TKP’nin YURTSEVERLİĞİ – Fikret Kızıltan
Yol Sayı 7, Ağustos-Eylül 2005
Ulusal Sol Çizgide Bir Adım Daha
Türkiye’de milliyetçiliğin devlet eliyle pompalandığı bir dönemde bazı komünistler durumdan vazife çıkararak “yurtsever cephe” örgütleme yolunu tuttular. 2001 yılında TKP ismini alan siyasi çevre Yurtsever Cephe açılımıyla, 28 Şubat’tan sonra yöneldiği “ulusal sol” çizgisini bir adım daha ileri götürmüş oldu böylece.1 Yurtseverlik, kamuculuk (devletçilik anlamında) ve aydınlanmacılığı (Siyasal İslam karşıtlığı) üzerinde yükseleceği üç temel ayak olarak tanımlayan TKP’nin kendi içinde tutarlı bir adım attığı söylenebilir.2 Bu siyasi geleneğin ihtiyaç ve yönelimleri genellikle devletin (ordu diye de okunabilir) ihtiyaç ve yönelimleriyle paralellik seyrediyor olması zamanlama konusunu da açıklığa kavuşturuyor. TKP, SİP iken 28 Şubat sürecinde anti İslamcı kampanyalar örgütledi. 19 Aralık’ta devrimciler kurşunlanırken, devrimci demokrasinin ölmekte olduğunu ilan etti. Devlet kime vurduysa bu çevre de orayı hedef almayı adeta gelenek haline getirdi. Bugün de Kürtlere (ve devrimci güçlere) dönük saldırılar şovenist bir histeriyle birlikte sürdürülürken TKP “yurtseverlik” bayrağını açıyor. Devletin ulusal kimliği pekiştirmeye çalıştığı bir dönemde (Abartılı Çanakkale Zaferi kutlamaları, milli bayramları halklaştırma çabası, Ermeni katliamı konusunda estirilen terör, Kürt hareketine yönelik sertleşme vs.) ulusalcı açılımlar yaparak güçlenmeye çalışıyor. Devlete paralel taktiklerle güçlenmeye çalışmak doğrusu oldukça özgün bir komünizm uyarlaması ve “taktik incelik” örneği oluyor.
TKP, AKP hükümetini hedef tahtasına oturturken ulus devleti bir direniş kalesi olarak görüyor. Emekçileri yurtsever kimliğiyle emperyalizme karşı ulus devlete sahip çıkmaya çağırıyor. Kürtleri de büyük bir pişkinlikle bu hayali cepheye davet ediyor, onların zaten yıllardır sahici bir “yurtsever cephe”de mücadele ettiklerini görmezden gelerek.
Bugün TKP ismini almış olan bu siyasi çizgi sınıf karşıtlığını dillendir- se de devlet karşıtlığını ağzına bile almaz. Çünkü onlara göre komünistlerin işi “devlet düşmanlığı” değildir. Üstelik TKP’ye göre devlet 28 Şubat’tan sonra sistemde sola da bir yer açma ve sağı dizginleme misyonu yüklenmiştir. Öyleyse yapılması gereken devlete ilişmeden açtığı alanda “komünizm mücadelesini” yükseltmektir. Liberal sol için AB neyse, TKP için de Türk devleti odur.
SİP 28 Şubat öncesinde sınıfçı doktriner vurgularla devlet iktidarına karşı mücadeleden kaçışın teorisini yapıyordu. Bugünse TKP emperyalizmin rolünü öne çıkararak devlete karşı yürütülecek mücadeleden yan çiziyor. Tutarlı oldukları nokta mücadelede “devlet körü” olmalarıdır.
TKP’ye göre Türk devleti ülke güvenliği açısından daha da güçlenmelidir. Bu yüzden TKP mesela “İncirlik kapatılsın” demek yerine “İncirlik’e el konulsun” der. Birinci çağrı anti militarist bir yön de taşırken TKP askeri üssü Türk ordusuna armağan eder. Ne de olsa ülke çıkarları savunulacaktır, hem de emperyalizme karşı.
Ulusalcılık ve Sol
Yurtseverlik solun 20 yy. boyunca sık sık başvurduğu bir kavram oldu. Özellikle işgal süreçlerinde ulusal kurtuluş mücadeleleri verilirken. Ya da ABD emperyalizmine karşı Sosyalist Blok’u güçlendirmek adına ulusalcı akımlarla ittifak arayışları gerçekleşti. Komünist partilerin bu dönemki ulusalcı stratejileri kimi zaman büyük başarılara imza attı, kimi zamansa ağır trajedilere yol açtı. Bu tarihsel deneyimlere bugünden bakarken her tekil örneği kendi içinde değerlendirmek gerekir. Ama kesin olan bir şey varsa 20. yüzyılın sonlarına kadar süren sosyalist-ulu- salcı çizgiler tarihsel bir dönemin ürünüydü. Çözülmemiş ulusal sorunlar, Sovyetler Birliği’nin varlığı, ulusal kalkınmacı politikaları mümkün kılan uluslararası sistem vb. bir dizi değişkene bağlıydı. Bugünden bakarak bu dönem boyunca Marksistlerin ulusalcı yaklaşımlar geliştirmesini tarihsel bir günah olarak değerlendirmek eğer apolitizmden kaynaklanmıyorsa liberal bir yaklaşımdır. Sol ve ulusalcılık ilişkisi baştan tukaka gösterilemeyecek, belirli koşullar altında oluşmuş bir gerçektir. Özellikle ezilen ulus milliyetçiliğini ezen ulus şovenizmden ayırmak solun hiçbir zaman vazgeçmemesi gereken bir ayrımdır. Ezilen ulusun Marksistlerinin ulusalcı söylemi sahiplenmeleri politik olarak meşrudur. Milliyetçilikler arası ayrım yapmamak liberal görünümüne rağmen gerçekte gizli şovenizmden başka bir şey değildir.
Bunları söylerken bir dönemin kapandığını vurgulamak gerekiyor. Kürdistan, Filistin, Kuzey İrlanda gibi örnekler ise geçmiş dönemden bu güne uzayan ve hala çözülmemiş olan ulusal sorunlardır. Güncel bir örnek olan Irak direnişi ise mevcut durumda ulusal kurtuluşun ötesinde bölgesel bir direniş karakteri göstermektedir. ‘Direnişin ideolojisinde ulusalcılıktan çok İslami motifler egemendir. İslamcıların Afganistan’da, Çeçenistan’da ve Irak’ta “uluslararası tugaylar” örgütleyebildiğim düşünürsek, solun ulusalcı bir çizgiye çekilmesinin nasıl bir “gericilik” olduğu daha iyi görülür.
Ulusalcılıkla sosyalist solun ilişkisi tu yazının kapsamına sığmayacak kadar geniş ve çetrefilli bir konudur. Bu yazıda asıl olarak 2005 yılının Türkiye’sinde (ezilen ulusun özgürlük mücadelesinin de sürdüğü bir ortamda) Türkleri ve Kürtleri ortak bir yurtseverliğe ve işçileri yurtseverlik kimliğiyle örgütlenmeye çağıran bir siyasi çizginin niteliği üzerinde duracağız.
“Yurtseverlik Alanı”
TKP kılı kırk yararak yurtseverlikle ulusalcılığın farklarını ortaya koymaya çalışmaktadır. Oysa TKP’yi ulusal solcu yapan yurtseverlik kavramını kullanması değildir. Sorun kavramın içeriğiyle olmaktan çok, onun hangi konjonktürde, hangi amaçla ve kim tarafından dile getirildiğiyle ilgilidir. TKP neden bugün böyle bir açılım yapma ihtiyacı duyuyor? Yurtsever cephenin İşçi Partisi’ni anımsatan açıklamalarına bakarak hemen bazı sonuçlar çıkarmak mümkün ama biz asıl olarak konuyu sosyalizmin çıkarları açısından ele almış olması gereken TKP’nin 2004 Konferansı’nın belgelerine ve Gelenek dergisinin sayfalarına bakacağız.
Emperyalizme karşı mücadelenin son dönemde önem kazandığını tespit eden TKP’ye göre “emperyalist süreçler burjuva siyasetinde özerk alanları daralttığı ölçüde yurtseverlik daha fazla solun hegemonya alanına kaymaktadır. Özetle emperyalizmin güncel yönelimleri, yurtseverlikle enternasyonalizm arasındaki örtüşmeyi geliştirmektedir.”3 Burjuva siyasetinde özerk alanların daraldığı, eski devletçilik liberalizm kutuplaşmasında liberalizmin hâkim geldiği anlamında doğrudur. Bugün burjuva partilerinin ekonomi politikaları aşağı yukarı aynılaşmıştır. Ama yurtseverlik nereden ve nasıl solun alanına kaymıştır? Türkiye’de düzen içi güçlerin “vatanseverliğin” çeşitli versiyonlarını üretemeyecekleri mi iddia ediliyor? Yurtseverlik diye bu milliyetçiliklerden muaf bir alan var mı?
TKP’nin “yurtseverlik alanı” dediği (biz ulusal çıkarlar olarak okuyalım) konumun solun hegemonyasına kaydığını söylemek için gerçeğe gözlerini kapamış olmak ya da tarihi epey geriden takip etmek gerekir. 1960’h yıllarda değiliz. Bu konuda MGK’dan BBP’ye uzanan egemen bir vatanseverler yelpazesiyle karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım. Yoksa bunlar burjuva siyasetinin dışında mı? Vatanseverlik devlet bürokrasisinden faşizan siyasi gruplara kadar çok sayıda siyasi öznenin at koşturduğu bir alandır. “Emperyalist süreçler” TKP’nin iddia ettiği gibi yurtseverliği (ulusalcılık) enternasyonalizme yaklaştırmıyor aksine kendi ulus devletinin çıkarlarıyla örtüştüğü oranda onu gerici bir karaktere büründürüyor.
TKP’nin Türkiye’de milliyetçiliğin oynayabileceği rolün farkında olmadığı anlaşılıyor, “…sola açık kalan bu alanın [yurtseverlik] milliyetçi şoven bir demagojiyle doldurulmasının da burjuva siyaseti açısından katı sınırları vardır. Türkiye’de faşist hareketin egemen güçlerin, devletin ve hatta emperyalizmin doğrudan icazetini almaksızın siyaset yapma geleneği yoktur. Şimdilik yurtseverlik alanının sol için ifade ettiği potansiyel gerçek bir güç olarak örgütlenmemiştir ve dolayısıyla burjuva siyasetinin faşizan milliyetçiliğin dizginlerini serbest bırakmak için fazla bir nedeni bulunmamaktadır.”4 Bu değerlendirmelerden sadece birkaç ay sonra bayrak provokasyonu ve linçler yaşandı. Sola açık kaldığı iddia edilen bu alanın, “milliyetçi şoven bir demagojiyle doldurulmasının da burjuva siyaseti açısından” çok da “katı sınırları” olmadığını görmüş olduk. Bir komünist parti açısından değerlendirmelerin olaylarca bu kadar çabuk eskitilmesi büyük bir talihsizlik doğrusu. Ayrıca Türkiye’deki faşist hareketi düğmesine basılınca hareket eden basit bir piyon olarak düşünmek onun barındırdığı potansiyel tehlikeyi fazla hafife almak olur.
Günümüzde Anti-Emperyalist Mücadele
Dünya üzerinde emperyalizmle mücadelenin öne çıktığı bir gerçektir. 1990’ların başında “küreselleşme” ideolojisinin yaydığı hayaller tam bir hayal kırıklığıyla sone erdi. Halkların yeni liberalizmin cenderesinde yoksulluğa ve sefalete sürüklenmesi ve ABD’nin emperyalist saldırıları anti-emperyalizmi yeniden güncel hale getirdi. Ama bu durum günümüzdeki anti-emperyalist mücadelenin geçen dönemin bir tekrarı olacağı anlamına gelmiyor. Bugün emperyalizmle mücadele daha önce hiç olmadığı kadar kapitalizme karşı mücadeleyle iç içe geçmiş durumdadır. Örneğin Türkiye’de emperyalizmin geniş halk kesimleri için karşılığı nedir? Özelleştirme, sosyal hizmetlerin tasfiyesi, işsizlik, güvencesiz çalışma, ücretlerin düşmesi, tarımın tasfiyesi, ekonomik krizler ve halkın karar alma süreçlerinden giderek daha fazla dışlanması. Tüm bunların uygulanmasında Türk devleti ile emperyalist devletler arasında bir görüş ya da pratik ayrılığı yoktur. Türkiye burjuvazisinin herhangi bir kanadının uluslararası sermayenin yönelimlerinin dışında bir yönelime sahip olduğu da söylenemez. Bu güçler arasındaki sürtünmeler egemenlik ve kar alanlarını koruma çabasından kaynaklanmaktadır.
1960’lı yıllarda ulusal sol perspektifi savunanlar devlet bürokrasisinin ve burjuvazinin bir kanadının (milli burjuvazi) uluslararası kapitalist sistemle bağlarını kesmeyi önüne koyabileceği düşüncesinden hareket ediyorlardı. Ulusalcı söylem bu kesimlerle ittifak yapabilmek için zorunlu görülüyordu. TKP ise tam tersine burjuvazinin “yurduna yabancılaştığı” ve yurtseverlik alanını sola bıraktığı düşüncesinden hareket etmektedir. Önceki dönemin ulusalcılığı doğru ya da yanlış toplumsal güçlerin çıkarlarını analiz edip ona göre bir strateji çizme ve tanımladığı ittifak güçlerini kapsama çabasından kaynaklanırken, TKP’nin ulusalcılığı soyut bir yurtseverlik alanı tanımlanıp bu alanın artık sola terk edildiği tespitinden kaynaklanmaktadır. Neye dayanarak? TKP sermayenin ulusal karakterini (ulus devletlerle bağlantısının kopması anlamında) bütünüyle yitirdiğini mi düşünüyor yoksa uluslararası sermayeyle entegrasyon süreci Türkiye’deki büyük tekelleri bir anda “komprador burjuvaya” mı çevirdi? TKP genel başkanı Aydemir Güler’e göre “Türkiye’nin sermaye sınıfı 20. yüzyıl boyunca aşağı yukarı düzenli bir yönelim içinde giderek “ulusal çıkar” kavramına yabancılaşmıştır… sermaye sınıfının vizyonu dev uluslararası tekellerle organik bağlantı tesis etmekten ibarettir.”5 TKP faşist hareketi hafife aldığı gibi, Türkiye finans kapitalini de hafife alıyor. Devlet de zaten mücadele edilmesi gereken değil korunması gereken bir mevzi olunca geriye emperyalizme karşı yurtsever cepheyi örgütlemek kalıyor. Bu durumda TKP’nin “sosyalist devrimi” kapitalizme değil emperyalizme karşı gerçekleşecek gibi görünüyor.6 Zaten Aydemir’e göre “emperyalizme karşı mücadelenin sosyalist devrim atılımının kendisinin de en önemli kaldıracı haline gelmesi ağırlıklı bir olasılıktır.”7 Yine TKP’nin yayın organı Komünist’te “Türkiye sosyalist devriminin taşıyıcı ekseni anti-emperyalist yurtsever mücadele olacaktır” denilmektedir.8 Bunun yolu da burjuvazinin “yabancılaştığı” ulusal çıkarları ele almaktır. Bu yolda, burjuvazinin “yabancılaştığı” ulusal bayrağa sahip çıkmak da vardır. “Biz yurtseverler, bayrağımızın işbirlikçilerin ve faşistlerin elinden Türk, Kürt bütün halklarımızın emperyalizme ve sömürüye karşı ortak mücadelesiyle alınacağını ilan ediyoruz.”9 Gelecek 1 Mayıs’a TKP kortejini Türk bayraklarıyla donanmış olarak görürsek şaşırmayalım. Yalnız burjuvazimin “ulusal çıkar” alanını işçi sınıfına daha doğrusu TKP’ye terk ettiğini düşünmek bize aç tavuğu kendini darı ambarında sanmasını hatırlatıyor. 1960’lı yılların ulusal solu yoktan bir “milli burjuvazi” icat etmişti, TKP ise burjuvazinin sola terk ettiği bir “yurtseverlik alanı” icat ediyor.
Bu “yurtseverlik alanı” hakkında biraz daha fikir sahibi olmak için TKP’nin kimlere yöneldiğine bakmak gerekmektedir.
TKP Kime Yöneliyor?
TKP yurtseverlik söylemiyle asıl olarak uluslararası sermayenin düzenlemeleri yüzünden statü kaybına uğrayan devlet bürokrasisi ve orta katmanların bir bölümünü hedef alıyor.
Konferans belgeleri Yurtsever cephe açılımının asıl olarak kimlere yöneldiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. “… bu başarı temin edildiği anda komünist yurtseverliğin düzen partilerinin pasif destekçisi konumundaki kitleler, bürokrasi, ordu, akademi gibi kurumlardaki tamamen tasfiye edilemeyen “bağımsızlıkçı” yönelimler nezdinde ağırlık kazanması kaçınılmaz olacaktır. Genel olarak samimi anti-emperyalist kategorisine giren bu kesimlerin an- ti-kapitalist/komünist bir perspektife angaje olmaları oldukça küçük, yurtseverlik kulvarında TKP’ye yakınlık hissetmeleri ise çok büyük bir olasılıktır.”10
Bürokrasi ve ordu içindekileri anladık da yoksul kitlelerinin anti kapitalist mücadeleye angaje olmalarını imkansız kılan nedir acaba? Bugün yoksul halk kesimleri için anti kapitalizm “bağımsızlıkçı” yönelimlerden çok daha günceldir. Yoksulların acil talebi “Bağımsız Türkiye” değil insanca bir yaşamdır. AB’ye üyelik sürecine geniş kesimlerin desteği de insanca bir yaşam standardına ve demokrasiye bu sayede kavuşulacağına inanmalarından kaynaklanmaktadır. Ama zaten TKP’nin gözünü diktiği yer yoksul kitleler değil ordu ve bürokrasidir.
“Sermaye egemenliğinin kurumsal örgütlenmesinde kritik bir yere sahip olan ve devlet aygıtının bel kemiğini oluşturan silahlı kuvvetler ve yargı mekanizmasının yılların verdiği alışkanlıklardan ve sahip oldukları kurumsal ideolojilerin izlerinden kısa sürede ve büsbütün kurtulmaları olanaksızdır. Bu kuramların sermaye ve emperyalizm bağlantıları hiçbir biçimde hafife alınmamalıdır ancak yine hafife alınmayacak şey, bu kuramların insan kaynaklarının toplumsal gelişmelere duyarlılığıdır. Şu ana kadar uyum sorunlarını küçük gerilimlerle atlatmayı beceren Türkiye burjuvazisinin sarsıcı bir kriz ve /veya emperyalist ülkelerin kendi aralarında ya da kapitalist Türkiye ile yaşayacağı bir sorun anında kendisi için büyük önem taşıyan bu kurumlan tümüyle kontrol etmesi mümkün olmayabilir. TKP oldukça geniş bir toplumsal bölmeyi içine alan bu ve benzer kurumlardaki ideolojik/siyasal yönelimleri önemsemektedir. Bu yönelimler komplocu teorilerin değil, doğrudan siyasetin konusudur ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde bu yönelimlerden bir bölümünün emekçi sınıflara enerji aktarabileceği açıktır.””
Bu satırlardan yurtseverlik açılımının asıl olarak bu sosyal tabana hitap edebilme kaygısının ürünü olduğu anlaşılıyor. Nasıl ki geçmiş dönemin ulusal solu gerçekte var olmayan “milli burjuvaziyi” kapsamaya çalışan bir söylem tutturduysa, bugünün ulusal solcusu TKP de “milli bürokrasi”yi kapsama çabası içinde. Böylece “yurtseverlik alanı” da açıklık kazanmış oluyor.
TKP’nin çitle çevirdiği bu alanda samimi anti-emperyalistler otluyorlar. Anti-kapitalist olmayan bu samimi anti-emperyalistlere yurtsever deniliyor. Ancak ne hikmetse bunlar anti-kapitalist olmadıkları halde komünizmin hegemonyası altında bir yurtseverliğe razı oluyorlar. Üstelik bunlar genellikle statü sahibi kerli ferli tipler.
Eğer TKP’nin yönelimi silahlı ve silahsız bürokrasinin içindeki “samimi anti-emperyalistler”i örgütleme ile sınırlı olsaydı bize sadece “kolay gelsin” demek düşerdi. Ama TKP emekçileri ve özel olarak Kürt hareketinin tabanını da bu yurtseverlik konumuna davet ediyor.
Sınıf Mücadelesi ve Ülke Çıkarı
TKP’ye göre “komünistler, egemenliği, yurtseverliği ülke çıkarım ve güvenliğini, bugün için işçi sınıfının çıkarları ve sosyalizm mücadelesinin önünün açılması, yarın için ise sosyalist Türkiye bağlamında anlamlandırırlar ve kullanırlar.”12 (bu ifadeyi, yıllarca aşamacılık eleştirisini bayrak yapmış bir siyasi çevreye doğrusu yakıştıramadık?!) TKP’ye göre işçi sınıfının mücadelesinin önünün açılması yurtseverliğin, ülke çıkarlarının ve güvenliğinin savunulmasına bağlı. Neden? Orta sınıflardan devşirilecek enerjiye muhtaç oldukları için mi? Sınıf mücadelesinin önünün açılmasının yolunun ille de ülke çıkarlarını ve güvenliğini savunmaktan geçtiğini iddia etmek anlamsızdır. Eğer ülke açık bir işgal durumu yaşıyor olsaydı “ulusal çıkar” zorunlu bir uğrak olabilirdi. Ama Türkiye’de alt sınıflar için böyle bir zorunluluk söz konusu değildir. Türkiye’de halkın sorunu ulusal çıkarların, güvenliğin ya da ulusal onurun zedelenmesi değildir. Yeni liberal saldırıya karşı mücadelede “halkın çıkarları”nı savunmak yeterince geniş bir çerçeve sunmaktadır zaten. Ayrıca ABD’nin Afganistan ve Irak’ta uyguladığı vahşetin uyandırdığı derin nefretin örgütlenmesi için de illa ulusal bir çerçeveye ihtiyaç yoktur.
İşçi sınıfını yurtsever bir kimlikle örgütleme çabası sosyalistlerin hiç de zorunlu olmadığı bir “dolayımdır”. Yoksul halk hakları için mücadele ederken milliyetçi motiflere TKP’nin sandığından çok daha az ihtiyaç duyar. Bugün adalet talebi, servet düşmanlığı, insanca yaşam, insanlık onuru vb. talepler “ulusal onur” talebinden çok daha sahici ve günceldir. Geniş yoksul kesimlere sosyalizm yolunda bir aşama olarak ulus devletleri savunmaya çağırmak Marksistlerin değil ulusal solcuların işidir. Eğer sınıf mücadelesinin önü böyle açılsaydı şimdiye kadar İşçi Partisi’nin bunu yapmış olması gerekmez miydi? Sınıf mücadelesinin önünün açılması için milliyetçi yükselişe ve ulusal çıkarlara yedeklenmek gerekmiyor. Böyle bir sınıf mücadelesi sosyal şovenizmden başka bir şey üretmez.
Kürtlere Ulusal Talepler Yasak!
Peki TKP’nin yurtseverliği Kürtler için ne anlama geliyor? Konferans belgelerinden öğrendiğimiz kadarıyla “TKP’nin Kürt emekçileri içinde yürüteceği örgütlenme çalışmalarında ulusal hak ve talepler değil, anti-emperyalist ve sınıfsal eksenler belirleyici olacaktır.”13 Anlaşılan TKP Türkiye’de ulusal sorunun ortadan kalktığını düşünüyor.
TKP Kürtlere Türklerle birlikte Misak-ı Milli sınırları içinde ortak bir yurtseverliği ve ülke çıkarlarını savunmayı öneriyor. Kürtler ancak Türkiye’nin ulusal çıkarlarını savunabilirler, kendi ulusal çıkarlarını ise artık unutmaklar. TKP Kürtleri Yurtsever cepheye çağırırken Türkiye’de iki tane yurt olduğunu unutmuş görünüyor. Ezilen ulus milliyetçiliğine karşı ezen devlet milliyetçiliğini savunuyor. Ama bunu TKP’ye çok görmemek lazım. Çünkü TKP’ye göre “komünist hareket, günümüz koşullarında bile, belirli bir ulus-devlet modelini ve bu modelin kimi yerleşik duyarlılıklarını veri almak zorundadır.”14 Peki “bu yerleşik duyarlılıklar” içinde ezen ulus milliyetçiliği (şovenizm) de var mı acaba?
TKP “Türkiye’nin bölünmesine ve emperyalizme karşı duruyor”muş.5 Yalnız bugün Türkiye’yi bölmek isteyen bir emperyalist güç bulunmadığına göre, TKP emperyalizme değil Kürt ulusal hareketine karşı Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü savunmaktadır. Görüldüğü kadarıyla sosyal şovenizm TKP’nin iliklerine kadar işlemiştir.
TKP ulus devletçidir. “Günümüzdeki kapitalist entegrasyon süreçlerinin, ulus devlet bazındaki egemenlik alanını daralttığı, başka bir deyişle, halkın iradesini temsil eden ulus devletlerin egemenliklerini artık sınırsız biçimde kullanamadıkları bir gerçektir.” Ulus devletlerin halkın iradesini temsil ettiği iddiasını maksadını aşan bir ifade olduğunu düşünerek geçelim, “…hangi bağlamda olursa olsun, ülke çıkarlarından söz etmek ve bu “çıkarları” ulus devletin egemenliğiyle şöyle ya da böyle ilişkilendirmek bugün de mümkün ve gereklidir.”16 Mümkün olduğu kesin, ama gerekli olduğunu hiç sanmıyoruz. Bugün emperyalizme karşı mücadelede savunulacak kale ulus devletler değildir. Sorun halk iradesinin inşa edilmesidir. Ulus devlet işkence odaları, askeri teşkilatı ve bürokrasisi ve ideolojik kuramlarıyla zaten ayaktadır. Ulusalcı çizgiler günümüz Türkiye’sinin verili güçler dengesinde işçi sınıfını ve yoksul halkı ulus devlete yedeklemekten başka bir sonuç vermez.
En Çok Kim Seviyor?
TKP’nin niyeti ne olursa olsun ülke çıkarı, ülke güvenliği, ulusal egemenlik, yurtseverlik vb. kavramlardan örülü bir söylem bugün objektif olarak kışkırtılan milliyetçiliğin değirmenine su taşıyacaktır. Verili güçler dengesi hesaba katıldığında bağımsızlıkçı, ulusalcı bir yönelimin milliyetçilik kulvarında devletle ve faşizmin çeşitli öbekleriyle vatanseverlik yarışına girmek durumunda kalacaktır. MHP’liler “ya sev ya terk et” demişti ya, Yurtsever Cephe de “gerçek ülke sevgisi” gibi kavramlar icat ederek faşistlerle yurdu en çok kim seviyor yarışına giriyor. Milliyetçi söylemi eleştirirken onun çelişkili doğasını ortaya koymak son derece etkili bir karşı propaganda olabilir. Yani vatan millet diyenlerin emperyalist bağlantılarım, gerçekte Kendi çıkarlarının peşinde koştuklarını teşhir etmek gereklidir. Ama bunu milliyetçi bir konuma düşmeden de yapmak mümkündür. Onlardan daha milliyetçi daha vatanperver bir pozisyondan konuşarak milliyetçilerin tutarsızlıklarını teşhir etmek çok etkili gibi görünmesine rağmen milliyetçiliğe hizmet etmeye yarar. Sadece milliyetçileri, değil bizzat milliyetçiliğin kendisini hedef almak gerekir.
Aksi takdirde tutarlı milliyetçiler mi istiyoruz? Yani başına çuval geçirildiğinde Amerika’ya kafa tutabilen, ulusal onuru ezdirmeyen bir milliyetçi siyasi özne olsa onu destekleyecek miyiz? Mümtaz Soysallar, Cumhuriyet Gazetesi, ATO başkanı vs. ne güne duruyor. TKP’nin anti-kapitalist olmayan samimi anti- emperyalistleri sakın bunlar olmasın.17 Öyleyse buyurun kızıl elma koalisyonuna? Bu samimi yurtseverleri komünist hegemonya altına alma çabası ise kendini dev aynasında görmenin yarattığı düşünce çarpılmalarına bir örnek teşkil etmekten başka bir anlam ifade etmiyor.
Ulusal Bağımsızlık Değil, Halk İktidarı
TKP ulusal solculuğu laf cambazlığıyla “emekçi yurtseverliği” olarak pazarlıyor. Nasıl ki liberal solcular AB’ciliklerini “emeğin Avrupası” diye pazarlıyorlarsa TKP de ulusalcı yönelimini “emeğin Yurtseverliği” olarak cilalıyor. “Devletçi yurtseverlik” demek belki daha doğru olur. TKP’nin “yurtseverlik alanı” gerçekte ulusal çıkarlar alanından başka bir şey değildir. Bugün solu bu alana çekmeye çalışan bir politikanınsa ne adına yapılırsa yapılsın devrimci bir sonuç doğurma imkânı yoktur. Türkiye’deki devlet yapılanmasını hedef almayan bir politikanın değil devrimci reformist olması bile mümkün değildir. Ulusalcı çizgiler günümüz Türkiye’sinde objektif olarak devletin “çelik çekirdeği”nin politikalarına yedeklenir.
Ulusalcılığın nesnel koşulları düne göre çok daha azdır. Günümüzde kapitalist gelişme yolunda devletçilik liberalizm tartışması aşıldığına göre burjuvazinin içinde bir ittifak arama imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda ulusal sol bir çizginin kapsamaya çalışacağı kesim olarak geriye “asker-sivil aydın zümre” kalıyor.
Bugün emperyalizme karşı öne çıkarılması gereken şiar ulusal bağımsızlık değil halk egemenliği olmalıdır. Milyonların hayatını yıkıma uğratan kararlar, uluslararası sermaye örgütleri ve Türkiye finans kapitalinin çıkarları doğrultusunda emperyalist devletler ve onlarla çeşitli seviyede işbirliği yapan ulus devletlerin gücüne dayanarak alınıyor. Bu süreç liberalizmi ve milliyetçiliği aynı anda tetikliyor. Birine ya da diğerine yaslanarak güçlenmeye çalışmak devrimcilerin işi olmamalı.
Yeni liberal talana karşı geniş halk kesimlerinde oluşan tepki halkçı, demokratik ve anti-kapitalist bir söylemle örgütlenebilir. Emperyalist paylaşım savaşlarına karşı tutum ise, Türkiye’ye dönük bir saldırı olmadığı, aksine bizzat Türk devletinin ortak olduğu saldırılara karşı ulusal ya da ülkesel çıkarları değil, halklar arası dayanışmayı öne çıkarmalıyız. Bugün yoksulluk ve işsizlik, toplumsal adaletsizlik, sosyal hakların gaspı vb. konular ulusal onurdan ya da ülke çıkarlarından çok daha fazla sınıf mücadelesinin önünü açacak niteliktedir.
Son yirmi beş yıldır uluslararası kapitalizmin girdiği yönelim solun asli gündemlerini öne çıkarmasını gerektirecek kadar yalınlaşırken, sol bu gündemleri başka öznelere bırakmak gibi bir talihsizlik yaşıyor. Örneğin solun insan hakları ve özgürlükler söylemine sarıldığı bir dönemde toplumsal adaletsizlik ve yoksulluğa karşı söylemleriyle siyasal İslam güç kazanabildi. Gelir adaletsizliğinin bu seviyede yaşandığı bir ülkede eşitlikçi bir söylem, halkta, özgürlükçü ya da bağımsızlıkçı söylemlerden çok daha fazla karşılık bulabilir. Emperyalizm tarafından yeniden yapılandırılan ulus devletlerin, değil, halkların iktidarını savunacağız. Bu devletin içinde savunacak kalelerimiz yok, onu yerin dibine gömmekle yükümlüyüz.
Dipnotlar
- “SİP Neyi Örtüyor?”, Zafere Kadar DİRENİŞ, Kasım 2001
- M. Sinan, “TKP Eleştirisi”, Düşünce ve Davranışta YOL, Mart 2004
- Aydemir Güler, “Yurtseverliği İnşa Etmek”, Gelenek, s. 78, Kasım 2003
- TKP Konferans Raporu, 2.Bölüm, Kasım 2004
- A. Güler, a.g.y.
- TKP’yi oluşturan siyasi çizgi demokratik halk devrimini savunanların “anti tekelci” programını yıllarca geri bir program olmakla eleştirmiştir. Oysa bugün Yurtsever Cephe’nin programı devrimci demokrasinin programının çok daha gerisindedir. Yurtsever Cephe sadece “Uluslararası tekellerin ülkemizdeki tüm varlıklarının kamulaştırılması”nı önüne koymuştur. Bu durumda ya Türkiye’de ulusal tekeller yok ya da TKP’nin onlarla bir derdi yok. Bu İşçi Partisi’nin bile gerisine düşmek olmuyor mu? Perinçek bile bir televizyon programında aslanlar gibi Sabancı’nm yüzüne karşı mallarına el koyacaklarını söylememiş miydi?
- a.g.e.
- Komünist, Sayı 220, 24 Haziran 2005, s. 9
- Yurtsever Cephe Diyor ki! 13.04.2005 tarihli açıklama, www.yurtsevercephe.org
- TKP Konferans Raporu, 2.Bölüm, Kasım 2004
- TKP Konferans Raporu, 4.Bölüm, Kasım 2004
- TKP Konferans Raporu, 2.Bölüm, Kasım 2004
- a.g.y.
- a.g.y.
- a.g.y.
- TKP-MK Tezleri, Gelenek, S. 84, Mayıs 2005, s. 6-7
- TKP’ye dönüşen siyasi çizginin savunucuları yıllarca anti-kapitalist olmayanın anti-faşist ya da demokrat da olamayacağını iddia ettiler. Şimdi anti-kapitalist olmayan samimi anti-emperyalist aramaya girişmeleri tam bir eklektizm örneği.