TOPLUMSAL HAREKETLER VE İLERİCİ HÜKÜMETLER: LATİN AMERİKA’DA YENİ İLİŞKİ KURMA – MARTA HARNECKER
Yol, Bahar 2016
(Bu yazı ilk olarak İspanyol web sitesi rebelion.org’da 2015 Eylül tarihinde yayınlandı. Yazar katkıları için Fred Fuentes ve Sid Shniad’a teşekkür eder. Richard Fielder yazıyı İspanyolcadan İngilizceye çevirdi. Ayşe Tansever de bu İngilizce çevirisinden dilimize çevirdi.)
Son yıllarda birçok Latin Amerika ülkesinde umut veren ilerici hükümetlere karşı yeni sosyal hareketlerin rolü üzerinde büyük tartışmalar başladı. Bu konuya geçmeden önce bazı fikriler geliştirmek istiyorum.
Latin Amerika’da 1980 ve 1990 yılları bazı açılardan yirminci yüzyılın başlarında devrim öncesi Rusya deneyleriyle karşılaştırılabilir. Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalistlerin Rusya’ya verdiği yıkım ve dehşet yeni liberalizmin Latin Amerika’ya verdiği yıkım ve dehşet arasında paralellikler vardır: Daha fazla açlık ve sefalet, zenginliğin giderek artan eşitsiz dağılımı, işsizlik, doğanın tahribi, bağımsızlığın yok olması.
Bu koşullarda bölge insanlarının birçoğu “yeter” dedi ve ilk önce karşı direnişe sonra da saldırıya geçtiler. Sonuçta solun ya da merkez solun başkan adayları zafer kazanmaya başladılar ama bu kez şu seçenekle karşılaştılar: Ya yeni liberal modeli ya da insan gelişimi ve dayanışma mantığı çerçevesinde alternatif bir proje yürüteceklerdi.
Neoliberalizme Karşı Toplumsal Hareketler
Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Sovyet sosyalizminin yenilgisi bu modelden esinlenen sol partiler ve sosyal örgütleri ciddi zayıflattı. Neoliberalizmin yol açtığı daha da büyük bir sosyal parçalanmanın arkasından sendikalar da zor durumda kaldılar. Bu durumda neoliberalizme karşı mücadelenin ön saflarına bir ülkeden diğerine büyük farklılık gösterse de geleneksel partiler yerine yeni sosyal hareketler yükseldi.1
Bazı durumlarda, bu yeni hareketler kendi yerellerinde neoliberal önlemlere direnirken diğerlerinde cinsiyet, insan hakları ya da çevresel konular çerçevesinde geliştiler. Birçoğu mücadelelerini yerel konulardan ulusal konulara yükselterek hem mücadelelerini hem taleplerini zenginleştirmekle kalmadılar aynı sistem içinde acı çeken daha farklı sosyal kesimlerden destek aldılar.
Bu gelişim ilk olarak Amerika’nın işgalinin 500. yıldönümü kampanyasında da yerli, zenci ve halk direnişi ile başladı. İlk bu kampanya ile horizontalizm, otonomi, cins ayrımcılığı bilinci ve “çeşitlilik içinde beraberlik” ilkeleri dahilinde çeşitli örgütlerin bir araya geldiği önemli bir birliktelik ortaya çıktı. Böylece ulusal ve uluslararası gündem belirlemede sosyal koordinatör görevini gören CLOC-Via Campesina gibi örgütlenme doğdu.2
Örneğin özellikle Brezilya ve Ekvador’da başarılı olan Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesine (FTAA), karşı kampanya böyle bir gündemdi. Sonucunda da ABD politikası 2005 yılında Mar del Plata de Amerikan Devletleri Örgütü zirvesinde bölgedeki ilk tarihi yenilgisini aldı. O zamandan beri bölgesel bütünleşme artık sadece hükümetlerin değil aynı zamanda kitlelerin de sorunu haline gelmiştir.
Bazı istisnalar olsa bile son yıllarda esnek çalışma koşulları, taşeronluk ve diğer neoliberal önlemlerle yoka çevrilmiş geleneksel işçi hareketi Latin Amerika siyaset sahnesinde önemli eksik bir unsurdur. Bazı durumlarda işçi hareketi geniş halk eylemlerine katılsa bile mücadelenin ön saflarında değildir.
Yeni toplumsal hareketler genellikle siyaset ve siyasetçileri reddetme ile başlasa bile mücadele geliştikçe çoğu yavaş yavaş tek konu üzerinde yoğunlaşan bir protestodan kurulu düzenin sorgulanmasına doğru politikleşir. Ekvador’da Pachakutik ve Bolivya da MAS-IPSP de görüldüğü gibi kendi politik kurumlarını kurma ihtiyacını duymaya başlarlar.3
Bu kitle mücadelelerinden çıkarılacak birçok ders vardır ama en önemlisi en geniş katılımı sağlamak için somut projeler etrafında dayanışmanın, hatta başka gelenek ve politikalara sahip guruplar ile ortak bir anlayış belirlemenin önemli bir strateji olduğu anlaşılmıştır. Bu sosyal hareketlilikten ilerici hükümetler çıkmasa bile mücadeleler önemli etki yaratıyorlar çünkü mücadele sürecinde perspektifler genişliyor ve katılanların bilincinde politik olgunluk gelişiyor.
Sosyalizm Yolu – Zor Ama İmkansız Değildir
Yukarıda değindiğimiz gibi, neoliberalizmin zorluklarıyla karşı karşıya kalan bazı Latin Amerika iktidarları alternatif bir toplum yaratma yolunu seçme kararı verdiler. Buna farklı isimler verilmiştir: 21. yy sosyalizmi, Komünter sosyalizm, Buen Vivir (İyi Yaşam), dolu dolu yaşam toplumu (Ant Dağlarında bir yerli dili Kichwa’ya bağlı Sumak Kawsay dilinden). Her biri tepeden dayatılmayan, halkların kendi kurduğu bir toplum yapısı öngörürler.
Bu hareketlerin önünde duran en büyük zorluk sadece iktidarı ele geçirdikleri halde sosyalizm yolunda ilerlemektir. Bu strateji geleneksel olarak burjuva devletini yok etmeyi öngören 20. yy sosyalizminin klasik Marksist görüşünden farklıdır. İç savaş ya da emperyalist savaşlardan doğan bu devrimler yalnız iktidarı ele geçirmediler aynı zamanda devraldıkları tüm iktidar kurumlarını da yok ettiler. O nedenle solun bazı kesimlerinin günümüz koşullarında ne yapacağını şaşırmasını anlamak zor değildir.
Ayrıca, seçimler kazanıldığında devletin sadece bir kısmı ele geçirilmiş olur. Genellikle en başta parlamento ya da yargı sistemi denetim altına alınmadan yürütme gücü ele geçiriliyor. Ayrıca finans, medya, ordu gibi diğer kapitalist ağırlıklı kurumlar ellenmemiş durumda kalıyorlar. O zaman sorun bu diğer iktidar alanlarının nasıl ele geçirileceği, bu değişim projesine nasıl daha çok insan kazanılacağı ve her atılan adıma halkların katılımının nasıl sağlanacağıdır.
Bu koşullar altında sosyalizme doğru ilerlemek bir dizi sorun yaratır. Ekonomik koşulların onları bir süre daha kapitalist üretim biçimi altında bir arada yaşamayı gerektirdiğini bilen ilerici hükümetler ülkenin geri kalmışlığına meydan okumak zorundadırlar. Ayrıca bu işe, devraldıkları ama sosyalizm yolunda her türlü eyleme düşman, kapitalizm için şekillenmiş bir devlet yapısı ile başlayacaklardır.
Ancak, sol birçok kesiminin düşüncesinin aksine, devrimci kadroların devlet yapısını ele geçirdikten sonra güçlerini yeni kurumların ve politik sistemin temellerinin kurulması doğrultusunda kullanabileceğini pratik göstermiştir. Her şeyden önce halkı kazanmak için alan yaratmaya ve onları yaşamlarının her kesiminde iktidar olmaya hazırlamaya başlayabilirler.
Ama tarih cennetin bir fırtına ile ele geçirilemeyeceğini, kapitalizmden kurmak istediğimiz yeni topluma yolculuğun uzun bir zaman dilimi gerektirdiğini gösterdi. Chavez gibi kimileri bunun on yıllar, Samir Amin ve Alvaro Garcia Linera gibi diğerleri yüzyıllar alacağını ve benim gibi başkaları da sosyalizmi sadece ulaşılması hedeflenen ama hiç bir zaman tam olarak varamayacağımız bir hedef olarak görürler. Bu göründüğü kadar kötümser bir bakış değildir. Aksine bu ütopik hedef, eğer özenle tanımlanır ise yolumuzu aydınlatmaya ve mücadele kararlılığımızı güçlendirmeye yardımcı olur ve ne kadar sınırlı olursa olsun her attığımız adım bizi bu ufka biraz daha yaklaştırır.
Latin Amerika’da benim “sosyalizme doğru geçiş” dediğim tarihsel bir dönemde yaşıyoruz. Ancak, hedefimiz aynı olabilir ama bu geçiş sürecinde kullanılan biçim ve yöntemler, her ülkenin özel koşullarına uyarlanmalıdır. Bu sadece her ülkenin ekonomik özelliklerine değil, aynı zamanda sınıf ve siyasi güçlerin mevcut yapılanmasına bağlı olarak yapılmalıdır. Mevcut kurumlar altında sosyalizmi kurma stratejisi sadece uzun değil aynı zamanda çok zor ve meydan okumalarla dolu bir süreçtir. İlerleme kesintisiz dümdüz olacağa benzemiyor. Geri çekilmeler ve yanlışlıklar da yaşanacaktır.
Başkanlık seçimlerini kazanınca büyük bir muharebe kazanıyoruz ama asıl savaşın daha bitmediğinin bilincini taşımalıyız. Kurumlar aracılığıyla savaşı kazanma önemli bir ulusal çoğunluğun sağlanmasını gerektirir. Demokratik olarak yeni bir topluma ancak böyle bir çoğunlukla ilerlenebilir. Bu doğrultuda sadece devrimci kesimlerin birliği yetmez aynı zamanda dayanışma ve sosyal adalete kendini adayan bir gündemi paylaşan tüm kesimlerin katılımı gereklidir. Yani yalnız politik ve sosyal solu değil aynı zamanda merkezi hatta halk projesi ile işbirliği yapmaya istekli iş çevrelerine de çağrı yapmalıyız.
Aynı zamanda, eski egemen elitlerin ancak işlerine geldiğinde oyunun kurallarına saygılı olacaklarını unutmamalıyız. Eğer sol iktidar onların politikalarını uygular ve krizi çözme ile kendini sınırlandırırsa o zaman sol iktidara hoşgörü gösterir hatta tercih bile edebilirler. Elitler, kendi ekonomik çıkarlarına meydan okuyan her türden derin demokratik ve halkçı dönüşüm programlarını yasal ya da yasadışı yollarla her zaman engellemeye çalışacaklardır. Sonuçta, sosyalizm yoluna çomak sokmaya yönelik elit manevralarına her zaman meydan okuyup yenmeye hazırlıklı olmalıyız. Bu taktiklerden biri içten yıkmak için ilerici hükümetlere sızmak olacaktır. Diğeri, Şili Allende döneminde bakır madeni ve taşıma endüstrisi işçileriyle yaptıkları gibi, bazı sektörlerde işçi önderlerini kazanarak hükümetin zayıflıklarını ve hatalarını sömürmektir.
Ne yazık ki, ilerici hükümetler genellikle sadece elit engellemelerine karşı değil sürecin karmaşıklığını kavramayan, her türden taktik esnekliğe karşı duran ve derin sosyal değişikliklerin yeterince hızlı yapılmadığı savıyla sanki asıl düşman elitler değil de onlarmış gibi davranan solun saldırılarına karşı da kendilerini savunma durumunda kalıyorlar.
Politik eğilimleri ne olursa olsun sendikalar ve toplumsal hareketler de iktidara karşı aynı inatçı duruşu benimseme eğilimindedir. İçgüdüsel muhalefetin miras aldıkları bunun gibi tüm hükümetlere hatta ilerici olanlara bile karşı durma tutumlarının üstesinden gelmenin yollarını bulmalıyız. En az bunlar kadar önemli diğer tehlike de hükümetlerin meşru kalmak uğruna muhalefetin süregelen saldırıları karşısında sık sık seçim gündemlerine sadık kalma zorunluluğudur. Bu gündem, genellikle katılımcı demokrasi inşası ile sık sık çatışır ve seçim kampanyalarına alan açmak halk iktidarını zayıflatır hatta felç eder. Oysa politik tempo ile demokratik süreç arasındaki çelişkileri çözmek kolay değildir. Venezüella ve Ekvador da olduğu gibi uzun süreli yasa ve yöntem tartışmaları değişim sürecinin geleceğini gereksiz yere tehlikeye sokabilir.
Böylece, devrimci liderler miras aldıkları güçleri değiştirmek ve yeni kurumlar kurmak için devlet yapısını kullanmak zorunda olmanın yanında yollarındaki tüm engeller ve sınırlamaları halklara anlatma sorumluluğunu da almak durumundadırlar. Buna ben “sınırların pedagojisi” (pedagogy of limitations) diyorum. Bu tür zorlukları halklara açık yürekle anlatmanın onların cesaretini kıracağı ve coşkularını düşüreceği sanılır ama aslında bu sosyalist hedeflerinden vazgeçmeden halkların içinden geçtikleri süreci anlamalarına ve taleplerini yumuşatmalarına yardımcı olur.
Bu mesajların karşı tarafa geçirildiğinden emin olmak için sınırların pedagojisi halk mobilizasyonu ve yaratıcılığı ile bir arada yürümelidir. Solun halk örgütlenmelerinin manipüle edilebileceği ve bunların sadece parti ya da iktidar hattının üretim kayışları olduğunu sanma eğilimi taşıdığını unutmayalım. Ortodoks Marksist-Leninist sol bu fikri Rus Devrimi’nin başında Lenin’in savunduğu sendikaların rolü tezinden alırlar. O zamanlar işçi sınıfı, öncü parti ve devlet arasında çok yakın bir ilişki olduğu sanılıyordu. Lenin’i böyle, tarihsel sürece bakmadan tam olarak okumayanlar Rus liderin hayatının son yıllarında Yeni Ekonomik Politika (NEP) döneminde bu kavramı terk ettiğini unuturlar. Lenin işçiler ve devlet işletmeleri yöneticileri arasındaki olası çelişkilerin işçi hareketine getirebileceği kötü sonuçları önceden gördü. O nedenle proletarya devleti altında bile sendikaların işçi sınıfı çıkarlarını işverenlere karşı korumak için gerekirse bürokratik sapmalara karşı grevi bir silah olarak kullanabileceklerini savundu.4
Derin politik sonuçları olan bu değişiklik, Marksist-Leninist partiler tarafından büyük ölçüde gözden kaçırıldı ve çok yakın zamanlara kadar partiler ve sosyal örgütler arasındaki ilişkinin üretim kayışı kavramı ile belirlenmesi katı Leninist bir tez olarak değerlendirildi. Leninistler ilk önce sendikal hareket sonra sosyal hareketlerde liderlik, sorumluluklar ve mücadele platformunun yani kısaca her şeyin parti liderliğince belirlenecek konular olduğunu sandılar. Sonra tutulacak yol olarak parti önderliğinin kararları, sosyal hareketlerin kendilerini en çok ilgilendiren konuların belirlenmesi ve geliştirmesine izin verilmeden önlerine konuldu. Bu yıkıcı yaklaşıma tezat olarak, halk hareketlerini her türlü şekilde manipüle etmekten kaçınmalı hatta aksine yaptıkları baskıyı aktif olarak yüreklendirmeliyiz çünkü ilerici hükümet yetkililerinin yapabileceği hatalar ve sapmalar ile mücadeleye bunlar yardımcı olabilir. Başkan Chavez’in Karakas İş Bakanlığı binasını işgal eden bir gurup memura “Aferin çocuklar, burada çok bürokrasi var.” demesi bu anlayıştan kaynaklanır.
Yolumuzu kapayacak sapmalardan ancak örgütlü, dikkatli halkların ve onların mobilizasyonu ve eleştirisini anlayan hükümetlerin ortak işbirliği ile korunabiliriz. Ama yetkililerin eleştiriyi hoş karşılamaları gerekliliği kadar eleştirilerin de sorunlara somut seçenekler sunan, çözüme yardımcı, yapıcı olması önemlidir. Örneğin El Salvador’da FMLN hükümetinin suç çetelerine karşı halk güvenliğini sağlamak için orduyu kullanması eleştirilir. Ancak polis yalnız başına bu görevini yerine getirmede aciz kalıyorsa eleştirenler acaba halkı korumak için ne öneriyorlar? Eğer güvenlik sorunu başarı ile çözülmez ise eski ARENA hükümetinin tekrar başa geçmesi gerçek bir tehlikedir.
Başka bir örnek olarak, Latin Amerika’daki ilerici hükümetler maden çıkarımına bel bağlamayı sürdürdükleri için sol eleştirmenler tarafından top ateşine tutuldular. Maden çıkarımı ile ilgili önemli sorunlar olduğunu kabul etmek gerekir ama bu karşıtlar maden çıkartmadan, en azından doğal kaynakların bir kısmını kullanmadan halkı yoksulluktan kurtarmaya başka nasıl bir seçenek öneriyorlar?
Mahalle güvenliği, maden çıkarma gibi sorunlar tarafların savlarını ortaya koyduğu ulusal yapıcı bir diyalog gerektirir. İleri sürdüğü argümana güvenen tartışmadan korkmaz daha doğrusu bunu halk desteğini kazanmak için bir fırsat olarak görmelidir. Halk önerileri iyidir çünkü ilerici hükümetler mahalle baskısından çok kaygılıdırlar. Dahası, onlar yoksulluk sorununa çare bulmada o kadar kararlıdırlar ki bu maden çıkarımına bağlanmanın getirdiği riskler konusunda halkın kaygılarını paylaşsalar bile yoksulluğa karşı kapsamlı çözüm için maden çıkartmanın gerektiğine inanırlar.
Diyalog sorununa ilişkin olarak Papa Francis’in Paraguay ziyareti sırasında bu konuya ilişkin söylediklerinden alıntı yapmak istiyorum. Papa “Bu tür diyaloglar, tartışıyor gibi yaparak (sadece kendimizi dinlediğimiz) ‘tiyatral bir diyalog’ olmamalıdır.” dedi… “Diyalog bir karşı duruş kültürü öngörür ve talep eder. Farklılık sadece iyi değil aynı zamanda gereklidir. Tekdüzelik bizi robot yapar, sıfırlar. Yaşamın zenginliği çeşitliliktedir. Bu nedenle çıkış noktası ‘Ben diyaloğa katılıyorum ama o yanılıyor.’ olamaz. Eğer karşı tarafın yanıldığını düşünüyorsam o zaman evime gideyim hiç tartışmayayım, değil mi? Diyalog pazarlık değildir. Pazarlıkta hakkını almaya çalışırsın. ‘Bakalım ben kendi çıkarımı elde edebilecek miyim?’ dersin. Eğer bu amaçla gidersen diyaloğa girip vakit kaybetme. Diyalog ortak bir doğru aramaktır. Tartışmak, düşünmek ve birlikte herkes için daha iyi bir çözüm bulmaktır… Başkalarının nasıl düşündüğünü, deneylerini, umutlarını anlamaya çalışarak ortak özlemlerimizi daha netleştirebiliriz.”5
Maden çıkarımı bugün en çok tartışılan konulardan biri olduğu için, ben de iki noktaya işaret ederek tartışmaya katılmak istiyorum. İlk olarak insanların her zaman doğadan bir şeyler çıkartmak zorunda olduklarını ve büyük bir olasılıkla buna devam edeceklerini kabul etmeliyiz. Sorun topraktan bir şey çıkarmak değil, Marks’ın insanlık ve doğa arasında sağlıklı “metabolizma” diye tanımladığı şekilde nasıl çıkaracağımızdadır. Gezegenimizde ilk insanlar ağaçlardan meyve topladılar, denizlerde balık avladılar ama bunu o sağlıklı metabolizmayı bozmayacak şekilde yaptılar. Ancak, kapitalizmin ortaya çıkmasıyla, kar güdüsü doğanın en fazla biçimde sömürülmesine öncelik verdi ve sömürünün yan etkilerine, o sağlıklı metabolizmayı korumaya dikkat etmedi. Bu bağlamda giderek daha fazla maden çıkarıldı, doğal kaynaklar azaldı ve iklim kirliliği gibi ek sorunlar doğdu. Güney Şili’de örneğin Japon Çok Uluslu Şirketleri yüzyıllık ağaçları kesiyorlar ve sonra yerine yavaş büyüyen, buranın doğasına uygun yerli türleri değil çabuk büyüsünde yeniden kesilsin, diye hızlı büyüyen dışarıdan getirdikleri ve orantısız miktarlarda su emen, toprağı çoraklaştıran türlerini ekiyorlar. Ya Ekvador’da Chevron petrol çıkarımının yol açtığı kirliliğe ne demeli?
İkincisi, belirli bir bölgede olan madenler, petrol, gaz, yerden kaynayan sıcak sular, orman rezervlerinin sadece buralarda yaşayan insanların olmadığını dikkate almamız önemlidir. Yerli halklar kadar işçilerin haklarının da sıkı savunucusu olmalıyız. Venezüella ve Ekvador’daki petrol, Bolivya’daki gaz, Şili’deki bakır gökyüzünden gelen armağanları değildir. Bunlar toplumun tümüne ait olan kaynaklardır ve o nedenle bunların çıkarılıp çıkarılmamasına tüm toplum karar vermelidir. Elbette bu alanlarda yaşayan ya da ilgili endüstride çalışan işçilerle ciddi diyaloğa girmek gereklidir. Onların kaygılarını anlamalı ve ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Ama böyle durumlarda bir topluluğun ya da işçi sınıfının bir kısmının çıkarlarını aşan bir olayın söz konusu olduğunu anlamalıyız. Önceki iki nokta üzerinde anlaşabilirsek o zaman insanoğlu ve doğa arasındaki sağlıklı metabolizmayı yeniden kuracak ekonomik kalkınma modeline doğru adım adım ilerlemek için somut öneriler bulabiliriz.
Ancak eleştiri sorusuna geri dönersek, halkların hoşnutsuzluklarından pasif acı çekmeyip açık bir şekilde dile getirdikleri kanallar açmak önemlidir. Böylece beklenmedik patlamalara yol açacak birikimler engellenir. Eğer bu kanallar açılmışsa ortaya çıkan sorunlar düzeltilebilir. İlginçtir, Bolivya Anayasası, doğa dahil her türlü hak ihlali ya da tehdidine karşı örgütlü halklar tepki gösterebilir ve göstermelidir, diyor ve bunu “halk eylemi” olarak tanımlıyor.6 Ayrıca, tarım, ormanlar, iklim konularındaki uzlaşmazlıklarda halkın oyları ile seçilecek Agro-İklim Tribunali adında özel uzman bir mahkeme kuruyor.7
Son olarak, kendimize eğer önerdiğimiz gündem çok güzel, çok derin, dönüştürücü ve çoğunluğun çıkarını yansıtıyorsa o zaman bunu önerenlerin hak ettikleri halk desteğini neden almadığını sormalıyız. Bana göre genel olarak Latin Amerikan halklarının büyük bir çoğunluğunun sosyalist projenin gerçek yapısını yeterince anlamamış olmaları ile bu sorunun açıklanabileceğini düşünüyorum. Muhalefet bilinçlice yanlış anlatıyor, yapay alarmlar veriyor, gelecekten korkuyor. Ama biz sosyalistler de bu duruma katkıda bulunuyoruz. Projemizi anlatmakta yetersiziz. Yeterince zaman, kaynak veremiyor ve yaratıcı olamıyoruz. Daha da ciddisi, genellikle kendi yaşam biçimimiz projemizin temeli ile zaman zaman çelişiyor: Yolsuzluğun olmadığı saydam demokratik bir toplum öneriyoruz ama otoriter, kul köleci, bencil ve anlaşılması zor uygulamalar yapıyoruz. Genellikle söylediklerimiz ve yaptıklarımız arasında büyük bir uçurum var ve sonuçta mesajımız değerini kaybediyor. Latin Amerika toplumunun önemli kesiminin hala bu projeyi benimsememesine şaşırmayalım. Ve onları kazanmak için her çabayı göstermeliyiz.
Ve nasıl her zamankinden daha fazla insan kazanabiliriz? İlk önce sorunun görüşlerimizi dayatmak değil insanların kafaları ve kalplerini kazanmak olduğunu anlamalıyız. Çeşitli sosyal sektör doğal liderlerinin güvenini kazanmaya özel önem vermemiz de gerekir çünkü bu sonuçta onların etki alanındaki insanları kazanmamıza yardım edecektir.
Yapıcı İşbirliği
İlerici hükümetler ve sosyal hareketler arasında yeni bir ilişki kurulmalıdır. Hükümetler arkalarında uzun bir sosyal mücadele geçmişi olmasa seçimleri kazanamayacaklarını hatırlasınlar. Hareketler de bu hükümetlerin artık geçmişin düşmanları değil haklarını kazanmada etkin bir müttefikleri olduğunu anlamalılar. Eğer iki taraf da şimdiki toplumun derin değişimi yolunda ilerliyorlarsa o zaman aralarında işbirliği olmalıdır. Bu ilişkinin verimli olabilmesi için bir kaç şeye dikkate edilmelidir:
- Sosyal liderler şimdilik sadece kısmi bir politik gücü kazandıklarını ve değişim sürecinin çok yavaş ilerleyebileceğini ve halkın taleplerinin bir gecede başarılı bir şekilde karşılanamayacağını unutmamalılar.
- Hükümetlerimiz vatandaşlarına, özellikle de sosyal hareket liderlerine, hareket etmek zorunda oldukları alanın sınırlarını anlatmaya çalışmalarıdır. Halklar da sabırlı olmalı, bu işin içindeki herkesin aynı ilerici amaçlar peşinde koştuğuna inanmalıdır.
- Her iki taraf arasındaki işbirliği hareketlerin özerkliğinin yok olduğu anlamına gelmez. Hareketler hükümetin bir parçası değildir, değişim sürecini destekleme sorumluluğu ile birlikte hükümetin yanlışlarını uygun seçenekler önererek düzeltmeye yardımcı olacak eleştiriler getirebilirler. Eğer ki diyalog olanağı kalmaz ya da seslerine kulak verilmez ise o zaman sosyalist gelişimi savunma yolunda başka eylemlere başvurabilirler.
- Sosyal hareket liderleri devletten gelen her şeye karşı olma içgüdüsünden kurtulmalı ya da hükümeti destekleyen liderler “hükümet ajanı” ya da “savunucuları” ilan edilmemelidir. Eğer bu yakıcı uygulamanın üstesinden gelemezlerse liderler kendi sosyal tabanlarına yabancılaşma riskini taşırlar ya da günlük yaşamlarında hükümetin olumlu icraatlarını görenler bu yıkıcı muhalefeti anlamayacaklardır.
- Bizim hükümetler içinden geldikleri kültürü anlamalılar ve sosyal hareket liderleri ile çalışırken hem esnek hem de çok sabırlı olmalılar. Kitlelerdeki etkisini bilinçlice sosyal değişimi engellemek için kullanan halk liderleri ile bunu farkında olmadan yapanlar arasındaki farkı görmeliler çünkü bunlar belki eski alışkanlıklarından kurtulamamış ya da yeterince bilgilendirilmemiş olabilirler.
İlerliyor muyuz Yoksa Geri mi Gidiyoruz?
Yazımı hükümetlerimizin halk iktidarı için yaptıklarını daha objektif değerlendirebilmek için bazı sorular sorarak bitirmek istiyorum:
* İşçi sınıfını taşeronluğu kaldırıp, evrensel güvenlik sistemi kurarak, sendikaları güçlendirerek, işçi eğitimi ve profesyonelleşmelerine olanak tanıyarak güçlendiriyorlar mı?
* Sendikaların ve sosyal örgütlenmelerin özerkliğine saygı duyuyorlar mı?
* Miras alınan devlet yapısını zayıflatmak için gerekli baskıyı yapabilen politik ve örgütlü bir halk gerekliliğine saygı duyuyorlar mı?
* İnsanları dinliyor ve konuşmalarına izin veriyorlar mı? Hataları düzeltmek, karşılarına çıkan engelleri aşmak için halklara güvenebileceklerini anlıyorlar mı?
* İnsanlara kaynak veriyor ve değişim sürecinde sosyal denetim yapmaya çağırıyorlar mı?
Özetle hükümet giderek daha halkçı ve kendi kaderini belirleme yolunda bir halk yaratmaya katkıda bulunuyor mu?
Notlar
- Latin Amerika çeşitli ülkelerindeki sosyal hareketlerin deneyleri üzerinde daha fazla tartışma için kaynak: Martha Harnecker, A World to Build: 21. YY Sosyalizminde Yeni Yollar yazısına bakınız: (New York: Monthly Review Press, 2015, İkinci bölüm)
- Coordinadora Latinoamericana de organizaciones del Campo (CLOC).
- Bkz Marta Harnecker, Ekvador: Una nueva izquierda en busca de la vida en plenitud (2011), bölümleri 4 ve 6 http://rebelion.org’da İspanyolcası vardır. Marta Harnecker ve Federico Fuentes ile “MAS-iPSP de Bolivya. İnstrumento politico que surge de los movimeintos sociales” (2008) http://rebelion.org’da ulaşılabilir.
- Vladimir Lenin, “Yeni Ekonomik Politika Altında Sendikaların Rolü ve Fonksiyonları Üzerine Taslak Tezler”, Toplu Eserler cilt 42 (Moskova: Progress Publishers, 1971), 374-86
- Sosyal toplum temsilcileri ile Paraguayda Leon Condou Stadyumu’nda, 11 Temmuz 2015’de San Jose Asuncion Koleji’ndeki konuşmadan. Papa konuyu daha ayrıntılı anlattı, ben sadece özünü aldım.
- Madde 135: “, devlet yetkililerinin ya da bireylerin ya da kolektiflerin halk iktidarını, onun alanı, güvenliği ve sağlığını ya da iklimi ve diğer benzer doğa haklarını ihlal eden veya atlayan herhangi bir davranışa karşı halkın eylem yapması ve sürdürmesi Anayasa tarafından tanınır.”
- Bölüm II, başlık III, parça III, Agro-Çevre Yargı, Mahkemeleri Makaleler 186-89, athttp://constituteproject.org’da bulunabilir.