“DÖRDÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİ” VE İŞÇİ SINIFI – MEHMET YILMAZER
Yol, Bahar 2016
Kapitalizm “IV. Sanayi Devrimi”ni tartışmaya başladı. Her yıl dünya zenginleri Davos’ta toplanır ve dünya ekonomisinin durumunu görüşürler. Bu yıl konu: IV. Sanayi Devrimi’ydi. 2008 krizinden bir türlü çıkamayan kapitalizm bu konuda hala bir çözüm bulamamışken, IV. Sanayi Devrimi’ne umut bağlamış görünüyor.
Kapitalizm bir toplumsal ve ekonomik düzen olarak ortaya çıktığından beri sürekli değişen bir dinamizm içindedir. Bin yıllık Ortaçağ’da değişim neredeyse kaplumbağa hızı ile gerçekleşmişken kapitalizm hızlı bir değişim içindedir. 16. yy’ın sonlarından beri büyük değişimler geçirmiştir. Özellikle makinaların üretime girmesiyle değişim çok hızlanmıştır. O nedenle, IV. Sanayi Devrimi’nin nasıl bir değişime yol açacağı üzerinde düşünmek boşuna değildir. Yaşanmakta olan sadece bir teknik değişim değil, aynı zamanda çalışma koşullarından sosyal yaşama kadar hemen tüm alanlarda bir değişimdir.
IV. Sanayi Devrimi’nin nasıl bir şey olduğuna gelmeden, ondan önceki üç sanayi devrimine kısaca göz atmak gerekiyor. I. Sanayi Devrimi, 1790’larda buhar enerjisinin bulunması ve makinalara uygulanması ile başlar. Bu dönemden önce kapitalizm manüfaktür üretim dönemini yaşamıştır. Henüz makinaların olmadığı büyük atölyelerde Ortaçağ’dan gelen iş aletleri ile üretimin yapıldığı bir dönemdir. İş bölümü henüz çok sınırlıdır.
1790’larla birlikte buharlı makinaların üretime girmesiyle büyük atölyelerin yerini fabrikalar almıştır. Kapitalist üretim biçimi hızla gelişmeye başlayınca kırlar boşalmaya, büyük kentler oluşmaya başlamıştır. Feodalizmin kırlardaki katılaşan yapısına karşı kentlerin doğuşu yepyeni bir sosyal yaşama işaret ediyordu. Bu nedenle “kent özgürleştirir” sözü o dönemi karakterize eder.
II. Sanayi Devrimi’nin başlangıcı elektrik enerjisinin kullanımıyla sembolize edilir. Elektriğin bulunuş hikayesi çok gerilere 1720’li yıllara kadar gitse de, elektrik motorlarının kullanımı 1880’leri bulur. Buhar enerjisinden yüz yıl sonra elektrik günlük yaşama girmiştir. II. Sanayi Devrimi sadece burada kalmaz, enerji olarak fosil yakıtların bulunması, içten patlamalı motorların yaşamımıza girmesi, çelik üretiminde devrimsel yenilenmeler, radyonun bulunuşu kapitalist üretimin gelişmesinde büyük sıçramalar yaratmıştır.
III. Sanayi Devrimi 1970’lere de başlar. Nükleer enerjinin kullanımı, bilgisayarların üretim ve yaşama ilk girişleriyle sembolize olur. Aslında o günlerden beri III. Sanayi Devrimi içindeyiz. Fakat son kırk yılda teknik yenilenme ve üretim biçiminde yaşanan değişimler, bunların sosyal yaşama etkileri insanlığı yeni bir nitelik sıçramasının eşiğine getirdiği için IV. Sanayi Devrimi’nden söz edilir oldu.
Sanayi devrimleriyle ilgili bu adlandırmaların ne ölçüde doğru olduğu konusunu fazla kurcalamayacağız. Ancak kapsamıyla ilgili bazı tespitler yapmak gerekiyor. Bu adlandırmalar bütünüyle kapitalist toplumdaki yapısal değişimleri dikkate almadan ağırlıklı olarak teknik gelişmelere göre yapılmaktadır. İlk ikisi enerji kullanımına göre adlandırılmıştır; bunlar buhar, elektrik ve fosil yakıtlardır. Aslında bu iki sanayi devrimi üretimde makina kullanımı açısından aynı temele dayanır, fakat makinaların yetkinleşmeleri açısından birbirinden çok farklıdır. Buharlı makinalardan elektrik ve patlamalı motorlara geçiş üretimde büyük bir sıçramaya karşılık gelmiştir.
III. Sanayi Devrimi’nde ise nükleer enerji bir kaynak olarak devreye girse de, esas olan bilginin üretim devresine doğrudan girmesidir. Bilgisayarlarla üretimin yetkinleştirilmesi ve denetimi büyük bir gelişme kazanmıştır. Aynı zamanda rutin ve ağır işlerde robotların devreye girmesiyle üretimde kullanılan makinalarda bir nitelik değişimi başlamıştır. İlk iki sanayi devriminde makinalar işçilerin yeteneklerini ellerinden alıp onları bant sisteminin basit hareket yapan ekleri haline getirmiştir. Ancak III. Sanayi Devrimi’nde devreye girmeye başlayan robotlar işgücünü doğrudan üretimden uzaklaştırmıştır. Çoktandır özellikle oto sanayinde üretimin %90’ı robotlar tarafından yapılmaktadır. Bu sadece işgücünün niteliksizleşmesi değil aynı zamanda doğrudan işten edilmesidir.
“Sanayi Devrimi” kavramından öteye gidilirse; kapitalizm bir sosyal düzen olarak bütünüyle dikkate alınırsa, onun üç aşamasından söz etmek daha doğru olur. İlki 1580-1790 yılları arası iki yüz yılı kapsayan manüfaktür kapitalizm dönemidir; ikincisi 1790-1970 yıllarını kapsayan yine iki yüz yıl süren, fabrika kapitalizmi dönemidir; üçüncüsü ise 1970’lerden beri içinde olduğumuz bilgi-hizmet kapitalizmi dönemidir. Henüz çok gençtir ancak bir yarım yüzyıldır vardır.
IV. Sanayi Devrimi, 1970’lerden beri kapitalizmde yaşanan yapısal değişimin içinde kalan, onun derinleşmesi anlamına gelen bir basamaktır. Bu konuda pek çok fantezi üretilmektedir. Bu fantezilerden gerçekleri ayırabilirsek IV. Sanayi Devrimi olarak adlandırılan basamağın bilgi-hizmet kapitalizminde nasıl bir gelişime denk düştüğü aydınlatılabilir.
Dördüncü Sanayi Devrimi Nedir?
“Küreselleşme hikayesi devam etse de, onun esas büyük yanı, yapay zeka, robotlar, 3D baskı makinaları gibi otomasyon hikayesi yayılmaya yeni başlıyor.”1 Burada III. ve IV. Sanayi devrimlerinin birbirinin nasıl devamı olduğu görülür. 1970’lerde üretimde 1000 robot kullanılırken 2014 yılında robot sayısı 1,6 milyona çıkmıştır. Bu sadece niceliksel bir büyüme değil aynı zamanda niteliksel bir dönüşüme de işaret ediyor.
İlk robotlar rutin ve ağır işlerin yerini alırken bu durum IV. Sanayi Devrimi’nde önemli bir niteliksel değişime uğramaktadır. III. Sanayi Devrimi yıllarında çelik, otomobil, tekstil üretimi büyük ölçüde robotlaşırken, IV. Sanayi Devrimi’nde otomasyon artık farklı alanlara sıçramaktadır.
Sanayi devrimleri ve verimlilik sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Üretime yeni makinalar girmeye başladığında bunun karşılığı olarak verimlilik hemen artmamıştır. Elektrik motorları 1890’larda üretime girmiş, verimlilik ancak 1915’lerde artmaya başlamış, bu artış ancak 1940’larda %180 seviyesine tırmanmıştır. İstikrarlı bir artış için ortalama bir yarım yüzyıl gerekmiştir. III. Sanayi Devrimi ve verimlilik de sürekli tartışılan bir konu olmuştur. IT (İnformatik Teknolojisi) 1970’lerde başlar fakat verimlilik artışı ancak 2010’larda %145’i bulur. 1970-2000 arası verimlilik artışı çok yavaştır.2 Yeni teknik için gerekli alt yapının inşası ve işgücünün yeni teknik için eğitimi zaman alır. Bu gelişimler asla doğru bir çizgi gibi gelişmez, belli dirençleri aşarak inşa edilir.
Sanayi devrimleri sadece teknik bir değişim gibi algılandığında kapsamı çok daraltılmış olur. Aslında değişen tüm toplum yapısı ve insanlar arası ilişkilerdir. Teknik deyimlerle sınırlı kalırsak III. Sanayi Devrimi mekanik ve elektronik sistemlerin yerini dijital sistemlerin almasıdır. Programlanabilir makinaların üretime girmesidir. Daha geniş açıdan baktığımızda ise bilginin üretime katılımının hızlanmasıdır. Böylece II. Sanayi devriminin bant sistemine dayanan kitle üretiminin yerini meta yaratımı almıştır. Meta yaratımı kaçınılmaz bir biçimde üretimde bilgi ve yaratıcılığın alanını genişletmiştir. Buradan üretim sisteminde de bir değişiklik zorunlu hale gelmiştir. II. Sanayi Devrimi’nin üretim biçimi Fordizm’in yerini grup çalışması almıştır.
Şimdi IV. Sanayi Devrimi’nde neler olmaktadır? Önce teknik terimlerle başlarsak şunlar söylenebilir: İlk önemli değişim yeni nesil yazılım ve donanımdır. İnanılmaz bilgi kapasitesi olan ve öğrenebilen yazılımlarla yapay zekanın sınırlarına gelinmiş olmasıdır. İkinci önemli değişim, cihaz tabanlı internetin ya da Nesnelerin İnternetinin (İnternet of Things) gelişmesidir.
Böylece yeni dönemde İT ile (İnformasyon Teknolojisi) ile OT’nin (Operasyonel Teknolojisi) birlikte çalışması mümkün hale gelecektir. Bu yeni bilgilerin sürekli üretime uygulanması ve aktarılabilmesi anlamına gelir. Öte yandan Nesnelerin İnterneti ile makinaların makinalarla internet üzerinden ilişkisi (M2M) sağlanacaktır.3
Bu gelişmelerden hareketle gelecek on yıllarda üretim ve yaşam alanlarına nelerin girebileceğiyle ilgili bugünden öngörüler yapılmaktadır. Bunlar artık fantezi değil yakın zamanda yaşamımıza girecek yeniliklerdir. Belli başlıları şöyle sıralanabilir:
-Büyük bilgilerin depolanma imkanı,
-Giyilebilir internet,
-Robotların her alana yayılması,
-Büyük bir bilgi yükü ile yetkinleştirilmiş süper bilgisayarların günlük kullanıma girmesi,
-Yapay zeka ve karar alma süreçlerinin onunla birleştirilmesi,
-3D (üç boyutlu) baskı ve üretim, bunun tüketim araçları üretimine, sağlık sistemine girişi4
Bu gelişmelerden hangileri IV. Sanayi Devrimi’ni karakterize edecek şekilde öne çıkartılabilir? Üç gelişmeyi öne çıkartmak gelecek dönemi nitelemesi açısından mümkündür. En önemlisi hiç şüphesiz ki yapay zekadır. Diğeri, Nesnelerin İnterneti veya makinaların makinalarla doğrudan ilişkisidir. Üçüncüsü, 3D basıdır.
Yapay Zeka: üzerine pek çok spekülasyon yapılıyor, ancak üretimde ve toplumsal yaşamda yaratacağı değişimler açısından üstünde düşünme zamanı çoktan gelmiştir.
“Dijitalizasyonun katlanarak büyümesi her şey ve herkes hakkında çok büyük bir bilgi yığını yaratıyor. Buna paralel olarak, karmaşık problemlerle ilgili bilgisayar programları hazırlanabiliyor, programların öğrenme ve kendini geliştirme yeteneği hızla ilerliyor.
“Bu durum, karar vermek için büyük bilgi depolamasının yükselişi ve yapay zeka ve robotların karar verme ve iş üzerine etkilerinin artması üzerine inşa ediliyor.”5
Yapay zeka konusunda bazı gerçekler çarpıcıdır. Refleks sistemlerimizi yapay zekaya yüklemekle soyut düşünce sistemini yüklemek arasından ilginç farklar vardır.
“Her günkü yaşamımızda kullandığımız refleks-kendiliğinden becerilerimiz ve duyusal algılar devasa ve çok karmaşık hesaplamaları gerektirir. Milyonlarca yılın evrimi bizi, bir arkadaşımızın yüzünü tanımak, ses tonlarını ayırt etmek, refleks sistemimizi iyi kullanabilmek için, milyarlarca sinir hücresi (nöronlar) ile donattı.”
“Tersine, aritmetik veya mantık gibi ‘daha yüksek düşünme’ ile birleştirdiğimiz soyut akıl yürütme, bir kaç bin yıldır gelişmiş göreli olarak yakın zamanın yeteneğidir. Soyut düşünce, genellikle daha basit bilgisayar programlarını; taklit ve hatta bu alanda insan kapasitesini aşmak daha az bilgisayar gücünü gerektirir.”6
Milyonlarca yılın evrimi olarak gelişmiş refleks-motor sistemlerimizin bilgisayar programlarına dönüştürülmesi karmaşık ve devasa hesaplamaları gerektirirken, soyut akıl yürütmenin bilgisayar programına dönüştürülmesi çok daha basittir. Örneğin, bir odadaki meyve tabağındaki elmayı bir robotun bulup, seçmesi inanılmaz hesaplamalar gerektirirken, çok yetkin satranç oynayabilen programlar görece daha kolaydır.
IBM’in Deep Blue bilgisayarı Kasparov’u yenebilmiştir. Yine IBM’e ait Watson bilgisayarı saniyede 800 milyon sayfa okuyabildiği için bütün bilgi yarışmalarını kazanabiliyor. Fakat durum insanlar açısından çok da karamsar değildir.
Bir satranç turnuvasında bir çift genç amatör Amerikan oyuncu üç bilgisayarın yardımıyla Deep Blue bilgisayarını yenmişlerdir. (a.y. s.87) Bu konuda Kasparov’un tespitleri çok anlamlıdır. Bilgisayarın “taktik keskinlik” özelliği üstünken, insan zekasının “stratejik önderlik” özelliğine sahip olduğunu söylüyor. (a.y. s.87) Böyle giderse toplumsal yaşamda yeni bir iş bölümü ortaya çıkacaktır.
Bilgisayar programı yazan programların geliştirilmesi ve ayrıca öğrenebilen programların yaratılması yapay zeka yolunda önemli adımlardır. Bu gelişmeler dikkate alınarak yapılan tahminlere göre ABD’de gelecek 20 yıl içinde işlerin %47’si bilgisayarların eline geçecektir. Yine araştırmalara göre dünya ölçeğinde gelecek yıllarda 140 milyon “kafa işi”nden (cognitive job) insanları bilgisayarlar kovacaktır.7
Bütün bunları bir bütün olarak ele aldığımızda IV. Sanayi Devrimi üretim ve sosyal yaşamda büyük değişimlerin habercisidir.
Nesnelerin İnterneti son sanayi devriminin diğer önemli bir ayağıdır. Hemen her şeye insan ve aletlere küçük sensörler ilave ederek şeylerin birbiri ile doğrudan ilişkisi sağlanacaktır. Bu aynı zamanda üretim süreçleri için de geçerlidir. Böylece makinalar hiçbir zaman kaybı olmaksızın birbirleriyle irtibat içinde olacaklardır. Üretimde etkinliğin ve güvenliğin artması sağlanacaktır. Bu aynı zamanda bugüne kadar bu ilişkiyi kuran insan işgücünün devreden çıkması anlamına geliyor.
3D -üç boyutlu- baskıcılar üretim ve tüketime yeni bir boyut kazandıracaktır. Bir yandan 3D baskıcıları yetkinleştikçe bu araçlarla hemen her şey üretilebilir hale gelecektir. İnsan organlarının bile üretiminden söz ediliyor. Bu anlamda 3D basım başlıca üç alanda etkili olacaktır. Sağlık alanında yapay insan organlarının üretilmesi 3D ile daha etkili ve basit olarak mümkün hale geliyor. Diğer alan doğrudan üretim alanıdır. 3D ile dizayn ve üretim arasındaki zaman ve mekan kısalacaktır. Meta çeşitliliğini artıracak, ayrıca yeni meta yaratımını hızlandıracak etkileri olacaktır. Son olarak, tüketicilerin kendi çaplarında ve ihtiyaçlarına göre üretici olma imkanı ortaya çıkmaktadır.
IV. Sanayi Devrimi üçüncünün derinleşen bir devamıdır. Üretimin dijitalize olmasıyla etkinlik, kalite, çeşitlilik artmaktadır. Son iki devrim arasında çarpıcı fark olup olmadığına baktığımızda önemli bir gelişmeye vurgu yapmak gerekiyor. III. Sanayi Devrimi’yle sanayi üretiminde robotlaşma başladı, bu nedenle işgücü bu alandan bilgi ve hizmet sektörlerine kaydı. Tek neden bu değildir. Yeni gelişmelerle bilgi ve hizmet alanlarında yeni iş alanları açıldı bilgi üretiminden sağlığa kadar çeşitli alanlarda yoğunlaşma oldu. Mekanik, rutin ve ağır işlerde makine ve robotlar insanların yerini aldı.
IV. Sanayi Devrimi için ne öngörülebilir? Manüfaktürden bilgi-hizmet alanına kayan üretim ve işgücü, son devrimle birlikte, daha açık söylendiğinde yapay zekanın gelişmesiyle, bilgi-hizmet sektöründe de yeni bir ayrışmayla karşı karşıya kalacaktır. En genel deyimiyle “kafa işi” başlıca iki alana ayrılacaktır. Yapay zeka yaygınlaştıkça “kafa işleri”nin bir bölümü yeni makinaların eline geçecektir. III. Sanayi Devrimi’yle fabrikalardaki pek çok “el işi” ilk kuşak robotların eline geçti. IV. Sanayi Devrimi’yle birlikte pek çok “kafa işi” ilk kuşak yapay zeka bilgisayarların eline geçecektir.
Öte yandan Nesnelerin İnterneti ve 3D basıcılarıyla üretici ve tüketici arasındaki keskin ve yaygın sınırlar da aşınacaktır. Dolayısıyla IV. Sanayi Devrimi üçüncünün basit bir devamı değil, yeni niteliklere sahip, üretim ve toplum yapısında önemli değişimlere yol açacak bir devrim olmaya adaydır.
Kapitalizmin Günümüzdeki Yapısı ve Dördüncü Sanayi Devrimi
Sözü edilen yeni sanayi devrimine sadece teknik yönden bakacak olursak insanlığı bilim kurgu filmlerini aratmayacak bir gelecek bekliyor. Teknik yönden bakıldığında ortada görünen en önemli “tehlike”, sık sık bilim kurgu filmlerine konu olan “yapay zeka”nın insana egemen olma ihtimalidir. Kapitalist sistemin bütününü dikkate almadan, yapılan bu değerlendirmeler fanteziden öteye geçemez. Onun egemenlik sistemi, mülkiyet ilişkileri, sermaye birikiminin kanunları dikkate alınarak IV. Sanayi Devrimi’ne bakılırsa ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor.
Yeni sanayi devriminin teknik büyüsünden biraz uzaklaşıp kapitalist sistemin günümüzdeki yapısına genel olarak bakıldığında iki temel özellik öne çıkmaktadır: İlki, günümüz kapitalizminin yapısal açıdan öne çıkan özelliği, 1970’li yıllardan beri derinleşerek süren finansallaşmadır. Diğeri, son (III. ve IV.) sanayi devrimleridir.
Birisi üretimden kopuk spekülasyonu ifade eder; öteki ise yeni üretim tekniklerini anlatır. 1970’li yıllardan beri bu iki özellik iç içe gelişiyor. Yıllardan beri her sabah televizyonlarda tanrıya dua eder gibi “piyasalara bakmak” kapitalizmin yarattığı yeni bir ayin türü olmuştur. Piyasalar denen şey paranın ve kıymetli kağıtların o günkü değerlerinin ne olacağı üzerine öngörülerdir. ABD Başkanı’nın konuşması, dünyanın bir köşesinde çıkan bir çatışma, hatta deprem veya fırtına hep piyasayı etkiler. Bunu kapitalizmle yaşıt saymak büyük bir yanılgı olur. Herkesi hizaya sokan, kıpırdamaları ile insanlara korku veya neşe veren piyasa tanrısı alt tarafı kırk yıldır bu ölçüde etkindir. Üstelik etkinliği her geçen gün artıyor.
Kapitalizmin günümüzdeki sermaye yapısına baktığımızda finansallaşmanın boyutu anlaşılır. 2014 yılını dikkate alırsak dünyanın en büyük 2000 şirketinin sermaye yapısında %73,6 ile finans sermayesinin kesin bir ağırlığı vardır. (Tablo 1) Ayrıca toplam kar içinde en yüksek pay da finans sermayesinden gelmektedir. Toplam karın %33,5’i spekülasyonlardan gelmektedir. III. ve IV. Sanayi devrimlerinin gözdesi informatik sektörünün toplam sermaye içindeki payı son 10 yılda bir büyüme göstermemiş %5,5 seviyesinde kalmıştır. Ancak toplam kar içindeki payı büyük sıçrama göstermiş %0,8’den %17,3’e çıkmıştır.
Dünyanın en büyük tekelleri olan ulaşım ve petrol alanındaki firmaların toplam sermaye içindeki payı oldukça mütevazıdır ve son 10 yılda biraz azalmış %6,9’a gerilemiştir. Toplam kar içindeki yapı ise oldukça önemli bir yer tutmakla birlikte %22,4’den %19’a gerilemiştir.
Kapitalizmin belkemiği üretim (manüfaktür) sektörünün toplam sermaye içindeki payı 2014 yılında sadece %6,9’dur. Bu sektörün toplam kar içindeki payı ise %18,6’dır. 1970’lerden sonra bankalar büyük bir hızla büyümüştür. Bunun bir nedeni de devasa emeklilik sigorta fonlarının spekülasyon alanına akmasıdır. Spekülasyon alanındaki sermaye büyük boyutlara ulaşınca piyasa tanrısı her şeye egemen olmaya başlamıştır.
Tablo 1: En Büyük 2000 Şirketin Sermaye ve Kar Yapısı | ||
2004 | 2014 | |
Toplam sermaye içinde finans, sigorta, emlağın payı | %70,8 | %73,6 |
Finans, sigorta, emlağın toplam kar içindeki payı | %32,7 | %33,5 |
Toplam sermaye içinde informasyon sanayi payı | %5,9 | %5,5 |
İnformasyon sanayinin kar içindeki payı | %0,8 | %17,3 |
Toplam sermaye içinde ulaşım, petrol, altyapı sektörünün payı | %7,5 | %6,9 |
Ulaşım, petrol, altyapı sektörünün kar payı | %22,4 | %19,0 |
Toplam sermaye içinde manüfaktür sektörünün payı | %7,1 | %6,9 |
Manüfaktür sektörünün kar içinde payı | %28,3 | %18,6 |
(Digital Labor and Imperialism, Christian Fuchs) |
Kapitalizmin güncel yapısında “piyasa” yani spekülasyon her şeyi kara delik gibi içine çekmektedir. Bunun en güzel örnekleri 2001 Nasdaq krizi ve 2008 finans krizidir. O günlerdeki adıyla “yeni ekonomi” yani informatik sanayinin kapitalizmi bunalımsız günlere götüreceği öne sürülmüş, bu sektöre büyük umutlar bağlanmıştır. Sonuçta kapitalizmin alın yazısı bir kez daha tekrarlandı, bu sektöre fazla sermaye akışı gerçekleştiği için yeni ekonominin “piyasa”daki göstergesi olan Nasdaq indeksi 2001 yılında çöktü. 2000 yılında 5000’e tırmanan indeksle birlikte balon patladı ve 2002 yılında Nasdaq indeksi 800’e geriledi ve yeni ekonominin tüm büyüsü kaybolup gitti.
2008 yılı ise şişen finans spekülasyonları balonunun patladığı yıl oldu. ABD’nin en büyük “yatırım bankaları” (spekülatörleri okuyun) bir kaç yıl içinde battı. Bu krizin etkileri hala sürüyor, hatta bir yenisinin eşikte beklediği yorumları son günlerde sık tekrarlanıyor.
Piyasa tanrısı, 21. yüzyıl başlarında hem “yeni ekonomi”yi hem de finansı cezalandırdı, ancak hala yerlerine daha iyisi konulamadı. Piyasa tanrısının yeni bir gazabı yakındır.
III. ve IV. Sanayi devrimlerinin kendileriyle birlikte getirdikleri özelliklerin bazılarına bakalım.
- Teknoloji ve mülkiyet:
“Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, yeryüzünün geriye kalan donanımlarının ne kadarının çitlenmesine ve özelleştirilmesine izin verilebilir ve verilmeli midir ya da kamu sorumluluğuna mı bırakılmalıdır, tartışmalarını ateşleyen bambaşka ekonomik kanallar ve iddiaları açığa çıkartan yeni teknoloji türleri bulunmuştu. Şimdilerde, çitleme zorlamaları yeryüzünü kapsayan temel yapıların çekirdeğine sızdı.
“Biyoteknoloji sanayi, yaşamın bütün tasarımlarını oluşturan genlerin patentini almayı deniyor. Telekomünikasyon sanayi, toplumun çoğunun bilgilenme ve iletişiminin yürütüldüğü radyo frekanslarının etkili bir kontrolünü sağlayacak olan elektromanyetik tayfın özel sektöre satışını zorluyor. Ve şimdi, nanoteknoloji sanayi, fizik dünyanın atomlar seviyesinde yeniden işlenmesi süreçlerinin patentini almaya çalışıyor.”8
Bugün “çitleme” eylemi yeryüzünü ve yaşamı kapsayan temel yapıların çekirdeğine sızmaktadır. Bilindiği gibi “çitleme” kavramı İngiltere’de 14. yüzyılda başlayıp 18.yüzyıla kadar devam eden küçük çiftçilerin ortak kullanımındaki kamu topraklarının devletin teşvikiyle büyük toprak sahipleri tarafından çitlenmesini anlatır. İngiltere’de kırda kapitalizmin gelişmesinin hem yolunu açan, hem de ona büyük bir hız veren özelleştirme hareketidir.
Bugün biyoteknoloji, telekomünikasyon, nanoteknoloji gibi doğa ve insanın temel yapı taşlarının çitlenmesi, sadece kapitalizmin yeni bir gelişim aşamasına yol açmakla kalmayacak, insan ve doğanın çekirdeğinin özel ellere geçmesi sonucunu doğuracaktır. Bu muazzam gücün kapitalizmin devindirici mekanizması kar uğruna kullanılmasıyla bugüne kadar yaşanmamış felaketlerin kapısı açılabilir.
b- Otomasyonun sonuçları ve sınırları: İş genellikle iki gruba ayrılabilir. Niteliği açısından algısal (kafa işi) ve el işi olarak; işin akışı açısından rutin ve rutin olmayan işler. Rutin işler (kafa veya el işi olması fark etmiyor) dramatik bir şekilde kayboluyor, yerini makinalara veya robotlara bırakıyor. 19. ve 20. yüzyılda bunalımlar sonrası güçlü sıçramalar olurdu; 1990’lar sonrası böyle olmuyor. 1980’ler, 1990’lar ve 2000’li yıllar karşılaştırılınca, kasiyer, email sekreteri, banka veznedarı gibi rutin kafa işleri; öte yandan makina operatörleri, duvarcı, terziler gibi el işleri sürekli kaybolmaktadır. Üstelik bu kaybolmanın hızı gittikçe artmaktadır. Bu işlerde 1981-1991 arası azalma %5,5 iken, 1991-2001 arasında azalma hızı %6,6 olmuş, 2001-2011 arasında ise %11’e çıkmıştır.9
“Bugün nüfusa oranla istihdam oranı son yirmi yılın en düşük seviyesindedir ve ortalama işçi ücretleri 1990’lardan daha düşüktür. Bununla birlikte, verimlilik, GDP, yatırım ve karlar rekor yüksekliklerdedir.”10
Sadece rutin işlerde değil yapay zekanın gelişmesiyle yetenek isteyen kafa işleri de tehdit altındadır. “Gelişen yapay zeka, etkinliği ve verimliliği arttırmak, insan işgücünü azaltmak için bütün profesyonel iş alanlarını boydan boya keserek istihdam ediliyor.”11 Avukatlık bürolarında 6 milyon dokümanı aylarca 2,2 milyon dolara inceleyebilen elemanların yerini eDiscovery programı almıştır. 1,5 milyon dokümanı 100.000 dolara inceleyebilmektedir. Bu program sadece okumuyor, belgeleri inceleyip, analiz yapma yeteneğine de sahiptir. (a.y.)
Yeni teknolojilerin canlı emeğin yerini alması kapitalizmin sürekli işleyen bir kuralıdır. İki yüz yıldır teknik gelişme aynı zamanda yeni istihdam alanları da yarattı. Bazı işler kaybolurken diğerleri ortaya çıktı. Fakat 1990’larda bu bağ koptu. Son teknolojiler elbette yeni iş alanları yaratıyorlar. Fakat son yirmi yıldır “teknolojik işsizlik” denen bir olgu ortaya çıkmıştır. Son teknolojiler ile kaybolan işler, yeni ortaya çıkanlardan daha fazladır. Bu nedenle özellikle Üçüncü Dünya Ülkelerinde çok fazla olmak üzere kapitalizm içinde sürekli büyüyen bir “fazla nüfus” vardır. Bu kitle Marks’ın bunalımlara bağlı olarak artan veya eksilen “yedek sanayi ordusu”ndan farklı bir fenomendir. Hem süreklidir, hem de yavaş da olsa devamlı büyümektedir.
“Teknolojik işsizliği açıklamaya aday olan üç ekonomik mekanizma vardır: Esnek olmayan talep, hızlı değişim ve derin eşitsizlik.”12 Esnek olmayan talebin 90’lardan sonra yaşanan kopmayı yeterince açıklamayacağı bellidir. Bazı mallar fiyatı ucuzlasa bile sayıca daha fazla tüketilmeyebilir. Fiyat düşmesi karşısında daha fazla giyecek veya yiyecek alabilirsiniz, ancak daha fazla buzdolabı almazsınız. Belki yenileme süresi kısalır. Belli bir zaman sonra yenileme süresi kısalacağı için esnek olmayan talep işin kaybolmasını açıklamaz.
Buna karşılık günümüzdeki “teknolojik işsizliği” diğer iki mekanizma daha iyi açıklamaya adaydır. Hızlı teknik değişim, hem doğrudan bazı işlerin ortadan kalkmasına neden olur; hem de yeni ortaya çıkan işler için gerekli eğitim fırsatını elde etme imkanları zorlaşır. Ayrıca gerekli eğitim alınsa bile pazarın ememeyeceği kadar bir arz gerçekleşirse yine işsizlik kaçınılmazdır. Bir dönem hızla artan bilgisayar programcılarının başına bu gelmişti.
“Hızlı teknik değişim”in hızı da önemlidir. Bunun en belirgin işareti üretim araçlarının-makinaların yenilenme aralığındaki değişimdir. 1990’lara kadar sanayide makinaların yenilenme periyodu ortalama 15-20 yıl kadardır. III. Sanayi Devrimi geliştikçe yenilenme periyodu 5-8 yıla kadar düşmüştür. Bu hız sürekli büyüyen bir “teknolojik işsizlik” yaratmaktadır. IV. Sanayi Devrimi derinleştiğinde kaybolacak “kafa işi” sayısı da artacaktır.
“Derin eşitsizlik”, “teknolojik işsizliği” açıklamada yeterli değildir. Ancak günümüz kapitalizminin genel yapısını dikkate aldığımızda, sermayenin üretimden spekülasyona kayması, neoliberal ekonomi politikalarla aşırı sermaye yoğunlaşması sonucunda oluşan büyük yoksullaşma mallara talebi sınırlamaktadır. Ekonomiler yere kapaklanınca bir daha hızla ayağa kalkmaları artık zorlaşıyor.
Netice olarak, günümüzde yapısallaşan işsizliğinin, diğer deyişle “fazla nüfus”un bir yanı teknik hızlı yenilenmeden gelmekte; fakat diğer yanı da liberal politikaların yarattığı devasa yoksullaşmadan kaynaklanmaktadır. Fırtınalı teknik gelişme ve en az onun kadar fırtınalı spekülasyon, başka bir deyişle sermayenin üretim devresinden para oyunlarına kayması artan “fazla nüfus”un temel nedenleridir.
Yakın gelecekte bu “fazla nüfus”a bir çözüm görünmediğinden herkese “temel gelir” (basic income) dağıtılması günümüzün önemli tartışma konularındandır. Brezilya’da Lula’nın uyguladığı “Bolsa Familia” yardım programı böyle uygulamalar için örnek olarak gösteriliyor. Yardım nakit olarak ailede kadının eline teslim ediliyor. Çocukların okutulması ve düzenli sağlık kontrolü yaptırmak yardım için yerine getirilmesi gereken şartlardır.13
“Fazla nüfus”a “temel gelir” bağlanması günümüz kapitalizminin yarattığı sorunların çözümlenmesi değil, üstünün örtülmesi anlamına gelir. Bugüne kadar kafa ya da kol işi olsun rutin nitelikteki işlerin yerini makinalar ve robotlar almıştı. Rutin olmayan işlerse varlıklarını koruyabilmişlerdi. IV. Sanayi Devrimi geliştikçe, özellikle yapay zeka fantezi olmaktan çıkıp üretimle ilişkisi yoğunlaştıkça rutin olamayan kafa ve kol işleri de “tehdit” altında olacaktır. Çünkü yapay zekanın en önemli özelliği öğrenebiliyor olmasıdır.
Bu satırları yazarken dünya şampiyonu Go oyuncusunu, AlphaGo isimli bilgisayarın üç kere yendiği ancak dördüncü oyunu kaybettiği basına yansıdı. Aynı zamanda Japonya’da bir servis kamyonu şoförsüz olarak bütün Japonya’yı baştan sona dolaşıp mal dağıtımı yapıp işini başarıyla tamamlamış.
Bu gelişmelerden sonra soru, “teknolojik işsizliğin” nasıl çözümleneceği değildir. Teknikle veya daha genel söylendiğinde üretim araçlarıyla toplumun-insanın ilişkisinin nasıl yeniden tanımlanacağıdır? Kapitalizmin pazar, kar ve özel mülkiyet ilişkileri çerçevesinde bu sorunun bir cevap yoktur. Veya cevapların en iyisi “fazla” insanlara “temel gelir” bağlanması oluyor. Böylece toplumun çok azınlık bir kesimi yapay zekayla çalışıp, onu denetleyip yönlendirebilir durumda olacakken, geniş bir kesimi olan-biteni aldığı “temel gelir” ile televizyonlardan izleyip, toplumsal “fazla” olmanın verdiği ruh hali ile çürümeye yatacaktır.
Teknik gelişmenin teorik olarak sınırı yoktur. Pratik olarak ise iki sınırı vardır. Genel teknik alt yapı yeni gelişmeler için yeterli olmadığında, bu durum yeni bilimsel buluşlar ile aşılabilecektir. Elbette bu noktada doğanın getireceği sınırlamalar önemlidir. Bu sınırlamalar ise yeni tarz tekniklerle aşılabilecektir. Diğer sınır ise üretimle insanın ilişkisidir. Burada egemenlik ilişkileri, sınıfların çıkar ilişkileri rol oynar. Sınıflı toplumlarda “teknik” gelişim kaçınılmaz bir şekilde egemen sınıfların çıkarlarına göre şekillenir. Ancak bunun sınırlarına doğru yaklaşıyoruz. Teknik gelişim insanın varoluş, kendini fizik ve moral olarak yeniden üretme koşullarıyla köklü bir çatışmaya gidiyor. Bunun izleyeceği yolları ve detaylarını bugünden öngörmek elbette mümkün değildir; ancak bu çatışma derinleştikçe tekniğin-bilimin insanla ilişkisi köklü bir değişime zorlanacaktır.
Makinalar bugüne kadar insan emeğinin niteliğini ortadan kaldırdı, onu makinaların basit bir uzantısı haline getirdi. Yeni gelişmeler -robotlaşma ve yapay zeka- ile insanlığın büyük bir bölümü üretim dışına itiliyor. Bu yeni bir gelişmedir. Son sanayi devrimlerinin en temel özelliği budur. İlkel komünal toplumda çalışma ve kültür, gelenek iç içeydi. Bütünüyle çalışma ve yaşam iç içeydi. Gittikçe çalışma insanın moral dünyasından -kültür, sanat, gelenek- keskin bir şekilde ayrıldı. Ayrıldıkça fizik çalışma şartları insanın yaşam dünyasını şekillendiren en önemli koşul oldu. Çalışma “geçim” için oldu. Yaşam tüm zengin yönleriyle “geçim”in dar kalıpları içine sıkıştırıldı.
Günümüzde insanlık yeniden bütünlüklü çalışma, yani fizik ve moral koşulların bütünlüğü içinde çalışma imkanlarına sahip olabilecek bir gelişme içine giriyor. Fakat diyalektiğin bir kanunu gibi son sanayi devrimleri ile önce büyük ölçüde üretim-çalışma alanının dışına sürülüyor, onunla yeniden farklı koşullarda buluşmak için.
c- Son sanayi devriminde verimlik ve ücretler: Önceki sanayi devrimleri gibi sonuncusunda da önce yeni teknikler üretim devresine girdi, ancak sistemde toplam verimlilik çok daha sonra geldi. Son sanayi devriminde veya o dönemdeki aktüel adıyla “yeni ekonomi”de verimlilik iki binli yıllarda görülmeye başlandı. 1970’lerde başlayan süreçte verimlilik hemen ortaya çıkmadı. Çıkmadığı gibi “yeni ekonomi”den beklentiler o kadar yüksek oldu ki, bu alana yapılan sermaye akışı ve yatırımlar pazarın gazabına uğradı ve 2000 yılında Nasdaq indeksinin çökmesi ile “yeni ekonomi”den mucizevi beklentiler de çöktü. Alana yığılan fazla sermaye battı. Bu kriz sonrası yatırımlar uygulama tekniklerine yöneldi ve iki binli yıllarla birlikte verimlilik yükselişe geçti.
1970’li yıllardan 1995’e kadar verimlilikte belirgin bir artış olmaz. Artış 1995’ler sonrası başlar. 1995’te verimlilik 100 kabul edilirse 2010 yılında 145’e ulaşmıştır. Başka bir karşılaştırma, 1950’lerde 40 saatte yapılan iş, 2014’de 11 saatte yapılabilir hale gelmiştir.14 Verimliliğin teknik yeniliğin epeyce arkasından gelişi önceki sanayi devrimlerinde olduğu gibidir. Bu aralık yaklaşık 30-40 yıl civarındadır. Son sanayi devriminde de bu zaman aralığı hemen hemen aynıdır. Ancak öncekilerle son sanayi devrimleri arasında çok çarpıcı bir farklılık vardır. Buhar ve elektrik sonrası bu alanlara muazzam sermaye yatırımı olmuş, demiryolları, otomobil, kara yolları ile bu alanda sermaye payı ekonomi içinde büyük bir yere ulaşmıştır. Son sanayi devrimlerinde ise kırk yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen “yeni ekonomi”nin toplam içindeki sermaye payı hala %6 civarındadır. Yeni teknolojiler, bilgisayar ve benzeri araçlar, II. Sanayi Devrimi’ndeki gibi büyük sermaye yatırımlarını harekete geçirecek nitelikte değildir. Bu nedenle ekonominin genel hız almasında rolleri sınırlıdır.
Buradan verimlilik ve ücret bağlantısına geçtiğimizde burada da “teknolojik işsizlik”te olduğu gibi 1990’lar sonrası bir kopma yaşanmaktadır. Yüksek öğrenim görmüş işgücü dahil ABD’de 2000 yılı sonrası ücretler durgunlaşmıştır. İki bin yılına kadar kısmi bir artış olmuş, sonra düşme başlamıştır.
“Bilgi toplumunun yükselmesiyle güçlü yeteneklere ve iyi bir eğitime kapıların açık duracağı sanılabilir. Bununla birlikte yakın dönem kanıtları bunun artık doğru olmadığını gösteriyor. 1991-2013 arasında ABD’de gerçek ücretlerde bütün eğitimli işgücü yelpazesinde ücretler durgunlaşmıştır.”15 Bunun sadece ABD’ye özgün olmadığı hemen tüm dünyada böyle olduğu biliniyor. Özellikle 1945’ler sonrası verimlilik ve ücret artışı adeta otomatik gerçekleşen bir sistem olmuştu. Bu durum Türkiye’de bile böyleydi. Türkiye’de bu bağlantı 12 Eylül askeri darbesinden bir müddet sonra 1980’lerin ortasında koptu. Gerçek ücretler ya durgunlaştı ya da geriledi.
“Bu arada GDP arttı, peki para nereye gitti?” (a.y.) 1965 yılında CEO ücretleri ortalama işçi ücretlerinin 20 katıdır. 1989 yılında bu rakam 58 olur. 2013 yılında CEO’ların ücreti ortalama ücretlerin 273 katına fırlar. (a.y) “Paranın nereye gittiği” çok açık!
CEO’ların büyük paraları ücret veya gelir olarak almalarının verimlilikle bir ilişkisi olamaz. Bir insan belli bir çalışma saatinde ne üretmiş olabilir ki diğerinden 273 kat fazla ücrete sahip olsun! Bu durumun açıklaması kapitalizmin 1970’ler sonrası yapısal bir değişimle finansallaşmasıyla açıklanabilir. Dev para kaynaklarının bankalar, sigorta şirketleri ve büyük emlak firmalarında toplanması ve spekülasyonun hiç olmadık boyutlara varmasıyla, “gelirin” ve hatta karın, kapitalizmin temel sistemi olan üretim ve ticaret ile bağı kopmuştur.
“Paranın ölümü -doların altınla bağının kopması b.n- dünyayı iki ekonomiye parçaladı. Bu ekonomilerin küçüğüne ‘gerçek ekonomi’ diyorum. Burada üretilir, ticaret yürütülür, araştırma yapılır ve hizmet görülür… Diğer ekonomi, ‘finans ekonomisi’, gerçek ekonomiden yirmi-yirmi beş kat daha büyük hacimdedir. O, ticaret değil fakat spekülasyon ekonomisidir. Onun ticareti finans araçlarıyladır.”16 Ekonominin adeta ikiye bölünmesi, finans ekonomisinin emek-değer kanunuyla bağının kopması, spekülasyon balonun şişmesiyle, verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopmasının kaçınılmaz bir bağı vardır. “Gerçek ekonomi”nin, yani üretimin ve ticaretin üzerini “finans ekonomisi” bir bulut gibi sarıp sarmalar, onun soluk alıp verişini doğrudan etkiler. Böylece CEO’ların geliri ortalama ücretin 273 katına çıkabilir. Hiç şüphesiz bu spekülasyon sadece CEO’larla sınırlı değildir. Onlar zirvede oldukları için en göze batanlardır. “Finans ekonomisi”nin üst katlarındakilerin büyük bir bölümünün gelirleri benzer ölçüde spekülasyonlardan pay aldıkları için inanılmaz rakamlara tırmanmıştır.
Öte yandan, son sanayi devrimleriyle üretim teknikleri değişerek, yaygın bant üretiminden grup üretime geçildi. Bilgi ve hizmet sektöründe ise üretimin biçimi bireysel özellikleri öne çıkartan bir yapıda olduğu için sermaye karşısında emeğin gücünü zayıflattı.
Verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopmasındaki biri ekonomik yapının genel değişiminden; öteki yeni tekniklerle üretim ortam ve yollarının değişmesinden gelen nedenlerin yanında, bir de sınıflar mücadelesi gerçekliğinden gelen bir yön vardır. Kapitalizm 1970’lerle sermaye birikim tarzını finansallaşma yönünde köklü bir şekilde değiştirirken aynı zamanda sınıf örgütlenmelerine topyekün bir savaş açtı. Bu savaşla dünyada sosyalist sistemin yıkılışı birbirini etkileyen olgular oldular. Sınıf örgütlülüğü zayıfladıkça, ücret ve çalışma koşulları için mücadele neredeyse bireysel pazarlıklara gerilemiştir.
Bu tabloya baktığımızda verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopmasının geçici olmadığı ortaya çıkar. Kopma uzar ve derinleşirse bunun önemli sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Fakat bugünden somut verilerle konuşmak için erkendir. Fakat bazı işaretler ortaya çıkmıştır. İşin gerilimli yapısı yeni iş hastalıkları yaratmıştır. “Burn out” bunların başında geliyor. Bu hastalığın “kafa iş”inde ortaya çıkması günümüz iş ortamının genel yapısını anlatıyor. Verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopması sermayenin keyfiliğini arttıracağı için çalışma ortamlarında moral değerleri büyük ölçüde tahrip ediyor.
“Yapısal değişimin üç zaafı düşük kurumsal bağlılık, işçiler arasında samimi güvenin azalması ve kurumsal bilincin zayıflamasıdır.”17 “Yeni Kapitalizm”in kültürü böyle şekilleniyor. Çalışan insanları üç yönden güvensizlik kuşatmaktadır. Fordizm günlerinde aynı hareketlerin her gün tekrarından doğan yıpranma ve aşınmanın yerini tümüyle güvensiz bir ortamda çalışma almaktadır. Yaratıcı işin artmasına, genel olarak kafa emeğinin çoğalmasına rağmen, çalışma ortamında yoğun bir güvensizlik oluşmaktadır. Bu durum işle insan arasındaki ilişkiyi kaçınılmaz bir şekilde değiştirecektir.
Sermaye kar oranlarındaki azalma nedeniyle üretim devresinden kaçarak finanslaşmaya yönelmişti; verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopması derinleşirse üretimden kaçış sırasının emeğe gelmesi şaşırtıcı olmaz. Bunun nasıl olacağını bugünden öngörmek elbette mümkün değildir. Ancak insanlık tarihinde köleciliğin son günlerinde, kölelerin o günün makinalarını sürekli tahrip etmeleri örneği vardır. Yakın tarihte Fordizm’e karşı işçilerin isyanı, bant hızlarını bozmaları, sık sık hasta olmaları, sürekli iş değiştirmeleri de bir örnektir. Öte yandan, sosyalist sistemin ünlü “biz çalışıyor gibi yapıyorduk, onlar da ücret veriyormuş gibi yapıyordu” deyişi çalışma ortamının disiplin ve moral olarak ne ölçüde çökebileceğinin çarpıcı örneklerindendir.
Sermaye kadar güçlü olmadığı için emeğin üretimden kaçması tümüyle üretim devresi dışına çıkması anlamına gelmeyebilir. Üretim sürecini sabote etmesi, imkan bulursa doğrudan üretim devresinin dışına çıkması mümkündür. Sonuç olarak, verimlilik ile ücret arasındaki bağın kopması aynı zamanda kapitalist üretim sisteminin bozulması anlamına gelir. Günümüz kapitalizmi bir yanda devasa spekülasyon, öte yanda robotlarıyla bu yola çıkmıştır.
III. ve IV. Sanayi devrimlerinin bir özelliğine “emeğin üretimden kaçması” imkanları açısından değinmek gerekiyor.
“(Herbert) Spencer ve takipçilerinin yanıldığı nokta, toplumda artan karmaşıklığın kaçınılmaz bir şekilde iş dünyasının dikey yoğunlaşmasını ve çok az sayıda kurum ve kişinin elinde kontrol ve yönetimin daha merkezileşmesi gerektiğini sanmalarıdır.
“Karmaşık olmak her zaman dikey yoğunlaşma ve merkezileşme ile eş anlamlı değildir. Birinci ve İkinci Sanayi devrimlerinde irtibat/enerji matrisleri marjinal maliyeti düşürmek ve yatırımları karşılamak ve kar etmek için etkin ekonomik boyutlar yaratmada iş faaliyetlerinin dikey yoğunlaşması lehineydi. Yeni bir irtibat/enerji matrisi ortaya çıkıyor ve bu yeni bir “akıllı” kamu altyapısıdır. Nesnelerin İnterneti herkesi ve her şeyi yeni ekonomik paradigma içinde bağlayacaktır. Bu Birinci ve İkinci Sanayi devrimlerinden daha karmaşıktır, fakat onun mimarisi merkezi olmaktan çok bölüşümcüdür.”18
Jeremy Rifkin, son sanayi devrimlerinin birinci ve ikincisi gibi merkezi yapıda olmadığını, “bölüşümcü” olduğunu iddia ediyor. 3D gibi yeni üretim teknikleri, güneş ve rüzgar enerjisi gibi yeni enerji teknikleri büyük tekellere bağımlılığı ortadan kaldırabilecektir. Bu alt yapının yanında Nesnelerinin İnternetiyle birlikte bağımsız, hatta kişi ve küçük gruplara özgü üretim adacıkları yaratılabilir. Bu görüş bir yanıyla doğrudur. Ancak bunların ekonomide nasıl bir ağırlık yaratabileceği tartışma konusudur. Bugüne kadar parlak buluşlara sahip gençlerin ürünleri büyük informatik firmaları tarafından satın alınıp tekelci yapının içine katıldı.
Konumuza dönersek, verimlilik ve ücret arasındaki bağın kopması derinleştiği ölçüde emeğin “bölüşümcü” alanlara kaçması mümkün olabilir. Bunun için emek II. Sanayi Devrimi günlerinden daha fazla imkanlara sahiptir.
d- III. ve IV. Sanayi devrimlerine bazı tepkiler: En önemli tepki son bilimsel gelişmelerin -genetik, nano, yapay zeka- patentlerle özel mülkiyet tarafından çitlenmesinedir. “Açık bilgisayar programı hareketi”nin de (free software movement) içinde bulunduğu Özgür Kültür Hareketi, genel olarak bilginin özel mülkiyetin çitleri dışında olmasını savunuyor, sadece savunmakla kalmıyor, bu bilgileri çeşitli yollarda elde edip herkese açık hale getiriyor.19
Öte yandan, eğitimi elit üniversitelerin dışına taşımak için Stanford Üniversitesinde Profesör Sebastian Thrun yapay zeka konusunda “online” kurslara başladı. 2011 yılında 200 öğrenci ile başlayan süreç kısa sürede 160 000 öğrenciye ulaştı. Sonraki yıllarda bu eğitime ilgi büyük oldu. Şimdi Coursera adı altında 196 ülkede 2,7 milyon öğrenci eğitim görmektedir.20
Kapitalizmin her şeyi özel mülkiyet ve kara hapseden anlayışına karşı yavaş da olsa “karsız işletmeler” artış göstermektedir. Genellikle sağlık ve kültür alanında yaygın olan bu işletmelerde Hollanda’da işgücünün %16’sı, Belçika’da %13’ü, İngiltere’de %11’i, ABD’de %9’u, Kanada’da %12’si çalışmaktadır.21
Devasa tekel egemenliği denizinde küçük tekneler gibi salınan bu gelişmelerin bugün niceliğinden çok niteliği önemlidir. Kapitalizmin sınırları içinde özel mülkiyetin “kutsallığı” yavaş yavaş zayıflıyor. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre, neoliberalizmin çılgın koşusuyla gelinen noktada dünyanın %1’inin serveti %99’unun servetine eşittir. Sadece 62 milyarderin serveti dünyanın en yoksul %50’sinin servetine eşittir. Bu tablo hem özel mülkiyetin devasa gücünü gösterirken, öte yandan mülkiyeti dünyanın %99’u için hayale dönüştürüyor.
Bütün bu gerçekliğin yanında, son sanayi devrimleri ile bilginin mülkiyeti, bir avuç azınlığa öncekilerle karşılaştırılamayacak ölçüde büyük güçler verecektir. Doğa ve insanın temel yapı taşlarını kontrol edebilecek ölçüde büyük bir güç! Bu gidişe bir tepkinin oluşması kaçınılmazdır. IV. Sanayi Devrimi bu gidişi hızlandıracaktır.
IV. Sanayi Devrimi ve İşçi Sınıfı
Kapitalizm doğduğu yıllardan günümüze büyük değişimler geçirmiştir. Bu değişimlerin detayları konumuz değil, ancak iki temel alandaki değişim önemlidir. Bunlar da sermaye birikim tarzı ve üretim biçimleridir. Sermaye birikim tarzı ve üretim teknikleri birbirini etkiler. Kar oranlarında düşme yaşanmaya başladığında devreye yeni üretim tekniklerinin girmesi kaçılmaz olur. Fakat kar oranlarını yeniden yukarıya çekmenin tek yolu üretim tekniklerini yenilemek değildir. Hatta üretim tekniklerini sürekli yenilemenin sermayenin organik bilişimini arttıracağı için kar oranlarını aşağıya çeken bir etkisi vardı. Fakat teknik yenilenme yeteneği ve hızını elinde tutan firmalar daima ek kar elde etme şansına sahiptirler.
Üretim tekniklerinde değişim işçi sınıfının durumunu doğrudan etkileyen önemli bir etkendir. Günümüzde IV. Sanayi Devrimi’nden söz ediliyor. Bu üretimde yeni tekniklerin devreye girmesi demek olduğu için sınıfın durumunu doğrudan etkilemeye aday gelişmelerdir. Bugün sınıfı nasıl bir değişim beklemektedir? Bunu daha iyi açıklayabilmek için bugüne kadar yaşanan değişimlere kısaca göz atmak gerekir.
Buhar enerjisi ve ona bağlı teknik öncesi manüfaktür üretim döneminde (1550-1790) büyük atölyelerde toplanan veya evlerde üretim yapan işçiler Ortaçağ’dan gelen aletlerle üretim yapıyorlardı. Henüz iş bölümü çok sınırlıydı. Bu nedenle metanın tasarımını ve üretimi aynı kişiler yapıyordu. Ortaçağ’ın zanaatkarları veya ustaları bin yılların üretim bilgisi ve geleneği ile yeni koşullara uyum yapmaya çalışıyordu. Emek yaptığı üretime göre bir niteliğe, yeteneğe sahipti. Manüfaktür kapitalizm döneminde emek bu niteliğini korumuştur. Onun önemli özelliği malın tasarım ve üretiminin tek elden yapılmasıdır.
Bu dönemde işçi sınıf, bir sınıf olarak örgütlenip tarih sahnesine çıkamamıştır. Bu iki yüz yılda işçi eylemleri çok sınırlı kalmıştır.
Üretime makinaların girmeye başladığı 1800’lü yıllarla birlikte iş bölümü artmaya başlamış, işçi sınıfının üretimdeki konumu değişmiştir. Nitelikli emek makinalar aracılığıyla niteliksiz emeğe dönüştürülürken metaların tasarım-dizayn ve üretimi birbirinden ayrılmıştır. Üretim bant sistemi ile niteliksiz işçiler tarafından yapılırken malların tasarım-dizaynı tekniker ve mühendisler tarafından yapılmaya başlamıştır. Böylece manüfaktür dönemde olmayan yeni bir iş bölümü ortaya çıkıyordu. Ancak bu iş bölümünde yer alan tasarım ve dizayn elemanları henüz çok sınırlıydı. Bant sistemiyle kitle üretimi yapıldığı için meta çeşitliliği henüz zayıf, kitlesi büyüktü.
1970’li yıllarla birlikte İnformatik Çağı’na adım atılınca üretimde iş bölümünde yeni gelişmeler yaşanmaya başladı. Bant sisteminden (Fordizm’den) takım çalışmasına geçişle niteliksiz işçiler üretim bilgisi edinme anlamında kısmi nitelik kazanmaya başladılar. Bilim ve bilginin üretimle ilişkisi köklü bir şekilde değişti. Bilimsel buluşlar ve onların üretime uygulanması daha kısa aralıklara geriledi. Kitle üretiminden çeşit üretimine geçilerek sürekli yeni metaların yaratıldığı bir üretim biçimi ağırlık kazanmaya; böylece meta içinde “kafa emeğinin” payı büyümeye başladı. Mühendis, tasarım, dizayn elemanlarının sayısı daha önceleri olmayan seviyelere çıktı. Öte yandan, dünün bant işçisinin yerini yavaş yavaş robotlar almaya başlayınca doğrudan üretimde bulunan işçilerinin sayısı azalmaya başladı. Bunun yerine bilgi ve hizmet sektöründe büyüme yaşanıyor.
IV. Sanayi Devrimi ile meta üretiminden çok meta yaratımı-tasarımı daha fazla önem kazanacaktır. Bunun anlamı meta içinde “yaratıcı emeğin” payının artması demektir.
Bu gidişe bakıldığında işçi sınıfının yapısında önemli bir değişim yaşandığı görülebilir. Kapitalizmin tarihine baktığımızda sınıfın tamamlanmış, bitmiş bir oluşum olmadığı, toplumsal ve teknik gelişime bağlı olarak sürekli bir yapısal değişim yaşayan bir varoluş olduğu görülebilir. Fakat bu değişime sosyalist sistemin yıkılışı da eklenince “elveda proletarya” söylemi oldukça yaygınlaşmıştır.
Sınıf, üretim araçları mülkiyetine sahip olmayan, güncel modern üretimle doğrudan veya dolaylı ilişki içinde olan ücretli toplumsal kesimlerdir. Sermaye adına ve onun için üretimin kontrol ve denetimini yapan “ücretliler” ise işçi sınıfı içine girmezler. Sınıfın yapısal değişimi yanıltıcı görüntüler yaratsa da, onun sınıf olması olgusunu ortadan kaldırmaz, fakat örgütlenme ve mücadele yollarını etkiler. Fabrika kapitalizmi (1790-1970) dediğimiz dönemdeki sınıf mücadelesi yolları ve örgütlenmeleri ile bugünkü yol ve örgütlenmelerin çok farklı olduğu artık yeterince anlaşılıyor.
IV. Sanayi Devrimi’yle ortaya çıkmakta olan işçi sınıfının yapısı, yoğunluğu, konumu iyi çözümlenmek zorundadır. Sermayeye karşı mücadelenin yeni yolları ancak böyle bulunabilir.
Fabrika kapitalizmi yıllarına bakıldığında işçi sınıfının yapısında iki özellik öne çıkar: Oldukça homojendir; ayrıca yaşam ve oturma mekanı olarak birliktelik, yoğunluk vardır. Bugün bu özellikler büyük ölçüde kaybolmuştur. İşçi sınıfı hem üretimde ve hizmette yer alışı bakımından; hem de nitelikli emeğe sahip olup olmaması bakımından parçalanmış, eski homojenliğini yitirmiştir. Bunun yanında işçi sınıfının yaşam alanları fabrika kapitalizmi dönemindeki gibi belli alanlarda yoğunlaşma göstermiyor. Bugün özellikle Üçüncü Dünya Ülkelerinde çok belirgin bir şekilde, işçi sınıfının niteliksiz işgücünün, hem türedi işlerde çalışanlar ve hem de işsizlerin, bir anlamda “fazla nüfus”un toplandığı varoşlarda belli bir yoğunlaşma ve toplu yaşam alanları ortaya çıkmıştır. Bu alanlar dünün “işçi mahallerinden” sosyal doku olarak oldukça farklıdır.
Bu genel girişten sonra günümüz kapitalizminde işçi sınıfı içinde çok belirginleşen tabakalara gelebiliriz. Günümüz üretiminin özelliklerini dikkate alarak sınıftaki ana tabakalanmayı ele alacağız.
Bugünün kapitalizminde üretim alanlarına göre sınıfın dağılımı, en gelişmiş kapitalist ülkeler temel alındığında şöyledir:
Tablo 2: Merkez Ülkelerde Sektörlere Göre İşgücü Dağılımı 2006 | |||||
Ekonomik Sektör | ABD | Almanya | Norveç | Fransa | İtalya |
Tarım | % 2.0 | % 2.3 | % 4.8 | % 3.5 | % 4.3 |
Sanayi | % 15.9 | % 23.7 | % 17.5 | % 19.2 | % 27.1 |
Hizmet | % 34.2 | % 32.2 | % 29.2 | % 28.7 | % 34.4 |
Enformasyon | % 47.9 | % 41.7 | % 48.5 | % 48.7 | % 34.1 |
(Bilişsel Kapitalizm, Edit. Michael A. Peters 2014. s.153) |
Kapitalizmin gelişme seviyesi önceleri sanayi ve tarımda çalışan işgücü dağılımına göre belirlenirdi. Artık sanayi ve enformasyon-hizmet sektörlerindeki işgücü dağılıma göre belirleniyor. Bu tabloya ABD’de sanayi kesimindeki işgücü %15,9 iken enformasyon ve hizmet sektörlerinde toplam olarak %81,9’dur. Aynı oranlar İtalya’da %27,1 ile %68,5’dir. Bu durumda İtalya, ABD’ye göre oldukça geridir.
Son sanayi devrimleri sonrası işgücü belirgin bir şekilde “enformasyon ve hizmet” alanına yığılıyor. Enformasyon ya da bilgi sektörü son sanayi devrimlerini tam olarak karakterize etmektedir. Hizmet sektörü kapitalizmin son gelişmişlik seviyesiyle ilgilidir, ancak son sanayi devrimlerini bilgi sektörü kadar sembolize etmez.
“Yaratıcı Sınıf”
Genel olarak bilgi sektörü çalışanlarına son dönemde uygun bir isimlendirme yapıldı: “Yaratıcı sınıf”. Üretimi büyük oranda kafa emeğine dayanan, sadece bu değil, rutin olmaktan çok belli ölçülerde yaratıcı emek isteyen bu çalışma alanı IV. Sanayi Devrimi’ni en iyi sembolize edecek olan nitelikli emeği kapsıyor.
Tanımı: “Yaratıcı sınıf”ın kapsadığı nitelikli çalışma alanları şöyle sıralanıyor: Bilgisayar, matematik, mimar, mühendis, hukuk, yönetim, sağlık, finans, sosyal bilimler, sanat, dizayn, medya, eğitim.
Niceliği: ABD’de bu alanlardaki işgücünün yıllara göre gelişimi şöyledir:
Yaratıcı Sınıf | Hizmet Sektörü | Sanayi sektörü |
1960: %16 | 1960: %38 | 1960: %42 |
1970: %19 | 1980: %39 | 1990: %31 |
1980: %24 | 1990: %45 | 2010: %21 |
2010: %32 | 2010: %47 | |
(The Rise of The Creative Class, R.Florida, s.47) |
Bazı veriler önceki tablo ile çelişiyor. İlk tablo OECD verilerine göre yapılmıştır. Sonuncusu R. Florida’nın verileridir. Fakat ana eğilimde bir çelişki yoktur. Yaratıcı sınıf ve hizmet sektörü çalışanları sürekli büyümektedir. Yaratıcı sınıf son elli yılda göreli olarak %16’dan %32’ye tam iki kat büyümüştür. Sanayi sektöründe ise tablo tam tersinedir, son elli yılda bu sektördeki işgücü %42’den %21’e inmiş, yarı yarıya gerilemiştir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde yaratıcı sınıfın işgücü içindeki dağılımı birbirine yakındır.
Hollanda: %46,2
İsviçre : %44,8
İsveç : %43,9
Belçika : %43,8
Norveç : %42,1
Almanya : %41,6
ABD : %35,0
(The Creative Class Goes Global, Edit. Charlotte Mellander, Richard Florida, 2014, s.1)
Yaratıcı sınıf gelişmiş ülkelerde toplam işgücü içinde üçte birden yarıya doğru büyümektedir.
Yaratıcı Sınıfın Oluşumu: Bu sınıfın oluşmasında üç temel unsur vardır: Teknoloji, yetenek ve tolerans. Fordist bir üretim ortamında yaratıcı emeğin çıkamayacağı yeterince açıktır. Yaratıcı emek, teknoloji ile bant sistemindeki gibi sınırlı bir şekilde temasta değil, teknolojiyle üretim için canlı bir şekilde ilişkidedir. Tekniği ezberlenmiş hareketlerin bir tekrarı seviyesinde kullanmaz, sorunların çözümünde yaratıcı bir şekilde uygular. Yetenek ise sadece “Allah vergisi” değildir, daha çok eğitimle güçlendirilir. Dolayısıyla yaratıcı işgücü adeta sürekli eğitim altındadır, yeni bilgi ve tekniklerle beslenir. Tolerans, yaratıcı işgücünün çalışma ve yaşama ortamında var olması gereken adeta bir alt yapıdır. Elbette günümüz kapitalizminde toleransın iş yerindeki gerilimlerle, çalışma temposuyla kuşatılan sınırları vardır. “Yeni ekonomi”nin ilk gelişim yıllarında Silikon Vadisi özel bir yer tutmuştur. Oradaki çalışma ortamı yaratıcı emeği destekleyen özelliklere sahipti.
New York’ta çalışanlar yeteneklerini geliştirmek için haftada ortalama 13 saat zaman harcıyorlar. Bunu tamamıyla kendi çabalarıyla yapıyorlar. Bu kendini geliştirme bir kurum veya iş yeri tarafından finanse edilmiyor. Tamamen yaratıcı emeğin kendini eğitmesidir.
Yaratıcı Sınıfın Yaşam Alanları: Onu besleyen özelliklere sahip olmalıdır. Yapılan araştırmalara göre yaratıcı sınıf üniversite kentlerinde ve kültür, boş zamanı değerlendirme gibi tüketim hizmetlerinin kaliteli olduğu alanlarda kendini var edebilmektedir. Aynı zamanda yaşam alanlarının tolerans içeren bir kültür ortamına sahip olması gerekiyor. “Mahalle baskısı”nın olduğu yerlerde “yaratıcı sınıf” kendini var edemiyor.
Ücreti: Yaratıcı sınıfın ücreti diğer sektörlere göre daha yüksektir. ABD’ni örnek alırsak yaratıcı sınıfın yıllık geliri 70 bin dolardır. Hizmet sektöründe ortalama ücret 47 bin dolardır. Sanayi sektöründe ise 34 bin dolardır. Fakat 1991-2013 arası yaratıcı sınıfın ücretlerinde de durgunluk yaşanmıştır.
Ortalamanın dışına çıkıp bazı özel olgulara da değinmek gerekiyor. Yaratıcı sınıf içinde bilimsel bilgi üreten çok azınlık bir kesim vardır. Bunlar ücret ortalamasının elbette dışında kalırlar. Fakat çok daha yaygın olanlar genel bilgisayar işleri ile uğraşanlar ve program yazıcılarıdır. Bunlar ortalama ücretin 2-3 katı fazla ücret alırlar. Silikon Vadisi’nde çalışanların 2011 yılında %9’u bu kategoriye giriyordu.22
Krizdeki durumu: Yaratıcı sınıf krizlere daha dayanıklı görünüyor. ABD’de 2008-2010 arası bu sınıf 700 bin iş kaybına uğradı; buna karşılık sanayi işçileri 5 milyon, hizmet işkolundan da 2 milyon iş kaybı yaşanmıştır.
Yaratıcı sınıfın bileşimi: Bu sınıfın %52’si kadındır. Fakat kadın erkek eşitsizliği burada da hükmünü sürdürüyor. Kadınların ücretleri erkeklerden %40 daha azdır. Sanayi işçilerinin %80’i erkek, hizmet çalışanlarının ise %62’si kadındır. Son sanayi devrimleriyle büyüyen bilgi ve hizmet sektörlerinde kadın oranı artarken, sanayi işçisi eskisi gibi hala “erkek” kalmaktadır.
Yaratıcı sınıfın bazı özellikleri: Son sanayi devrimleriyle sınıfın içinde büyüyen bu tabakanın özellikleri fabrika kapitalizmi yıllarındaki işçilerden çok farklıdır. Araştırmalarda öne çıkan bazı özellikleri şunlardır.
–Bireyci: Bu kesim kişiliğini ortaya koymada etkin davranışlara sahiptir, buna karşılık kurumsal emirlere ve geleneksel grup yönelimli formlara direnç göstermektedirler.
–Kendine düşkünlük (meritocracy): Zor işleri, sorunlara meydan okumayı seviyorlar; bu yolda teşvik edilmeyi, yeteneklerine değer verilmesini istiyorlar; ancak kendi dışlarındaki çabalara değer vermiyorlar. Kendilerine düşkünlükleri onların en sorunlu özelliği.
–Farklılıkları hoş görüyorlar ve açıklığı seviyorlar: Yapılan araştırmalarda genellikle ekonomik varoluş ve büyümeden çok kendine özgü yaşam tarzı yaratmayı tercih ediyorlar. Bu anlamda farklılıklara olumlu yaklaşıyorlar.23
“Yaratıcı Emeğin” Getirdiği İki Sorun
1- Yaşam ve çalışma zamanlarının geçirgen hale gelmesi:
Yaratıcı sınıfla gelen iki soru vardır. Bilginin üretimdeki rolünün artması, “kol emeğinden” “kafa emeğine” veya “maddi olmayan emeğe” geçişle birlikte, çalışmanın rutin hareketlerin tekrarından yaratıcı emeğin ağırlık kazandığı bir yapıya dönüşmesiyle klasik işgünü veya çalışma tanımının sınırlarına dayanılmıştır. Yaratıcı emeğin çalışması 19. yüzyılda şekillenmiş işgünü yapısının dışına çıkıyor. Makinaların basit uzantısı durumundayken, işçi sınıfı için yaşam, fabrika dışında başlıyordu. Çalışma saatleri yaşamdan çalınmış zaman parçalarıydı. Günümüzde yaratıcı emek ile birlikte, çalışma ve yaşam arasındaki keskin duvar aşınmaktadır.
Aslında insanlığın ilk günlerinde, ilkel komünal toplumlarda yaşam ve çalışma farklı olgular değildi. Dans, ayin, üretim, hatta dinlenme hepsi yaşamın doğal parçalarıydı. Üretim geliştikçe, iş bölümü arttıkça çalışma ve yaşam birbirinden koptu. Bu kopuş kapitalizmin fabrika döneminde, ya da Fordist çalışma koşullarında zirve noktasına vardı. Özellikle son yirmi yıldır, çalışma ve yaşamın kopukluğu zirve noktasında bir kırılma yaşayarak farklı bir tarihsel döneme geçmiştir. Hala çalışanların çok büyük bir bölümü için çalışma ve yaşam birbirinden kopuktur. Hatta biri diğerinin karşıtı, bir anlamda düşmanıdır.
Fakat en genel anlamıyla “yaratıcı sınıf” çalışanların artık üçte birinden yarısına doğru bir genişleme gösterirken ve bu sınıf için çalışma ve yaşam arasındaki sınırlar geçirgen olmaya başladığı için, yeni bir toplumsal değişimle karşı karşıya olduğumuz yeterince açıktır. Konumuz açısından önemli olan, böyle bir durumun sınıf mücadelesi koşullarını nasıl etkileyeceği sorusunu sormaktır.
Yaratıcı emek koşullarında, hatta üretimde epeydir uygulanan, Fordizm’in yerini belli ölçülerde alan grup çalışmasında, işten çıkıldığında eve işini de beraber götürmek gibi bir başkalık vardır. İş ve yaşam arasındaki dünün keskin sınırları bugün aşınmaktadır. Bunun sınıf mücadelesi koşullarını etkilemesi kaçınılmazdır.
Çalışma ve yaşam arasındaki sınırların geçirgen hale gelmesiyle işe yabancılaşma azalacaktır. Çalışma, yaşama zorunlu dayatılan bir görev olmaktan çıkıp gündelik yaşamın olağan parçası haline geldiğinde, işi benimseme ile birlikte, onun yönetimi, geliştirilmesi konusunda söz ve karar sahibi olma isteği de artacaktır. Yaratıcı emek ile iş yerinin ilişkisi klasik çemberden uzaklaştıkça, iş yerinde güç ve irade olma sorunları da ortaya çıkacaktır.
Buradan konu derinleştikçe çalışma ve mülkiyet konusu bugüne kadar ki şeklin dışına çıkma potansiyeli taşıyacaktır. Bugünden özellikle yaratıcı emeğin firmaya değerli kağıtlarla “ortak” edilmesi yaygın uygulanan bir sistem haline gelmektedir. Bu yolla sınıf mücadelesinin klasik biçimlerinin dışına çıkılacak olsa da, yeni sorunların gündeme gelmesi kaçınılmazdır.
Bu gelişmeler “toplu pazarlık sistemi”ni köklü bir şekilde etkiliyor. Yaratıcı emek “toplu pazarlık” sisteminin dışına çıkıp, “bireysel” pazarlık yapmayı tercih ediyor. Bu gelişmeler sınıf davranışlarını, sendika örgütlenmelerini çoktandır zayıflatıyor. Dünün homojen sınıf yapısının “toplu” davranışları günümüz çeşitliliği içinde farklı yollar bulmak zorundadır.
2-Maddi olmayan emeğin ölçülebilirliği sorunu:
Yaratıcı emeğin ortaya çıkarttığı diğer bir sorun onun “ölçülüp ölçülemeyeceği” konusundadır. “Ölçülememesi” varsayımından hareketle yaratıcı emeğin önceki emek biçimleri gibi sermaye egemenliği altına alınamayacağı, dolayısıyla kapitalizm klasik egemenlik sistemi dışında kendine özgü alanlara sahip olabileceği iddiaları vardır. Sınıf mücadelesi koşullarını doğrudan etkileyeceği için konu önemlidir.
“Bunun aksine post-Fordizm çağında zamansallık artık, bütünsel olarak da, sabit sermayenin yapıları içine kapanamaz: Görmüş olduğumuz gibi, (post-Fordist emeği karakterize eden) zihinsel, maddi olmayan ve duygulanımsal üretim bir fazlalığı açığa çıkarır. Soyut zamansallık, yani emeğin zaman ölçütü, emeğin yaratıcı enerjisini anlamada yetersiz kalır.
“Kapitalist ilişkinin yeni figürünün içinde fazlalık, sermaye tarafından tamamen yeniden soğurulamayacak öz-değerlenme mekanlarının yaratılmasına izin verir: En iyi durumda bu mekanlar otonom emek hacminin, ya da daha net bir ifadeyle çokluğun üretici tekilliklerinin, daimi bir ‘kovalamaca’sıyla geri kazanılabilir yalnızca.”24
“Post-Fordizm çağında soyut zamansallık, yani emeğin zaman ölçütü, emeğin yaratıcı enerjisini anlamada yetersiz kalır” tespiti Hard ve Negri’nin başını çektiği “otonomcular”ın temel iddialarıdır. Fakat “soyut zamansallığın neden emeğin yaratıcı enerjisini anlamada yetersiz kaldığı” açıklanmaz. Hiç şüphesiz, Fordist sistemde metaların içerdiği emek zamanının ölçümü daha basit görünür. Fakat “zihinsel, maddi olmayan ve duygulanımsal emeğin ölçülmesi” neden karmaşıktır?
Bilindiği gibi kullanım değeri değişim değerinin taşıyıcısıdır. Değişim değerinin ölçümü ise soyut emek zamanıyla mümkündür. Maddi olmayan emek de neticede bir ürün-meta üretir, onun bir değer taşıması için önce ölçülebilir olması gerekir. Ölçülemeyen kullanım değerleri meta niteliğini taşımaz. Üretenin kişisel olarak kullanımına yarayabilir, ancak değişim değeri taşımıyorsa pazarda bir değeri olmaz. Büyük çabalarla -maddi veya maddi olmayan- ürettiğiniz bir mal, sizin harcadığınız emek zamanından farklı olarak o malın üretiminde gerekli olan toplumsal emek miktarı ile ölçülür. Toplumsal emek miktarı ise o toplumdaki teknik ve üretim örgütlenmesi yöntemlerinin seviyesine bağlıdır. Toplumsal gerekli emek zamanı ile ölçülemeyen bir ürünün kapitalist pazarda bir değeri (değişim değeri) yoktur.
“Zaman ölçütü, emeğin yaratıcı enerjisini” anlamada neden yetersiz kalsın? Yazar bunu açıklamıyor. Kapitalizmin tarihi boyunca pek çok icat çekmecelerden pazara çıkamadan çöpe gitmiştir. 1970’ler sonrası son sanayi devrimleriyle birlikte maddi veya maddi olmayan -düşünsel- buluşlar yapılmıştır. Önceki dönemlerden bugünün farkı bu buluşların hızının artmasıdır. Hemen her gün bir yenilik ortaya çıkıyor. Fakat belki bir o kadarı da ortaya çıkamadan çöpe gidiyor. Neden bu yaratıcı emekler “anlaşılamıyor” da çöpe gidiyor? Bu “emeklerin yaratıcı enerjisi” nasıl, hangi yolla anlaşılacaktır? Buna verilen bir cevap yoktur.
Fabrika kapitalizmi dönemindeki meta üretimi ile son sanayi devrimleri yıllarındaki meta üretimi arasında önemli bir fark vardır. Fabrika kapitalizmi döneminde bir metaya katılan emeğin görece az bir bölümü yaratıcı emeğe -mühendislik, tasarım, dizayn- daha yoğun bölümü kol emeğine aittir. İnformatik çağıyla birlikte meta içinde yaratıcı emeğin payı -mühendislik, tasarım, dizayn- artmış, öte yandan kol emeğinin bir bölümü de makinalara-robotlara geçmiş, oldukça az bir canlı kol emeği meta içinde katılaşmıştır.
Fakat değişimin böyle olması meta içindeki yaratıcı emeğin ölçülemeyeceği anlamına gelmiyor. Metadaki canlı emek içinde “kafa emeğinin” ya da “maddi olmayan emeğin” miktarı artmıştır ve bu miktar zamanla ölçülmektedir. Ölçülemeyen emeğin, ister maddi isterse maddi olmayan emek olsun, bir değeri olmaz.
Bu tartışma daha da derinleştirilerek yeni bir değer teorisine varılmaktadır:
“Başlıca üretim zamanı olarak dolaysız emek tartışmasının yeniden açılması ve dolaysız emek zamanını üretkenliğin ve gelire ulaşmanın ölçüsü olarak tutmaya devam etmenin imkansızlığı; bunun doğal sonucu olarak, emeğin zaman-değeri teorisinden, başlıca sabit sermayenin ‘toplumun bilgi birikimi beyninde bulunan’ insan olduğu bilgi-değeri teorisine geçiş”25 değer teorisine yeni bir yaklaşımdır.
“Dolaysız emek zamanını üretkenliğin ve gelire ulaşmanın ölçüsü olarak tutmaya devam etmenin inkansızlığı” çok açık ortadadır. Fabrika kapitalizmi yıllarında veya Fordist üretim sisteminde bant başındaki “dolaysız emek” meta içinde katılaşan başlıca emek biçimiydi. Maddi olmayan emeğin rolünün “yeni ekonomi” ile artmasıyla meta üretiminde dolaylı emeğin rolü büyümüştür. Fakat bu onun ölçülemeyeceği anlamına gelmiyor. Bütün AR&GE laboratuvarlarında araştırmaların ekip sayısı, buluşların olgunlaşma süresi hep ölçülür. Üretimde dolaylı emeğin rolünün artması “emek zaman-değeri teorisinden” “bilgi-değeri teorisine geçiş” olarak tanımlanıyor. Bilgi-değer teorisi nasıl bir şeydir?
Bilgi insanın kafasında iken bir değere sahip değildir, olamaz. Tıpkı kol işinde işçinin yetenek ve çalışma gücü kendi başına bir değere sahip olmadığı gibi. Ancak sermayenin bir parçası olan üretim araçlarıyla temasa geçtiğinde bir değere sahip olurlar. Bilgi de meta üretimi için üretim araçlarıyla temasa geçtiğinde hem ölçülmeye, hem de değer yaratmaya başlar. Bu anlamda emek-değer teorisi dışında bir bilgi-değer teorisi olamaz. İster kol emeği ister “maddi olmayan emek” meta üretimi devresine girdiğinde emek metalarda katılaşır. Meta ister maddi bir cisim olsun, isterse bir proje, bir tasarım olsun emek-değer teorisi içine girer.
“Böylelikle, modern değişim… bir formülle… özetlenebilir: Kaynakların durağan yönetiminden bilginin devingen yönetimine geçiyoruz. Üretken bilim, artık makinelerde bulunan katı mantık ‘içerisine alınamaz.’” (a.y. s.14)
Bilim ve üretimin bağı son sanayi devrimleriyle yeni bir nitelik kazanıyor, bu doğrudur. Ancak bilimsel düşünce de, bir bilim adamının veya bir ekibin düşüncesi olmaktan bir makaleye, bir tasarıma veya bir uygulamaya dönüştüğü andan itibaren “makinalarda” katılaşır. Fakat bu makinalar günümüzde bilgisayarlardır. Bilimin bugünkü “devingenliği” bunu engellemez. Hatta son “süper bilgisayarlar”la insanlık devasa bilgi depolama tekniklerini geliştirmeye çalışıyor. Yazar, bilime bir toplumsal sistem içinde bakmayıp, bir aydın veya akademisyen özellikleriyle bakıyor. Şunu söylemeliyiz. Bilgi ancak yeni makinalarda -bilgisayarlarda- katılaştığı ölçüde pratik yaşama girer ve “değişim değeri” kazanır.
“Bununla birlikte, eski zanaatçıların sahip olduğu pratik bilgiden farklı olarak bugünün yayılmış entelektüelliğine ait canlı bilgi, emeğin Taylorist ve Fordist örgütlenme ilkelerinde doruğa ulaşan Smith’e ait iş bölümü mantığının derinleştirilmesiyle ‘mülksüzleştirilemez’.” (a.y. s.14)
Yine bilime bir akademik yaklaşım. Dünün zanaatçısı bilgi ve yeteneğini makinalara kaptırmıştı, bu anlamda mülksüzleştirilmişti. Bugünün muazzam bir güce ulaşmış bilimsel bilgileri ve hatta onların sürekli geliştirilme yeteneği patentlerle özel mülke dönüşüyor. Evet bu konuda dünyada büyük bir mücadele sürüyor. Fakat tekelci kapitalizm koşullarında bilimsel bilgiler özelleştirilmektedir. “Bugünün yayılmış entelektüelliğine ait canlı bilgi” büyük ölçüde tekellerin mülkiyetindedir. Görünüşte digital dünyada J. Rifkin’in deyimiyle “maliyeti sıfır” ürünler artmaktadır. Bu gerçeklik bilgi konusunda tekelleşmeyi ortadan kaldırmıyor. Tam tersine bazı ürünler artık “maliyeti sıfır” olarak mümkün olduğu kadar yaygın kullanılabildiğinde, patentli ürünlere o kadar çok gerek duymaktadırlar. Görünüş yanıltabilir, ancak yaygın maliyetsiz kullanım bir noktada gelip özel mülkiyetin çitlenmiş sınırına gelip dayanmak zorundadır.
Dünün zanaatçısı nasıl yeteneklerini makinalara, yani üretim araçları sahiplerine kaptırdıysa, bugün yaratıcı emeğin yeteneğini yapay zekaya kaptırmayacağının hiçbir teminatı yoktur. Yapay zeka mülkiyeti olan en yeni üretim aracıdır. Kapitalizmin temel gücü olan üretim araçlarının özel mülkiyeti sorunu, bazı aydınların gözünde bilimin canlı gelişimi ve parlaklığı arkasında kaybolmuş görünüyor. Biraz etrafımıza bakınca bu konudaki bilimsel büyü hemen dağılıp, onun yerini devasa tekellerin gücünün aldığını görmek zor değildir. Yeni buluşlar yapan genç yetenekler ya buluşlarını büyük tekellere pazarlıyorlar, ya da işler yolunda giderse kendileri hızla büyük mülkiyetlerin sahibi oluyorlar. “Canlı bilgi”yi kapitalizmin bir kara delik gibi tüm mülkiyetleri içine çeken tekelci yapısından kurtaracak bir güç henüz yoktur. Daha doğrusu bu yolda büyük bir devrimci mücadele ile bu kara delik yok edilebilir. “Canlı bilgi” kendisi olarak ve kendi başına böyle bir güce ve özelliğe sahip değildir.
Maddi olmayan emeğin ürünleri “sermaye tarafından tamamen yeniden soğurulamayacak öz-değerlenme mekanlarının yaratılmasına izin verir” iddiasıyla Negri, maddi olmayan emeğin sermayenin artı-değer sömürüsü sisteminin dışında kalabileceğini, “üretici tekilliklerin daimi kovalamacasıyla geri kazanılabileceğini” ileri sürer.
Yaratıcı sınıfın veya bilgi-hizmet kapitalizminde işgücünün yığılma alanları sınıf mücadelesine yeni özellikler katacaktır. Bunların bulunması ve mücadele araçları haline getirilmesi en acil görev olarak duruyor. Fakat bunun yerine “maddi olmayan emeğin” “öz-değerlenme mekanları yaratabileceği” ve mücadelenin bu yoldan gelişeceğini hayal etmek kapitalizmin temel yapı taşlarını görmezden gelmek olur.
İşçi Sınıfında Genel Yapısal Değişim
IV. Sanayi Devrimi’nin sınıf yapısında ortaya çıkarmakta olduğu en önemli yenilik budur. Kapitalizmde iki büyük yapısal değişim; finansallaşma ve yeni teknolojik devrim, sınıf yapısında da önemli değişimler yaratmaktadır. Sınıfın bir bileşeni bilgi sektöründe büyüyor. Bu kesim o ölçüde belirgin hale geldi ki “yaratıcısı sınıf” deyimini bir anlamda hak ediyor.
Sınıfın diğer yığınak alanı hizmet sektöründedir. Kapitalizmin gelişmişlik seviyesine göre önceki dönemlerden farklı olarak sağlık, eğitim ve kültür alanlarındaki büyüme öne çıkmaktadır.
Son olarak, sanayi üretimi alanında işçi sınıfı oldukça daralsa da, hala belli bir yere sahiptir. Fakat bu alanda çalışma taşeronlaşma, sendikasızlaşma, güvencesizleşme ile önceki dönemlerden çok farklı hale gelmiştir.
Toptan bir bakış yapıldığında ABD esas alınırsa, işçi sınıfının yapısal dağılımında şu tablo ortaya çıkmaktadır. “Yaratıcı sınıf” ya da bilgi işkolunda çalışanlar %32, hizmet işkolunda çalışanlar %47 ve sanayi üretiminde %21’dir. Fabrika kapitalizmi yıllarında tabloda nicelik olarak en kabarık kesim sanayi üretiminde yer alan işçilerdi. Bugün bu kesimde çalışanlar sınıf içinde beş kişiden biridir. %80 bilgi ve hizmet kesiminde çalışmaktadır. Bu değişim kapitalizmin tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken yarattığı kadar sarsıcı bir tablodur. Bu nedenle, sınıf mücadelesi koşullarında böylesine köklü değişimlerin yaşanması, mücadele yol ve yöntemlerinde de aynı ölçüde köklü değişimleri getirecektir. Aslında bu değişim Arjantin ayaklanması, Venezüella’da Caracazo, Bolivya’da su ve gaz isyanları, Occupy Wall Street, Gezi isyanı, Madrid’in Öfkeliler hareketince işgali, Tahrir Meydanı’nın işgali, Syriza ve Podemos bu değişimlerin güçlü işaretleridir.
Sınıf Mücadelesini Kuşatan Engeller ve Aşılma Yolları
Sınıf mücadelesi koşularının önemli değişimler geçirdiği tarihsel bir dönemden geçiyoruz. Bunun iki temel nedeni, kapitalizmde yaşanan yapısal değişim ve sosyalist sistemin yıkılışıdır. Bu iki olguyu birlikte ele alırsak değişimin tetiklendiği dönem 90’lı yıllar sonrasıdır. Dünyaya kabaca bakmakla bile bu yıllardan sonra sınıflar mücadelesinin her bakımdan gerilediği hemen görülebilir.
ABD’de sendikalı işçi oranı 1981’de %24 iken 2013’de %12’ye gerilemiştir. Sanayide işçi sayısı 1994’de 12.571.000 iken 2013’de 8.444.000’e düşmüştür. Grevde geçen yıllık ortalama gün sayısı1967-74 arasında 31.152.000’dir; 1983-2007 arası neoliberal politikaların hız aldığı yıllarda 6.075.000’e gerilemiştir.26 Rakamlarla sınıf mücadelesi neoliberal yıllarda tam beş kat gerilemiştir.
Sınıf mücadelesini gerileten koşullara daha yakından bakıldığında kapitalizmdeki yapısal değişimin büyük bir önemi olduğu anlaşılıyor. Sıralarsak:
1-Sınıfın yapısında parçalanma: Parçalanmanın esas nedeni işgücünün sanayi proletaryasından bilgi-hizmet sektörüne kaymasıdır. Sınıf mücadelesinin en yüksek olduğu dönem 1800’lü yıllar ile 1980 arasıdır. Bu dönemde sınıf yapı olarak oldukça homojen ve yaşama mekanı olarak toplu ve ortak konumlar içindedir. İnformatik çağıyla birlikte süreç başka yönde işlemektedir. Bilgi-hizmet iş kollarında işgücü homojen değil, nitelik olarak çok farklı özelliklere sahiptir; ayrıca iş yerleri büyük fabrika yıllarına göre az sayıda işgücünün çalıştığı, dağınık konumlardadır. Bu süreç derinleşerek devam ediyor. Böylece işçi sınıfının bir dönem sahip olduğu topyekün davranma yeteneği zayıflamaktadır.
2-Güvencesiz iş koşullarının artması: Yeni dönemle toplu pazarlık sistemi büyük darbe yemiştir. Böylece çalışanların iş garantisi ortadan kalkmış, çalışma saatleri çok esnek hale gelmiş, büyük mücadelelerle elde edilmiş bu haklar aşınırken 8 saatlik işgünü neredeyse tarihe karışmaktadır. Bu gelişmeler uluslararası söylemde “prekarya” diye bir kavram yaratmıştır. Güvencesiz, yarını belli olamayan koşullarda çalışan, yarım günlük işler ya da iş olduğunda çağrılan sonra eve yollanan işçilere verilen isimdir. Güvencesiz koşullarda çalışanların önemli bir kısmı niteliksiz işgücüdür. Kıpırdadıklarından kapının önüne konulma duygusu ve tehdidi ile yaşarlar.
3-Fazla nüfus: Neoliberal ekonomi politikalar ve son sanayi devrimleriyle fazla nüfus kapitalizmde ciddi bir sorun olarak her geçen gün gündemin üst sıralarına çıkmaktadır. Fazla nüfus özellikle Üçüncü Dünya Ülkelerinde yaygındır. “Teknolojik işsizlik”in niteliği son sanayi devrimleriyle birlikte değişmiştir. 19. ve 20. yüzyıldaki gibi yeni teknikler bir yandan işsizlik yaratırken, bir müddet sonra yarattıkları yeni iş alanlarıyla bu işsizliği emmekteydiler. Kapitalizmin finansa kayması ve teknik değişimin boyutu ve hızının büyümesiyle istikrarlı bir şekilde canlı işgücü üretim ve çalışma alanlarından uzaklaşmaktadır. Bu gidişin artık geçici olmadığını gören kapitalist sosyologlar “temel gelir” önerisiyle fazla nüfusa çözüm bulmaya çalışıyorlar.27 Bu durum sınıf mücadelesi için güçlü bir kuşatıcı etki yaratmaktadır.
4-İşgücünün uluslararası göçü: Dünyada işgücü göçü artık görünmez silik bir gerçek olmaktan çıkıp, kapitalizmin en önemli sorunlarından birisi haline geldi. Bugün dünyada 214 milyon göçmen vardır. Göçmenlerin yoğun oldukları ülkeler bugüne kadar gelişmiş kapitalist merkezlerdi. Fakat bu tablo son on beş yıldır değişmektedir. Hem gelişmiş ekonomilerdeki kriz yüzünden, hem de Üçüncü Dünya Ülkelerinden bazılarının ekonomik olarak sınıf atlama konumuna gelmeleri nedeniyledir. Bölgesel savaşlar nedeniyle göç son yıllarda büyük bir hız kazanmıştır.
Göç nedeniyle 500 milyon insan ülke dışından yollanan havalelerle yaşamaktadır. Son on yılda yollanan havalelerin miktarı üçe katlanmış, 530 milyar dolara ulaşmıştır.28
Artan göç sınıf mücadelesi üzerinde başlıca iki etki yaratmaktadır. Gittiği ülkede en ucuz işgücü olması nedeniyle ve kısa zamanda birikim yapma hedefinden dolayı, mücadelenin genellikle dışında duran bu kesim, aynı zamanda çalışanların üzerinde mücadeleyi sınırlandıran bir etki yapmaktadır. Öte yandan, göçmen işçiler ülkesindeki yakınlarına yolladığı para ile bir bakıma “fazla nüfus”a “temel gelir” veren konumda oluyorlar. Bu gerçeklik de sınıf mücadelesi, sosyal mücadele kanallarını tıkayan bir rol oynuyor. Göçen nüfusun bulunduğu ülkede normal koşullarda sınıf mücadelesine katılması on yılları alan bir zaman gerektiriyor. Ancak göç sürekli yenilendikçe aynı kısır çember işlemeye devam ediyor.
5-Sosyalist sistemin yıkılışı: Bütün bu kuşatma nedenlerine son olarak Berlin Duvarı’nın çöküşünün etkilerini eklemek zorundayız. Bu gerçek, zamana yayılmış, sinsi, davranışları inmelendiren bir etki yaratmaktadır. Şüphesiz ki sonsuza kadar devam etmeyeceğinin işaretleri belirmeye başladı. Fakat sınıf mücadelesi koşullarını kuşatan hala en önemli engellerden birisi olmaya devam ediyor.
Sonuç
“Bu pazarlık bir tek firmanın hatası veya toplumun herhangi bir tabakası tarafından kırılmadı. Fakat kırıldı. En azından benim ülkemde ve durgunluk içindeki sizin bazı ülkelerinizde verimlilik ve gelirler arasında büyüyen bir uçurum var.
“Bunun bazı politik hoşnutsuzlukları ve bugüne kadar güvenilmeyen politikacılarının seslerinin yükselmesine neden olduğunu da tartışmak isterdim. Bu akşam, dijital devrimin bu kırılmayı şiddetlendirme ve orta sınıfların yok oluşunu hızlandırma, sadece Amerika’da değil, fakat bütün dünyada, potansiyeline sahip olduğunu söylemek isterim.”29
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, bu yılki Davos toplantısında bu konuya vurgu yapma gereğini duymuştur. Verimlilik ve gelirler arasındaki uçurumun büyümesi; dijital devrimin orta sınıfları yok etme potansiyeline sahip olması gelecekte hoşnutsuzlukları körükleyebilir, daha da kötüsü bugüne kadar güvenilmeyen politikacıların yolunu açabilir.
Aslında son sanayi devrimleri orta sınıf sayılabilecek “yaratıcı sınıfı” büyütme potansiyeline sahiptir. Son yirmi yılın gelişmeleri bunu göstermiştir. Fakat aynı gelişmeler iki önemli ipucunu da ortaya çıkartıyor. Orta sınıfın ücretlerinde belirgin bir durgunlaşma, verimlilik ve gelir arasında kopma, artık açık bir olgudur. Öte yandan dijital devrimin gelişmesi, özellikle robotlaşmanın yaygınlaşması ve yapay zekanın “orta sınıfı” süpürme potansiyeli “orta sınıf Joe” lakabıyla anılan ABD Başkan Yardımcısı’nı haklı olarak endişelendirmiştir.
Kapitalizmde sınıf mücadelesini yumuşatan, uzlaşmacı zeminlerde seyretmesini sağlayan bir “tampon sınıf” vardır: Orta sınıf! Eğer bu sınıf bir biçimde erirse “hoşnutsuzluklar” artabilir. IV. Sanayi Devrimi’nin ürünlerinden birisinin de bu olması büyük bir olasılıktır.
Sınıf mücadelesini kuşatan engellerden sıyrılmanın henüz yollarını tam anlamıyla bulabilmiş değiliz. Ancak bir olgu öne çıkıyor. İki bin yılının ilk on beş yılını kapsayan gelişmelerin gösterdiği, sınıf hareketlerinden “sosyal hareketlere” geçişin yaşanmasıdır. Sadece ücretlerle değil, yaşanan köklü toplumsal değişimler sonucu ücretler, yaşam koşulları, daha doğrusu sürekli birlikte olunan yaşam alanları, sağlık, eğitim; bunların yanında çok önemli olan kültür alanlarının iyileştirilmesi, ancak Sosyal Hareketler yaratmakla mümkündür. Bütün yaşamı kucaklayan sosyal hareketler 21. yüzyıl mücadelesini yürütmeye aday görünüyor.
Dünyada son on beş yılda yaşanan deneyler bazı ipuçları vermektedir. Arjantin’deki isyan, yol kesmeler, “işsiz işçiler sendikası”ndan, Tahrir Meydanı’na, Occupy Wall Street’den Gezi isyanına kadar yaşananlara bakıldığında bu yüzyıla özgü çeşitli örgütlenme ve mücadele biçimleri kendini göstermiştir.
Bir noktayı öne çıkartmak gerekiyor. Sınıfın başlıca üç parçası arasındaki ilişkinin yolları henüz çözümlenmiş değildir. “Yaratıcı sınıf” denen bilgi işkolunda çalışanlarla, hizmet sektöründe çalışanlar, klasik sanayi işçileri ve niteliksiz-güvencesiz çalışanların örgütlenme, davranış ve mücadele yollarının oldukça farklı olduğu ortaya çıkıyor. Sınıfın bu farklı tabakalarını, “fazla nüfus”la buluşturmanın yolu Sosyal Hareketler yaratmaktan geçiyor. En azından son on beş yıldır yaşanan deneylerde bu yön öne çıkmıştır.
Bu konunun çözümlenme çabası aslında bizi “işçi sınıfının öncülüğü” konusuna getirir; bu konu Berlin Duvarı çöktüğünden beri gündemdeki yerini bütün ağırlığı ile korumaktadır. Bu tartışmayı “elveda proletaryacılar” gibi ele almayacaksak, yeni deneylerin birikimiyle, günümüz koşullarına göre ele almak gerektiği açıktır. Yaşamın içinden gelen mücadele deneylerinin birikimiyle konuyu tekrar tekrar ele almak kaçınılmaz bir görev olarak duruyor. Önceki söylediklerimizi tekrarlamamak ve yersiz spekülasyonlara kaçmamak için konuyu şimdilik bu noktada bırakalım.
20.03.2016
Notlar:
1-New World Order Labor, Capital and İdeas in the Power Law Economy… E. Brynjolfsson; Foreign Affairs, July-August 2014
2-The Second Machine Age, 2014, E. Brynjolfsson, A. Mcafee, s.49
3-Endüstri 4.0 ve The Fourth İndustrial Revolution, (pdf), 2016, Sogeti
4-Deep Shift, World Economic Forum, Survey Report, (pdf), 2016, s.6
5-Deep Shift, s.7
6-The Second Machine Age, s.67
7-Inventing Future, Alex Williams, 2015, s.110
8-The Zero Marginal Cost Society, Jeremy Rifkin, 2014, s.165
9-The Second Machine Age, s.66
10-A.y. s.78
11- The Zero Marginal Cost Society, s. 129
12- The Second Machine Age, s.82
13-Brazil’s Antipoverty Breakthrough, Jonathan Tepperman, Foreign Affairs, Feb 2016
14-The Second Machine Age, s.49
15-Inequality and Modernization, Ronald Inglehart, Foreign Affairs, Şubat 2016
16-The Dead of Money, Joel Kurtzman, 1993, s.12
17-The Culture of the New Capitalism, Richard Sennett, 2006, s.63
18- The Zero Marginal Cost Society, s.67
19-A.y. s.173
20-A.y. s.114
21-A.y. s.261
22-Digital Labor and Karl Marx, Christian Fuchs, 2014, s.216
23-The Rise of The Creative Class, Richard Florida, 2011, s.56-61
24-Bilişsel Kapitalizm, Derleme, Antonio Negri, s.28
25-Biçimsel Boyunduruktan Genel Zekaya,(pdf) Carlo Vercellone, 2012, s.13
26-Transforming Classes, Socialist Register, 2015, s.300
27-The Second Machine Age, s.104
28-Precarious Migrants, Socialist Register2015, Susan Ferguson, s.1-11
29-The Digital Revolution could destroy the middle class, Joe Biden