KADIN HAREKETİNE SOSYALİST PERSPEKTİF EGEMEN OLMALIDIR

Çağdaş Yol, Sayı 4, Haziran 1988

D.K.D. Genel Sekreteri Hikmet Beskisiz’le röportaj

Ç.Y.— Kadının tarih boyunca ezilmişliğinin farklı biçimleri, daha doğrusu farklı karakterleri sorununa bakış açınız nedir? Görünüşte hep aynı biçim var; erkek egemenliği altında kadının ezilmişliği. Ama bu her toplumda, üretim biçiminde farklılaşıyor ve nihayet kapitalizm kadının özgürlük mücadelesinin zeminini yaratabiliyor.

Burada da kapitalist sistemin kadına yaklaşımında kullandığı araçların çeşitliliğini görüyoruz. Bu araçlar nelerdir ve kadınlar arasındaki sınıfsal farklılıklar demokratik bir kadın hareketi yaratmada nasıl bir rol oynamaktadır?

H. Beskisiz— Tüm tarih boyunca kadının ezilmişliği her toplum döneminde geçerli olan üretim ilişkilerine bağlı olarak farklı boyutlarda kendini göstermiştir. Avcılık ve toplayıcılık dönemlerinde kadının çocuk doğurma işlevi topluluk bireyleri ve kadın İçin ayak bağı olurken, İlkel tarıma geçildiğinde kadının bu işlevi yeni işgücüne duyulan ihtiyaçtan dolayı kutsallaştırılmış- tır. Tarihçiler kadının, sürü halinde yaşanan dönemlerde erkekle benzer işler yaptığını, sadece çocuğun doğumu sürecinde bu faaliyetlerine ara verdiğini belirtiyorlar. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte kadın çocuk nedeniyle evde kalışını daha farklı işlere yönelterek değerlendirmiştir. Bu dönemde kadın toplayıcılık yapar, avı paylaştırır ve çocukları korur, büyütürdü. Erkeklerin av sonunda her zaman yiyecekle dönmemesi, kadının toplayıcılık işlevinin önemini daha da arttırdı. Bitkilerle girdiği ilişki onu kabilenin ilkel hekimi durumuna getirdi. Yine bu ilişkiden dolayı ilk tarım büyük bir ihtimalle kadının gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Diğer yandan kadının çocuk doğurmasının ilkel insanın bilincindeki yansıması, kadının üstün bir koruma getirilmesine yol açmıştır. İlkel tarım dönemlerinde kadın, işgücü ihtiyacının artmasına paralel olarak doğurganlık işlevlerinden dolayı toplumda etkin olmuş, yönetici konuma geçebilmiştir. Bunlara bağlı olarak soy ağacı kadına göre şekillenmiştir. İlkel insanın bilinci toprağın ürün vermesiyle kadının çocuk doğurması arasındaki bağı açıklayamamış, gizemli bir doğaüstü görmüştür. Altyapıdaki bu ilişkiler üstyapıda kadın tanrıça bolluğuyla somutlanmıştır. Kadın için bir altın çağ olmasa da sömürünün ortaya çıkmadığı bu dönemlerde kadın o toplumsal yapı düzeyinde erkekle eşit olabilmiştir.

Süreç içinde kadın ev içi işlerde uzmanlaşırken, erkek ev dışında uzmanlaşmaya başlamıştır. Kadının işlevleri toplumsal yaşamdaki belirleyiciliğini yitirmeye başlamıştır Erkeğin ev dışı işlevleri yaratıcı ve geliştirilmeye açıkken, kadının ev içi faaliyetleri sınırlanmış ve kısırlaşmıştır. Erkeğin üretkenliğinin toplumsal yaşamda belirleyici olmasına paralel olarak kadın ikinci sınıf konumuna yerleşmeye başlamıştır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışına denk düşen bu süreçte kadın ev içi, erkek ise ev dışı aletlerin sahibi durumuna gelmiştir. Erkeğin mülkiyet hakkının kapsamı süreç içinde kadını da bu çerçeveye dahil etmiştir ve kadın bu ilişkiler içinde ezilen konuma gelmiştir. Erkek artık sahip olduğu her şeyi çocuklarına devretmek istemektedir. Kadın, evinde olmalı ve erkeğin bu taleplerini karşılamalıdır.

Geçiş dönemlerinin karmaşıklığı kadının bu konumunu ancak yüzeysel değişikliklerle var etmiştir. Bu kez köleci toplumdaki kadının durumuna göz atmak gerekiyor. Bu toplumsal yapıda en temel özellik efendi kadınla köle kadın arasındaki farklılaşmadır Üretilen değerden büyük oranda yararlanan efendi kadın, kendi özgül konumundan dolayı yine ezilmektedir. Mülkiyet, yönetim vs. gibi haklardan tam anlamıyla yoksundur. Babanın veya kocanın kadın üzerinde ölüm ve yaşamına karar verme boyutunda tasarruf hakkı vardır. Köle kadın, emeğinin yarattığı ürünler üzerindeki haktan ve ayrıca kendi cins bütünlüğü üzerindeki haktan tamamen yoksundur. Köle sahibi erkek tüm köle kadınlar üzerinde cinsel taleplerine cevap bulma hakkına sahiptir. Köle kadının doğurduğu çocuk ise kadının tarlada yarattığı ürün anlamında, doğar doğmaz efendinin mülkiyetine dahil olmaktadır.

Feodal toplumda kadın yine ikili ayrımla ele alınmak zorundadır: Soylu kadın ve diğer kadınlar. Soylu kadın bu kez şatolara kasr’lara hapsedilmiş, kadın olmanın getirdiği doğal işlevleri dinsel İdeolojiyle kıskıvrak sarmalanmış, tamamen bir süs konumuna getirilmiştir. Hıristiyanlık ve İslam ideolojisiyle beslenen yapılanmalar, kadını üretimden bütün olarak çekmiş, ona çocuk doğurmasını, kocasına hizmet etmesini benimsetmiş, uygulatmıştır. Özellikle soylu kadın bu iki işleviyle algılanıp, bilinçlerde şekillenirken bu şekillenmeyi korumak adına korkunç uygulamalar tarih sahnesinde yer almıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri bekâret kemeridir. Bekâret kemerine rağmen zina yapan kadın işkence edilerek öldürülmüştür. Kadın kocanın mülkiyetinde iken kadının başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunması yasaktır. Kadın, bu dönemdeki yaratıcı özünü sanata, eğlenceye yönlendirmiş diğer yandan kendi bireyselliğini var edebilmek için ya bir erkeğin öncülüğünü kabul etmiş ya da erkek kılığına girmiştir. Serf konumundaki kadın ile küçük mülk sahibinin mülkiyetindeki kadın, ise emek yönünden ve cins olarak ezilmişliğini sürdürmüştür. Yine aynı dönemlerde bu kesimden kadınlar üzerindeki dinsel ideolojinin baskısı korkunç boyutlardadır. Kadın, şeytanla ortak görülmüş, en ufak başkaldırısı ‘cadı’ olarak suçlanıp yakılmasına yol açmıştır. Köleci toplumdan arta kalan, köle kadının cinsel bütünlüğü üzerindeki efendinin hakkı feodal toplumda derebeyin ilk gece hakkına dönüşmüştür. Yasalar önünde köle ile aynı statüde olan kadınların birey olma hak ve özgürlükleri yoktur. Mülk edinmeleri yasaklanmıştır.

Aksine, babanın mülkiyetinden kocanın mülkiyetine geçen bir mal konumundadır. Kadın bir yandan önemsizleştirilirken diğer yandan erkeğin kurduğu düzenin tehlikeli bir düşmanı ilan edilmiştir.

Bu toplumsal yapının parçalanma dönemlerinde bir kısım soylu kadın, olanaklarının verdiği eğitim düzeyine paralel olarak kendi durumlarına başkaldırmış, başka bir kısmı ise şatolarında beyaz atlı prensin kendilerini kurtarmalarını beklemiştir.

Köylü ve serf kadın ise soylu sınıfa karşı verilen mücadelede öncelikle, sınıf temelinde olayı kavramış ve mücadele etmiştir. Bu mücadelesi sırasında kendi konumu için talepleri henüz çok cılızdır. Ancak onun bu mücadele geleneği kapitalist toplum içerisindeki kadına önemli bir miras bırakmıştır.

Kapitalist toplum yapısının temelinde, para ve üretim araçlarının belli bir azınlığın elinde toplanması yatar. Buna karşılık üretim araçlarına sahip olmayan, sadece emek güçlerini “bireysel özgürlüklerinden” yararlanarak satmak zorunda olan bir çoğunluk vardır. Doğmakta olan burjuvazi kendi sistemini ayakta tutmak ve sürdürmek için mülksüzleştirilmiş zanaatkâr köylülere ve serflik boyunduruğundan kurtulmuş yığınlara “özgürlük” sloganı ile gitti ve kentlerde kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülüp geliştirilmesi için gerekli olan “özgür” emek gücüne sahip oldu. Ancak bu özgürlük sloganının önceleri sadece erkek bireyleri kapsadığım, kadınların ise kapsam dışında bırakıldığını eklemek gerek.

Yine bu süreç içinde erkek emeğini kolaylıkla pazara sürebilirken, kadın aynı serbestlikle emek pazarına giremedi. Ama kapitalizm sanayi devriminin ardından yoğun bir emek gücüne ihtiyaç duymuştur. Bu zorunluluk kadınları da emek pazarına çekmek için çağın çıkarmasına yol açmıştır. Ancak, bu çağrı her sınıftan kadını kapsamamıştır. Çünkü kapitalist toplum ataerkil aile kurumuna gereksinim duymaktadır. Aile içindeki kadının fonksiyonu kapitalizmin belirlediği ideolojiye göre şekillenmiş bireyler yetiştirmek, emek piyasasına yeni işgücü sağlamak, emek piyasasında yerini alan erkeğin bu çabasını maddi ve manevi destekleriyle ayakta tutmak ve sürdürmesini sağlamak olarak belirlenmiştir. En az haftada 70 saati bulan ev içi çalışması kadının kendini geliştirmesini engellemiştir. Kapitalist toplum kadının aile içi konumunu eski toplumlardan aldığı miras üzerinden kendi ideolojisiyle donatmış, böylece kadın üzerindeki ezilmişliği ve sömürüyü bir perdeyle gizlemeyi başarmıştır. Kadının aile içindeki duyarlı dengesi kapitalist toplum tarafından yeniden üretimde kullanılmasını içselleştirmiştir.

Diğer yandan üretim alanına çekilen kadın bu konumuna karşın kendi özgül koşulları yüzünden burjuva anlamda özgürlükten payını alamamıştır. Bu piyasada kadınlar her şeyden önce emeklerini daha ucuza satarlar. Gebelik, doğum gibi kadın olmaktan kaynaklanan zorunluluklar, aralıklı olarak çalışmalarına yol açmaktadır. Bu da patronların kadın çalışana daha az ücret verebilmesi için gerekçe oluşturmaktadır. Kadınların daha az ücret almalarının bir diğer gerekçesi ise erkeklere göre daha az iş çıkarmalarına bağlanmıştır. Ancak teknolojik gelişim bu eşitsiz durumu büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu gelişim kadınların eşitlik taleplerine ivme kazandırmış, kadının bu konumunun farklı açılardan sorgulanmasına neden olmuştur.

Emek piyasasına giren kadın aslında bir eş, bir anne olmak için gerekli bilgilerle donatılmıştır ve her an emek piyasasından çıkıp evine dönmeye hazırdır. Erkeğe göre daha az eğitim verilmesi onu sürekli vasıfsız işçi konumunda tutar. Vasıfsız işgücü yığınları erkeğin emek gücü fiyatını ucuzlatır. Bu durum kadın ve erkek çalışan arasındaki ilişkiyi koparmakta, işini kaybeden erkeğin kadın işçiye tepkisel yaklaşmasına yol aç maktadır.

Son aşamada bu, kapitalistin işine yara maktadır. Ekonomik güçlüklerden dolayı çalışmaya başlayan kadın, işini kaybetme korkusu daha ağır bastığından erkek çalışandan daha pasif kalmaktadır. Ekonomik altyapı ve tüm kültürel birikim, kadının bu pasifliğini desteklerken kapitalist, kadının bu uysallığından dolayı kadın işçi çalıştırmayı yeğlemektedir.

Kapitalizm tarih sahnesine çıkmasıyla beraber bireysel başkaldırı yerine örgütlü mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Kapitalist toplum içinde ezilen sınıf ve tabakalar karşılarında daima örgütlü bir güç görmüşlerdir. Kadın da örgütlü mücadelesini vermedikçe burjuva anlamdaki özgüllüklerden yararlanamamaktadır.

Kadının emek piyasasındaki hareketliliği yani bir işyerindeki sürekli, uzun zaman çalışmaması onun bir mücadele geleneği oluşturmasını engelleyen nedenler arasında yer almaktadır. Çünkü kapitalist, koşullara bağlı olarak kadını üretimden çeker ve ancak kadın işgücüne ihtiyacı olmadığı noktada (örneğin; savaşın bitmesiyle er keklerin yerlerine dönmeleri veya teknolojik gelişimin istihdamı daraltması…) kadını eve geri dönmeye zorlar. Kapitalistin bu kez sloganı: Analığın ve ailenin kutsallığıdır.

Kapitalizm için aile kurumu burjuva ideolojisinin her gün yeniden üretildiği ve bu ideolojiye uygun insanların yetiştirildiği en önemli kurumlardan bir tanesidir. Aile kurumunun kutsallaştırılması ve bu kurum içinde kadının itibarının analıkla yüceltilmeye çalışılması bu yüzdendir. Aile içinde kadının konumu “yeniden üretim” sürecine katılmaktır. Yeniden üretim sürecinde kadın çocuklar doğurur; Onları gün boyu kitle iletişim araçlarıyla empoze edilen reçetelere göre yetiştirir; Kocasının maddi-manevi her türlü ihtiyacını karşılayarak, onun emek gücünü kapitaliste daha verimli satmasını sağlar.

Kapitalizm kadın sayesinde bireysel tüketimi de körükler. Yaptığı propaganda ile ev içi aletlerin (çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi, buzdolabı, dikiş makinesi) ortaklaşa değil bireysel kullanımını sağlar. Ev içindeki aletlerin teknolojisini geliştirse bile bu aletlerin toplu kullanımı yerine kadını birey olarak bu aletlerle ilişki içinde tu tar ve o yüksek teknolojisi ile kadını ev işlerine mahkûm eden Önemli olan çama şirin çabuk yıkanması değildir. Çamaşırları makineye atacak ve başında bekleyecek gene kadındır. Böylece kadın esasen hizmet sektöründe ücret karşılığında yapılmakta olan işleri ev içinde karşılıksız olarak yapmaktadır. Kadın ücret karşılığı çalışsa bile evine geldiğinde kocası ve çocukları için karşılığı ödenmeyen emek gücü harcar. Bu da beraberinde kadının çifte sömürüsü diye adlandırdığımız kavramı getirir.

Burjuva ahlak değerleri kadına ikincil olma rolünü tanımış ve yasalarla kadının vesayeti hep bir erkeğe bırakılmıştır. Bu er kek kocadır, babadır ya da erkek kardeştir. Bu değerlerle var edilen kadın kendi ezilmişliğini doğal saymış ve erkek egemenliği düşüncesinin taşıyıcısı durumuna gelmiş ve bu bakımdan kadın sorunu içselleşmiştir. Sistemin kadın üzerindeki baskısı erkek egemenliği görüntüsüyle somutlaşmıştır. Yani, kadın erkek eliyle baskı altına alınmış ve kadının çelişkileri sürekli kadın-koca, kadın-baba ya da kadın-erkek kardeş arasında gösterilmeye çalışılmıştır. Bu sayede kapitalizm ile olan somut çelişkileri göz ardı ettirilmiştir. Burjuva ideolojisi çalışma hayatına giren kadını bu yönüyle yüceltirken, ona daima bir kadın olduğunu hatırlatır, son sözü kocasına bırakmasını ister. Çocuk bakımı ve ev işlerinin paylaşılması ya da toplumsallaştırılması gereken işler olduğunu değil, bunların kadının tarihsel görevi olduğu tekrarlar. Bu propagandayı yaparken kadının rızasını almıştır. Toplumdaki ikincil konumu ve yetiştiriliş biçimiyle kadın bu görevi seve seve üzerine alır.

Sürekli yücelttiğini iddia ettiği kadını cinsel meta olarak da kitle iletişim araçlarıyla pazara sunar. Kadını korumak adına fuhuşu önleme tedbirleri alır, ancak verdiği vesikalar ve aldığı vergilerle kadının cinsel açıdan sömürüsünü sürdürür, bu sömürüyü kendi eliyle yasalaştırın Kapitalizm kadın konusunda belki de en açık yüzünü en çelişkili tutumunu genelevlerde sergiler. Çağdaş pazarlama olanaklarıyla lüks ve sağlık koşullarına harfiyen uyulan genelevler açmayı mahalli örgütlerin yatırını programı içine bile alır.

Bir diğer önemli konu da kapitalizmin kadın hareketi üzerindeki etkinliğidir. Her alanda örgütlülüğünden bahsettiğimiz kapitalizm kadın hareketinde de kendi örgütlenmesini yaratmaz mı? Elbette yaratır. Adını, Kadını Güçlendirme Derneği koyar; çok değil 30 milyon liralık bir sermaye aktarımı yapar. Kendi dayandığı sınıfın, burjuva kadınlar eliyle kadın anlayışını yaygınlaştırmaya çalışır. Bugünkü yapısını reddettiğimiz aile kurumunu toplu nikâhlarla güçlendirir. Sorunu temelden çözmek yerine var olan çelişkileri yumuşatmak adına görünürde sansasyon yaratacak olaylar yaratır. Çağdaş Türk Kadınının simgeleştirildiği kadın, eşitlikten dem vurur, bayramlarda kadının doğal ve hukuksal lideri olan kocasının elini öperek tüm kadınlarımıza engin bir davranış biçimi sunar. Basında daha çok bu yanı ile yer alır, ön plana çıkarılır Parlamentoda yer alan kadınlar ise sırf kadın oldukları için kadın cinsinin sorunlarıyla ayıp olmasın diye ilgilenirler ve “kadın sorunu yasalardan değil; hem erkek, hem de kadının eğitimsizliğinden kaynaklanıyor” diyerek, sanki var olanın aksine çok yeni bir çözümleme getirirler.

Kapitalizm kadın olgusunu kendi arasında farklılıklar taşımayan tek başına bütünlüklü bir olgu olarak ele alır ve işler. Bu yaklaşım feminist çevrelerce kabul görür ve hararetle desteklenir. Kadının sadece ve erkeklerle olan mücadelesi ele alınır ve kadının düzenden kaynaklanan sorunları olduğu yadsınır. Bu yadsıma kapitalizmin işine yarar. Kadın sorunu kendi içinde bütünlüklü olarak ele alındığı için burjuva kadın ile emekçi-işçi kadının aynı saflarda mücadele edebilecekleri düşüncesi yaratılır ve desteklenir. Oysa ne kadar üstü örtülürse örtülsün kadın sorunu sınıfsal temelden kopuk olarak ele alınamaz. Her kadın kendi sınıfsal konumuna uygun taleplerle ortaya çıkar. Bu talepler kendi sınıf yapısına uygun biçimlere bürünür. Kadın erkekle eşit değildir ama kadın kadınla da eşit değildir. Burjuva kadın bugünkü yerleşik sistemin sürmesini, ama kadın sorunu açısından bakıldığında kadına yönelik resmi anlayışın ötesinin berisinin düzeltilmesini ister. Yarattığı değerlerle burjuva kadını ayakta tutan emekçi kadın, yani işçi, köylü ve küçük burjuva kadın kendi cins ve sınıf mücadelesini birlikte verecektir.

Ç. Y.— Demokratik kadın örgütlenmesi ile sosyalist kadın örgütlenmesi arasındaki temel farklılıklar nelerdir? Demokratik kadın hareketinin somutlandığı kadın örgütlerinin yapısı ve kadının bu örgütlenme içinde yerini alışı nasıl olmalıdır?

H. Beskisiz— Sosyalist kadın örgütlenmesi, yapısı gereği kitlesel olamaz. Sınırlarını dar tutmak zorundadır. Bu darlık onun amaçları doğrultusunda hareket yeteneğini arttırır. Bu örgütlenme işçi sınıfı partisinin ideolojisi benimser, partiye sempatizan düzeyde ilişki kurar.

Demokratik kitle örgütleri “DKÖ” ise kitleseldir. Bu yapı içinde işçi, köylü ve küçük burjuva sınıflar kendi talepleri ile yer alabilir. Bu örgütlenmede amaçlardan birisi reformlar için mücadele etmektir. Ancak toplumsal yapıyı değiştirmeye yönelik talepler mücadele içinde amaçlanmıyorsa, reform talepleri bu anlamdaki mücadeleyi darlaştırır ve saptırır.

DKÖ’nün talepleri hiçbir zaman sonuç değildir. Bu taleplerle yola çıkan kitle, düzenle uzlaşmak yerine çelişkilerini açıkça görür ve kavrar. Burjuva demokrasisinin yerleşmiş olduğu gelişmiş kapitalist ülkelerde kitleler bu tür demokratik taleplerle yola çıktıklarında karşılarında daha esnek bir yapı bulurlar. Burjuvazi daha güçlüdür ve oturmuş devlet mekanizmasına güvenmektedir. Ancak burjuva demokrasinin süreklilik kazanamadığı bizim gibi ülkelerde en ufak demokrasi talebi bile düzenle olan çelişkiyi açığa çıkartmakta ve derinleştirmektedir.

İşçi sınıfının mücadelesi DKÖ’lerin geniş kitle eylemlerinden destek alır. Geniş muhalefet gruplan bu tip demokratik örgütlenmelerde kendi sınıfsal taleplerini gündeme getirirler. Yani bu örgütlenmeler yığınların mücadele alanına katılması için birer araçtır. DKÖ içindeki insanlara değişik propaganda ve ajitasyon çalışmaları ile gidilir. Ancak temel amaç, süreç içerisinde örgütün kitlesini toplumsal mücadele alanına aktarmaktır.

DKÖ varlığı gereği faşizme, emperyalizme ve şovenizme karşı olmak zorundadır. Bu onun her tür talebinin dayanacağı temel ilkelerdir. Sağlıklı bir kitle mücadelesi bu ilkeler temelinde şekillenmek durumundadır.

Kadının çifte sömürüye tabi olduğu bugünkü düzende duyduğu rahatsızlıkları dile getirmesi, bu uğurda örgütlenip mücadele etmesi en doğal hakkıdır. Bu bir gerekliliktir. Bu mücadelesini verebileceği en uygun alanlardan birisi de demokratik kitle örgütüdür. Bugün emekçi kadınların yani işçi kadınların, ev kadınlarının, köylü ve küçük burjuva kadınların kadınlık durumlarını reddedip kapitalist toplumun erkek eliyle üzerlerinde kurduğu hâkimiyete son vermek için bağımsız örgütlenmesine sahip olması şarttır. Bu örgütlenme yapısı bilimsel dünya görüşünden ve uzantısı toplumsal mücadeleden ayrı olarak ele alınamaz. Kadın hareketi toplumsal mücadele ile bütünleşebildiği ve hangi sınıftan olursa olsun her emekçi kadının bu mücadeleye çekilebilmesi ile doğru bir zeminde ilerleyebilir. Hedef: Özgül taleplerle bir araya gelen kadınların ortak bir kadın mücadelesinde birleştirilmelerini sağlamaktır.

Kendi örgütlenmesi içinde kadın, sorunları için mücadele ederken kazanmalarını gördükçe gücünü tanır ve dönüştürücü karakterini görür. Kadın hareketi demokratik taleplerde bulunup durumunu güçlendirmeye çalışırken sistemin kendisine karşı olan yaklaşımını görür ve çelişkinin nerede olduğunu bizzat kavrar. Bu noktada toplumsal mücadele ile kendi hareketi arasındaki bağı kurar. Bu ise kadınların karşısına özgül bir kadın sorunu ile birlikte sınıf ilişkileri içinde kadının hareketi sorununu çıkarır. Kadın örgütlenmesi, kadınların hayatın diğer alanlarındaki mücadelelerine engel değildir. Kadın kendi örgütlenmesi için çalışırken diğer demokratik hareketleri de, kazandığı demokratiklik geleneği perspektifinden dolayı destekler. Kadının kurtuluşu sorununu sadece işçi kadının konumuna indirgemek ya da burjuva kadının burjuva anlamdaki özgürlük, eşitlik talepleri ile sınırlamak da yanılgıya götürür. Kadının gerçek anlamda kurtuluşu toplumsal yapının dönüşümü ile mümkündür. Bu noktada kadın mücadelesine egemen olacak perspektif de ancak toplumsal dönüşümleri hedefleyen devrimci ideoloji olacaktır.

Ç. Y.— Demokratik Kadın Derneği’nin kuruluş amacı ve kadın sorununa yaklaşımda dayandığı temeli açıklar mısınız?

H. Beskisiz— Kadın cinsinin ezilmişliğini ortadan kaldırmaya yönelik ve kadının günlük yaşamda karşılaştığı ayrımcı baskıcı uygulamalarla mücadele edebilecek demokratik bir kadın hareketi yaratabilmek amacıyla Demokratik Kadın Derneği’ni kurduk. Kadın sorununa farklı yaklaşımların farklı örgütlenmeler getirmesi doğaldır. Dünyadaki kadın hareketinde de böylesi gelişmeler yaşanmıştır. Son yıllarda ülkemizde kadın örgütlenmesi konusunda yaşanan çeşitliliği bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Kadın sorununa bakıştaki farklılıkların netleşmesi, farklı anlayışların birlikte mücadele edilebilmesinin koşullarını hazırlayacağı gibi ülkemizde bu sorunun derinliğine tartışılabilmesini de sağlayacaktır.

Kadının cins olarak ezilmişliğini yok sayan, toplumsal mücadele ile kadının özgün durumuna yönelik mücadeleyi birbirini dışlayan durumlar gibi gösteren anlayışla, tüm ezilen kesimlerin bu ezilmişliklerinin temelinde yatan gerçeği göz ardı eden anlayış bizce ikiz kardeştir. Birisi sorunun özüne inmez yalnızca görünürdeki biçimine karşı çıkarken diğeri de tüm kadınlara yönelik bir program oluşturma görevinden kaçmaktadır. Kadınların özgül ezilmişlikleri temelinde ayrı örgütlenmesi diğer tüm ezilenlerle ortak hareket etmelerini engellemez. Bizler, kadın olarak yaşadığımız baskılara ve ayrımcı uygulamalara karşı mücadeleyi toplumdaki tüm baskılara ve haksızlıklara karşı mücadelelerin bir parçası olarak algılıyoruz.

Ç. Y.— Toplumsal bir dönüşümün ardından demokratik kadın hareketi varlık nedenini yitirir mi? Çünkü düzen değişikliği kadına yönelik ayrımcı uygulamaların zemini kaldıran yani kadının kurtuluş koşullarını içinde barındıran bir öz taşımaktadır.

H. Beskisiz— Toplumun genel kurtuluşu ile kadının kurtuluşunun koşulları hazırlanmıştır. Kapitalizmde çifte sömürüyle mücadele etmek zorunda olan kadın, toplumsal dönüşümle ekonomik ve toplumsal anlamda bağımsızlığının koşullarını yaratır. Öte yandan, kadın geçmiş toplumsal yapılanmanın miras bıraktığı ideoloji artıklarına karış mücadelesini sürdürecektir. Bunun için kendi örgütlenmesini yaratacak veya devam ettirecektir. Toplumsal dönüşümle birlikte en temel olarak ev işlerinin ve çocuk bakımının toplumsallaştırılması, üretim için eğitimden eşit olarak yararlanılması, ailenin kadını baskı altında tutan, sınırlayan kurum olmaktan çıkarılıp iki insanın karşılıklı gelişimini sağlayıcı yapıya dönüştürülmesi mümkün olacaktır. Değişen altyapı ilişkilerinin şekillendirdiği ideolojinin oluşumunda kadının kendi mücadelesinin payı olacaktır.

Ç. Y. — Feminist hareket hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

H. Beskisiz— Feminist hareket 17. yüzyılda kadınların düzen içi talep ettikleri siyasal haklar mücadelesine dayanır. Gelişen koşullarla birlikte ekonomik ve sosyal zeminde de taleplerle ortaya çıkmış ve mücadelesini sürdürmüştür. Ancak düzen içi taleplerle sınırlı kalması bu taleplerin karşılanmasıyla birlikte hareketin sönmesi feminist hareketin en önemli zaafı olmuştur, öte yandan taleplerin farklı zeminde gelişmesi düzen ile çelişkileri derinleştirmiştir, feministleri daha köktenci tavır almaya itmiştir. Süreç içinde Radikal ve Sosyalist feministler olarak şekillenmeye yol açan bu yeni oluşum kadın sorununu büyük ölçüde ‘erkek egemenliği’ düşüncesine dayandırmasından dolayı feminizmin önemli zaafını devam ettirmiştir.

Sosyalist feminist hareketin teorik zeminindeki karışıklığın pek çok nedeni vardır. Genelde bu hareket sosyalist mücadelenin gerilediği dönemlerde yaygınlaşmıştır. Bunun ilk nedeni, sosyalist mücadele içinde yer alan kadının geri çekilme dönemlerin de hareket içinde kendi konumlarını sorgulama olanaklarına kavuşmasıdır. Daha yaygın ve etkin olan bir diğer neden ise umutsuzluğun, hayal kırıklığının ve yılgınlığın getirdiği kopmalardır. Gerçekten de ülkemizde sosyalist mücadele pratiği kadın sorunu konusunda kendi koşullarına bağlı olarak pek çok eksikliği bünyesinde barındırmıştır. Ancak yapılan hatalar ve eksiklikler sosyalist ideoloji ve onu oluşturan teoride değil, bu ideolojinin pratiğe yansıması sürecinde atılan yanlış adımlarda aranmalıdır.

Genelde feminist hareketin temel özelliği kadınların erkeklere ve erkek egemen topluma karşı birleşmesidir. Sosyalist feminist hareket bu yapı içinde ayrı bir konumdadır. Feminist görüşçe tüm tarih boyunca erkekler egemen olmuştur. Erkek egemenliği ‘psikolojik güç’ mücadelesiyle başlamış ve erkekler bu mücadeleyi kazanmışlardır. ‘Psikolojik güç’ tanımıyla erkeklerin ezen, kadınların ezilen konumlarıyla ilgili olarak sosyalist ideolojinin kadın sorununa bakışındaki eksikliği tamamladıklarını ileri sürmektedirler. Erkek sadece özel mülkiyet ilişkisiyle açıklanan durumla kadını sömürmemekte, sahip olduğu psikolojik güçle kadın üzerinde baskı kurabilmektedir. Sınıfsal konumlan ne olursa olsun tüm kadınlar hatta sosyalist ülkelerdeki kadınlar, erkekler tarafından ezilmektedir. Onların, ezilmişliklerinden kurtulmaları yine tüm kadınların ‘erkekler karşı’ birleşmeleriyle mümkündür.

Burjuva devrimleriyle birlikte tarih sahnesine çıkan kadın, feminist hareket içinde kendi sorunlarına çözümler aramıştır. Bu anlamda feminist hareketin kadının kurtuluşu mücadelesinde önemli bir yeri vardır. Ancak feminist teori erkek egemen ideolojiyi biçimlendiren etkenleri altyapı ilişkilerinden bağımsızlaştırmaktadır. Bu kopukluk son durumda düzenle uzlaşmayı getirmektedir. Bugün İsveç-Norveç gibi bazı kapitalist ülkelerde feministler yeni taleplerle ortaya çıkma gereğini duymuyorlar. Süreç içinde taleplerinin karşılanmış olması bu hareketi gerçekleştirmiştir. Bu durum, kadının durumu kökten değiştiği için değil sadece feminist bakış açısıyla kısmı iyileşmenin gerçekleşmiş olmasına bağlı olarak ortaya çıkmıştır.

Tarih İçinde kadının siyasal hak taleplerinden kadın evlerine varan süreçte düzen içi taleplerle kendini sınırlayan feminist hareket vardığı son noktada teorik bulanıklıktan kurtulamamıştır Kapitalist düzen kadın üzerindeki sömürüyü değişik boyut ve biçimlerde var etmektedir. Bu yüzeydeki değişiklikler için verilen mücadeleler kadın için kısa vadeli çözümler üretmekte ancak bir sonraki durakta çözümsüzlükler yeniden gündeme gelmektedir. Tüm kazanmalara karşın bunun bir kısır döngüye dönüşebilirliği açıktır. Bu kısırlık, bütün kadınların kurtuluşu için yola çıkan feminist hareketin bir grup kadının karşı çıkışma dönüşmesine yol açmaktadır. Kendi sorunları için daha radikal çözümler bekleyen işçi ve emekçi kadın feminist hareketin dar çerçevesinde barınamamaktadır. Sonuç olarak feminist hareket bir grup orta sınıf burjuva kadının kendi sorunlarını toplumdaki bütün kadınların sorunlarıymış gibi göstermeleri ve bunun mücadelesini verdikleri yapılara dönüşmüştür.

Ç. Y.— Bugün uluslararası planda kadın hareketi ile zenci hareketi arasında bağlar kurulmaktadır. İşçi sınıfının mücadelesi ile bu kesimlerin mücadelesi arasındaki ortaklık hangi noktada olacaktır?

H. Beskisiz— Sınıfsal konumlarından dolayı ezilen işçi sınıfı ve emperyalist boyunduruk altındaki ezilen ulusların, ezilmişlik konumları ve mücadele yöntemleri kadının mücadele yönteminden ve ezilmişlik konumundan farklıdır. Kadının ilk sınıflı toplumludan bu yana süren ezilmişlik konumu hem bu konumu yaratan etkenler hem de bu konumu şekillendiren ve sürdüren etkenler bağlamında farklıdır.

Kapitalist toplumlarda işçi sınıfı, yeni bir toplum yapısı için mücadele verir. Ezilen ulus her şeyden önce ulusal birliğini sağlama ve emperyalist boyunduruktan kurtulma noktasında mücadelesini odaklaştırır. Yine kapitalist toplumda köylülük kapitalist ilişkilerin zorlamasıyla kendi yok oluşuna karşı direnir.

Kadın müdahale edilmediği sürece düzenle olan çelişkisini doğrudan algılayabilecek konumda değildir. En başta aile kurumu, kapitalist düzenin kadından elde etmek istediği her şeyi dolaylı olarak aktaran iyi bir araçtır. Bu kurum içinde kadın, onu ezen eş, baba ve erkek kardeşini kapitalizmin ideolojik bombardımanıyla daha yumuşak ve esnek çelişkilerle taşımaktadır. Bu çelişkiler işçi sınıfı ile burjuvazi, ezen ulus ile ezilen ulusun çelişkilerinin derinliğine ulaşamaz.

Öte yandan kadın hareketi cinse dayalı ezilmişliğe karşı çıkarken, zenci hareketiyle pek çok ortak nokta yakalayabilmiştir.

Bunun en çarpıcı örneği ABD’de zenci hareketiyle kadın hareketi arasında kurulan ilişkidir. Her iki hareket de birbirlerine destek olurken özellikle zenci hareketinin kadın hareketine ivme kazandırıcı rolü önemlidir. Zenci hareketi ırk ayrımına karşı çıkar, kadın hareketi ise cins ayrımına karşıdır.

Her iki hareket değişik sınıfsal konumlardaki insanların ortak hareket etmelerini sağlayan bir yapıdadır. Ezilmişliklerindeki bir diğer ortak temel ideolojik yapılanmanın hareket üzerindeki etkisidir. Sorunuza gelince; Ezilen, sömürülen sınıfların olgun bir siyasi bilince ulaşabilmesi toplumsal yapıdaki karşıt sınıflar arasındaki ilişkilerin bilgisine varmasıyla mümkündür. Siyahlar ya da kadınlar gibi toplumsal kategoriler kendiliğinden bu siyasal bilince sahip olamazlar. Bilinci netleşmesi süreci kapitalizmle yüzleşme noktasında ivme kazanır. Her iki toplumsal kategori ezilmelerinin iktisadi ve kültürel temellerinde ortaklaşmaktadır. Ancak ezilmişliklerinin kökenine inmeleri ve sağlıklı çözümler üretebilmeleri sosyalist perspektifin harekete egemen olmasına bağlıdır. Ezilen tüm sınıf ve tabakalarının mücadele perspektifleri işçi sınıfının ideolojisiyle bütünleşmek zorundadır, bir başkasını ezmekte çıkarı olmayan tek güç işçi sınıfıdır. Kapitalist düzenin ezdiği, sömürdüğü sınıf ve tabakalar kurtuluş mücadeleli bu sınıfın hareketiyle bağlarını kurmak zorunda.