yerindeki tekelci egemenlikler, ekonomik, bağımlılığı şu ya da bu düzeyde olması önemli değildir. Diş geçirebileceklerini ve sonuçlarına katlanabilecekleri işgallerden çekinmeyeceklerdir. Bu itki tekelin doğasında bulunan bir eğilimdir.

Yeni sömürge bir ülkenin klasik sömürgesi olabilir denildiğinde akla sömürülen nasıl sömürebilir diye bir soru geliyorsa, Finans-kapitalin sömürülmediğini, sömürülenin halk olduğunu düşünmek gerekiyor. “Sömürgenin sömürgesi olmaz” mantık hatası, tamamıyla bir türlü sömürme olanağı bulamamış cılız, güçsüz (!) burjuvazi düşüncesinden gelmektedir.

2- Osmanlı Döneminde Kürdistan

Osmanlılığın toprakları ele geçirmesi yazının başında yapılan tanımlardan barbar istilaları tülündedir. Çoban-göçebe ekonomisinin hakimiyetinde orta barbar bir kavim olan Osmanlı toprak üzerinde özel mülkiyeti tanımamaktadır. Ele geçirdiği toprakların mülkiyeti “beytül mal-i müslimin”e ait ortak maldı, tasarruf hakkı ise üzerinde bulunan köylülere verilmişti. Kanuni ye kadar toprakta dirlik sistemi hakimdi. Dirlikçiler toprağın ne mülkiyetine ne de tasarrufuna sahiptir, koruması altındaki toprakta üretim yapan reayadan devlet için öşür ve haraç toplayıp, seferlerde hazır bulundurmak üzere toprağının büyüklüğüne göre asker beslemek zorundaydı. Osmanlı toprak sistemi Kanuni’ye kadar böyle sürmüştür. Sultan Selim, Müslümanlığın merkezi olan Mekke ve Medine’ye ayrıca doğuya giden zengin ticaret yollarına ulaşabilmek için bunlarla arasındaki Safevi engelini kaldırmak istiyordu. Bitlis Emiri Şeyh İdris-i Bitlisiyle yaptığı ittifakla, Kürdistan topraklarını Osmanlılığa bağlar. Şeyhle yaptığı anlaşmayla, Kürt beyliklerinin özerkliği korunacak, Kürtler savaşlarda Osmanlıya yardım edecek, Osmanlılar Kürtleri dış saldırılardan koruyacak ve Kürtler Osmanlıya vergi vereceklerdir.

Kürdistan toprakları memaliki arazi-i’den sayılmamaktadır. Beylikler çeşitli hukuki statülerle Osmanlıya bağlanmıştır. Miri topraklar üzerinde bulunan beylikler savaşta yararlılıklarına göre berat, imaret ve vakıf kurma ve hutbe okutma hakları alıyorlardı. Osmanlı vaktiyle Kürt aşiretlerinden yararlanarak fetihler yaptığı için ve kendi aşiret geleneklerinden sezinlenerek, onlara imparatorluk içinde ayrı özerk “hükümet”çikler tanınmıştır.

16. yy. ortasında o çeşit aşiret hükümetler, saliyaneler (yıllık ödeme yapılan topraklar, E.D) gibi 9 tanedir.

Cizre, Ergil, Genç, Palu, Zderro, Ekrad, Muhruvana, Oşti, İmadiye.

“İçlerinde Osmanlı komutanlarından (ümera) ve kul (padişahın aylıklı askeri) tayfasından hiç kimse yoktur. Cümle kendilerine mahsustur” (Ali Genç). Yani komutanları da, erleri de aşiret uşağı olur. Belki ilkel komünal yapılarının içine işlemezliği yüzünden birer dokunulmazlık kazanmışlar ve bunu anlaşmalarla Osmanlıya kabul ettirmişlerdir. ” (2)

1639 yılında İran şahı ve Osmanlı arasında imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan ikiye bölünmüştür.

Kürt beylikleri özerk yapılarını 19. yy. ortalarına kadar korumuşlardır. Barbar istilalarının ortak özelliği olarak egemenlikleri altındaki halkların vergilendirilmesi (öşür, haraç), savaşlarda askeri güç olarak kullanılmak, ayaklanma olduğunda çapul yapmak Osmanlılığın bu dönemdeki egemenliğini tanımlar.

Kanuni zamanıyla birlikte Osmanlı toprak sisteminde dirlikten, kesime geçiş olur. Bunun nedenleri:

a) Toprağa yerleşikliğin başlaması ve değişim ilişkilerinin giderek yaygınlaşması sonucu mülkiyetçiliğin körüklenmesi,

b) Toprağın kendisi kamuya, üzerindeki menkule (toprak üzerindeki bütün bayındırlık) özel kişiye aittir bu çelişkiden dolayı,

c) Doğrudan olan ticaret yollarının büyük coğrafya keşifleriyle canlılığını yitirmesi sonucu vergi gelirlerindeki düşme ayrıca savaş harcamalarının artmasıdır.

Dirlik sistemi ürün-ranta dayalıdır. Yukarıdaki gereklilikler kesim (mukataa) sistemine geçişi zorunlu kılıyordu. Kesim sistemi toprağın bir kısmının gelirlerinin ve vergilerinin peşin olarak satın alınmasıydı. Tasarruf hakkını satın alan kesimci bu hakkı mültezimler vasıtasıyla kullanır.

Dirlik sisteminde de vakıf ve imaret kurma yoluyla miri topraklar kemirilmiştir. Vakıf giderlerini karşılamak amacıyla bir kısım toprağın geliri vakfa ayrılıyordu. “Beytül mali müslimin ” toprakları özel mülkiyetçi amaçlarla erozyona uğratılıyordu. Kesim sistemine geçiş aşağıdan yapılan bu “fiili durum” baskısı sonucu zorunluluk olmuştur.

1848 toprak kanunuyla kesimcinin borcuna karşılık kesim hakkını verebilmesi kanunlaşınca özel mülkiyetin gereği yerine getirilmiş olur.

Osmanlı toprak sisteminde gerçekleşen bu değişim doğal olarak Kürdistan’da da sonuçlarını üretmiştir. Malikâne sisteminin oturması demek olan kesimcilik, dirlikçi yapının sosyal kurumlaşması olan aşiret, hükümetçiklerin hızla parçalanmasına ve tefecileşmiş ağalık egemenliğine dönüşmüştür. Tefeci bezirgân sermayenin yerel Kürt egemenleriyle uzlaşarak toprakta mülkiyetini yaygınlaştırma mücadelesi başlamıştır.

Bir yanda Osmanlılığın yıkılış dönemi olması nedeniyle vergilerin artırılması ile çıkan çatışma öte yanda Kürt ağalarının toprak mülkiyeti amacıyla iç çatışmaları, Kürdistan’ı sarsan çatışmalardır.

Bu ikinci tür çatışma aşiretler arası bitmez tükenmez çatışmaların ve ulusal birliğin sağlanmasında engelleyici rol oynayan bir özellik taşımaktadır.

Osmanlı’nın 19. yy. ortalarına dek Kürdistan topraklarını işgal ettiğinde ekonomilerini kendi ekonomisine göre (klasik sömürgeciliğin özelliği) düzenlemesi beklenemezdi. Birincisi toprak mülkiyetini reddinden, İkincisi Kürt beylerinin gücünden dolayı böyle olmuştur.

Kürdistan’da iç ticaret bağımsız ekonomisinden ve Doğu Akdeniz’e, Anadolu’nun içlerine, Mısır’a, Arabistan’a giden ticaret yollarının üzerinde olması şehirlerin canlı, küçük zanaatçıların yoğun olarak faaliyetini sağlıyordu. 16. yy.’a dek canlılığının doruk noktasında olan doğu ticaret yolları Kürdistan’ı Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerine göre daha gelişkin yapmıştır. Kürt halkını, uluslaştıracak iktisadi yaşam birliği bu ticaret ağıyla oluşturulmuştur.

“Gaziantep’te ayakkabıcılığa ehemmiyet verilmişti, o zaman Antep’te herkes yemeni, çizme ve her neviden ayakkabı yapardı. Çünkü kervan onu isliyordu. Maraş’ta demir sanayii himaye edilmişti. Nal, mıh, çivi, zincir, gem, silah ve kervanlar için gerekli her nevi demir avadanlığın yapılma ve işleme merkezi orası idi.” (3)

Evliya Çelebi’de Kara Amid’i (Diyarbekir) İstanbul’dan sonraki büyük şehir olarak tasvir ediyor.

Kürdistan şehirlerindeki bu zenginliğin nasıl yok olduğunu tespit edebilmek kapitalist döneme özgü sömürgeci uygulamalarında görüntüsünü verecektir.

3- Kürdistan’ın Sömürgeleştirilmesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun yan sömürgeleştirilmesinin sonuçları, önce küçük üretimin tahribatıyla görülmüştür, örneğin Bursa’da ipek kumaş dokumacılığı yurt dışında rekabet şansına sahipken Avrupalılar önce ipek ipliği alıp kendileri üretmeye başlıyor. Giderek ipek ve ipek böceğini kendileri yetiştirmeye başlıyorlardı. 1838 ticaret anlaşmasıyla indirilen gümrük oranları emperyalist metaların Osmanlı pazarını işgaline yol açmıştır. 16. yy. kapitülasyonlarla başlayan süreçte rekabet şansını yitiren küçük üretici mülksüzleşmiş üretimden çekilmişti. Osmanlı küçük üretiminin tahribatı 16.yy.’da başlayıp 1838 anlaşmasıyla son darbeyi yemişken, Kürdistan pazarı 19.yy. başlarından 1940’lara kadar olan süreçte tahrip olmuştur.

Bu dönemde Kürdistan’ın ekonomisi tarım, tarım ürünleri, hayvancılık ve hayvancılık ürünleri ile şehirlerde küçük atölye üretimine dayalıdır. Şehirlerde Suriye, Irak ve İran’dan getirilen mallar ile ticaret yapılmakta tarımsal ve hayvansal ürünler, kervanlar aracılığıyla diğer parçalara gönderilmektedir. Kuzey Kürdistan’ın içlerinden getirilen mallar Mardin, Diyarbekir, Gaziantep üzerinden İran, Irak ve Suriye’ye aktarılıyordu.

Ticaret kapalı ekonomileri parçalayan mızrak ucudur, ticari hareket sonucunda küçük üretim canlanır, şehirlerin büyümesi ulusal alanları birbirine bağlar. Kapitalizmin gelişimi için gerekli ilkel sermaye birikimini sağlar.

İç iktisadi bağlar sağlamlaştıkça bunun yansıması olarak siyasi bağlarda güçlenecektir. Kürtlük bilinci ancak ticari faaliyetin hareket serbestisiyle feodal beylikleri harekete geçirebilir ve bu bilince sahip Kürt burjuvazisini yaratabilirdi.

Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan bölünmüş fakat iç iktisadi bağları yüksek oranda etkilenmemiştir. Çünkü bu dönem doğu ticaret yollarının canlılığını koruduğu dönemdir.

Doğu ticaret yollarının önemini yitirmesi, ticari faaliyeti de bir daralmaya uğratmıştır. Fakat asıl önemli sonucu gelirleri azalan Osmanlı ve İran imparatorluklarının Kürdistan beylerine baskıyı artırmalarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasında 1823’de Erzurum anlaşması yapılıyor. Bu anlaşmaya göre İran ve Osmanlı devletinin sının olduğu gibi kalacak iki taraf birbirinin içişlerine karışmayacak, Kürt aşiretlerinin sınır tanımadan geçişine engel olunacak, eğer geçme olursa geçmiş olduğu tarafın yönetimine boyun eğmeye mecbur edilecek.

Kürdistan iç ticaretinin yediği birinci büyük darbe vurulmuş oluyor. Kürt tarihinde olaylar birbiri üzerine gelmeye başlıyor; 1834 yılında Reşit Paşa komutanlığında Kürdistan üzerine bir sefer düzenleniyor amaç, Kürdistan eyaleti olarak “memalik-i araziden” sayılmayan toprakların mülkiyet hırsına düşmüş toprak ağalarının iç çatışmalarından faydalanarak, Kürtlerin özerkliklerini ellerinden almak, vergilerin düzenli ödenmesini sağlamak ve ulusal çıkış tehlikesini bertaraf etmektir.

Reşit Paşa kanlı işgaliyle Kürt beylerinin imaret ve vakıflarını dağıtıyor ve Kürdistan’ı Osmanlılığa gerçek anlamışla bağlıyor, Kürtler o tarihten itibaren “Türk” vatandaşı sayılıyordu.

1834 saldırısı Kürdistan tarihinde bir dönüm noktasıdır artık, istilacı talancı vergilendirme ekonomisine dayanan Osmanlı egemenliği kapitalist anlamda klasik sömürgeciliğin kapısını aralamış ve bunun açıkça askeri zora dayanacağını ilan etmiştir.

İkinci anlaşma, İngiliz emperyalizmi mandası haline getirdiği Irak’ta Kürt ulusal hareketlerini engellemek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti ile Irak arasında yapılan anlaşmadır. 5 Haziran 1926’da yapılan Ankara Anlaşması’nda “sınırın her iki yanındaki konar- göçerlerin yağma ve kaçakçılığını önlemek için tedbir alınması ” (4) kabul ediliyor.*

Kürdistan’ın o tarihlerde batıyla olan ticari ilişkileri zayıftır, asıl yön doğu ve güneye dönüktür. Geçen sayıda, Diyarbakır ticaret odasının oralarda Türk banknotunun geçmediğinden yakınması örneği verilmiştir. Küçük üretimin tahribatının temel nedeni iç iktisadi bağın koparılması olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ekonomik hareketsizliğin sağlanmasıyla pre-kapitalist egemenlik olan ağalık ve tefeci bezirgan sermaye varlıklarını sürdürmelerinin nesnel zemini ayakta tutulmuş olur. Sömürgeciliğin en temel özelliklerinden birisi olan eski egemenliğin varlığını sürdürmesini sağlamak, finans-kapitalin Kürdistan politikalarının başında gelmektedir.

Sömürgeleştirme politikası 19. yy. başından itibaren 130 yıllık bir isyanlar zincirinin başlamasına neden olmuştur. Çatışmalar tam bir askeri hesaplaşma mücadelesidir. İsyancı köylülüğün toprak talebini karşılayarak isyanda tutmayı bilemeyen ağabey örgütlenmesi yenilgiye uğrayacak, nesnel olarak önderlikten tasfiye olacaklardır. Bu yüzyıllık çatışmalar yukarıda yanıt aradığımız küçük üretimin tahrip olmasının önemli nedenlerinden birisidir.

Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi cumhuriyet kurulduktan sonra daha da göze batar hale gelmiştir.

Türk finans-kapitali, Kürdistan pazarını fethedecek meta üretimi seviyesine ancak 1940’larda ulaşabilmiştir. Her ne kadar yasalarla engellenmeye, kilometrelerce mayınla kesilmeye çalışılsa da “kaçakçılık” varlığını sürdürmektedir. Resmi istatistikler durumu açıkça ifade etmektedir.

 

Suriye’ye yapılan ihracat ve ithalat (000)

 

İhracat İthalat
1923 6.046 7.880
1924 200 7.527
1925 11.825 9.077
1926 7.698 5.733
1927 7.847 5.431
1928 6.323 2.897
1929 6.561 2.040
1920 5.334 1.888
1931 4.639 1.330
1932 4.005 1.304
1933 4.580 635
1934 2.940 560
1935 1.641 544
1936 1.637 589
1937 2.256 838
1938 1.172 646
1939 1.608 376
1930 726 35
Ticaret, iktisat ansiklopedisi 4277, 1944

 

Suriye ile yapılan resmi ihraç ve ithalin miktarının bu derece yüksek olması;

1- Kürdistan’ın iç iktisadi bağının güçlü olmasını;

2- 1940’lara gelindiğinde ticarete konu olan malların batıya satıldığını yani ticaretin yönünün değişmeye başladığını kanıtlar.

Finans-kapital Kürdistan’a hiçbir zaman üretici sermaye olarak gitmemiştir, spekülatif sermaye olarak girmiş, yerel olarak tefeci bezirgan ve toprak ağalarıyla para hareketiyle rezonansa gelmişlerdir.

“9 şark vilayeti kendi aralarında bir banka kuruyor”

“Diyarbekir’de 300.000 lira sermayeli bir banka kuruldu (Son Posta 1932)” (5)

Bu kesim batıdan meta akışının başlamasıyla bayilik, temsilcilikler üstlenerek finans-kapitalin kırdaki ittifakı olacaktır.

Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesinin bir boyutu da kapitalist gelişimin pazara olan bağlılığının sonucu devletin en büyük alıcı olarak pazara katılmasıdır. Böylece devlet Kürdistan’daki üretimin ve kapitalizmin gelişimini doğrudan belirleyebilme gücüne sahip olmuştur.

Klasik sömürgelerde yukarıda örneklediğimiz bir veya birkaç malda uzmanlaştırılma pazara yapılan bu müdahaleyle gerçekleştirilir.

“ 1969 yılında TMO, Diyarbakır’da en büyük alıcı olarak nazım rolünü muhafaza etmiştir.

1967-14.590.672 ton

1968-14.338.904 ton

1970-19.416.366 ton.” (6)

Devlet girişimleri olan TMO, TEKEL, EBK, SEK, Fiskobirlik vb. kurumlar tarımsal ürünlerin ucuz yoldan kapatılmasıyla değer aktarımını, kapalı ekonominin hangi tarımsal ürünlerle pazara açılacağını ve bölgesel olarak özel ürünlerde uzmanlaşmayı sağlar.

Türkiye’nin ekonomik yapısı da 1950’li yıllara dek tarımsal üretime dayalıdır. İhracatın temel kalemleri madenler ve tarımsal ürünlerdir. Kürdistan’a geniş anlamda meta ihracatı yapabilecek durumda değildir, bunun için iki pazar arasında belirli bir gelişkinlik farkına ihtiyaç vardır. Bu gelişkinlik farkı birincisi Kürdistan pazarının gelişimini engellemek İkincisi bu pazardan ve yeraltı, emek gücü kaynaklan sömürüsünden elde ettiği artığı tüketim malı üretimine yöneltmesiyle ortaya çıkacaktır.

Kürdistan’ın geri kalmışlığının tarihi, bilinçli olarak ekonomiler arasında gelişkinlik farkı yaratma düşüncesinin ve faaliyetinin sonucudur.

Meta ihracına dayalı değer aktarımı, devletçilik politikası sonucu imkan dahiline girmiş finans-kapital Kürdistan şehirlerindeki tefeci bezirgan sermaye ittifakı yoluyla pazarı ele geçirebilmiştir.

Klasik sömürgeciliğin iki temel unsuru olan metanın ve askerin taşınabilmesi için Kürdistan içlerine ulaşacak yol yapımına ağırlık verilmiştir. Üstelik bunun masrafı bizzat Kürt halkına ödetilerek yapılmıştır. Yol vergisine direnen Buban aşireti 1934 yılında bir yıl süren bir ayaklanmaya girişmiştir. “Kemalizm Kürdistan’ı layıkıyla soyabilmek için oranın zirai ürün ve ilk maddelerini tefeci fiyatlan ile yok pahasına çekebilmek ve kendi sanayi ürünlerini orada sürüm edebilmek için hiç olmazsa, bütün emperyalist anayurtların sömürgelerinde yaptıkları kadar olsun “şark” vilayetlerinin yollarını düzeltmeye mecburdur. Kürdistan in kapak iktisadiyatını parçalamak için bundan daha tabi zaruret ve mecburiyet de yoktur. Ne çare ki Kürdistan esasen “kendisi muhtaç himmet bir dede” vaziyetinde olan Türk finans-kapitali gibi, piç bir kapitalizmin sömürgesidir. Onun için orada Kemalizmin tatbik ettiği usuller, hatta normal bir sömürgecilik bile değil de, adeta bir taht-el müstemlekeciliktir (sous colonialisme) en aşağı sömürgeciliktir.” (7)

Dr. H. KIVILCIMLI Kürdistan’ın 1930’lardaki durumunu böyle tespit ediyor. Kürdistan’ın parçalanması yalnızca İran, Osmanlı imparatorluklarının isteği değildir. İngiliz ve Fransız emperyalizminin Suriye ve Irak’taki egemenliklerinin bağımsız bir Kürtçülük hareketiyle zedelenmesini istemiyorlardı. Kürt ulusunun aşiretçi yapısından dolayı (aşiretlerin birleşememesinden değil) bir parçada katlederken bir parçada isyana teşvik edilmiş emperyalizmin çıkarlarına araç olmuşlardır. İngilizlerin “bağımsız Kürt devleti” istemesi görüntüsü bu küçük ayak oyunlarıdır. Kürt ulusu bağımsızlık mücadelesinde hiçbir destek görememiştir. Emperyalist işgal Türk ve Kürt egemenlerinin şartlarını eşitlemiş olduğu halde Dr. H. KIVILCIMLI’nın belirttiği gibi Türk halkının alabildiği dünya sosyalizminin desteğini, Kürt halkı sağlamayı bilememiştir.

Kürt ulusunun direnişi zor yoluyla uzun bir dönem için kırılmıştır. Bu finans kapitalin, sürgün, asimilasyon, imha siyaseti ve baskısı yoluyla olabilmiştir. Kürdistan tarihi Kürt halkının maruz kaldığı kanlı saldırıların tarihiyle doludur.

Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesinin ve klasik sömürge statüsünü belirleyen özellikleri şöylece toparlarsak:

1- Sömürgeleştirme tüm tarihi örneklerinde olduğu gibi askeri zora dayanmıştır. 1834 Osmanlı egemenlik biçiminden dönüşün tarihidir.

2- Kürdistan’ın iç ticari faaliyeti sekteye uğratılmış, bağımsız gelişimi engellenmiş, küçük üretim tahrip edilmiştir. Kapitalizmin nüveleri böylece ortadan kaldırılmıştır.

3- Ekonomiye vurulan bu darbe prekapitalist unsurların sömürgecilikle ittifakında uzun süre yaşayabilmesinin koşulunu yaratmıştır.

4- Devlet ticari faaliyeti kurumlan aracılığıyla elinde tutarak, Kürdistan ekonomisini tek yanlı gelişime zorlamıştır.

5- Meta akışını sağlayacak gelişkinlik farkı sömürgecilik tarafından hammadde, ürün ve emek gücü kaynaklarının aktarılmasıyla sağlanmıştır.

Kaynakça

(1) SBKP Bilimler Akademisi Ekonomi Politiğin Temelleri, sf. 632

(2) Dr. Hikmet KIVILCIMLI, Osmanlı Tarihinin Maddesi, sf. 42

(3) Reşit Tankut, Aktaran D. Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, sf. 19

(4) Enver Kartekin, Türkiye Devrim Tarihi ve Cumhuriyet Rejimi sf. 204

(5) Dr. Hikmet KIVILCIMLI, a.g.y., sf. 114

(6) Cumhuriyetin 50. yılında Diyarbakır

(7) Dr. Hikmet KIVILCIMLI, a.g.y, sf. 125

* 1918 yılında kaçakçılığın def-i hakkında cezai hükümlere ağırlaştırıcı bir kanun kabul ediliyor.