ULUSAL SORUN (1) – Erkan DEMİRCİ
Çağdaş Yol, Sayı 9, Ekim 1989
Ulusal sorun, bugün Türkiye ve Kürdistan siyasi arenasının ana konusu olma özelliği taşımaktadır ve öyle görünmektedir ki çokuluslu devletlerin tamamında olduğu gibi devrim arifesine dek aynı önemi taşımaya devam edecektir. Ulusal soruna yaklaşım, devrim sorununa yaklaşımın bir minyatürünü vermekte, ulusal sorunu kavrayış devrimi kavrayışın bir göstergesi olmaktadır.
Türkiye’de ulusal sorun Kürt Ulusu sorunudur ve kökeni Cumhuriyetin kurulmasından öncesine tekabül eder.
Egemen ulusun devrimi olarak gerçekleşen Türk burjuva devrimi Kürt halkının bağımsızlaşmasının önünü kesmiş, askeri zor yoluyla sömürgeci politikasını Kürdistan üzerinde egemen kılmıştır.
Sömürge baskısına karşı tepkiler, birbirinden bağımsız, bölgesel ayaklanmalar düzeyinde kalan -ki bu önderliğin ulusal birlik sağlamaktan çok aşiretler üzerinde yükselen ayaklanmalar olduğunu gösterir-tepkilerdir. 1923-40 arasında irili ufaklı yirmi kadar ayaklanma sömürge politikasının, ulusal baskının Kürt halkınca reddedilişinin somutlanması olmuştur. Fakat bu ayaklanmalar burjuva, feodal önderlikçe gerçekleştirildiği, yoksul köylülüğün taleplerini tutarlıca öne çıkaramadığı için yenilgiye mahkum olmuşlardır.
Bu ayaklanmalardan sonuç alınamayışının nedenlerini Dr. Hikmet KIVILCIMLI İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK) adlı kitabında şöyle belirtiyor:
“1. Milli Kurtuluş ve İstiklal hareketinin öz itibarı ile bir geniş çalışkan köylülük meselesi olduğunu bilmemek yani objektif olarak kitleden kopmak,
- … teşkilatta derebeyi artıklarına dayanması, ağa ve bey şeflerle ve kadrolarla iş görmeğe kalkışmasıdır”. (1)
Finans-Kapitalin zorla asimilasyon ve imha siyaseti yoksul köylülüğün hattına oturmayan ulusal kurtuluş hareketini bastırabilmiş, Kürt burjuva-feodalleriyle uzlaşma zemini yaratarak sorunu “unutturabilmiştir”.
Sömürgecilik yukarıda krediler, mevkiler, ayrıcalıklar yoluyla, aşağıda jandarma baskısı ve asimilasyon politikasıyla perdelenmiştir. Bu “perdelemeyi” Finans-Kapital o denli “başarı” ile uygulamıştır ki Türkiye devrimci hareketinde uzun bir süre farklılık ve sömürge siyaseti yok sayılmış, görülememiş ve hâlâ görülmemekte ısrar edilmektedir.
Bugün ulusal sorun konusundaki çeşitli yaklaşımlarda iki ulusun çıkarlarını birbirinden ayıramamak, ilkelerin yorumlanmasında sapmalara yol açmaktadır. Oysa proletarya sosyalizmi ulusal sorun konusunda iki ulusun hatta iki ulusun işçilerinin çıkarlarının ayrılması gerektiğini açıkça belirlemiştir.
“Bizim tezlerimizin temel, esas fikri nedir? Ezilen halklarla ezen halklar arasında ayrımın yapılması. Biz II. Enternasyonalin ve burjuva demokrasisinin tersine bu ayrımı özellikle belirtiyoruz.” (2)
“Bizim her şeyden önce, ezilen ulusların işçileri için istediğimiz şey -bu yalnızca ulusal sorunda söz konusu- ezen ulusların işçileri için istediğimiz şeyden farklılık gösteriyor.” (3)
Farklılık üzerine bu derece vurgu yapılmasının nedeni ulusal eşitlik ilkesinin uygulanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu farklılığı görmemek ezen ulus şovenizmiyle aynı hatta düşmek, demokrasiden uzaklaşmak demektir.
Sorunun koyuluşunda yöntem, soyut belirlemeler yerine, konu olan ülkenin tarihsel kökenin ekonomik yapısının analizini, konjonktürel durumunu, somuta uygun bir tarzda, enternasyonalist açıdan ele alınmasıdır. Ulusal sorunun çözümü esasında burjuvazinin sorunudur, burjuva demokratik bir taleptir. Burjuvazinin gericileştiği bir çağda sorun proletaryanın omuzlarına yüklenmiştir. Proletaryanın dünya genelinde çıkarları bir ve ortaktır. Oysa burjuva demokratik bir talep olarak ulusal özgürlük talebi bölgeseldir ve burjuvazinin miras bıraktığı bir sorundur. Sorunun somutta irdelenmesinin gerekliliği buradan gelmektedir. Bu özelliği ihmal ederek şablonik düzeyde kesinlemelere gitmek Marksizm’in-Leninizm’in metinlerinin ruhuna aykırı kullanılması anlamına geliyor. Lenin tek tip modellere saplanılmaması gereğini şöyle ifade ediyor:
“Biz hiç bir koşulda kendimizi tek-tip modellere bağlamayacağız, bir çırpıda kendi deneyimimizi Merkez Rusya deneyimini bütünüyle her bölgede uygulama kararını vermeyeceğiz.” (4)
Ulusal sorunda pek sık ortaya çıkan pratikten kaçış, Rusya deneyini mutlaklaştırıp örgütlenme boyutunda -yanlış çıkarsamalara dayanarak- fanatik davranırken demokrasi, ulusal eşitlik konusunda vurdumduymaz olabilmektedir. Ayrıca ulusal baskının emperyalizmle birlikte özel bir sorun olmaktan çıkıp, halklar ve emperyalizm arasında genel bir soruna dönüşmüş olması gerçeği, küçük patronların sömürgeci suçlarının yalnızca emperyalizme isnat edilmesi sapmasına da yol açmaktadır.
Kürt ulusunun varlığı-yokluğu artık burjuva siyaset düzlemine inmiştir. Devrimci siyaset düzleminde ulusların kaderlerini tayin hakkı genel olarak ayrı devlet kurma hakkı olarak kabul görmektedir. Tartışmaların ekseni, ilhak-sömürge, örgütlenme konusu, ulusal eşitlik konularında olmaktadır.
Bu birinci yazıda genel tanımlamalarla ulus, ulusal devlet, sömürgecilik, ulusal sorun, konuları ele alınacaktır.
Ulusların kaderini tayin hakkının (UKTH) kaynağı olarak ulusal devlet:
Tarihsel-ekonomik bir kategori olarak ulus; toplumlar tarihine kapitalizmin doğuşu sırasında giriyor. Ulus, tarihsel bir kategoridir. Tarihi bir birikimi zorunlu kılar. Dil birliği, ruhsal biçimlenme birliği olarak görünen kültür birliği tarihsel gelenekler üzerinde yükselir. Ekonomik bir kategoridir. Pazar alanlarının oluşması ve yaygınlaşması sonucu ortaya çıkar. Yaşamsal malların üretimi insanların sosyal yaşamının biçimini belirler. Topluluğun, balıkçı, tarımcı ya da fetihçi olarak yaşamını devam ettirmesi doğa ve kendi aralarındaki ilişkileri, ahlaki değerlerin, yeme, barınma, giyinme, sosyal statülendirme özelliklerini belirler.
Ortak yaşamın zorunlu sonucu olan bu ortak özellikler, topluluğun gelişigüzel bir biraraya gelişi değil, kararlı, tarihselliği olan ve geleceğe yönelik olmasını sağlar. Bu, 2 ulus olma özelliğinin unsurlarından biri olan kültür birliğidir.
Pazar, dil ortaklığı ve toprak birliğinin olduğu alanlarda daha hızlı yaygınlaşır. Ulusal devletin üzerinde yükseleceği alanlar öncelikle bu iki ortaklığın bulunduğu bölgelerde gelişir. Satıcı ve alıcı arasındaki bağların güçlenmesi, geniş ticari alışverişin sağlanabilmesi, sözleşmeler, ticaret kanunları-prensipleri ortak bir dili zorunlu kılar, “ticaret dili” egemen dil halini almaya başlar. Kapitalizmin gelişimi sırasında ticaret dilinin egemenliği birçok küçük halkın kendi dillerinin unutulmasına ya da asimile olmasına neden olmuştur.
Ulusun oluşumunun en temel unsurlarından biri dil birliğidir.
Toprak birliği, yani aynı coğrafi zemin de ilişkilerin kolayca sağlanabildiği bir konumlanışı ifade eder.
Uluslaşma bir “Birleştirme” ilişkisi ise bu ulusal alanların birleştirilmesi de birbirine yakın kolay ulaşabilecek yurtlar üzerinde mümkündür. Toprak birliği olmadan birbirinden bağımsız topluluklar ulus olarak tanımlanamaz. Üstelik toprak birliği bir tarihselliğe tekabül eder. Pazar alanlarının gelişimi, ticaretin yaygınlaşması ve yoğunlaşması, üretim ve tüketimin toplumsallaşması, ekonomik yaşamda bir ortaklaşmaya neden olur. Bu ortaklaşmanın sınırı ulusun da sınırını oluşturur.
Kapitalizmin; tüm pre-kapitalist üretim tarzından farklı olarak, üretim sürecine müdahale etmesi karakteristiğidir. Basit yeniden üretimde tefeci bezirgan sermaye ve feodaller üretime müdahale etmez, yalnızca sonuçlarıyla ilgilenirdi. İhtiyaç için üretim ekonomideki kapalılığın temel nedeniydi. Oysa kapitalist elbirliği üretimde hızlı bir yükselişe neden olur. Üretim artışı pazarın genişlemesini, pazarın gelişimi üretim artışını körükler. Ticaret, en önemli ekonomik faaliyet olarak kapalı ekonomileri parçalamada mızrak ucu görevini üstlenmiştir. Feodalizmin gerileme çağına denk düşen 14. ve 15. yüzyıllarda, kapitalist üretim, bazı Akdeniz ülkelerinde görülmesine rağmen, kapitalist dönemin başlangıcı 16. yüzyıldır.
Ulus kavramı kapitalizmin doğuşu sıralarına tekabül eder, ulusal alanların oluşumu pazarın genişlemesiyle mümkün olmuş ve halklar kaosundan uluslar ortaya çıkmıştır.
“Ulus tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.” (5)
Burjuvazi girdiği tüm ilişkileri kapitalize etmeye çalışır. Toplumsal değerler kapalılıktan çıkıp pazar etrafında evrimleşmeye başlar; “bireycilik, özgürlük, eşitlik” kavramları, eski “sadakat, aşiret, asalet” kavramlarının yerini alır. Eski iktidar yeni ekonomiyle keskin bir çelişki içindedir, burjuvazi ulusal pazar talebini gerçekleştirmek için ulusalcılığa, ulus egemenliğine sarılır. Genel olarak özgürlük ve eşitlik talebiyle başlayan ulusal hareket, durgun köylülüğü harekete geçirmiş, burjuva demokratik kurumlar üzerinde yükselen ulusal devleti ortaya çıkarmıştır.
Ulusal devlet, burjuvazinin pazarda aynı değişim aracının, aynı dilin, aynı ekonomik yasaların egemen olması, ayrıca yabancılarla rekabet edebilmesi için bir gereksinimdir. Ve bu güçlü ekonomik istemlerin somutlanması olarak ortaya çıkmıştır. Pazarın yaygınlaşmasıyla ulusal alanlar oluşmuş bu ulusal alanlar üzerinde ulus egemenliği gerekmiştir.
Ulus egemenliği, feodalitenin köhnemiş kurumlarının parçalanması, ekonomi dışı zorun yerini ekonomik zorun alması demektir.
Feodaliteye karşı ulusal hareketlerle verilen demokrasi mücadelesi, ulus egemenliğinin kurulmasıyla, ulusal devletle sonuçlanmıştır.
“Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve normasıdır.” (7)
Batı Avrupa’da aristokrasiye karşı burjuva demokratik devrim gerçekleştirilmiştir. Bu devletler genel olarak türdeş veya türdeş olmaya yakın devletlerdir. Bundan dolayı ulusal sorun feodaliteye karşı ulusal planda görülür. Doğu Avrupa devletlerinde ise durum daha değişiktir.
“Doğu Avrupa devletleri grubu -Rusya, Avusturya, Türkiye ve altı küçük Balkan devletinin bir teki bile-ulusal yönden tam türdeş devlet değildir.” (8)
Türdeş olmayan uluslar devleti gericiliği temsil eder ya da istisnadır.” (9)
Batı Avrupa’da sömürgecilik, kapitalizmin oluşumuyla aynı döneme denk düşer. Birincisi ulusal hareket doğuda yalnızca feodalizme karşı değil aynı zamanda sömürgeciliğe karşı yürütülmek zorunda kalmıştır.
İkincisini Stalin şöyle belirtiyor:
“Avrupa’nın doğusunda merkezi devletlerin savunma gereksinimleri (Türklerin, Moğolların vb. akınları) yüzünden hızlandırılmış bulunan oluşumu feodalizmin ortadan kaldırılmasına, dolayısıyla ulusların biçimlenmesine öngelmiştir. İşte bunun sonucu uluslar, bu bölgede ulusal devletler biçiminde gelişememişlerdir ve gelişemezlerdi de. Fakat genel olarak güçlü bir egemen ulus ile birkaç güçsüz bağımlı ulustan oluşan birçok karma, çok uluslu burjuva devletler oluşturmuşlardır. (Avusturya, Macaristan, Rusya gibi…)” (10)
Doğu Avrupa ve Asya ülkelerinde çok uluslu devletler, feodal dönemden devraldıktan güçlü merkezi devletin, ulusların bağımsızlaşması önündeki engelinden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerde güçlü bir burjuva önderlik oluşamadığından dolayı en organize maddi ve politik güç olarak ordu ulusal kurtuluş hareketinde belirleyici olmuştur. Burjuva demokratik hareket emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi verirken bir yandan da mahkum ulusu devlet çitleri içinde tutmaya çalışmıştır. Bu çok uluslu devletlerde; ulusal sorunun varlığı, burjuva demokratik devrimin tamamlanmamışlığının temel nedenlerinden biridir.
– Uluslararası planda demokrasinin ihlali: İlhak, sömürgecilik. Emperyalizm ilhak, siyasi bir kavramdır, zor yoluyla sınırların çoğunluğun isteğine aykırı olarak belirlenmesi anlamına gelir. Siyasi egemenlik kurmak demek olan ilhak, genellikle askeri işgalle desteklenir. Ekonomik ilhak kavramı, zor yoluyla ekonomik faaliyetleri belirleme demektir ve sömürgecilikten farklı anlamlar ifade eder.
“Emperyalizm her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren Finans-Kapitalin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilim sonucu ise şöyle olmaktadır. Siyasi rejim ne olursa olsun, her yerde gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların, aşırı ölçüde yoğunlaşması, aynı biçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de, yeni ulusal bağımsızlığın bozulmasının da özellikle yoğunlaşması. (Çünkü ilhak, ulusların kendi kendini yönetme hakkının ihlalinden başka bir şey değildir.)” (11)
Sömürgecilik: Askeri-siyasi bir egemenliği içeren iktisadi bir kavramdır, değer aktarımını ifade eder. Üstelik bu değer aktarımının özel bir biçimde sömürgeleştirme yoluyla yapıldığını gösterir.
“Sömürgeciliğin bu üç biçimini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Ticaretin giderek artan önemi coğrafi keşiflerle sonuçlanmış, buralardan aktarılan değer kapitalizmin ilk birikiminin kaynağını oluşturmuştur. Manifaktür döneminde ekonomik üstünlük ticari üstünlükten kaynaklanıyordu. Ticaret yollarının ele geçirilmeye çalışılması, ticari mallara (ipek, altın, gümüş, baharat, vb.) duyulan istek, sömürgeciliğin ilk biçimlenmesini veriyordu.
“Avrupa dışında düpedüz talan, köleleştirme ve katillik yoluyla ele geçirilen servet, anayurda taşınarak sermayeye çevrildi. Sömürge sistemini ilk defa tam olarak geliştiren Hollanda, 1648 yılında ticari kudretinin tepesinde bulunuyordu.” (12)
Hammadde talanına dayalı olan sömürgecilik servet aktarımına, buradan sermaye oluşumuna neden oluyor. Bunun sonucu artan üretim pazar ihtiyacını doğuruyordu. Sömürge talanına, İngiltere’den önce girmiş olan İspanya’da, servetin sermayeye dönüşememesi bu sömürgeci ulusun, giderek İngiltere’nin vesayeti ve egemenliği altına girmesine neden olmuştur. Marks bu durum için gerçek zenginliğin altına sahip olmaktan değil onu ele geçirmek için üretmekten geçtiğini söylemiştir. İspanya bu ilişkide değer yitirdikçe, sömürgelerde azgınlaşmakta ve “küçük patronların sömürgeci rekabetteki uygulamalarını sergilemektedir.
Emperyalizm öncesi sömürgecilik ekonomik üstünlükten çok askeri üstünlüğe dayanıyordu. Ve sömürgeyi kapatabilmenin tek yolu askeri zordu. Ticari üstünlük; donanma ve askeri üstünlükle dünyanın her yerinde mal alıp satabilmenin sonucuydu. İspanya ve Portekiz sadece tüccar toplumlar olabildiler. Oysa sanayi toplumu olmaları gerekiyordu. Sömürgeciliğin kapitalizmin gelişimiyle değişiminin ipuçları bu örnekte mevcuttur.
Önceleri yalnızca hammadde talanına dayalı olan sömürgecilik giderek üretime müdahale edip var olan küçük üretimi tahrip etmiş, ihtiyacı doğrultusunda yeniden düzenlemiştir. Bu sömürgeleştirme, yeni sömürgeciliğin üzerinde yükseleceği temel taşları döşemiştir. Fetih ve barbar istilalarından sömürgeciliği ayıran en temel kıstas bu olmaktadır. İstilacılar, var olan üretime müdahale etme olanaklarından yoksundular. Çünkü daha geri bir üretim tarzını temsil ediyorlardı. Buradan fetihçi barbar istilaların yönünün, daima zenginliklerin, üretimin kaynağına, ticaret yollarına yöneldikleri, oysa sömürgeciliğin tüm dünya topraklarına yöneldiğini çıkartabiliriz.
Sömürgeleştirme; yalnızca hammadde talanına dayalı olmayıp aynı zamanda var olan üretici güçleri tahrip edip kendi yapısına uygun hale dönüştürme olmaktadır. Fetihçi barbar istilaları ise toprak elde etme ve üretimi vergilendirerek değer aktarımını sağlıyordu. Tüccar toplumların talancı sömürgecilikleri sömürgeciliğin yeni aşamasına ayak uyduramadıkları için ele geçirdikleri toprakları emperyalizmin dünyayı yeniden paylaşımında kaybetmişlerdir.
Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişimiyle birlikte, geri ülkeler ekonomik bağımlılık yoluyla yarı-sömürgeleştiriliyordu. Meta ihracı ve istikrar yoluyla gerçekleştirilen bağımlılık ticaret kanalıyla bu ülkelerdeki kapitalizmin temellerini oluşturdu.
Doğadaki çok uluslu merkezi devletlerde, kapitalizmin gelişmiş olduğu bölgede ulusal bilinç mahkûm uluslara göre daha erken seçimlenmiş ulus-devletlere geçiş egemen ulusun burjuva devrimiyle gerçekleşmiştir. Sömürgeci çıkarları, emperyalizme bağımlılığı burjuva devriminin tamamlanamamasına yol açmıştır. Emperyalist iş bölümüne katılış şartı, yani geleneksel sömürge ekonomisi değişmemiş, ticaretin en önemli faaliyet olduğu, hammadde ve tarımsal ürün ihracatı, tüketim malı ithalatı yapılan ekonomi egemen kalmıştır.
‘Küçük patronlar” sermaye birikimini sağlama sürecindeki yetersizliğini askeri-siyasi egemenliği altındaki mahkûm ulusun yeraltı-yerüstü ve emek gücü kaynaklarını sınırsızca sömürerek biriktirme yolunu seçmiştir. Yarı sömürge bir ülkenin tam sömürgesi olabileceği,
1-Sömürgeciliğin kapitalizm öncesi, (bu ya fetihçi barbar istilası ya da hammadde talanına dayalı askeri işgalle gerçekleştirilen biçimi) emperyalizm önceki dönemi (sömürge ekonomisinin anayurt ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi), emperyalist dönemi (yeni sömürgecilik olarak tanımlanan sermaye ihracı ve entegrasyon) ayrılması gerekliliği. “Çünkü kapitalizmin eski evrelerindeki sömürge politikası bile mali sermayenin sömürge politikasından temel ayrılıklar göstermektedir.” (13)
2-Sömürgeci egemenliğin emperyalizm öncesi dönemlerde ekonomik zordan çok askeri zora dayalı olmasıyla;
3-Ekonomik gelişim farklılığının mümkün olmasıyla;
4-Yarı sömürgenin emperyalizmle ilişkileri sürecinde kendi sömürgeciliğinin çelişki oluşturmamasıyla, görülebilir.
Emperyalizm her iki ulusu da ekonomik olarak sömürebilir. Sömürge ulusun sömürüsü emperyalizm ve egemen ulusun sömürgeciliğinde vücut bulmaktadır. Çünkü sömürüye her başkaldırı egemen ulusun askeri aygıtını karşısında bulmasıyla sonuçlanır.
– Ulusal sorun ve ulusların kaderlerini tayin hakkı:
Ulusal sorun burjuva demokratik bir talep olarak ayrı devlet kurma hakkının uluslararası planda ihlalinden kaynaklanır. UKTH ulus egemenliği gerektirir, ulus egemenliği demokrasi ile mümkündür. “Ulusal kaderi tayin hakkı, demokratik bir istek olmaktan başka bir şey değildir, ilke olarak, öteki demokratik isteklerden farklı değildir.” (14)
Bu burjuva demokratik talep, siyasal özgürlük, ulusal ayrıcalığın reddedilmesi ve yabancı baskısının ortadan kaldırılmasını ister. Bu talebin desteklenmesi demokratlığın asgari ölçütünü oluşturmaktadır. UKTH siyasal özgürlüğün sağlanmasıdır. Ulusun kendi özgür tavrını hiç bir baskı altında kalmadan alabilmesi demektir. Karar alma özgürlüğü emperyalizm, sömürgecilik veya ilhakçılar yoluyla ihlal edilir. Bu ihlalin az veya çok kanlı ya da siyasi yoldan olması sorunun nicelik boyutudur. Her üç durumda da ulusun geleceğini belirleme hakkı gasp edilmiştir.
Ulusal hareket genellikle eşitsizliğin ya da çelişkinin en yoğun olduğu konuda sloganlaşarak yükselir. Sömürgecilik ve emperyalizm ulusal baskıyı her alanda yoğunlaştırarak (dil baskısı, ekonomik baskı, kültür baskısı vb.) talepleri birbirleriyle ilişkilendirir.
“Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik hareket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır. İrlanda’da hareket tarımsal bir niteliğe, Bohemya’da dil sorunu niteliğine bürünür.” (J. Stalin, Marksizm ve ulusal sorun ve sömürgeler sorunu s. 24)
Sömürgecilik ve emperyalizmle ulusal hareketin içeriği bütün olarak demokrasi haline dönüşmüştür.
Ulusların kaderlerini tayin hakkının gerçekleşmesi, emperyalizmin veya sömürgeciliğin tüm sömürü kanallarının tahrip olacağı anlamına gelmiyor. Emperyalizm borsa, rüşvet, askeri-ekonomik bağımlılık yoluyla özgür bir cumhuriyeti bile kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilir. Bu, ulusların eşitliğini savunma ilkesini ortadan kaldırmaz.
UKTH bir sonuçtur. Ayrıcalıklara, ulusal baskıya ve eşitsizliğe karşı (neden) uluslararası demokrasinin uygulanmasını (sonuç) istemektir. Sorun bir sonuç olarak soyutlanırsa ayrı devlet kurma hakkı, bu konjontürde alış-verişlemedir, “demokrasiyi verirsek emperyalizm alır mı?… Ya da biz demokrasiyi tanıyalım ama ne derece bir kurtuluş olacaktır”, çıkmazlarına götürür.
“Bütüne uymayan parçanın sökülüp atılması” UKTH demokratik talebinin abartılması olarak düşünülmemelidir. Parçanın atılması: Bu hak eğer emperyalizmin ya da sömürgeciliğin askeri-ekonomik pozisyonlarını güçlendiriyor, nüfuz alanlarını genişletiyorsa demokrasiyi ihlal etmeyen bir tavırdır.
Olabilecek olandan değil bugün olandan yola çıkmak gereklidir. Bu, soruna “neden”den yaklaşım demektir. Dikkat edilmesi gereken nokta ulusal baskı, ulusal eşitsizlik sömürgeciliğin hangi egemenlik koşullarını yeniden ürettiğidir (şovenizm, anti-demokrasi, faşizm, ekonomik emniyet supapları).
“Bir Marksist, tavrını gerçeklere göre alır, imkanlara göre değil.” (15) Demokrasiyi görmezden gelmek, politikasızlığa, soruna sonuçtan yaklaşım; yanlış politika üretmeye neden oluyor. Yapılması gereken, demokratik ilkeyi ana perspektif haline getirmektir.
“(Siyasal kaderini tayinin) … dünyanın her yanında ulusal hareketlerin tarihi açısından ifade ettiği şey; ulusal devletin kurulması. Bu maddeyi başka türlü anlamaya dönük eğlendiri çabalar, (gülünç) ulusal sorunda, demokratik ilke, demokratik ilkeden ayrılış, tüm tarihi unutuyor ve ona ihanet ediyor.” (16)
Proletaryanın tüm istemleri demokrasinin en üst uygulanımlarına yöneliktir. Çünkü demokrasi sınıfların ve taleplerinin, birbirlerinin karşısında netçe ortaya çıkmasını sağlar. Ayrıca sorunun hak eşitsizliği olmayıp, kapitalizm olduğu gözler önüne serilir. Sonuçta demokrasinin uygulanmasından en kazançlı çıkacak sınıf, işçi sınıfıdır. Burada demokrasi için verilen mücadelenin içeriği ve biçimi, nitelik belirleyici olmaktadır. Doğru perspektif, ulusal baskıyı reddediştir, demokrasiyi yani ulusal eşitliği savunmaktır. Fakat proleter sosyalizmi burada kalamaz. Demokratik taleplerin ancak sosyalizmle bağlantısı içinde kalıcı olarak elde edilebileceğini belirtir.
“Biz demokratik taleplerden yanayız, onlar uğruna içtenlikle mücadele eden sadece bizleriz. Çünkü objektif tarihsel durum nedeniyle bu talepler ancak sosyalist devrimle olan bağlantılar içinde ileri sürülebilir”. (17)
“İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin birincisini, ikincisine bağımlı kılarak, nasıl birleştirebileceğini bilmelidir. Bütün güçlük burada yatıyor, meselenin özü buradadır.” (18)
Kapitalizmin gelişimiyle birlikte özellikle anonim şirketler ve bankalar aracılığıyla, ezilen ulusun burjuvazisinin uzlaşma zemini ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu halk için demokrasinin öneminin giderek artmasına karşın burjuvazinin uzlaşma eğilimi, proletaryanın sorunun çözümünde belirleyici olmasının objektif koşullarını hazırlar.
– Şovenizm açısından: “Başka ulusu ezen halk kendi zincirlerini sağlamlaştırır.” (19)
Marks’ın bu belirlemesi proletaryanın ulusal eşitliğe yaklaşımının temel hattını belirtir.
Ezen ulus burjuvazisinin sömürgeci politikası, hukukta, devlet biçiminde, kurumların örgütlenmesinde, ideolojisinde siyasetinin her yönünde kendisini gösterir. Ezen ulusun proletaryası bu açıdan mahkûm ulus üzerindeki baskıdan kendi payına düşeni alır.
“İngiltere’de gericilik, İrlanda’nın esaret altında tutulmasıyla beslenmekte ve güçlenmektedir. (tıpkı Rusya’da gericiliğin bir sürü ulusların esaret altında tutulmasıyla beslendiği gibi)” (20)
Şovenizm, ezen ulus proletaryasına yıllar boyunca eğitiminde sanatında empoze edilmiştir. Bundan kurtulmak burjuvazinin ideolojik egemenliğinin en güçlü kanallarından birini yok etmek anlamına gelmektedir. Burjuva ideolojisinde şovenizm ya ilkel kabilelere “medeniyet” götürüyordur ya da “cahil, görgüsüz, kıro” halkı “eğitiyor”dur. Veya daha önemlisi becerebiliyorsa koca bir halkı unutturuyordur. Bir de bunlara azgelişmişlik kompleksi binince açık bir ikiyüzlülükle “kart, kurt”lara varacak derecede sefilleşmektedir.
Burjuvazi neyi savunursa siz onun tersini savunmalısınız”. (21) Eğer burjuvazi “çocuk öldürüyorlar” diyorsa, bize düşen “hayır, asıl siz her gün onlarca çocuk öldürüyorsunuz” demektir.
Halklar şovenizmi ne derece kırıyor ve yakınlaşıyorsa devrim de o derece yükseliyor ve yakınlaşıyordur.
Sürecek (Gelecek Sayı; Örgütlenme ve Türkiye’nin Gündeminde Ulusal Sorun)
Kaynaklar:
1- Dr. Hikmet KIVILCIMLI (İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK), 1979, Yol Yayınları, s. 35)
2- LENİN, aktaran J. STALİN (Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, Sol Yay, s. 285)
3- LENİN (Marksizmin Bir Karikatürü ve Ekonomik Emperyalizm, Sol Yay, s. 65)
4- V.İ. LENİN (Toplu Yapıtlar, c. 29, s. 188)
5- J. STALİN (age, s. 15)
6- V. İ. LENİN (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 59, Sol Yay.)
7- V. İ. LENİN (age, s. 59)
8- V. İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları Sol, Yay. s. 303)
9- V. İ. LENİN (UKTH, s. 59)
10- J. STALİN (age. s. 113)
11- V. İ. LENİN (Emperyalizm Sol Yay. s. 143)
12- K. MARKS (Kapital 1. Sol Yay. s. 793)
13- V. İ. LENİN (Emperyalizm s. 97)
14- V. İ. LENİN (Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Sol Yay, s. 38)
15- V. İ. LENİN (age. Koral Yay s. 102)
16- V. İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Sol Yal, s. 145)
17- V. İ. LENİN (Leninciliğin Sosyalist Devrim Teorisi, Konuk Yay, s. 437)
18- V. İ. LENİN (age, s. 117)
19- MARKS (Aktaran V.İ. LENİN, UKTH, s. 111, Sol Yay.)
20- V. İ. LENİN (USUKS-SOL Yay, s. 20)
21- V. İ. LENİN (MBK, Koral Yay, s. 104)