KÜÇÜK DEV ÜLKE: KÜBA – Ayşe TANSEVER

Yol, Sayı 4, Ocak 1993

İki yıldır Doğu Avrupa’da halklar sokaklara dökülmüş sosyalizmi lanetliyor. Sosyalizm anavatanında terk ediliyor. Eğrisi doğrusu, iyi yanı kötü yanı, yanlışlıkları, teorisi pratiği eleştirilmeden, bir kenara atılıyor. İnsanlığın yüzkarası gibi değerlendiriliyor. Kapitalizm dalkavukluğunda yarışılıyor. Ve işte böyle bir ortamda küçücük, birkaç milyonluk bir ülke çıkıyor. Sosyalizm bayrağını yerden alıyor, gönderinin en yükseklerine çekiyor. Ya vatan ya ölüm sloganını “Ya Sosyalizm Ya Ölüm” yapıyor. Yeryüzünde sosyalizmi kanının son damlasına kadar savunacağını açıklıyor, işte bu inanç güçlülüğü, sağlamlılığıdır. Cesarettir. Dirençtir. İşte bu küçücükken dev olmaktır.

Küçücük Küba adacığını, inanç, direnç devi yapan, savunduğu şeyin doğruluğundan dayanak alır. Sosyalizm koskocaman, neredeyse güneşin batmadığı anavatanı topraklarında değil de neden burada savunuluyor? Küba’da yaşanılanların bir farkı mı vardır? Kabaca bakıldığında, sosyalizmi lanetleme gerekçesi olan, kapitalizmin serbest pazarı, rekabetine savuran üretim kıtlığı ve geriliği Küba’da da görülmektedir. Karneler, kuyruklar, yokluklar, borçlar bu ülkede de kendini gösteriyor. Ama bunlara karşın Küba çıktığı yolun savunuculuğunu sonuna kadar yapma kararlılığındadır. Öyleyse Küba, Küba’da sosyalizm deneyi incelenmelidir. Yapılanlar hallaç pamuğu gibi atılıp dersler çıkarılmalıdır. Elbette 30 yıllık yaşananlar bu dergi sayfalarına giremeyecek boyuttadır. Biz sadece en kaba hatları ile ilk elden en göze çarpan dersleri, sonuçları irdelemeye çalışacağız.

Bölüm I

Küba’yı Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği’nden ayıran en büyük özellik, eski bir sömürge, 3. Dünya Ülkesi olmasında yatar. Eski sosyalist ülkelere dikkat edersek, hepsini kapitalizme iten temel bakış perspektifi şudur: “Biz de kapitalizmin anavatanıyız. Eğer sosyalist yola girmeseydik, bu merkezin bir parçası olacaktık. Kalkınmışlık düzeyimiz, bir İngiltere, Fransa, İsveç gibi olurdu. Karınlarımız tok, sırtlarımız pekti. Vitrinlerimiz Paris, New York, Londra’nın ünlü caddelerini aratmazdı.” Eski sosyalizm vatanlarında sıradan insanın bilinci, bakış perspektifi budur. Bu bakışın çarpıklığı, düz mantığı, sosyalist sistem olmasa kapitalizmin “refah toplumu” düşünün ne biçim bir kabus olacağı tartışmasına girmeyeceğiz. Vurgulamak istediğimiz; eski sosyalizmin kapitalizme geri atlama zeminini vergilemektir.

Ama sıradan bir Kübalıda, “eğer devrim yapmasa idik, Batista yönetiminde bir kapitalist ülke refahına ulaşırdık.” bakış açısı yoktur. Olamaz da. Kapitalist merkez vitrinlerini yaratan zenginlikte 500 yıllık L. Amerika halklarının, kanının canının, sömürüsünün yattığını her sıradan Kübalı bilir. Bilmek soyut bir kavram. Sıradan Kübalı bu gerçeklikle yaşar. Muz, şeker, kahve, madenler vs. zenginliğine karşın, L. Amerika’da milyonlarca insanın aç, sefil, cahil, hastalıklı koşullarının kapitalist sömürüden kaynaklandığını kanında, iliğinde hisseder. “Kastro olmasaydı, Che olmasaydı, devrim yapılmasaydı ben de refah içinde yüzerdim, güzel vitrinlerim olurdu. Her şeyi alabilirdim.” diye düşünmez. Kübalı bilir ki, eğer devrim yapılmasa idi bir avuç zenginden biri değilse milyonlarca yoksuldan biri olacaktı.

Tok açın halinden anlamaz diye bir atasözümüz vardır. Kuyruğa da girse, karne ile de alsa Kübalı süt ve eti olduğunu biliyor. Kısıtlı bir varlık içinde olmak acaba Kübalıyı kendisini Brezilya, Arjantinli yoksullarla özdeşleştirmekten alıkoyar mı? Daha iyisini istemek insanlığın ilerici özelliği, çölde vaha görmek de beynin bir oyunu, tok Kübalı da acaba, insanlık hali, yeter bu sıkıntılar deyip, eski sosyalist anavatan halklarının yoluna çıkamaz mı? Kapitalizm çölünde kendisinin Rockfeller olabileceği bencil umuduna kumar oynayamaz mı? Dünya kapitalizminin tuttuğu, tutunmaya çalıştığı bu. Cebren ve hile ile bunu yapmaya çalışıyor. Maya tutar mı, tutmaz mı? Bilemeyiz Küba Komünist Parti’sini tehdit altında tutan, öncülük görevini her zamankinden çok zorlayan işte budur.

Küba sosyalizmini diğerlerinden farklı kılan çok önemli ikinci özellik, devrimin kendisiyle ilgilidir. Kastro’nun arada sırada değindiği gibi Küba devrimini halk kendisi yapmıştır. Sovyet orduları Hitler faşizmini yenerken Küba’yı da Doğu Avrupa ülkeleri gibi kurtarmamıştır. Kübalılar bilekleri hakkına, kanlarını akıtarak ABD finans-kapitali uşağı Batista’yı ülkelerinden atmışlardır. Bugün için önemli olan da bunu yapan liderlerin hayatta olmasıdır. Devrim 1959’da, yani 32 yıl önce oldu. O günün devrimci gençliği şimdi 50-60 yaşlarındadır. Yalnız kitapların kuru donukluğunda değiller. Devrimin lideri Kastro hala asker parkası ve postalları ile geziyor. Saçı sakalına ak düşse bile otuz yıllık sosyalizm mücadelesi ile zihin dinçliğine, gençliğine sahiptir. Kastro hem devrim yapmış hem de bunu pratikte dövüştürmüş, yaşayan sayılı devlet adamlarından biridir. Canlı tarihtir. Deney yüklüdür. Küba sosyalizmi için bu büyük bir avantajdır.

Che, Kastro ve diğer devrimciler ateşli, kendilerini halklarına adamış, cesur gençlerdi. İktidarı aldıklarında komünist bile değillerdi. Canlı pratik içinde halkları ile el ele Batista’yı devirdiler. Küba Komünist Partisi devrim sonrası 1965’de kurulur. Parti program tüzüğü 1976’da kabul edilir. Bunun anlamı nedir? Küba iktidarı öyle parti, program tüzük gibi şeylerle bürokratlaşmış, halktan kopmuş değildir. Kastro “Sayın Bay Kastro” değil, Fidel’dir. Fidel sık sık parti kararlarını, önerilerini açık toplantılarda halkına anlatır, tartışır ve teori yapar. Yazımızın ileri bölümlerinde bu konuşmalardan alıntı yapacağız. Mitinglerde, Che anma yıldönümlerinde, işçi sendikaları, parti kongrelerinde basitten, halkın anlayabileceği güncel konulardan kalkarak nasıl ekonomik ilkeleri tartıştığını, teori yaptığını göreceğiz. Fidel aydın bilgiçliği yapmaz. Pratiğin derslerini çıkarır, değişme gerekçesini, mantığını koyar ve yeniyi, çözümü anlatır. Halkıyla diyalog kurar.

Büyükçe bir aile meclisi gibi Küba halkı 30 yıllık deneyi birlikte yaşamıştır. Parti kadar halk da yanlışını, doğrusunu pratiğini denemiş, belirli ölçülerde deney kazanmış, öğrenmiştir. Doğu Avrupa halkları için Stalin’i suçlamak kolay olabilir, ama Kastro eğer ki suçu varsa, kendisi hesap verebilecektir. İktidarda durmak, almaktan zordur. Kastro bu durma mücadelesinde elbette hatalar yapmıştır. Ama Küba halkı bu hatalarda Kastro ile birlikte davranmış, birlikte ayakta durmaya çalışmıştır. Ve aşağıda göreceğimiz gibi de kısa bir zaman süresinde çeşitli ekonomik evreler yaşanmış, büyük politik yönelişler denenmiştir. Sonuç olarak Küba, kapitalizmin umduğu gibi Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği gibi sosyalizmin inkarına varmadı. Küba’nın eskiden 3. Dünya sömürge ülkesi olması kadar devrimini yeni yapması ve devrimci liderlerin kişiliğinden kaynaklanan nedenler vardır. Ama elbette bunlar zorlu günlerde yarın olmayacağı güvencesini getirmez. Küba halkı bir sınavdan geçmektedir. Çok zor bir sınav. Başarısızlığın biz devrimcilerin sırtındaki yükü ağırlaştırır, ama başarıları için acaba biz ne kadar destek verebileceğiz sorusu vicdanlarımızı rahatsız etse iyi olur.

Bölüm II

Ekonomik Evreler

Küba sosyalizminde uygulanan ekonomik model dört ayrı evrede incelenebilir.

1) 1959-1966 arası kuruluş, kopya ve tartışma dönemi

2) 1966-1970 Che Dönemi. Moral Ekonomi. “Komünizm”

3) 1971-1986(?) Reform Dönemi

4) 1986(?) — Karşı Reform Dönemi

Küba otuz yıl içinde birbirinden epey farklı keskin dönüşler yapmış. Her birinin kendine özgü özelliklerini, varılan sonuçları ve değişiklik gerekçelerini incelemeye çalışalım.

Kuruluş-Kopya-Tartışma Dönemi

Bu dönem 1959’da hemen devrim sonrası başlar ve 1966 yılına Che’nin Moral Ekonomi önerisinin kabul edilmesine kadar sürer. Özünde bir belirsizlik, kararsızlık dönemi görüntüsündedir. Kendi içinde üç ayrı süreç yaşanmıştır denilebilir.

Hemen devrim arkası, kapitalizmin kalıntılarının tasfiyesi ile geçer. 1961-63 arası üç yıl her sosyalist ülkede görüldüğü şekliyle Sovyetler kopya edilir. Her şeyin merkezden planlanıp yönetilmeye çalışıldığı bir ekonomik uygulama yaşanır. Ya da buna ön bir deneme denebilir. Çünkü 1964-66 yıllarında “Büyük Tartışma” dönemi yaşanır. Tartışmaların iki kanadını Sovyet yanlıları ile Che yanlıları oluşturmaktadır. Birinci gurup Sovyetler’dekinin aynısının kopya edilmesini, her şeyin millileştirilip merkezi plana bağlanmasını savunurlar. Bunu savunanlar Sovyetler’de eğitim görmüşlerdir. O dönem bilindiği gibi iktidara Kruşçev gelmiş ve reform paketi sunmuştur. Sovyet yanlıları ufak çaplı bir Kruşçev modelinde direnirler. Kastro buna karşıdır.

İkinci gurup Che yanlılarıdır. Che halk iktidarı ve halkın devrimci morali üstünde kurulan bir ekonomik model önermektedir. Tartışmaların sonunda bu model uygulanacağı için, onu ileride ayrıntılı göreceğiz. Che’nin ve Kastro’nun savunduğuna göre ekonomi kendi koşullarına uygun bir modelle geliştirilmelidir. Zaten 2 yıl süren tartışmalarda bu görüş ağır basar ve Che modeli uygulamaya konur.

Moral Ekonomi 1966-1970

a) Genel Giriş

Mutlaka hepimiz ağır bir çark döndürmüş ya da döndürmeyi denemişizdir. Bütün gücümüzle asılırız, asılırız. Kıpırdamaz. Enerjimizi toplar, toplar, konsantrasyonumuzu sırf çarkın koluna yoğunlaştırır, var gücümüzle bir daha asılırız. Ucunda ağır yükün olduğu çark kıpırdar gibi olur. Ama işte o kadar. Bütün ağırlığı, hantallığı ile karşımızda durur. Bir döndürebilsek deriz. Evet bir döndürebilsek, tek bir kez döndürebilsek, gerisi gelecektir. Tek bir dönüş sırasındaki enerji içinde ikinci, sonra üçüncü ve sonsuza kadar dönecek enerjiyi mutlaka yaratacaktır. Bütün sorun işte o ilk ivmeyi, hamleyi kazandırabilmektir. İlk ivme için gerekli enerjiyi bulabilmektir. Toplayabilmektir.

Küba devrimcilerinin o günler önünde duran sorun budur. Ekonomiye tek bir hamle yaptırtabilmek. Ekonomik çarkı şöyle bir kez yerinden oynatabilmek, sarsabilmek. İnsan devrimci bir başarı kazanınca, moral üstünlük elde edince, dağları devireceğini düşünür. Gücünün sonsuza kadar yeteceğine, hiç bitmeyeceğine inanır, imkansız gibi bir şeyi başarmanın coşkusu ile kuşlar gibi uçun insan için, yer çekimini unutuvermek o kadar kolaydır ki. Dünya gerçeklerinin ağırlığı yok olur, gider.

Chelerin, Kastroların bu devrimci coşku içinde olmalarında yadırganacak bir şey yoktur. Ekonominin katı, kendini dayatan ağırlığını, devrimci bilincin, devrimci özverinin, devrimci kahramanlık, güçlü istek ve direncin, kendini adamışlığın moral gücü ile kaldırıvereceklerdir. Che’ye göre Küba’nın her köşesi böyle devrimci moralli insanlarla doludur. Komünizmin amacı “Yeni İnsan” yaratmak değil midir? Öyleyse bir taşla iki kuş vurulacaktır. Yeni insan yaratmanın tüm maddi koşulları seferber edilecektir. Yeni İnsan yaratılırken aynı anda ekonomik çark kıpırdayacak, üstündeki ağır yüke rağmen yerinden kalkacak, İlk ivme sağlanacak ve çark sonsuza kadar dönme ritmine oturacaktır.

Moral ekonomi Yeni İnsan üstüne oturur. Başka bir deyişle idealizm dönemidir. “Komünizm” uygulanmaya çalışıldığı süredir. Eşitçilik, halk demokrasisi olarak da tanımlayabiliriz. Ancak yapılanlara geçmeden Che dönemi, Che’nin düşüncelerinin pratiğe geçmesiyle ilgili olarak Kastro’nun 1987’de, Che’nin 20. ölüm yıldönümü kutlamalarında yaptığı konuşmaya kulak verelim.

“Che, sosyalizmin inşasında, kapitalist ekonomik yasa ve kategorilerin kullanılıp geliştirilmesine, radikalce karşıydı. Bir dönemde (moral ekonomi dönemi bn) Che’nin bazı fikirleri yanlış yorumlanıp uygulandı. Onları pratiğe geçirmek için hiçbir zaman ciddi bir girişimde bulunulmamıştır ve sonra öyle bir döneme gelindi ki Che’nin ekonomik öngörülerinin tamamen zıddı düşünceler ortalığı kapladı… Che’nin fikirlerinin birçoğu bugün için geçerlidir.”(1)

Moral ekonomi Che’nin yokluğunda onun düşüncelerinin pratiğe geçirildiği, daha doğrusu geçirilmeye çalışıldığı dönemdir demek uygundur. Adı öyle bile olsa, şimdi göreceğimiz uygulamaların ne kadarının doğru, nereden sonrasının sapma olduğu ayrı bir araştırma konusudur. Fakat bu dönem bir sol uçkunluk dönemidir Küba ekonomisi açısından.

b) Pratikte Yapılanlar

Temel olarak “merkezi plan ve yönetim” benimsense de bugün anladığımız anlamda çok yönlü, geniş boyutlu bir plan yapıldığını söylemek yanlış olur. Genel olarak kampanyalar yürünür. KKP’sinin Leninist tipte bir örgütlülüğü olmadığı düşünülürse bu kaçınılmazdır da. Henüz çeşitli sınıf ve katmanların ülke çapında yaygın, sınırları belli dernekleri, sendikaları yok, bir halk örgütlülüğü vardır. Belirlenen kampanyalar bu kanallarla yürürlüğe sokulur.

Döneme damgasını vuran, ekonominin bel kemiği olarak alınan şeker kampanyasıdır. 1970 yılına kadar 10 milyon ton şeker üretme hedef alınır. Bütün enerjiler yukarıda çark döndürme benzetmesinde anlatmaya çalıştığımız gibi, şeker ve yine şeker üretmeye verilir. 1970’de 10 milyon ton şeker üretilecek, bunun ihracından elde edilecek döviz kalkınmak için gerekli fabrika alınımına yatırılacaktır.

10 milyon şeker üretmek Küba için gerçekten büyük bir hedeftir. Hava koşullarının çok elverişli gittiği 1952 yılında, yani devrim öncesi bir kez 7 ton ile rekor kırılmıştır. Bir daha da bu hedefe ulaşılamamıştır. Devrim sonrası da bir kez 1965’de 6.15 milyon ton ile hedeflenen 6 milyon ton geçilmiştir. 1970 yılına kadar da tüm çabalara karşın binlerce, on binlerce yeni ekim alanı açılmasına karşın üretim sürekli düşecektir. 1969’da 9 milyon hedefine rağmen, üretim 4.5 milyon tonda kalır. Yani hedefin tam yarısı.

Merkezi planın gerekliliği, millileştirmenin tamamlanmasıdır. Büyük bir kollektivizasyona geçilir. Hatta kampanyanın kötüye gitmesinden tersi sonuç çıkarılıp 1968’de endüstrideki 57.280 küçük üretici mülksüzleştirilir. Aynı yıl ekonomide endüstri, inşaat sektörü, taşımacılık, toptan ve perakende satış, bankacılık, eğitimin hepsi, %100’ü devlet kontrolüne alınmış olur. Bir tek kırda toprakların %30’u özel çiftçilerin elindedir. (2)

Kapitalizmin tüm ekonomik değerleri küçümsenir, halkın eşitliği temel alınır. Zaten moral ekonominin temeli eşitçiliktir. Sonuçta bu dönemin başarısızlığının temel nedeni de bu eşitçilik olacaktır. KKP’si bu konuda büyük dersler çıkarmıştır.

Kastro 26 Temmuz 1968 yılında yaptığı konuşmada, gelecekte ücret emek ilişkisini şöyle anlatıyor:

“Maddi teşvikler giderek azaltılacak ve yerini moral teşvik alacak. Emek ücret bağlantısı koparılacak, insanlar toplum adına çalışıp, devletten bedava hizmet görecek, bedava mal alacak. Hükümet şimdiden bedava eğitim, sağlık bakımı, sosyal güvenlik, cenaze törenleri, telefon konuşması, çocuk kreşleri, bazı kültürel eğlence olanakları ve konut veriyor. Bu son bölüm şimdilik ancak belli kesimlerde uygulanabiliyor. Gelecekte bütün evler, yiyecekler, giyecekler, taşımacılık, kamu hizmetleri, eğlence de bedava olacak. Para ücret farklılığı ortadan kaldırılacak. Ulusal gelir ihtiyaçlara göre (bn.) dağıtılacak. Gelecek Küba toplumunda mühendis şeker kamışı kesicisi kadar ücret alacak ve böylece sosyal sınıf kalmayacak.” (3)

Küba’da komünizm uygulanmaya başlanmıştır. Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre ilkesi adım adım yürürlüğe sokulur. Sağlık, eğitim, sosyal güvence bir yana, konutlar, kent içi telefon görüşmeleri, cenaze törenleri, eğlenceleri bile bedava veya bedavaya yakındır. Yiyecek, giyecek gibi ihtiyaçlar bedava dağıtılmaktadır. Ülke sanki kocaman bir ailedir.

Ekonomik veriler değersizleşir. Bankanın rolü iyice asgariye indirilir. Faizler kalkar. Gelir vergisi diye bir şey kalmaz. Zaten para Kastro’ya göre yakında piyasadan kalkacaktır. Maliyet belirleme kapitalizm kokmaktadır. Sosyalizm koşullarında bunlar tehlikelidir.

Halk da çalışmakta, elinden geldiğince çalışmaktadır. İşçi Konfederasyonu üyelerine çağrı yapar. 1 milyon işçi gün boyu 12 saat, kahve üreten kır proleterleri 14 hafta ücretsiz çalışırlar. Ekonomiye 2,5 milyon işgünü armağan ederler. Öğrenci gençlik de coşkuludur. Emekçiler ordusuna 40.000 öğrenci katılır. Binlerce hektar toprak açarlar. Bunlar şeker kamışı ile donatılır. Kadınlar toplumun bekçiliğini yaparlar. Bölgelerinde öğretmenlerin, aydınların ideolojik olarak devrime inançlarını kontrol ederler. Karşı devrimcileri partiye bildirilir.

Devrimci bilinç geliştirme kampanyaları başlar. Sosyalist rekabet yaratılmaya çalışılır, iş disiplini, üretim arttırılması hedefleri öne çıkar. Üniversitede teknik bilgi değil, devrimci inanç, kendini adama önem kazanır. Çoğu bilgisi iyi ama devrimci bilinci zayıf öğrenci okuldan atılır. Sekterlikle de mücadele edilir. Küba’da devrimci bilinç, devrimci moral her şeyde kriter olmaya başlar. Herkes coşkuyla, inançla çalışmaktadır. Ülkede tam bir moral seferberliği vardır. Görünürde herkes coşkuyla, ekonomik çarkın bir yanından tutmak için çalışmaktadır,

c) Üretimde Varılan Sonuç

Çark büyük umutlar bağlandığı gibi ne yazık ki döndürülememiştir. Üretim tek kelime ile her alanda düşmüştür. Şeker 8 milyon tonda kalır. Tarımsal ürün düşer. Daha az hayvan yetiştirilir. Yukarıda söylemiştik, rakamsal istatistikler pek titiz tutulmamakta, kapitalist yöntem olarak küçümsenmekteydi. Bu nedenle tam verileri yazmak yanıltıcı olabilir. Ama genel olarak 1966-70 arası her yıl GSMH’nin %30 düştüğü söylenmektedir. Kişi başına gelir de her yıl %1,6 düşer. Üretimin düşmesi, herkese yetecek kadar tüketim maddesi üretilememesi, kara piyasayı doğurur. Toplumda bir çürüme başlangıcı vardır. İşçiler kadar herkeste tembellik, laçkalık, vurdumduymazlık, ilgisizlik başlar. Devrimci coşku yerini hareketsizliğe bırakmaktadır. Oysa ilk günlerden beri halkın yaşam koşulları düzelmiştir.

26 Temmuz 1970 günü Kastro özür dileyerek şunları söyler: “Ekonomik kalkınmada devrimcilerin öğrenme süreci tahmin ettiğimizden çok daha zor. Sorunlar çok daha karmaşık. Devrimin liderleri bizlerin öğrenmesi halkımıza pahalıya mal oldu.”(4) Kastro idealizme düştüklerini, sol uçkunluk yaptıklarını kabul eder.

Böylece Moral Ekonomi dönemi kapanacaktır. Che’nin düşüncelerinin pratiğe geçirilmesinin sorumlusu Kastro’dur. Yenilgi de Kastro’nun sırtına yüklenecektir. Bundan sonra kendisi geri plana çekilir,

d) Çıkarılan Dersler

Kastro bu dönemde yapılan yanlışlıklar ve çıkarılan derslerle ilgili sık sık açıklamalarda bulunmuştur, ilk önce yanlışlık tespitini görelim. “Komünizm istediğimizden, komünizm için mücadele ettiğimizden ve devrimci bilincin gelişmesi temel faktör olduğundan devrim sonrası devrimci bilincin tamamen geliştiğine inandık, komünist bir toplumdayız dedik, herkesin bu devrimci bilinçle davranacağını düşündük. Gerçekte durum böyle değil. Bütün bunlar uzun bir süreç, sürekli olarak uğrunda dövüşülmesi gerek bir süreç.” (5) Küba devrimcileri halkın bilincini olduğundan aşırı tespit etmişlerdir. Che’nin deyimiyle “ülkenin her köşesi devrimci bilinçli insanlarla” ne yazık ki dolu değildir. O günlerin coşkusuyla böyle pembe rüyalar görmenin bedeli hiç de az değildir.

Kastro sol uçkunluk tespitinden sonra devam ediyor: “Ekonomiyi yönetirken yaptığımız her idealist hatayı cesurca düzeltmeliyiz.

En büyük düşümüz, herkesin daha gelişkin devrimci bilinçle, tam bir dayanışma ruhu ile yetenekleri ile katılıp, ihtiyacına göre alacağı komünist topluma doğru ilerlemekti. Ancak böyle bir kavrayış düzeyi ve bu harika formüle uygun olarak sosyal üretimin maddi olanaklarının dağıtımı yeni nesillerin komünist eğitiminin ve üretici güçlerin gelişimi ile mümkündür.” (6)

Kastro görüldüğü gibi yalnız devrimci bilincin yeterince gelişmemiş olmasıyla bitirmiyor sorunu. Yeni bir şey daha ekliyor, “sosyal üretimin maddi olanakları”, “üretici güçler”. Yani komünist toplum yalnız bilinç sorunu değildir. Aynı zamanda maddi olanakların, üretici güçlerin insan malzemesi dışında kalan kısmının gelişimi ile de ilgilidir. Ülkenin üretim düzeyi, teknik gelişimi, herkesin ihtiyacını karşılayacak düzeyde olmadıktan sonra herkesten yeteneğine göre almak, herkesin iyi niyetle bu yeteneğini ortaya dökeceğine inanmak saflıktır, idealizmdir. Bunun halka güvenmek, güvenmemekle ilgisi de pek yoktur. Komünizm herkesten yeteneğine göre alması, herkese ihtiyacına göre vermesi açık açık iki bacaklıdır. Bir yandan doğanın insana verdiği yeteneklerinin, uygun koşullar olması da nedeniyle, geliştirebilmesi, insanın çok boyutluluğunun, sonsuz yeteneklerinin ürün vereceği zeminin yaratılmış olmasını öngörür. Diğer yandan ihtiyaçları da sonsuz derecede artacak bu insanın öngördüklerinin karşılanabileceği üst bir maddi zenginliğin olması da gerekir. Biri olmadan diğeri olamaz. Yoksa halkın devrimciliğine inanmamak, iyi niyetine inanmamak değildir. Biz Küba’da yaşananlardan kalkarak bu sonuca nasıl varıldığını biraz daha ayrıntılandıralım.

Sosyalist sistemin günümüzdeki eleştirisi yapılırken temel tespit “bürokrasi halkı işe yabancılaştırıyor” oluyor. Halkın teoride sahip olduğu üretim araçlarına pratikte yabancılaşması, komünist partilerin ördüğü katı bürokrasi kastı ile açıklanıyor. Bizce de sorun biraz bunun tersidir. Aksine, halkın yabancılaşmasıyla (buna başka terim bulmak gerekli) işliyor. Halkın, kapitalistlerin yüzlerce yıldır biriktirdiği deney, disiplin vs.ye yabancı olması üretim araçlarının rasyonel kullanılamaması devrim öncesinde kapitalistlerin işlettiği gibi işletilememesini getiriyor. Bizce yabancılaşma böyle başlıyor. Sonuçta üretim düşüyor. Devrimle yeşerme zemini yaratılan sosyalist ilkeler, moral değerler, kapitalist maddi değerler ve pisliklerle boğuluyor. Küba’da yaşananları görelim.

Hemen devrim sonrası Küba adasının tüm sahilleri millileştirilir. Herkese aylık ücretli izin ve sahil evlerinde bedava bir aylık tatil hakkı tanınıyor. Böylece Batista rejimi yandaşlarının yıllardır deniz kıyısında inşa ettiği yazlıklar, villalar halkın yararlanmasına açılıyor. Çok güzel değil mi? Bizde tüm devrimciler de, iktidarı almalarının ikinci günü aynı şeyi yapacaklardır.

Fakat iş bir hakkı vermekle bitmiyor. Onun gerçekleşmesi için koşulların da uygun olması gerekiyor. Ne yazık ki millileştirilen, halka açılan evler, tüm emekçilerin tatil yapmasına yetmiyor. Evler, konutlar az, talep fazla oluyor. Bu durumda kapitalizm ne yapar? Fiyatları artırıp talebi kısar. Böylesine kaba bir kriter getirip işi çözüverir. Sosyalizm bunu yapamaz. Kendi devrimci moraline terstir. Küba’da başka alternatifler geliştiriyor. Başta, ilk gelene, ilk müracaat edene imkan tanıma kararı alınıyor. Ama listeler uzadıkça uzuyor. Sonuçta bu olanaktan en çok yararlanması gereken şeker kamışı işçileri oda bulamaz hale geliyor. Ve hemen adam kayırma başlıyor. İktidar sürekli çare arıyor. Kota sistemi getiriyor. Her iş yerine belirli yerlerde, kısıtlı dinlenme, eğlenme olanakları tanınıyor. O işyerinde çalışma standardını yerine getiren işçi kotadan yararlanıyor.

Yazlık, dinlenme hakkında karşımıza çıkan yetmeme, çoğu hizmet ve tüketim malında da kendini gösteriyor. Örneğin süt, et, sigara, örneğin buzdolabı, çamaşır makinası, örneğin barınılacak konut. Sağlık konusu da başlı başına sorunlarla doludur. Hemen devrim sonrası sağlık bedava yapılır. Ama bu da devrimi moralini için için çürütecek sorunları beraberinde getirir. Kapitalizm sağlık olanaklarını kentlerde kurar, kırları ihmal eder. Yine kapitalizm koşullarında en modern, en iyi olanaklar kıttır ve bu nedenle parası da yüksektir.

Hemen devrim sonrası sağlığı bedava yaptık. Bununla herkese, her hastalığa yetişebileceğimizi sanmak saflıktır. Devrim sonrası yapılacak o kadar çok şey vardır, o kadar çok şey finans beklemektedir ki, sağlık sorununu kapitalizmin bıraktığı yerden alıp sosyalist sistemin standardına yükseltmek gerçekten çok zordur. Sağlığı devrimin ikinci günü herkese bedava yapmak ve bununla herkesin ihtiyacını karşılayıvermek gerçeklikten çok uzaktır.

Küba’da yaşandığı şekliyle ne olmuştur? Hastalandın mı, ilk önce bölge ya da mahalle doktoruna gideceksin. Şanslıysan yakınındadır. O, seni muayene edecek. Hastalık bir iki ilaçla halledilecekse hadi diyelim sorun büyük değil. Ama eğer bir tahlil gerekliyse seni hastaneye sevk edecek. Öyle değil mi? Ama hastane uzakta ve önemlisi de müracaat listesi kalabalık. O zaman gün verecekler. O gün gidilecek. Sonra başka bir gün tahlil sonucunu almaya gideceksin. Sonra karar vs. vs. Bu uzun bir süreçtir. Hele hele kırdan geliniyorsa. O gün işe gitmemek demektir. Yol parası demektir. Hele çocuk varsa, başka sorunlarla karşı karşıyasınız demektir.

Hem sonra artık devlet sosyalisttir. Yani halkın devletidir. Yani halkın devletten beklentisi çok artmıştır. Evet, bunu vurgulamak istiyoruz. Halkın devletten beklentisi devrimin ikinci günü çok artmıştır. Yıllardır kapitalizm halkın anasını ağlatıyor, deyim yerindeyse. Paran yoksa seni ölüme mahkum ediyor, insanlar isyan etmiyor. Böyle kabullenmiş. Para kriterine binlerce yıldır alışmış. Ama şimdi sosyalizm geldi mi, bir kere isyan bayrağı göndere çekildi mi herkesin beklentisi artıyor. Eleştiriler başlıyor. Acaba paralı olsa daha iyi mi olurdu tartışmaları ortalığı kaplıyor. Böylece devrim çürüme sürecine giriyor. Hak olarak verilmiş, ama tatmin edilmeyen bir ihtiyaç bu kez devleti yemeye başlıyor. Herkes orada burada “dayı” eş dost aramaya başlıyor. Kayırma, rüşvet, kendi kanallarını örüyor. Bu kez para, kapitalist değer başka bir şekilde devreye giriyor. Dikkat edelim, tatil olanakları ile başladık. Sağlık sorunu ile devam ediyoruz. Her yerde parayı el altından döndürüyoruz. Bunla bitmiyor.

Sosyalizmin kriterleri kapitalizminkinden daha yüksektir. Sanırız sigara, içki gibi sağlığa zararlı tüketim maddeleri bu konuda çarpıcı örneklerdir. Sosyalizmde halk sağlığı çok önemlidir. İnsanın en değerli şey olduğunu kabul etmek sağlıktan geçer. Gorbaçov da buradan kalkarak içki tüketimini azaltmak girişiminde bulundu. Devlet bütçesine en büyük “kârı” getiren, bütçe açığını en çok karşılayan bu fabrikaların üretimini azaltmaya kalktı. Sosyalizm koşullarında insanı İçmeye yönelten, beyinleri yavaş yavaş öldürme tercihini yaptıran etkeni ortadan kaldırmadan sonuçtan hareketle bir yere varılamazdı. Gorbaçov da hiçbir yere varamadı. Bütçe gelirini azaltarak kendi zeminini bir başka yönden eritti.

Biz konumuz Küba’ya bakalım. Burada da sigara, ünlü Küba puroları sorun oluyor. Ülke sigarayı herkese yetecek kadar üretemiyor. Ne yapılacak? Halkımızın geçmişten gelen bu kötü alışkanlıklarını giderek yok etme hedefi ile bir süre karşılamak zorundayız. Fiyat artırarak talebi kısmak kapitalizmin yolu. O günün devrimci liderleri böyle düşünmüşler. (Şimdi Kastro bunun yanlış olduğunu, fiyat artırmanın en doğru seçenek olduğunu kabul ediyor.) Bir açıdan doğru. Ne yapılacak? Kota sistemi getiriliyor. Herkese haftada şu kadar paket. Devrimci olarak ne düşünüyoruz. İçmeyen kotadan yararlanmayacak, içen alacak, içene halk doğal bir saygı duyacak. Ne yazık ki gerçeklik böyle olmuyor. Sigara içmeyen bile sigara kotasından yararlanıyor. Sonra da bu kıt madde ile başka kıt maddeyi değiştiriyor. Kastro acı acı yakınıyor. “Çocuğunun süt kotasını sigara ile değiştirenler var.” Sosyalizm hem insanlara sigara vermek, hem de onları bu kötü alışkanlıklarından vazgeçirmek zorunda. Bunun için hem sigara üretimine kaynak aktarmak, hem de sigara tahribatını giderici sağlık olanaklarını sunmak, hem de evet hem de sigara alışkanlığının üstesinden gelinmesini sağlayacak başka alışkanlıkların kapısını açmakla görevli. Devrimin ertesi günü sağlık, dinlenme hakkı gibi olanakları halkımıza verirken iyi, çok iyi düşünmeliyiz. Küba deneyleri daha çok ve de öğretci, biz bu verilerden dersimizi çıkaralım.

Devrime kadar insanların özlemleri çok birikiyor ve hemen devrim sonrası bedava olan devletin üslendiği hizmet ve tüketim mallarına müthiş bir saldırı yaşanıyor. Halkın beklentileri ve kriterleri yükseliyor. Hem de bunlara ulaşma olanakları artıyor. Şöyle düşünelim. Kapitalizm koşullarında işsizlik büyük bir sorun, iki, üç aile, anneanne, dede, çocuklar, torunlar akrabalar kutu gibi evlerde bir kişi, iki kişi çalışarak kıt kanaat yaşıyorlar. Sosyalizm sosyal bir seferberlik ile yığınla iş olanağı açıyor. Çalışanları artıyor. Hem aileler küçülmeye başlıyor, hem de aile içinde çalışan sayısı artıyor. Yani aile biriminin geliri artıyor. Gelir yükseldikçe konut ihtiyacı artıyor bir. Tüm sosyalist ülkelerdeki konut sorununa bir de bu açıdan bakmak gerekiyor.

Öte yandan sağlık bedava. Buraya para harcanmıyor. Eğitim bedava, ona da para verilmiyor. Çoğu işyeri işçilerine parasız öğle yemeği dağıtıyor. Tatil yapmak için para biriktirmeye gerek yok. Gençler bile çalışıyor. Onların harçlık sorunu yok. Bütün bunların anlamı nedir? Herkesin elinde yığınla para birikiyor. Bu kez halk eskiden alamadığı şeyleri bile almak istiyor. Liretimde herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar bolluk ve çeşitlilikte gelişme yok. İşte tam da kara pazarın doğması için uygun bir ortam. Kara pazar da çürümelere, ekonomiyi kemirmeye, devrimci ruhu isteği kırmaya yol açar.

Hepsi birbirine bağlı. Küba gibi baştan yoksul bir ülke birden tüm yurttaşlarına tüketimde ve hizmette eşit haklar verirse, bunlara olan talebi iki misli, üç, dört misli arttırır ve talebe çözümü olanaksız baskılar yaratır. Eşitliği vermek, hak tanımak başka şeydir, yerine getirmek başka şeydir. Sonra bu kez haklara belirli kısıtlamalar getirmek zorunda kalınıyor. Bu da halkın devrime güvenini sarsmaya başlıyor. Ortaya çıkan laçkalık adam kayırma, devrim moralini öğütüyor.

Halklar binlerce yıldır sınıflı toplum içinde yaşamıştır. Kapitalizmin yüzlerce yıldır insanlara verdiği bir bilinç var. Gelenekler, görenekler, alışkanlıklar var. “Köşeyi dönmek”, “gemisini kurtaran kaptan”, bencillik, bireysellik, maddi değerlerin tüm insanca olanları hiçe saymasını yüzlerce yıldır insanlığın beynine kazınmış. Sosyalizm geliyor. Küba’daki şekliyle insanların devrimci değerlerine sonsuz güven duyuyor. Ama maddi olanakları sıkışıyor. Beklenen, iyi niyet şu: İnsanlar biriktirdikleri yılların özlemini bir kenara bırakıp, devrimci disipline devam edecek, sosyal bilinç, sosyal dayanışma, sosyalist rekabet ilkesini elden bırakmayacak. Yok öyle iyi niyet. Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile örülmüştür.

Kastro’nun da “Moral Ekonomi döneminden çıkardığı ders böyledir.” Moral teşviklerle birlikte maddi teşvikleri de, ikisini de kötüye kullanmadan uygulamalıyız. Kötüye kullanmadan çünkü birincisi bizi idealizm, İkincisi ise bireysel bencilliğe götürecektir. Öyle davranmalıyız ki, ne ekonomik teşvikler diğerini alıp götürmeli, ne de moral teşvikler işi başkasının sırtına atmaya yol açmalı,” (7) Kastro sonuçta iki tür teşvikinde kullanılmasının uygun olduğunu dile getiriyor. Maddi teşviklerin bireysel bencilliğe varacağından yola çıkan Küba devrimcileri moral bencillikle de ya da onun aşırı uygulanması ile yine aynı noktaya varmışlardır. Moral teşviklerin aşırılığı işi başkasının sırtına yükleme bencilliğini getirmiştir. Devrimci bilinç aşınmıştır.

İki teşvikin kullanılma kriterinin Kastro şöyle koyuyor. “Komünizme doğru ilerlerken en zor görev belki de diyalektik biçimde günün bizden talep ettikleri ile davamızın nihai hedefi arasındaki uzlaşmayı sağlamayı öğrenmektir. (8) Yani hedefimizi belirleyeceğiz, günümüzün koşullarını iyi bileceğiz ve ikisi arasında bir dengede kullanmaya çalışacağız. Bu dengenin kaçması bizi sağa ya da sola savuracaktır. ¡kişide tehlikelidir.

Olayların canlılığı içinde yabancılaşma sorununa ilişkin söylemek istediğimizi sona bırakmak zorunda kaldık. Moral ekonomi eşitçiliği içinde Küba’da bürokrasi yoktur. Zaten partileşme, tüzük vs. sonradan gerçekleşir. Genel olarak halkın kendiliğinden bir örgütlüğü vardır. Zaten ekonomiye moral temelde çözüm aramak birazda bu gerçekliğin doğurduğu pragmatizmdir. Ama Kübalılar yine yabancılaşmışlardır. Üretim araçlarının sahibi bilinciyle pek davranmamışlardır. Tanınan hakların pratiğe geçirilememesi hakların çoğunun teoride kalması yabancılaşmaya çanak açmış, üretimin maddi olanaklarındaki eksiklik, sosyalizmin güzel değerlerini yemeye başlamıştır. Bürokrasi eğer doğarsa, partinin Leninist yapısından, proletarya diktatörlüğünden doğmuyor, bunlar yabancılaşmaya gerekçe olmuyor. Aksine maddi olanaklar ile sosyalizmin üstlendiği görevler arasındaki dengesizlik yabancılaşmaya yol açıyor.

Kapitalizm kendisi yabancılaşma üzerine oturduğu halde işsizlik, açlık ile insanları köleleştiriyor. Sosyalizm bu tehditleri kaldırınca ne yazık ki yabancılaşma sorunu da kalkmıyor. Öyleyse ne yapılmalı? Devrim sonrası elimizdeki imkanlar çok iyi değerlendirmeliyiz. Neyimiz var? Ne kadar var? Olağanımız ne? Tüm bunları Kastro’nun da dediği gibi maddi olanaklarımızı sosyalizm hedeflerimiz doğrultusunda hesaplı dağıtmalıyız. Bunların yollarını üretimi daha çok artırıcı şekilde kullanmalıyız.

Moral ekonomi dönemindeki üretim düşüşü elbette sadece eşitlik, moral değerler, idealist yaklaşımdan kaynaklanmaz. Bütün bunlar millileştirmede yapılan teknik yanlışlıklarla beslenir. Ancak biz bu bölümde konunun da ağırlıklı oluşu nedeniyle sırf bu yönünü vurguladık. İleriki dönemde bu teknik yanlışlıklara ağırlık vereceğiz.

Reform Dönemi 1971-1986 (?)

a) Giriş

Reform döneminde uygulanan ekonomi-politikalar Che’nın “Çiğnenmiş Yol” dediği, kapitalist yoldur. Moral döneminin tam tersi, maddi teşviklerle üretim ve verimlilik arttırılmaya çalışılır. Moral ekonominin ideolojik idealizminden bu kez pragmatizme geçilir. Sonda söylenecek şeyi şimdi söylersek, bir önceki sol uçkunluktan şimdi sağ uçkunluğa savrulunur. Bir KKP yetkilisine göre millileştirmek ayrı şeydir, sosyalleştirmek ayrı şey. Moral ekonomide millileştirmeler yapılmış, şimdi sosyalleştirilecektir. Ne kadar sosyalleştirilebileceğini görelim.

Reformlara geçmeden önemli bir olguyu da belirtmeliyiz. Moral ekonomi dönemi Che fikirlerinin genel olarak Kastro tarafından ya da öncülüğünde uygulanmasıydı. Bu nedenle Reform dönemi bir anlamda Kastro’nun uygulamalarına tepkidir. Kastro ekonomi yönlendiriciliğinden biraz geri çekilir. Dönemin sonuna kadar pek işlere karışmaz. Elbette kendisi başbakan, KP genel sekreteri, ekonomi planlama komitesinin başındadır. Her an müdahale yetkisi elindedir. Ama işlerin yönetilmesi, pratik uygulamaların eski söz sahipliğinde bir değişiklik vardır. Belki de demokratik merkeziyetçiliğin demokratik yanına Kastro tarafından bilinçlice ağırlık verildiğini söylemek daha uygundur.

Reformları uygulayacak bir Merkezi Planlama Konseyi kurulur. Başına Humberto Perez geçirilir. Reformları onun başkanlığında yürür. Kastro bu dönemin eleştirisini yaptığı Karşı-Reform sürecinde tekrar sesini duyuracak ve yürütmenin başına geçecektir.

Dönemin kapanış tarihi ise başlıkta gördüğümüz gibi yanında soru işaretli 1986 yılıdır. Dönemin bitiş tarihi biraz karışıktır. Kastro, dönemi eleştirmeye 1982 yılında başlar. 1984 yılında ekonomik yürütücülük Merkezi Planlama Konseyinden alınır. Başbakan yardımcısı, Carlos Rafael Rodrıgues daha ortada perestroika yokken karşı reform sürecini 1984‘de başlattıklarını söyler. Kastro ise Gorbaçov, reformları açıkladıktan sonra 1986’da 3. Parti Kongresi ile başlandığını vurgular. 1987 ise Karşı-Reformun sağlamlaştırıldığının söylendiği yıldır. Bütün bunlara ve daha sonraki sürece bakarsak şöyle bir değerlendirme yapmak yanlış olmaz.

1982’den itibaren tutulan yolun yanlışlığı kendini göstermiştir. Aşağıda göreceğimiz gibi burjuvalaşma aynı yıllarda iyice koyulaşır. Yeni oluşan sınıf semirmeye yüz tutar. Yeni yeni ekonomik taleplerle gündeme gelirler. Tutulan yolun sonu görünmeye başlar. Ama henüz ekonominin nasıl sosyalist zemine çekilebileceği konusunda belirsizlik hakimdir. Reformun yumuşak bir inişle, yanlışlar tekrarlanmadan yapılmasının en akıllı tutum olduğu ortadadır. Ayrıca sosyalist sistemde daha Gorbaçov öncesi bazı reformlar açıklanır. Bunlar birçok yönden Küba’nın dönüş yapmak istediği reformlarla benzerlikler taşımaktadır. Daha Gorbaçov 1985’deki açıklamaları ile Küba ile ne kadar ters yollara doğru gittiklerini belirtmiş oluyordu. Sonuçta 1986 3. Parti Kongresi ile Küba yeni yönünü resmileştirir.

b) Reformlar

Reformları şu ilkeler altında inceleyebiliriz. Hem yönetimde hem de ekonominin işleyişinde alt birimler oluşturulur ve bunlara yetkiler dağıtılır. Ekonominin işleyişinde geleneksel, yani kapitalist ilkelere önem verilir. Son olarak üretimin arttırılmasında moral teşvik yerine maddi teşvik ilkesi benimsenir. Şimdi bu üç yönelişi ayrıntılandıralım.

1. Merkeziyetçiliğin yumuşatılması (decentralizasyon): Yönetim açısından başbakanını elindeki yetkiler kısıtlanıp bakanlar kumluna dağıtılır. Bakanlar kurulu altında yürütme vs. gibi komiteler oluşturulur. Bunların ekonomik planlama ile bağları, karşılıklı ilişkileri belirlenir. Öte yandan KKP içinde de komiteler kurulur. Politbüroya bağlı Sosyal Üretim Bürosu gibi…

Decentralizasyonun ikinci bacağı işçi sınıfı ve örgütlenmesine ağırlık verilmeye çalışılmasıdır. Devrimin önde gelen isimlerinden C. Rafael Rodriques hem geçmişin eleştirisini hem de yeni yönelişi şöyle dile getiriyor. “Sendikalar Parti direktiflerinin geçirme, iletme (transmisyon) kayışlarıdır ama işçileri Parti ve devrim hükümeti içinde yeterince temsil edemediler. Sadece Parti araçları olurlarsa amaçlarını yitirmeden edemezler. (9)

Kastro’da aynı öz-eleştiriyi yapmakta ve nedenlerini şöyle sıralamaktadır. “Ne yazık ki son iki yıldır işçi örgütlemelerimiz geri plana itildi… Bizim, Partinin, ülkenin politik yönetiminin suçudur.” nedenlerine gelince “(1) idealizm yani işçilerde gelişmiş olduğu düşünülen bilincin sendikal temsilcilik işlevini gereksiz kılacağının düşünülmesi. (2) işçi kitlelerinin ihmaline yol açan öncü işçiler hareketinin kurulması ve (3) sadece işleri daha da karmaşıklaştırmaya hizmet eden Parti ve yönetimin belli ölçülerde aynılaştırılması.” (10)

Kastro ilk dönemde işçi kitleleriyle bağın kopmasının idealizmle bağlantısını çok iyi anlatmaktadır. Herkesin devrimci bilincinin geliştiği düz mantığı, yanılgısı, elbette sendikal mücadeleyi gereksiz görecek, öncü işçi hareketi ile işlerin kolayca çözümlenebileceğini sanacaktır. Fakat üçüncü tespitte çok önemlidir. Parti ve Yönetim ayrılığı gerekli olduğu sürece, bunlara bağlı sendikal hareket ile öncü işçi örgütlenmesi var olmak zorundadır. Sendikal hareket işçilerin ekonomik çıkarlarını temsil edip, işçi sınıfının kendiliğinden tepkilerinin dile getirildiği bir platform olurken, partiye bağlı öncü işçiler örgütlenmesi bu çıkarların komünizm hedefine doğru yönlendirilmesinde en önemli unsur olacaktır.

Sosyalist devrimde en önemli unsur olan proletaryanın örgütlülüğünü arttırılması ve ekonominin yönetiminde çeşitli görevler alması hızlandırılır. Yeni Bölgesel İşçi Konseyleri kurulur. Reformların bir kısmının yürütülmesinde görevler verilir. Maddi ödüllendirilmelerin dağıtılması bu kanallarla yapılır. İşletmelere bağlı konutlar yine bu konseylerin eline verilir. Tüm ülkede fazla işgücü sorununu çözmek bunları, emip inşaat gibi sektörlere aktarmak yine bu komitelerin görevi olur.

1973 yılında 13. Küba İşçi Kongresi yapma hazırlıkları başlar. Oluşturulan hazırlık komitesinde 1,5 milyon işçi tartışmalara katılır. Kongrede ücret baremleri, verimliliğe göre ücret, gönüllü çalışma, fazla mesai, çalışma süresi, tatil, emeklilik gibi birçok konuda parti ve hükümete tavsiye kararları alınır.

Kongrede Kastro işçi temsilciliklerinin üretim birimlerinin hatta bakanlar kurulu ve diğer merkezi yönetimlerde temsil edilmesi kararını var gücüyle destekler. “İşçi liderleri planın (ilk 5 yıllık plan 1976-80 bn) yapılması ve bunun incelenip tartışılmasında da tüm işçilerin katılması” gerektiğini savunur.

Decentralizasyonun üçüncü bacağı ülkenin yönetim için eyalet ve belediyelere ayrılmasıdır. Her birinin başına demokratik seçimlerle gelmiş Halk Temsil Organları getirilir. Gençlik, Kadın ve İşçi örgütleri gibi kitle örgütlerinin bölgesel düzeyde tüm faaliyetleri gözetmeleri sağlanacaktır. Bütün bunlar 1974’den başlayarak çeşitli pilot bölgelerde denenerek ülke sathına yayılır. Kastro’nun kardeşi Raul “Bu organlar amatör delegelerden oluşacak ve kitleler tarafından her an geri çağırılabilecekler” der. (11)

Küba Halk Temsil Organlarına yetki dağıtımı Küba’yı diğer sosyalist ülke deneylerinden ayrıcı bir özellik taşır. Polonya ve Yugoslavya deneylerinde devrim başlarında Küba ile benzerlik yaşanmıştır. Hemen devrim sonrası ekonominin her branşı %90 hatta %100 millileştirilmiştir. Bu hemen üretimde büyük düşüşlere yol açmıştır. Çözüm olarak Yugoslavya’da hemen millileştirme gevşetilmiş, özelleştirmelerle geriye adım atılmıştır. Sovyetler Birliği bunca yıl sonra her alanda özelleştirmeye bel bağlıyor. Küba 10 yıllık deneyden sonra aşırı merkeziyetçilikten kurtulmanın gerekliliğini kabul etmiştir ama bunu Halk Temsil Organları aracılığı ile yapması onu diğer sosyalist ülke deneylerinden ayırır.

“Bu Halk Temsil Organları devlet yönetiminin merkezi organlarıyla birlikte belediyeler bölgeler ya da eyaletler düzeyindeki öneme sahip üretim ve hizmet birimlerini yönlendirecekler. Bu üretim veya hizmet birimleri Halk Temsil Organlarına (meclisleri bn) tabi olacaklar. Üretim metodu olduğu kadar planlama süreci, teknik özel personel açılarından da bu birimler merkezi yönetim kurumlarının gözetimi altında bulundurulacaklardır…” (12)

Halk örgütleri bölgelerinde, merkezin işlevini göreceklerdir. Hem halka hem de merkezi hükümete karşı sorumluluk taşıyacaklardır. Halk istediği zaman temsilcisini geri çağırma yetkisine sahiptir. Böylece bir demokratik düzen sağlanmaya çalışılır.

Millileştirilen hizmet ve üretim birimlerinin %34’u bu organlara dağıtılır. Genel olarak gıda ve tekstil sektörleri buna girer. Hizmette ise ilk ve ana okullar, hastane, klinikler, hotel, motel, restoran, eğlence merkezleri, benzin istasyonları, tamirhaneler, kamu taşımacılığı, manavlar, kasaplar, bakkallar, fırınlar bu bölgesel organların denetimine verilir. Hemen eklenmelidir bu yönetim dağıtımı birçok yasal anlaşmazlıklara yol açmış ve uzun bir süreç almıştır. Yerine oturması kolay olmamıştır.

2. Geleneksel kapitalist ilkelere önem verilmesi: Reformun ikinci bacağı kapitalist ilkelere önem verilmesidir. Bundan anlaşılması gereken işletmelerin verimliliği, kar-zarar, fiyat belirleme, ücret politikaları, vergilendirme gibi kapitalist uygulamalardır. Zaten Gorbaçov’un reformlarına uygunluk gösterende bu ilkelerdir. Ama tabi özelleştirme, fabrikaların özel kısım veya guruplara satılması gibi bir anlayış yoktur. Sadece fabrika müdürlerine, işçi komisyonları gözetiminde daha fazla yetkiler verilmesi akla gelmelidir.

Desantralizasyon prensiplerine uygun olarak işletmeler üretim politikalarını kendileri belirlemeye başlarlar. Neyi ne kadar üretecekleri, kaça satacaklarını tespit ederler. Sorumluluğun büyük kısmı fabrika müdürlerine devredilir. Fabrika müdürü muhasebeci gibi özel konumlu işlerde iş aktı imzalama yetkisine sahiptir. Hammaddeyi, ara malları dilediği kişiden dilediği fiyata satın alma yetkisi vardır. Bu yetkiler, ekonomiyi 1982 yılından itibaren daha radikal değişiklikleri zorlamaya başlar.

Kısaca inşaat sektörüne de değinelim. Devrim sonrası KKP konut sorunun çözmek için gönüllü işçilerden inşaat bridgadları kurar. Fabrika işçileri arasından belirli yüzdelerle seçilen gönüller ücretlerini işyerlerinden alsalar bile inşaat işinde yuvası, spor ve kültür birimleri inşa ederler. Reform döneminde belirli inşaat malzemeleri özel kişilere satılmaya başlanınca konut sektöründe özel şirketler türer. “1981-86 arası inşa edilen 398,000 konuttan 252.300’ü yani %63’ü özel olarak inşa edilmiştir.” (13) Böylece inşaat sektörü yüzbinlerce özel konut yapan zenginler türetmiştir hem de kapitalist ilkelerin gelişmesine ön ayak olmuştur. Tabi bu dönemde inşaat bridgadları geri plana itilmişlerdir.

Reformun kırlara getirdiği yenilik özel çiftçi pazarlarıdır. Yani Moral Ekonomi döneminde kaldırılan özel çiftçilerin aynı vergi dışı ürünlerini satabileceği pazarlara yeniden izin verilir. 1986’da tekrar kapatılırlar. Nedenlerini aşağıda eleştirirken göreceğiz. Özel çiftçi pazarları, Küba son kongresinden reform bekleyenlerin üstünde tepindiği konu oldu ve Kastro bunlara kesinlikle izin vermeyeceğini açıkladı.

3. Maddi teşviklere önem verilmesi: Reformun üçüncü önemli yanı maddi teşviklere moral teşvikten çok ağırlık tanınmasıdır. İşçi konseyleri tarafından belirlenen kişilere ülkede kıt metalar öncelikle verilir ya da satılır. “Toplum kendisine en çok verene en çok vermelidir. Kıt metaları işte bu yeni kitle sistemi ile dağıtacağız, bu yöntemi kullanacağız. Bu çok iyi örnek oluyor, morali geliştiriyor.” diyor Kastro. (14)

1972 yılında bu yolla 30.000 buzdolabı dağıtılır. Daha sonra TV, radyo, düdüklü tencere de dağıtılmaya başlanır. Kastro yine açıklar. “Bu metaları piyasaya sürecek kadar stokumuz yok, bunu alanın sosyal konumuna ve davranışlarına bakarak bir seçim yapıyoruz.” (15) İki yıl içinde işçi sendikaları 2 milyonun üstünde beyaz elektrikli eşya dağıtırlar.

İlk bölümde değindiğimiz gibi yazın dinlenme olanağında öncelikler, yani liste başına geçirilme, yeni bir konut bulma gibi maddi ödüllendirmeler de sık sık devreye sokulmuştur.

Son olarak bu dönemde genel bir eğilim olmamakla birlikte Moral Ekonominin yarattığı bozukluğu düzeltme doğrultusunda yapılan bir şeye daha bakalım. Moral Ekonominin yaratığı en büyük sorunu Kastro şöyle dile getiriyor. “Tedavülde çok para var. Bir ülke gökyüzünde şatolar inşa ederek kalkınamaz. Bolluk, yasa y ada kararname ile yaratılamaz. Kararname ile olanı dağıtabilirsin, olmayanı ise hiç bir kararname dağıtamaz.” (16) Bu dönemde tedavüldeki fazla paranın emilmesi gerekmiştir. Bedava ev, kısıtlı verilmeye başlanır. Su ve elektrikten para alınmaya başlanır. Böylece israfta önlenecektir(!). Devrimci bilinci geliştirmeye devam yanında maddi bir zorlamaya gidilecektir. Alkollü içkiler ve sigara fiyatları artırılıp piyasadan para çekilmeye çalışılır. Bazı maddelere çifte fiyat uygulanır. Kota dışındakiler pahalıya satılır. İki buçuk yıl içinde tedavülden %35’lik para çekilir. Kastro şöyle ders çıkarır. “Bunlardan şu ilkeyi benimsememiz gerektiğini öğreniyoruz. Moneter denge, yani dolaşımdaki para miktarı normal sınırları aşmamalı yani ücret fonu var olan hizmet ve metalarla dengede olmalı. (17) Kapitalist bazı ilkelerin gerçekten sosyalizmin başlarında ne kadar gerekli olduğunu Kastro deneyle öğrenmiştir. Yeni dönem uygulamaları sadece eskinin yanlışlıklarına tepki değildir, aynı zamanda bazı gerekliliklerin sonucudur.

c) Üretimde Sonuç

Üretimdeki istatistiklere bakarsak bu dönemde tüm rakamlarda yükselme görürüz. 1980-1985 arası global ürün, (kapitalizmde GSMH) %7,3, endüstriyel üretimde %8,8 artmış. Daha verimli çalışılmaya başlanmış, %5,8. Halk %2,8 daha çok tüketmiş. Devletin dağıttığı sosyal hizmetler daha çok, %7,1 artmış. Aylık işçi ücretleri %26,4 yükselmiş. Pek ala, iyi çok iyi değil mi? Ama buna karşın başka istenmeyen şeylerde artmış. Dış borçlar %155. Bunun Sovyetlere düşen kısmı %128. Dışarıdan alınan mal artmış. İthalatın fazla artmasının nedenini Kastro aşırı büyüme ile açıklıyor. Polonya’da, bir dönemde aynı şeyi yapıp büyümenin altından kalkamamıştı. Zaman zaman ayaklar nedense yorgana göre uzatılamıyor. Fabrikaların çoğunu bitirememiş, bitirenlerin çalışması için gerekli kömür bulunamamış, kömür bulunsa bu kez yollar yetmemiştir. Küba’da o kadar aşırı bir büyüme yaşanmasa da yatırım fazlalığı vardır. O gün başlanılan bazı projeler bugün bile hala askıya alınmış, beklemektedir. Örneğin iki dev rafineri. Elbette rafinerileri fazla kılan başka faktörlerde vardır. Kimse herhalde Sovyetlerin bu içine girdiği durumu on yıl öncesinden kestiremezdi. Ama şeker fiyatlarının düşmesi çoğu yatırımın yarım kalmasının başlıca nedenidir. Ya da bazı yıllar doğa koşulları nedeniyle üretim iyi sonuç vermemiştir. Fakat çok acı olarak öğrenmek zorundayız, plan yaparken bütün bu olasılıkları ne yazık ki bir şekilde hesap etmeliyiz. Ya da keskin dönüşleri hemen yapabilmeye hazır olmalıyız.

Diğer yandan yine Kastro’ya göre eldeki kaynaklar iyi değerlendirilmemiş, ihracat arttırılamamıştır. Yatırımlar insan yoğun ağırlıklıdır. Ayrıca başta savunulduğu gibi ülke şeker gibi tek ürünün ihracatına bağımlılığından kurtaramamıştır. Kendi iç pazarında da üretim beklendiği kadar çeşitlenmemiştir.

Ancak Kastro’nun döneme ilişkin eleştirilerinin temeli, burjuvalaşma, sınıflaşma ahlakı değerlerin kaydedilmesi, çürüme kısacası kapitalizmin bütün pisliklerinin ülkeyi kaplamasına oturur. Kapitalist yola girince KKP’sının öncülük rolü ikinci plana itilmiştir. Başka bir değişle politik çalışma ekonomik mekanizmanın gerisinde kalmıştır. Sözü yine Kastro’ya bırakalım. “Eğer bu mekanizmalar her şeyi çözecekse, Parti’ye ne gerek var? Bu fikirler Parti’nin inkarına vardı. (18) Yeni dönemde Parti gücünün artırılması gerekliliğini vurgular, Kastro.

Reform döneminin kapitalist mekanizmaları sınıflaşmayı arttırınca, Küba halkı içindeki çıkar ilişkileri de farklılaşmıştır. Yeni parti ihtiyacı ve baskı artmıştır. Kastro’nun yanıtı şudur, “ilk ve son olarak söylüyoruz, tek bir partiye ihtiyacımız var. Cep büyüklüğündeki partilere izin vereceğimizi sananlara söylüyorum. Şimdiki partimiz KKP’sıdır bundan sonrada o kalacaktır. (19)

Moral ekonomi döneminde eşitçilik ve üretim düşüklüğü, plansızlık, kıtlığı yaratırken kıtlık çürümeyi, devrimci bilimci bilincin körelmesini doğurmuştu. Bunlarda zincirleme ekonomide atılım sağlanmasını, çarkın döndürülmesini engellemişti. Şimdi çürüme, bu kez başka yönden, başka kaynaklardan kendini dayatmaktadır. Kapitalist ilkelerin uygulanması, maddi teşvikler, manevi değerleri silip süpürmektedir. Belki üretim artışı sağlanmıştır ama bu kez artış bazı gurupların elinde kalmaktadır. Sınıflaşma, eşitliğin tam zıttı tabakalaşma başlamıştır. Zenginlik, sosyalizmin herkesten yeteneği, herkese emeği ilkesi doğrultusunda dağıtılmamaktadır. Ekonominin çarklarını tutanların, uyanıkların, üçkağıtçıların elinde kalmaktadır.

Kastro bu dönemde “devrimin mülksüzleştirdiklerinden daha büyük bir zenginler sınıfı yaratıldı”ğını söyler. “Çok sayıda küçük üretici giderek daha çok devlet işletmesine, kooperatifine ara malı atmaya başladı, Ayrıca bu üreticilerin satıcıları doğdu. Bu sonuncular kendi dükkanlarını açtılar, kendi makinalarını kullanmaya, hammade almaya başladılar. (Bazen devlet kooperatiflerinden). Üretim ve dağıtım geliştirmek için emek kiraladılar. 10.000 kamyon sahibi üreticiden özel çiftçilere mal taşıyor hatta yolu getirip götürüyorlar, (örneğin pazar günü deniz kıyısına). Sürüyle muhasebeci veya başka profesyonel işçi, hizmetlerini devlete satmaya başladı. Öğretmenler öğrencilerini giriş sınavlarına hazırlamak için özel ders vermeye başladı. Berberlik, terzilik, tarımcılık gibi hizmetlerde patlama görüldü. Sanatçılar elde yaptıklarını kent pazarlarında satmaya başladılar; ressamlar eserlerini devlet dairelerine, işletmelere sattılar, işportacılar sahilde bira satmaya başladılar.” (20) Kastro bu kişilerin zenginleşerek çok para kazandıklarını söyler. Halkın ücreti 100 peso iken bunların 30.000, hatta 150.000 peso kazandıklarını ve halk içinde huzursuzluk yarattıklarını ekler.

Birçok yetkiye sahip fabrika müdürleri devlet işletmelerinden zenginler yaratmıştır. Fabrikaya ara malı veren küçük üreticiden fabrika ürününü taşıyan kamyon şoförüne, oradan da satıcısına kadar üretimin çeşitli kademelerinde rüşvetçiler, aracılar türemiştir. Fabrika müdürleri kendi ceplerini doldurma uğruna başkalarının ceplerini de doldurmasına göz yummuşlardır. Maddi çıkar üzerine kurulu bir çark sıkı sıkı örülmüş, buna yan çarklar eklenmiştir. Maddi teşvikler ve pazar, koşulları sosyalist ekonomiyi kapitalizme götürmüş işçileri ve yöneticileri çürütüp devrim ateşini söndürmeye başlamıştır.

Gelişen burjuva sınıfı işçiler arasında da lümpenleşmeyi, çürümeyi doğurmuştur. Maddi teşviklerin yanlış kullanımına Kastro şu örnekleri getirir: Yapılan işin üstünde ücret ödemeleri, kolay, yerine getirilir iş normları, ödüllendirmeler, kolay elde edilir ödüller. Aynı zamanda iş disiplini ve gönüllü çalışmada düşme örnekleri verir, işe gelmemelerde artışlar başlar. “Bütün bu faaliyetler ülkede tam bir anarşi ve kaos yaratmış, yasalara saygı azalmıştır. Artık bunlar sokaklara dökülmektedir, devlete yetkililere ve devrime saygı azalmaktadır. Suç oranı da artmıştır.” (21)

Bizim gibi kapitalist ülke insanları için bu mekanizmayı gözümüzde canlandırmak hiç zor değildir. Zaten her gün canlı canlı yaşıyoruz. Ama Küba’da özel mülkiyetin olmadığı bir ülkede boy gösterebilmesinin nedenlerini incelemek gerekir. Maddi teşvik üretimi arttırmak için sosyalizm altında kullanılmak zorundadır ama nasıl kullanılmalıdır ki kapitalist çürüme ile son bulmasın? Nasıl kullanılmalı ki sosyalizmin gelişmesine hizmet etsin?

Ya da merkeziyetçilik ile tüm ülke üretimi rasyonel bir şekilde yürütülemiyor. Bunu dağıtmak zorunda kalıyoruz. Eyaletler, bölge ve belediyeler halk organlarına yetki veriyoruz. Fabrika müdürlerine işi biliyorlar diye yetki veriyoruz. Ama bunların kendi çıkarlarını, kendi ceplerini doldurma olanağının özel mülkiyet olmadığı koşulda bile nasıl önüne geçeceğiz? Bu sorunlar çözülmezse kapitalizm kapıdan giremese bile bacadan giriyor.

d) Küçük Üreticiye Gereksinim

Kastro’nun son konuşmasında da gördüğümüz gibi Reform döneminde devlet işletmelerinin etrafında küçük üreticiler türemiştir. Bunlar fabrikaların belirli ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar. Sonra berberdi, işportacıydı vs. gibi küçük zanaat sahipleri çıkmıştır. Kastro bunları eleştirmektedir. Ama eğer böyle şeyler doğuyorsa elbette ki belirli bir gereksinimi de karşılamaktadırlar, bu konuyu ayrıntılandıralım. Küçük üreticiye gereksinimi bir kentlerde esnaf aydın, iki kırda küçük özel köylülük olarak ele almak uygundur.

a. Kentlerde

Kentlerde küçük esnaf büyük fabrikalara mal üreten, girdi sağlayan yardımcı sektör olabilir. Bilimsel tekniğin gelişkinliği sanayiye uygulandıkça bu zenginliğe ulaşıldıkça küçük üretici ortadan kalkıyor. Örneğin tekstil sanayi eskiden küçük küçük ev işletmelerinden aldığı ipliği çoktandır kendisi yapıyor, boyuyor. Türkiye’mizdeki tekstil sanayinin zenginliği bütün bu alanları tekelleştirdi. Sermayenin yoğunlaşması ve tekniğin gelişkinliği oranında küçük esnaf ortadan kalkıyor.

Gelişkin kapitalist merkezlerde çoğu gıda sanayi artık hiç el değmeden üretim yapıyor. Örneğin ekmek yapan fırınlar birer fabrika oldular. Bizde de 1980’lerden sonra hızla yayıldılar. Eski fırınlar ise başka işlevler üstleniyorlar. Pasta yapımı, kurabiye yapımı gibi. Bunlarda gerektiğinde bisküvi gibi fabrikasyon olarak üretiliyorlar ama el emeği ile yapılan daha lezzetli, görüntüsü daha estetik oluyor. Bu tür zevkli şeyler sanatla birleşip başka nitelikler kazanıyorlar. Yani fırıncılık gibi geleneksel iş kolları bile tekniğin gelişimine bağlı olarak bir yandan fabrikalaşırken bir yandan da kılık değiştirip, küçük üreticiye başka alanlarda gereksinim doğuruyor.

Ya da örneğin berberlik gibi bazı işler var ki teknik bu konuda henüz fabrikalaşmadı. Henüz insanın altına girip istediği modeli söyleyip saçını ona göre kestirebileceği bir makina yok. Bu iş kolunda kullanılan aletler gelişse, saç kesiminin bin bir çeşidi moda olsa bile henüz saç kesimi direkt teke tek insan emeği istiyor.

Anlatmak istediğimiz şeyi açıklamak için uzun uzun örnekler verdik. Şimdiye kadar istisnasız sosyalizm yoluna çıkan bütün ülkelerde millileştirmeler ülkenin o günkü ekonomik teknik düzeyi göz önüne alınmadan yapılmıştır. Küba’da da böyle. Devrimin ertesi günü tüm fırınların, bakkalların, kasap manavların millileştirilmesinin mantığı nedir? Eğer ki devlet herhangi bir mahallede halkın gıda ihtiyacını karşılayacak tüketim kooperatifi açma yeteneğinde olmadığı halde o bakkalı millileştirirse, sırf özel mülkiyeti yok etme anlamında yanlış yapılmış olur. Fırıncı özel mülkiyetini kaybedince devletten maaş alacaktır. İyi çalışmasa, müşterilerinin ihtiyacını iyi gözetmese, bunun için erkenden dükkanını açmasa bile devletten maaşını alacaktır. Eğer ki elimizde onu eski disiplininde çalıştırmaya gönüllü olarak ya da (belki) zorla yaptıracak güç yoksa, fırının, bakkalın millileştirilmesi ters tepecektir. Fırının millileştirilmesi fırıncının çalışmasını, halkın ekmeksiz kalmasına ya da belirli bir ihtiyacının eskisi gibi karşılanmaması sonucunu doğuracaktır.

Devrimi yaptığımız gün ülke ekonomisine bakmamız lazım. Eğer ki ekmek fabrikaları varsa bunlar büyük kapitalistlerin elinde ise ve biz oradaki işçilerle üretimi aksatmadan hatta daha verimli çalıştırabileceğimize inanıyorsak millileştirmeliyiz. Aksi halde üretimi aksatırız. Küçük fırınların millileştirilmesi gereksizdir. Aynı şekilde mahalle bakkalı, kasabı, manavı da bu ilkelere göre millileştirilmelidir. Halkın tüketim ihtiyacını karşılayacak hizmet ağını örebilecek güce gelene kadar bunları kaldırmamak gereklidir. Yani ne zamanki bakkal, manav yerine halkın ihtiyacına daha bol, zengin malları sunan tüketim kooperatifleri kurabiliyoruz, bunlara hızlı temiz dağıtım yapabiliyoruz o zaman bunlar kendileri ortadan kalkarlar. Kapitalizmin süper marketleri bakkalları manavları öldürüyor mu? Aksi, millileştirmeler halk içinde gereksiz huzursuzluk yaratacaktır. Halk günlük ihtiyacını karşılamakta zorlanacaktır.

Anlaşılması açısından yakınımızdan güncel bir örnek ele aldık. Ama sorunu bir de daha büyük çapta kavramaya çalışalım. OPEC ülkelerinin başına gelen çok çarpıcıdır. Arap ülkeleri 1970’li yıllarda petrolü millileştirdiler. Ama petrolü kapitalist merkez ülkelerin kontrolünden kurtaramadılar. Neden? Çünkü çıkarttıkları günlük milyonlarca varil petrolü taşıyacak tanker filoları yoktu. Rafineleri yoktu. Merkezler filoları ve rafinelerini devreden çıkarma tehdidi ile petrol silahını geri teptirdiler. Yani artık sanayiler o kadar devasa boyutlarda büyüdü ki depolanma, pazarlanma, nakletme, tüketiciye sunma yerleri kurma kendi içlerinde büyük işler. Millileştirmeler bu türden çok geniş perspektifli olmayı gerektiriyor.

Küba’nın başına gelmiş. Bırakalım berberi, fırını, manavı, şekeri ele alalım. Küba’nın tüm ekonomik yaşantısını bağladığı şekeri. 10 Milyon ton şeker üretmeyi planlamak demek, onun depolanma, nakliye sorununu da içinde düşünmek demektir. Küba’da şekerin son yıllara kadar yağmur altında kalması az rastlanan bir olay değil. Limana Sovyet gemisinin bir kaç gün geç gelmesi tüm şekerin liman yerinde depolanma zorunluluğunu getirir. Millileştirmek çok boyutlu bir perspektiften bakmayı zorunlu kılıyor. Bugün Küba’ya ABD ablukası, baskısı o kadar arttı ki Küba şekeri ile yapılmış hiçbir madde isterse İsviçre çikolatası olsun ABD sınırlarını geçemiyor. Sonuçta kimse Küba şekerini almıyor.

Bunları umutsuzluk saçmak, gözleri korkutmak yıldırmak için yazmıyoruz. Ders almak için yazıyoruz. Sosyalizmin elinde her an seferber edebileceği müthiş bir insan potansiyeli var. Sorun bunun nasıl kullanılabileceğinin doğru politikalarını bulup çıkarmakta yatıyor. O her gün giderek sayısı azalan bir kaç kişinin zenginliğine değil, her gün daha çok kişiyi içine alacak zenginleşmeyi hedefliyor. Biri ölümüne, biri daha iyi gelişmeye yelken açıyor. Ama sorun sistemin can alıcı noktasını yakalayabilmek.

Biz küçük üretici sorunumuza dönersek Millileştirme tablosuna bir göz atalım.

 

Sektörler 1961 1963 1968 1977
Endüstri 85 95 100
Küçük esnaf 52 75 100
Tarım 37 70 x
İnşaat 80 98 100 x
Eğitim 100
Bankacılık
Toptan satış
Dış ticaret
(x) Tekar izin verilenler

Millileştirme 1968 yılında aynı Moral Ekonomi döneminde tamamlanıvermiş. Endüstrinin her alanı, küçük esnaf, inşaat devlet kontrolüne alınmış. Sonraki dönemde küçük esnafa ve inşaatta özel işletmelere izin verilmek zorunda kalınmış. Bu kez yeni özel işletmeler çıkmış. Bugünkü Küba politikası küçük üreticiyi giderek eritmektedir, inanıyoruz ki 1968’lerdeki gibi bir kez yanlış bir politika izlendi mi sonraki dönüşler sorunu tam düzeltmeyip, başka sorunları da beraberinde getiriyor. En baştan doğru politikalar yürütmenin büyük avantajları olacaktır. Bunlar Küba sosyalizminin bize öğrettiği olsun.

b. Kırlarda

Kır politikası Küba’nın en büyük sorunudur. Açlık yoktur belki ama belirli yiyecek kotaları, kuponlar, kuyrukların oluşturduğunu her gün başından izliyoruz. Öğrenciler yaz aylarında, kırlara gönüllü olarak yollanıyorlar. Gıda maddesi üretimini arttırmak için sosyalist bilinç elden geldiğince devreye sokulmaya çalışılıyor.

Küba’daki devrimin öncü gücünün şeker olduğu söylenir. Ama yine bu şeker Küba ekonomisinin sıçrama yapamamasının sorumlusudur. Konuyu biraz açalım.

Bilindiği gibi devrim öncesi Küba’nın varı yoğu şekerdi. ABD ve kapitalist dünyanın şekeri buradan gelirdi. Şeker üretimi kapitalizmle içi- çe girmiş bir avuç burjuvanın elindeydi. Şekerin bu öneminin üretimde doğurduğu sonuç aşırı tekelleşmedir. Kocaman şeker latifundaları üzerinde binlerce kır proleteri çalışırdı. Diğer özellik ise şekerin işlendiği değirmenlerin bu latifundalarla içiçeliğidir. Değirmen fabrikadaki proleterler her gün kır proleteri ile birlikteydiler. O nedenle kır proleterlerinin işçi sınıfı ideolojisiyle tanışmaları ve devrim yapmaları kolay olmuştur. Ama Küba için o zamanlar avantaj olan şey şimdi dezavantajdır.

Kırlarda şekerin bu kadar yoğun üretimi diğer tarım ürünlerinin ekimini engellemiştir. Halkın düşünmeyen Batista ve işbirlikçileri için karınlarını doyuracak bin bir çeşit meyve sebzeyi dışarıdan almak sorun değildi. Ama şimdi sosyalist Küba böyle bir sorunla yüz yüzedir. Başta uygulanan yanlış politikalarda sorunu ne yazık ki bugüne kadar taşımıştır.

Millileştirme tablomuzda görürüz, kırların %79’u 1977 yılında millileşmiştir. Bugün için bu rakam %80’dir. Geriye kalanın %12’si Kooperatifler halinde örgütlüdür, %8’i de özel çiftçi mülküdür.

İşgücü dağılımı açısından incelersek. Kır nüfusunun %93,2’si devlet çiftliklerinde çalışırlar, %2,1’i kooperatiflerde, %3,2’si ise özel çiftliklerde. Yani toprakların %8’i nüfusun %3,2’si tarafından özel olarak işlenir.

Söylemeye sanırız gerek yoktur, özle çiftlikler Küba’nın şeker dışı üretimini yaparlar. Fasulyenin %85’i, tütünün %74’ü, sebze ve meyvenin %67’si, muzun %52’sini bu özel çiftçiler yetiştirirler. (22)

Bu rakamların ışığında tarım sorunu şöyle özetlenebilir. Toprakların millileştirilen kısımda şeker kamışı üretiliyor. Özel çiftçiler Küba halkının karnını doyuruyor. Daha doğrusu doyurmaya çalışıyor. Özel çiftçileri biraz irdeleyelim.

Moral Ekonomi döneminde özel çiftçilerin kır pazarlarında ürünlerini satmaları olanağı kaldırılıyor. Özel çiftçilerin tüm ürünlerini devlet silosu Acopıo’ya satma zorunluluğu getiriliyor. Devlet bu çiftçilerin ürünlerinin bir kısmını aynî vergi olarak alıyor. Fazlasını da yine kendi satış fiyatlarından (ucuz) alıyor. Çiftçiler için fazla kar etme olanağı ortadan kaldırılıyor. Zaten dönem eşitçilik dönemi. Küçük üreticiden özel mülkiyet, kapitalist kar zehrini alıp atmak ya da yok saymak olmuyor. Bu kez çiftçi iki tür tepki gösteriyor. Birincisi çalışmamak, ekmemek. Eğer ki çalışıp fazla para kazanmayacaksa devrimci bilinç uğruna, halkı uğruna canını üzmüyor. İkincisi el altından satmak, bunun için koşullar çok uygun Devrimci hükümet halkın refah düzeyini, alım gücünü yükseltmiş ama buna paralel üretim artırılamamış. Aşırı bir talep var. Kara piyasanın çıkması için çok güzel bir imkan. Küba işçi sınıfının kontrolü de zayıf. Açlık kapitalizmde devrimci çözüm anlayışını hızlandırabildiği gibi, sosyalizmde de onun temellerini çürütebilir. Çürüttü işte.

Reform döneminde gıda kıtlığının çözümü özel çiftçi pazarlarının yine açılması oluyor. Çiftçi yine aynî vergi ödüyor. Yani malın bir kısmını vergi olarak Acopıo’lara teslim ediyor. Gerisini pazarda satabiliyor. Amaç maddi teşvik ile özel çiftçiyi daha çok daha kaliteli, daha çeşitli üretime cezbetmek. Daha çok miktarda toprağı üretime sokmak. Başarılıyor ama sosyalizmin ilkelerinin devreye sokulması doğrultusunda bir sonuca doğru gitmiyor.

Çiftçiler ürünlerinin en kalitelisini devlete veriyorlar. Hatta çoğu zaman vermiyorlar bile, Devletin gıda maddelerini depolama ve hızla bunları kentlere götürüp pazarlama olanağı kısıtlı kalıyor. Bu da kentlerde yüksek fiyatla tarım ürünü satışını getiriyor. Sosyalist devletin bedava hizmet, (sağlık eğitim gibi) çalışma olanağı ile işçilerde sağladığı refah özel çiftçilerin cebine akıyor. Bu bir yandan halktan çok daha zengin çiftçiler doğuruyor diğer yandan kooperatifleşmeyi engelliyor. Özel çiftçilerin zenginleştiğini gören köyle neden kooperatiflere girsin? 1980 öncesi bizim kasabalı tefeci-bezirganlarımız, Mercedes marka arabalarla gezerlerdi. Kübalı özel çiftlik sahipleri de BMW’lerle geziyorlar. Belki halkın karnı doyuyor, ürün çeşitleniyor ama devrimci bilincin zehirlenmesi pahasına.

Sosyalizm kırda verimi kooperatifleşme ile arttıracaktır. Kübalı devrimciler elbette bunun bilincindedirler. Reform döneminde hızlı bir kooperatifleşme çabası görünüyor. Makinalaşma ve teşvikler arttırılıyor. “Ancak 1981-85’de kooperatiflerde üretim maliyeti %28 artıyor, kooperatif üyeleri günde 4 ya da 5 saat çalışıyorlar, zarar eden kooperatif sayısı %11’den %30’a çıkıyor. Özel çiftliklerin başarı gösterdiği ürünlerde kooperatif başarısız oluyor. Ayrıca 1981-83 yıllarında tarım kooperatifleri ve üye sayıları rekor düzeye varıyor (1.472 ve 82.611) ama 1986’da emeklilik gerekçesi ile hızla düşüyor (1.368 ve 67.672).” (23)

Şimdi bunu açıklamaya çalışalım. Kooperatif sayı üyesi yükseliyor ama zarar edenlerde artıyor (%11’den %30). Kooperatifleşme zarar etmekten kurtulmak yolu gibi. Hem de üyeler günde 4-5 saat çalışıyorlar. Ne büyük rastlantı, özel çiftçilerin verimli olduğu alanda kooperatifler zarar ediyor.

Bir çiftçinin özel toprağı ile BMW alma olanağını tepip kooperatife gireceğini düşünmek saflıktır. Kooperatife giren çiftlikler ya verimsiz ya da başka art niyetler işin içindedir. Kooperatife girip 4-5 saat çalışan köylü zamanının geri kalan kısmında özel çiftçinin yanında çalışmakta, ek kazanç sağlamaktadır. Kooperatiflerin sağladığı imkanların çeşitli kanallarla özel çiftliklere aktarılma olanağı akla gelebilir. 1986 yılında özel pazarların yasaklanması ile birlikte kooperatif ve üye sayısının düşmesi rastlantı olamaz. Kooperatifler devletin düşündüğü gibi özel çiftçilerin, varlık zemininin altını kazıyan değil tam da zıttı özel çiftçiliği besleyen, zenginleştiren bir işlev görmeye başlamıştır. Sosyalizmin bir kurumu kapitalizmin önünü açıcı bir fonksiyon görmeye başlamıştır.

Şimdi buradan hangi dersi çıkaracağız? Kooperatifleşme, devlet çiftlikleri verimi arttırmaz. Eski sosyalist ülkelerde de yaşanıyor. Kooperatifler, solhozlar, kolhozlar parçalanıp özelleştiriliyor, küçük özel çiftçiye dağıtılıyor. Kırda verim ancak özel çiftçiyle mi arttırılabilir mi diyeceğiz, irdeleyelim.

Gelişkin kapitalist merkezlere bakalım. ABD kırlarının %80’i özel gıda tekellerinin elindedir. Mısır üretiminde verim, küçük üreticinin ağırlıkta olduğu Meksika’nın 10 kat daha fazlasıdır. Kanada topraklarının %60’ı banka ve sigorta şirketlerinin özel mülküdür. Buğday, arpa gibi tahılları küçük çiftçiden 5-6 kat ucuza üretiyorlar.

AET’de daha çok küçük çiftçi var ve bu nedenle verimliliği düşük, maliyeti yüksek. ABD ve Kanada’ya tarımda gümrük duvarı yükseltiyorlar. Kapitalist merkezler binlerce küçük çiftçiyi tasfiye yollarını arıyor. Oysa sosyalizm üretimi arttırmak için çareyi küçük özel çiftliklerde buluyor. Hollanda 15 milyon nüfusu ile Küba kadar bir ülke. Tarım nüfusu Küba’dan az değil. (%3,2) Değil kendi ülkesini doyurmak, gıda fazlası var. Dışarıya tarım ürünü satıyor.

Soruna başka perspektifle bakmak gerekiyor. Elimizde bilimsel-teknik gelişkinliğin pusulası olmak zorunda. Kırda verim elbette kooperatiflerine makina, alet ve gübrenin intansif kullanımı ile artacaktır. Ama elimizdeki ürüne bağlıdır bu koşul.

Eğer ki söz konusu tarım ürünü Küba’da olduğu gibi şeker ise ya da ABD ve Kanada’da olduğu gibi buğday, arpa gibi tahıl ise ya da mısır ise yada eski Sovyetler Birliği’ndeki gibi patates, pamuk ise verim makina ile arttırabilir. Günümüz bilim ve tekniği bu ürünlerin makina ile ekim ve biçimi sorununu hallediyor. Çok az emek gücü ile hektarlarca toprak işlenebiliyor. Verimlilik çok yüksek oluyor. Hayvancılıkta büyük ölçüde böyle. Avrupa’da yağ dağlarından söz ediliyor. İnekler makinalaşmış çiftliklerde beslenip, sağılıyor. Devasa kesimhanelerde et ihtiyacı karşılanıyor. Tavukçuluk, balıkçılıkta makinalaşma, imkanı bugün için çok yüksek.

Ama henüz taze fasulye, domates, çilek ya da ağaç meyvaları gibi aklımıza hemen geliveren tarım ürünlerinde makina kullanımı yoğun değil. Doğa koşullarına karşı seracılık bir çözüm ama bu tarım üründe fideler el ile dikilmek durumunda. Domatesler bitkiye zarar vermeden toplanmalı, bitki birçok kez ürün verebiliyor.

Uzatmayalım, elimizdeki verilerden sonuç çıkaralım. Millileştirmede ilk kriterimiz o toprak üzerindeki tarım ürününün cinsi olmalı. Bunun makinalı üretimi mümkünse, verimi millileştirmek ile mutlaka artacaktır. Üzerindeki kır burjuvaları hemen tasfiye edilmelidir. Eğer üzerinde küçük küçük diyelim ki 50 dönümlük toprak mülkiyeti var. Bunların hızla kooperatifleşmesi kesinlikle verimi arttıracaktır. Hızla kooperatifleşmeliyiz.

Teknik kullanımının düzeyi düşük ürünlerde ise çok dikkatli davranmalıyız. Proletaryanın örgütlü gücü burada çok önemlidir. Küba’da görüyoruz. Özel çiftçiler aynı vergilerini bile vermiyorlar. Kooperatiflerde üyeler 4-5 saat çalışıyorlar. Sosyalizm tembellerin hayır kurumu, üç kağıtçıların semirme siloları hiç değildir. Nerede proletaryanın kontrolü, dayatması? Neden proletarya kendi malını miras yedi gibi ona buna dağıtsın? Burjuva sosyalistlerimizin bas bas bağırdığı demokrasi korosuna katılmaktır bu. Proletarya diktatörlüğü herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre tekrar edelim emeğine göre verilmesi demokrasi gözcülüğünü yapacaktır. Bu ilkenin ihlalinde demir yumruğunu indirmelidir. Ne yazık ki Reform döneminde Küba proletaryası bu kontrolünü gevşetmiş, kendi bindiği dalı kesmeye başlamıştır. Karşı-Reform süreci kesilen dalın tamiri dönemidir.

Bu bölümümüzün başlığı küçük üreticiye yetkiydi. Sanayi ve kırdaki küçük üretici sorunundan çıkarmamız gerekli ana ders bu olmalıdır:

Şimdiye kadar devrimci güçlerin bilinci sorunların devrim sonrası devlet mülkiyeti, millileştirmelerle çözümleneceği doğrultusunda olmuştur. Üretim ilişkilerinin tıkanması devrimi doğurabilir. Ama bu dönemde üretici güçlerin gelişim seviyesi mutlaka bir üst üretim biçimi gerekli kılmayabilir. Hatta sosyalist üretim ilişkisinin hemen yürürlüğe sokulması üretimi düşürebilir. Üretim tarzını değiştirirken üretimin gelişmişlik seviyesi, bilimsel teknik gelişim kriteri ile belirlenmelidir. Geri ülkelerde iktidarı alan proletarya üretimin bazı alanlarında kapitalist üretim ilişkileri ile yaşamak zorundadır. Proletarya iktidarı bazı ekonomik alanlarda kapitalist üretim ilişkilerinin ömrünü tüketmesi, sosyal anlamını yitirmesi, sürecini yaşayacaktır, ama bunu yaparken bu eski ilişkilerin kendi temelini çürütmesine çok büyük titizlik göstermelidir. Proletarya bu konuda tavizsiz üretimi engellemeden davranmalıdır.

Karşı Reform Dönemi 1986-—

1986’da yapılan 3. Kongre ile bu döneme girildi. Ekim 1991’deki 4. Kongre’de de yeni bir yöneliş belirlenmedi, sadece günün zor ve yalnızlık koşullarına daha iyi nasıl adapte edilebileceği tartışıldı.

Karşı-Reform dönemine ilişkin Kastro şöyle bir saptama yapıyor. “180 derecelik bir değişim değildir, ama önemli bir yön değişikliğidir; tarihsel bir dönüştür… rota değiştiriyoruz… Hatalarımızı düzeltirken başka hatalar yapmamaya ya da aşırı idealizme kaymamaya özen göstermeliyiz. Aşırılıktan kaçınmalıyız. Dikkatli, sağduyulu, temkinli ve akıllı olmalı, üretime zarar verecek herhangi bir şey yapmaktan kaçınmalıyız.” (24)

Görüldüğü gibi 180 derecelik bir değişiklik değildir. Yani reform döneminin maddi teşviklerinden, kapitalist özelliklerinden moral teşviklere, idealizme dönülmeyecektir. Moral ekonomi sol uçkunluktu. Reform dönemi sağ liberalizmdi. Şimdi bunca deneyden sonra sosyalist rotaya oturulmaya çalışılacaktır. Bunun için kapitalist bazı özellikler Che’nin moral anlayışı ile sosyalizmin babalarının teorilerinin hayata geçirildiği, geçirilmeye çalışılacağı dönem olacaktır.

Rotaya girilirken en önemli sorun üretim akışına zarar vermemektir. Her yeni dönemde yeni hatalar yapılmış, yeni sorunlarla yüz yüze gelinmiştir. Şimdi yeni yola geçerken üretim düzeyi göz bebeği gibi korunmalıdır. Aşırılığa kaçılmamak, uçkunluk yapılmamalı, dikkatli, temkinli, sağduyulu davranılmalıdır.

1987 Ekim’inde Kastro “tüm parti kadrolarını yeni fikirler, öneriler ve devrimci formüller aramaya” çağırıyor. Yeni dönemin formülleri aranıyor. Şubat 1988’de Kastro “sosyalizmi geliştirme yolunu yaratacağız.” diyor. Temmuz’da devam ediyor, kendi yolumuzu formüllerimizi bulacağız. Öte yandan uyarıyor. “Bunlar çok ciddi, karmaşık sorunlar, rastgele atış yapma riskini göze alamayız. Herhangi bir maceraya kalkışmamalıyız.” (25) Dikkat edersek Küba yeni yola çıkalı bir kaç yıl olmuştur. Tam bir yöneliş kalıbı yoktur. Kastro’nun açıklamaları parti içindeki tartışmaların işaretidir. Aranan yeni formüller sıkı bir elekten geçirilmektedir.

Kastro’yu yalnız ülke içindeki durumla açıklamak imkansızdır. Unutmayalım dünyamız da Gorbaçov reformlarını yaşadığımız yıllardır bunlar. Doğu Avrupa ülkeleri karşı-devrimcilerin doğum sancılarını çekiyor. Küba ufkunda hep karanlık bulutlar dolaşmaktadır.

Kastro sürekli halkıyla konuşmaktadır. İyi eğitim görmüş ekonomistler aranmaktadır. Karmaşık sorunlar yanıt beklemektedir. Kastro işçilere seslenir. Sendikaların kafa yormalarını, işi teknokratlara, akıl hocalarına bırakmamaları uyarısını yapar.

Bütün bunlar Kastro’nun temkinli davranması yanında sorunların ne kadar zor olduğunu da gösterir. Yeni ekonomi-politika konusunda çok net şeyler söylemek biraz zordur. Biz Kastro’nun bazı konuşmalarından alıntılarla sosyalizm konundaki öngörülerini aktarmaya çalışalım.

1. Merkeziyetçilik

Moral ekonomi aşırı merkeziyetçi gibi görünse bile geçmişte açıkladık, ilkel bir görünümdedir. Plandan çok kampanyalarda ekonomi döndürülmeye çalışılmıştı. Reform döneminde de sendikalar, Parti Halk Temsil Organları ile bir ekonomik yönetim ağı örülmeye çalışıldı.

Şimdi Karşı-Reform dönemi için Kastro merkezi planlamanın “sosyalizmin doğasında var” olduğunu söylüyor. Yani bu dönem Reform döneminin merkezi planlamadan uzaklaşmasından geri dönülecektir. Ama “planlar kalıp gibi değil esnek olmalıdır.” (26) En başka yöntemlerin kullanımı bu organın elinde olmalıdır. Ülkenin ve dünyanın her an değişen koşullarına, ya da bilimsel-teknik bulgulara göre planlama kendini yenileyip, değişimlere ayak uydurabilecek esnekliği taşımalıdır.

Kapitalizm II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizmdeki merkezi planlamayı tekelci devlet bünyesine oturttu. Sonra üretimin boyutları o kadar arttı ki tüm dünya çapında böylesi bir merkezi plan ihtiyacını duyuyor. Ama burjuva milliyetçiliği böyle bir enternasyonalizmle çelişiyor. Ona rağmen 7 büyüklerin sık sık yaptığı toplantılarla ekonomilerin global bir planlama dayatmasına geçici çözümler bulunmaya çalışılıyor. Öte yandan kapitalizm borsalar ile üretimin, yatırımların nabzını günlük hatta dakikası dakikasına elinde tutmaya çalışıyor. ABD ‘de kasırga patlıyor, anında inşaat sektörünün hisse senetleri değer kazanıyor. Doğrudur. Kasırga ülkeyi tahrip edecekse ekonominin bu branşının yatırıma ihtiyacı artacaktır. Emperyalizm içinde bulunduğu hantal gövdesini işte böyle çarelerle ayakta tutuyor.

Emperyalizm övgüsü yapmıyoruz. Sezar’ın hakkı Sezar’a. Sosyalizm hantallığı nedeniyle çöktü. Oysa sosyalizm emperyalizmin ötesinde onun çözemediklerini çözme olanağına sarih bir sistem. Öyleyse en az kapitalizm kadar esnek merkezi planlama yapabilme yollarını bulmak zorunda. Sorun Kastro’nun ya da Küba devrimcilerinin beceriksizliğinde değildir. Sorun kendi karmaşıklığında yatmaktadır.

2. Rekabet

Kapitalizmin emperyalizm aşamasının bir anlamı dünya pazarlarının tüm dünya tekelleri tarafından paylaşımıdır. Yani tekeller tüm üretim alanlarına ve pazarlarına sahiptirler. Aralarında anlaşarak da rekabeti kaldırırlar, ama dünya ekonomisini bu düz mantık açıklamaz. Bilimsel-teknik gelişim yeni üretim yöntemleri yarattıkça, yeni ihtiyaçlara seslenen metalar geliştirdikçe ya da hammadde tükenmesi ya da yeni hammadde kaynaklarının bulunmasıyla vs. tekeller oldukları yerde duramazlar. Sürekli yenilenmek zorundadırlar, kendilerini bu gelişmelere uydurmak zorundadırlar, işin altından büyük özel mülkiyet yatar. Emperyalizm bunu korumak için önünde hiçbir değer tanımaz. Gerekirse işçi sınıfının boğazına sarılır, gerekirse savaşlar çıkarır.

Ya Sosyalizm? O, adı üstünde sosyaldir. Özel mülkiyet değil insan değeri üstüne oturur. Öyleyse bu sistem bu çılgınlıklara kapılmadan, diğer üretimlere zarar vermeden kendisini nasıl yenileyecektir? Sorun budur. Onun sosyalist rekabeti nasıl pratiğe geçirilecektir? Bu konuda gelişmiş bir teori yok. Ama Kastro “Küba’da işletmeler birbiri ile rekabet etmeyecek, bunun sosyalizm, Marksizm-Leninizm’de yeri yoktur.” diyor. Rekabetin bir yandan tahrip ederken diğer yandan yarattığı kalite yükselmesi ve verimlilik artışını sosyalizm başka şekilde çözmek zorunda. Buda tüketici ile kurulacak direkt bağ kanalından geçecektir.

3. İflas

Kastro başlarda zarar eden işletmelerin iflas etmemesi gerektiğini savunur. Ama sonra 1986’da KKP’si iflas edilmeyi uygun görür. İşletmeler self-finacing, yanı öz kaynakları ile kendi ayakları üstünde duracaklardır. Gerektiğinde devletten faizli kredi alacaklardır. Ama geri ödeyemezlerse iflas edeceklerdir. MK bu sorunu kendi içinde iki yıl tartışıp kabul etmiştir. Ama 1990 yılına kadar henüz iflas eden şirket olmamıştır. Son haberler gerek dünyamızın içinde bulunduğu karmaşık durumun gerekse bunun Küba’ya getirdiği zorlukların bu kararın yürürlüğe sokulmasını ertelettiği doğrultusundadır.

Merkezi planlama ve şirketlerin öz kaynakları ile çalışmaları pratikte nasıl yürütülecektir? Anlaşıldığı kadarı ile bu konuda KKP içinde yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bazı işletmeler pilot olarak seçilip denemeler yürütülmektedir. Silah sanayinin böyle integral sistemle çalışmaya başladığı söylenmektedir. Sistemin yavaş yavaş turizm, manüfaktür ve tarımsal işletmeleri içine alması öngörülmüştür. Fakat integral sistemin nasıl işlediği, ilk sonuçları konusunda henüz ayrıntılı bir bilgi yoktur.

4. Fiyat

Küba’da tüm sosyalist ülkelerde olduğu gibi fiyatlar maliyeti yansıtmaktan uzaktır. Gerek ithal edilen girdiler, herkese sosyalizmin başka değerlerinin olması şimdiye kadar fiyatları gerçeklerden koparmıştır.

Kastro 1990’larda toptan eşya fiyatlarının yeni bir fiyat sistemi ile hesaplanacağını açıklamıştır. Sonra kriter olarak verimliliğin alınacağı belirtilmiştir. 1988’de “değeri belirlemek için maliyeti bilmemiz gerekir ve maliyetler keyfi olarak belirlenemez, rasyonel bir şeye bağlanmalıdır. Zaman zaman uluslararası fiyatları kullanmak zorundayız” der. (27)

5. Ücret

Hatırlarız Moral ekonomi döneminde piyasadaki para miktarı meta ve hizmetlerin toplamından yüksekti. 1976’da fazla para piyasadan çekilmişti. Reform döneminde tekrar iş disiplini bozulmuş yine tedavüle fazla para akmıştır. Karşı-Reform sürecinde ücretler yeniden ayarlanmak zorundadır. Bu konu üstünde biraz daha ayrıntılı duralım. Küçük esnaf ve özel çiftçilerin gelirleri kısılırken işçilere dokunulmadığı söylenmez.

Basit bir soru ile başlayalım. Bir dolabın temizlenip yerleştirilmesi için kaç kişiye ihtiyaç vardır? Küba’da üç kişiye. Biri dolabı açacak, diğeri boşaltıp temizleyecek, üçüncü kişi yerleştirip kapatacaktır. Artık laçkalık, tembellik halk arasında bile mizah konusudur. Ama ne yazık ki karaların karası bir mizah! Sosyalizm her yerde devlet sektöründe aşırı işgücü barındırıyor. İşte bunda da çöküyor, işsizlik eğer böyle çözülecekse çözülmesin daha iyi. Hiç olmazsa kapitalizmdeki gibi insanlar çalışmaya zorlanırlar. Tembellik zehri ortalığa sıvışmaz.

Karşı-Reform döneminde devlet sektöründeki fazla işgücünün emilmesine gidilir. Kastro bürokrasiyle de dövüşülmesi gerektiğini söyler:

“İşgücünü, şeker ekimi yapılan alanlarda %37-50, inşaatta %25-30 gerçekleşir. Devlet daireleri insanlarla doludur, devlet çiftliklerinin bordroları şişirilmiştir. Yalnız fabrikalarda 50.000 fazla işgücü olduğu tahmin ediliyor. Makinalar genellikle %50-60 kapasite ile kullanılıyor ve buna rağmen ikinci vardiya sistemi getirildi. Tütün ve ekonominin diğer alanlarında on binlerce işçi hammadde yokluğundan geçici olarak evlerine yollandılar ama ücretlerinin %70’ini alıyorlar.” (28)

Şeker üretiminde günde %37-50 çalışmak sekiz saatlik işgücünün 4-5 saatinde çalışmak demektir. İnşaat sektöründe de 5-6 saat çalışılıyor. Bordrolarda çalışır görünüp ücretini alan ama yan gelip yatan, ya da özel çiftlikler ya da küçük işletmelerde kaçak çalışıp cebini dolduranlar çoktur. Fabrikalarda 50.000 fazla kişi var. Makinalar doğru dürüst kullanılmıyor, işçi çıkartma yok. Eğer hammadde yoksa ücretli izin. Sosyalizm bundan batıyor. Sosyalizm yan gelip yatmak mıdır? Doğu Avrupa ülkeleri ve eski SSCB buna ne çare buldular, “serbest pazar” ekonomisi, kapitalizm. Bunun anlamı şudur: biz kendi kendimize adam olamadık. Kapitalizmin vahşi rekabeti gelsin bizi açlıkla, işsizlikle terbiye etsin. Şimdiye elbette bin pişmanlar.

Başka yol yok mudur? İşçileri böyle tehditler olmaksızın, insanca doğru dürüst çalışmaya itmenin yolu yok mudur? Sosyalizm ne kadar da yumuşak! Birde demokrasi yok deniliyor. Evet sosyalizmde bu tür çürümüşlüklere, tembellere demokrasi hakkı verilmemelidir. Eğer sosyalizm üretkenlik, verimlilikte düşüklükse, insanlık ondan uzak dursun. Ne gerek var! Biz sosyalizmin kara gözüne kara kaşına sevdalı değiliz, ona, daha üst verimlilik yaratacağından vurgunuz.

Kastro fazla işgücünün belirlenip, bunların yeni fabrikalara, başka işkollarına aktarılmasını önerir. Birçok işyerinde komisyonlar kurulur. Fazla işgücü inşaat ekiplerine aktarılır. Halk arasında oturduğu yerden para alanlara karşı yerme kampanyası bastırılır. Kastro iş normlarının yeniden belirlenmesini ister, işçiler kendiliğinden fazla mesai ücretlerini ya da ödüllerini almamaya başlarlar.

Gönüllü çalışma, devrimin ilk günlerindeki gibi tekrar canlandırılır, “işgücü kesintileriyle ilgili şu bilgiler gelir: Cıenfuegos nükleer santralında 6500, nikel işletmelerinden 2860, buna ek olarak Havana’dan 21400 işçi doğru politikalar uygulandığında işçilerin buna hemen tepki göstereceklerinin çok çarpıcı örneği. Hem de iş bulma olanağının gittikçe azaldığı bir dönemdir. O yıllar 20.000 ıssız vardır. Her yıl binlerce üniversite mezunu iş piyasasına atılır, ayrıca Angola’da barış imzalanınca 50.000 işçi geri dönecektir. Bütün zorluklara karşın işçiler gönüllüce işlerinden ayrılırlar. 1988 yılında işsizlik %6’ya çıkar.

1988’de Kastro verimliliği arttırma konusunda şöyle bir açıklama yapar, “İstenilen düzeyde verimliliğe ulaşmak için daha rasyonel, akıllı formüller bulacağız. … Bu alanda devrim yapacağız… ekonomik alanda dev bir adım olacak.” (30) Sonra bazı bölgelerde pilot çalışmalar yapıldığını, politik sorun yaratmaması için her yerde aynı uygulamaya koyulmadığını ekler.

Kastro sosyalizmin maddi teşviklerden çok bilinçle, moral teşvikle kurulacağını sık sık dile getirir. Maddi teşviklerdeki sapmaları eleştirir. “Ücretler yapılan işe göre verilmemektedir, iş kriterleri çok düşüktür, ödüller çok kolay elde edilmektedir, sahte hastalık raporları verilmektedir, işten kaytarmalar artmıştır. Bütün bunlarda verimliliği düşürmektedir.” (31) Ücretler sosyalist formüle göre verilecektir ve çok sıkı kontrol edilecektir.

Bir komisyon kurulur ve bunun gözetiminde üç milyon iş normu 14.000 iş baremi gözden geçirilir. Fabrika yöneticisi ile bunlara uygulayacağına dair kontratlar imzalanır. Böylece işyeri ve çalışma biçimine disiplin getirilmeye çalışılır. Elbette böyle derin bir düzenleme getirmek kendi içinde binlerce sorunla doludur.

Konu halk içinde sürekli tartışılmaktadır, iş beklentisi artıp, fazla mesai ve ödüller düştükçe asgari ücretin altına inenlere zaman zaman zam yapmak gündeme gelir.

İşçi sendikaları ve Genç Komünistler birliği arasında bu konuda büyük tartışmalar olmuştur. Gençler moral teşvikleri savunurken işçi Sendikaları ülkenin sosyalist dönemde olduğunu, eğer sırf moral teşvik gündeme gelecekse bunun komünist dönemden ne farkı olacağını sorgulamıştır. Öte yandan bazı gönüllü işçiler Kastro’ya çıkarak bizim Sovyetlerdeki Stehenov hareketine benzettiğimiz türden bir kampanyanın başlatılmasını öngörmüşlerdir. Aynı ücreti alarak 14 saat çalışmaya hazır olduklarını, yürekten komünizme inandıklarını dile getirmişlerdir. Ama Kastro bunu reddeder.

Kastro neden reddeder? Bütün ülke moral teşviklerle ayakta duracak güçte olmadıkça, bazı gönüllülerin çalışması ülkeye sömürü, asalaklık zehrini sokmaktadır. Ülkede açık iş olmasına karşın kendilerine uygun iş beklediklerinden çalışmayan insanlar vardır. Devlet ve yakınları bazı ihtiyaçlarını karşıladıkları için bu insanlar böyle bir lükse sahip olabiliyorlar. Oysa ülke büyük sorunlar ve kıtlıklarla karşı karşıyadır. Kendi bencilliklerini ülke sorunları üstünde tutanlar oldukça maddi teşvikleri kaldırıp sırf moral teşviklerle işin yürüyeceğini düşünmek yanlış olur. Yine çok çalışanlar sömürülecektir. Kastro İşçilerin güzel önerilerini bu gereçlerle reddeder.

“Herkesten yeteneğine, herkese yaptığı işe göre” ücret ödemenin en doğru biçimde yapılabileceğini söylemek güç Küba’da. Karşı- Reform döneminin 2. yılında Kastro hala yeni ödeme sistemi aradıklarını söylüyor. Buna kanserleşmiş bir sorun olarak bakıyor, ama kontrol altına alındığını da hemen ekliyor.

Devrimin Bekçiliği

Son olarak Kastro’nun ücret sorununa yaklaşımını daha geniş bir perspektiften ele almaya çalışalım. “Kalkınmanın sosyalist döneminde arz ve talep kanunları yürürlüktedir. Eğer bu yasa çiğnenirse çalışma şevki kırılır. En iyi işletme ve en bilinçli işçilerin olduğu yerde bile isteksizlik yaratır. Bu da ekonomik duraklama hatta gerilemeyi getirir, sosyalizmin yakın tarihi bize şunu öğretmiştir. Emeğe göre dağıtımın sosyalist ilkeleri çiğnendiğinde ekonomik kalkınma frenlenmiş olur. Bu iddialar birçok devrimcinin niyet ve dileklerine karşı olsa bile böyledir.” (32)

Sosyalizm komünizme geçiş dönemidir, hazırlık dönemidir. Kapitalizmin bazı kuralları geçerlidir. Bunlar kapitalizmin diğer pisliklerinin üreme zeminini yaratır. Kastro’nun da vurguladığı gibi işçiler arasında isteksizlik yaratabilir. Şevk kırar.

Yazımızın çeşitli bölümlerinde bunlara yer yer değindik, ancak sosyalizm tarihi bize bunun ne kadar önemli, önemli olmasına karşın da üstünde az durulmuş olduğunu gösteriyor.

Devrim sonrası kitleler içinde yüzlerce yıl şekillenen gelenek görenek, alışkanlıklar birden yok olmuyor. Devrimci bilinç, coşku kapitalizmin çalışma anlayışını ortadan kaldırmıyor. Küba’nın Moral Ekonomi döneminde gördük. Üstlerindeki burjuva hakimiyeti, sömürü ve diktası kalkınca kendiliğindencilik devrimcilerin çok iyi niyetine karşın ekonomiyi çökme noktasına getirdi.

Reform döneminin verilerini alıyoruz. Yine laçkalık, tembellik, ilgisizlikle yüz yüzeyiz. Verimlilik düşüyor, çürümeler başlıyor. Fakat bu dönemi ilk dönemden ayıran işçi sınıfının ve halkın kurulması kararlaştırılan ve pratiğe dökülen örgütlülüğü var. İşçi sendikaları var. Çeşitli kamu örgütlülükleri var. Buna karşın yine burjuvazi doğmaya karşın kapitalizmin zehri ortalığı kokutmaya başlıyor.

Sosyalizmde işte bu nedenlerle proletarya diktatörlüğü ilkeleri hüküm sürmelidir. Ömrünü tüketmemiş kapitalist üretim ilişkileri sürdüğü sürece, sınıfların ortadan kalkmadığı dönemde, kapitalist bazı ekonomik kuralların işlerliğini sürdürdüğü dönemde proletarya kendi sınıf çıkarlarını hedef olarak gösterebilmek olanağına sahip olmalıdır. Ayrıca proletarya bu konuda çok disiplinli, gözü açık olmalıdır, en ufak sapmalara karşı hemen varlığını hissettirmelidir.

Nasıl oluyor da özel çiftçiler vergilerini ödemiyorlar ve işçi sınıfı buna göz yumabiliyor? Nasıl oluyor, fabrika müdürleri iş yerlerini kendi çiftlikleri gibi kullanıyor, onca kişinin zenginleşmesine ön ayak oluyorlar da, fabrika işçileri bu işe dur demiyor? Devlet mülkü, kamu mülkünün zenginliği özel kişilerin cebine akıyor, işçi sınıfı sesini çıkarmıyor. Hani proletaryanın gözcülük görevi? Hani proletaryanın devrim bekçisi oluşu?

Proletarya kendi dışındaki bu çürümelere olduğu kadar kendi içindeki kayırma ve laçkalığa da tabi oluyor. Kastro rakamlarla açıkladı. Fabrikalarda ne kadar işgücü fazlalığı olduğunu, bordrolarda çalışmadan çalışır görünenleri, makinaların çalışma kapasitesinin altında kullanıldığını, aylarca ücretli izin alındığını bir bir anlattı. Demek ki işçi sınıfı dışındaki çarpıklık, kendi içine de yansıyor.

Sosyalizmde iş disiplini, çalışma şevkini proletarya çok iyi kollamalıdır. Artık kapitalizmin işsizlik, açlık sopası yoktur. Biz bunları bırakıp herkesin iyi niyetine güvenemeyiz. Güvenmek, güvenmemek sorunu değildir söz konusu olan, işçi devletinin kendi güvenliği sorunudur. O kendi güvenliğini çok iyi korumalıdır. Bunun koşulu kapitalizmdeki gibi kolluk kuvvetleri değil, işçi sınıfının bilinci, sosyalizmin verimlilik bilinci olmalıdır. Verimlilik arttırılmadan sosyalizm ayakta duramayacağına göre, işçi sınıfı verimliliği sekteye uğratacak her türden sapıtmalara karşı çok uyanık davranmalıdır.

Proletarya hem kendi dışında, hem kendi içindeki örgütlenmelerine iyi sahip çıkmalı. Gözcülük görevini iyi yerine getirmelidir. Disiplini çok sıkı tutmalıdır. Bunlar sırf iyi niyetle olmuyor. Öyleyse kendi kanallarını tıkamadan ortaya çıkmalarını dile getirsinler. Sosyalizmde de. O zaman biz de iş disiplini kriterimizi dayatırız. Öncü işçiler bu konuda tutacağımız halkalardır.

Sosyalizmde kamu mülküne getirilecek en ufak bir zarar en ağır suçtur. Ama pratik deneyler bize bunun teoride, lafta kaldığını gösteriyor. Küba’da üst yetkilisinden, alt işçisine kadar herkes çalıp çırpıyor. Proletarya sosyalizmin kurallarını hayata iyi geçirmelidir, kimsenin kamu mülkünü bırak çalması, kendi çıkarları için bile kullanmasına, en ufak bilinçli zarar getirmesine karşı durmalıdır. Kamu mülküne gözü gibi bakmalıdır. Bu konudaki en ufak gevşekliğin kendi devletinin elinden alınmasına varacağı bilinciyle en acımasız cezayı verirken gözünü kırpmamalıdır.

Ancak böyle bir proletarya kontrolü, disiplini sosyalizmi ayakta tutacak olan verimlilik artışını sağlayacaktır. Ancak bu ciddiyet devrimci bilincin ister lafla, ister maddi teşviklerle gelişmesine, kapitalist bencilliğin üstüne yerleşmesine hizmet edecektir. Ancak böyle bir gözü açıklık, kararlılık kapitalizmin insanı insan olmaktan çıkartan değerlerini yok edip “Yeni İnsan”ın yaratılmasının yolunu doğuracaktır.

Genel Bir Sonuç

1986’dan sonraki Karşı-Reform sürecine baktığımızda, pratik eylemlilikten çok temkinli kararların alındığı, pilot bölgelerin seçilerek denemelerin yapıldığını görüyoruz. Bu kafalarda bazı şüpheler uyandırabilir. Denebilir ki KKP böylesine iki ayrı denemeden sonra hantallaşmıştır. Devrimci atılımını, cesaretini yitirmiştir. Bir parti bunca yıldır bu kadar yanlış mı yapar? Bunca yıldır hala arayış içinde mi olunur? KKP’nin yönlendiriciliğinde eksikler aranmalıdır, diye düşünülebilir.

İlk olarak KKP’sinde bir hantallık olup olmadığı, yoğurdu üfleyerek yemeye kalkmasında cesaretsizlik olduğu inancında pek değiliz. Eğer ki böyle bir tespit doğru olsa bile son kongre bunu aşma çabası göstermiştir. Parti üst yönetimi kadrolarının yüzde 60’ı yenilenmiş ve gençleşmiştir. 225 kişilik MK’nın 126’sı genç üyelerden oluşur. Komünist Gençlik Örgütü başkanı Roberta Robaina MK üyeliğine alınmıştır. Şimdi kaldırılan parti ideolojik işler sorumlusu genç Carlos Aldana da MK’ya girmiştir. Bu iki genç, kongrede Parti yönetiminin gençleştirilmesini ve reforme edilmesini savunan iki lider olarak göze çarpmıştır. Rabina, Gorbaçov modellerinin ateşli bir eleştirmenidir ve Küba’nın sorunlarını ağırlıklı olarak dış kaynaklı görmektedir. Kongredeki değişikliğin KKP’sine yeni, canlı, ateşli kan katacağına şüphe yoktur.

Küba gibi küçük bir ülkede bile 30 yıl içinde üç ayrı ekonomik rota değişikliği bize göre çok değildir. Devrim yaptıkları 1959 yılında komünist değillerdi. 1970’lere kadar çocukluk dönemlerini yaşadıkları 1970-86 arası gençlik deneyimlerini kazandıkları söylenebilir. Şimdi KKP’si olgunluk dönemine girmiştir demek yanlış olmaz inancındayız. Biz Türkiye devrimcileri şu sosyalizm yıkılmadan öncelerine kadar hasta şimdi birçoklarımız sistemin teorisyenlerinin çok kaba hatlarla söylediklerin ötesinde ne biliyorduk? Görülüyor ki millileştirme, merkezi planlama vs ile işler bitmiyor. Devrimi iktidarda tutmak hala çözülememiş sorunlarla dolu. Küba devrimcilerinin 30 yıllık deneyleri bütün bunlara ışık tutuyor. Yılgınlık yaratmak, moralsizlik saçmak istemiyoruz. Sadece sorunların bilinciyle davranmanın gerekliliğini biliyoruz, gerçekleri ortaya koymanın ve çözümler aramanın telaşı içindeyiz.

Soruna bir de başka açıdan bakalım. Kapitalizmin doğuşu 16. yy. 400 yıl öncesine dayanıyor. Serbest pazar döneminde güçlenip feodal devleti yıkıyor. Sonra devleti ele geçiriyor. Dünyaya açılıyor. Sömürgeler elde ediyor. Dünyayı paylaşıyor, iki dünya savaşı çıkarıyor, yeniden paylaşıyor. Sosyalizmi öldüremeyip onunla birlikte yaşamayı öğreniyor. Görüldüğü gibi kapitalizm de ayakta durmak için uzun bir uğraş vermiştir. Çeşitli sorunlara kendisini adapte edebilmek için yeni yeni şeyler bulmuş, uygulamaya sokmuştur.

Sosyalizm hakkında da Marks-Engels-Lenin’in yapıtlarından sistemin çok kaba hatlarını öğrenebiliyoruz. Ama son yıllarda yaşananlar bizlere bunların çeşitli iniş çıkışlar, ileri ve geri adımlarla dolu olduğunu gösteriyor. Millileştirmekle işler bitmiyor. Zaman zaman başka mülkiyet biçimleri kullanılma durumunda kalınabilir. Bu ekonomik sektörlere göre farklılıklar gösterebilir. İşler, artı değeri işçilere vermekle bitmiyor. Nasıl, ne oranda devlet kontrolünde kalacağı ne kadarının dağıtılacağı gerçekçi ekonomik yasalarla belirlenmek zorunda. Planlamanın esnekliği nasıl elde edilecek? Tüm bunlar sorun. Devleti ele geçirmekle sömürü bitmiyor. Yüzlerce yılın sömürü düzeninin pislikleri en ufak delikten geri gelebiliyor. Ya da uzun süre varlığını koruyor.

Sosyalizm bütün bu koşullarla nasıl baş edeceğini öğreniyor. Ülke içinde gerekli dersleri çıkarır, kendini yenileme enerjisine sahip olursa ayakta kalabiliyor. Ya da Avrupa’daki gibi geri çekiliyor. Belli bir dönemden sonra çıkacaktır. Sosyalist sistem de günün koşullarına uymayı, kendisini ayakta tutmayı böyle düşe kalka öğrenecektir. Elbette diyelim Küba hiç düşmeden ayak durabilsin.

Karşı-Devrimcilere

Küba’yı hep eleştirel gözle ele aldık. Ama onu daha iyi anlamak ve kapitalistlere övgü gibi gelebilecek bazı çağrıştırmaları yok etmek açısından Küba’yı başka bir açıdan da işlemeliyiz.

“Küba kalkınmakta olan bir ülkenin yoksulluğu yenmesine örnektir.” Biz söylemiyoruz. Kapitalist ekonomistler açık açık söylüyorlar. Kapitalizm kendi yörüngesine girmiş hiçbir 3. Dünya ülkesi gösteremez ki, 3. Dünya ülkelerinin karşısındaki sorunu Küba gibi yenmiş olsun.

Daha 1950 yıllarında köylülerin büyük bir çoğunluğu “tabanı toprak, damı palmiye kulübelerde yaşıyordu. Yüzde 90’ı gaz lambasıyla aydınlanıyordu. Yüzde 44’ü hiç okula gitmemişti. Ancak yüzde11’i süt içebiliyordu. Yüzde4’ü et yiyebiliyordu. Yüzde 2’si yumurta alabiliyordu. Bir normal insanın ihtiyaç duyduğu kalorinin her gün 1000 kadarı eksikti. Tüberküloz, anemi, parazit ve diğer birçok hastalığın kaynağı da buydu.” (33)

1990’lar Küba’sı ise 30 yıl sonra ne durumdadır? Yalnız Latin Amerika’da değil, tüm dünyada eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik açısından en yüksek standarda sahip bir ülkedir. Kişi başına doktor sayısı L. Amerika içinde en yüksektir. Çocuk ölümlerinde bölgenin en düşük orana sahiptir. Yaşama süresi ise 73 yıldır. Bu konuda Japonya, İsveç, SSCB ile yarışmaktadır. Emeklilik yaşı da çoğu kapitalist ülkelerden daha düşüktür.

Kıtlıklar vardır, üretim çeşidi azdır, ama et, süt gibi temel gıda maddeleri herkese eşit dağıtılır. Gelir dağılımı, kapitalist ülkelerdeki gibi korkunç farklılık hiç göstermez. Yani 30 yıllık sürede Küba, yarattıklarını yoksulların yaşam koşullarını iyileştirmeye harcamıştır.

Günümüzde Küba dünya koşullarının en son ekonomik yanlışlıklarının ağır eziciliği altındadır. Bunların üstesinden gelebilmek için kemer sıkma politikası uygulamak zorunda kalmıştır.

İthalat azaltılmış neredeyse sıfıra indirilmiştir. Kendisine uygulanan ambargo nedeniyle şekerini satıp döviz elde edememektedir. Petrol gelmediğinden şeker rafinerisi çalışmadığı gibi kalmışlar toplanamamıştır. Bu yıl tüme yakın mahsul tarlalarda çürümeye terk edilmiştir.

Bu zorluklar nedeniyle bazı maddelere zam yapılmıştır. (Elektrik, taşımacılık.) Bazı yeni metalar karneye, alınmıştır. (Gaz, süt, tekstil, et şeker.) Bazı işyerlerinde bedava yemek kaldırılmıştır. Akşam yemekleri kahvaltıya dönüştürülmüş, pirinç yerine patates verilmektedir. Diyet yemeklerine kısıntılar getirilmiştir. Devlet dairelerine yollanan elektrikli araç, yatak miktarı azaltılmıştır. Festival, spor harcamaları düşürülmüştür. Dış seyahat harcamaları kısılmıştır.

Küba zorlu günler yaşıyor. Hem de çok zorlu. Diyelim Küba bu zor günlerinin bile yüz milyonlarca 3. Dünya yoksul, aç, hastalıklı, eğitimsiz halkından daha iyi olduğunu bilsin. Kuzeyindeki o yaldızlı zenginliğin, bu halkların ölümü pahasına kazanıldığını.

Sonuç Yerine

Yazımızın başından beri Küba’yı çeşitli sosyo-ekonomik, politik perspektiflerden incelemeye çalıştık. Onun Doğu Avrupa ülkelerinden farkını, liderlerinin yaptığı yanlışlıkları, doğruları irdelemeye çalıştık. Sosyalist sistemin bugünkü içler acısı durumunun Küba’nın kaderini nasıl etkilediğine değindik. Bütün bunların dünya kapitalist güçlerine ne türden yaptırım imkanı tanıdığını gördük. Sonuçta bugün Küba çok ama çok zorlu koşullar altındadır. Geçmişinden gelen ama tüm devrimci güçlerin de yapabileceği yanlışlıklar Küba’nın sorunlarının çözümünü güçleştirmektedir. Sosyalist sistemin çöküşü de bütün bunlara tuz, biber görevi görmüştür. Dünya kapitalizmi ve özellikle ABD yangına körükle giden değil bizzat yangının başlıca sorumlusudur. Küba’nın geleceği tüm bu nedenlerle kapkara bulutlarla kaplıdır.

Şu andaki yürekler acısı duruma karşı eldeki tek ama o denli de güçlü silah KKP’sinin çıktığı yolda direnme kararlılığıdır. Ne kadar güçle, ne kadar süre direnilecektir, direnilebilecektir, yanıtı zor bir sorudur.

Evet bu soruya yanıt vermek, yalnız KKP’nin direnciyle açıklanamayacağı için zordur. Dünyamız bugün kapitalist sistemin açıklamaya, halkları inandırmaya çalıştığı gibi doğru, herkesin kurtuluşunun sağlanacağı nihai şeklinin son aşamasında değildir. Sosyalizmin geri çekilişi dünya ekonomik sisteminde kapitalizmin galibiyeti hiç değildir. Dünyamıza şöyle daha bir tepeden, global olarak bakarsak, 1990’lı yılları dünya ekonomisinin sınır tanımaz, burjuva sınırlar içine hiç girmez bir evrensellik içinde olduğu, her geçen günün bu kaynaşmayı arttırdığı bir geçiş dönemi olarak değerlendirebiliriz. Bu bağlamda geri çekilen sosyalizmin bir devinim kazanarak yeniden, hem de daha taze kanla geçmiş deneylerden dersleri kazanmış bir sosyalizm olarak yeniden karşımıza çıkması kaçınılmazdır. Bilimselliğin teknik gelişimin kaçınılmazlığıdır, dayatmasıdır. Bu bilimsellik ancak sosyalizm koşullarında insanoğlunun önündeki binlerce sorunu çözebilecek şekilde kullanılabilecektir.

Küba, Kübalı devrimciler işte bunun bilinci ile direnmektedirler. Çünkü içinde bulunduğumuz dönemde sosyo-ekonomik sorunları ulusal sınırlar içinde çözmek imkansız denecek kadar zordur. Küba ekonomisi sosyalizmin zorunlu kaldığı enternasyonalist dayanışma ilacına ihtiyaç duymaktadır. Dünya güçler dengesi bu kısa sürecek geçiş dönemini atlatana kadar, sosyalist güçlerden yana dengelere doğru değişim gösterene kadar, Küba dayanmak zorundadır. Ekonomik sorunların çözümü yeni yeni devrimlerin patlamasına bağlıdır.

 

Dipnotlar

  1. The Journal of Communist Studies, Volume 5 December 1989, Sayı 4. Special Issue on Cuba After Thirty Years. Frank Cass and Co Ltd. London E11 1RS s. 100
  2. Cuban Communism, Third edition. Editör I. L. Horrowist, Transaction Books, New Jersey Sayfa. 214
  3. Granma Weekly Review’dan aktaran Cuban Com. s. 222
  4. ay. S. 270
  5. ay. s. 285
  6. ay. s. 287
  7. ay. s. 288
  8. ay.
  9. ay. s. 275
  10. ay.
  11. ay. s. 279
  12. ay.
  13. The Journal of com. Stu. s. 108
  14. Cuba Com. s. 286
  15. ay.
  16. ay. s. 282
  17. ay. s. 283
  18. The Journal of Com. s. 101
  19. ay.
  20. ay. s. 107-8
  21. ay. s. 102
  22. ay. s. 105
  23. ay. s. 107
  24. ay. s. 105
  25. ay.
  26. ay. s. 109
  27. ay. s. 110
  28. ay. s. 111
  29. ay.
  30. ay. s. 112
  31. ay.
  32. ay. s. 113
  33. Communist Studies, Mart 91 sayısı, s. 14