REDDETTİĞİMİZ MİRAS VE SOSYALİST HAREKETİMİZİN KÖKLERİ (II) – Hüseyin KORKMAZ

Çağdaş Yol, Sayı 6, Ocak 1989

Kurtuluş Savaşı ve Kemalist İktidarın İlk Yıllarında Sosyalist Hareketin Durumu

Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda, Kemalizm’in üstlendiği misyon genellikle ilerici olarak nitelenmektedir. Sosyalist hareketimizin bu tespiti bazı yönleriyle doğru kabul edilse bile günümüzde bir hayli sorgulanmayı gerektirmektedir. Kemalizm’in, sınıf özü burjuvadır. Burjuva yine bilindiği gibi 19. yy. da kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde insanlığın gelişiminde ilerici bir rol oynamıştır. Burjuva sosyal devrimi ve kapitalizmin ilk yıllarındaki serbest rekabetçi dönem bilim ve teknikte olduğu kadar, insanın gelişmesinde de büyük bir çığır açmıştır. Ne var ki Türk Kurtuluş Savaşı’nın geliştiği (1919-1923) yıllarında, kapitalizm dünyaya ölçüsünde, serbest rekabetçi döneme çoktan son vermiş ve tekelci emperyalizm aşamasına varmış durumdadır. Yine aynı süreçte, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemini tefeci bezirgan sermayenin konaklarında aşırı gelişmesinden dolayı yaşayamamış, koskoca Osmanlı İmparatorluğu kapitalist anayurtların yarı sömürgesi durumuna girmiş bulunmaktadır. Osmanlı topraklarında bu dönemin burjuvaları, komprador burjuva olarak tanımlanan emperyalist ülke mallarını Osmanlı İmparatorluğu’nda bir anlamda depolayıp, dağıtmakla görevleri kendisi işveren değil, emperyalist burjuvaziden “iş alan” durumundaki “Levanten” veya komisyonculardır. Ve komprador burjuvazi de göbekten emperyalizme bağlı emperyalizmin uydusu olduğu için hiçbir ulusal özelliğe sahip olmayan kozmopolit bir burjuvazidir.

Osmanlı İmparatorluğu içinde modern kapitalist işletme açma girişimleri Lale devrinde görülür ne var ki bu işletmeler, tefeci- bezirgân sermayenin kışkırtmalarıyla yaktırılıp“ yıktırılmış ve bizde ondan sonraki süreçte de serbest rekabetçi kapitalizmin temeli olabilecek olan benzeri türdeki fabrika, kapitalist çiftçilik vb. kurulup yaşatılmasına imkân tanınmamıştır. Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemini yaşama olanağı bulamayan Osmanlı toplumu, kapitalizmin tekelcilik biçimindeki ilişkilerine ise en az 188 yıldır açık bir biçimde çarpık bir kapitalistleşme süreci yaşamaktadır. 1849 yılında Şirket’i Hayriye’nin kuruluşuyla başlayan bu süreç Cumhuriyet döneminde yerli finans-kapitalin devlet fideliğinde palazlandırılmasıyla, ekonomi ve siyaseti tekeline almasıyla kendi mantıki sonuçlarına vardırılmıştır. Yani 1919-23 ulusal kurtuluş yılları öncesinde Osmanlı toplum yapısındaki egemen sınıflardan modern bir ulusal kurtuluşa önderlik edebilecek bir nitelik aranması beyhude bir çabadır. Gerek komprador burjuvazi veya bu nitelikteki tekelci şirket kodamanları, gerekse de Osmanlı ekonomi temelinin bütün nefes borularını elinde tutan tefeci bezirganlar değil “vatanı” “milleti” vb. kurtarmak emperyalist burjuvaziden alacakları komisyonun ötesinde bir çıkar güdecek nitelikte değildirler. Alabildiğine kozmopolit ve vatan, millet düşmanı olan bu kesimler ulusal kurtuluş sürecinde ya gerici ayaklanmaları kışkırtarak saltanatla birliktedirler veya Kemalistleri ABD mandası fikrine ikna etmeye çalışmaktadırlar.

M. Kemal ve çevresindeki kadro ise Osmanlı “devlet sınıfları” olarak nitelenen kesimden gelmedir. Bu kesim modern anlamda bir sosyal sınıf olma özelliği taşımadığı gibi, modern bir sosyal sınıfa dayanmadan herhangi bir sosyal aksiyonu o günkü koşullarda gösterebilmesi oldukça zordur. M. Kemal 1919’da daha Anadolu’ya adımını atmamışken halkın emperyalist işgale karşı (Fransız-İtalyan-Yunan) kendiliğinden direnişi gerilla savaşı biçiminde başlamış bulunuyordu. Kuvay-ı Milliye adını alan bu hareket özü itibariyle anti-emperyalist bir halk hareketiydi. Yine bu dönem; 1914-1918 emperyalist evren savaşı yıllarında, emperyalist ülke malları Anadolu içlerine akışının durması sonucu, iç pazarda kısmen palazlanma olanağı bulan, geri bir teknikle üretim yapan -aynı zamanda ticaret- Anadolu burjuvazisi müdafa hukuk cemiyetleri biçiminde örgütlenmekteydi.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye Anadolu ve İstanbul diye ikiye bölünmüştü. Anadolu’da Kuvay-ı Milliye hareketi başladığında İstanbul işgal altındaydı. Bu ayrım sırf bir işgal olayına dayanmayı Osmanlı toplum yapısından kaynaklanmaktaydı. Avrupa Emperyalizmi ile itle tırnak gibi iç içe olan komprador burjuvazi İstanbul’da yoğunlaşmış durumdaydı. Anadolu burjuvazisi ise gerek gelişen Kuvay-ı Milliye hareketinin baskısını gerekse de kendi ulusal pazarına sahip çıkmanın arzusunu taşıdığından o günkü aşamada emperyalizme ve komprador burjuvaziye karşı bir tutum almak zorunda kalmıştır.

Kemalizm, Anadolu burjuvazisinin bu örgütlenmesine, Anadolu’daki özellikle K. Karabekir komutasındaki askeri birliklerin gücüne dayanarak Türk ulusal kurtuluş hareketinin önderliğini ele geçirmiştir. Sosyalizmin tarihin o kesitinde gerek iç gerekse- de dış (SSCB) olarak içinde bulunduğu zor durum, M. Kemal’in saltanattan aldığı yetkiyi kullanması, Erzurum, Sivas Kongreleriyle Anadolu’daki egemen sınıfların çıkarlarını uyumlandırmayı başarması, bunda önemli bir rol oynamıştır. Elbette ki bu ele geçirme, sahte komünist partisi kurmaktan, Kuvay-ı Milliye hareketini doğal önderlerinin, sosyalist hareketimizin önderlerini katliamında içeren bir dizi tasfiye ve komployla iç içe gerçekleştirilmiştir. Elbette ki sınıf özü burjuva olan bir hareketten esas itibariyle bunları niye yaptığına dair yakınmak bizim işimiz değildir. Ama sosyalist hareketimizin böylesine bir tarihsel fırsatı niye değerlendiremediğini bugün sorgulamak ve hatalardan dersler çıkarmak gerekli hatta zorunludur.

Türkiye Kurtuluş Savaşı, Ekim 1917 Sovyetler devriminin hemen sonrasında başladığından, gerek devrimin kitleler üzerindeki etkileri gerekse de Sovyet yönetiminin maddi-manevi yardımları zafere ulaşılmasında çok büyük bir rol oynamıştır. Yine Türkiye sosyalist hareketi, Osmanlı dönemindeki daha çok II. Enternasyonal’in oportünist çizgisinden daha farklı bir nitelikte doğrudan Ekim devriminin etkileri altında bir dönemde şekillenmeye başlamıştır. Ne var ki bu şekillenmede de pek çok zaaflar taşındığından Kuvay-ı Milliye hareketinde önderlik Kemalist burjuvaziye kaptırılmıştır.

O dönem sosyalizmini, ülkenin parçalanmış İstanbul-Anadolu, biçimi içinde ele almak gerekmektedir. İstanbul sosyalizmini Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, Anadolu sosyalizmini ise Mustafa Suphi hareketi ve ardından oluşan Halk İştirakyun Fırkası temsil etmektedir. Zamandaş olan bu hareketler gerçekte sürece müdahaleyi birbirinden bağımsız bir biçimde yapmaya çalışmışlardır.

Osmanlı dönemi sosyalist hareketlerinden en sonuncusu olarak yazımızın daha önceki bölümünde incelmeye çalıştığımız İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı tekrar gibi de olsa yazımızın bir de bu bölümü içinde ele almayı gerekli görüyoruz.

Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası; Türkiye’de bilimsel sosyalizmi ve Marksist-Leninist düşünceyi ideolojik olarak benimseyen ve kitlelere yaymaya çalışan bir siyasi kuruluştur. Partinin kurucuları, Ethem Nejat, (daha sonra TKP yöneticilerinden olup 1921 yılında Mustafa Suphi ve yoldaşlarıyla birlikte Karadeniz’de öldürülmüştür) Dr. Şefik Hüsnü ve Ahmet Akif gibi Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimleridir. 1919 yılının haziran ayında İstanbul’da kurulan partinin faaliyetlerine 20 Eylül 1919’da resmen izin verilmiştir.

TİÇSF’nın esas çekirdeğini Almanya’dan dönen Türk aydın ve işçiler meydana getiriyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya giden çok sayıda işçinin büyük bir bölümü orada devrimci işçi ve sosyalist harekete, Spartaküslerin ayaklanmasına, savaşa karşı yürütülen işçi mücadelelerine katılmış, Hamburg’da, Berlin’de barikatlarda savaşmıştır. Bu işçiler Türkiye’ye döndüklerinde TİÇSF’da yer aldılar.

Almanya’daki bu işçiler 1918 yılında bir işçi çiftçi sosyalist kulübü kurmuşlardı. Kulübün amacı, istilacı emperyalistleri Türkiye’den kovmak, işçi-köylü hükümeti kurmaktı.

TİÇSF’nın programındaki hedefler, feodalizmin büyük toprak ağalarının egemenliğine son vermek, köylülere toprak ve kredi sağlamak, işçiler için sekiz saatlik çalışma süresi, halka en geniş özgürlükler ve örgütlenme hakkı sağlayarak, bir işçi-köylü hükümeti kurmaktı.

Parti, Türkiye halkının emperyalizme karşı verdiği ulusal kurtuluş savaşını bütün gücüyle desteklemekte, İstanbul’da da padişah hükümetine karşı mücadele etmekteydi.

Partinin yayın organları, KURTULUŞ ve AYDINLIK dergileriydi. İlk sayısı Almanya1 da yayınlanan KURTULUŞ dergisi 1919’da İstanbul’da yayınlanmaya başlanmış daha sonra ise Kırşehir’de basılmıştır.

Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, işçi sınıfı köylülerin hak ve çıkarlarını bilimsel sosyalizmin esaslarına göre savunmak için kurulmuş bir parti olmasına, Komintern’i benimsemiş bulunmasına rağmen, proletarya partisi haline gelememiş, kitleler arasında da pek aygınlık kazanamamıştır. Ali Nizami ve Ahmet Vehpi gibi oportünistler, partinin yönetimi ele geçirip programını da değiştirmişlerdir. Parti programından bu yönetimce, feodalizmin ve toprak ağalığın tasfiyesi, toprak reformu, 8 saatlik iş günü, işçi-köylü hükümeti kurulması gibi taleplerin çıkarılması işçilerin partiden ayrılmalarına neden olmuştur.

TİÇSF belli oranda -başlangıçta- işçi bağlarına sahip bir partiydi. Fakat işgal altındaki İstanbul’da somut bir varlık olmayı başaramadı. Anadolu’daki Mustafa Suphi ve Halk İştirakyun hareketleriyle zamandaş olmasına rağmen bu hareketlerden kopuk kalmıştır. Onlarla birleşememiştir. Bu ayrılık kopukluk sadece o günkü şartların yani emperyalist işgalin bir sonucu muydu?

Emperyalist işgalin ve sosyalist hareketlerin doğuş zeminlerinin farklılığının bu kopukluk ve birleşememe de bir rolü varsa da esas neden bu değildir. TİÇSF ve diğer iki sosyalist eğilim sosyalist hareketimizin tarihinde üç ayrı aşamayı ve eğilimi temsil etmektedirler. Birleşememenin en temel nedeni olarak bunu görmek gerekir.

TİÇSF’nın işçi sınıfıyla asgari düzeyde de olsa da ilişkileri, bağları bulunmasına karşılık, parti bu bağlardan, güçlü bir proletarya partisi olmaya ve Anadolu’da gelişen Kuvay-ı Milliye hareketine önderlik yapmaya sıçrayamayınca, hatta oportünistlerin partiyi daha sonra ele geçirmesiyle Marksizm’e doğru bir adım ileri, ekonomizme-reformize doğru iki adım geri atan bir konumu aşamamıştır. TİÇSF’nın duygu, niyet ve çabaları ne olursa olsun -programatik temeli itibariyle bilimsel sosyalist bir harekette olsa ki bu program da daha sonra değiştiriliyor- sosyalist hareketimizin tarihinde, Marksizm’e doğru atılmış bir adım olma ötesinde bir misyonu yoktur. TİÇSF’nın faaliyetleri toptan tüm aşamalarıyla ele alındığında ise, Marksizm’e doğru attığı adımdan ekonomizme -iktisadi mücadeleyi kalkış noktası alıp bu noktadan hareketle siyasete varmak, programdan tüm siyasi taleplerin çıkarılması ve partinin bir bütün olarak eylemi bu anlama geliyor- sapma olduğu görülmektedir.

Kurtuluş savaşı yıllarının diğer bir sosyalist eğilimi, Mustafa Suphi hareketidir. Mustafa Suphi II. Meşrutiyetten sonra Mahmut Şevket Paşanın öldürülmesi ile Sinop’a sürülen sosyalist aydınlar arasındadır. Bu dönemde dünya görüşü bilimsel sosyalizmden uzaktır. Birkaç arkadaşıyla Çarlık Rusya’sına geçerek çarlık Rusya’sında ilticaya başvurmuştur. Burada Türk milliyetinden çeşitli devrimci ve Bolşeviklerle ilişkileri olmuş, doğu cephesinde esir düşerek, Rusya içlerine gönderilen Türkiyeli askerler arasında faaliyet yürütmüştür.

1917 Ekim devriminden sonra, M. Suphi Moskova’ya gitmiş ve orada Tatar-Başkırt devrimcileriyle birlikte Yeni Dünya gazetesini çıkarmıştır. M. Suphi bu dönemde daha çok Rusyalı ve Rusya’daki harp esiri Türkler arasında çalışmıştır. Türkiye’de gelişen olaylarla ise ancak ikinci dereceden ilgilenmiştir.

M. Suphi 25 Temmuz 1988’de Moskova’da Türk sosyalistleri birinci kongresinin toplanmasına ve Moskova, Kazan, Şamara, Saratar, Rozan, Astrohan gibi merkezlerde Türk Komünist örgütlerinin kurulmasına yardım etmiştir. Kasımda düzenlenen Moskova’daki, Müslüman Komünistler Birinci Kongresi’ne aitmiş ve burada, Stalin’in başında bulunduğu, Milliyetler Halk Komiserliğine bağlı olarak kurulan Doğu Halkları bürosunun Türk seksiyonu başkanı olmuştur. Bundan sonra, 1918 Aralık ayında Petrograt’ta yapılan Uluslararası Devrimciler Toplantısına ve 1919 Martında yine Moskova’da toplanan üçüncü Enternasyonalin kongresine Türkiye delegesi olarak katılmıştır.

M. Suphi Kırım’da “Müslüman Komünistler Ülke bürosu” açmıştır. “Yeni Dünya” ve “Kırım Haberleri” adlı yayın çıkarmıştır. Daha sonra Taşkent Komünist örgütünü düzenlemiş ve bir Türk Kızıl Ordusu kurmuştur Azerbaycan’da Sovyet devrimi gerçekleşince Bakü’ye taşınmıştır.

M. Suphi Bakü’ye gelince daha önce burada oturmuş bulunan Türkiye Komünist Fırkası’nı dağıtarak eski İttihatçılardan temizlemiş ve yeniden kurmuştur. Artık doğrudan doğruya Türkiye ile ilgilenen bu parti çalışmalarını, örgütlenme, yayın, istihbarat ve askeri olmak üzere dört dalda yoğunlaştırmıştır.

Bakü’de toplanan Şark Milliyetleri Kurultayı adı altında yapılan toplantıya 1831 delege katılmıştır. Bu kurultayın amacı Doğu’nun sömürge yahut yarı sömürge durumundaki milletlerini, emperyalist itilaf devletlerinin özellikle de İngiltere’nin meydana getirdiği emperyalist cepheye karşı ayaklanmaya hazırlamak ve Doğu milliyetlerini Sovyet Bolşevik devrimine yaklaştırmaktır.

Kurultaydan hemen sonra Bakü’de Kızıl Ordu Kulübü’nde 10 Eylül 1920’de Türkiye ve Sovyetler Birliği’ndeki Türk komünistlerden 15 kadar örgütü temsilen gelen 74 delege ile “Birinci ve Umumi Türk Komünistler Kongresi” yapılmıştır. M. Suphi daha önce yürütülen faaliyetlerle ilgili merkezi heyetin raporunu okumuş ve yapılan seçimlerde TKP’nin başkanı olmuştur. Kongrede ayrıca faaliyet merkezinin Anadolu’ya taşınmasına karar verilmiştir.

M. Suphi, M. Kemal’le yazışmalarından sonra örgütlenme sorunlarını görüşmek üzere, izinli ya da çağrılı olarak Ankara’ya gitmeye karar vermiştir. M. Suphi, eşi, MK üyeleri toplam 15 kişi önce Kars’a gelmiştir. Oradan Erzurum’a gelinmiş, düzenlenen karşı devrimci, gerici saldırı ve protestolar altında Trabzon’a gitmek zorunda kalmışlardır. Burada Yahya Kâhyanın adamlarından Faik Reis ve arkadaşları geceye doğru Sürmene açıklarında onlara yetişmiş ve hepsini öldürerek denize atmıştır. Elbette bu kanlı katliamı gericiliğin kendi başına düzenlediğini düşünmek büyük bir hata olur. Katliam, bizzat Kemalizm tarafından düzenlenmiştir. Dr. H. Kıvılcımlı, “Yol” isimli çalışmasının parti tarihini incelediği bölümünde bu olayı şöyle değerlendirmektedir. “Mustafa Suphi ve yoldaşları, Marksın Paris Komünarları için dediği gibi, ‘göklere sıçrayan kahramanlık’ timsalidirler. Yine Paris Komünarlarını kasıp kavuran, haddinden aşırı ‘saf çocukluk’ vasıflarına kurban olup gittiler.” (Yol. S. 501) “Mustafa Suphi hareketi özü itibariyle bir Bakuninizm’den ibaretti. Burjuva paşasının hilesine kanarak, Bolşevik Devrimi’nin serbest bıraktığı, esir Türk subay ve erlerinden alel acele bir alayla Türkiye’de Bolşevizm’i kurmaya yürüdü.” .(Yol. S. 102)

Onbeşlerin bozgununu hazırlayan nedenler nelerdi? Uzun izahlara girmeden bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz; 1- Devrimde sırf dış yedek güçlere dayanmak, … 2- Bir memleket ölçüsünde objektif ve realist olamamak, 3- Öncü ölçüsünde gizli faaliyeti hiçe saymak, 4- Teşkilat yokluğu.” (Dr. H. Kıvılcımlı, Yol)

Kurtuluş Savaşı’nın o anacık babacık günlerinde olunsa da, Kemalizm genç Sovyetlerle kimi pratik dayanışmalara girmiş olsa da, Türk burjuvazisi, eninde sonunda kendi sınıf çıkarları söz konusu olunca devrimcilere tuzak kurmaktan geri duramazdı.

Onbeşler deneyinin öğrettiği en önemli şey bu olmalıdır.

Halk İştirakyun Fırkası’na gelince, Affan Hikmet, Salih Hacıoğlu önderliğinde, Ankara, Eskişehir, Adana, Yozgat, Kırşehir, Kastamonu gibi şehirlerde faaliyet yürüten sosyalistlerle, Yeşil Orduda çalışan bazı sosyalistlerce kurulmuştur. Parti 14 Temmuz 1920’de resmen kurulur. Başlangıçta TKP ismiyle kurulması düşünülmüş, ancak Kemalistlerin kurduğu sahte ‘TKP” ile karıştırılmamak için Türkiye Halk İştirakyun Fırkası adını almıştır.

THİF, kuruluşundan hemen sonra yayınladığı bildiride, programını açıklamış, ülkedeki ve dünyadaki duruma, sorunlara değinmiş, Türkiye halkını, emperyalist işgal kuvvetlerine, onların maşası Yunan Krallığı ordusuna karşı ve İstanbul’daki padişah hükümetine silahlı kurtuluş savaşına katılmaya çağırmıştır.

THİF, emperyalist işgal kuvvetlerine ve padişah kuvvetlerine karşı verilen savaşta, Kemalistlerle aynı görüşte olduğunu bildirmekte; ama aynı zamanda Kemalist hareketin burjuva niteliğini de eleştirmektedir.

THİF kurulduğu sırada, Anadolu’da 500 kadar faal üyesi vardı. Ankara’da yalnız silah fabrikasında, 85 üyeli bir grup faaliyet göstermekteydi. Kısa bir süre içinde parti teşkilatları hızla yayılır. Merkez Komitesi Ankara’da Karaoğlanlar karşısında ahşap bir binaya yerleşir. EMEK adlı günlük bir gazete ve YENİ HAYAT adlı haftalık dergi çıkarmıştır.

Halk İştirakyun da büyük özlem duyduğu geniş halk yığınlarıyla bütünleşmeyi başaramaz. Yığınlardan kopuk kalınınca da, var gücüyle meclisi diriltmeye girişir. Kemalizm karşısındaki gizlilikten yoksun legal faaliyeti 1921’lerden itibaren Kemalizm’in gerçek yüzünü göstermeye başlamasıyla, zorlama ve baskıların yoğunlaşmasıyla THİF da tasfiye edilir.

Türkiye sosyalist hareketinin tarihindeki bu aşamada Bolşevik lâfzı kullanılmasına rağmen, henüz Marksizm’e doğru ütopik bir atılıştan öteye gidememiştir. Gerek Onbeşlerin “saf çocuk” kahramanlıkları gerekse Halk İştirakyun’un mecliste Bolşevikliği yaymaya çalışması Kemalizm’den tam kopuşamamayı bünyesinde taşımaktadır. Bu kopuşamamanın bedelini Onbeşler Karadeniz’de katledilerek öderken, Halk İştirakyun ise Kemalizm’in 1921’den sonra gerçek çehresini göstermeye başlaması ile dağılarak ödemişlerdir.

Onbeşler ve Halk İştirakyun işçi sınıfı ve emekçi halk içinde güçlü bir örgütlenme yaratamayarak, ütopizm ve popülizm olmaktan öteye gidemediler. Rusya’daki Marksizm öncesi Narodnik harekete, ya da Narodnizm’in çeşitli nüanslarına denk düştüler. Rusya’da 20 yıl süren dönem bizde 4-5 yılda kapanmış mı oluyordu? Olayların diliyle konuştuğumuzda buna evet demeliyiz. Fakat bizde yaşananlar ister istemez, şark toplumunun kısırlığını, ilkelliğini, kendine has özelliklerinin damgasını taşıyordu.

Rusya’daki hareket işçi sınıfı içinde gelişmeye başlarken ve Marksizm’e doğru giderken başlıca hangi sapıtmalarla uğraşmıştı? Legal Marksizm ve ekonomizm. Legal Marksizm; İşçiler için reformları öneriyor, mücadeleyi bu çerçevede tutmaya çalışıyordu. Ekonomizm ise: Ekonomik mücadeleyi kalkış noktası alarak buradan hareketle siyasete sıçramayı istiyordu. Birinci eğilim, daha çok aydınlar arasında tutunurken, ekonomizm işçilere yapışıktı. Rusya’da Emeğin Kurtuluşu grubunun kuruluşu 1883 olduğuna göre, legal Marksizm ve ekonomizmle mücadele “Marksistler” “içinde” 20 yıla yakın sürmüş, önce legal Marksistlerden (örneğin Struve) kopuşulmuş, ardından ekonomistlerle köprüler atılmıştır ve böylece, 1903 RSDİP, II. Kongresine gelinmiştir.

İşte İstanbul’daki, İşçi Çiftçi Fırkası Rusya’da 1883 sonrası yaşanan sürecin kendisine denk düşer. Onun başlangıcını temsil eder. İşçi Çiftçi Fırkası’nın çekirdeği o zaman Fransa, Almanya ve İsviçre’deki devrimci aydınlar ve işçiler tarafından atılmıştır. 5-6 sayıda sönen “Kurtuluş” dergisi bu başlangıcın ilk kıvılcımıydı. Mücadelenin önde gelen isimleri Ş. Hüsnü Değmer, Sadrettin Celal ve Ethem Nejat’tır. İşçi Çiftçi Fırkası kurulmakla Marksizm’e doğru bir adımı temsil etse de hemen bütün eylem ve muhtevasıyla Marksist olabilmiş midir?

“Hareketin öz çekirdeği belki her zaman Marksist (bilimsel sosyalist) kaldı. Fakat Marksizm’in prensipleri ne kadar malum olursa olsun, o prensiplerin bizzat parti hayatında, hareketin akışında geçirilecek acı-tatlı tecrübelerle sindirilmesi ve özümlenmesi zarureti kaçınılmaz bir kural halinde idi. Kitapla hayat burada ayrılıyordu.”

“Sübjektif cehitlerle (çabalarla) objektif şartların çarpışması Türkiye’de de bazı hazırlık sentezlerinden basamaklara basıp geçmedikçe, Leninist Parti bilincine yükselme imkânı yoktu.” (Yol, s. 134)

İstanbul’da pratik adımı atan hareket henüz Marksizm’e doğru adım atsa da, bir hamlede Marksist olabilir miydi?

“Rusya’da legal Marksizm, popülizm, Kredoculuk, ekonomizm ortalığı karman çorman ederken Ortodoks Marksistler yok muydu? Vardı. Fakat bu öz akideci (Ortodoks fikirli) fertlere rağmen hareketin mecmu heyeti (topu birden) ve devrimci topluluğun temel temayülü birden bire öz komünist olabilir mi? Hayır. (ay. S. 134)

İstanbul’da başlayan hareketle önündeki kaçınılmaz basamakları çıkmadan edemezdi, edemezdi. Hareketin ütopizm ve popülizm dönemi olan Onbeşler ve Halk İştirakyun döneminde daha çok duygulu ajitasyon seviyesinde kalmış olan hareketin önündeki kaçınılmaz aşamayı, program ve genel taktik aşamasını aşmakla yükümlüydü.

O nedenle TKP tarihindeki 1921-1927 dönemi bu konağın sancılarını yaşamıştır. Ancak bundan sonra gerçek teşkilattan, teşkilatlanmadan söz edilebilir.

Parti tarihinde, 1920’lerdeki “Bakü Kongresi” birinci sayılmıştır. Fakat kongrenin ardından gelen dönem, Onbeşlerin Karadeniz’de katledilmesi ve Halk İştirakyun’un dağılması ve 1922’lerdeki kongre “ikinci” sayılmıştı. Fakat bu hakikatte Rusya’nın 1898’deki birinci kongresine pek benzer. Her iki kongrenin de öz hedefi: Dört bir yana dağılmış bulunan devrimci hareketleri -şimdilik temayülleri ne olursa olsun- şöyle bir derleyip toplamak idi. Dağınık cereyancıkları Aydınlık grubu çevresinde partileşmeye doğru hazırlamak idi.” (ay. s. 140)

1922-1927 arasında parti içindeki mücadelenin özü: Legal Marksizm ve ekonomizmden kopuşmaktı. Legal Marksizm’i, Aydınlık Dergisi ve onun başındaki Sadrettin Celal temsil ederken, ekonomizmi örgüt içinde Şevket Süreyya ve Vedat Nedim temsil etmiştir. Bu iki eğilimin özüne geçmeden çok kısa olarak parti içindeki mücadeleyi çevreleyen ortama değinmeliyiz.

1922’ler Kemalist burjuvazinin ilk günleridir. Kendi iktidarını henüz oturtmaya başladığı günlerdir. Bu günlerde Aydınlık Dergisi legalde çıkabilmiş “çok geçici ve aldatıcı demokrasi” günleri yaşanmıştır. Fakat Kemalizm hiçbir şekilde “demokrasi” oyununu yürütemeyeceğini daha ilk günden görmüştür. İstanbul’da patlayan grevler ve Şeyh Sait Kürt isyanından sonra 1925 başlarında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu’yla Kemalist burjuvazinin zılgıtı birden koyulaşmış ve ünlü İstiklal Mahkemeleri dönemi başlamıştır. İşte bu döneme girildikten hemen sonra, “1925 tedhiş devrinden sonra Sadri daha namuslu çıktı: Bu deveyi güdemeyeceğini söyleyerek, tereyağından kıl çeker gibi hareketten kopuştu.” (ay. S. 143) Böylece Aydınlık’ın legal Marksizm dönemi kapanıyordu. “1926 Viyana Konferansı: Aydınlıkçılığın her sahadaki darmadağınıklığına vurulmuş ilk sınır: Parti programının özlendirilmesi idi. Bu suretle Aydınlık devrine veda ediliyordu.” (ay. S. 140)

Parti az çok kendine çeki düzen verip yola yeniden koyulunca, ister istemez parti içindeki kuyrukçu-ekonomistler bu gidişe ayak diremiş, gizli-açık engellemeler, en son 1927 provokasyonu ile son bulmuştur. Vedat Nedim ve Şevket Süreyya parti arşivini polise teslim etmiş ve geniş bir tevkifat başlamıştır.

Böylece “kuyrukçuluk” bir bakıma kendi açık provokasyonuyla, parti zemininden kendini kazıyıp atmış oluyordu. Uzun baş ağrıtıcı mücadelelerle değil de, böyle açık bir provokasyonla keskinleşen kopuşma bir avantaj sayılabilir mi? Hiç şüphesiz 1927’lerde TKP kendi içindeki burjuva kuyrukçularından kopuşmakla ileriye bir adım atmış oluyordu. Fakat bu kopuşma mücadelenin seviyesine, Türkiye’nin ilkelliğine denk düşen bir tarzda gerçekleşiyordu. Ortada gerçekten beyinleri aydınlatacak bir mücadele tiryakiliği, onun inkâr edilemez ürünleri olmadan, tam da şark usulleriyle gerçekleşen bu kopuşmalar, ileriye bir adım olsa da, oluşundaki ilkelliğiyle, gelecek için yeni tehlike ışıkları yakıyordu. Hatta 1927 kopuşmasına doğru gidilirken Vedat Nedimlerin -yani Kemalist kuyrukçuların- çoğunlukla olduğu parti merkezi ile mücadeleyi, partinin kendi iç dinamiğinin yeterince sonuçlandıramayacağı anlaşılınca Komintern duruma müdahale etmiş, geçici bir yönetim oluşturarak kuyrukçuların merkezden tasfiyesine yardımcı olmuştur. Bu tasfiyeye kuyrukçular, polise sığınıp, parti arşivini polise teslim ederek, provokatif bir tasfiyecilikle karşılık vermişlerdir.

Aydınlıkçı ve ekonomist kuyrukçular, partiye hangi dönemde ve hangi amaçla katılmışlardır?

“Mütareke ve ondan sonraki beş aylık aldatıcı ve… (ölü doğmuş) piç burjuva demokrasisinin yarattığı yalancı (legalite anti-emperyalizm) hamlelerine nasılsa kapılmışlardır.

“Niçin kapılmışlardır?

“1- Legalite: Kuyrukçu küçük burjuvazinin bir işe girebilmesi için o işte bir tehlike görmemeye ihtiyacı vardır.

“2- Anti-emperyalizm: O zamanki Türkiye’nin bütün sınıfları için (birkaç komprador müstesna) biricik prensipti. Küçük burjuva ve burjuva aydınları için en (köktenci) lafebeliği ancak anti-emperyalizm Sahasında yapılabilirdi. Şu halde “kuyrukçuluk” burjuva vatanperverliğinin “Marksist”… ifade edilişinden başka bir şey değildi.” (ay. S. 196)

Kuyrukçuluğun özü: Marksizm kılıklı “burjuva vatanperverliğin olunca, onun taktik tutumu ister istemez şu çerçeveyi aşmayacaktı: “Şimdiki halde Türkiye’de kapitalizme girdik. Bu ileri ve zaruri bir yoldu. Bu yolu mesela İstanbul’la Ankara arasındaki yola benzetelim. Yolun kapitalizm kısmı İstanbul’la Eskişehir arasıdır. Eskişehir’den sonra Ankara’ya kadar sosyalizm başlar. Bugün işçi sınıfıyla kapitalist sınıfı Haydarpaşa’dan aynı trene binmiş bulunuyor.” (ay. S. 149)

Bu anlatım o dönem kuyrukçularının temel mantığıdır. Onlar demokratik devrimi burjuvazinin bıraktığı yerden alıp yürütmeyi düşünmeyip demokratik devrimin gelişimi için burjuvaziyle “aynı trende” gidilecek yol olabileceğini düşünüyorlardı. Ve Türkiye’deki keskin gerçekliği kavramak istemiyorlardı. “Emperyalist (finans kapital) münasebetleriyle kakırdıyan Türkiye’de ikisi ortası şaşırtmaca, aldatmaca yok. … Ya burjuvaziden yana olacaksın, ya proletaryadan yana… Demokrasi cambazlığı, sosyal-demokrat palyaçoluğu, burjuvazinin kendi içinde ve kendi emriyle bile çıksa: Serbest Fıkra Fethi komedyası gibi çarçabuk skandala faciaya döner. (ay. S. 157)

Neticede 1927 kopuşmasında partiden düşen kuyrukçular, çok geçmeden Kadro dergisi çevresinde tek parti döneminin yarı faşist ideologluğuna kadar gittiler. Bu kopuşma partide ve harekette hem ütopizm ve popülizm döneminden, hem de 1921 sonrası Marksizm’e doğru hazırlık aşamasında, kendi gerçek yüzünü ortaya koyan burjuvaziyle sınır çizgilerini keskinleştirememe, onu “anti-emperyalistliğinden” kalkarak demokratik devrim yolunda da ondan bir şeyler bekleme hayallerinin tam bir yıkılışı ve müthiş bir provokasyonla, birlikte acı bir bedelin ödenmesidir.

Tam bu dönemde partinin içinde temelli bir eleştiri-özeleştiri ihtiyacı doğmuştur. 10 yıllık mücadele deneylerinin birikimi ve yaşananlar böyle bir zorlama yaratmış, deneylerin kritiğini partinin gündemine getirmiştir.

On yıllık hareketin en temel eksiği olan “teorik kofluk” ya da “teori kırıntıcılığı” bu yılların deneyleri ile pekiştirilmiş olarak, 1930’larda Dr. Hikmet Kıvılcımlının kaleminden “YOL” etütleri biçiminde çıkarak aşılmıştır. Bu anlamda TKP 1927’Ierden sonra legal Marksizm ve ekonomizm: Yani program ve taktik sapıtmalarını aşmıştır. Ve bu gelişim 1934’lerden sonra partinin legalde yürüttüğü, Marksizm Bibliyoteği. Emekçi Kütüphanesi ve Günün Meseleleri geniş propaganda eylemiyle en geniş kitlelerle bağ kurma ve partiyi illegalitede yeniden inşa etme çalışması biçiminde kendini ortaya koymuştur. Bu faaliyet o dönem parti yönetimini oluşturan H. Kıvılcımlı, Hasan ve Vasıf tarafından yürütülmüştür.

TKP’nin 1930’lu yıllarda yürüttüğü bu olumlu çalışmalar, N. Hikmet’in bilinçsiz bir biçimde, o dönem içine sürüklendiği panikçi ruh halinden kaynaklanan provokasyonun neden olmuş olduğu geniş ve yıkıcı donanma tevkifatlarıyla durmuş, parti yeni bir krize sürüklenmiştir. Askeri mahkemelerce verilen uzun süreli ağır mahkûmiyetler Dr. H. Kıvılcımlının da “YOL” çalışmasında belirlediği ideolojik-politik hattı tam hayata geçirmesini engellemiştir.

Sosyalist Hareketimizce ve olaylarca da henüz aşılmaktan oldukça uzak olunan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “YOL” adlı çalışması Türkiye devriminin hemen tüm konularını, aydınlatmakta, sosyalist hareketimizin, Marksist-Leninist temelde yeniden yapılandırılabilmesinin, güçlü bir platformu olma özelliğini bugün dahi korumaktadır.

(SÜRECEK)