ULUSAL SORUN (1) – Erkan DEMİRCİ

 

Çağdaş Yol, Sayı 9, Ekim 1989

Ulusal sorun, bugün Türkiye ve Kürdistan siyasi arenasının ana konusu olma özelliği taşımaktadır ve öyle görünmektedir ki çokuluslu devletlerin tamamında olduğu gibi devrim arifesine dek aynı önemi taşımaya devam edecektir. Ulusal soruna yaklaşım, devrim sorununa yaklaşımın bir minyatürünü vermekte, ulusal sorunu kavrayış devrimi kavrayışın bir göstergesi olmaktadır.

Türkiye’de ulusal sorun Kürt Ulusu sorunudur ve kökeni Cumhuriyetin kurulmasından öncesine tekabül eder.

Egemen ulusun devrimi olarak gerçekleşen Türk burjuva devrimi Kürt halkının bağımsızlaşmasının önünü kesmiş, askeri zor yoluyla sö­mürgeci politikasını Kürdistan üzerin­de egemen kılmıştır.

Sömürge baskısına karşı tepkiler, birbirinden bağımsız, bölgesel ayak­lanmalar düzeyinde kalan -ki bu ön­derliğin ulusal birlik sağlamaktan çok aşiretler üzerinde yükselen ayaklan­malar olduğunu gösterir-tepkilerdir. 1923-40 arasında irili ufaklı yirmi ka­dar ayaklanma sömürge politikasının, ulusal baskının Kürt halkınca reddedilişinin somutlanması olmuştur. Fakat bu ayaklanmalar burjuva, feodal önderlikçe gerçekleştirildiği, yoksul köy­lülüğün taleplerini tutarlıca öne çıka­ramadığı için yenilgiye mahkum olmuşlardır.

Bu ayaklanmalardan sonuç alınamayışının nedenlerini Dr. Hikmet KI­VILCIMLI İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK) adlı kitabında şöyle belirti­yor:

“1. Milli Kurtuluş ve İstiklal hare­ketinin öz itibarı ile bir geniş çalışkan köylülük meselesi olduğunu bilmemek yani objektif olarak kitleden kop­mak,

  1. … teşkilatta derebeyi artıklarına dayanması, ağa ve bey şeflerle ve kad­rolarla iş görmeğe kalkışmasıdır”. (1)

Finans-Kapitalin zorla asimilas­yon ve imha siyaseti yoksul köylülü­ğün hattına oturmayan ulusal kurtuluş hareketini bastırabilmiş, Kürt burjuva-feodalleriyle uzlaşma zemini yaratarak sorunu “unutturabilmiştir”.

Sömürgecilik yukarıda krediler, mevkiler, ayrıcalıklar yoluyla, aşağıda jandarma baskısı ve asimilasyon politi­kasıyla perdelenmiştir. Bu “perdele­meyi” Finans-Kapital o denli “başarı” ile uygulamıştır ki Türkiye devrimci hareketinde uzun bir süre farklılık ve sömürge siyaseti yok sayılmış, görüle­memiş ve hâlâ görülmemekte ısrar edilmektedir.

Bugün ulusal sorun konusundaki çeşitli yaklaşımlarda iki ulusun çıkarla­rını birbirinden ayıramamak, ilkelerin yorumlanmasında sapmalara yol aç­maktadır. Oysa proletarya sosyalizmi ulusal sorun konusunda iki ulusun hat­ta iki ulusun işçilerinin çıkarlarının ayrılması gerektiğini açıkça belirlemiş­tir.

“Bizim tezlerimizin temel, esas fik­ri nedir? Ezilen halklarla ezen halklar arasında ayrımın yapılması. Biz II. En­ternasyonalin ve burjuva demokrasisi­nin tersine bu ayrımı özellikle belirtiyo­ruz.” (2)

“Bizim her şeyden önce, ezilen ulusların işçileri için istediğimiz şey -bu yalnızca ulusal sorunda söz konusu- ezen ulusların işçileri için istediğimiz şeyden farklılık gösteriyor.” (3)

Farklılık üzerine bu derece vurgu yapılmasının nedeni ulusal eşitlik ilke­sinin uygulanabilmesinden kaynak­lanmaktadır. Bu farklılığı görmemek ezen ulus şovenizmiyle aynı hatta düş­mek, demokrasiden uzaklaşmak de­mektir.

Sorunun koyuluşunda yöntem, so­yut belirlemeler yerine, konu olan ül­kenin tarihsel kökenin ekonomik ya­pısının analizini, konjonktürel duru­munu, somuta uygun bir tarzda, enternasyonalist açıdan ele alınmasıdır. Ulusal sorunun çözümü esasında bur­juvazinin sorunudur, burjuva demok­ratik bir taleptir. Burjuvazinin gericileştiği bir çağda sorun proletaryanın omuzlarına yüklenmiştir. Proletarya­nın dünya genelinde çıkarları bir ve or­taktır. Oysa burjuva demokratik bir ta­lep olarak ulusal özgürlük talebi bölge­seldir ve burjuvazinin miras bıraktığı bir sorundur. Sorunun somutta irdelenmesinin gerekliliği buradan gel­mektedir. Bu özelliği ihmal ederek şablonik düzeyde kesinlemelere git­mek Marksizm’in-Leninizm’in metinle­rinin ruhuna aykırı kullanılması anla­mına geliyor. Lenin tek tip modellere saplanılmaması gereğini şöyle ifade ediyor:

“Biz hiç bir koşulda kendimizi tek-tip modellere bağlamayacağız, bir çır­pıda kendi deneyimimizi Merkez Rus­ya deneyimini bütünüyle her bölgede uygulama kararını vermeyeceğiz.” (4)

Ulusal sorunda pek sık ortaya çı­kan pratikten kaçış, Rusya deneyini mutlaklaştırıp örgütlenme boyutunda -yanlış çıkarsamalara dayanarak- fanatik davranırken demokrasi, ulusal eşit­lik konusunda vurdumduymaz olabil­mektedir. Ayrıca ulusal baskının em­peryalizmle birlikte özel bir sorun ol­maktan çıkıp, halklar ve emperyalizm arasında genel bir soruna dönüşmüş olması gerçeği, küçük patronların sömürgeci suçlarının yalnızca emperya­lizme isnat edilmesi sapmasına da yol açmaktadır.

Kürt ulusunun varlığı-yokluğu ar­tık burjuva siyaset düzlemine inmiştir. Devrimci siyaset düzleminde ulusların kaderlerini tayin hakkı genel olarak ayrı devlet kurma hakkı olarak kabul görmektedir. Tartışmaların ekseni, ilhak-sömürge, örgütlenme konusu, ulusal eşitlik konularında olmaktadır.

Bu birinci yazıda genel tanımla­malarla ulus, ulusal devlet, sömürgeci­lik, ulusal sorun, konuları ele alınacak­tır.

Ulusların kaderini tayin hakkının (UKTH) kaynağı olarak ulusal dev­let:

Tarihsel-ekonomik bir kategori olarak ulus; toplumlar tarihine kapita­lizmin doğuşu sırasında giriyor. Ulus, tarihsel bir kategoridir. Tarihi bir biri­kimi zorunlu kılar. Dil birliği, ruhsal bi­çimlenme birliği olarak görünen kül­tür birliği tarihsel gelenekler üzerinde yükselir. Ekonomik bir kategoridir. Pazar alanlarının oluşması ve yaygın­laşması sonucu ortaya çıkar. Yaşam­sal malların üretimi insanların sosyal yaşamının biçimini belirler. Toplulu­ğun, balıkçı, tarımcı ya da fetihçi ola­rak yaşamını devam ettirmesi doğa ve kendi aralarındaki ilişkileri, ahlaki de­ğerlerin, yeme, barınma, giyinme, sosyal statülendirme özelliklerini belir­ler.

Ortak yaşamın zorunlu sonucu olan bu ortak özellikler, topluluğun ge­lişigüzel bir biraraya gelişi değil, karar­lı, tarihselliği olan ve geleceğe yönelik olmasını sağlar. Bu, 2 ulus olma özelli­ğinin unsurlarından biri olan kültür bir­liğidir.

Pazar, dil ortaklığı ve toprak birli­ğinin olduğu alanlarda daha hızlı yay­gınlaşır. Ulusal devletin üzerinde yük­seleceği alanlar öncelikle bu iki ortaklı­ğın bulunduğu bölgelerde gelişir. Satı­cı ve alıcı arasındaki bağların güçlen­mesi, geniş ticari alışverişin sağlana­bilmesi, sözleşmeler, ticaret kanunları-prensipleri ortak bir dili zorunlu kılar, “ticaret dili” egemen dil halini almaya başlar. Kapitalizmin gelişimi sırasında ticaret dilinin egemenliği birçok küçük halkın kendi dillerinin unutulmasına ya da asimile olmasına neden olmuştur.

Ulusun oluşumunun en temel unsurlarından biri dil birliğidir.

Toprak birliği, yani aynı coğrafi zemin de ilişkilerin kolayca sağlanabil­diği bir konumlanışı ifade eder.

Uluslaşma bir “Birleştirme” ilişkisi ise bu ulusal alanların birleştirilmesi de birbirine yakın kolay ulaşabilecek yurt­lar üzerinde mümkündür. Toprak birli­ği olmadan birbirinden bağımsız top­luluklar ulus olarak tanımlanamaz. Üs­telik toprak birliği bir tarihselliğe teka­bül eder. Pazar alanlarının gelişimi, ticaretin yaygınlaşması ve yoğunlaşma­sı, üretim ve tüketimin toplumsallaş­ması, ekonomik yaşamda bir ortaklaş­maya neden olur. Bu ortaklaşmanın sınırı ulusun da sınırını oluşturur.

Kapitalizmin; tüm pre-kapitalist üretim tarzından farklı olarak, üretim sürecine müdahale etmesi karakteris­tiğidir. Basit yeniden üretimde tefeci bezirgan sermaye ve feodaller üretime müdahale etmez, yalnızca sonuçlarıyla ilgilenirdi. İhtiyaç için üretim ekono­mideki kapalılığın temel nedeniydi. Oysa kapitalist elbirliği üretimde hızlı bir yükselişe neden olur. Üretim artışı pazarın genişlemesini, pazarın gelişi­mi üretim artışını körükler. Ticaret, en önemli ekonomik faaliyet olarak ka­palı ekonomileri parçalamada mızrak ucu görevini üstlenmiştir. Feodalizmin gerileme çağına denk düşen 14. ve 15. yüzyıllarda, kapitalist üretim, bazı Akdeniz ülkelerinde görülmesine rağ­men, kapitalist dönemin başlangıcı 16. yüzyıldır.

Ulus kavramı kapitalizmin doğuşu sıralarına tekabül eder, ulusal alanların oluşumu pazarın genişlemesiyle müm­kün olmuş ve halklar kaosundan ulus­lar ortaya çıkmıştır.

“Ulus tarihsel olarak oluşmuş, ka­rarlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.” (5)

Burjuvazi girdiği tüm ilişkileri kapitalize etmeye çalışır. Toplumsal değer­ler kapalılıktan çıkıp pazar etrafında evrimleşmeye başlar; “bireycilik, öz­gürlük, eşitlik” kavramları, eski “sada­kat, aşiret, asalet” kavramlarının yerini alır. Eski iktidar yeni ekonomiyle kes­kin bir çelişki içindedir, burjuvazi ulu­sal pazar talebini gerçekleştirmek için ulusalcılığa, ulus egemenliğine sarılır. Genel olarak özgürlük ve eşitlik talebiyle başlayan ulusal hareket, durgun köylülüğü harekete geçirmiş, burjuva demokratik kurumlar üzerinde yükse­len ulusal devleti ortaya çıkarmıştır.

Ulusal devlet, burjuvazinin pazar­da aynı değişim aracının, aynı dilin, ay­nı ekonomik yasaların egemen olma­sı, ayrıca yabancılarla rekabet edebil­mesi için bir gereksinimdir. Ve bu güç­lü ekonomik istemlerin somutlanması olarak ortaya çıkmıştır. Pazarın yay­gınlaşmasıyla ulusal alanlar oluşmuş bu ulusal alanlar üzerinde ulus ege­menliği gerekmiştir.

Ulus egemenliği, feodalitenin köhnemiş kurumlarının parçalanma­sı, ekonomi dışı zorun yerini ekonomik zorun alması demektir.

Feodaliteye karşı ulusal hareket­lerle verilen demokrasi mücadelesi, ulus egemenliğinin kurulmasıyla, ulu­sal devletle sonuçlanmıştır.

“Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve normasıdır.” (7)

Batı Avrupa’da aristokrasiye karşı burjuva demokratik devrim gerçekleş­tirilmiştir. Bu devletler genel olarak türdeş veya türdeş olmaya yakın dev­letlerdir. Bundan dolayı ulusal sorun feodaliteye karşı ulusal planda görü­lür. Doğu Avrupa devletlerinde ise du­rum daha değişiktir.

“Doğu Avrupa devletleri grubu -Rusya, Avusturya, Türkiye ve altı kü­çük Balkan devletinin bir teki bile-ulusal yönden tam türdeş devlet değildir.” (8)

Türdeş olmayan uluslar devleti ge­riciliği temsil eder ya da istisnadır.” (9)

Batı Avrupa’da sömürgecilik, ka­pitalizmin oluşumuyla aynı döneme denk düşer. Birincisi ulusal hareket doğuda yalnızca feodalizme karşı de­ğil aynı zamanda sömürgeciliğe karşı yürütülmek zorunda kalmıştır.

İkincisini Stalin şöyle belirtiyor:

“Avrupa’nın doğusunda merkezi devletlerin savunma gereksinimleri (Türklerin, Moğolların vb. akınları) yü­zünden hızlandırılmış bulunan oluşu­mu feodalizmin ortadan kaldırılmasına, dolayısıyla ulusların biçimlenmesi­ne öngelmiştir. İşte bunun sonucu uluslar, bu bölgede ulusal devletler biçiminde gelişememişlerdir ve gelişe­mezlerdi de. Fakat genel olarak güçlü bir egemen ulus ile birkaç güçsüz bağımlı ulustan oluşan birçok karma, çok uluslu burjuva devletler oluştur­muşlardır. (Avusturya, Macaristan, Rusya gibi…)” (10)

Doğu Avrupa ve Asya ülkelerinde çok uluslu devletler, feodal dönemden devraldıktan güçlü merkezi devletin, ulusların bağımsızlaşması önündeki engelinden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerde güçlü bir burjuva önderlik oluşamadığından dolayı en organize maddi ve politik güç olarak ordu ulusal kurtuluş hareketinde belirleyici olmuş­tur. Burjuva demokratik hareket em­peryalizme karşı bağımsızlık mücade­lesi verirken bir yandan da mahkum ulusu devlet çitleri içinde tutmaya ça­lışmıştır. Bu çok uluslu devletlerde; ulusal sorunun varlığı, burjuva demok­ratik devrimin tamamlanmamışlığının temel nedenlerinden biridir.

– Uluslararası planda demokrasi­nin ihlali: İlhak, sömürgecilik. Emper­yalizm ilhak, siyasi bir kavramdır, zor yoluyla sınırların çoğunluğun isteğine aykırı olarak belirlenmesi anlamına gelir. Siyasi egemenlik kurmak demek olan ilhak, genellikle askeri işgalle des­teklenir. Ekonomik ilhak kavramı, zor yoluyla ekonomik faaliyetleri belirle­me demektir ve sömürgecilikten farklı anlamlar ifade eder.

“Emperyalizm her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren Finans-Kapitalin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilim sonucu ise şöyle olmaktadır. Siyasi rejim ne olursa olsun, her yerde gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların, aşırı ölçüde yoğunlaşma­sı, aynı biçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de, yeni ulusal bağımsızlığın bozulmasının da özellikle yoğunlaşma­sı. (Çünkü ilhak, ulusların kendi kendi­ni yönetme hakkının ihlalinden başka bir şey değildir.)” (11)

Sömürgecilik: Askeri-siyasi bir egemenliği içeren iktisadi bir kavram­dır, değer aktarımını ifade eder. Üste­lik bu değer aktarımının özel bir biçim­de sömürgeleştirme yoluyla yapıldığını gösterir.

“Sömürgeciliğin bu üç biçimini bir­birinden ayırmak gerekmektedir. Ti­caretin giderek artan önemi coğrafi keşiflerle sonuçlanmış, buralardan ak­tarılan değer kapitalizmin ilk birikimi­nin kaynağını oluşturmuştur. Manifaktür döneminde ekonomik üstünlük ti­cari üstünlükten kaynaklanıyordu. Ticaret yollarının ele geçirilmeye çalışıl­ması, ticari mallara (ipek, altın, gü­müş, baharat, vb.) duyulan istek, sömürgeciliğin ilk biçimlenmesini veri­yordu.

“Avrupa dışında düpedüz talan, köleleştirme ve katillik yoluyla ele ge­çirilen servet, anayurda taşınarak ser­mayeye çevrildi. Sömürge sistemini ilk defa tam olarak geliştiren Hollanda, 1648 yılında ticari kudretinin tepesin­de bulunuyordu.” (12)

Hammadde talanına dayalı olan sömürgecilik servet aktarımına, bura­dan sermaye oluşumuna neden olu­yor. Bunun sonucu artan üretim pazar ihtiyacını doğuruyordu. Sömürge tala­nına, İngiltere’den önce girmiş olan İspanya’da, servetin sermayeye dönüşememesi bu sömürgeci ulusun, giderek İngiltere’nin vesayeti ve egemenliği al­tına girmesine neden olmuştur. Marks bu durum için gerçek zenginliğin altı­na sahip olmaktan değil onu ele geçir­mek için üretmekten geçtiğini söyle­miştir. İspanya bu ilişkide değer yitir­dikçe, sömürgelerde azgınlaşmakta ve “küçük patronların sömürgeci reka­betteki uygulamalarını sergilemekte­dir.

Emperyalizm öncesi sömürgecilik ekonomik üstünlükten çok askeri üs­tünlüğe dayanıyordu. Ve sömürgeyi kapatabilmenin tek yolu askeri zordu. Ticari üstünlük; donanma ve askeri üs­tünlükle dünyanın her yerinde mal alıp satabilmenin sonucuydu. İspanya ve Portekiz sadece tüccar toplumlar ola­bildiler. Oysa sanayi toplumu olmaları gerekiyordu. Sömürgeciliğin kapita­lizmin gelişimiyle değişiminin ipuçları bu örnekte mevcuttur.

Önceleri yalnızca hammadde tala­nına dayalı olan sömürgecilik giderek üretime müdahale edip var olan küçük üretimi tahrip etmiş, ihtiyacı doğrultu­sunda yeniden düzenlemiştir. Bu sö­mürgeleştirme, yeni sömürgeciliğin üzerinde yükseleceği temel taşları döşemiştir. Fetih ve barbar istilalarından sömürgeciliği ayıran en temel kıstas bu olmaktadır. İstilacılar, var olan üre­time müdahale etme olanaklarından yoksundular. Çünkü daha geri bir üre­tim tarzını temsil ediyorlardı. Buradan fetihçi barbar istilaların yönünün, dai­ma zenginliklerin, üretimin kaynağı­na, ticaret yollarına yöneldikleri, oysa sömürgeciliğin tüm dünya topraklarına yöneldiğini çıkartabiliriz.

Sömürgeleştirme; yalnızca ham­madde talanına dayalı olmayıp aynı zamanda var olan üretici güçleri tahrip edip kendi yapısına uygun hale dönüş­türme olmaktadır. Fetihçi barbar istilaları ise toprak elde etme ve üretimi ver­gilendirerek değer aktarımını sağlıyor­du. Tüccar toplumların talancı sömürgecilikleri sömürgeciliğin yeni aşama­sına ayak uyduramadıkları için ele ge­çirdikleri toprakları emperyalizmin dünyayı yeniden paylaşımında kaybet­mişlerdir.

Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişi­miyle birlikte, geri ülkeler ekonomik bağımlılık yoluyla yarı-sömürgeleştiriliyordu. Meta ihracı ve istikrar yoluyla gerçekleştirilen bağımlılık ticaret kanalıyla bu ülkelerdeki kapitalizmin te­mellerini oluşturdu.

Doğadaki çok uluslu merkezi dev­letlerde, kapitalizmin gelişmiş olduğu bölgede ulusal bilinç mahkûm uluslara göre daha erken seçimlenmiş ulus-devletlere geçiş egemen ulusun burju­va devrimiyle gerçekleşmiştir. Sömür­geci çıkarları, emperyalizme bağımlılı­ğı burjuva devriminin tamamlanamamasına yol açmıştır. Emperyalist iş bölümüne katılış şartı, yani geleneksel sömürge ekonomisi değişme­miş, ticaretin en önemli faaliyet oldu­ğu, hammadde ve tarımsal ürün ihra­catı, tüketim malı ithalatı yapılan eko­nomi egemen kalmıştır.

‘Küçük patronlar” sermaye biriki­mini sağlama sürecindeki yetersizliği­ni askeri-siyasi egemenliği altındaki mahkûm ulusun yeraltı-yerüstü ve emek gücü kaynaklarını sınırsızca sö­mürerek biriktirme yolunu seçmiştir. Yarı sömürge bir ülkenin tam sömür­gesi olabileceği,

1-Sömürgeciliğin kapitalizm ön­cesi, (bu ya fetihçi barbar istilası ya da hammadde talanına dayalı askeri iş­galle gerçekleştirilen biçimi) emperya­lizm önceki dönemi (sömürge ekono­misinin anayurt ihtiyaçlarına göre dü­zenlenmesi), emperyalist dönemi (ye­ni sömürgecilik olarak tanımlanan ser­maye ihracı ve entegrasyon) ayrılması gerekliliği. “Çünkü kapitalizmin eski evrelerindeki sömürge politikası bile mali sermayenin sömürge politikasın­dan temel ayrılıklar göstermektedir.” (13)

2-Sömürgeci egemenliğin emper­yalizm öncesi dönemlerde ekonomik zordan çok askeri zora dayalı olmasıy­la;

3-Ekonomik gelişim farklılığının mümkün olmasıyla;

4-Yarı sömürgenin emperyalizm­le ilişkileri sürecinde kendi sömürgeci­liğinin çelişki oluşturmamasıyla, görülebilir.

Emperyalizm her iki ulusu da ekonomik olarak sömürebilir. Sömürge ulusun sömürüsü emperyalizm ve ege­men ulusun sömürgeciliğinde vücut bulmaktadır. Çünkü sömürüye her başkaldırı egemen ulusun askeri aygı­tını karşısında bulmasıyla sonuçlanır.

– Ulusal sorun ve ulusların kaderle­rini tayin hakkı:

Ulusal sorun burjuva demokratik bir talep olarak ayrı devlet kurma hak­kının uluslararası planda ihlalinden kaynaklanır. UKTH ulus egemenliği gerektirir, ulus egemenliği demokrasi ile mümkündür. “Ulusal kaderi tayin hakkı, demokratik bir istek olmaktan başka bir şey değildir, ilke olarak, öteki demokratik isteklerden farklı değildir.” (14)

Bu burjuva demokratik talep, siya­sal özgürlük, ulusal ayrıcalığın redde­dilmesi ve yabancı baskısının ortadan kaldırılmasını ister. Bu talebin destek­lenmesi demokratlığın asgari ölçütünü oluşturmaktadır. UKTH siyasal özgür­lüğün sağlanmasıdır. Ulusun kendi öz­gür tavrını hiç bir baskı altında kalma­dan alabilmesi demektir. Karar alma özgürlüğü emperyalizm, sömürgecilik veya ilhakçılar yoluyla ihlal edilir. Bu ihlalin az veya çok kanlı ya da siyasi yoldan olması sorunun nicelik boyutu­dur. Her üç durumda da ulusun gelece­ğini belirleme hakkı gasp edilmiştir.

Ulusal hareket genellikle eşitsizli­ğin ya da çelişkinin en yoğun olduğu konuda sloganlaşarak yükselir. Sö­mürgecilik ve emperyalizm ulusal bas­kıyı her alanda yoğunlaştırarak (dil baskısı, ekonomik baskı, kültür baskısı vb.) talepleri birbirleriyle ilişkilendirir.

“Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik hare­ket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır. İrlanda’da hareket tarımsal bir niteliğe, Bohemya’da dil sorunu niteliğine bürünür.” (J. Stalin, Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge­ler sorunu s. 24)

Sömürgecilik ve emperyalizmle ulusal hareketin içeriği bütün olarak demokrasi haline dönüşmüştür.

Ulusların kaderlerini tayin hakkı­nın gerçekleşmesi, emperyalizmin ve­ya sömürgeciliğin tüm sömürü kanal­larının tahrip olacağı anlamına gelmi­yor. Emperyalizm borsa, rüşvet, askeri-ekonomik bağımlılık yoluyla özgür bir cumhuriyeti bile kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilir. Bu, ulusların eşitliğini savunma ilkesini or­tadan kaldırmaz.

UKTH bir sonuçtur. Ayrıcalıklara, ulusal baskıya ve eşitsizliğe karşı (ne­den) uluslararası demokrasinin uygu­lanmasını (sonuç) istemektir. Sorun bir sonuç olarak soyutlanırsa ayrı dev­let kurma hakkı, bu konjontürde alış-verişlemedir, “demokrasiyi verirsek emperyalizm alır mı?… Ya da biz de­mokrasiyi tanıyalım ama ne derece bir kurtuluş olacaktır”, çıkmazlarına götü­rür.

“Bütüne uymayan parçanın sökü­lüp atılması” UKTH demokratik tale­binin abartılması olarak düşünülme­melidir. Parçanın atılması: Bu hak eğer emperyalizmin ya da sömürgeci­liğin askeri-ekonomik pozisyonlarını güçlendiriyor, nüfuz alanlarını genişle­tiyorsa demokrasiyi ihlal etmeyen bir tavırdır.

Olabilecek olandan değil bugün olandan yola çıkmak gereklidir. Bu, soruna “neden”den yaklaşım demek­tir. Dikkat edilmesi gereken nokta ulu­sal baskı, ulusal eşitsizlik sömürgecili­ğin hangi egemenlik koşullarını yeniden ürettiğidir (şovenizm, anti-demokrasi, faşizm, ekonomik emniyet supapları).

“Bir Marksist, tavrını gerçeklere göre alır, imkanlara göre değil.” (15) Demokrasiyi görmezden gelmek, po­litikasızlığa, soruna sonuçtan yakla­şım; yanlış politika üretmeye neden oluyor. Yapılması gereken, demokra­tik ilkeyi ana perspektif haline getir­mektir.

“(Siyasal kaderini tayinin) … dün­yanın her yanında ulusal hareketlerin tarihi açısından ifade ettiği şey; ulusal devletin kurulması. Bu maddeyi başka türlü anlamaya dönük eğlendiri çaba­lar, (gülünç) ulusal sorunda, demokra­tik ilke, demokratik ilkeden ayrılış, tüm tarihi unutuyor ve ona ihanet edi­yor.” (16)

Proletaryanın tüm istemleri de­mokrasinin en üst uygulanımlarına yöneliktir. Çünkü demokrasi sınıfların ve taleplerinin, birbirlerinin karşısında netçe ortaya çıkmasını sağlar. Ayrıca sorunun hak eşitsizliği olmayıp, kapi­talizm olduğu gözler önüne serilir. So­nuçta demokrasinin uygulanmasın­dan en kazançlı çıkacak sınıf, işçi sını­fıdır. Burada demokrasi için verilen mücadelenin içeriği ve biçimi, nitelik belirleyici olmaktadır. Doğru perspek­tif, ulusal baskıyı reddediştir, demok­rasiyi yani ulusal eşitliği savunmaktır. Fakat proleter sosyalizmi burada kala­maz. Demokratik taleplerin ancak sosyalizmle bağlantısı içinde kalıcı ola­rak elde edilebileceğini belirtir.

“Biz demokratik taleplerden yana­yız, onlar uğruna içtenlikle mücadele eden sadece bizleriz. Çünkü objektif tarihsel durum nedeniyle bu talepler ancak sosyalist devrimle olan bağlantı­lar içinde ileri sürülebilir”. (17)

“İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin birincisini, ikincisine bağımlı kılarak, nasıl birleştirebileceğini bilmelidir. Bü­tün güçlük burada yatıyor, meselenin özü buradadır.” (18)

Kapitalizmin gelişimiyle birlikte özellikle anonim şirketler ve bankalar aracılığıyla, ezilen ulusun burjuvazisi­nin uzlaşma zemini ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu halk için demokrasinin öneminin giderek artmasına karşın burjuvazinin uzlaşma eğilimi, proletar­yanın sorunun çözümünde belirleyici olmasının objektif koşullarını hazır­lar.

– Şovenizm açısından: “Başka ulu­su ezen halk kendi zincirlerini sağlam­laştırır.” (19)

Marks’ın bu belirlemesi proletarya­nın ulusal eşitliğe yaklaşımının temel hattını belirtir.

Ezen ulus burjuvazisinin sömürge­ci politikası, hukukta, devlet biçimin­de, kurumların örgütlenmesinde, ide­olojisinde siyasetinin her yönünde kendisini gösterir. Ezen ulusun prole­taryası bu açıdan mahkûm ulus üzerin­deki baskıdan kendi payına düşeni alır.

“İngiltere’de gericilik, İrlanda’nın esaret altında tutulmasıyla beslenmek­te ve güçlenmektedir. (tıpkı Rusya’da gericiliğin bir sürü ulusların esaret al­tında tutulmasıyla beslendiği gibi)” (20)

Şovenizm, ezen ulus proletaryası­na yıllar boyunca eğitiminde sanatında empoze edilmiştir. Bundan kurtulmak burjuvazinin ideolojik egemenliğinin en güçlü kanallarından birini yok et­mek anlamına gelmektedir. Burjuva ideolojisinde şovenizm ya ilkel kabile­lere “medeniyet” götürüyordur ya da “cahil, görgüsüz, kıro” halkı “eğiti­yor”dur. Veya daha önemlisi becerebiliyorsa koca bir halkı unutturuyordur. Bir de bunlara azgelişmişlik kompleksi binince açık bir ikiyüzlülükle “kart, kurt”lara varacak derecede sefilleşmektedir.

Burjuvazi neyi savunursa siz onun tersini savunmalısınız”. (21) Eğer bur­juvazi “çocuk öldürüyorlar” diyorsa, bi­ze düşen “hayır, asıl siz her gün onlar­ca çocuk öldürüyorsunuz” demektir.

Halklar şovenizmi ne derece kırı­yor ve yakınlaşıyorsa devrim de o de­rece yükseliyor ve yakınlaşıyordur.

Sürecek (Gelecek Sayı; Örgütlen­me ve Türkiye’nin Gündeminde Ulusal Sorun)

Kaynaklar:

1- Dr. Hikmet KIVILCIMLI (İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK), 1979, Yol Yayınla­rı, s. 35)

2- LENİN, aktaran J. STALİN (Mark­sizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Soru­nu, Sol Yay, s. 285)

3- LENİN (Marksizmin Bir Karikatürü ve Ekonomik Emperyalizm, Sol Yay, s. 65)

4- V.İ. LENİN (Toplu Yapıtlar, c. 29, s. 188)

5- J. STALİN (age, s. 15)

6- V. İ. LENİN (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 59, Sol Yay.)

7- V. İ. LENİN (age, s. 59)

8- V. İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları Sol, Yay. s. 303)

9- V. İ. LENİN (UKTH, s. 59)

10- J. STALİN (age. s. 113)

11- V. İ. LENİN (Emperyalizm Sol Yay. s. 143)

12- K. MARKS (Kapital 1. Sol Yay. s. 793)

13- V. İ. LENİN (Emperyalizm s. 97)

14- V. İ. LENİN (Marksizmin Bir Kari­katürü ve Emperyalist Ekonomizm, Sol Yay, s. 38)

15- V. İ. LENİN (age. Koral Yay s. 102)

16- V. İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Sol Yal, s. 145)

17- V. İ. LENİN (Leninciliğin Sosyalist Devrim Teorisi, Konuk Yay, s. 437)

18- V. İ. LENİN (age, s. 117)

19- MARKS (Aktaran V.İ. LENİN, UKTH, s. 111, Sol Yay.)

20- V. İ. LENİN (USUKS-SOL Yay, s. 20)

21- V. İ. LENİN (MBK, Koral Yay, s. 104)­