Ulusal Sorun (2) – Erkan DEMİRCİ

 

Çağdaş Yol, Sayı 9, Ekim 1989

Ulusal sorun konusundaki yazının bu bölümü geçen sayıda belirtildiği gibi, örgütlenme üzerine ve Kürt ulusal sorunu üzerinedir. Yazının önceki bölümünde genel olarak konuya ilişkin temel teorik yaklaşımlar verilmiştir. Sömürge tezi ve ulusal eşitlik bölümleri, Kürdistan’ın sosyo-ekonomik analizi bölümünde derinleştirilecektir.

Örgütlenme Üzerine

Örgütlenme en genel tanımıyla, herhangi bir sınıf ya da katmanın var olan yapıya tepkisinin programatik hedefler doğrultusunda organlaşması ve merkezileşmesidir. Organlaşma (hücre, komite, örgüt, parti) temel aldığı çelişki üzerinde yükselir yani objektif koşulların sonucu olarak oluşturulur. Örgütlenmede subjektivizm, çelişki mevcut değilken ya da çelişkinin seviyesi organlaşmanın biçimine uygun değilse, kurulacak yapının işlevsizleşmesine neden olacaktır. Objektif koşullar üzerinde yükselen organlaşmalar, hareketsiz kitleyi hızlı bir biçimde organın etrafında toplar, hedefleri gerçekleştirme mücadelesinin seyrinde genel bir yükseltiye neden olur. Hücre komite, örgüt, parti biçimlerinde organlaşma, aynı zamanda merkezileşmeyi öngörür, merkezileşme alt birimlerin matematiksel bir toplamı değil, özel bir iç içe geçişi ifade eder. Organlar arasında senkronizasyon, aynı hedefe ayrı yönlerden vurabilme sonucunu doğurur.

Her sınıf kendi öz örgütünü oluşturur, oluşturmak zorundadır. Tarih; her sınıfın kendi çıkarının maddi zemini oluşur oluşmaz, kendi organını yarattığını göstermiştir. Bir organlaşmayı körükleyici ya da engelleyici çeşitli mekanizmalar vardır ve bu, koşulların değişimi ölçüsünde değişmek durumundadır. Herhangi bir sınıfın çıkarı, kimi zaman çeşitli katmanları bu çıkar ve onun örgütü etrafında toplayabilir ve belirli bir tarihsel süreçte katmanlar bu sınıf örgütünden kopuşur, ya başka bir örgütte varlığını sürdürür, ya bağımsızlaşıp kendi öz örgütünü oluşturur ya da fiili olarak ortadan kalkar.

Kapitalizmin ulusal çerçevede gelişebildiğim daha önce belirtmiştik. Ulusal çerçevede işçi sınıfı kendi öz örgütünü, diğer sınıf ve katmanlardan bağımsız olarak yaratmak zorundadır. Toplumsal mücadelenin her hangi bir aşamasında işçi sınıfının çıkarları, diğer katmanlarla hatta bir diğer sınıfla üst üste düşebilir. Bu çıkar ortaklaşmasında birincisi işçi sınıfı tarihsel perspektifini yitirmemek için, ikincisi örgütsel mücadele deneyimlerini sosyalizm hedefi doğrultusunda örgütsel geleneğe dönüştürebilmek için, üçüncüsü eğer ezilen ulus bir kaç parçaya bölünmüşse diğer parçalarda ve kendi özgülünde burjuva önderliğini nötralize edebilmek için kendi bağımsız hattını koruyabilecek sınıf partisi temel olmalıdır.

Sınıfın en ileri, en bilinçli, en savaşkan unsurları tarafından oluşturulmuş olan işçi sınıfı partisi, sınıfın düşmanıyla savaş, dostlarıyla ittifak ilişkisini en sağlıklı biçimde sağlayan tek aygıttır.

Proletarya enternasyonalist görevlerini de yerine getirebilmek için ulusal çerçevede bağımsız bir partiye gerek duymaktadır. Engels ulusal çerçevede var olmak gerekliliğini şöyle ifade ediyor: “Uluslararası düzeyde var olmadan ulusal düzeyde var olmak ulusların yalnız hakkı değil, aynı zamanda ödevidir.” (1)

Ezen, ezilen ulus ilişkisinde bağımsız partilerin kuruluşlarının tarihsel zorunluluk olduğunu belirttik, yalnız bu zorunluluk koşulların elverişliliğine bağlı olarak her iki ulusun proletaryasının tek partisi olarak da somutlanabilir. Bu ezen ulusun proletaryasının, ezilen ulus proletaryasına vereceği güvenden kapitalizmin gelişkinlik seviyesini, konjonktürel durumdan ara katmanların durumuna dek çeşitli değişkenlere bağlıdır. Bu çeşitlilik örgütlenmede değişmez, kesin biçimlerin olmayacağının açık göstergesidir. Örgütlenmeler gündelik koşullara göre değişmez yukardaki belirleme kitabi ilkelerin yaşamın zenginliğiyle her zaman çakışmayacağını açıklamaktadır. Örgütlenmede kesin biçimler söz konusu olamaz fakat temel ilkelerimiz mevcuttur, “Dünya işçileri birleşiniz”, “her ulusun elbette öbür ulusların hakkını çiğnemeksizin istediği gibi örgütlenme hakkı vardır”.

Ulusal sorunun olduğu çok uluslu devletlerde, proletaryanın örgütlenmesinin çeşitli biçimleri uygulanmıştır. Bağımsız sınıf partisi esasına dayalı örgütlenmeler, bağımsız birimler üzerinde yükselen ortak parti yani birleşik örgütlenmeler, ya da seksiyon denilen şube, kol örgütlenmeleri vb.

Seksiyon örgütlenme: Ezilen ulusun, kendi bağımsız örgütünü kurmasını engelleyici gören her iki ulusun proletaryasının dinamiklerinin, son derece iç içe girdiği koşullarda öne sürülebilecek bir biçimdir. Seksiyon biçimi organlaşma ve merkezileşme ile açıklanan örgütlenmede bağımsız koşulların yeterince önem arz etmediği düşüncesinin sonucudur. Aynı zamanda ayrılma, ayrı devlet kurma hakkı tanınmakla birlikte düşük bir ihtimal verildiği, koşullarda öne sürülür. Yukarıda örgütlenme geleneğinden söz etmiştik. Seksiyon örgütlenmede tek tek ulusların bu olanağı ihmal edilmiştir. Bundan yola çıkarak “düşük ihtimal verildiği koşullarda” olduğunu öne sürüyoruz. Birleşik parti, örgütlenme biçimi olarak Sovyetler Birliği’nde, Çekoslovakya’da görülen tiplerdir. Her iki ulusun kurtuluş mücadelesinde değişkenlerin ağırlıklı olarak ortak olması koşulundan kaynaklanır.

Birleşik parti kavrayışı, sınıf bilinçli proletaryanın dünya gericiliğine karşı mücadelesinin sağlam bir mevzisini oluşturur. Örgütlenme konusuna girerken belirtildiği gibi, biçimi belirleyen objektif koşullardır. Birleşik parti kavrayışının ayakları yerde bir örgütlenme olabilmesi için, iki temel koşul vardır. Birincisi birliği sağlamanın son derece zor bir görev olduğundan yola çıkılarak, bağımsız olarak oluşmuş iki partinin mücadele sürecinde ortaya çıkmış olması ve tek tek partilerin tarihsel görevlerinde ağırlıklı bir ortaklık koşulu. Yoksa seksiyon bir örgütlenmenin adını değiştirerek o zor tarihsel görevi yerine getirdiğini ilan etmekle olamaz. Ayrıca, ezilen ulusun devrimci kitlesinin çoğunlukla yöneldiği temel bir güç söz konusuysa, bu yapının üzerinden atlayarak böyle bir parti kurduğunu ilan etmek, birleşik partinin ayaklarını yerden keser.

Bağımsız parti örgütlenmesi: Bu tip örgütlenmede temel kavrayış tek tek partilerin mücadele süreçlerini etkileyen dinamiklerin, ağırlıklı olarak farklı olması gerçekliğinden kaynaklanır. Her iki ulusun üst düzeyde ittifakının eylem birliğinin sağlanması gerektiğini belirtir. Bu ittifak süreci, ezilen ulusun proletaryasının duyabileceği güvensizliğin ortadan kaldırılacağı bir süreçtir.

Örgütlenme konusunda yukarıdaki temel ilkelere şu alt ilkeler eklenmelidir.

1-Örgütlenmede sübjektif isteklerinden değil objektif koşullardan yola çıkma gerekliliği,

2- Ezilen ulusun örgütlenme hakkına tecavüz etmeden,

3- İki ulusun proletaryasını birliğe götürecek kanalların ezilen ulusun öncülüğünde yaratılması,

4- Proletaryanın gerçek kurtuluşunun, dünya birliğinden geçtiği gerçeğini temel alarak, eylem birlikleri, ittifaklar, cepheler, birlikler konusunda aktif davranmak.

Türkiye’de Ulusal Sorun Kürt Ulusal Sorunudur

Türkler Anadolu toprağına ayak basmazdan yaklaşık üç bin yıl önce Kürt halkı, Kürdistan’da uygarlıklar kurmuştur. Araştırmacı Minozski Kürtlerin kökenlerini, Ari kavimlerinden olan MED’lere dayandırmaktadır. Kürtler hakkındaki bilgilerin en eskisi, çeşitli tarihçilere göre değişmekle birlikte MÖ 2000 yıllarına ait iki Sümer eşik taşı bugünkü Kürdistan’da “KARDAKA” isimli toplulukların yaşadıklarını göstermededir. KARDAKA Kürtlerin atalarına verilen çeşitli isimlerden birisidir. Örneğin: Ermeniler Urmiye çevresinde yaşayan Kürtlere Ermeni dilinde Kürdistan anlamına gelen “KORTEÇYA” derlerdi. Ayrıca “KARDA- KARDOHİ- KORTİ KARDAYA- KARDO” isimlerine tarihsel belgelerde rastlanmıştır. Yunanlı Ksenefon “Onbinlerin Dönüşü” adlı eserinde Kürdistan’dan geçerken karşılaştığı Kardoki’lerden ve onların doğuşunda bulunan Korti(Kür-ti-e)lerden söz etmektedir. Minozski Kürtlerin asıl vatanlarının Van dolayı, Botan (Diyarbekir-Urfa, Cizre, Mardin bölümleri) bölgesi, Harput çevresi, Büyük Zap Nehri sahilleri olduğunu ve bundan sonra etrafa yayıldıklarını söylemektedir. 1915 yılında yazdığı kitabında Minozski Kürtlerin İran’da, Kirmanşah, Senendeç (Ardalan’ın merkezi) Garcus bölgesinde, Savuçbulakin (Mahabat) bütün yörelerinde Azerbeycan’ın bir bölümünde, Urmiye Gölü’nün güneyinde, Salmas, Hayi ve Maki’de, İnan’ın güney bölümlerinde, ayrıca Tahran, Horasan, Şiraz ve diğer bölgelerinde dağınık ve aşiretler halinde yaşadıklarını yazmaktadır. Bugünkü Irak’ın Kuzey-Kuzeydoğusunda yaklaşık olarak Irak yüzölçümünün altıda birine yakın bir parçası Kürdistan topraklandır. Suriye’de ise Suriye’nin Türkiye ve İran sınırıyla uç yaptığı bölge Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir. Türkiye Kürdistanı’nda bu bölge yaklaşık olarak şu sekiz ili içine alan bir bölgedir. (Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbekir, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Hakkari, Kars, Malatya, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli Urfa, Van). Bu bölgede Kürtler yoğun olarak yaşamaktadır. Kürtlerin güneyde Mezopotamya’nın verimli topraklarında ve aynı zamanda doğudan gelip Anadolu’ya, Kudüs’e, Akdeniz’e giden ticaret yollarının üzerinde olmaları yüzyıllar boyunca istilalara, saldırılara uğramalarının asıl nedenidir. Kürdistan coğrafi olarak eski dünyanın en kilit noktasında bulunması nedeniyle, her iştahı kabaran hükümdarın ele geçirmeye çabaladığı bir bölge olagelmiştir. Güneyde parçalanmışlık, güçlü imparatorlukların egemenliği, kuzeyde dağlık bölgelerde birbirinden kopuk aşiret varoluşu, Kürt halkının ortaçağ başkaldırısının merkezi bir devlet oluşturmalarının engellerini oluşturmuştur.

Kürdistan, tarihi boyunca Perslerin, Romalıların, Sasanilerin, Arapların, Selçukluların, Moğolların, Osmanlıların istilalarına uğramıştır. Kürt halkının savaşkan bir halk olduğu gerçeği yüzlerce istilaya karşı verdikleri varlık mücadelelerinin sonucudur. Çalışkan Kürt halkı, yalnızca istilalardan değil aynı zamanda aşiretlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarının sonucu da zarar görmüştür. Aşiret yapısı istilalara ve aşiret çatışmalarına karşı, Kürt halkının varlığını sürdürmesinde özel bir savunma mekanizması işlevini görmüştür. Aşiret yapısının dayandığı kapitalizmin gelişimiyle, gericiliği temsil etmesine rağmen ve kapitalizmin gelişiminin gereklerine uymamasına rağmen sömürgecilik bu lüzumu ayakta tutmuş ve devamını sağlamıştır. Bugün Kürdistan’da silahlandırılan aşiretler bin yıllık oyunun yeniden perdelenmesidir ve aşiret varoluşunun devamına hizmet etmektedir. Kürdistan Osmanlı’nın ticaret yollarını, Arabistan’ın zengin kentlerini ele geçirme ve İslamiyet’in merkezi Mekke-Medine’ye ulaşma isteğinin önündeki Safevi engelini kaldırma saldırısında bir daha istilaya uğramıştır.

1514’ten sonra Osmanlının egemenliğinde olan Kürdistan çeşitli dönemlerde Osmanlı-İran çarpışmalarına sahne olmuştur. Kürt beyleri her iki taraftan kışkırtılarak birbirleriyle çatışmalara girmişlerdir. 1639 yılında Bağdat’ın yeniden alınmasıyla IV. Murat ve İran Şahı Abbas arasında Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan; Osmanlı ve İran tarafından bölüşülmüştür. Arapların ulusal hareketleriyle Irak ve Suriye’nin kurulmasıyla Kürdistan dört parçaya bölünmüştür. Osmanlı sultanlarının beylikler üzerindeki hâkimiyeti, II. Mahmut dönemine dek beyliklere fazla müdahale etmemekle kendisini göstermiş fakat II. Mahmut,

Yavuz zamanında verilen kararlan iptal edip, Kürt beylerinin imaretlerini (aşevi, bayındırlık) kaldırmış ve bunun uygulanması için Reşit Paşa yönetiminde, Kürdistan’a bir ordu göndermiştir. Böylece 1834’te Kürtler doğrudan doğruya “Türk” vatandaşı sayılmış ve Kürdistan ikinci kez tam anlamıyla işgal edilmiştir.

Kürtler Bir Ulus mudur?

Bu sorunun yanıtını bulabilmek için sorulacak soruların ilk ikisi, Kürtler tarihi bir özellik göstermişler midir? Kürtler istikrarlı bir var oluş mudur? Tarihi bir özellik arz ettiği yukarıda açıklanmıştır, istikrarlı olmalarının göstergesi tarihsel maceraları sırasında yüzlerce istilaya maruz kalmalarına rağmen dağılmayıp, değerlerini koruyabilmiş olmalarındadır. Kürt halkı bir özdil birliğine sahiptir. Minozski, Kürt dilini şöyle açıklıyor.

“Hint Avrupa dil grubunda bulunan Kürtçe, aynı gruptan olmasına rağmen Fransızcanın bir lehçesi, biçim değiştirmiş bir kolu değildir. Kendine özgü fonetiği ve sentaksı vardı.” (2)

Kürtçe, dört temel lehçeye sahiptir: Kurmanç, Lori, Gorani, Sorani lehçeleridir.

Türkiye Kürdistanı’nda Kurmanç lehçesinin bir şivesi olan Zazaca özellikle kuzey ve kuzey batı bölgelerinde yaygın olarak konuşulmaktadır. Kürt halkının ulus olma özelliğinin temellerinden birisi de dil birliğine sahip olmalarıdır. Bir halkın değerleri dil yoluyla aktarılır ve zenginleştirilir. Kendi dilini kullanma hakkı elinden alınan halk, kültür emperyalizmine karşı savunmasız bırakılmıştır. Dil düşüncenin yansımasıdır. Sömürgeci egemenlik, Kürt halkının insan olmasının temel özelliği olan düşünme faaliyetini bile elinden almaya çalışmakta, Kürtçe konuşmayı yasaklamaktadır. Kürt çocuğu ilkokula gidinceye dek Kürtçe konuşmayı ve düşünmeyi öğrenir, zekâ gelişiminin en önemli döneminde yabancı bir dille düşünmeye zorlanır, bu çelişki tüm eğitim sürecinde karşılaşacağı bir sorundur. Eğitim görmek istiyorsa Kürtçeyi unutmak zorunda kalır. Dil ile düşünce, dil ile kültür, düşünce dil kültür ilişkileri bir bütünlük, bağlaşıklık ifade eder. Dil, arasından çekilip yabancılaştırıldı mı hem düşünce hem kültür birikimi sekteye uğrar, kendini tekrar etmekten kurtulamaz. Kültür, edebiyat halkın birbirleriyle olan ilişkisini sağlamlaştırır, uluslaşmayı hızlandırır, pekiştirir.

Osmanlı toplumu bir ümmet toplumudur. Egemenlikleri altındaki beylikleri, ülkeleri değiştirmeye çalışmamış tam tersine mevcut yapıların korunmalarını kolaylaştırmıştır. Bu anlamda hâkimiyetleri altında bulunan halkların -gayrimüslim kesim dışında- kültürlerini koruma olanakları söz konusu olmuştur. Dil ve kültür baskısı, Osmanlı’da Balkanlardaki ulusal hareketlerden etkilenme sonucunda ortaya çıkan uluslaşma sürecinin sonucudur. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sömürgecilik bir üst boyuta sıçramış, Türk finans-kapitali kendi gelişiminin, Kürt halkının gelişimiyle ters orantılı olduğunu anlamıştır. Türk okullarının silah zoruyla açılması, Türkçe eğitim zorunluluğu, Kürtlerin çeşitli bayramlarının yasaklanması yoluyla Kürt halkının benliği yok edilmeye çalışılmıştır.

Kürt halkı kültür birliğine sahipti. Ulus olma özelliklerinden birisi olan kültür birliği sanatıyla, toplumsal sorunlarıyla, ahlaki değerleriyle bir halkın istikrarlı varoluşunun, ruhsal biçimlenme birliğinin temelidir.

Kürt halkının kültür tarihi oldukça zengin ürünlerle doludur. Özellikle folklor ve halk müziği çok gelişkindir, bu dallarda Türk halkının kültürüne baskın çıkmıştır. Edebiyatı yasaklanan halk tüm yeteneğini folklor ve müziğiyle dışa vurmuştur.

Yukarıda belirtilen üç ana koşul; toprak birliği, dil birliği, kültür birliği bir ulusun oluşabilmesi için temel koşullardır. Fakat bunlar ulus olmaya yetmez. Bu özelliklere sahip halkın kapalı ekonomiden kurtulup ülke çapında ticari ilişkiler anlamına gelen açık ekonomiye yönelmesi gereklidir. Pazar ilişkilerinin genişlemesi demek topluluğun giderek artan oranda işbölümüne katılması, karşılıklı bağımlılığın artması, bağımsız toplulukların parçalanıp pazar etrafında yeniden bütünleşmesi demektir. Uluslaşmanın ekonomik temeli pazara dayalıdır, pazarın büyümesi ve öneminin artması uluslaşma sürecini tanımlar. Kapitalizmin gelişimi toplulukları birbirine bağlar, topluluklar birbirine bağlandıkça kapitalizm gelişir. Kapitalizm geliştikçe pazar alanları büyür demektir. Ulusun çimentosu niteliğini taşıyan pazar üzerinde yükselen alanlar ve bunların üzerinde kurulan ulus-devlet.

Sömürge ve yarı sömürge ülkelerde kapitalizm kendi iç dinamiğiyle gelişmeye fırsat bulamadan meta istilasına uğrar. Devrimci burjuvazinin tarihsel görevi olan üretimin önündeki engelleri bir bir ortadan kaldırma özelliği bu meta istilasıyla birlikte, üretim sekteye uğradığı için asalak, aracı bir burjuvazi haline dönüşür. Aracı burjuvazi egemen pre-kapitalist yapıyla uzlaşır. Kürdistan’da iktisadi yaşam birliği uzun bir süre sömürgecilerden bağımsız bir dinamik izleyebilmiştir.

Parçaları arasındaki ticaret, sınırların varlığına rağmen 1950’lere dek hâkim özellik taşımıştır.

“Kaçakçılık denilen perdenin arkasında nasıl Kürdistan iktisat birliğini temsil eden bir bağımsız pazar münasebetlerinin tepkisi gizli ise, gümüş para tekerleklerinin üstünde yürüyen de şark vilayetlerinin kendine has, değişim münasebetleridir.” (3)

Bağımsız Kürdistan pazarında sömürgeci banknottan ne kadar dayatılmış olsa da Kürt tüccarı banknotlara pek itibar etmemiştir.

“Evrak’ı nakdiyemizin adına buralarda “not” diyorlar ve tıpkı ecnebi dövizi gibi yabancı ve hususi bir muameleye tabi tutuluyor. Bütün alış verişler madeni para üzerinde oluyor.” (Siirt mebusu Mahmut Milliyet 1932, aktaran Dr. Hikmet Kıvılcımlı) (3)

1940’lardan itibaren ulaşımın, Kürdistan içlerinde ilerlemesi hem askeri hâkimiyetin artmasına, bunun sonucu sınır ticaretinin daha yozlaşmasına hem de meta akışı sonucu ticaretin giderek batıya doğru yön değiştirmesine neden olmuş, fakat kaçakçılık yok olmamış, bölgedeki asker sivil yöneticilerin ortaklığıyla süregelmiştir. Sömürgeciliğin Kürdistan pazarını “fethi” ulusal hareketlerin bastırılmasından sonra mümkün olabilmiştir.

Ulus olabilmenin temel koşullarının Kürt ulusunda var olduğu, yukarıdaki örneklerle açıklanmıştır. Her ulus kapitalizmin gelişimine uyum sağladığı ölçüde, ulusal hareketi oluşturmaya ve ulusal devlete yönelir. Ulusal hareket, uluslaşma sürecinde de bağımsız patlamalar hailinde kendisini gösterebilir. Ulusal hareket sömürgeciliğe veya feodallere ya da her ikisine birden karşı olabilir. Tüm ulusu ayaklandıracak, tüm toplumu saran yangından önce, bunun göstergesi olan tek tek patlaklar görülür. Kürdistan’ın uluslaşma ve ulusal hareketi oluşturma sürecinde bu olgu açık olarak görülebilir. Kürt halkının 18. yüzyıl başlarında bağımsızlıkçı, spontane hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Osmanlılığın yıkılışı döneminde, Ermeni halkının her fırsatta ayaklanması, Maliye satırının Kürt halkını sıkıştırması, en önemlisi Osmanlı’nın Kürdistan’daki otorite, boşluğu, Kürt beyliklerinin isyanının nedenleriydi. Osmanlılığın tarihsel misyonunu doldurduğu 20. yüzyıl başlarında gerçekleşen Ermeni ayaklanmaları, Kürt halkı için ulusal kurtuluşa gidecek bir etken olarak görülmesi gerekirken, Kürt beylerinin Ermeni topraklarına duyduğu iştahla 1915 yılında Osmanlı adına, Osmanlının zoruyla, Ermeni halkını katliamdan geçirmişlerdir. Bu olay henüz Kürt beyliklerinin ulus bilincinin etkisinden çok, aşiret çıkarlarının etkisi altında olduklarının açık göstergesidir.

Kürdistan dağlarında isyan ateşi 18. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ortalarına dek hiç sönmemiştir. Bu isyanlardan bazılarında bağımsız Kürdistan talebi öne sürülmüştür, fakat birçoğu da aşiret beylerinin zedelenen çıkarlarının sonucu patlak vermiştir. Kürt ayaklanmaları, 19. yüzyılın başında 1806 İsyanı’yla başlayıp 1938 Dersim İsyanı’na dek olan ayaklanmalar, şunlardır:

1- 1806-8 yılında Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı başlatılıyor. Irak’ta Süleymaniye şehri etrafında patlayan isyan, 2 yıl boyunca sürüyor.

2- 1812 Babanzade Ahmet Paşa İsyanı

3- 1820 Zazaların İsyanı

4- 1830-3 Yezidilerin İsyanı, Irak sınırlan içindeki Sincar Dağı bölgesinde oluyor.

5- 1831 Bedirhan İsyanı, Cezireli Bedirhan Beyin İsyanı çeşitli şiddetlerde sürmüş, 1847’de Bedirhan Bey Osmanlı tarafından ele geçirilmiş, Eruh kalesine sürgüne gönderilmiştir.

6- 1834 Şerif Ahmet Han İsyanı, Bitlis’te başlayan ayaklanma devlet dairelerini ele geçirmek suretiyle başlatılmış, fakat uzun sürmemiştir.

7- 1835 Revandüz İsyanı, Revandüz İran sınırı ve Zap Suyu arasında kalan dağlık bir bölgedir. Revandüz aşiretinden Mehmet Paşa Kürt aşiretlerini emrinde birleştirerek Azerbeycan sınırlarına dek genişledi. Hedefi bağımsız Kürdistan kurmaktı. Osmanlının Revandüz’ü kuşatmasıyla erzak ve su darlığı nedeniyle teslim olmak zorunda kalmıştır.

8- 1839 Garzan İsyanı, Diyarbekir’in Garzan bölgesindeki aşiretlerin katıldığı isyan.

9- 1855 Yezdan-ı Şir İsyanı, Bedirhan aşiretinden olan Yezdan-ı Şir Bitlis’te ayaklanmış Musul’a kadar birçok bölgeyi ele geçirmiş, geniş destek bulmuş, güçlü bir ayaklanma olarak gerçekleşmiştir.

10- 1877 Bedirhan Osman Paşa İsyanı, Cizre bölgesinde başlayan bir ayaklanmadır.

11- 1880 Şeyh Ubaydullah İsyanı. 1877-78 Osmanlı kur savaşında Dersim, Mardin, Hakkâri, Bahdinan bölgesinde yerel ayaklanmalar olmuştur. 1880 yılında Şeyh Ubeydullah Sendinan’da iki yüz elli aşiret reisini toplayarak Osmanlı ve İran’a karşı harekete geçiyor. Urmiye çevresinde gerçekleşen bu ayaklanmada tüm Kürtlüğü safları altında toplayamıyor, yenilgiyle sonuçlanmasıyla Şeyh Ubeydullah Mekke’ye sürgün ediliyor. Oğlu Seyid Abdülkadir Osmanlı Ayan Meclisi üyeliğine getiriliyor. 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyetine başkanlık yapıyor. 1925’teki Şeyh Said İsyanı’nda idam ediliyor.

12- 1889 Bedirhan Emin Ali İsyanı, Erzincan’da ve Bayburt’un bir bölümünde başlayan ayaklanma Emin Ali ve kardeşi Mithat’ın önderliğinde sürdürülür.

13- 1906 Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı

14- 1907 Dersim İsyanı

15- 1908 Şeyh Abdüsselam Barzani İsyanı

16- 1908 Dersim İsyanı

17- 1912 Bedirhaniler ile Halil ve Aliremo ağaların İsyanı, İstanbul yüksekokullarında okuyan Kürt öğrencilerin 1912 yılında faaliyete geçen Hevi adında bir dernekleri kuruluyor. Bu derneğin etkisiyle Midyat yöresinde Kürt aydınların başlattığı bağımsızlık İsyanı 4 ay sürüyor. Ve yenilgiyle sonuçlanıyor.

18- 1912 Şeyh Selim Şehabettin ve Ali İsyanı, Bitlis çevresinde başlatılıyor.

19- 1916 Dersim İsyanı

20- 1920 Koçgiri İsyanı, O dönemde yaklaşık 40 bin kişilik nüfusa sahip Koçgiri aşireti ve Çanbegan, Kurmeşan aşiretlerinin katılımıyla Sivas, Erzincan, Tunceli, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbekir yörelerinde başlayan isyan, bağımsız Kürdistan kurmak amacını taşıyor. Dersim’den Pezgavur, Maksudan, Aslanan, Kangaldan, Carek, Drezan, Gurki, Atıma, Parcihan, Zaza, Canbeg, Saydan, Sadan aşiretleri harekete katılmışlardır.

Dersim ağalarından Meço ve Diyan Ağa kendilerine sunulan meclis üyeliğini kabul edip isyandan dönmüşlerdir. İsyancıların Ankara’ya çektikleri telgrafın metni şöyle: “Elazığ vilayeti vasıtasıyla Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine; Sevr Muakedesi mucibince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis Vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan’ın teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh, bu teşkil edilmelidir. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz. Garbi Dersim aşmet ruesası.”

21- 1924 Nasturi İsyanı

22- 1925 Zilan İsyanı. Siirt’in Kozluk İlçesi ve Malabad bölgesinde Zilan aşiretinin önderliğinde başlamış, 12 ay süren Zilan İsyanı’na Bekiran, Reskotan aşiretleri de katılmıştır.

23- 1925 Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925 günü Piran’a sıkılan kurşunla başlayan ulusal bağımsızlık mücadelesi, yaklaşık uzunluğu 200 km, genişliği 150 km olan, 30 bin kilometrekarelik bir alanda gerçekleşmiştir.

24- 1925 Şemdinli İsyanı Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyid Abdullah Hakkari’nin Navsar bölgesinde Şemdinli, Çukurca, Beytüşşebap ilçelerinde Ozomar nahiyesinde başlamıştır. Gerdi Aşiretinden destek görmüş, fakat kısa sürede yenilgiyle sonuçlanmıştır.

25- 1925 Deskotan ve Reman İsyanı. Reskotan ve Reman aşiretleri Siirt’in Sason ilçesi, Diyarbakır’ın Silvan ilçesi ve Dicle Nehri’nin kuzeyinde başlıyor kısa sürede son buluyor.

26- 1926 Eruhlu Yakup Ağa ve oğulları İsyanı, Siirt’te başlayan ayaklanmaya Zilan ve Adıyan aşiretleri de katılıyor.

27- 1926 Parvari İsyanı

28- 1926-27 Güyan İsyanı ve Çölmerik baskını Ertuş, Güyan, Sirki, Şerefhan aşiretlerinin Çölmerik, Nordüz, Beytüşşebap bölgelerinde başlayan isyan 26 Ekimden 27 yazına dek sürmüştür.

29- 1926 Haço İsyanı Şeyh Said İsyanından sonra başlatılan sürgün politikasını kabul etmeyen Şıhın Haço Mardin’de 1926 Mart’ında isyanı başlatıyor.

30- 1926 Koçuşağı İsyanı, 7 Ekim 1926’da başlamış, 30 Kasım 1926’da son bulmuştur. Dersim bölgesinde başlayan isyan, isyancıların teslim olmasına rağmen bir kıyımla sonuçlanmıştır.

31- 1926 Hakkari Beytüşşebap İsyanı Livinli İsmail Ağa, Jirki, Guyan, Gerdan, Mahmuran aşiretlerinden topladığı 5 bin kişilik kuvvetle 16 Şubat 1926’da Hakkari ve Beytüşşebap’ı basmıştır.

32- 1926 Ağrı İsyanı. 16 Mayıs’ta başlamış ve kısa aralıklarla dört yıl devam etmiştir. Şeyh Said’in İsyanından sonra Celali, Hasenan, Cibran ve Hayderan aşiretleri Ağrı dağına çekilmiş bu dağın eteklerini kontrolleri altına almışlardır, Şeyh Said İsyanına katılan Yüzbaşı İhsan Nuri bu bölgede, isyancılara askeri eğitime tabi tutmuş, ayrıca burada Gaziya Velat/Vatanın Çağrısı adlı bir gazete çıkarmıştır. Doğu Beyazıt’ta başlayan isyan, İran’da bulunan Kerki, Çinikanlı, Melhikanlı, Sahanlı, Kızılbaş aşiretlerinden destek görmüştür.

33- 1927 Bicar İsyanı Diyarbekir’in Lice, Hami ve Kulp ilçesinin çevresinde başlıyor. 30 gün sürdü.

34- 1928 Zilanlı Resul Ağa İsyanı Eruh İlçesinde başlatılmış ve iki ay sürmüştür.

35- 1930 Zeylan İsyanı, Erciş, Muradiye, Patnos ve Diyadin ilçelerinde başlıyor. Üç ay şiddetli çatışmalar halinde süren isyanda Sikkanlı aşireti ve Derbiş Bey ordunun yanında savaşmıştır.

36- 1930 Tutaklı Ali Can İsyanı, 4 ay sürmüştür.

37- 1930 Oramar İsyanı

38- 1934 Buban İsyanı, yol vergisine direnen Buban Aşireti bir yıl süren isyan başlatıyor.

39- 1935 Abdülkuddus İsyanı, Siirt’in Kozluk yöresinde çıkmış bir yıl sürmüştür.

40- 1935 Abdurrahman İsyanı Siirt’in Mollaşeref, Meryan, Novalan Bölgesinde başlıyor ve iki yıl sürüyor.

41- 1935 Sason İsyanı, sürgüne direnme olarak başlayan isyan 1936 yazına dek sürmüştür. İskan yerleri yasak bölge ilan edilerek, 2 bin 700 kişi illerine sürülmüştür.

42- 1937 Dersim isyanı, 21 Mart 1937’de başlayan isyan 7 Ağustos 1938’e dek sürmüştür. Kureysan, Hayderan, Demenan, Yusufhan Aşiretlerinden oluşan 4 bin kişilik isyan kuvvetleri Zeldağı, Darboğaz, Düzik Munzur dağı, Kocakale’de sürüyor.

Görülüyor ki Kürdistan’da patlak veren isyanların bir kısmı ulusal bilinç etrafında örgütlenmeye çalışmıştır. Fakat hakim olan aşiret yapısı ve uluslaşma sürecinin sömürge egemenliğinde gerçekleşmesi isyanların topyekün bir Kürtlük hareketi haline dönüşemediğini gösteriyor.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı ayaklanmaların başarısızlık nedenini, “1. Milli Kurtuluş ve İstiklal hareketinin öz itibarı ile geniş çalışkan köylülük meselesi olduğunu bilememek, yani objektif olarak kitleden kopmak,

2…. teşkilatta derebeyi artıklarına dayanması ağa ve bey şeflerle kadrolarla iş görmeğe kalkmasıdır” (4) “Kemalizmin bugünkü Kürdistan’da bir tek tezi var, asimilasyon ve imha siyaseti. Bu tez tekmil Kürdistan’da ne kadar şiddetle tatbik edilirse var olan milletin canlılığı yirminci yüzyılda sessiz sedasız pek kolay mahvedilemeyeceğine göre o kadar şiddetle tepkisini doğuracak, Kemalizmin teziyle doğru orantılı olarak Kürdistan halkını baştan başa saran bir antitez büyüyecektir. Bu antitez, Türk burjuvazisinin siyasi ve iktisadi baskı cephesine karşı, tekmil Kürdistan halkının müşterek mukadderatını temsil eden biricik Kürtlük cephesidir. (5)

1938’den sonra finans kapitalin Kürdistan beylerine yönelik uzlaşmacı tavrı acentacılık, bayilik, temsilcilik yoluyla çıkarlarının ortaklaştırılması, ticaretin yönünün giderek batıya dönmesi, Kürt beylerine verilen çeşitli mevkiler ve ayrıcalıklar yoluyla Kürt halkının kurtuluşunda burjuva-feodal önderliğin iflas etmesi, isyanların durmasının da temel nedenidir. Şimdi artık işçi sınıfı bizzat kendisi, sorunu çözmeye aday ve yeteneklidir

Notlar

1- Marks Engeli Yapıtlar

2- Minorzki Kürtler, Kemal Yay.

3- Dr. Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet Milliyet “ŞARK”

4- Age

5- Age