SOSYALİST MÜCADELEDE EĞİTİMİN ROLÜ ÜSTÜNE – Ahmet AYDEMİR

Çağdaş Yol, Sayı 4, Haziran 1988

Sosyalist çalışmada büyük bir yer tutan eğitimin ne olup olmadığını ve nasıl yürütülmesi gerektiğini, içinde bulunduğumuz aşamada ele alıp incelemeyi uygun gördük. Konunun genel yanlarına değinip, biraz da yaşanan pratiğin bu alanda ortaya çıkmış eksik ve yetersizliklerine dikkat çekmeye çalışacağız.

Sosyalizmin klasikleri olarak tanımlanan eserler bütünlüğü, çeşitli ülkelerin devrim deneyimlerini ve bu ülkelerin, hatta içinde yaşanılan çağın tahlillerini ele alırken, eğitiminde nasıl olması gerektiğini hem aydınlatmakta, hem de bu konuda bir yığın pratik deneyimi de gözler önüne sermektedir. İşte bu nedenle sosyalizmin, gerek kavranışı, gerekse de eğitmeni olabilmek için kurucu ve geliştirici önderlerinin eserlerinin etüt ederce incelenmesi gerekiyor. Yalnız bu çalışma ister tek tek bireylerce veya isterse grup halinde yapılsın, ezbercilik ve dogmatizme kapılınmaması zorunlu. Çünkü sosyalizmin de, yaşanılan çağlar ve bu çağların değişimine uygun, geçirdiği iç evrim ve gelişmesi var. Elbette bu devrimci birey veya topluluğun eğitiminin, bir yanını oluşturuyor. Bundan sonra teorinin ulusal yanını, yani içinde yaşanılan ülkenin; tarihini, sosyal ve ekonomik yapısını, sınıf ilişki ve çelişkilerini, devrimin gelişim seyrini, mücadelenin program ve taktiklerini, araştırmak incelemek, ortaya çıkarmak ve kavramak gerekiyor. Yalnız yaşamda her şey yukarda belirttiğimiz gibi tek yanlı bir gelişim hattı izleyemiyor. Daha karmaşık süreçler yaşanıyor. Bazılarımız pratik kavgadan teoriye, bazılarımızda teorik birikim ve dönüşüm sonucu kavganın içine akıyoruz. Çoğunlukla ise devrimci pratik, gerek bireyi, gerekse de topluluktan hazırlıksız yakalıyor. İçine çekiyor. Böyle olmamalı demekte bir anlam ifade etmiyor. Tedbirler geliştirmek, eksik kalan yanları tamamlamak gerekiyor. Eğer bu yapılamazsa, pratiğin devrimci yükselişine, teoride büyüme ve gelişmeyle karşılık verilemezse o zaman salt pratik ve sonuçlarıyla uğraşılır hale geliniyor. Amatörce bir yükselişin beraberinde içinden çıkılamayacak bir yığın sorun, düzleşme, daralma, diğer bir deyişle “kafasız işgüzarlık” biçiminde bir soysuzlaşma yaşanıyor. Bunun panzehri ise devrimci yükselişe, gerek önderliğin gerekse de kadroların teorik eğitimiyle uyum sağlamak, hatta onu “az buçuk eğitecek” bir kaliteye ulaşmak oluyor.

Teorik çalışma veya eğitim sorununa bir başka yaklaşım şekli var ki, onun da ele alınıp incelenmesi zorunlu. Birey veya grup, ülke gerçekliğinden kopuk, ayakları havada, başlangıcı ve sonucu belirsiz bir teorik çalışma içine giriyor. Yaratılan bu yapı, adeta dış dünyaya kulaklarını kapamışçasına “fildişi kulede” teori üretmekle meşgul. Ama pratiğin dışında ve pratikten kopuk olduğu için ürettiği teoriyle bir türlü pratiği yakalayamıyor. Hep onun gerisinde kalıyor. Veya sosyalizmin güncel pratik sorunlarının ötesinde “yüksek sosyalizm” tartışmalarıyla günler tüketiliyor. Böylece karşımıza çıkan yapı, bir devrimci yapı, yürütülen ideolojik, teorik çalışmada devrimci bir eğitim çalışması olmuyor. Bu yapıya, tartışma kulübü veya entelektüel gevezeliklerin beyin idman salonu demek daha uygun düşer. Yani devrimci eğitimin bu biçimde ele alınışı da entelektüel gevezeliğe veya salon sosyalizmine soysuzlaşıyor. Kanımca bir sosyalistin içine düşebileceği en tehlikeli ve iğrenç pozisyon bu olsa gerektir.

Gerçek devrimci faaliyet içinde onun özel bir alanı olan sosyalist eğitim çalışması nasıl yürütülmeli? Konunun detaylarını ilerde inceleyecek olmamıza rağmen, biraz burada değinmekte de yarar var. Eğitim ile bilgi arasında yakın bir bağ olduğuna, daha doğru bir anlatımla; eğitim bilginin kavranmasına hizmet ettiğine göre, bilgi edinmenin en genel yasaları, eğitim faaliyetinin kendi özgüllüğü içinde geçerlidir diyebiliriz. Yani var olan gerçekliği, soyutlama yöntemiyle soyutlama, bazı kavram, kategori ve sonuçlara varma… Bu soyut gerçekliğin pratiğin mihenk taşına vurularak, pratik içinde zenginleştirilmesi, geliştirilmesi, eksik ve yanlışlarının ortaya çıkartılması… Yeniden soyutlama… Tekrar yaşama aktarma. Ve bu teorik pratik eylemliliğin iç içe zincirleme bir biçimde sürmesi… İşte burada soyut ve somutun, teori ile pratiğin birliği söz konusu olmaktadır. Gene eğitim ile ilgili “kitlelerin kendi öz deneyimleriyle öğrenmeleri”, “kadroların kendi hata ve eksiklerini temel alan ve bunları aşmalarına yönelik eğitim takip edilmesi” gibi anlatımlar, devrimci eğitimin, pratik çalışmanın at başı gittiği eğitimler; gelişkin proleter sosyalist partilerde parti okulları sistemiyle yapılıyor. Bizzat belli bir teorik hazırlık ve pratik mücadeleden sonra partiye katılmış olan üyeler; parti örgütlerinden biri içinde, planlı ve sürekli pratikten dersler çıkaran bir mücadele sürdürdüklerinden böyle bir yaşamada kendileri için başlı başına bir eğitim olmaktadır. Tabii burada sosyalist inşanın yaşamı süresince, devrimci pratiğinin yanı sıra, belli saatlerini okuma, araştırma, yazma çalışmalarına ayırması, deyim yerindeyse günün 24 saatinde devrimi yaşaması, kitlelerin ise, pratiğin devrimci okuluna, yani bizzat devrimci savaşım içine çekilerek eğitilmesi, yukarıda değindiğimiz, kadro ve kitle eğitimlerinin en temeli zemini ve sonuç alınmasının yolu olmaktadır.

Sosyalist hareketimizin çevresinde yeni birikimlerin oluştuğu bu aşamada, mevcut kadro ve kadro adaylarının eğitimini çalışmanın başına almak gerekiyor. Bu eğitimlerde; uluslararası deneyimlerin yeni ve güçlü etüdü hem de akıp giden devrimci mücadelenin ve bunun öne çıkarttığı tüm görevlerin alabildiğine netleşmesi ve kendi içinde aydınlanması sağlanmalıdır. Elbette ki bu pratikten kopulmadan hatta pratik çalışmayı daha çok yükseltme, daha çok okuma, daha çok toplantı, seminer, devreler, biçiminde kadro adaylarının kısa süreli pratikten alınmaları, çok yönlü eğitilmeleri, kendilerini dönüştürmeleri ve bunun sonucunda yeniden pratiğe güçlü bir biçimde katılımları şeklinde olmalıdır.

Eğitim sorununa böylece bir değinmeden sonra; Sosyalist Hareketimizin eğitim karşısındaki tutumuna eleştirel bir yaklaşım içine girmek istiyorum:

Sosyalist Hareketimizin ve bu harekete sempati duyan çevrelerin eğitimi çok yetersiz yapılıyor. Bu durum da hemen her çevre tarafından biliniyor. Eğitimsizliğin, yetmezliğin ağır sonuçlarını ise yaşadık ve yaşıyoruz. Bir gericilik dönemindeyiz. Gene uluslararası deneyler bilinir; böylesi yenilgi ve ardından gelen gericilik yılları, sosyalistler tarafından, bilinçli, planlı eğitim çalışmalarıyla, hatta koşulları yaratılarak sosyalist yeni kadrolar yetiştirmeye yönelik okulların açılmasıyla karşılanmaya çalışılır. Çünkü gericilik askeri başarısını, ideolojik, siyasi, kültürel, felsefi, ahlaki her alana yayarak perçinlemek isteyecektir. Sosyalist saflarda tasfiyeciliğe zemin hazırladığı gibi, toplumu da çığırından çıkartmaya çalışacaktır. İşte böylesi dönemlerde, burjuvazinin, ideolojik, siyasi, kültürel, felsefi, ahlaki tüm saldırılarına karşılık verebilmek, yenilgi ve gericilik yıllarının ortaya çıkarttığı tasfiyeciliğin, devrimden dökülmelerin ağır tahribatlarını giderebilmek ve yeni bir devrimci kuşağın eğitilebilmesi için, sosyalistler kendilerini ve çevrelerindeki kadroları yenilemek, deyim yerindeyse yeniden yeniden üretmek zorundadırlar.

Sosyalistler olarak eğitime geçmişte nasıl yaklaştık? Bu konuda ne gibi eksik ve yetersizliklerimiz oldu? Bugün soruna nasıl yaklaşıyoruz? Bu sorulara yanıt bulmak gerekiyor. Bu açıdan geçmiş pratiğimizin gönümüzdekiyle karşılaştırılmalı bir biçimde ele alınması sanırım daha da faydalı olur. Geçmişte çıkan sosyalist dergiler vardı. Şimdi de var. Ve bu dergiler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de çevrelerini eğitmede temel araç işlevi görüyorlar. Sosyalistler başka çalışmalarla birlikte, esasta bu dergilerle, yeni kuşaklara ulaşmak, onları çevrelerinde örgütlemek istiyorlar. Elbette ki bu örgütlenme, ister grup, çevre biçiminde, isterse parti biçiminde olsun, öncelikle yeni kuşağın, bu süreç içinde düzenin bin bir ön yargısından, proletarya dışı sınıf ve zümrelerin etkilerinden arındırılması gerekiyor. Yeni tipte sosyalist insan ancak bu çabalar sonucu sağlanacak kişilikteki güçlü dönüşümle ortaya çıkabiliyor. Sosyalist dergilerde bu yeni insan ve onun kuracağı düzenle ilgili kendi sosyalizm anlayışları çerçevesinde bir mesaj vermeye çalışıyorlar. Dergilerden ayrı, ekonomik demokratik kuruluşların kendi üyelerini eğitmek için çıkardığı yayınlar var. Buralarda da demokrasi ve sınıf çıkarlarını korumaya yönelik bilinçlenme sağlanmaya çalışılıyor. Bu ön bilinçlenmenin de belli bir birikim sağlayacağına şüphe yok. Basın toplantıları, paneller, yürüyüş, miting, açlık grevleri, greve ve direnişlerde kitleler için sınırlı da olsa pratiğin okulu oluyor. Kimin ne dediği, ne olduğu, ne gibi somut talepler ileri sürdüğü, buralarda biraz kitlelerin dişine değiyor. Sosyalistler ve aralarındaki ayrım noktaları daha da anlaşılabilir bir hal alıyor. Eylül öncesi dönemde de bu tür çalışmalar daha geniş kitleleri kucaklayan, daha zengin bir biçimde gerçekleştiriliyordu. Demek ki sosyalistler ve kitleler, sabırlı, kahırlı uğraşlarla eski mücadele biçim ve olanaklarının bir kısmına günümüzde de ulaşmış bulunuyorlar. Elbette ki bu olanaklar çok kısıtlı ve baskı altında. Burjuvaziyi sınırlı da olsa bu hakları tanımaya iten başka etkenler var. Onları şimdilik geçiyorum. Eskiden var olan sınırlı demokratik hak ve olanakları biraz zorlamalı da olsa yeniden kazanabileceğiz, bu mümkün görünüyor. İşte hemen burada bir nokta koyup şu soruyu sorma ihtiyacını hissediyorum. Eylül öncesinin yitirilen tüm olanakları yeniden kazanılsa ne olacaktır? Bu soruya birkaç olumlu yanıt verip ardından başka bir soruyu sormak istiyorum. Şüphesiz sosyalist hareket ve demokratik kitle hareketi daha rahat gelişebilme olanağına kavuşacak. 12 Eylül’ün toplumumuzdaki tüm ilerici devrimci birikimi tasfiye etme programı da başarısızlığa uğramış olacak. Peki öbür yan, 12 Eylül bir gece baskını yapınca içine düşülen durum nasıl izah edilecektir? Tarih bir tekerrür değilse ve faşist bir dairede döner gibi dönüp dolaşıp aynı yere çıkmak amaç olmayacaksa, ne yapılmalı? İşte bu sorulara da cevaplar, araştırmak, bulmak gerekiyor. 12 Eylül öncesi devrimci mücadelenin onca görkem ve zenginliğine rağmen, eleştirel bir tarzda ele alınması ve bu yaklaşımdan devrimci sonuçlar çıkarılması her sosyalist çevrenin boynunun borcudur. Eylül yenilgisinden devrimci dersler çıkaramayan bir sosyalist çevrenin içinde bulunulan aşamada geçici parlama dönemleri olsa da gelişebileceğine inanmak çok zordur. Yalnız burada hemen dikkat edilmesi gereken, 12 Eylül’den ideolojik eğitimini almış kimi “solcu” çevrelerin durumuna düşülmemesidir. Bu tasfiyeci çevreler, geçmişin pek çok zaaf ve eksikliğini parmaklarına dolayarak, Türkiye Devrimci Hareketini papaz karşısında günah çıkaran bir günahkâr durumuna sürüklemeye çalıştılar. Onların amacı belliydi. Devrimimizi ve onun yarattığı tüm değerleri tasfiye etmek ve burjuvazinin, liberalleşme sivilleşme programını “sol”dan desteklemek. Bu çevreler bir yandan böylesi bir işlev görmeye çalışırken, diğer yandan, geçmişe de olumlu, olumsuz tüm yönleriyle bağnazca yapışan kimi tepkisel çevrelerin doğmasını kışkırtmış oldular. Yaratılan bu kaos ortamında, sağlıklı bir geçmişin değerlendirilmesinin, eleştiri özeleştiri yolu sınırlı da olsa kapatılmış oldu. Halbuki sosyalizme göre, hata ve yanılgılarını açıkça ve mertçe ortaya koyabilmek kişiler veya gruplar, partiler için başlı başına en büyük eylem olarak görülür. Kaldı ki sınıf mücadelesinde yenilgiler çoğunlukla kaçınılmaz bile olabiliyor. Ama buna neden olan hataların yanlışlarınsa mutlaka analiz edilmesi, ondan sonraki mücadelenin bu analizlerden çıkarılan devrimci sonuçlara, derslere göre sürdürülmesi gerekiyor. Gene sosyalist objektivizm sadece görünenle yetinmek değil, deyim yerindeyse yoku var etmektir. Yani yenilgi içinde geleceğin zaferinin ipuçları saklı bulunur. Bunların bulunup çıkarılması mümkün hatta gereklidir. Yoksa proletaryanın bir dizi yenilgiler aldığı pek çok ülkede zafere ulaşması mümkün olamazdı. Sosyalistlerin pek çok hata ve yenilgiyi bile en büyük okula dönüştürecek, esneklik ve yeteneğe sahip olduğu bilinmektedir. Yeter ki hatamızı dürüstçe mertçe ortaya koyalım ve bunları telafi etmeye çalışalım. O zaman gericilik yıllarının ürettiği tasfiyecilik de yılgınlık da dağıtılabilecektir.

12 Eylül rejimi, olağanüstü baskılı karanlık bir dönem oldu. Sol saflarda pek çok tövbekâr da üretilebildi. Ama her şeye rağmen, sosyalist mücadelenin ortaya çıkarttığı tüm devrimci değerlere sahip çıkan hatta bunları geliştirmeye çalışan sosyalist çevreleri yok edemedi. Bunların yeniden ortaya çıkışını engelleyemedi. Toplumda her şey zıddıyla birlikte gelişiyor. Bir uçta gerçek sosyalizm mücadelesini yaşama geçirmek için uğraşanlar var. Diğer uçta ise tasfiyecilik ve reformizm, neredeyse Eylül rejimiyle uzlaşma noktasında soysuzlaştı. Ve “12 Eylül solu” diye nitelenebilecek bir kimliğe büründü. 12 Eylül ile rejim kendini restore etmeye girişirken, devrimciler de kendini her alanda yenileyerek, yeni rejimin karşısına çıkabilmeliydi. Böylece Eylülizm’in sol saflarda yarattığı tasfiyecilik ve dönekliğe de iyi bir yanıt verilmiş ola çaktı. Ama yenilenme gibi, tabiatta ve toplumda yaşamın sürmesinin, sosyalist mücadelede de adeta gelişimin zembereği olan bu kavramın da yozlaştırıldığını içeriğinin boşaltıldığını görüyoruz. TİP ve TKP genel sekreterleri, bir bakıma rejime teslim olma anlamına gelen davranışlarını “yenilenme” adına yapıyorlar. Bu durumda, solda yaşamsal öneme sahip yenilenme eğilimini, baskı altına alan bir diğer tasfiyeci etken oluyor. Deyim yerindeyse 12 Eylül öncesindeki hata ve zaaflarını aştığını, kendini yenilediğini söyleyen çevrelerin, burjuvaziye, sivil toplumculuk, legaliteyi kazanma, demokrasiyi kazanma, istikrar vb. teranelerle açık teslimiyetleri, samimi devrimci çevrelerde geçmişle ilgili hiç konuşmama, konuşsa da eksik ve hataların atlanması sonucunu doğuruyor. Tabii ilerde, geride bırakılıp imha edilmemiş düşman birlikleri gibi, bu hata ve yanlışlarımızın ağır bir kuşatmasını yaşayacağımızı da böylece unutmuş oluyoruz. Bu anlatıma burada nokta koyarak yazı başlığında belirttiğim eğitim sorununa dönmek istiyorum. Konuyu fazla dağıtmamak gerekiyor.

Sosyalist Hareketimizin geçmişte en fazla zaaflı davrandığı alan denebilir ki planlı, sürekli, sistemli devrimci eğitim çalışmasını yaşama geçirememiş olmasıdır. Bir yığın yasal veya devrimci demokrasinin gücüyle ortaya çıkmış olanak çok yetersiz kullanılmıştır. Sosyalistlerin etkinliğindeki, sayısız sendika, demokratik kitle örgütü ve devrimci bölgelerin varlığına rağmen, buralarda yürütülen sosyalist yeni insanı kazanmaya yönelik eğitim çalışmaları, buraları ele geçirmek için harcanan emek ve özverilerin yanında devede kulak olmaktadır. Sosyalist Hareket, tarihinde, kendisinden önceki dönemlerin onlarca katı kitleselleşmiş, ama bu kitleselleşmenin ihtiyacına uygun kadro zenginliğine ulaşılmasını sağlayacak bir eğitim düzeni tutturamamıştır. İşte 70’li yılların sosyalistlere sunduğu muazzam eğitime açık devrimci bir kitle, ama bu kitlenin eğitimine yetersiz bir yaklaşım, bu eğitimsizliğin yenilgide ve ardından gelen yılgınlıkta büyük bir rol oynaması söz konusudur.

Sosyalist Hareketimizin son 30 yılını, biraz şematik de kaçsa şöylesi dönemlere ayırmak mümkündür. Hareketin 1960’lı yıları yeniden doğuş ve çocukluk yılları, 70’li yılları ise erginleşme ve delikanlılık, dönemi olarak nitelenebilir. 80 sonrası ise olgunluk, harekette bir oturaklılık aşamasına tekabül eder. İşte 1970’li yıllarda Türkiye sosyalizmi, delikanlılık döneminin az çok hoyrat, plansız, programsız günlerini yaşamıştır diyebiliriz. 70’li yılların ortasından itibaren devrimci kabarma yüksek, ortaya çıkan olanaklar ise neredeyse sonsuzdur. Ama bu devrimci yükselişin, ortaya çıkarttığı imkânların, biraz da delikanlı savrukluğuyla ve hoyratlığıyla, yeterince değerlendirilememesi söz konusudur. Çoğu zaman bir bölük devrimci çevre dar pratikçilik içinde düzleşir ve tükenirken, diğer bir bölük sosyalist ki bunlara burjuva sosyalistleri demek uygun düşer sosyalizm adına burjuva (CHP) kuyrukçuluğunun bin bir çeşit teorisini üretmekle meşguldüler. İçinde yaşanılan devrim sürecinin karşı devrimi de birleştirmesi ve büyütmesine, devrimciler olarak birleşme ve büyümeyle karşılık verilemedi. Elbette ki böyle bir durumun ortaya çıkmasında en büyük etken ise devrimciler ve sosyalistler olarak eğitimsizliğimiz, yetmezliğimiz ve bu boşluktan proletarya dışı sınıf ve zümrelerin sol saflarda etkinlik kurmasıydı. Sosyal demokrat hayaller, burjuva, küçük burjuva sosyalizmleri işte Sosyalist Hareketimizi 12 Eylül öncesinde inmelendiren etkenler oldu.

Son birkaç yıldır, yeni bir yükselişe giren, Devrimci-Demokrat ve Sosyalist Hareketimizin, eylül öncesi var olan olanakların bir kısmına ulaştığını, bir kısmına ise ulaşmanın öngünlerinde olduğunu belirtmiştik. Gerek hareketin içinde bulunduğu aşama -biz buna olgunluk dönemi diyoruz- gerekse de en küçük bir hakkın bile tırnaklarımızla sökülürcesine zorluklarla kazanılıyor olması, geçmişteki savrukluk ve hoyratlığa sürüklenilmesinin önündeki en büyük engel olarak görünüyor. Ayrıca pek çoğu kendi hatalarımızdan kaynaklanan, acı kayıplarla dolu, trajedik bir dönem yaşadık ve hâlâ da yaşıyoruz. Şüphesiz ki önümüzdeki dönemde de benzeri hataların tekrarı, trajikomik sonuçlar doğuracaktır. Tüm bunlardan da önemlisi, yenilgi ve gericilik yıllarının muazzam eğitici okulundan geçilmiştir, gerçek devrimci sınıf ve partiler böylesi dönemlerden çok şey öğrenmiş olarak geliyorlar. Türkiye nasıl 12 Eylül öncesinin Türkiye’si değilse, bizler de, tüm devrimci değerleri koruyan, geliştiren ve bunlara yenilerini katarak zenginleştiren, hata ve yanlışlarını ustaca telafi etmeyi bilen, yeni dönemin yeni tipte devrimcileri olmak zorundayız. Bu yeni tip devrimcilik, 12 Eylül öncesinin, plansız, programsız, taktiksiz, eğitimsiz ve yetersiz devrimciliğini kesinlikle reddeden, proleter anlamda bir sosyalist parti dışındaki yaşam ve mücadeleyi kabul etmeyen, tüm zamanını böyle bir partiyi inşa etmek ve büyütmek için değerlendiren sosyalist insan demektir. Türkiye sosyalistlerinin “yenilginin okulundan” böylesi devrimci bir dersle çıkabilmiş olmaları, içine girilen yeni dönemde bir anlam ifade edecektir. Bir sosyalist için en soylu, en özgür ve en eğitici yaşam ancak proleter sosyalist partinin saflarında sürdüreceği yaşam ve mücadele olabilir. Bunun ötesindeki, her türden dağınıklığın, eğitimsizliğin ve kendiliğindenliğin ancak burjuvazinin ve küçük burjuvazinin üzerimizdeki etkileridir. Bu etkileri atmakta kararlı, ısrarlı ve cesaretli olmak gerekiyor.

12 Eylül’ün zam, zulüm, işsizlik- pahalılık ve işkence demek olduğu ve kurulan yeni rejimin başka bir anlam ifade etmediği bugün kitlelerce daha iyi görülebiliyor. Yeni rejim, basınçtan patlamaması için tencerenin kapağını biraz aralıyor’ Amaç kaynamayı yavaşlatmak… Ama bu başarılamıyor. Rejimde açılan gedikler, her gün biraz dana büyüyor. Ekonomide tam bir iflas, siyasette ise her gün bir yolsuzluk ve skandal yaşanıyor. Rejimin çatlaklarından ise burjuva siyasetçilerinin bu pislikleri kitlelere kadar ulaşıyor.

Kitleler kendi öz deneyimleriyle öğreniyorlar. Ekonomik kriz bir türlü aşılamıyor. 12 Eylül, 7-8 yıldır en çok sözünü ettiği huzur ve sükun ortamını da sağlayabilmiş değil… İşte bu nedenlerle 12 Eylülden 12 Mart gibi çıkılamıyor. Ağır ve sancılı bir süreç yaşanıyor. 12 Mart çıkışındaki, kitlelerin umut olarak sarıldığı illüzyonlar, bugün için ortalıkta görülemiyor. 12 Mart’tan sosyal- demokrasi “umud”uyla çıkan yığınlar, uzun süre bu “umut” balonunun peşinden sürüklenmiş, umudun dişe değmesiyle birlikte de adeta şoka girmişlerdir. Ama bu dönemde sosyal demokrasinin açtığı yoldan çıkan Sosyalist Harekette sosyal demokrat hayaller güçlü ve yaygındır. Kitlelerin sosyal demokrasiden umudu kestiği momentte, sosyalistlerin, onlara bir alternatif sunamaması, onlara ulaşamaması ve örgütleyememesi durumu yaşanmıştır. Sosyalistler, kitlelerin birlik ve alternatif program özlemine, halk cephesini, halk demokrasisi programı doğrultusunda inşa ederek cevap verebilseydi belki de pek çok kaybın en aza indirilmesi, hatta zafere doğru ilerlenmesi mümkün olabilecekti. Ama bu gerçekleştirilememiş, gerçekleştirilemeyince de muazzam bir baş aşağı gidiş yaşanmış, bölünme, parçalanma ve tasfiyecilik sol saflarda büyük tahribatlar yaratmıştır. Ayrıca sosyal-demokrat hayallerden ayılma noktasındaki büyük kitle potansiyelinin böylece nötralize edilmesine, çürümesine neden olunmuştur. Yaşadığımız dönemde sosyal demokrasi, gerici, azgın şoven ve pısırık haliyle yeni bir umut balonu şişirmekten çok uzak görünüyor. Burjuva sosyalizmi, reformizm ise TKP ve TÎP pratiğinde görüldüğü gibi rejimle uzlaşan teslimiyetçi karakterini hızla açığa vurmak zorunda kalıyor. 12 Mart çıkışında TSİP’nin burjuva sosyalizmi, uzun süre kendini gizleyecek, sosyo ekonomik şartlar, kitle bilincinin düzeyi gibi faktörleri bulabiliyordu. Bugün rejim açık ki ya devrimci direnişi ya da uzlaşmacılık ve teslimiyeti dayatıyor. O halde devrimcilerin önünde farklı bir çıkış yolu, karanlığı kendi öz gücüyle yırtma yolu kalıyor. Kaldı ki bu çıkış yolunu görmek için “çok uzaklara” bakmak da gerekmiyor. Görmek ve göstermek görevi sosyalistlere düşüyor. Bu çıkışın yoğun bir siyasi eğitimle ve çok yönlü sabırlı, kahırlı bir hazırlık çalışmasıyla ancak mümkün olduğunu şimdilik belirtmekle yetinelim.

Geçmiş sosyalist pratiğimizden bir örnek vererek eğitimsizliğin ve yetmezliğin nasıl sonuçlar doğurabildiğini göstermek istiyorum. Eylül öncesinin coşku dolu mücadele günleri… Olağanüstü çabayla yüzlerce sosyalist kadro biriktiriliyor. Kongre gerçekleşiyor. Konferanslar yapılıyor. Ve yıllardır özlemi çekilen sosyalist çalışma düzenine geçilmeye çalışılıyor. İşte tam da bu noktada, kadroların çok yönlü eğitimi ve pratiğe güçlü bir yönelişi gerekirken bu istenen boyutta gerçekleştirilemiyor. Sosyalist Hareketin gençlik, tecrübesizlik ve eğitimsizliğinden kaynaklanan bir dizi hatalar işleniyor. Gene büyük bir olanak, kadroların işlenen yanlış ve atalar temel alınarak güçlü bir biçimce eğitilme şansı var. Ama bir hayli geç kalınıyor. Proletarya dışı sınıf ve zümreler etkilerini genç hareketin saflarına aşırmış durumda. Tam bir kaos yaşanıyor. Bu arada tasfiyecilikte gemi azıya almış bulunuyor. Kadro eğitimleri çok yetersiz ve ağır tasfiyecilik süreçleri yaşanırken kopuk kopuk yapılıyor. Kadrolar sosyal pratiğin ihtiyaçlarının çok gerisinde kalıyor. Tasfiyecilik için aranıp da bulunamayan koşullar… Komfüzyonizm (kafa kargaşası) ortama hakim kılınıyor. Kadro ve kadro adayları bu kaosa daha fazla dayanamıyor, dökülmeler başlıyor. Tasfiyeciliğin yarattığı bu ortamda militanlar adeta alıklaşarak, Troçkizm gibi ipliği pazara çıkmış bir sapıklığı bile tahlil etme ve ona karşı dövüşmede yetersiz kalıyorlar. Sosyalist yapıda büyük bir tahribat hatta yıkım yaşanıyor. İşte devrimci pratiği ve bu pratikten sürekli dersler çıkaran eğitim ve kendi içinde aydınlanmayı sürekli kılamamanın tipik trajik ucu.

Sosyalistlerin, 12 Eylül öncesi yürüttüğü siyasi eğitimleri çeşitli yanlarıyla alıp incelemekte yarar var. Bu dönemin eğitimleri, sosyalist eğilim ve partilerin düzenlediği toplantılar, dernek seminerleri, sendika eğitimleri ve çok sayıda çıkarılan gazete ve dergilerle sürdürülüyor. Ama çoğunlukla devrimci eğitim bu boyutlarda kalıyor. Bu seminer ve toplantılarda, sınıflar, toplar, emperyalizm, faşizm ve anti-faşist mücadele gibi konular bol bol işar. Eğitimler, yüzeysel plansız, hasız ve kesintili yapılıyor. Eğitimlere katılanlarsa mücadelenin ön saflarında yer alan kadrolar. İhtiyaçlar bu düzeyde kalan sığ eğitimlerin çok ötesinde. Ve bu düzeyde bir eğitimle, kadrolardan neredeyse mücadelenin öne çıkarttığı tüm görevleri omuzlaması isteniyor. Ama bu terazi bu sikleti çekmiyor. Sık sık militanların tökezlemesi görevlerin altında ezilmesi ve dökülmesi yaşanıyor. Ama hala ayılınamıyor. Hala kadro ve kadro adaylarının eğitimine yeterli boyutta eğilinemiyor. Ve bu böyle sürüp gidiyor.

Bugün, Türkiye Sosyalist Hareketinin Eylül öncesi ve sonrası içine sürüklendiği olumsuzlukları sırf 12 Eylül şartlarına bağlamakta ikna edici olmaktan uzaktır. Şüphesiz Eylül öncesi ve sonrasının objektif şartlarının yaşanan olumsuzluklarda büyük rolü var. Yalnız “tam kadro yenilemesi yapıyorduk” “tam zaaf ve eksiklerimizin farkına varmıştık 12 Eylül geldi.” türünden yaklaşımlar; her şeyi objektif şartlara bağlama, eğitim ve kadrolaşma gibi %99 iradi bir çabanın yeterince gerçekleştirilmemesinde kendi olumsuz rolümüzün atlanması anlamına geliyor. Eğer sorunu bu şekilde geçiştirir üzerinden atlarsak, sorunun yeniden yeniden bizi sırtımızdan hançerlemesine davetiye çıkarıyoruz demektir. Ayrıca da yanlışlarıyla bütünleşip kendine sevdalanan, yanılgıların yayıyla gerilip ileriye fırlayamayan bir Sosyalist Hareket nasıl gelişecek?.. “Her şeyi kadrolar belirler” gibi bir özdeyişi, her an, her dakika tekrar etmek bugün için pek bir anlam ifade etmemektedir. Kadroyla, eğitimin bağının iyi koyulması, kavranması ve en önemlisi de, sosyalist çalışmada yaşamsal önem taşıyan bu bağın, pratikte başarılı bir uygulamasının gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu işi ne kadar iyi yürütebilirsek, küçük büyük tüm kazananların perçinlenmesi, gelişmenin ve zaferin yolunun açılması mümkün olabilecektir.

Eylül öncesi eğitimlerde büyük yer tutan sendika eğitimlerini de kısaca ele alıp incelemeye çalışalım. Bu dönemde az çok süreklilik taşıyan ve belli bir plan dahilinde yürütülen eğitimler sendika eğitimleridir. Bağımsız ilerici sendikaların yanı sıra ve daha çok da DİSK, geniş bir işçi kitlesinin eğitim sorununa el atmıştır. DİSK’in eğitimleri, birkaç kategoriye ayrılmış gruplara verilmiş, ekonomi – politik, sınıflar, toplumlar vb. konular, dersler biçiminde işlenmiştir, bu arada bazı sosyalist sendikacıların da, etkin oldukları sendikalarda kendi sosyalizm anlayışları doğrultusunda işçi eğitimleri düzenlemesi söz konusudur. Ama her şeye rağmen, Eylül öncesi sendika eğitimlerinden söz açınca, DİSK’in düzenlediği eğitimleri değerlendirmede temel almak gerekiyor. Çünkü bu eğitimlerin sınıf içindeki yaygınlığı, diğerlerinin onlarca katına ulaşan bir boyuttadır. Bu eğitimlerde işçi sınıfı, sosyalizmin ilk kavramlarıyla tanışmış ve bu kavramlar sınıfın günlük yaşam ve mücadelesi içinde kullanılmaya başlanmıştır. Şekil açısından oldukça iyi görünen bu eğitimlerin ise öz açısından oldukça zayıflığı söz konusudur. Çünkü eğitimlerle, işçi sınıfının, kendi proleter sosyalist partisinde yer alarak, iktidarı hedeflemesi amaçlanmamıştır. Eğitimler adeta burjuva (CHP) kuyrukçuluğuna sınıfı ikna etmek ve bu sapıklığı gerekçelendirmek gibi bir muhteva taşımıştır. Elbette sosyalizm adına, burjuva kuyrukçuluğuna zemin hazırlamak için yapılan eğitimler, sınıfın bilincini billurlaştırmak değil, bilincini adeta bulandırmak, ufkunu karartmak gibi bir işlev de görüyordu. Buralarda sosyalizm yerine reformizm, sendikal mücadele yerine adeta sendikacılara kulluk bilinci hâkim kılınmaya çalışılıyordu. O günlerde bu durumu aşarak sosyalizmin teori ve pratiğine bir üst boyutta, yani iktidar savaşımı verebilecek boyutta yönelebildi işçi sayısı sınırlı olmuştur.

Eylül sonrası ise, işçi sınıfının, gerçek dostlarını bir anlamda tanıma olanağı bulduğu felaket yıllarıdır. Geçmişin ileri solcu geçinen pek çok sendika lideri ya mülteciliği, ya da burjuvaziye teslimiyeti seçmiştir. Pek çoğu da tövbekâr olmuştur. Bir kısmı ise Türk-İş ve Hak-İş’te biraz ağız değiştirerek mesleklerini icra ediyor. Bazılarıysa Eylülün en karanlık günlerinden günümüze kadar, işçi sınıfının mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor. Yeni dönem sendikal mücadelenin temel taşlarını döşüyor. Bu adsız işçileri burada saygıyla anmak istiyorum. Onlar, yoksulluğa, açlığa, işkenceye hatta sokak ortalarında kalleşçe kurşunlanmaya göğüs görerek günümüzdeki gelişmeleri hazırladılar. Ötekilerse dün de, bugün de işçi sınıfının sömürülmesi ve ezilmesi demek olan kapitalizmi biraz daha yaşatmak için sinsi bir biçimde çalışan işçi sınıfının yüz karalarıdır. Sınıf bunlardan er veya geç hesap soracaktır.

Sonuç

Sosyalistlerin; devrim ve demokrasi davasını’ zafere ulaştırabilmek için öncelikle güçlü bir eğitim ve aydınlanma hareketini örgütlemesi gerekiyor. Kitlelere burjuva düzeninin içyüzünü kavratan, onları yeni toplumu kurmaya yönelten böylesi bir eğitim ve aydınlanma olmadan devrimin serpilip gelişmesi düşünülemez. Devrimin bizzat kendisi nasıl kitle bilincini altüst eden, onun gözlerini açan, muazzam bir okulsa, eğitimde gerek devrim öncesinde, gerekse de devrim günlerinde ve sonrasında, kitlelere hedeflerini kavratan, onları birleştiren ve örgütleyen yeni toplumun inşası için gerçek rollerini oynayabilecekleri bir düzeye çıkaran sosyalist çalışmanın en önemli alanıdır. Adeta devrimin çimentosudur.

Türkiye Sosyalist Hareketi, eğitim sorununa geçmişte çok yetersiz yaklaşmıştır. Bu yaklaşım günümüzde de sürdürülüyor. Eğitimi, salt, dergi, dernek, sendika eğitimleriyle sınırlı görme eğilimi ağır basıyor. Bu çalışmaların ya m sıra eğitimi bir üst boyutta da ele almak ve yaşama geçirmek zorunlu. Düzenden koparıp almayan, bunun için yeterli süre ve yoğunlaşmış bir eğitim programına dayanmayan, kişiye güçlü bir iç hesaplaşma yaşatarak, onu sosyalist kişilik ve kavga adamına dönüştürmeyen bir eğitim günümüz Sosyalist Hareketinin ihtiyacını karşılamak tan uzak görünüyor. Görev, zor da olsa böyle bir eğitimi örgütlemek ve ısrarla sürdürmek…

Sendika ve işçi eğitimlerinde de işçi sınıfının toplumumuzdaki gerçek öncü rolünü oynayabilmesi için ısrarlı ve kararlı olmak gerekiyor. Sosyalistlerin, sendika içi ve dışı tüm olanakları kullanarak, birbirine yakın bilinç düzeyin deki işçileri gruplandırarak, yoğun, planlı ve sürekli, sistemli bir eğitim çalışmasının içine çekmesi zorunlu. En azından öncü işçilerin devrim ve sosyalizm davasına kazanılması gerekiyor. Büyümenin, gelişmenin, zafere doğru ilerlemenin yolu buradan geçiyor.