BAJAMEROS !* – Umut Aydın
Bolivya: Devrim ile yok olmanın arasındaki ülke
Yol, Sayı 7, Ağustos-Eylül 2005
Görüntüler yavaş yavaş belirginleşiyor. Göz yaşartıcı gaz hızla havaya karışırken ve plastik mermiler duvarlardan sekerken insan seli akmaya devam ediyor. Aymara yerlileri; kalın ceketleri, fedora, bowler ve yün şapkaları, yılların rüzgarıyla yarılmış ve parlamış yüzleriyle hızlı hızlı yürüyorlar. Ellerinde yerli hakimiyetini ifade eden gökkuşağı pankartları, sopalar, borular ve çoban kırbaçları taşımaktalar.
La Paz şehri kuşatılmış durumda. Şehri dünyaya bağlayan iki ana yol köylü barikatlarıyla kesilmiş. Şehre ne bir şey giriyor ne de çıkıyor. Grev nedeniyle uluslararası havaalanı da çalışmıyor. Ve hala on binlerce protestocu -köylüler, öğretmenler, maden işçileri, dükkan sahipleri, fabrika işçileri ve işsizler- La Paz’a geliyor. Birçoğunun amacı, parlamentonun ve başkanlık sarayının bulunduğu, 1952 yılındaki devrimden bu yana nadiren girebildikleri Plaza Murillo meydanını ele geçirmek. Bu işin önderliği Aymara köylülerinde. Meydanın etrafındaki binalara konuşlanan keskin nişancılara, tam donanımlı polis barikatlarına karşı yanlarında getirdikleri dinamit lokumlarıyla cevap veriyorlar.
Su savaşlarından bu yana klasikleşmeye başlayan görüntüler eşliğinde yeni bir isyan yaşanıyor. Bolivya halkları, umut ve kaygıyı yedeklerine alarak ilerlemeye devam ediyor.
Nereden Nereye?
Bolivya’da bugün yaşananları yarım yüzyıla yaklaşan devrimci mücadelenin ürünü olarak ele almak gerekiyor.
Zenginlere ait toprakları ve madenleri kamulaştıran, orduyu yok eden 1952 halk devrimi ile yola çıkan Bolivyalı işçiler, sınıf temelli sendikalarını ve milislerini oluşturmuştu. Yine de devlet iktidarı, ABD destekli orta sınıf Ulusal Devrimci Parti (MNR) tarafından ele geçirildi. Bir tür “ikili iktidar” olarak adlandırılabilecek bu durum, 1964’te Rene Barriantos’un askeri darbe ile iktidara gelişine kadar devam etti. Toplu kıyımların yaşandığı bu dönem, 1968’de Barrientos’un ölümünün ardından ulusalcı askeri-sivil bir yönetimin iktidarı ele geçirmesiyle sonlandı. Körfez petrolü kamulaştırılırken, 1969-71 arasında devrim yanlısı yöne doğru bir kapı açıldı.
J. J. Torres iktidarı altında, işçiler ve sol kanat köylüler hareketi bir halk meclisi örgütledi. Meclis; işçilerin, köylülerin, uzmanların ve öğrencilerin orantılı temsiline dayanıyordu. Sanayide öz-yönetime dayalı devrimci bir sosyalizm, toprak dağıtımının radikalleştirilmesi ve sosyal refah gündemlerini önüne koyan meclisin yolu, bir başka darbe, Hugo Banzer cuntasıyla kesildi.
1980’lerin başına kadar Bolivya halk hareketi cuntaya karşı uzun süreli genel grevlerle karşı çıktı. Sürecin önderliğini yapan madencilerin M-1’lere karşı dinamitlerle verdiği mücadele tekrar seçimlerin önünü açtı. Sol ve merkez partilerin kurduğu koalisyon ortaya oynarken, sonuç hiper enflasyon oldu. 1984-85’te ise tuhaf bir şekilde eski diktatör Banzer’in partisi ile eski solcu gerilla grubu MIR (Devrimci Sol Hareket) koalisyon kurarak iktidara geldi.
ABD’nin yönetimi altındaki rejim, belli başlı bakır madenlerini kapattı ve 40 bin madenciyi işten çıkardı. Yabancı sermayeye zemin hazırlayan bu tarz politikalar, farkında olmayarak militan koka çiftçileri hareketinin de temellerini attı. Tazminatını alan pek çok madenci, güneydeki Chapare ve kuzeydeki Yungas’ta toprak satın alarak geçimlerini sağlayacak tek ürünü yetiştirmeye başladı. Bu işçiler giderken, beraberlerinde sınıf dayanışması, bilinçlenme ve örgütlenme geleneklerini de götürdüler ve güçlü bir sendika kurdular.
1990’lann başlarına doğru, ABD tarafından yönetilen kanlı “koka yok etme” kampanyası koka yetiştiricilerinin (cocalerolar) örgütlerinin gücünü de artırdı ve sonuçta sendikanın üye sayısı 60 bini buldu. Şiddetlenen sınıf mücadelesinin sonucu olarak bölgesel sınıf örgütleri ve sağ kanat güçlendi. ABD’nin desteğiyle Gonzalo Sanchez de Lozada, 1994’te iktidara geldi.
Öte yandan koka yetiştiricileri de boş durmuyorlardı. Politik bir araç olarak Bağımsız Halklar Meclisi’ni örgütlediler. Bu meclis kendi partisini de yarattı. Evo Morales’in liderliğindeki Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) 1996-97 belediye seçimlerinde ortalığı silip süpürdü. MAS’ın siyasi programı da koka yok etme kampanyasına muhalefetten kamu çalışanlarının ekonomik taleplerine, topraksız köylülerin toprak hakkına, emeklilerin maaş ödemelerine, işçilerin zam taleplerine, işsizlerin kamu işi isteğine, özelleştirilen gaz ve petrol kuyularına karşı direnişe kadar genişledi.
2002 başkanlık seçimlerinde MAS yüzde 21.9 oy aldı ve Lozada yüzde 22.5 ile iktidarını korudu. Diğer militan Kızılderili köylü lideri Felipe Quispe’nin de yüzde 7 oy aldığı düşünülürse sol önemli bir başarıya imza atmıştı.
Seçimlerde çıkan bu tablo Bolivya’yı bugünlere taşıyan sürecin de önünü açtı.
Su ve Gaz Savaşları
2005’in Ocak ayında, El Altolular kitleler halinde sokaklara dökülüp, 1997’de Dünya Bankası’nın baskılarıyla özelleştirilen su şebekesinin yeniden kamuya devredilmesini talep ettiler. Üç gün süren çatışmaların ardından devlet başkanı, bir kararnameyle başını Fransız su devi Suez’le Dünya Bankası’nın bir kolunun çektiği su işletme yetkisini iptal etmek zorunda kaldı. Şimdilerde Suez kapıdan kovulduğu yere, bacadan girebilmek için yargıya başvurmuş olsa da bu Bolivyalıların başarısını gölgeleyemez. El Alto’nun isyanı, Bechtel Corporation’in ülkeden atılmasıyla sonuçlanan Cochabamba’daki ünlü su isyanından tam da beş yıl sonra gerçekleşmiş oldu. Aslında El Alto, bir ara duraktı. Biraz geriye, tekrar 2002 seçimlerine dönelim.
Seçimlerin hemen ardından, başkan Lozada ABD’nin yönlendiriciliğinde sola ve kitle tabanına yönelik bir savaş başlattı. Koka yok etme kampanyasının derinleştirilmesine karşı Ocak 2003’te cocalerolar direnişe başladı. Ana yollar kesildi, dinamitle parçalanan kayalar dağlardan yollara yuvarlandı. Ordunun devreye girmesiyle katliamlar başlarken şehirlerde beklenen tepki ortaya çıkmadı. Felipe Quispe’nin önderliğindeki cocalerolar, tepkilerini azalttı. Başkan Lozada bu kez de ücret ve maaşlara yüzde 12 vergi artırımı uyguladı. Bu kez işgücünün tüm kesimleri direnişe geçti. La Paz ve başka yerlerde polis de protestolara katıldı. Adalet Sarayı işgal edildi. Şubat ayaklanmasında 40 Bolivyalı öldürüldü. Ancak ABD’nin yüreklendirdiği başkan Lozada bir başka adım daha attı. Orduyu göreve çağırırken Bolivya gazının toptan satışını gerçekleştirdi.
Burada biraz duralım.
Bolivya, kıtanın en yoksul ülkesi olmasına rağmen yeraltı kaynakları açısından en zengin ikinci ülke konumunda. Bu durum hayli trajikomik uygulamalarla kendini gösteriyor. Aslında Lozada, ilk başkanlığının son yılı olan 1997’de gizli bir kararnameyle çok uluslu şirketlerin “kaynak kuyusunda doğalgaz sahibi olmasına” izin vermişti. Bir başka ifadeyle doğalgaz yeraltındayken Bolivya’ya, yer üstündeyken yabancılara ait olacaktı. Yeni açılacak kuyulardan ise Bolivya devleti yüzde 18, çok uluslu şirketler (ÇUŞ) ise yüzde 82 oranında faydalanacaktı. Öte yandan Bolivya’nın payı, ABD’deki fiyatlarla değil, Şili’deki liman çıkışında hesaplanacaktı. Sonuçta Bolivya her 1000 küp fit başına 0.7 dolarlık gelirden yüzde 18 alırken yoksul Bolivyalılara tekrar satılan gazın her 300 küp fitine ise 2.70 dolarlık fiyat biçildi. Sonuçta Bolivyalılar “önce ihraç sonra ithal” ettikleri gaza, satış fiyatının 12 misli daha fazla para ödüyordu. İşin daha komik yanı Lozada, yeni kuyularla ilgili hak devrini imzaladıktan sonra, ÇUŞ’lar için çalışan jeologlar, gaz ve petrol rezervinin bilinenden 10 kat daha fazla olduğunu keşfettiler.
(Burada bir parantez açıp, söz konusu şirketleri ve ülkelerini anmakta fayda var: Total (Fransa), Exxon-Mobil (ABD), Repsol (İspanya), Pluspetrol (Arjantin), British Gas (Britanya) ve Petrobras (Brezilya). İsyanlar sırasında önce Lozada, daha sonra Mesa’ya Arjantin ve Brezilya’nın destek vermesi daha kolay anlaşılabilir artık.)
Durum buyken Lozada, gazı tamamen özelleştirme cüretini gösterdi. Gaz üzerinden kitle mücadelesi yükselirken, buna toprak reformu için yükselen mücadelede eklendi. James Petras bu durumu şöyle tanımlıyor: “1952’nin toprak reformu tamamen tersine çevrilmişti: 100 aile 25 milyon hektar alana sahipken, genellikle Kızılderililerden oluşan iki milyon aile, beş milyon hektarlık alanda ekim yapıyor. Büyükbaş hayvancılığının kralları, her bir sığır için 60 hektara ihtiyaç olduğunu ileri sürdüğünde Morales: ‘bir kişinin 50 hektar toprak alabilmesi için inek olması gerekir’ dedi.”
2003’ün Ekim’i
Gaz ve toprak mücadelesi, Ekim ayında tüm ipleri kopardı. 29 Eylül’de Bolivyalı İşçiler Federasyonu (COB), genel grev çağrısı yaptı. Başta gerekli karşılığı bulmayan bu çağrı, Kızılderili Hareketi Partisi’nin (MIP) lideri Felipe Quispe’nin önderliğindeki yerlilerin katılımıyla birden canlılık kazandı. 3 Ekim’de Yungas’tan çıkan binlerce köylü La Paz’a giden bütün otoyolları kesti. Cochabamba’daki merkez işçi konseyi greve katıldı. Ve sonra diğer şehirler… Tüm otoyollarda sokak savaşları başladı. Ordu gerçek mermi kullanmaya başlarken proleter şehir El Alto’da on binlerce genç işsiz, askerlerle sokak sokak savaştı. Madenciler dinamit lokumlarıyla dağlardan otoyollara indi. Kadınlar, mahalle meclislerinin liderleri olarak ön saflardaydı, orduyu karşıladılar ve köylü kökenli askerleri geri püskürttüler.
Ekim ayının 13’ünde başkanlık sarayı kuşatıldı. Kabine üyeleri ve başkan yardımcısı Mesa istifa etti. Başkan Lozada ABD baskısı ve askeri darbe umuduyla iki gün daha dayandı, ancak sonuçta çareyi Miami’ye kaçmakta buldu. Lozada, Bush ile Washington’da buluştuğunda, gelecek sefer Bush kendisini gördüğünde ABD’de sürgünde olacağı şakasını yaptığı söylenir. Bu durum gerçekleşirken ardında 81 ölü ve 400 yaralı bıraktı.
Lozada’nın ardından MAS ve Kongre, yeni geçici başkan olarak başkan yardımcısı Mesa’ya destek verdi. Mesa, yeni seçimler, koka yok etme kampanyasının kaldırılması ve gaz anlaşmasını iptal etme sözleriyle iktidara geldi. Elbette başkanlık sarayına doğru ilerlerken karşılaştığı yarım milyon Bolivyalının bu sözde birazcık (!) etkisi olmuştu. Ve Mesa da selefi gibi ABD büyükelçisi Greenle’yi dinlemeyi tercih etti.
Bu dönemde yaşananları uzun uzadıya anlatmanın pek bir gereği yok. Lozada’nın başkanlığı dönemine çokça benzeyen bu süreç de Mesa’nın sonunu getirdi. Mesa uzunca bir süre oyalama taktikleriyle halkın enerji kaynaklarının kamulaştırılması talebini görmezden geldi. Üstelik 18 Temmuz 2004’te hileli bir halk oylaması ile hidrokarbonların (doğalgaz ve petrol) “kamulaştırılmasını” da kapsayan resmi öneriyi onayladı. Bu kanunun 5. maddesi “hidrokarbonların kuyu başında Bolivya Devleti tarafından elde edilmesi” kuralını zorunlu kılıyor. Bu çok “radikal” görünen madde, Bolivya’yı sadece tekellerin ödemesi gereken fiyat konusunda pazarlık yapmakla sınırlamaktadır. 5. madde hiçbir sermayenin kaçmasına neden olmamıştır. Neden olsun ki?! Eşdeğerdeki bir varil petrolün kazım ve çıkarım maliyeti uluslararası düzlemde 5.6 dolar iken, Bolivya’da (düşük ücretler, vergi affı, doğal bulunabilirlik ve devlet yardımıyla) Repsol için 1 dolara, Amoco için de 0.97 dolara, yani dünyanın en ucuzuna gelmektedir. (Mesa, 2003 Ekim ayaklanması yaşanırken de başkan yardımcısı sıfatıyla, Repsol-Petrobras ile beraber Arjantin’e doğalgaz ihracatını onaylamıştı. Bu kontrat, Bolivya’ya 70 milyon dolar sahiplik ücreti bırakarak yılda 1.7 milyar dolar kar getirecekti.)
Sonuçta Mesa’nın “denge oyunu” çok fazla yürümedi. Evo Morales’in liderliğindeki MAS, El Alto merkezli işçi sendikaları (özellikle madenciler), öğretmenler, öğrenciler ve Mahalle Meclisleri Federasyonu FEJUVE’nin koordinasyonundaki güçler, 2005’in Mayıs’ına doğru tekrar harekete geçtiler.
Tarafların başlangıçtaki talepleri farklıydı. El Alto merkezli hareketler mevcut meclisin feshini ve enerji kaynaklarını kamulaştıracak bir kurucu meclis oluşturmasını, MAS ise kamulaştırma yerine vergilerin artırılmasını savunurken meclisin kapatılmasını gerekli görmüyordu. Fakat tabanın basıncı MAS’ın da radikalleşmesini beraberinde getirdi.
Yerel grev ve gösterilerle başlayan eylemler ülkenin dört bir yanından La Paz’a doğru kitlesel yürüyüşler, ülkenin sınırlarını ve ana arterlerini kapatan yol blokajları, genel grevler, barikat çatışmaları giderek şiddetlendi. Başkanlık sarayının kapısının önünde dinamitlerle polis barikatını dağıtan işçilerin, yoksulların kalabalığı da, öfkesi de sürekli arttı.
Eylemler geliştikçe görece zengin eyaletlerin ayrılma isteği (başı El Alto’da yaşayan, yani petrol kaynaklarını şu an elinde tutan zenginler çekiyor ve bir referandum öneriyorlar), iki yarbayın televizyondan darbe çağrısı yapması ve ordu içinden karşı açıklamalarla politik gerilim yükseldi. Bu arada Mesa birkaç kez istifa etmek istedi, ancak kongre kabul etmedi. Ancak eylemlerin yükselmesi ile Mesa 7 Haziran’da son kez istifa etti. Başkentte toplanamayan kongre, Sucre’de bu istifayı onayladı. ABD’nin tüm arzularına, tekellerin tüm desteğine rağmen çatışmaların tekrar alevlenmesiyle parlamento başkanı sağcı Vaca Diez’in hevesi kursağında kaldı. Kongre, daha ortadan bir isim olarak Yüksek Mahkeme Başkanı Eduardo Rodriguez’i devlet başkanlığına seçti. Eylemler demlenme safhasına girerken, yapılabilirse Aralık’ta erken seçim var. En büyük aday ise MAS’ın lideri Evo Morales.
Olası başkan Morales demişken, birkaç söz daha etmek lazım. 1950’lerin başından 1980’lerin ortalarına değin öncülük, sınıf bilincine sahip Marksist yönelimli madencilerde idi. Ancak madenlerin kapatılıp işçilerin koka üreticiliğine soyunması, sekter iç çekişmeler ve liderlerin devletin rüşvet ağma katılması, Bolivyalı İşçiler Federasyonu (COB) ve madencilerin liderliğini zayıflattı. 1990’ların başından bu yana öncülük cocalerolara geçti. Burada iki isim ön planda. MAS’ın lideri Evo Morales ve MlP’ın lideri Felipe Quispe.
MAS birçok kesim tarafından “fazla” ılımlı ve reformcu olarak görülüyor. Son ana dek Mesa’yı desteklemeleri, doğalgazın kamulaştırılması talebini yüksek sesle dile getirmemeleri, Mesa ile birlikte kiliseyi göreve çağırmaları, sürekli olarak darbe istihbaratlarını gündemde tutmaları onlara puan kaybettirdi. Anayasal seçim politikalarının MAS’ı evcilleştirdiğinden söz edenler dahi var. Ki Ekim 2003 ayaklanmasında ikinci planda kaldılar ve öncülüğü Felipe Quispe’nin MIP’ı yaptı. Ancak Morales’in iktidarla ilişkide ne kadar ileri gidebileceğini belirleyen sınırlar da var. Kitle tabanı olan cocalerolar ve ABD’nin koka yok etme kampanyasında uzlaşmaya yanaşmayan ısrarı. Genel yorum, koka meselesinin Morales’i eninde sonunda radikal solda tutacağı yönünde.
Morales, Kızılderili topluluklarına öncelik verileceği, işçi-köylü-küçük burjuva yönetimine dayalı çok etnikli bir yapıyı destekliyor. Quispe ise kendi hükümetine sahip ayrı bir Aymara devletinden söz ediyor. Ne var ki; Bolivya’nın petrol ve gaz rezervlerinin çoğu Aymara bölgesinin dışında yer alıyor.
Sanırım doğru olan her iki koka sendikası, COB, bölgesel işçi konseyleri, mahalle örgütleri, madenciler, Bartolina Sisa (kadın örgütü), MAS, MIP ve on binlerce genç, işsiz sokak savaşçısının şimdiye kadar gösterdikleri dayanışmayı aynı çatının altına taşıyarak iktidara yürümek olacaktır. İhtiyaç olan yeni bir Arjantin değildir çünkü.
Sonuç Yerine
Bolivya’da yaşananlar sadece bu ülkeye özgü değil aslında. Kıtanın neredeyse tamamında halk hareketleri gözle görülür şekilde artış gösteriyor.
Kolombiya’da ülkenin belli bir bölümünü elinde tutan FARC, ELN gerçekliğinin yanı sıra ABD’nin tüm desteğine rağmen Başkan Uribe’ye verilen destek tek haneli rakamlara doğru ilerliyor. Venezüella’da Chavez’in kendi deyimiyle “yeni bir sosyalizm” için yürüyüşü devam ediyor. Arjantin’de Aralık 2001’deki kitlesel halk ayaklanması kısmi kazanımların ardından Kirchner hükümetiyle bir ölçüde sönümlense de patlama potansiyelini hala koruyor. Ekvador’da Lucio Gutierrez, Brezilya’da Lula ve Peru’da Toledo verdikleri sözlerin gerisine düşerek sağa çark etmelerinin ardından bu ülkelerde de hareketlenme yeniden başladı. Keza Uruguay’da ilk kez bir “solcu” başkan göreve geldi. Şili, Guatemala diyerek bu listeyi uzatmak mümkün.
James Petras, bugünkü durumu dalga olarak tanımlıyor. Birinci dalga, 1959 ile 1970’lerin başını kapsıyor. Küba Devrimi ile açılıyor, sosyalist halkçıların yenilip askeri diktatörlüklerin kurulması ile kapanıyor. İkinci dalga 1979 Sandinist Devrimi ile başlıyor, bu devrimin 1990 seçimlerinde yenilmesi ile son buluyor. Üçüncü dalga 1990’larm başıyla 2002 arasını kapsıyor. Kitlesel halk hareketleriyle sahte halkçıların bir karışımıydı diyor Petras. Dördüncü dalga ise hızla ivme kazanırken parlamento dışı etkinliklerle meşgul olan kitlesel köylü-yerli- kentli işsiz-çalışan sınıf koalisyonlarım kapsıyor.
Dördüncü dalga, her ülkenin tarih ve sınıf yapısı, etnik ve cinsiyet özgünlüklerinden türetilen bir tahlile dayalı olarak, neo-liberal politikalara ve hırsızlığa karşı tüm Latin Amerika’ya yayılıyor. Sözü 18 Mayıs’ta La Paz’a doğru yürüyen Loayza’ya bırakmanın yeridir: “Bizim, yıllardır hayalini kurduğumuz biçimde, yoksulların hükümetine ihtiyacımız var. İşçilerin ve köylülerin iktidarı alması fikrinin daha da yakınlaştığını düşünüyorum.”
* Bajameros: Hadi gidelim!
Kaynakça
James Petras, Latin Amerika ve Emperyalizm, Mephisto Yayınları, Şubat 2005
www.aciksite.com.tr haber arşivi
www.bianet.org haber arşivi
www.sendika.org, Bolivya İsyanda dosyası