BEDEL ÖDEYEN ÜLKE: POLONYA – Ayşe TANSEVER

Çağdaş Yol, Sayı 8, Ağustos 1989

Polonya’dan gelen son haberlerde Dayanışma Sendikasının devlet tarafından tanındığını öğrendik. Parti, hükümet yetkilileri ve Dayanışma Sendikası yöneticilerinin üç ay süren yuvarlak masa toplantılarından sonra böyle bir anlaşmaya varıldı. İki taraf da bazı tavizler verdi. Sonuçta Polonya proletaryası ister devlet sendikası, ister Dayanışma isterse de yepyeni başka bir sendika içinde örgütlenebilecek. En başta bu sosyalizm açısından yepyeni bir gelişmedir. Bizzat bir işçi iktidarı işçileri temsil edemediğini, onların çıkarını savunamadığını ilan etmektedir. Ancak bu yanlışlığını kabul ederek de yepyeni bir yöntemle düzeltmek istediğini göstermektedir. Olay zaman açısından ilginçtir. Dayanışma Sendikası bir on yıldır vardır. Yer altında faaliyet göstermektir. 1980 krizinden sonra Parti, Dayanışma’yı doğuran yanlışlarını tespit ettiğini açıklamış ve bir dizi reformlara gitmiştir. Şimdi bu reformların meyvalarının toplanacağı, yani halkı Dayanışma arkasına iten yanlışlardan arındığının düşünülebileceği bir momentte Dayanışma’nın yasallık kazanması düşündürücüdür. Yani artık Dayanışma’nın tabanının kalmamış olacağı sanılabileceği bir anda dayanışma tanınmaktadır. Bu ne demektir? Yuvarlak masa toplantısından sonra Jaruzelski’ye kulak verelim. “Yuvarlak masa ve alınan kararlar tutulabilecek tek yoldu. Aksi takdirde Dayanışma’yı yeniden canlandıracak hatta tabanını sağlamlaştıracak yeni grev dalgaları başlayabilirdi.” (New Times, sayı 20, sayfa 31) Demek ki yeni bir grev dalgasından korkuluyor. Demek ki bir sekiz yıldır yürütülen kemer sıkma politikaları pek sonuç vermedi. Demek ki Parti henüz halkın desteğini sağlayamadı. Demek ki ekonomi rayına oturmadı. Öyleyse Polonya’yı yeniden değerlendirmek gereklidir. Bir kaç yıldır sosyalizm sistem olarak reform dönemine girdi. Polonya’da bir dizi reformlar yoluna çıkmıştır. Yaşanılan krizler ve reformlar arasındaki bağlantılar nelerdir? Polonya’nın sübjektif özellikleri nelerdir? Bütün bunları bir daha gözden geçirmeliyiz.

Köylü Ülkesi Polonya

Ülkenin tarihten gelen ve onu diğer sosyalist ülkelerden ayıran bazı özellikleri vardır. Bu özellikler iyi değerlendirilmeden algılanmadan Polonya’nın bugünkü durumunu anlamak zorlaşır.

Dayanışma Sendikasının 1979’lardaki taleplerinde tüm sosyalistleri hayret içinde bırakan şey proletarya içinde dini inançların güçlülüğü idi. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bilindiği gibi din köylülüğün ideolojisidir. Ekonomik yaşamı tarıma dayalı insanların doğa koşulları bağımlılığı ve bunun dini inançları beslemesinde anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama her gün modern insan beyninin ürünleri ile yan yana olan onunla üretim yapan işçi sınıfının bu ideolojiye sarılması bazı şeylerin doğru gitmediğinin habercisidir. 1938’lere kadar işgal altında kalmış bir ülkedir Polonya. Bu nedenle sanayisi geri kalmıştır.

2. Dünya Savaşı sırasında da var olan fabrikalar yıkılmıştır. Bu nedenle geniş bir işçi kitlesi olmamıştır. Köylü ideolojisinin bir nedeni budur. Sosyalizm kurulduktan sonra işçileşenler de tam olarak dinden henüz kopamamıştır. Proletarya köylü ideolojisini bu nedenle tam olarak aşamamıştır. İşgal altında bir ülkenin, işgal güçlerine karşı örgütlenmemesi düşünülemez. Polonya köylüsü bu örgütlülüğünü kilise duvarları arasında kurmuştur. Şimdilerde Latin Amerika ülkelerinde gördüklerimize benzer. Kilise yoksul, ezilen halkın yanında yer alıyor.Savaş yıllarında da halk kilise ile dayanışmasını sürdürmüştür. Yaralarına, acılarına dinle çare bulmak bir gelenektir. Sosyalizmde de Polonya proletaryası aradığını bulamayınca yine dinine sarılmıştır. Gerçek yaşamda bulamadığı mutluluk için öbür dünyaya bel bağlaması biraz da kaçınılmazdır. Kilise halkın gelenek göreneklerini sürdürebildiği bir yerdir. Tanrıya inanmayanlar bile bir gelenek olarak, sosyalliğini tatmin edebildiği bir yer olarak kiliseye gitmekten hoşlanır. Polonya’nın ikinci özelliği örgütlü muhalefettir. Uzun yıllar işgal alımda kalmanın bedelidir. Polonyalılar iktidar olmayı yaşamamıştır. Hep iktidara karşı muhalefet etmeyi bunun için de örgütlenmeyi öğrenmek bir gelenektir. Sonuçla, din ideolojisi etrafında örgütlü bir muhalefet Polonya köylülüğünün yaygın bir özelliğidir, işçi sınıfı şimdi Dayanışma Sendikası arkasında bu geleneğini sürdürmektedir. Ama bu kez muhalefet edilen bizzat kendi sınıfının iktidarıdır. Ya da görünen budur. Eğer ki işçi sınıfı böyle bir yola çıkabiliyorsa, böyle bir ihtiyaç duyuyorsa o zaman gerçekte iktidardaki güçlerin halkla bütünleşmediğini söyleyebiliriz. Polonya Birleşik İşçi Partisi (PBİP) hailem bu geleneğiyle kaynaşamamıştır. Onları peşinde saflaştıramamıştır. İşçi sınıfı sosyalist bilince, kendi sınıf bilincine yükselememiştir. Parti bu görevini yerine getirememiştir. Öncü olamamıştır. Sonuçta işçi sınıfı ne dindarlığını atabilmiş ne de sosyalizme, partisine güvenebilmiştir. Proletaryanın ortak mülkiyet kavramı yoktur. Sosyalizme düşman olmasa, olmaması gerektiğini öğrense bile fabrikalar kendisinin değil, “onların”dır. Üretim araçlarının sahibi kendisi değil, tepelerde duranlardır. Polonya işçi sınıfı üç kez partiyi uyarmaya çalışmıştır. İlki 1956’larda Stalinci parti liderini görevden almış yerine Gomulko’yu getirmiştir.

13 yıl onu denedikten sonra yine istediği olmamıştır. Bu kez Gierek iktidar olur. 10 yıl sonra onun da sonu aynıdır. Artık partiye duyulan güven biter. Bu kez lider parti dışında Lech Walesa’dır. Parti içinde bir fraksiyon olan, tasfiyeler sonunda merkez komitede kalabilen sayılı bir kaç kişiden biri olmasına karşın Jaruzelski’yi istemez. Ona karşı pasif olarak direnilmiştir.

Parti Özelliği

2. Dünya Savaşı sonrası sosyalizme çıkan ülke partilerinin genel olarak örgütlenme ve bilinç açısından güçlü olmadıkları savunulur. Bu partiler Bolşevikler gibi çetin bir sınıf savaşı vermemişlerdi. Sınıf mücadelesinde Bolşevikler kadar pişmemişlerdir, iktidara bilekleri hakkına gelmemişlerdir. Daha çok dünya güçler dengesinden yararlanmışlardır. Bu nedenle iktidara geldiklerinde de sağa sola kaymalar olmuştur. Polonya Birleşik İşçi Partisi’nin başka bir eksikliği daha vardır. Yıllar süren işgal ve savaşlar nedeniyle kentlerdeki aydınlar ve halk sürekli göç etmiştir. Kalanlar da yaralanmış, ölmüştür. Sosyalizm kurulduktan sonra da dönmemişlerdir. Bu, parti açısından elbette ki büyük bir kayıptır. İşçi sınıfı ideolojisiyle yoğrulmuş, ona öncülük edebilecek pek aydın, işçi önder kalmamıştır. Partinin tabanı köylülerle doludur. Bu da partinin küçük-burjuva özellik kazanmasına yol açar. Bilindiği gibi küçük-burjuva, yalpalanmaları ile ünlüdür. Burjuvaziden yana bir rüzgar estiğinde ondan yana, işçi sınıfından yana bir hareket olduğunda da işçi sınıfına doğru kaymaya eğilimlidir. Ne küçük mülkiyetinin cenderesinden kendini kurtarabilir, nede işçi sınıfının mülksüzlüğüne razı olur. Sürekli zikzaklar çizer. Kararlı, tutarlı bir şekilde gidemez. Sürekli çelişkiler içindedir. Kendisine güven duymaz. Bugün savunduğunun tam tersini ertesi günü inanabilir. İşçi sınıfı gibi tutarlı, kararlı, dirençli olamaz, çünkü küçük de olsa bir özel mülkü vardır, işte bu küçük-burjuva özellikler nedeniyle bugün Polonya, sosyalizmin en yoksul ülkesidir. Öte yandan sosyalizmin bugün düzeltmeye çıktığı yanlışlıklar böylesi küçük-burjuvalıklarla birleşince bugünkü sancılı, sorunlu Polonya ortaya çıkmıştır. 1980 yılında Polonya’nın içinde bulunduğu ekonomik krizi kapitalizmin 1930 Büyük Buhranına benzetenler, hatta üretimdeki düşüşün daha da kötü olduğunu iddia edenler az değildir. Parti öz eleştirisinde üç temel hala işlendiğini kabul eder. Birincisi sosyalist ilkelerden sapmaktır. İkincisi, objektif kuralları izlememektir. Üçüncü hata, sosyalist sistemin olanaklarını ve planlı ekonomiyi iyi değerlendirememek ve ekonomik yasaları küçümsemektir. Bunlar Gierek döneminin yani, 1969-80 yıllarının hatalarıdır. Eğer bir parti böylesine yanlışlıklar yapabiliyorsa, sadece o dönemin liderliğini suçlamak biraz olayları derinlemesine kavramamaktır. Esas özellik, başından beri partinin içindeki küçük-burjuva ideolojisinin varlığıdır. Parti tarihine baktığımızda daha başlan zikzaklar olduğunu görmek mümkündür.

İlk Zikzaklar

Sosyalist Polonya’nın ilk lideri bizzat Stalin tarafından görevden alınır, hatta Moskova’da öldürtülür. O günlerde sosyalizm ilk defa bir sistem olmuştur. Bu iki açıdan önemlidir. Birincisi, emperyalizm ilk defa yenilmiştir. Artık dünyanın tek hakimi değildir. Ama ABD savaştan zarar görmemiş taptaze ayaktadır. Yayılmak islemekledir. Her an Hitler’in öcünü almak için bir bahane uydurabilir. Oysa Sovyetler zafere rağmen yıkılmış ve ekonomik açıdan, insan gücü açısından böylesi bir savaşı kaldırabilmesi zordur. Bu nedenlerle, sisteme bağlı yeni sosyalist ülkelerin güçlülüğü çok önemlidir. İçeride kapitalist özelliklere tanınacak en ufak imtiyazlar tüm sistemde yıkıcı sonuçlar doğurabilecektir. Bütün bunların Sovyetler’i ve Stalin’i hoşgörüsüz yaptığı söylenebilir. İlk liderin ekonomi politikasında bu tür yanlışlıklar olabilir. İkinci önemli noktaya gelince, bugün, Glasnost ile olayları daha aydınlık görmek mümkün. Sosyalizm bir sistem olurken, önünde yalnızca Sovyet deneyi vardır, başka bir deney zenginliği yoktur. Marksist-Leninist ilkeler yirmi küsur yıl pratiğe geçirilmiş ve Sovyetler doğmuştur. Yeryüzünde bir bir Küba, hatta Macaristan yoktur. Sosyalizm renklenmemiştir. Her ülkenin tarihten gelen koşullarına göre ayrı sosyalist uygulamaya gidebileceği hoşgörüsü yoktur. Bunu sosyalizm nasıl yaşayacaktı? İşte yaşanan bizce budur. Sosyalizmin en ufak farklı uygulanışının o günkü güçler dengesinde altüstlükler yaratabileceği korkusu vardır. İlk Polonya liderinin iktidardan alınışını yanlışı ve doğrusu ile bir içerikte değerlendirmek gerekir. Eğer alınan lider sağa kaçık idiyse, gelen lider de sola kaçıktır. Böylece ilk zikzak çizilecektir. Sola kaçkınlığı ayrıntılı olarak anlatmak istemiyoruz, çünkü Polonya Broşüründe işlenmiştir. (Bak, Polonya Olayları, Kıvılcım yayınları 1981) Kısaca şunları özetleyelim: Sosyalizmin kuruluşunda yürüttüğü ekonomi politika ağır sanayinin kurulmasıdır. Sanayi için gerekli olan birikim köylülüğe başta verilecek ödünlerle yapılır. Onlara işleyebilecekleri kadar toprak verilip kentleri beslemeleri sağlanacaktır. İşçi sınıfı ilk sanayiyi kurduktan sonra kırların verimini arıttıracak olan tarım aletleri ve gübreyi sağlayacaktır. Ama o zaman da köylülük kooperatifler içinde küçük toprağından köy proleter statüsüne sıçrayacaktır. Marksizm’in temellerini koyduğu Leninizm’in geliştirdiği bu teori objektif gerçekliktir. Üretimin izleyeceği seyirdir. Her ülkenin gelişkinlik düzeyine göre de çeşitli biçimlerde ve zaman dilimlerinde böyle bir süreç yaşanacaktır. Bu ekonomik yasalar zorlamaya da gelmez. Ya da zorlamanın belirli sınırları vardır. Polonya kırlarında ilk zikzak bu konuda yaşanmıştır. Aşırı sol iktidar 1949-56 arası halkı zorla kooperatiflere doldurur.

Sovyetler de böyledir ya. 1949 yılında 243 olan kolektif çiftlik sayısı 1951’de 2707, 1956’da ise 9975’e çıkar. İşçi sınıfı köylülüğü kooperatiflere sokacak kadar üretimi zenginleştirmiş midir? Hayır. Ortada bir zorlama vardır. Kooperatiflere sokmanın nedeni nedir? Çünkü sosyalizm bilimi gidişin böyle olduğunu söyler. Peki sırf sosyalizmin çizdiği yasa bu diye toprakları kamu mülkü yapmak sosyalizmi kurmak mıdır? Elbette hayır. Sosyalizm, kendisinden önceki ekonomik kargaşanın alt edilmesi ekonominin akış yönünün bilincine varılması ve bu gidişin sancısız kılınmasıdır. Yoksa nasılsa kamu mülkiyetine varılacak diyerek bu süreci aşırı hızlandırmak olumsuzluklara gebedir. Polonya’da ilk sancılar başlar. Tarımsal üretim düşünce maliyet artar. Kent halkı hem kıtlık hem de pahalılık içine düşer, işçi sınıfının kendisine verebileceği ne alet edevat ne de tüketim maddesi vardır. Neden fazla çalışsın! Neden işçi sınıfını doyursun! Onu mülkünden etmemiş midir? Köylü tembelleşir. Aynı aşırılığı, aceleciliği, ekonomik yasaları küçümsemeyi sanayide de görebiliriz. 1946’da %76 olan sosyalleşme, 1952 yılanda %99’a çıkmıştır. Yani devlet sanayi üretiminin hemen hepsini kontrol etmektedir. Polonya hükümeti o kadar zenginleşmiştir ki hizmet sektöründeki kontrol bile %90’a çıkar. Yani öyle bir güç düşünün ki 8 yıl gibi kısa bir sürede devlet halkın tüm ihtiyaçlarının hemen hemen hepsini karşılayabilecek, kontrol edebilecek, güce varmıştır. Sosyalizmin daha sağlam temeller üstüne oturduğu Bulgaristan’da bu iş adım adım yıllar almıştır. Böylesi bir merkeziyetçiliğin, böylesi bir aşırılığın bazı aksaklılara yol açması kaçınılmazdı. “1956’lara gelirken Polonya ekonomisi ilk kıyamet alametlerini vermektedir. Ağır sanayi ve tüm sanayinin besin kaynağı elektrik ve yakıt yetersizdir. Yine tarımda verim zayıflığından sanayinin insan üretici gücünün besin kaynağı da yetersizdir. Elektrik yokluğu sanayinin gelişmesine fren olurken, insan üretici gücünün besin kaynağı da yetersizdir. Elektrik telafi çabası, üretimi baltalamaktadır. “(Polonya Olayları, sayfa 21) Ağır sanayi biraz, kurulmuş olsa bile bunun gereği olan enerji ve yakıt sorunu çözülememiştir. Devlet bu kadar zamanda hangi işi birden yapsın? Poznan’da halk ayaklanır. Gıda maddelerine yapılan zamma karşı işçiler haklı olarak direnmektedirler. İşçiler Gomulko’yu başkan istemektedirler. Gomulko bir dizi taleplerde bulunmaktadır. “… adli sisteme bağımsızlık tanınması, kolektifleşme ve planlamanın yumuşatılması bürokratik merkeziyetçiliğin zayıflatılması ve işletme ve müdürlerine daha fazla sorumluluk tanınması isteniyordu.” (ay. s.22) Bugün bu taleplerin hiçbiri bize yabancı gelmiyor. Belki o günler bunlar karşı devrimci talep olarak değerlendirilebilirdi ama şimdi Gorbaçov reformları ile görüyoruz ki bunlar gerçekten gerekli. Adli sisteme bağımsızlık tanınması, bürokratik merkeziyetçiliğin zayıflatılması Sovyetlerde Stalin uygulaması olarak biliniyor. 1936’da Kirov’un öldürülmesi ile SB KP’de başlayan bozuklukların, Partinin yanlışlıklarının aynen Polonya’da yapıldığını anlıyoruz. Stalinci lider tam bir kopyacılık yapmıştır. Sosyalizme yeni geçmiş bir ülke halkı için bunun Sovyet düşmanlığı duygularını beslemesi kaçınılmazdır. Sovyet gemileri yakılır. Halkta milliyetçilik duyguları yayılır. 1956 yılı Sovyetlerde Stalin ölmüş, iktidara Kruşçev geçmiştir. Kruşçev de partide ve ekonomide bir reform gündeme getirmiştir. Demokratikleşme, kişi tapıncına son verilmesi vs. gibi Gomulko’nun taleplerine sosyalizm içinde hoşgörü ile bakılacak bir ortam yatmakladır. Yani Gomulko iktidara gelebilir ve reformlarını uygulayabilecektir. Ekonomik talepler de yabancı gelmiyor. Tarımda koleklifleşme azalmalıdır. Merkezi planlama daha esnek olmalı, özül üreticiye kentlerde de haklar verilmelidir. Müdürler ve fabrika yöneticilerinin girişimlerine olanak sağlanmalıdır. Yani Partinin her yerdeki kontrolü ve hakimiyeti azalmalıdır. Gorbaçov’da aynı uygulamalardan yana olduğuna göre bunların baştan beri sosyalizmin genel sancıları olduğunu kabul etmek gerekir. Öte yandan Dupçek’te geçenlerde yaptığı açıklamada aynı şeyleri savunduğunu söyledi. Polonya aşırı uygulamaların sonucu reform ihtiyacını ilk duyan ülkedir. Peki Gomulko iktidara geldiğine ve reformlarını uyguladığına göre neden hala sosyalizmin en sancılı, en sorunlu ülkedir? Bu tür reformların geleceği yok mu? Yoksa uygulamada mı aksaklıklar var? Öyleyse Gomulko’yu iyi izlemek gerekir. Reformların yanlış uygulanışının bedeli bugünkü Polonya’dır.

Tarım Politikası

Gomulko iktidara gelir gelmez kooperatifleri dağıtır. Sayıları aynı yıl içinde 9975’den 1534’e düşer. Sonuç beklendiği gibi olur. Tarımsal verim artar. Tekrar özel mülkiyetlerine kavuşan köylüler tembellikten çıkıp çalışmaya başlarlar. Polonya tarım ürünleri ihraç eden bir ülke olur. Ama devlet bütçesinden kırlara ayrılan fon da çok azdır. Kırları bundan sonra gelecek olan iktidarlar da unutacaklardır. Gierek ekonomi politikasını tarım ürünleri ihracının üstüne kurar. Kırdan elde edilecek dövizlerle batıdan montaj sanayi almayı planlar. Hatta 1972’lerden itibaren kırların veriminin düşmesine karşın, 1976’dan sonrada tahıl ithal etmek zorunda kalınsa bile kırları desteklemeyecektir. Kırlar sulama, tesisleri, kanallardan yoksun kalır. Döviz gelirleri eksilince yedek parçasızlıktan traktörler ve biçer döverler vs. iş görmez hale gelir, ama Gierek tüm bu göstergeleri görmezlikten gelir. Kırlarda özel mülkiyet vardır. Sosyalist devletin de amacı onları desteklemek değildir. İlk akla gelen Gierek’i kırda kooperatifleri arttırmamakla suçlamaktır. Ancak şimdi tarımda reform programına baktığımızda farklı bir yaklaşım görürüz. “… Varşova 1-2 hektar toprağa sahip olup anca kendilerini besleyebilen, pazara hiç bir şey sunamayan 1 milyon çiftçiyi de desteklemeyi düşünüyor. (Yıllardır PBİP’si güçlü bir tarım politikası izlememekle, çok özel çiftlik barındırmakla suçlandı. Ama en başarılı olan, ülkeyi düzenli bir şekilde yiyecekle besleyen yine bu çiftlikler olmuştur.) Kişi başına iki buçuk kiloluk sucuk et karnesinin kaldırılmasıyla büyük fiyat artışları bekleniyor.” (New Times, Sayı 11, 1989) Görüldüğü gibi Polonya kırları 1 milyon 1-2 hektarlık toprağa sahip küçük köylülerle doludur. Yıllardır mirasla parçalana parçalana bu kadar küçülmüştür. Şimdiki iktidar da onları kooperatifler altına almayı düşünmüyor aksine daha çok toprak vermeyi planlıyor. Bizi kimse küçük özel çiftliklerin daha verimli olduğuna inandıramaz. Kırda verimin en yüksek olduğu kapitalist merkezlerde bile devasa büyük çiftlikler vardır. Oysa bugün sosyalizm her yerde küçük çiftçiye yeni yeni haklar tanıyor. Onları teşvik ediyor. Sovyetler Birliği’nde kolhozlar parçalanmıyor ama köylüye toprak kiralama hakkı tanınıyor. Sosyalizm şimdiye kadar kırların verimini arttıramadı şimdi küçük üreticiye bel bağlıyor. Oysa kırda verimin arttırılmasının teorisi büyük toprakların devasa makinalarla işlenmesi, gübrelenmesi değil mi? Öyleyse şimdi neden böyle ters bir adım atılıyor? Önümüzü aydınlatması açısından Leninizm neler söylemektedir, bakalım. Lenin’e göre sosyalizm, kurulma aşamasında kırda özel mülkiyete bazı tavizler verir.

Kentlerde proletarya ağır sanayiyi kurmaya başlar. Ağır sanayi bir süre için tüketim mallarına ayrılması gereken birikimleri yiyecektir. Yani tüketim mallarının üretimi için gerekli olan demir-çelik sanayi, makina yapan fabrikalar, bunların gıdası enerji, alt yapı tesisleri kurulacaktır. Bu bel kemik kurulana kadar proletarya sadece karın tokluğuna çalışmak zorundadır. Ancak, bunlar yapıldıktan sonra, tüketim malları üretimi ile birlikle kırlara biçer döverler, traktörler yollanmaya başlanınca kırlar da proleterleşmek zorundadır. Onlar da kooperatifleşecekler hem maddi açıdan karşılayamayacakları, hem de küçük topraklar için gereksiz olan makinaları kolhozlarında kullanacaklardır. İşte o zaman verimlilik yükselecek tarımsal üretim artacaktır. Böylece köylülük de modern bir sınıf olacak proleterleşecektir. O zaman kırlardan yığınla işgücü kentlere gelebilecektir. Böylece yeni yeni sanayilerin, fabrikaların kurulması ve refahın artması için ortam yaratılmış olacaktır. Genelde sosyalizm, konumuz Polonya’da bu süreç aksıyor. 1988 Polonya’sı ise gördüğümüz gibi özel mülkiyetle verimi arttırmaya bel bağlıyor. Yani Polonya sosyalizm yoluna yeni mi çıkıyor? 40 yıldır ne yanlışlıklar yapılmıştır. Aksayan nedir? Sosyalim neden hala kendisini doyuramıyor? Neden yiyecek kuyrukları var? Gıda maddelerine her zam yapılışında neden kentler ayağa kalkıyor? Neden ekmek fiyatı 3. kalite hayvan yeminden ucuz? En başta PBİP, kırlardan elde ettiği birikimi sanayinin temellerini atmada iyi değerlendirememiştir. İlk günlerdeki temelsiz kooperatifleşme köylüyü ürkütmüş, kızdırmış, pasif direnişe sürüklemiştir. Verim düşmüştür. Sanayi kurmadaki yanlışlıklar, sanayiden bekleneni vermemiştir. Her gelen iktidar her şeye yeniden başlamıştır. Halk bir türlü sonuç almamıştır. Kırk yıldır halk soluklanmak, yıllardır çalışmasının ürünlerini toplamayı beklemektedir. Kırlar vere vere veremez olmuşlardır. Daha ne kadar bakımsız kalabilirler ki kentleri beslemenin sonucu bir hiçtir. Bir yandan desteklenmemek bir yandan kentlerin kendilerine bir şey sunamaması kırları da bezdirmiştir. Kentlerin aşırı sanayileşmesi yalnız birikimin buralara kaydırılması anlamına gelmez. Kent kırlardan işgücü çalmıştır. 1970’lerden başlayarak kentlere akın başlar. Kır nüfusu 4,4 milyondan 3,2 milyona düşer. (Crisis in East European Economy, St Martin’s Press, New York, 1982, s.26) Kırlarda ekili alan düşmeye başlar. Tarımsal üretim düşer, İhracat azalır. Tahıl ithalatına 10 yıl içinde 4,3 milyar dolar ödenmek zorunda kalınır. İthalat tahıla kayınca yedek parça kıtlığı başlar. Traktör ve biçer döverler kullanılamaz hale gelirler. Örneğin 1976 yılında traktörlerin %20’si hurda olarak yatar. Giderek ile kırlar altüst olur. Köyün genç nüfusu ve çobanlar kente fabrikalara koşarlar. Yaşlı köylünün sabanla tarla sürmesi zordur. Ayrıca tahıl boldur ve büyük bir kazanç getirmemektedir. Köylüler sebzeciliğe başlarlar.

Çobanların gidişi hayvancılığa darbe vurur. Bu kez devlet çiftlikleri hayvan beslemek zorunda kalırlar. Ancak topraklar bu işe uygun değildir. Böyle bir durumda gerekli olan uygun bir fiyat politikası izlemektir. Kırda kapitalist ilişkiler olduğuna göre bu durumda gerekli olan uygun bir fiyat gerekir. Ama giderek böyle bir fiyat politikası uygulayıp tarımı düzenlemeyi düşünmez. Sonuç nedir? Tahıl ve hayvan ürünleri kıttır. Öyleyse fiyatların yükselmesi gerekir. Ama neden Gomulka iktidar olmuştur? Aynı şekilde neden Gomulka gitmiş ve yerine Gierek gelmiştir? Gıda maddelerine yapılan zam her keresinde halkı sokaklara dökmüştür. Bu nedenle tahıl fiyatları maliyetin çok altındadır. Aradaki fark sübvansiyonla karşılanır. Yani maliyet ile satış fiyatı arasındaki fark devlet kasasından ödenir. 1971 yılında 19 milyar zloti olan sübvansiyon 1980 yılında 166 milyara çıkar. Her şey komikleşir. Ekmek fiyatı 3. kalite hayvan yeminden ucuzdur ve buna rağmen zam yapılamamaktadır. Böylesi bir sübvansiyonun anlamı olsa olsa taviz vermektir. Bir işçi sınıfı iktidarı sübvansiyon yanabilir. Sosyalizm kendisinden önceki sınıflan eritinceye kadar ve başka durumlarda gelir dağılımını böylece etkileyici yollara başvurabilir. Ama Polonya’da sübvansiyonun anlamı yukarıda saydıklarımızın boyutlarını aşmıştır. Bunun anlamı ekonomiyi düze çıkarmak değildir. Aksi işçi sınıfını arkadan vurmaktır. Yiyecek maddelerinin ucuzluğu Partinin işçi sınıfından korkmasından kaynaklanır. Korkunun sonucu da zam yapmamaktır. Başa geçen iktidarlar bir türlü kısır döngüden kurtulamamışlar, başa gerçekten verdikleri sözü yerine getirememişlerdir. Eğer bir parti işçi sınıfından korkuyorsa taviz verecektir. Eğer ki korkuyorsa, işçi sınıfını temsil edemiyor, etmiyor demektir. Onun için onun adına iktidar olamıyordur. Gerçekte de Polonya Birleşik İşçi Partisi halkla kaynaşmayı becerememiş, onunla sıkı bağlar kuramamıştır. Yaptığı yanlışlar bir yanda işçileri kendinden uzaklaştırırken diğer yandan da bu uzaklık bir türlü doğru ekonomi-politika tutunamamaya yol açar. Programıyla örgütlü, planlı, sağlamcı yapısı yerine küçük-burjuva uçkunluğu, sapkınlığı kendini gösterir. Batı teknik ve parası ile kalkınayım deyip arabaların akü suyunu bile ithal ederek halkını aç bırakan bir parti olur. Polonya’da olan başka bir şey değildir.

Sanayide Yapılan Yanlışlıklar

Sosyalizmin planlı ve merkezi yönetiminde ekonominin çeşitli alanları arasındaki denge çok önemlidir. Polonya tarımında yapılan yanlışlıklar özünde sanayideki yanlışlıklardan kaynaklanır, işçi sınıfı bir türlü sanayiye damgasını vuramamıştır. Yukarıda gördük. Stalinci iktidar kırlarda aşırı kooperatifleşmeye paralel olarak kentlerde aşırı millileştirmeler yapmıştır. Sanayide sosyalleşme %99’dur. Ticaret, en ufak tüketim mallarına kadar devlet planlaması içindedir. Oysa bugün yani 1980’lerden beri sosyalizm kentlerde küçük üreticiyi teşvik etmektedir. Taksicilik, berberler, lokantacılık vb. özel sektöre devredilmektdir. Zanaat sahiplerinin ekonomiye katkısı ile tüketim malları zenginliğine bel bağlanmıştır. Hatta, fabrikalar bile orada çalışan işçiye kiralanmakta, hisse senetleri ile satılmakta ve işçi ortak edilmektedir. Sonuçta bugün sosyalizmin ekonomik durgunluk, hatta kapitalizmle karşılaştırıldığındaki geriliğinden kurtulmak için bulduğu çarelere bakınca, o günlerde yapılanların neden yanlış olduğunu anlamak zor değildir. Sosyalizm yoluna çıkmış bir ülke hele Polonya gibi geri, sanayisi yok denecek kadar az bir ülke, on yıl içinde, hangi gücüne dayanarak sanayisinin %90’ını millileştirebilir? Diyelim kapitalist merkezlerde bugün bir devrim oldu ve sosyalizm kuruldu. Belki ancak bu gelişkin ülkelerde böyle bir sosyalleşme yapılabilir. Yani ancak böyle gelişkin bir sanayiye sahip bir ülke, halkının yiyeceğinden, giyeceğine mutfaktaki en küçük aletine, boş vakitlerinin değerlendirilmesine kadar gerekli her aleti yapabilir. Ama Polonya gibi çiçeği burnunda sosyalist bir ülke, halkının tüketim madde ihtiyacını karşılayabilir mi? Bu uçkunluktur, hesapsızlıktır, plansızlıktır. Ekonomik olayları küçümsemektir. Gomulka iktidara merkeziyetçiliği azaltma vaadi ile gelir. Kırlar dışında yapamaz. Bize göre yapamazdı da. Gorbaçov reformlarına ve pratikteki uygulamalarına bakınca bu yargıya varmak zor değildir. Sanayiden, kentlerden küçük üretici bir kez kaldırıldı mı tekrar kurulması sosyalizmde sancılıdır. Özel mülkiyet bir kez kaldırıldıktan sonra tekrar kurulması zor. Bu sorunun çözümü sosyalist sistemin ortak çabası ve ortak gelişimiyle olur. Bu açıdan Gomulko’nun beceriksizliğinden çok genel sosyalist ilkelere farklı bir bakışın o dönemdeki eksikliği olarak değerlendirilmelidir. Gomulko ekonominin enerji temelini iyi kuramaz. Polonya topraklarının altı kömür deposudur. Ama bunlar çıkartılıp değerlendirilmez. Sovyetlerin doğal gazına bel bağlanır. Bu durumda iktidara gelen Gierek’in bu sorunu çözücü önlemler alması gerekir. Ama ne yazık ki aşırı kalkınma hırsı gözünü bu konuda kör edecektir.

Batıya Açılım

Gierek ekonomi politikası halka aşırı yüklenmektir. Polonya 1946’dan beri kalkınmak için kemer sıkmaktadır, iki kez artık sabrın taştığı uyarısı yapmıştır halk. Artık özverilerin meyvaları toplanmak istenmektedir. Gierek halkın bu isteğini göz ardı edip yine aşırı bir 5 yıllık program hazırlar. Kalkınmada öncelik ağır sanayiden manüfaktüre kaydırılır. Bilindiği gibi kapitalist merkezler 1970’lerden beri yeni yapılanma, ekonomilerini yeni bilimsel bulgular üzerine oturtmaya çalışmaktadırlar, eski teknolojilerini atmak yerine 3. Dünya Ülkelerine satmaya çalışmaktadırlar. Bu “iyi günler”den Gierek de yararlanmayı düşünür. Tarım fazlası satılıp, IMF’den kredi bularak batıdan teknoloji alınacak, manüfaktür üretim yapılacaktır. Bir kaç yıl içinde sosyalizmin elinde olmayan ama çok ihtiyaç duyulan tüketim mallarını pazarlayacaktır. Polonya sosyalizm içinde böyle bir iş bölümü üstlenecektir. Plan güzeldir.

Batıya açılmak kolay değildir. Ülke koşullarını batının bir takım kurallarına hazırlamak gerekir. Bizim gibi kapitalist merkezlere uydu ülkelerde bile açılımlar bir dizi düzenlemeleri, yasa değişikliklerini getiriyor. Dünya finans-kapitalinin sömürüsüne karşı durabilmek çok kolay bir iş değildir. Bir sosyalist ülkenin açılımı ise daha farklı sorunlar doğurmaktadır. Proletaryasının işgücünün değerini korumak kapitalizm ilişkisini iyi tanımak gerekir. Gierek bu konuda pek titiz davranmamıştır. Gierek’in en büyük hatası kapitalizmin koşullarının değişkenliğini görmemezlikten gelmektir. Petrol fiyatları artmaya başlar. Gierek bunu önemsemez. Planını tekrar düşeceği üzerine yapar. Oysa petrol fiyatları bilindiği gibi düşmediği gibi müthiş arttı. Borç alan ülkelerin fazlalaşması sonucu faiz oranları da yükseldi. Kapitalist merkezlerde enflasyon arttı. Yani Polonya’nın ihraç ettiği malların değeri de arlar. Farkı karşılamak için daha çok yiyecek, daha çok kömür satılır. Polonya uluslararası ekonominin en kötü döneminde batıya açılmıştır. Yapılan planlar gerçekleştirilemez. Petroldeki kriz kimya endüstrisini etkiler. Diğer yatırımlar tam da batının yeni yapılandığı sektörleridir. Metalürji ve makina yapımcılığı yepyeni kılıklara girmiştir. Dünya piyasasına girmesine rağmen onun dalgalanmalarına gerekli titizliği göstermez. Planlarında uygun değişmeleri yapmaz.

Kapitalizme çok güvenir. IMF’nin kredilerine çok bel bağlar. Ekonomi kötüye gidip borçlar ödenmeyince IMF kredileri keser. Polonya kısa vadeli kredi bile alamaz hale gelir. Belki birkaç milyonluk yeni kredi gerçekten döviz getirici ihracat imkanı açacaktır. IMF’nin bindiği dalı kesmesi Gierek’te şaşkınlık yaratır. Gierek kapitalizmin abecesini bile dikkate almamıştır. Polonya dışarıya bağımlı bir kalkınma modelinin kurbanı olur.

Aşırılık

Gierek dönemi her yönüyle aşırılık dönemidir. Çeşitli şekillerde kendini gösterir. Aşırılıktır çünkü halk yıllardır kalkınmak için özveride bulunmakladır. Gierek yeniden büyük bir hamleye girişir. Ulusal gelirin büyük bir bölümünü tüketime değil, birikime yatırıma ayırır. Soluklanmamış halk yeniden koşturulur. “… 1961-70 ve 1971-80’i karşılaştırırsak tarıma ayrılan fon % 16,5’den % 15,7’ye; tüketime ayrılan yatırım (okullar, hastahaneler vb.) %28,3 den %23’e düşer. Öte yandan endüstriyel yatırıma ayrılan pay ise %7,8’den %41’e çıkar.” (Crisis İn The East Eoropean Economy, sayfa 34) Aşırılıktır çünkü halkın gücü kadar ekonominin alt yapı tesisleri de bu kadar yatırımı kaldırmaz. Enerji darboğazı başlar. Bu nedenle kömür çıkarımı hızlandırılır. Ama taşınması için olanaklar kıttır. Karayolları, demiryolları hınca hınç doludur. Kamyonlar ve vagonlar yetersizdir. Ayrıca bunların diğer bir nedeni de yatırımların mekan seçiminde yapılan yanlışlıklardır, inşaat sektörü bu kadar çok fabrikanın inşasının altından kalkamaz. Her yerde kapasiteler aşırı doludur. Ayrıca doğa koşullarındaki son kötülükler bu sıkıntıların tuzu biberi olur. Yoğun kar, taşımacılığı aksatır. Demiryolu ve karayolları çalışamaz hale gelir. 1975 yılında sosyalist sektörde tamamlanan yatırımların %37’sinin üretime geçişi belirlenen zamanın üstünde oldu. 1980’de bitenlerin %61’i planlanandan daha uzun süre aldı. (inşaatta %84) 1980’de ortalama üretime geçiş 5 aydı, yani 1975’e göre 3 kat fazladır. Endüstride ise 1976-80 arası bu dönem %21 artarak 47 aya çıktı.

Bitmeyen projelerle dondurulan kaynağın değeri 1980 yılında 821 milyar zlotidir. (1977 fiyatlarıyla) Yani aynı yıldaki toplam yatırımın 1,6 katıdır. Dondurulmuş kaynaklarda 60 milyar zlotilik makina ve alet vardı ve çoğu batıdan alınmış ama henüz üretime sokulmamıştı. Bütün bu projelere 100 milyar zloti ayrılmış, üretime geçmeleri için yan ekleri ile birlikle 1500 milyar zlotiye çıkması bekleniyordu. Bu projelerin bitimi 4-5 yıl olacaktı. Oysa sosyalist ülkelerde ortalama 1-2 yıldır. (ay. s. 31-2) Alt yapı tesislerinin yetmemesi ile döviz ödenerek alınan makinalar devreye sokulamamış ve ölü olarak elde kalmış, faizleri birikmiştir. Sermaye bir türlü döndürülememiştir. “Katowice çelik işletmeleri 1974’te 5 yıllık planın dışında başladı. Ekonomik olmamasına karşın Sovyet demir cevheri ithal edilecekti. Maliyet %50 arttı. 1980 yılında 8,8 milyar zlotilik kullanılmayan alet edevatı vardı. Projenin 2. etabı iptal edildi. (41) Massey-Ferguson-Perkins Ursus traktör ve dizel motorları tesisleri. Yeni 1974’e başlandı. 1980’de üretime geçecekti ve yılda 75.000 traktör, 15000 motor üretecekti. Üretim maliyeti düşünülenin %100 üstüne çıkmasına karşın 2000 traktör üretilebildi. Her bir traktör için 4000 dolarlık ithalat gerekiyordu. (111) Gierek’in özel önem verdiği projelerden olan Jelezansk’daki Berliet otobüs tesisleri. Fransız işbirliği ve lisansı ile yapılacaktı. 1980‘lerde 5000 üretilecek diye beklenirken 1000 taneyi bile bulmadı. Her bir otobüs için 6000 dolarlık ithalat gerekir hale geldi. Polonya eski ortağı Macaristan İkarus’larına başvurdu.

“Ayrıca Berliet otobüsleri Polonya iklim ve doğa koşullarına uygun değildi. (vı) Wlockawek’deki PVC tesisleri, İngiltere Petrocarbon Geliştirme şirketi ile ortaklaşa yapıldı. Lloyds Bankası finanse etti. 1975’de başlandı. Tesis bitirilemedi. (Buna benzer bir tesisi Macaristan 4 yılda inşa etmişti) ve gecikmeler zincirleme sonuçlara yol açtı. Örneğin Japonların inşa ettiği buna bağlı yeni Plock tesislerinin ürettiği ürünler kullanılamadı.” (ay. s.34-5) Bu tür örnekleri arttırmak mümkündür. Patent alımında da bir yığın yanlışlık yapılmıştır. “Alınan lisansların büyük bir çoğunluğu yanlıştı. (çoğu ağır sanayide) 428 lisansın %20’si hiç kullanılmadı: %55’i sadece plan döneminde kullanıldı; %10’unun ise iç alternatiflere bakılarak gereksiz olduğu düşünülüyor, kullanılan lisansların yarısının da ithalat ağırlıklı olduğu söyleniyor.” (ay. s. 34) Polonya yöneticileri hesapsız, plansız ithal yapmışlardır. İngiltere’den alınan bir dizi gemi (Polonya tersaneler ülkesidir) daha geri teknikli çıkmıştır.

Aşırılıklar tüm ekonomik göstergelerde kendini gösterir. Büyüme hızı giderek düşer. Bütçe açıklar verir. Dış borç büyür ve 1979’da 20,5 milyar doları bulur. Enflasyon ikili rakamlara tırmanır. Buna karşın yiyecek gibi çoğu maddeye zam yapılamaz. Sübvansiyonlar artar, yokluklar başlar.

Sanayi giderek daha çok dolarlık ithalat gerektirmektedir. Kıtlıklar artmakladır. Kıt olan mallarını yoksa dışarı ihraç edilecek yani döviz getirecekler mi ithal edilecektir. Bir yığın öncelikler listesi hazırlanır. Bu noktada parti kadrolarının çürümüşlüğü devreye girer. Herkes kendini kurtarma derdine düşer. Akılsız, rasyonel olmayan ithalat başlar. Aşırı depolamalar görülür. “Tüketiciler gibi firmalar da kıtlığı çekilen metalarda aşırı depolamalara gittiler. (Örneğin 1979’da meta envanterleri %7 arttı. Yani endüstriyel üretimden 4 kat daha fazla.) Envanter dağılımı kötü yapıldı. (1980 başında Planlama Komisyonu gizli depolamaları bulmak için 25 işletmeyi kontrole başladı.) Öte yandan çoğu sektör envanteri üretim yapmaya yetmiyordu. Kağıt, çelik, bakır plastik mukavva, kömür her şeyde kıtlık başladı.” (ay. s. 26) Artık ekonomi çığırından çıkmıştı. Kıtlığı çekilenler listesi uzadıkça uzuyordu. 1979 Mart’ında İç Ticaret Bakanlığı talebi karşılanamayan 280 ürün sıraladı ve ertesi yıl daha uzadı. Halk huzursuzluğu yanında, kıtlığın çeşitli zararlı yan etkileri vardır. Parasal önemler etkinliğin yitirir. Ayırımcı bir satış başlar ve elde edilebilecek her şeye saldırılır ve bu hem molaların etki dağılımına engel olur, hem de ziyana yol açar.

Sonuçta var olan metalar bile yoklar listesine girer. ‘Kara’ veya ‘gri’ pazar yayılır ve yoklar daha yüksek fiyatlara “tanıdıklar” yolu ile, rüşvet ile alınıp satılmaya başlar. Bu durumlarda el sanatları, bahçecilik, restoran gibi, inşaat ve araba tamirciliği gibi pazardan alınmış olan özel sektör devreye girer, “İkinci” ya da “paralel” bir ekonomi gelişir. Yetkililer bu ekonomiye, göz yumarlar çünkü gerçekle resmi ekonominin üstündeki yükü kaldırmaktadırlar (ay. s. 25) Tüm bu hesapsızlıkların, plansızlıkların sonucu ekonomi krize girer. 1981’de ulusal gelir %15 düşer, yani altı yıl öncesinin düzeyine iner. Tüketim malları üretimi %10 daha azalmıştır. Endüstriyel üretim dört yıl geri gitmiştir. Durum tarımda da aynıdır. Tahıl üretimi 1972’lerin düzeyindedir. Yani Polonya neredeyse bir on yıl geriye gitmiştir. Gierek’le yaşanan yıllarda hiç bir gelişme olmamış yerinde sayılmıştır. Yiyecek gibi çoğu temel ihtiyaçlar yoktur ya da çok kıttır. Elektriksizlik, hammaddesizlik nedeniyle fabrikalar birer beton ve makina yığını halindedirler. Her üç tane işletmeden biri çalışmamaktadır. Halk doğal olarak hoşnutsuzdur. Sokaklara dökülürler. Grevler, toplantılar, yürüyüşler başlar. İşçiler Dayanışma Sendikası içinde örgütlenmeye başlarlar. Üye sayısı on milyona çıkar. 25 milyon köylü de kır Dayanışmasında örgütlenir. Polonya derin bir politik sosyo-ekonomik kriz içindedir.

Güvensizlik

Gierek dönemi yolsuzlukların parti yöneticilerinin daçalı arabalı zenginliklerini 1980’lerde burjuva basınında okuduk. Parti ileri gelenlerinin bireysellikleri çürümüşlükleri, becerisizlikleri, ihmalleri uzun uzun anlatıldı. “1980 Mayıs’ında inşaat sektöründeki 84 işletmenin başkan ve başkan yardımcıları sorumluluklarındaki büyük ihmal yüzünden görevlerinden alındı; devlet ve kolektif çiftlik yöneticisi 61 kişi de işinden oldu; 1980 Ağustos’undan beri de birçok yönetici ve memur görevlerinden el çektirilmiştir. T. Grobski yönetimindeki özel bir komisyon 26.000 yanlış davranış devasını inceledi ve 12.000 tanesini daha açmaya değer buldu. 1981 Temmuz unda 500 kişinin yasa dışı özel konut ve villa inşa ettirdiğini tespit etti…” (ay. s. 35) Bu anlatılanlar kapitalist ülkede değil, sosyalist bir ülkededir. Bir Komünist partinin bu kadar çürümesi, çürüyebilmesi nasıl açıklanabilir? Nasıl bir parti kurulmuştur ki ülke bir uçurumun eşiğinde iken hatta uçuruma yuvarlanmışken partililer villalar inşa edebiliyor, arabaları ile keyif sürebiliyorlar? Lenin’in maşına yapılan ufak bir zamma nasıl karşı çıktığını bilmesi gereken bir sosyalist parti, nasıl onun ilkelerinden bu denli uzaklaşabiliyor? Bu, işçi sınıfının partisi olamaz. Bu parti işçi sınıfı adına davranamaz. Şimdiki yeni milyoner, fabrikatör başbakan R. Kowski şöyle anlatıyor: “Benim neslim hapishaneye girmeyi istemezdi. Ama şimdi bunu isteyen genç insanlar var. Sicillerine Komünist Parti tarafından hapse atıldıkları geçsin istiyorlar.” (New Times, Sayı 11, 1989) Partinin yetiştirdiği yeni nesil budur. Gençliğin sosyalizm, komünizmle ilgisi yoktur. Bir parti nasıl kendisini bu kadar aşındırabilmiştir? Yapılan yanlışlıkları yalnız Gierek dönemine bağlamak yanlıştır. Eskilerden alınan mirasın vardığı nokta olarak değerlendirmek gerekir. Adım adım bunun gelişip koyulaşmasını incelemeye çalışalım.

Stalin dönemi yalnız Sovyetlerde değil tüm sosyalist sistem içinde eleştiriliyor. O günlerin yanlışları ortaya dökülüyor. Saklananlar, üstü örtülenler boy boy anlatılıyor, basında işleniyor. İlk Polonya yöneticileri Moskova’ya davet edilip orada öldürtülüyorlar. Başa geçen yeni lider tam bir Stalin kopyacılığı yapıyor. Sosyalizm adına ama onunla ilgisi olmayan uygulamalar dönemi başlıyor. Sevilen bir halk dansı kapitalizm ürünü olduğu gerekçesi ile yasaklanıyor. Bunun halkın tepkisini almasından başka bir yararı yoktur. Tarih yeniden, çarpıtılarak yazılır. Gerçekler işe gelindiği gibi yorumlanır. Bütün bunların halkı kızdırması kaçınılmazdır. Muhalefet çok kötü şekilde bastırılır. Sibirya’ya sürgüne gönderilenlerin sayısı az değildir. Bir terör havası estirilir. Bunları nasıl açıklamalıdır? Bizce korkudur. Parti halktan koptukça ondan korkmaktadır. Kendisine güveni yoktur. Stalin döneminin en kötü yanları yeni kurulan bu partinin içine girmiştir. Halk Parti’den koptukça onu saflara çekmenin yolu, verilecek bir takım ayrıcalıklarda bulunur. Bizim anladığımız anlamda Leninist bir partiden çok ayrıcalıklar partisi oluşur. Parti üyesi olmak demek bir takım olanaklara sahip olmak demektir. Partiye bileğinin hakkına gerçekten iş yapacaklar girmez. Yakını olanlar sanki bal yalamak için üye alınırlar. Polonya’da böyle olmuştur. Macaristan’da böyle olmuştur.

Sosyalizm işçi sınıfı iktidarı olduğuna, olması gerektiğine göre bir şekilde işçinin iktidarla kaynaşması gerekir. Sovyetlerde bunun örneği işçi konseylerdir. İşçi, fabrikalarda, kolektiflerde işçi konseylerine seçilecek ve işletmesini denetleyecektir.

Stalinci iktidar döneminde bu konseyler kurulamamıştır. Gomulko bunları kurmak vaadi ile gelir. Ama 2 yıl sonra bu işten vazgeçilir. Parti onun denetimine razı olmaz. Kendisini onun üstünde görür. Gierek yine aynı parolalarla gelir. İşçi Konseyleri seçilecek, onların yönetime katılması sağlanacaktır. Ama Polonya’nın en aşırı kalkınma dönemi 1975’lerde seçimler gene ileri bir tarihe atılır. Halk ucuz ucuz yiyecek, işçiler yönetime karışmayacaktır. Parti onları yönetecektir. O, işçilerden daha iyi her şeyi bilebilir. İşçiler koca devlet işinden ne anlasınlardır. İşçi konseyleri bir yana fabrika yöneticilerinin bile işletme konusunda karar verme yetkisi yoktur. Seçildikten sonra bile kendilerine güvenilmez. Çifte kontrol edilirler, hem çeşitli hükümet kontrol mekanizmaları vardır hem de bölge parti yöneticisi tarafından denetlenirler. Hükümetten gelen bir kota vardır. Fabrika bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Diyelim bu durumda müdür bunu gerçekleştirme biçimi konusunda serbesttir. Kendi bilgi ve deneyini kullanma yetkisine sahiptir. Ama gerçeklik bu olmaz. Bölge parti yetkilisi fabrika müdürünün yaptıklarını sürekli denetler. Ve ona kendi işine geldiği gibi direktifler vermede özgürdür. Genellikle yukarıda anlatılan parti teşkilatı yapısı nedeniyle çürümüş partililer kendi çıkarlarını göz önünde tutarlar. Genellikle sorumlu oldukları konuda yetkin değillerdir. Partililerin yetkileri vardır ama sorumlulukları yoktur. Eğer ki önerdikleri şekilde davranılmazsa müdürü görevden aldırtırlar. Eğer istediklerinde başarılı olunmazsa taşıdıkları bir sorumluluk yoktur. Yine işinden olan müdürdür. Bu durumda müdürlerin sorumlulukları vardır ama karar yetkileri yoktur. Sonuçta girişimcilik olur ve ekonomi gerçekten işi bilen değil bilmeyenlerin elindedir. Kemikleşme başlar, önemli olan beceriklilik, yetenek değil kulluk edebilmektir. Sosyalizm iktidara geldiğinde elindeki en büyük zenginlik insan kaynağıdır. Kaynağı değerlendirmek başlıca görevi olmalıdır. Halkı kendi saflarına çekmek için yoğun bir propaganda olanağı vardır. Kapitalizmin yıllardır çarpıttığı gerçekler bir bir anlatılmalıdır. Halk sosyalist bir eğilime tabi tutulmalıdır.

Oysa Polonya Birleşik İşçi Partisi bu olanaklarını değerlendirmeyi beceremez. Sosyalist sistem içinde sosyal harcamaları en düşük olan ülkedir. Sosyal harcamalara çok az kaynak ayrılmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin kalitesi çok düşüktür. Boş vakit olanakları, kültürel, sportif ve dinlenme, tatil yapma tesis ve imkanları çok dardır. Halk bu tür sosyal olanaklardan pek yararlanamamıştır. Öte yandan bir iş yapmanın tatmini ve mutluğu da pek yaşanmamıştır. Bütün bu olumsuzlukları katlanmak için dine sarılması, bugün bulamadığı mutluluğu yarın, öbür dünyada araması kaçınılmaz olmuştur.

Sosyalist Yenilenme

1980 yılından beri Polonya krizden çıkmaya çalışıyor. İlk alınan önlemler sosyalizmin kemer sıkması olarak değerlendirilebilir. Yatırımlar kısılmıştır. Enflasyon aşağıya çekilmeye çalışılmıştır. Ücretlerdeki kaba eşitçilik giderilmeye çalışılmaktadır. Gerçekten çalışana, üretime yaptığı katkıya göre bir ücret ödemenin adımları atılmaktadır. Yiyecek maddeleri gerçek fiyatlarını bulurken diğer yandan da ücretlere yapılacak zamlar belirli ilkelere bağlanmaktadır. Bunların ekonomiyi bir düzlüğe çıkarttığı pek söylenemez. “Kamuoyuna araştırma merkezinin açıklamalarına göre her dört Polonyalıdan biri açlık çizgisinin altında yaşamaktadır. Kıdemli Polonya gözlemcileri sekiz yıllık ekonomik reformun neden bir sonuç vermediğini ve neden acil çözümler vadeden girişimlerin halkın huzursuzluğunu ve hoşnutsuzluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramadığını anlıyorlar.” (New Times sayı 11, 1989, sayfa 3) Görüldüğü gibi pek istenilen düzlüğe çıkılmamıştır. Halk bir türlü mutlu edilmemektedir. Polonya sorunlarını çözmek açısından daha derin önlemlere ihtiyaç duymaktadır. Polonya’da henüz yaratacağı sonuçlar belli olmayan yeni reformları sosyo-politik ve ekonomik olarak iki alanda incelemek mümkündür.

a) Ekonomik Reformlar

Ekonomik reformun özü pazar ekonomisine geçiştir. Buna merkezi planlamanın gevşemesi de diyebiliriz. Devletin elindeki işletmeler yeni üç ilke ile yönetilecekler. Öz yönetim, öz kaynak, bağımsızlık, her işletme ne yapacağına kendisi karar verecek. Kapitalizmde olduğu gibi kar edemeyen işletme kapanacak, işçilerine maaş ödemek için devlete el açmayacak.

Şimdiye kadar sosyalizm milli değerleri ziyan etmemekle övünüyordu. Bir fabrikanın kapitalizmdeki gibi kapatılması onun merkezi planlamasının üstünlüğü olarak değerlendiriliyordu. Böylece sosyalizm bu ilkesinden vazgeçiyor. Yılların deneyimi sosyalizmi şimdi bu noktaya getirdi. Zarar eden işletmenin kapatılmaması daha fazla yük oluyor. Şimdiye kadarki merkezi planlama işletmeleri verimsiz hantal hale getirdi. Şimdi bunlara bazı haklar verilerek bu hantallıklarından kurtulmaya çalışılıyor. Pazar ekonomisi koşullarında bir rekabet yaratarak ekonomiyi canlandırmak, özel girişime olanak tanımak.

İşletmelere verilen bağımsızlık grevlere, toplu sözleşmelere de yenilik kazandırıyor. Devlet işveren olmaktan büyük ölçüde çıkıyor. “Devlet artık grev anlaşmalarıyla ilgilenmiyor. Bu fabrika yöneticisinin görevi oldu, işçi Konseyleri paralarını istedikleri gibi harcayabilirler. isterlerse üretimi arttırırlar isterlerse ücretlere zam yaparlar.” (ay. s. 3) işletmeler istedikleri zaman kredi de alabilirler. Bir yığın yeni banka kuruldu. Örneğin Sovyetlerde çeşitli amaçlarla toplanmakta olan fonlardan birer banka kuruluyor. Böylece paralar boş durmayacak. Ekonomiyi canlandırıcı işe yarayacak. Polonya’da da böyle devletten bağımsız bankalar var. Para bulmanın diğer bir yolu kapitalizmdeki gibi hisse senetleri çıkartmak. Polonya bu konuda diğer sosyalist ülkelerden daha ileride, örneğin Sovyetlerde bir fabrikanın hissesine sahip olabilmek için orada en az on yıldır çalışıyor olmak şartı var. Hisse senetleri miras olarak evlatlara geçebilecek. Polonya’da hisse senedi alabilmek için orada çalışma koşulu yok.

Ayrıca isteyen istediği kadar alabilir. Şimdiye kadar özel bir işletmenin yanında çalıştırabileceği, ya da kapitalizm koşullarında emeğini sömürebileceği sayı 50 ile belirlenmişti. Şimdi bu tavan kalktı, isteyen istediği kadar emek kiralayabilecek. Oysa Sovyetler Birliği’nde sadece aile fertleri çalıştırılabiliyor. Özel işletme açılabilecek alanlarda bir sınır var. Maden çıkarımı, silah üretimi, zehirli maddeler ve içki üretimi devletin tekelinde kalacak, özel sektör eczane açamayacak, kamu taşımacılığı yapamayacak. Bu yasa çıkar çıkmaz iki ay içinde 10.000 kişinin izin için müracaat ettiği bildiriliyor. Şimdi özel sektöre büyük olanaklar tanınıyor. Yasa ile tam bir rekabet, yüksek verimlilik ve karlılık ön plana geçiyor. Sosyalist rekabet kurulamadığına göre atıllıktan kurtulmak için kapitalist rekabet koşulları yaratılmaya çalışıyor. Sosyalizmin çıkarının karlılık olduğu vurgulanıyor.

“Şimdiki iktidarın en büyük amacı para kazanmaktır.” diyor yeni başbakan yardımcısı I. Sekula. (ay)

“Yasa hükümetin ekonomik sorunlarla doğrudan ilgilenmesini en aza indiriyor… Yine de hükümet vergilendirme, gelirler ve günlük vergileri gibi yetkileri sahip. Dünya deneyi göstermiştir ki bunlar ekonomik konularda öncelik belirlemeye yetmektedir… Dış ticaret devletin tekelinde değildir artık. O, sadece stratejik hammadde ithal konusuyla ilgilenir… Diğerleri kazandıkları dolarları isledikleri gibi harcayabilen şirketlerce yapılacaktır.” (ay) Devlet merkezi planlamadan ve kontrolden büyük ölçüde vazgeçtiğine göre ne yapacaktır? Başbakan Yardımcısı devam ediyor: “Onlardan (özel sektör bn.) sosyal konularla, spor, kültür, mesleki eğitimle ilgilenmelerini istemiyoruz.” (ay) Devlet eskisi gibi bedava sağlık ve eğitim olanakları tanıyamayacak, sosyal yardımları kısacak. Sosyal konular yanında temel enerji yatırımlarını üstlenecek. Alt yapı tesislerini kuracak, geliştirecek. Dış politikadan sorumlu olacak. Açıkçası artık devlet bir yardım kurumu olmaktan çıkarılıp ülkenin kalkınmasına hizmet edecek.

b) Politik Reform: Çoğulculuk

Sosyalizmde tek parti olgusu Sovyetler Birliği’nin tarihinden gelen bir özelliktir. Devrim öncesi yükselen sınıf savaşı var olan partileri yıpratmıştır. Devrim sonunda tüm halkın özlemleri tek partide bütünleşmiştir. Ancak çoğu sosyalist ülkede olaylar tek partiliğe doğru kaymıştır. Polonya’da yıllardır iktidar üç parti koalisyonu ile yürütülür. Bu anlamda “çoğulculuk” Polonya için yeni bir gelişme değildir. Koalisyonu Sosyalist Birleşik İşçi Partisi ile bütünleşen Birleşik Köylü Partisi ve Demokratik Parti oluştururlar. Öte yandan 1979’lardan beri varlığı yadsınamayan Dayanışma Sendikası ve kırlardaki kolu Köylü Dayanışması vardır. Hangi Polonyalıya isterseniz sorun; Glasnost’un ülkelerinde çoktan beri var olduğunu söylerler. Ülkelerini diğer sosyalist ülkelerden örneğin bir Çekoslovakya’dan ya da Bulgaristan’dan farklı bulurlar. Polonyalılar bol bol konuşan, tartışmadan başka bir şey yapmayan, dilediklerini söyleyen insanlar olarak tanınırlar.

Peki, böyle bir ülkede “çoğulculuğun” şimdi aldığı biçim nedir? Birleşik Köylü Partisi liderinin sözlerine kulak verelim: “Çok uzun süre destekleme rolünü üstlendik. (İktidarın sürdürdüğü ekonomi-politikalar kastediliyor, bn.) liderlik eden tarafın programlarını körü körüne uyguladılar ve işte bu yüzden şimdi bu anaforda kaybolmak istemiyorlarsa yüzmesini öğrenmek zorundalar. Partiler yeni çekici programlar ve eylem biçimleri çizmelidirler.”(New Times sayı 20, sayfa 32) Şimdiye kadar koalisyon bir görüntüden öteye geçememiştir. Partiler seçmenlerinin özlemlerini dile getirememişlerdir. Görüldüğü gibi komünist partinin gölgesi altında sözde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Gerçek “çoğulculuk” şimdi başlamaktadır. Köylü Dayanışmanın böyle bir köylü partisinin varlığına rağmen, varlığı olsa olsa, böyle açıklanabilir.

Birleşik Köylü Partisi şimdi programında özyönetim, demokrasi, parlemanterizm ve totaliterliğe ve aşırılığa karşı olmak savunulur. Bugün saflarında üçte ikisi köylü 500.000 üyesi vardır. Karne uygulamasına ve tekelciliğe karşıdır. Tarım ürünlerinin serbest piyasada kendi değerlerini bulmasını savunur. Yani kapitalist pazar koşullan yaratılmasını ister. Üyelerinin bir kısmı aynı zamanda Kır Dayanışmasına da kayıtlıdır. Daha küçük ortak Demokratik Parti “özel mülkiyetin gelişimi ve mülkiyet biçiminde eşitlik fikrini savunur… Entellektüeller, zanaatkarlar ve özel mülk sahiplerinin partisidir… Son yıllarda yığınla gencin katılması ile üyesi 145.000’e çıkmıştır. Ve bu gençler merkez komiteye girip yeni kan getirmişlerdir.” (ay)

Yeni parti başkanı Jerzy Jozwıak partisini şöyle anlatıyor: “Entellektüeller sosyal görevlerini yerine getirmek için maddi olanaklara ihtiyaç duyarlar. Bir entelleklüel işçiden daha kötü koşullarda yaşamamalıdır. Özel sektöründe desteklenmesi gerekliğine inanıyoruz, özel ticaret taşımacılık ve zanaatlar olmalıdır. Sosyalist sektör ulusal ekonomiyi yönlendirmeye devan edecektir. Ancak en küçük işletmelerin bile devletin eline geçip kontrolü altına girmesi bize göre yanlıştır. Özel işletmeler çok verimlidirler. Aynı zamanda devlet onlarla ilgili bir dizi sorundan kurtulur ve kendi işinle daha iyi uğraşabilir. Marksizm-Leninizm için bir tehlike yoktur. Bugün özel sektör GSMH’nın anca %6’sını üretir, bence bu rakam %15-120’e çıkmalıdır. O zaman gerçek rekabet başlayacaktır ve reform başarılı olacaktır.” (ay.) Şimdilik hükümetin başkanı bir fabrika sahibi milyarder? Bu görevi üstlenirken bütün ilişkisini kesmiş. Hükümetle tarımla ilgili bakanlıklar, Birleşik Köylü Partisinin, Çevre Koruma Bakanlığı da aynı partinin üyesinde. Demokratik Partiden bir tane bakan var. Seçimlerden sonra daha geniş tabanlı yeni bir hükümet kurulacak. Birleşik İşçi Partisi hükümetteki tekliğini kaybetmiştir daha da kaybedecek. Parti yöneticileri, ileri gelenleri ülke idaresindeki, ekonomideki birçok görevden de ayrılacaklar. “900.000 Polonya Birleşik İşçi Partisi (PBİP) üyesi ülke işinde, çeşitli düzeylerde idareci olarak çalışıyor. Bu parti üyelerinin yarısı patron demektir. Bütün bu yıllar boyunca PBİP’i ülkenin tek patronu oldu. Meslek edinmek isteyen herkes bir üye kartı elde etmenin yoluna bakıyordu. Şimdi bunların üçte biri görevlerini diğer partililere devredecekler. Yani artık rekabet olacak.” (New Times, sayı 11, sayfa 34, 1989) Yeni yasa hükümetin PBİP ile olan ilişkilerini de değiştiriyor. “Şimdiye kadar hükümet en ufak ayrıntısına kadar Polit Büro kararlarını uyguladı, çünkü onun dediklerinden çıkılmazdı. Artık Polit Büro her dört ayda bir ekonomik durumu değerlendirecek ama ona ilişkin bir karar almayacak. O ekonomik kararların sosyal açısıyla ilgilenecek.” diye açıklıyor başbakan. (ay)

Polonya’da reforma kadar tek bir meclis vardı. Şimdi sayısı ikiye çıkarıldı. Bir halk meclisi var. Buna SEJM deniliyor. Diğeri senato. Bu seçimlerde iktidar ortaklarının %65’lık bir kontenjanı var.

Muhalefetin ya da Dayanışmanın ise %35. Ne olursa olsun iktidar bu seçimlerin böyle olması için Dayanışma ile anlaştı. Ancak 4 yıl sonraki seçimlerde bu kontenjan kalkacak. İşte o zaman herkesin boyu onaya çıkacak. Senato seçimlerinin böyle bir kısıtlama, kontenjanı yok. Meclisin kabul ettiği yasaları engellemekten başka büyük bir görevi de yok. Görüldüğü gibi PBİP birçok eski haklarından, görevlerinden arındırılmıştır. Devletin ve ülkenin yöneliminde söz hakkı aza indirilmiştir. “Tarih ve geçmiş krizlerin mirasını üstlendiğimizden bize duyulan güven sınırlıdır. Geçmişi eleştiriyoruz ama bizi sıkıştırmaya devam ediyor ve bizden önce olanların sorumluluğunu taşımaya zorlanıyoruz. Gerekli gördüğümüz şekilde davranmak için elimiz kolumuz bağlı olmasaydı ülkeyi daha ileri götürürdük. Her yandan gelen direnç bizi biraz durmaya ve idare edici kararlar almaya zorluyor.” diyor Parti başkanı Jaruzelski. (New Times, sayı 20, 1989, sayfa 31) PBİP şimdi eski yanlışlıkların bedelini ödüyor. Hem de çok acı ödüyor. Peki parti konumunu koruyabilecek mi? Yine Jaruzelski’ye kulak verelim: “Bu süreçte eğer ki Parti sosyal yenilenmeye öncülük edebilirse konumunu korur. Muhalefetin taleplerinin temelde sosyalist olması önemlidir. Dayanışma bazı açılardan partinin kendisinden daha sol bir harekettir. O sosyal adalet istiyor, kamuoyunda sosyalizmin temel ilkeleri derinden yara aldığı için böyle olabiliyor.” (ay.) Şimdi PBİP’nin iktidarda kalabilmek için yasalarla sağlanmış bir garantisi yoktur. Yıllardır yitirdiği güveni kazanabilirse iktidarda kalabilir. Bunun için çokta zamanı yoktur. Bunu herkes de bilmekledir.

Sonuç

Polonya yarım yüzyıldır sosyalist bir ülkedir. Yürürlüğe geçen yeni reformlara baktığımızda ise bu zaman dilimi yaşanmamış gibidir. Sosyo-ekonomik, politik kararlar 1980’lerde demokratik bir devrim yaşanmış izlemini vermektedir. Bunun nedeni özelde Polonya Birleşik İşçi Partisinin genelde ise sosyalist sistemin yanlışlıklarından kaynaklanır. O kadar uzun süre ve o kadar derin hatalar yapılmıştır ki, Polonya’da yaşanmış sosyalist süreç adeta yaşanmamış hale gelmiştir. Elbette tarih iki kez yaşanmaz. Polonya şimdi geriye dönüp özel sektörü kurmaya çalışıyor.

Sosyalizm kapitalist üretim ilişkilerinin üstünde yükselecektir. Kapitalizmin öğreteceği şeyler vardır. Onun yarattığı zenginlik tek tek bireylerin olmaktan çıkıp tüm halkın zenginliği haline, gelecektir. Polonya en baştan zaten az olan bu zenginliği köklerini çabuk kazımıştır. Kendi gücünü abarta abarta bu hallere gelmiştir. Esas zenginliği olan halkını ise tam zıttı bir şekilde küçültmüştür. Yapılan yanlışlıkların bedeli acıdır ama ödenmek zorundadır. Polonya derin hem sosyo-ekonomik hem de politik bir krize girebilir. Hiç şüphesiz dünya devrimci hareketi ve dünya halkları bundan zarar görecektir.