EL SALVADOR – Ayşe Tansever

Çağdaş Yol, Sayı 3, Şubat 1988

Giriş

Küba, Nikaragua, El Salvador, Guatemala, Honduras, Belize, Kosta Rika, hepsi birer Orta Amerika ülkesidirler. Küba dışında hepsi birbiriyle iç içe mevzilenmişlerdir. Çok az farklılıkla aynı kültürü paylaşan, aynı dili konuşan küçük küçük ülkelerdir. Biraz hayal gücümüzü zorlarsak, El Salvador Ege bölgemiz olsa, Orta Anadolu Nikaragua. Trakya bölgesi Guatemala, Karadeniz Honduras, Güney Doğu Anadolu ise Kosta Rika olarak gözümüzde canlanabilir. Aralarındaki kilometreleri ve bazı doğa koşullarının engellemesine karşın halklar birbiri ile sürekli iletişim içindedir. El Salvador’un muzu yok, hasat zamanı Honduras’a kır proleterliği yapmaya gidilir. Kahve, pamuk toplama zamanı Nikaragua’da ücretler yüksekse oraya el vermeye koşulur. Somoza Sandinista devrimcilerine saldırı mı yaptı, soluk El Salvador’da, Honduras’ta, Kosta Rika’da alınır ya da zıttı. Halk ve öncüleri sürekli birbirleriyle iletişim ve alış veriş içindedirler.

Bu gerçekler ışığında akla hemen gelen soru şudur. Nasıl olurda Nikaragua’da Sandinista iktidara geliyorsa, aynı şekilde El Salvador’da Farabunda Martı Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMNLF) bu işi beceremiyor ya da Honduras Finans-Kapital’i ABD kuklası kontraları ülkesinde barındıracak kadar gericileşebiliyor? Leninizm’e göre devrimler dışarıdan ithal edilemezler ve ülkelerin kendi özel koşullarına göre biçimlenirler. Bu tez öylesine doğrudur ki birbiriyle bu denli iç içe Orta Amerika ülkeleri için bile geçerlidir. Burjuvazinin ve işçi sınıfının mevzilenişi bazı farklılıklar gösterebilmekte ve bu farkta sınıflar savaşının seyrini ve sonucunu etkilemektedir. FMNLF’nin devrimciliğinden, Sandinista Cephesi’nden dersler hem de çok dersler aldığına hiç şüphe yoktur. Bu dersler ışığında 1980 yılında -1979 Nikaragua Devrimi’nden sonra- çeşitli fraksiyonlar ve Örgütlenmeler birleşmiş 1981 yılında hep birlikte hem kırdan, hem de kentten saldırıya geçmişlerdir, ama yenilmişlerdir. Bu her şeyden önce ülke koşullarının ince detaylarından kaynaklanır. Burjuvazinin farklılığı ve örgütleniş biçimi önem kazanır. Nedir bu farklılık ki, onu şimdilik zafere götürmüştür. Ayrıca köylülük ve işçi sınıfı örgütlenmelerinin birbirinden dersler aldığı kadar burjuvazi de öğrenmekte, yeni yeni asker, politik dövüş biçimler geliştirmektedir. Küba ve Nikaragua Devrimlerinden sadece devrimci ateş almak yetmez onların ülke özgül koşullarına kuyumcu hassaslığı ile yaklaşmak ve sınıflar mevzilenişini berrak görmek gerekir. Yoksa Sandinista devrimcileri gözümüzde ilahlaşır, FMNLF devrimcileri ise yerilir. Böyle bir kestirmecilik dünya devrimci hareketinin tekrar tekrar yenilmesine yol açabilir.

1. Bölüm

“Emperyalizm Gelişigüzel İstilacılık Değildir”

El Salvador burjuvazisinin gelişimini belirleyen en önemli özellik ülkenin coğrafi konumu ve yeraltı, yerüstü zenginliklerinin özelliğinde ortaya çıkar. El Salvador’un Atlantik Okyanusu’nda, Avrupa kapitalizminin yolu üstünde, kıyısı yoktur. Bu onun İngiliz ve İspanyol kapitalist sömürgecilik döneminden az etkilenmesine yol açmıştır. Feodal beyler kıtanın doğusundakiler kadar kapitalizm ile alışverişe girememişlerdir. Karayip Adaları, Güney Amerika’daki gibi altın ve gümüş madenlerinin çok olmaması, gözden nispeten ırak kalmalarına yol açmıştır. Ancak ne zaman ki kahve Avrupa halkları arasında yayılmış, serbest rekabetçi kapital bu işin ticaretinden sermaye devşirmeye başlamış, o zaman tüm Orta Amerika ülkeleri yavaş yavaş kapitalizmin pençesine yakalanmışlardır. Yıl 1850’lerdir.

Aynı yıllarda ABD ilk üretim fazlalığı krizlerinden birine girer. İç savaştan galip çıkan endüstri burjuvazisi meta ihracı için yer aramaktadır. İç savaştan galip çıkma, ülkesinden İngilizleri atmanın verdiği zafer duygusu ile kıtada İngiliz, Portekiz tüccarları ve yerli kıta burjuvazisi arasında arabuluculuk yapmaktan yavaş yavaş vazgeçer ve bizzat kendisi kıtaya açılır 1870-1930 arası ABD kendi topraklarının uzantısı saydığı Güney Amerika ve Karayip Adaları’nı hakimiyeti altına alır. Önce ülkesinde iki okyanusu birbirine bağlayan Pasifik Demiryolu’nu inşa edecek, meta dolaşımı için gerekli alt yapı tesisini kuracak sonra deniz kuvvetlerini geliştirip kıtayı ‘fethe” çıkacaktır.

Bilindiği gibi 1900 başlarına kadar kapitalizm serbest rekabetçi dönemini sürdürür ve sonra emperyalizm çağına girer.

“Emperyalizm gerek sebep, gerek amaç ve gerekse şekilce gelmiş geçmiş bütün imparatorluklardan bambaşkadır. Şöyle ki:

“1- Eski istilacılıklar, bezirgan ekonominin adeta kervan yollarından ilerliye ilerliye açılıp yayılması ve geçtiği yerleri birbirine katmasıydı. Demek eski istilacılığın sebebi sırf ticaret çıkarları etrafında döner dolaşırdı. Emperyalizmde ise sebep Finans-Kapital (mali sermaye) çıkarları yani dünyayı paylaşma ve ilk madde kaynaklarını ele geçirme vs. zorunluluğundan olur.

“2- Eski İstilacılıkların maksatları sadece “cihangirlik” idi. Emperyalizm de bir yere Finans-Kapital uğruna iki amaçla saldırır: a) Dünyayı paylaşmak, b) Düşmanını zayıflatmak amaçlarıyla…

3- Eskiden istilacılığa kalkan Bezirgân imparatorlukları ‘Cihangir’ olurlardı. Yani belli bir çağ içinde parlayan ve yukarıda tek kalan birer yıldız kesilirlerdi…

“Halbuki emperyalizm göğünde yıldız çok. Birbirlerine karşı zıt kamplar kurmuş salgıncı emperyalist devletler boğaz boğaza bulunur. Bu emperyalistlerden birinin yıldızı sönüyor, ötekinin yanıyor değil; tümü de ufak tefek tempo ve ara farkları göstermelerine rağmen birbirlerinden aşağı kalmaz parlak istilacılardır.” (Emperyalizm, Geberen Kapitalizm, Dr. H. Kıvılcımlı, s. 19-21)

ABD Emperyalizmi Amerika Kıtası’nı istila ettiği 60 yıl süresince bu amaçlarını yerine getirmenin zengin deneylerini yaşar. Finans-Kapital çıkarlarını kurar, geliştirir, sağlama alır, yeni-sömürgeciliği hem öğrenir hem de kurar. Avrupa emperyalistlerini kıtadan kovmayı başarır, kovamadığı yerde anlaşır. Ülkelerdeki şirketleri, toprakları; gümrükleri, mâliyeyi, hükümetleri ele geçirir. ABD’nin bu işleri başarmasında komutan olan Smedley D. Butler emekliye ayrıldıktan sonra 1935’te, yaptıklarını övüne övüne şöyle anlatıyor:

“Bu ülkenin en başarılı kuvvetlerinde, deniz piyade sınıfında asker olarak otuz üç yıl, dört ay geçirdim. Asteğmenlikten tüm generalliğe, hiyerarşinin bütün basamaklarında bulundum Bütün bu süre boyunca, çoğu zaman büyük iş adamları, Wall Street ve bankerler hesabına, kısacası kapitalizm hizmetinde, kiralık katillik yaptım. Örneğin 1914’te Meksika, daha doğrusu Tampico’nun Amerikan petrolcülerinin çıkarlarına kurban edilmesine yardım ettim. Haiti ve Küba’nın, National City Bank’ın faizini kolayca toplayabileceği yerler olmasına yardım ettim 1909’Ia 1912 arasında Nikaragua’nın tasfiyesinde uluslararası Brown Brothers Bankası’na yardım ettim. 1903’te Kuzey Amerikalı meyve üreticileri yararına Honduras’ın sindirilmesine yardım ettim.” (The Story of The Wealth of Nations kitabından aktaran Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano, Alan Yayıncılık 1983, s. 115)

Hangi “babayiğidin” haddine düşmüş o zamandan sonra emperyalizmin yaptıklarını bu kaçar açık anlatmak. Bunun nedenlerine geçmeden önce ABD Finans-Kapital’inin amaçlarına hizmet için bu ülkelerde gerçekleştirdiği yatırımlara değinelim.

“Kahveyi limanlara taşımak amacıyla ulusal sermayeyle bazı demiryolları yapılmıştır. Kuzey Amerikan girişimcileri, bunlara da el koyup yalnızca kendi ürünlerini taşımak üzere yeni demiryolları kurdular. Aynı zamanda elektrik, posta, telgraf, telefon ve en az bunlar kadar Önemli olan politika tekellerini de oluşturdular. Honduras’ta ‘bir eşek bir milletvekilinden daha pahalıya gelir.’ Tüm Orta Amerika ülkelerinde, Birleşik Devletler elçileri, başkanlardan daha fazla söz sahibidirler. United Fruit Co. muz üretimi ve ihracatında rakiplerini ezerek Orta Amerika’nın en önemli üreticisi olmuştur. Şubeleri, demir ve deniz yollan nakliyatını ele geçirmiş, limanları da tekeline alarak özel gümrüğünü ve özel güvenlik güçlerini kurmuştur. Dolar, bu ülkelerin resmi parası haline gelmiştir.” (ay, s. 114)

Sonuç olarak 1850’lerden başlayarak kapitalist üretim biçimi Orta Amerika’ya girmeye başlamıştır. Ancak başta serbest rekabetçi ABD burjuvazisi sonra da emperyalizmin tekelci burjuvazisi hiç te burada kendi ülkelerindeki gibi, bir önceki feodal ilişkileri tasfiye etmemişlerdir. Hatta latifunda ağaları ve tefeci-bezirganı yedeklerine alarak yeni sömürgecilik koşullarını kurmuşlardır. Başka bir değişle feodalizmin kölecilik yapısı ile burjuvazinin ücretli köleciliğinin en zalim yanları üst üste rezonansa gelmiş, kırda sınıflaşma görülmedik boyutlara sıçramış, kırlar kır proleterleri ile dolmuştur. Kırlara giden yollar üzerinde de pamuk ve kahvenin dış dünyaya ulaşmasında aracı olan burjuva sınıfı cılız da olsa oluşmaktadır.

“Ekilmemiş, sahipsiz ya da Kilise’ye ve Devlet’e ait geniş topraklar özel mülkiyetin eline geçti. Yerlilerin yerleşimleri çılgınca reddeden köylüler zorla orduya alındı, (kentte sanayi kurulmayınca, bn.) plantasyonlar birer Kızılderili mezarı oldu. Sömürge yönetimi, zorla çalıştırma ve serseriliği önleme yasaları ile birlikte dirildi. Kaçak işçiler kovalanıyor, üzerlerine ateş açılıyordu. Liberal hükümetler, ücret sistemini getirerek çalışma koşullarını yenileştirdiler. Ama ücretliler kahve üreticilerinin mülkiyetine giriyordu. Yüzyıl boyunca, fiyatların yüksek olduğu hiçbir dönemde, ücret düzeyinde bir iyileşme görülmedi. İşçiler yoksulluk içinde sürünmeye devam ettiler. Ülkede tüketimi bir iç pazarın doğmasını engelleyen etkenlerden biri buydu. Kahve üretiminin ölçüsüz genişlemesi, her yerde olduğu gibi, iç pazara yönelik besin maddeleri üretimini köstekledi. Bu ülkeler, sürekli olarak, pirinç, kuru fasulye, mısır, buğday, tütün ve et kıtlığına katlanmak zorunda kaldılar. Büyük toprak sahiplerinin verimli topraklan ele geçirip yerlileri attıkları yüksek, engebeli arazilerde çok küçük ölçekte bir tarım yapılabildi ancak, ekim ve hasat zamanlarında oralara inip ücretli olarak çalışan yerliler yılın geri kalan zamanında da dağlarda yaşarlar. Minik bir toprak parçası üzerinde yaşamalarına ancak yeten mısır ve kuru fasulye üretirler. Dünya piyasasının işgücü rezervini oluştururlar.” (ay, s. 113-114)

1920-30 yıllarına gelindiğinde ABD’nin eski sömürgecilik koşullarında ülke halklarının vardığı nokta budur.

2. Bölüm

Diktatörlükler

1920’lerden itibaren kıtada köylü İsyanları orada burada patlamaya başlar. Meksika’da Zapata tüm kıtaya adını duyurur. Nikaragua’da, Öğrencisi Sandinista, ABD askerlerine karşı en ilkel araç, gereçle ama en cesur biçimde dövüşe girişir. El Salvador’da Farabundo Marti tüm köylülüğü peşinde sürükler. Bunlar ABD’nin artık Orta Amerika’yı eskisi gibi sömürmeyeceğinin işaretleridir. Köylü isyancıların pek ilgisi olmasa da Marksizm’i ilke etmiş, bir ülke Lenin öncülüğünde 1917’de iktidarı almıştır. Tüm bu dış etkenler ABD’yi yeni bir dış politikaya zorlamaktadır. Ayrıca 1929 yılı emperyalizmin en büyük İlk krizinin başladığı yıldır. Borsalar alt üst olmuş, kara Eylül yaşanmıştır. Emperyalizm feodal türünden bir ‘‘fetih’’ ruhunun kendisi İçin ne kadar riziko olduğunu anlamıştır. Gerisinde Finans-Kapital ağları ile bağladığı diktatörlükler bırakarak ülkeleri terk eder. ABD Finans-Kapital’i ile latifunda sahibi feodal beyler arasında emperyalizmin ördüğü ağı göremeyen köylü isyanları birer birer bastırılır.

Guatemala’da Jorge Ubico, Honduras’ta T. Carias, El Salvador’da Maximiliano H. Martinez yaklaşık yirmişer yıl tam bir feodalizm despotluğu ve kendilerinin ve ABD Finans-Kapitalinin çıkarlarını korurlar. Martinez insanlıktan hiç nasibini almamış, yarı büyücüdür. “Bir karıncayı öldürmek bir insanı öldürmekten daha ciddi bir suçtur, çünkü insan öldükten sonra yeniden dirilir, karınca ise bir kez yaşar ve ölür” ilkesini bayrak eder. (Time muhabirinden aktaran ay, s. 118) Elli yıl önce esirliği yakalamış “özgürlükçü” “insan haklan savunucusu” ABD Finans-Kapital’i işte böyle diktatörlüklerle ancak, çıkarını koruyabilir.1950 yıllarında II. Dünya Savaşı bitmiş, dünyamızda ulusal kurtuluş savaşları ateşi cayır cayır yanmaktadır. ABD savaştan galip çıkmış sermaye ihraç etmek için yeni yöntemler aramaktadır. Ama sermaye korkaktır. Ancak devlet güvencesi onu yüreklendirir. ABD II. Dünya Savaşı öncesi tüm Latin Amerika’yı Hitler Faşizmine karşı bir askeri dayanışma altında birleştirebilmiştir. Şimdi bu ittifakı yeni sermaye ihracı için de basamak olarak kullanır. Orta ve Latin Amerika’ya ABD sanayii hızla akmaya başlar.

El Salvador’da modern anlamda sanayileşme bu tarihlerde başlar. Sanayi burjuvazisi gelişmeye bu tarihlerde başlar. İktidar 14 aile arasında paylaşılır. Bu nedenle tüm Latin Amerika’da El Salvador sözcüğü 14 anlamına gelen “Las Catorce” sözcüğü ile bir anlamda eştir. Eski latifunda ağaları tefeci-bezirgânlık aynı feodalizmde olduğu gibi kendi kolluk kuvvetleri olan Ulusal Muhafızlara sahiptir. Her bir ağa kendi muhafız gurubunu oluşturur ve besler. Halka kan kusturan bunlardır. Ama bilindiği gibi burjuvazinin can ve malının koruyucusu kurum Ordu’dur. Burjuvazi bu görevi devlet kurumu haline getirecektir. Çünkü devleti ele geçirecektir. El Salvador’da 1980’e kadar ABD’nin desteğindeki Ordu hep ikinci planda kalmış kıtanın diğer ülkelerindeki gibi iktidarda ve halk muhalefetinin bastırılmasında başrolü oynamamıştır. Bir anlamda bu feodalizm kalıntılarının nasıl etkin olduğunun göstergesidir. Sanayi burjuvazisi dizginsiz gelişememiş hep latifunda ağalarının, tefeci bezirgânlığın baskısı ve güdümünde kalmak zorunda kalmıştır.

1959 Küba Devrimi sonunda ABD kıtaya rüşvet olarak yeni sermaye akıtmak zorunda kalır. Sanayileşmenin artması bilindiği gibi sınıflaşmayı da arttırır. Şimdi bu sanayileşmenin 1970’lere gelindiğinde kırda yarattığı sınıflaşma şemasına bir göz atalım. (Tablo 1)

TABLO I

Toplam nüfus içinde payı (%) Toplam üretimden aldığı pay (%)
Topraksız-4 hektar
Toprak sahipliği 86 24
4-35 hektar toprak sahipliği 11 29
35 hektar ve üstü 3 47
(Kaynak: El Salvador. Freiheitskâmpte in Mittelamerika, Rodrigo Jokisch 1981 s. 169)

Toprak Dağılımı

Günümüze kadar tekelleşmenin arttığını rahat rahat varsayabiliriz. 4 hektarlık toprağın verimli Orta Amerika topraklarında bile bir aileye yeteceğini varsaymak iyimserliktir. Yani kır nüfusunun %86’sı kır proleteridir. Ve bunlar toplam üretimin ancak bir çeyreğine sahiptir. Olaya birde başka acıdan bakalım. Tarımda çalışan nüfus 636.617 kişi olarak verilmektedir. Bu rakamın %86’sı 547.491 kişi eder. Toplam çalışan nüfus ise 1,6 milyon olduğuna göre demektir ki bunun 1/3’ü kır proleteridir.

4-35 hektar toprak mülkiyetinin ise toplam üretimden aldığı pay %29’dur. Buna da rahatça orta köylülük diyebiliriz. Tablonun 35 hektarlık toprak mülkiyeti rakamı ise biraz bizce kaba bir tasniftir. İçinde latifunda ağalığı ve büyükçe toprak mülkiyetini gizlemektedir. Genelde El Salvador’un ekilebilir topraklarının %55’inin %2’den az bir nüfusun elinde olduğu bilinir. Ancak İleride değineceğimiz toprak reformunda ele alınan rakam daha açıklayıcıdır. Bu projede “1250 hektardan fazla 376 çiftliksin topraksız köylüye dağıtılması öngörülmektedir. Yani El Salvador’un kırlarının asıl sahibi işte bu 376 ailedir. Çevresindeki tefeci-bezirgânlık ve modern toprak sahipliği ile rakam olsa olsa %2’lik orana ulaşabilir.

1968’lerde El Salvador tuvalet kâğıdı ve kibritin % 100’unu ABD’den dövizle ithal eder. (Kaynak: El Salvador: Freihetts kämpte in Mittelamerika 1981, s. 175) Çünkü El Salvador’da Nikaragua gibi bunların hammaddesi kereste, yani büyük ormanlar yoktur. Onun yerine tekstil, gıda ve kimya sanayi ağırlık kazanır. Sanayinin yarıdan fazlası da ABD tekellerinin, özellikle United Fruit Co. elindedir. Şimdi GSMH içinde sektörlerin ve işgücünün yapısına bakalım. (Tablo II)

TABLO II

Sektörler GSMH İçinde Sektör

Payı (%) 1984 yılı

İşgücü payı

(%) [1980)

Barındırdığı Nüfus
Tarım 20,6 40 636.617
Madencilik 0.2 0.3 4.394
Manifaktür 15.5 15.5 247.621
İnşaat 3.2 5.0 80.089
Kamu hizmetleri 2.5 0,6 9.681
Taşıma habercilik 4.2 4.1 65.593
Ticaret 25.6 16.1 256.086
Finans 8.8 1.0 15.863
Kamu idare, savunma 11.1 15.7 250.158
Hizmetler 8.3
Diğer 1,7* 27.251*
Kaynak, Britannica World Data, 1987. s. 638
*İşsiz içinde

El Salvador manifaktür endüstri üstünde duran orta gelişkinlikte ama Orta Amerika’nın en gelişmiş sanayi ülkesidir. Ülke topraklarının bizim Trakya bölgemiz kadar olduğu, üzerinde 5 milyon nüfusun barındığı yani nüfus yoğunluğunun Orta Amerika için en yüksek ülke olduğu düşünülürse bu biraz da kaçınılmazdır.

Sektörel açıdan yukarıdaki tabloyu incelersek nüfusun %40’ını barındıran tarım GSMH’nın ancak %20’sini oluşturur. Yani El Salvador bu açıdan bir tarım ülkesi değildir. Ama ihracatının %100’ü bu sektördendir: Sanayi sektörünün payı madencilik ve manifaktürü toplarsak %15,7’lik payı oluşturur. Bu iki sektörün ve el sanatlarının üstünde durduğu ticaret %25,6’lık payı ile en gelişkin alandır.

Ülkeye işgücü açısından bakarsak şu tabloyu çizebiliriz. %40 kır nüfusu, %15,7 asker, %16,1 tüccar ve %25,5 işçi ve memur. Bu son grubun içine madencilik, manifaktür inşaat, kamu hizmetleri ve taşıma, haberleşme sektörlerini koyduk. Bu yüzdeleri rakamlaştırırsak, kentte işçi ve memur olarak çalışan nüfus 407.378’dir. Bu rakama yukarıda çıkarttığımız kır proleteri sayısı 547.491’ı eklersek 954.869 elde ederiz. Yani kabaca sınıflar mevzilenişi ortaya şöyle çıkmaktadır. 1 milyon işçi memur ve köylülük ile 250 bin el sanatları ve tüccar ve 250 bin asker ve bürokrat. El Salvador devrimi açısından Önemli olan da bu 1 milyonluk kent ve kır proleterinin örgütlenmesidir.

1970’lerden başlayarak tüm Orta Amerika ülkeleri gibi El Salvador ekonomisi de krize girer Tarım fiyattan tüm dünyada düşer. Kahve, pamuk gibi bir iki kalem tarım ürününe dayalı ekonomiler için bu döviz gelirlerinin düşmesi demektir. Sanayi yenilenmek istemektedir. İşsizlik ve devalüasyonlar baştan dar olan iç piyasayı daha da daraltmaktadır. İktidar ülkeyi eskisi gibi yönetememektedir. Bunun politika sahnesindeki yansıması burjuvazinin bile çığlık atmasına yol açar. Sanayi burjuvazisinin partisi Hıristiyan Demokratlar, sosyal demokratlar ve Komünist Parti ile “Ulusal Muhalefet Birliği” ittifakını kurarlar. Hıristiyan Demokrat Parti lideri Jose Napoleon Duarte -şimdiki başbakan- 1972 seçimlerine toprak reformu talebi ile girer ve büyük bir çoğunlukla iktidara gelir. Ama büyük latifunda sahipleri tefeci-bezirgânlık ve ona bağımlı Finans-Kapital hemen bir darbe ile kendisini indirirler. Duarte soluğu Meksika’da alır. Aynı şey 1976 seçimlerinde bu kez Albay Molina tarafından savunulur ama sonuç farklı değildir.

Burjuvazinin Nikaragua’dan Aldığı Dersler

1979 Temmuz’unda Sandinista Cephesi Somoza faşist diktatörünü devirince ABD’nin önemli bir kalesi düşer. 20 yıl sonra ABD ikinci darbeyi yemiştir. Tüm Orta Amerika kaynamaktadır. Nikaragua ateşi her yere kıvılcım saçmıştır. Nikaragua mutlak geri kazanmalıdır. Ama o günkü güçler dengesi ABD’nin direkt bir müdahalesine imkân vermez, öyleyse ne yapmalıdır? FMNLF liderlerinden biri o dönemde ABD’nin taktiğini şöyle çiziyor:

“Bu durumda (devrimci bn.) süreci durdurmak için tüm Orta Amerika devrimini yok etme girişimleri vardır ve bunların en duyarlı noktası El Salvador’da yoğunlaşmaktadır. Birleşik Devletler inanmaktadır ki, El Salvador’a müdahale daha kolay uygulanır ve bu ülkede karşı devrim daha kolay zafere ulaşır. El Salvador’a bir müdahaleden yola çıkarak sorun genelleştirilir, yaygınlaştırılır ve savaş bölgesel hale dönüştürülebilir. Böylece Kuzey Amerika halkı ve dünya kamuoyunda ABD’nin Nikaragua ve bütün Orta Amerika’ya müdahalesi haklı gösterilebilir.” (El Salvador’da Devrim, Yarın Yayınları s. 18-19)

Peki ABD El Salvador’a nasıl müdahale edecektir? Nasıl bir halka yakalayacaktır? ABD Nikaragua’dan çok şeyler öğrenmiştir. Somoza’nın devrimci kabarışı Önleyememesi, tekelci burjuvaziyi de anti-Somozacı yapıyordu. ABD’nin bir darbe yapmasından her gün söz ediliyordu ama sonu gelmiyordu. Vahşi burjuvazi tüm ikircikliğini gösteriyor, bir tekelci-burjuvaziye bir devrimci güçlere doğru yalpalıyordu. Sonuç neydi? ABD ve tekelci burjuvazi Somoza’ya tabi oluyorlardı. İdaresizlik, iktidarsızlık sürüp gidiyordu. Sonuç burjuvazinin yenilmesi olmuştu. ABD emperyalizmi ve yerli iktidarların aldığı bu dersler ışığında El Salvador’da yürüttükleri politik ve pratik adımları irdeleyelim.

a) Politik alanda

ABD, Nikaragua’da beceremediğini El Salvador’da başarır ve 3 ay sonra bir darbeyle İktidarı devirir, yerine ordunun ağırlıkta olduğu bir Cunta kurulur. Cuntanın ömrü uzun olmaz ama açıklanan hükümet programı, burjuvazinin iktidarda bir süre daha kalmasını garanti eder. Cunta 3 temel reform yapacaktır. 1. Toprak reformu, 2. Bankaların %55’nin millileştirilmesi. 3. Dış ticaretin devletleştirilmesi. Evet, yanlış yazmadık, tam da Sandinista’nın reformuna benziyor değil mi? Bu elbette iktidardaki 14 aileyi çok korkutur ve hemen karşıdevrim yaparlar ve 2 yıl boyunca reformları uygulamamanın bin bir taklasını atarlar. Ama ABD açısından bu pek de önemli değildir. İktidar istediği kadar kaynasın, burjuvazinin elindedir.

ABD’yi böyle bir reform açıklatmaya zorlayan nedir? En başta halk muhalefetinin gücüdür, diğer yandan ABD’nin çaresizliğinin işaretidir. Sandinista’nın halklarda yaktığı kıvılcımı söndürmek için başvurduğu bir aldatmacadır. Halkı şaşırtmadır. Bunu ilk defa dönememektedir. 1960’larda Kennedy Küba devrimi sonrasında kıtada yükselen halk muhalefetini bahane ederek daha çok sermaye isteyen kıta iktidarlarına toprak ve mali reform yapma koşulu ile sermaye vaat etmiştir ve sonuçta hazırlanan reformlar hiçbir işlev görmeden rafa kalkmıştır. Aynı şekilde Vietnam’da toprak, reformu yapılmış daha doğrusu yapılamamıştır. ABD baştan bu reformun nerelere gideceğini çok iyi bilmektedir. Bakın bir Sovyet yazarı Kennedy’nin amaçlarını nasıl açıklıyor.

“İlerici İttifak (kıta ülkelerinin o zamanki ittifakı, bn.) çerçevesinin politik alanında ABD ittifakı bazı sınırlı sosyal reformlar yapmak ve böylece halkın anti-emperyalist ve anti-feodal duygularına karşı bir sibop sağlamaya çalışıyordu. Geleneksel müttefikleri -daha gerici burjuvazi (tekelci burjuvazi bn.) ve toprak sahibi çevreler (latifunda ağalan ve tefeci bezirganlar bn.) ile bağlarını koparmadan, ABD, yanına ulusal burjuvazinin daha liberal kanadını- (aydın ve vahşi burjuvalar bn.) orta tabakaları ve köy aydınlarını almaya çalışıyordu. Kır burjuvazisi İle yeni bir şekilde işbirliği sağlanabilirdi. “… Latin Amerika iktidar sınıflarına Küba’ya yapacağı saldırıda destek sağlamak için verilen bir çeşit rüşvettir. (Pan Americanism: Its Essence and Evolution, Moskova, 1982, s. 92)

Kısaca ABD Küba Devrimi sonrası kıtada yürüttüğü politikanın aynısını, ama bu kez bizzat devrim yapan ülkeye müdahale ederek değil -çünkü ağzının payını almıştır- komşu ülkeye müdahale ederek uygulamaktadır. Şimdi olmayacak bu reformlarla Nikaragua’da saflarına çekemediği yaban burjuvaziyi, küçük burjuva tabakaları, burjuva aydınlarını yanına destek alacaktır. Zaten burjuvazinin canının yongası olan malına dokunacak herhangi talepte yoktur. Banka ve dış ticaret bu kesimin elinde olmadığı gibi, elinde olanlardan bizzat sanayi burjuvazisi yaka silkmektedir. Gerçekten de ABD’nin taktiği tutar. Komünistlerle işbirliğinde olan Duarte’nin partisi ittifaktan kopar ve iktidarın eski üyeleri ile işbirliğine girer. 1972’lerin reformcusu Duarte sürgünden geri döner. Ordu mensupları ile ilişkileri pekiştirir. ABD hep Duarte’ye oynar ama kazın ayağı başkadır. Duarte’nin arkasındaki halk desteği kalkmıştır. Eskiden yüz binleri sokağa dökerken Cunta sonrası düzenlediği gösteriye sadece yakın çevresi gelir. Halk burjuvazinin reformlarına kanmaz. Ama emperyalizm çoktan yenildiği El Salvador’da iktidar günlerini 7 yıldır böylece uzatmaktadır.

Latifunda ağaları, tefeci bezirganların ve tekelci sermayenin “kapitalizm elden gidiyor”, Ordu’nun ise “Bunlar (reformlar bn.) sizin hayat sigortanızdır” dediği reformlar ise kooperatiflerin finans zorluğu, kredisizlik ile iflasına, yoksul köylünün ise tefeci bezirgâna biraz daha borçlanmasına, büyük bir kısmının da Ulusal Muhafızlarca tehdit edilip, sürülüp Öldürülmesinden başka bir sonuç doğurmamıştır.

b) Askeri alanda

ABD’nin Ordu’yu iktidara getirmesinin önemli iki nedeni vardır. Başta da söylediğimiz gibi Ordu’nun içinde nüfuzu fazladır. İkincisi Ordu şimdiye kadar Ulusal Muhafızlar kadar halk gözünde deşifre olmamış, yıpranmamıştır. El Salvador’a hemen askeri yardım hızla artar. Araç gereç, Vietnam’da deneyim kazanmış danışmanlar yollanır. Askerler hemen ABD’nin üslerinde eğitime alınır, sayıları arttırılır.

Fakat önemli olan yürütülen taktiktir. Bilindiği gibi Santinista’yı zafere götüren kentlerdeki ayaklanmalardır. Kırlardan gelen devrimci ordular, kentlerdeki yeraltı örgütlenmelerinin desteği ile halkı ayaklandırıp iktidarı almışlardır. İşte ABD şimdi bu iki gücün birbiriyle olan bağını kopartmayı planlar. Kentleri, devrimciler kuşatmadan El Salvador Ordusu denetimine alacaktır. Ancak sonra devrimcilerin hakim olduğu üslerine girilecektir. Ama bu taktiği de yoklaya yoklaya yürütür çünkü işçilerin örgütlenme gücünü somut olarak görmek zorundadır.

1980 Mart’ında latifunda ağaları, başpiskopos Romero’yu öldürtürler, Romero askerleri halkın yanma almak için açıktan açığa mücadele etmektedir. “Kilise adına size sesleniyorum! Askerler, öldürme emrine uymayın.” “Reformlara kan bulaştı, hayır gelmez” diye seslenmektedir. Cenaze törenine 80.000 kişi katılır ama Nikaragua’da benzer bir olaydaki gibi grevler başlamaz. Altı ay sonra iktidar temsilcileri ve devrimci örgütlerin 6 lideri ABD elçiliği aracılığı ile toplanmaya karar verirler. Devrimci liderlerin hepsi katledilir. Bu da grevlere yol açmaz. Bütün bunlar burjuvazi açısından kentlerdeki devrimci Örgütlenişin eksikliğinin birer işaretleridir.

Sonuç da ABD kent ve kır bağlantısını koparma taktiğinde başarı kazanır. El Salvador Komünist Partisi Genel Sekreteri Schafik Jorge Handal o günleri şöyle değerlendiriyor: “FMLNF, önemli bir gelişme gösterdi. Ancak FMLN’nın başkent ve diğer kentlerdeki politik eylemleri azaldı. Bunun nedeni, düşmanın halk üzerindeki zorbaca baskılarında aranabilir. Ancak yalnızca bu değil. Aynı zamanda politik mücadele biçimindeki değişiklikler ve kentlerdeki koşullara uyma çabası da var.” (El Salvador’da Devrim, s. 29) ABD desteğindeki Ordu kentlerdeki baskısını artırdı ve kitle terörü uygulamaya başladı. Ama yenilginin nedenini Devrimci Halk Ordusu’nun (ERP) lideri Jouquin Villalobos şöyle değerlendiriyor:

“Başpiskopos Romero’nun öldürülmesi, kitlelerdeki tepkiyi en üst düzeye getirdi. O zaman herkes bir ayaklanma bekledi. Devrimci hareket, askeri eylemlere gerek olmadan kırsal kesimi paralize edebilirdi. Disiplin yetecekti, çünkü işçi ve memur örgütlerinin yüzde 90’ı devrimci hareketin talimatlarını izliyordu. Orta tabakalar, işçi hareketi ve öğretmenler ile kırsal kesimdeki güçlü kitle hareketleri için devrimci bir yönetim vardı. Bunun kanıtı Mart ve Haziran’daki grevlerdir. Bunlar kırsal kesilmede yayılmıştı.

“Eksikliğin kitlelerin desteğinde olduğu söylenemez. Düşman sistematik kitlesel teröre başlamıştı ve devrimci hareketin elinde, kitlelerin ayaklanmasını sağlayacak yeterli askeri güç bulunmuyordu.

“Aynı zamanda, devrimci hareket içindeki birliği politik çizgide bir birliğe dönüştüremedik. Bu, bir ayaklanma stratejisinin ve bir politik-askeri stratejinin yanlışlarını açıklıyor. Kitleler kendilerini koruyacak olanlardan daha etkin askeri varlık ve nitelik istiyor. Bunu mücadelenin daha üst bir aşamasına erişebilmek için istiyorlar.” (ay, s. 102-3)

Görüldüğü gibi ABD desteğindeki gerici iktidar güçleri El Salvador’da atak davranmış, Sandinista’yı zafere götüren kırlardan kentlere saldırı ve kent halkının ayaklanması ile ordunun lojistiğinin önünün tıkanıp parçalanması ve iktidarın devrilmesi safhasına geçmeden saldırmıştır. Ve devrimci hareket kitle desteğine sahip olduğu halde devrimciler arası birleşmenin olmayışı askeri-politik stratejisizlik yenilgiyi getirmiştir. O günden sonra iktidar, arkasında ABD’nin tam desteği ile silahlanmasını, teknik bilgisini, asker sayısını görülmedik derecede arttırmış ve arttırmaktadır. Bu terörün sonucu nedir? 1980-85 yılları arasında 50.000 kişi ölmüş, 1 milyonun üzerinde insan ise mülteci olarak başka ülkelere göç etmiştir. (International Affairs, 11/1985, s. 47) Yoksa “Onlar (FMNLF) ülkelerindeki zorlu mücadele koşullarına mükemmel adapte oldular, ABD öğretmenliği altındaki Salvador Ordusu’nun tüm taktik ve stratejilerine karşılık verebiliyorlar, dahası hiçbir dış yardım almadan sonsuza kadar verecekler.” (Fidel Castro ile bir konuşma, Editora Politica, La Havana, 1985, s. 39)

Bölüm III

Farabundo Martı Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMNLF-RDF)

1980 Nisan’ında işçi sendikaları, sol kanat Hristiyan partileri, öğrenci memur, esnaf derneklerinin katıldığı Devrimci Demokratik Cephe (RDF) kurulur. Sonra 10 Ekim’de 5 örgüt ve partiler aralarında birleşirler ve Farabundo Martı Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMNLE)’yı kurar ve RDF’e katılırlar. Bu örgüt ve partiler şunlardır: 1. Halk Kurtuluş Güçleri (FPL) (en geniş tabana sahip) 2. Devrimci Halk Ordusu (ERP) 3. Ulusal direniş Ordusu (FARN) 4. Salvador Komünist Partisi (PSC) 5. Orta Amerika Devrimci İşçi Partisi (PRİC). Liderleri yürütme komisyonunu oluşturur, RDF ise 7 üyesi ile tüm FMNLF’nın politik sözcülüğünü yapar. 20 ülkede temsilcilikleri vardır. Fransa, Meksika ve Sosyalist Enternasyonal kendilerini taraf olarak resmen tanımıştır.

Devrimin Yolu-Silahlı Mücadele

Devrimin nasıl yapılacağı, barışçıl yoldan devrim, silaha sarılma, gibi tartışmalar El Salvador’un devrimci literatüründe 1970’lere kadar uzun boylu yer kaplar. 1930 yılında kurulan Salvador Komünist Partisi (PSC), Küba Devrimi’nin öğrenci gençlik içinde yaktığı ateş ile bir bunalıma girer. İlk fokoculuk deneyimi 1959-60’larda başlayıp iki yıl içinde, önde gelen siyasi liderlerin sürülmesi ile son bulur. Sandinista devrimcileri gibi kırdan kente sonra tekrar kıra gibi uzun boylu gerilla pratiğine izin veren boş alanlar, engin ormanlar bulunmayışı, ülkenin bir ucundan diğerine ulaşan karayolları ağının sıklığı El Salvador devrimcilerini kısa zamanda yığınların içine itmiştir.

“Gerilla birliklerinin oluşturulmasının ilk aşamasında ne orman alanı ne de gerekli tenha yerler vardı. El Salvador’da devrimci hareket tabanını kırsal alana yönelttiği zaman oralarda da kentlerdeki gibi gizlenerek çalışmak zorundaydı. Çiftliklerde çiftçilerle kenetlenmek ve onlara askeri eğitim vermek zorundaydık. İkincisi, sabahın saat 3’ünde kentlerdeki gibi güvenlik önlemleri vardı. Bunlar kesinlikle dezavantaj değil ama avantaj da değil. Çünkü biz çiftçilerle birlikte ortaya çıktık ve onlarla birlikte geliştik. Hiçbir zaman kitlelerden soyutlanmadık. Elbette düşmanın terörü yüzünden kentlerdeki kitlelerin katılımında azalma oldu. Bu durum, ayaklanma için koşulları kötüleştirse de yeni bir biçimde, halkın katılımı olmadan kurulamayacak bir halk ordusunun oluşmasını engelleyemedi.

“El Salvador devrimci hareketi, topoğrafik dezavantajların ve yüksek halk yoğunluğundan kaynaklanan zayıflıkların çözümünü bulmuştur. Bu çözüm, halk hareketinin örgütlenme derecesindeki yükseklikte, halkın devrimci görevlere yoğun olarak katılımında, yeni katılım biçimlerinde bulunmuştur.” (ay, s. 106)

Salvador’da gerilla hareketi baştan Küba’daki gibi silaha sarıldığında kitlelerle kenetlenmek zorunluluğunu hemen anlamıştır. O zamana kadar kitlelerle şöyle ya da böyle ilgilenen Komünist Parti içinde çalışmak zorunda kalınmıştır. Ama Komünist Parti tüm ülkelerde görülen legalizm, bürokratizm, ekonomizm batağındadır. Bugün FMLNF içinde en yaygın tabanı olan Halk Kurtuluş Güçleri (FPL) lideri, 1983’te ölen Cayenato Carpio eski bir fırın işçisidir. Küba devriminden önce Küba’da çalışmıştır. Gelip ülkesinde fakoculuk yapar, çıkmazını görünce KP içinde sendika örgütleme görevini üstlenir. Bağımsız sendikalar kurar ve “Federasyon bir yıl içinde çoğunluğu ele geçirdi ve 14 sendikadan 147 sendikaya yükseldi.” (ay, s.66) Ama koşullar legal grev yapmayı o kadar zorlaştırır ki hemen kitlelerin silahlı mücadeleye itilmesi gerekir. “Gençliğin bir bölümünün silahlı mücadeleye eğilim duymasına karşı Parti’nin bu konumları mahkûm edip uygulayanları düşman olarak nitelemesini, bunlara düşman gibi bakmasını endişeyle izliyordum.” (ay, s. 69-70) “1968 Mart’ında yayınlanan bir Parti belgesinde, genel bir ayaklanmayla kazanılan devrimci iktidarın korunması dışında, bu ülkede bir gerilla savaşının mümkün olmadığı belirtilmişti.” (ay, s. 94) 1970 yılında Parti’den kopuş başlar. Kopanların amacı mücadeleye kent gerillacılığı ile başlanmasıdır. Sonra kırlara, daha sonra dağlara yayılınılacaktır.

Politik-Askeri Örgütlenme

Halk Kurtuluş Güçlerinin çekirdeği olan 7 kişi politik-askeri bir örgüt kurarlar ve bunun stratejisini çizerler. Mücadelenin tüm biçimlerinin kombinasyonudur.

“(Bu) Politik değişimin silahlı eylemlerle bağlantılı olması ve başlangıçta ilk olarak kalan tüm mücadele biçimlerinin kombinasyonu(dur). Silahlı mücadele, başladığında, henüz ülke düzeyinde uygulanmasa ve henüz belirleyici olmasa da, bütün sürecin belirleyici faktörüdür. Yani, temeldir, diğer mücadele biçimleri silahlı mücadeleyi rayına oturtmak içindir.”

“Bu kavram (politik-askeri örgüt) parti çizgisinin İnkârı anlamında ele alınamaz, tersine bu çizgi içinde halka doğru çizgiyi ve katılımının iki yanını açıklamak zorundaydık. Kitlelerin mücadelesi ve silahlı mücadele. Bunların ikisinin de bu örgüt tarafından yönlendirilmek zorunda oluşu.

“Politik-askeri örgüt kavramı ile militarizm içinde ya da yalnızca politik yönleri dikkate alan sağ sapma içinde zayıflamaktan kaçınmaya çalıştık. Ancak bu kapsamlı bir çizgi olarak anlaşılmazsa, militarizmin ağır yanlışları içine düşünebilir. Başlangıçtan beri askerliği, bilinçli olarak politikliğin başka araçlarla, askeri araçlarla tamamlanması biçiminde gördük.

“Aynı biçimde, başından beri halkın bu davayı kendi ellerine alması ve silahlı mücadelenin gerçek yürütücüsü olması gerekliliğinin de bilincindeydik. O zaman kitlelerin mücadele içine çekilmesi konusunda geniş deneyimlerden yararlandığımızdan, özellikle bürokratizme karşı deneyimimiz olduğundan, önümüze fazla güçlük çıkmadı. Halkın savaşı yürütmesi zorunluluğuna ve silahlı grupların halktan soyutlanmış, devrim için halkın elinden almış kahramanlar olarak düşünülmemesi gerektiğine inanıyorduk.

“…Politikanın savaşın amacı konusunda temel olduğunu ve askerliğin politikanın alt düzenlemesi ve sınıf mücadelesinin politik yönünün bir parçası olduğunu biliyorduk.” (ay, s. 70-71)

Devrimin barışçıl olmayacağı, olamayacağı Latin Amerika Ülkeleri gibi emperyalizmin baş güdücüsü, ABD’nin burnunun dibindeki ülkeler için o kadar apaçıktır ki, bugün bu ülkelerin komünist partileri kendilerine çekidüzen verme, reformizmin, sosyal-demokrasinin peşinden ayrılma savaşı içinde bulurlar kendilerini. Belki de bunların başını El Salvador Komünist Partisi çekecektir. Liderleri J. Handal’ın bu konuya ilişkin yazısı ilginçtir:

“İktidar için mücadele sorunu birçok başka sorunla özellikle devrimin yolu ve biçimi sorunuyla bağlantılıdır. Eğer, Latin Amerika’da sosyalist devrimin olgunlaştığı görüşünden yola çıkılırsa, burjuvazinin iktidarını elinden almak ve onun bürokratik-askeri aparatını parçalamak gerekmektedir. Bugünkü koşullarda -bu koşullar uzun erimde değişmez kalacaktır- buna barışçı yoldan ulaşılamaz. Bu Latin Amerika’da zafere ulaşmış iki silahlı devrim ile Şili ile Uruguay gibi gelişmiş demokrasilere sahip iki ülkede barışçıl yol denemelerinin yenilgisindeki deneyimlerle kanıtlanmıştır…

“…Bana göre, Latin Amerika’daki devrim için barışçıl yol, reformizm ile sıkı sıkıya bağlantılıdır.

“…

“El Salvador Komünist Partisi’nin deneyimlerine göre, birçok faktör saflarımıza reformist görüş ve düşünceler getirmiştir.

“Belli temel sorunlarda yanlış değerlendirmeler, doğrudan yanlış olmasa da, iktidar sorunuyla ve devrimin biçimi ve yolu ile ilgili teorik-ideolojik zayıflıklar: buna ek olarak bizim de içinde olduğumuz birliğin 11 yıllık zaman akışı içinde demokratik birlik partilerinin görüş etkileri var. Bizi baştan atmak için cesur ve güç önlemler uygulanmasıyla bağlantılı olarak, derin bir özeleştiri isteniyordu.” (ay, s. 85-87)

S. J. Mandal 1964’ten sonra seçimlere katılma nedenlerini, bunun işçi sınıfına getirdiği yararları Lenin’den alıntılarla ispatlamaya çalıştıktan sonra devam ediyor:

“Seçim kampanyalarımızda seçim sandıklarından iktidar beklememek gerektiğini, seçimlerin iktidar yolunda bir adım olarak görülmesi gerektiğini ve iktidarın başka mücadele biçimleriyle ele geçirileceğini söylüyorduk. Bu, gittikçe daha geniş halk yığınlarının silahlı mücadeleyi desteklemeye yönelmesine ve artan sayıda insanın silahlı örgütlerin üye ve savaşçıları olarak katılımına yarar sağlıyordu.

“Ancak, 1977 Şubat’ında bu noktaya ulaşıldığı zaman Merkez Komitesi politik komisyonu silahlı mücadeleyi, halkın politik mücadelesini güvenceye almak için benimsemesine karşın, bu kararı pratiğe geçirmek için iki yıl geçmesi gerekti. Bu gecikmenin nedenlerini ortaya çıkarmak için, çözümlemeci ve özeleştirel büyük çabalara gerek duyuldu. Silahlı mücadele konusunda alman kararın uygulanmasını zorlaştıran engeller bulunuyordu.

“İdeolojik engellerden de söz etmiştim. En önemli örgütsel engel, burada yatıyordu. Parti yetkilileri, partinin beyni, çatısı ve sinir sistemi olan ve merkezi bütün kararların hazırlayıcı ve uygulayıcısı durumundaki ulusal yönetim kadroları ve orta düzeydeki kadrolar ne silahlı mücadeleye geçiş için nasıl örgütlenmesi gerektiğini ne de bunun politik mücadeleyle bağlantısının nasıl kurulacağını bilmiyorlardı. Yetenekleri, tümüyle tek yönlü olarak gelişmişti. Yetkililerimiz, silahsız kitle mücadelelerinin yönlendirilmesi konusunda çok yoğun ve hatta çok yaratıcıydılar. Propaganda, ajitasyon, demokratik birlik partileriyle ortak faaliyetler, üniversiteler ile faaliyetler… ama mücadelenin daha yüksek biçimlerine geçiş konusunda hazırlıklı değildik.

“Bir askeri komisyon kurmuştuk ama parti yöneticilerinin hiçbiri -ki bu belirleyiciydi- silahlı mücadele biçimlerinin nasıl uygulamaya konulacağını bilmiyordu. Parti yönetimi bu engeli aşmak için, Nisan 1979’da illegal olarak yapılan VII. Parti Kongresi’ndeki kararlar ışığında cesur adımlar attı.

“Askeri komisyonu parti üyelerinden ayrı bir askeri örgüt halinde oluşturmak, o zaman mücadele için sır dolu bir örgüt biçiminde kurmak düşüncesinden vazgeçildi. Yaşam göstermişti ki, bu biçimde bir örgüt kurulamazdı. Askeri komisyondaki yoldaşlarımız bu konuda sorumlu değildiler, çünkü bu durum, kesinlikle tamamen aşılamayan reformist görüşlerle bağlantılı olarak, parti kadrolarının zayıflığının belli bir sonucuydu.

“Ancak, eğer askeri komisyon bu askeri örgütü kurabilseydi, o zaman çok büyük bir sorunla karşı karşıya kalırdık. Kardeş partilerin -özellikle Orta Amerika’dakilerin deneyimlerine göre, böyle bir askeri örgütün oluşturulması askeri komisyon ile partinin diğer yönetim unsurları arasında çatışmalar yaratacaktı. Burada kimin haklı kimin haksız olduğu konusundan bağımsız olarak, partinin zamanı gelse de silahlı mücadeleyi örgütleyip yönetecek yeteneği parti bütünlüğü açısından bir sorun ortaya çıkacaktı.

“Bu sorun şöyle çözülebildi: Parti, tüm mücadele biçimlerini birbiriyle bağlantılı ele alarak yalnızca politik mücadeleyi değil, askeri mücadeleyi de uygulayacak, yönetecekti. Bu amaca ulaşmak için cesur adımlar atmak zorundaydık.” (ay, s. 89-91)

Bildiğimiz kadarıyla bugün yeryüzündeki çoğu ülke komünist partileri reformizm batağındadır. Bu onları, iddia ettikleri gibi işçi sınıfının öncü partisi olmaktan alıkoymakta burjuvazi partilerinin kuyrukçusu haline getirmektedir. Ancak halk hareketinin iyice yükseldiği, bunu yönlendirecek, onu gerçekten yönetebilecek devrimci örgütlenmelerin çıkmasından sonra ister istemez, El Salvador örneğinde gördüğümüz gibi, yeni yönelişlere, kendini revize etmeye itilmektedirler. SKP’nin devrimin yolu konusunda vardığı silahlı mücadele konağının, FMLNF’nın en güçlü Örgütü Halk Kurtuluş Ordusu’nun politik-askeri örgütlenme biçiminden görünüşte pek bir farkı yoktur. Ve ne yazık ki ancak olayların bunca zorlamasından sonra, 1980 sonunda bir cepheleşme sağlanabilmiştir, ancak ondan sonra solun birliği sorunu çözebilmiştir.

Sosyalizm, politikanın bir sınıflar savaşı olduğunu kabul eder, elbette bu savaşta devrimciler ya olgunlaşırlar ya da erir giderler ama bu onların kişisel gelişmeleri dışında bulundukları sınıf ve tabakalaşma ile de ilgilidir. Hiç şüphe yok ki yukarıda anlatmaya çalıştığımız SKP’nin devrimci saflaşa doğru adım atışının sınıfsal değerlendirmesi, 1980 yılı sonrası güçler dengesinde, küçük-burjuva kuyrukçuluğunun çıkmazının İyice ortaya çıkmasında yattığı gerçeğindedir. Aydını ile işçi aristokrasisi ile küçük burjuvazi gerçekten proletarya ve köylülüğün arkasına geçmekten başka yol bulamamıştır. Ancak ondan sonra devrimin yolu gibi, devrimci güçlerin birliği gibi, iktidar sorunu konusunda da doğru bir çizgiye oturtulabilmiştir.

İktidar Sorunu

Latin Amerika’da yaşanan iki devrim bu konuda komünist partilere de çok şey öğretmiştir. İkisinde de komünist partiler öncülük görevini yerine getirememiştir. Küba’daki devrim bir sosyalist devrimdir. Ayrıca “Küba devriminin deneyimleri, yankee emperyalizminin gittikçe artan karşı devrimci eylemlerine karşı kendini savunmak için, ekonomik-sosyal değişimlerde hızlı bir radikalleşmenin gerekli olduğunu gösterdi.” (ay, s. 82) Oysa Nikaragua Devrimi bir anti-emperyalist demokratik devrimdir. “Nikaragua’nın sosyo-ekonomik değişimlerin gidiş ve derinliğini frenlemek zorunda kaldığı güncel deneyimleri ise bizim tarafımızdan temsil edilen tezin yeni bir kanıtını oluşturdu.” (ay, s. 82) SKP lideri bu iki devrimin, yani sosyalist devrim ile anti- emperyalist devrimin arasında ayrılmaz bağlantılar olduğunu ve bunların iki ayrı devrim değil, devrimin iki yolu olduğunu söyledikten sonra “Bugün bulunduğumuz noktadan geleceğe bakacak olursak devrimin demokratik anti-emperyalist niteliğini görürüz” diyor.

Küba Devrimi devrimcilere sosyalist devrim için öncülük etmiştir ama ne yazık ki devrimin Leninizm’in söylediği ülkenin özgül koşullarına göre farklılık göstereceği tezi sadece içi boş bir dogma olarak alınmıştır. Öte yandan iktidarda kalmanın iktidarı almaktan daha zor olduğu tezi de fazla abartılmıştır. Bu dogmaları yıkan Nikaragua Devrimi’dir. Nasıl? Nikaragua’da devrim gerçekleştiğinde sanayisi en az gelişmiş ülkelerden biriydi. “Devrim zafer kazandığı zaman Nikaragua Küba’dan çok daha az kalkınma düzeyindeydi. Küba o zamanlar bir endüstriyel kalkınma düzeyine ulaşmıştı. Daha geniş bir işçi sınıfı, daha çok da tarımsal işçisi vardı. Devrim zafer kazandığında Nikaragua Küba’da endüstriyel ve ekonomik açıdan çok daha geri bir ülkeydi. Nikaragua’da hâlâ daha çok el sanatları var ve çok insan küçük ticaretten hayatını kazanıyor. Devrimimiz Küba’da zafere ulaştığındaki gibi kalkınma düzeyi yok; koşullar farklı.” (Fidel Castro, EFE basın ajansıyla yaptığı mülakat, s. 32-33) İşte Nikaragua Devrimi ta baştan bir ülkenin ekonomik kalkınma düzeyinin devrimde tutulacak yolu nasıl değiştirdiği örneğini somutlaştırırken öte yandan tüm küçük burjuvazinin kurtuluşunun da işçi sınıfının ve köylülüğün peşinde olduğu mesajını da Latin Amerika ülkelerine iletiyordu. Şimdiye kadar Küba örneği sosyalist devrim yolu yerine yeni bir örnek ortaya çıkıyordu.

Solun Birliği Sorunu

“FMLNF için birlik sorunu da önemlidir. Biz bir parti değiliz. Her biri silahlı güçlere sahip beş partiden oluşuyor FMLNM, devrimci güçleri bir araya getirmek için yürütülen büyük çabaların sonucudur. Sonun da devrimci güçlerin birliğine ulaşılabildi. Ülkemizde FMLNM’nın dışında kalan hiçbir gerçekten hiçbir devrimci güç yoktur. Bu şimdiye kadar başka hiçbir yerde görülmemiş, çok önemli bir sonuçtur. Nikaragua’daki durum da sorun farklıydı. Orada, belli bir dönemde üçe ayrılan ve daha sonra (1979 Mayıs-Haziran’daki zafere ulaşılan nihai saldırıda kısa süre önce) birleşen tek örgüt, Nikaragua Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN) vardı.” (ay, s. 30-31)

Elbette ki solun böyle birlik içine girebilmesi kendi başına bir zaferdir. Nasıl sağlanmıştır? En başta önemli olan solun bölünmüşlüğünü bir keyfilik ya da kişilerin özel çıkar ve istekleri dışında nedenlerde aramalıdır. “Çünkü özgül nedenler nesnel nedenlerden doğmaktadır. Bunların kökleri, sınıfsal yapıda ve orta derecede gelişmiş kapitalizmin kendine özgü toplumsal görüntülerinde ve özellikle bağımlı kapitalizmde aranmalıdır.

“Bu gelişim aşamasında, üretim biçimi ve devlet üst yapısı, kapitalizm öncesi toplum biçimlenmesi ya da ön kapitalizmi içermekledir. El Salvador’da ’50’li ve özellikle ’60’lı yıllarda bağımlı kapitalizm hızlı bir gelişme süreci göstermiştir. Bu süreçler yeni toplumsal tabakalar yaratmıştır. Bunlar göze alınmadan, bugün El Salvador da faaliyet gösteren güçlerin durumu anlaşılamaz.” (ay, s. 94-5)

Bu sınıf ve tabakalaşmaların da elbette sosyo-ekonomik nedenlerle birbirinden farklı talep ve özlemleri vardır. Bu farklı kesim ve tabakalardan gelen devrimcilerin de ayrı ayrı örgütler kurmaları, sınıf analizlerini bu açıdan yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Ancak bu gerçeklik kavrandığında bir birleşme söz konusu olabilirdi.

En az bunun kadar doğru olan da parti veya örgütlenmelerin kendi hatalarını görebilecek düzeye sıçramalarıdır. SKP lideri bu konuda ileri bir adım attıklarını şöyle dile getiriyor: “Sağımızdaki bütün unsurları bunların ortaya çıkışlarını ve önemlerini bilmemize karşın, solumuzdaki güçlerin varlığını ve niteliklerini anlamak konusunda yeteneksiziz. Aynı biçimde, bunların somut tarihsel önemi ve onlara karşı görevlerimizi de bilmiyoruz.

“…

“Bu görüntü birçok faktörle ortaya çıktı. Ancak en önemli faktör, -her durumda olmasa bile- genel de solcularımızın, gerçekten devrimci bir mücadeleyi yürütmek için silaha sarılmalarıydı. Bu arada, politik görüşlerinde birçok tipik sol radikal yanlışlar yaptılar. Komünistler bunlara karşı sert tavır aldılar; ancak belli bir noktada haklıydılar. Latin Amerika ve üçüncü dünyanın birçok bölgesinde devrimci yoldan silahlı mücadelenin örgütlenmesi ve yürütülmesi için çalışıyorlardı. Yanlışları onları yok olmaya götürmediyse de, mücadelelerinde yavaş yavaş yenilgiyi öğrendiler. Politik yanlışlarını düzeltiyorlar ve sol çocukluk hastalıklarından kurtuluyorlar. Bazı başka örgütler kendilerini düzeltmeseler bile, bunu saptıyoruz. ” … “Komünistler tarafından istenen solcuların birliği için mücadele de, ancak somut bir çizgi, yanlışların aşılmasına yardımcı olabilir ya da en azından bu süreci hızlandırır. Ancak komünistler, kendi yanlışları olan reformizmi aşmadıkça, bu görevi yerine getiremezler.

“Reformizm aşılana dek, komünistler ve silahlı solcular arasındaki ilişkiler -pratikte reform ile devrim arasındaki durumu yansıtır. Açıktır ki reformistler eri iyi başka reformistlerle anlaşırlar. Bu, benim görüşüme göre, biz Latin Amerikalı komünistlerin sağımızdaki güçlerle niçin sol güçlerden daha iyi anlaşabildikleri sorusunun açıklamasıdır. ” (ay, s. 92-4) Görüldüğü gibi SKP kendi reformizm hatasını kabul ederken, bu gidişin kendilerinin solundaki güçlerin sol çocuklarının payım da gözardı etmeyerek birlik sağlamasının önüne doğru bir temelde değerlendirmektedir.

“El Salvador Komünist Partisi bu biçimde devrimci bir yönelim gösteren Latin Amerika’nın tek komünist hareketi değildir. Orta ve Güney Amerika’da çok sayıda parti silahlı mücadele ve devrimci güçlerin birliğinin gerekliliğini kabul etmiştir. Bu hareketimizi derin bir bunalımdan çıkarmak için bir taarruzdur. Bizler önce bu hastalıktan kurtularak, devrim için mücadeleye dikkate değer bir katkı sağlayacağız.” (ay, s. 100)

Bölüm IV

Mücadelenin Seyri

Yukarıda değindiğimiz gibi Nikaragua Devrimi, özünde tüm Orta Amerika’nın devrim kabarışının yüksek olduğu bir momentte patlak vermiştir ve bölge iktidarları ABD emperyalizminin korumacılığı ve güdücülüğü altında hemen atağa geçmişlerdir. El Salvador’da 1979 Ekim Cuntası’nın kuruluşu bunun ilk somut adımıdır. Henüz devrimci güçler Nikaragua Devrimi’nin derslerini özümsemeden karşı güçlerin saldırısı ile yüz yüze kalırlar.

El Salvador devrimci güçleri birliği FMLNF ancak 1981 yılında nihai zafer parolası atar ama başarılı olamaz. FMLNF için 1981 yılı El Salvador’da devrimci savaşın başladığı yıl olarak kabul edilir. O günden beri de hareket giderek yükselmekte, yeni bölgeler ve zeminlere tırmanmakta, çeşitli biçimler ve taktiklerle devam etmektedir. En başta şunu ortaya koymak gerekir ki bugün El Salvador’da diğer Orta Amerika ülkelerindeki gibi Afganistan’daki gibi “ilan edilmemiş” bir savaş sürmektedir. Bu savaşın iki tane karşı karşıya gelmiş ordusu vardır, iki tarafın hakim olduğu bölgeleri vardır.

“Politik eylemler için koşullar ve fırsatlar açısından bakılırsa, bugün ülkemizde üç bölge bulunuyor.

“Bir yandan FMNLF’nın denetiminde olan bölgeler var. Buralarda kitle hareketi güçlü ve yalnızca genç gerilla savaşçılarında değil, halkın büyük bölümünde kabul görüyor. Kitleler bizi destekliyor; denetimimizdeki bölgelerin, bizim deyişimizle destek üslerinin savunması için mücadele veriyor. Eğer ini destek olmasaydı, FMLNF şimdiye dek çoktan yok edilirdi.

“Bir de düşmanın mutlak egemenliğinin olmadığı, ama bizim de yeterli denetim sağlayamadığımız henüz üzerinde mücadele edilen ara bölgeler var. (Kurtarılmış bölgelerden söz etmiyoruz. Çünkü bütün ülke kurtarılamadan tam kurtarılmış bölge olmaz ve olmayacaktır.) Bu bölgede, destek üslerimiz bulunuyor ve yiyecek depolarımız vs. var. Eğer düşman buralara girerse, beklemediği bir direnişle karşılaşabilir. Bunlar ne bizim ne de düşmanın kapsamlı denetim kurabildiği bölgelerdir.

“Sonra başkent, diğer kentler ve ülkenin doğusunun bir bölümünü, kapsayan, düşman denetimindeki bölgeler var. Buralarda düşmanın denetimi güçlüdür.”…

“Politik mücadele olanakları, bu bölgelerin her birinde farlıdır.” (ay, s. 29-30)

Çizilen bu harita 1981’den beri devrimciler lehine sürekli olarak değişmektedir. 1980’de iktidarın saldırısı ile kemlerdeki hareket zayıflamış, devrimcilerin denetimindeki yerlerde çekilme yaşanmıştır Ama bu savunmaya daha elverişli bölgelere çekilme anlamındadır. Yazımızın başından beri vurguladığımız gibi devrimcilerin kaçış alanlarının olmaması kitlelerle birlikte hareket etmeyi zorunlu kılmaktadır. “Devrimci hareket kendi hinterlandını (geri cephesini bn.) kurmak zorundaydı.” (ay, s. 117) Savaş düşmanın eylem ve saldırılarına göre şekil alıyordu.

1981 Ocak ayında devrimci güçler saldırıya başlarlar belki nihai zafer parolası gerçek- j esemez ama Temmuz ve Ağustos eylemleri devrimci hareketin savaş inisiyatifini eline almasının başlangıcıdır. Yavaş yavaş ele geçirilmiş bölgelerde sosyo-ekonomik düzen kurulmaya başlar. Devrimciler buralarda kendi halk iktidarlarının kurulmasına yönelirler. Birimlerin kendilerini beslemeleri, ekonomik faaliyetlerini yürütmeleri doğrultusunda çeşitli önlemler alınır. Ayrıca devrimciler orada yiyip içecek ve eylemlerini devam ettireceklerdir. Halk arasında milis güçleri kurulur. Yönetimden eğitime sağlık hizmetlerine hepsine çeki düzen verilmeye çalışılır.

Devrimci hareketin gerilla saldırıları biçiminde yükselmesi karşısında Ordu da çeşitli taktik değişikliklere gitmek zorunda kalır. 1953’ten başlayarak ABD’nin Vietnam’da uyguladığı CONARA planı kırsal pasifikasyon taktiği kullanılır. “CONARA cazadores (avcılar bn.) becerisi üzerine oturur büyük, atik davranabilen birlikler gerillaların hakim olduğu alanlara arayıp-tahrip etme operasyonları ile girerler ve klinik, okul, su, toprak dağıtımı gibi temel hizmetlerin uzatılabilmesini (halkın kontrol altına alınması okuyun bn.) ye ordu geri çekildikten sonra bölgeyi kontrol edecek sivil savunma güçlerinin eğitilmesini öngörür.” … “Başta başarı haberleri geldi ama 1984’ün başında gerillalar tekrar eyalete girmişti ve yılın sonunda sanki CONARA hiç olmamış gibiydi. (Latin Amerika and Carihbean Contemporary Record, 1984-85, s. 486) Emperyalizminin kendi ağzından durum böyledir. CONARA’nın başka bölgelerdeki uygulamaları başarısızlıkla sonuçlanır.

“En az son iki yıldır FAES (El Salvador Silahlı Kuvvetleri bn.) subayları arasında 1500-6000 kişilik büyük birliklerle sadece gün ışığında (9.00-17.00) arası savaşmak isteyenlerle ABD stratejisini benimseyenler arasında kesin bir ayrılık vardı. Seçimlerden sonra (1985 Mart) COIN stratejisini benimseyen subaylar Savunma Bakanlığı ve yüksek komutanlık gibi anahtar görevlere getirildikten sonra bu ayrılık ortadan kalktı.

“COIN stratejisi 3 bölümden oluşuyordu: (1) Sivil-askeri eylem, CONARA tarafından yürütülüyor ve giderek daha çok psikolojik operasyon içeriyordu. (2) Sivil halkın izolasyonu. (3) FMLNF üslerinin tahribi ve yok edilmesi. Bunları başarabilmek için ABD askeri danışman, malzeme, eğitim yardımlarını belirli bir şekilde arttırdı. Honduras’dan Panama’ya kadar gece gündüz keşif uçuşlarını yoğunlaştırdı.” … “CONARA programı başarı kazanamadı, tüm stratejide yeni bir uygulama yapıldı. FAES’ler gene bu kez daha yoğun hava desteği ile büyük operasyonlara girişip, asileri (siz devrimci okuyun bn.) barınaklarından çıkarmaya çalıştı.”

“ABD Savunma Departmanı rakamlarına göre UH-IH helikopterleri ve A-37 saldırı uçaklarının -El Salvador’un saldın yeteneğinin çekirdeği- ortalama uçuş saati 1983 Temmuz’u-1984 Şubat’ı arasında ayda 220 saatin üstüne çıkmıştır. Jane’s Defense Weekly 1983 yılında ayda 19 hava saldırısına karşı yalnız 1984 Temmuz’unda 74 hava saldırısı olduğunu bildiriyor.” (ay, s. 486-7) ABD desteğindeki El Salvador Ordusu artık yoğun biçimde hava saldırıları kullanmaktadır. Sivil halkı gerillalardan arındırma taktiği iflas etmiş ve tüm yerleşim bölgelerini havadan bombalamaktan başka yapacak şeyleri kalmamıştır. Bu iktidarın bu bölgeleri kaybettiğinin ve devrimci güçlerin zafer yolunda olduklarının kendi ağızlarından ifadesidir. 1985 yılında El Salvador’dan dönen İngiltere İşçi Sendikası lideri Tom Sawyer ülkenin 2/3’ünün FMLNF elinde olduğunu söylüyordu. Bu gerçeklik ve FMLNF’nin sürekli barış çağrıları, karşı tarafı oyalamak ve bölgedeki savaşa karşı Aşanda yükselen demokratik-devrimci baskıları susturmak için iki taraf arasında sonuçsuz bazı görüşmeler olmuştur. Geçtiğimiz Eylül ayı içinde 5 bölge ülke liderlerinin imzaladığı Guatemala anlaşmasını, bölgede dış müdahalenin kaldırılması kararını da bu gerçeklik içinde değerlendirmek gerekir.

Şu anda El Salvador iktidarı genelde kentlerdeki zoru ile durmaktadır ve her geçen gün bunun da altı kazılmaktadır. Buraların kan damarı sanayi her geçen gün gerilemekte, ülke ekonomisi felç durumundadır. Sanayi yenilenmek, yeni yatırımlar talep etmektedir ama FMLNF güçlerinin “ülkeyi kurtarmak için tahrip edin” parolası ile köprüler, yollar, elektrik, su kanalları fabrikalar sabote edilmekte bu da burjuvazinin hem yeni yatırımlar yapma keyfini kaçırmakta hem de var olanları yitirmektedir. Çoğu yerli parababaları savaş ekonomisinin çarklarından kazanç elde etme yörüngesine oturmuştur. Özünde iktidar, kentlerde çoktan savaşı kaybetmiş silah gücü ile durmaktadır.

Peki, nihai zafere nasıl ulaşılacaktır? Kentlerdeki bu ur nasıl atılacaktır? Şurası kesindir ki Nikaragua gibi olmayacaktır, olamayacaktır. “Yani Sandinistalar bir kentin bir semtini bugünden yarına almayı kararlaştırdılar ve bu süre içinde bu semtin kitlesini kazandılar. Sonra onların güvenliği için askeri birlikler geldi. Bu değişik bir güçler dengesi, değişik bir durumdur. Bu bizde böyle yürümez. Biz kendi özgüçlerimizden, silahlı güçlerimizin gereksinimlerinden, bölgelerin özelliklerinden, cephane artışından yola çıkmak zorundayız. Böylece hareketimiz somut olarak planlanmış olur. Bütün bu faktörler bir eylem sırasında bir araya gelirler. Kitleler; bir ayaklanmadakinden değişik biçimde katılım gösterirler, bunun için ordumuz zaman zaman düzenli adımlar atabiliyor.

“…

“Kitleler savaşın son aşamasında hangi biçimde yer alacaklar? Bunu önceden görmek güç. Öncelikle yinelemek istiyorum. Kitleler devrimci süreçten hiçbir zaman kopmadılar. Onlar olmadan, bugün sahip olduğumuz güçlü bir halk ordusunu yaratacak duruma gelemezdik. Ama kitleler bir ayaklanma biçiminde mi, yoksa bir genel grevle mi ya da devrimci orduya yoğun biçimde katılarak mı mücadelemizde yer alacaklar, bu henüz bilinmiyor.” (El Salvador’da Devrim, s. 120-122)

Sonuç

Nikaragua Devrimi Orta ve Güney Amerika’da yeni ve Küba örneğinden farklı bir devrimci ateş yakmıştır. Küba Devrimi bir sosyalist devrimin ABD’nin burnunun dibinde dimdik durabileceğini kanıtlarken, Nikaragua Devrimi devrim yolunun ülke koşullarında somutlandığını gözler önüne sermiştir. Şimdi genel olarak tüm devrimci güçler bu dersler ışığında saflarını sağlamlaştırıyorlar.

Öte yandan ABD ve bölgedeki temsilcisi iktidar güçleri de kendi derslerini çıkarmışlar ve El Salvador’da yeni bir taktikle, kentleri ne pahasına olursa savunma, böylece iktidarda kalabilme mücadelesini vermektedirler. FMLNF güçlerinin önünde duran işte bu katmerli emperyalizm direnişini kırmaktır. Onların bu direnişi kıracaklarına ve Orta Amerika’da özgür ve barıştan yana yeni bir ülke olacaklarına hiç şüphe yoktur. Ve gelecek bu devrim yalnızca Amerika kıtasına değil tüm dünya devrimci güçlerine yepyeni şeyler öğretecektir.

VENCEREMOS!