HALKIN GENİŞ KESİMLERİNE ULAŞMADA DEVRİMCİ EĞİTİMİN UYGULANIŞI VE HALK ÖNDERLİĞİ ÜSTÜNE – Ahmet AYDEMİR

Çağdaş Yol, Sayı 7, Mayıs 1989

Sosyalist mücadelenin önemli bir alanı olan eğitim çalışmasına, buraya kadar söy­lediklerimizle kanımca bir açıklık getirmiş oluyoruz. Hiç şüphesiz bir faaliyetin nasıl yürütüleceği üstüne yazmak, pratiğini yürütmekten her zaman daha kolaydır. Pra­tik karşımıza bin bir zorluklar ve ayrıntılar­da koyuyor ve koyacaktır, iyi bir eğitimci­nin görevi zorlukları aşmayı ve ayrıntıları us­taca işlemeyi bilmektir. Çoğu zaman ayrın­tıların önemli olmadığı fikri pratik faaliyet­te bir düzleşmenin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Yaşamın kendisini hiçbir alanda ka­lıba vurmak mümkün değildir. Biz de bu­rada sadece; sosyalist mücadelede akıp gi­den eğitim sürecinin genel doğrultularını ve perspektiflerini ortaya koymaya çalıştık. Bundan öteye söylenecekler fantezi kabi­linden şeyler olabileceği gibi, pratik müca­delenin sonsuz şıkta ayrıntı ve zorluklarını da yazmaya kalkmak gibi bir ütopizm olur­du.

Bugün sosyalist hareketimizin önünde­ki temel görev daha da militan bir kimliğe ulaşabilmektir. İnsanın yeteneklerine olan derin inancımız, onun var oluşundan gü­nümüze ulaşıncaya kadar sergilediği muazzam gelişmelerde ifadesini buluyor. Dev­rimci mücadelede ise, kahramanlığın, direnişin, inanca bağlılık ve özverinin günü­müzde de neredeyse sınır tanımayan ör­nekleri vardır. Hele 12 Eylül sonrasının o zifiri karanlığında, toplum düşkünlüğün ve çürümenin en uç tipleriyle karşılaştığı gibi, direnişin doruğuna ulaşmış halk önderle­rine de tanık olmuştur. İşte günümüzde bu karanlık bir ölçüde yırtılmış ve gözlemleri­mize biraz ışık ulaşabiliyorsa, halkını gerçek­ten temsil edebilmiş bu değerler sayesin­dedir. Devrimle karşı devrim bu yüce kişi­liklerin şahsında çok elverişsiz koşullarda amansız bir boğuşma içine girmiştir. Fiziki anlamda kayıplar ne olursa olsun, kazanan kesinlikle devrimcilik olmuş ve rejimi pek çok çelişkisiyle birlikte iflasın eşiğine getir­miştir.

İşte biz bugün devrimci eğitimden, yenileşmeden ve militanlaşmaktan söz ediyorsak hiç şüphesiz temel alınması veya ulaşılması gereken nokta budur. Hedefimiz, direnişleriyle önemli oranda rejimi aşılmayla karşı karşıya bırakan, bugünün ve gele­ceğin çözümleyicisi HALK ÖNDERİ sıfatı­nı kişiliğine egemen kılmış kadro ölçüsü­ne ulaşmak olmalıdır. Rejimin bize dayat­tığı yaşam bile sayılamayacak, sıradanlığın, dümdüz ve hiçbir soylu çabanın sahibi ol­madan ortalıkta sürünmenin karşıtını koy­maktır. Bu da ancak her düzeyde önderleşmekle, halk önderliği düzeyine ulaşabil­mekle mümkün olacaktır.

Halk önderliğini elbette salt eğitimle ula­şılabilecek bir durum olarak da görmemek gerekir. Ama bu yönde var olan eğilim ve yetenekleri eğitimle işleyerek geliştirmek zo­runludur. Bugün doğal önderlik denilen durumlar da söz konusudur. Pek çok işçi için “doğal işçi önderi” nitelemesi kullanılı­yor. Bunlarla tanışıldığında, kişiliğinde başta alçak gönüllülük olmak üzere pek çok olumlu özelliğe tanık olunacaktır. Halkımız, kesinlikle, kendisine yukardan bakan un­surlara bilgi birikimleri ne olursa olsun ge­nellikle, vezirle köylü olan babasının ara­sından geçen konuşmayı içeren fıkrayı an­latır. Bir şeyler biliyor ama en baştan adam olamamış der. Rejimin 12 Eylül’den bu ya­na alabildiğine kendini kurumlaştırdığı ve zora dayalı otoritesini pekiştirmekten bir an bile geri durmadığı göz önüne getirilirse, yukarıda bir örneğini vermeye çalıştığımız olumsuz kişilikle solcu da olsa bir yerlere varabilmek mümkün değildir. Sosyalizmin yüceltici, eğitici ve örgütleyici etkisiyle, hal­kın tarihin derinliklerinden gelen değerle­rinin birleştirilmesi bizi gerçek halk önder­liğine ulaştırır. Buna bir kez ulaşıldı mı da, kitlelerin öğretmeni ve öğrencisi, onlarla kopmaz bağlara sahip, devrimci örgütlenmeleri yaratma ve geliştirmenin ana halkası yakalanmış demektir.

Biz, halk önderliğinden bahsederken, elbette ki “doğal önder” tanımlaması içine gi­ren, bazı olumlu özelliklerine rağmen, son derece yetersiz, eğitimsiz hatta örgütsüz ön­cü işçilerin kuyruğuna fazlaca takınılmaması gerektiğini söylüyoruz. Bu kesimler yo­ğunlaşmış ve iyi programlanmış eğitim süreçlerine alınarak, en önemlisi de örgütlü yaşama kavuşturularak tarihsel misyonla­rını oynayabilecek bir duruma ulaştırılma­lıdır. Sadece işyerinin veya sendikasının ba­zı sorunlarını çözme ötesinde bir gelişme kaydedememiş bir öncü işçi, halk önderi ol­maktan çok uzak bir konumu yaşıyor de­mektir. Bu kesimlerin düzenden kaynak­lanan pek çok olumsuzluk ve yetersizlik içinde bulunduğu da bir gerçektir. Eğer bu durumlarını aşmalarına yönelik yoğun bir çaba içine giremezlerse, sosyalist hareket­te, profesyonel devrimci bir faaliyeti sürdüremeyecekleri gibi pek çok yeni hastalık ve­ya sorunlara da kaynaklık etmeleri işten bile değildir. Başta sendikalizm ve ekonomizm olmak üzere, proletarya sosyalizmine kesinlikle yabancı eğilimleri, sosyalist hareke­timize dayatmaları, sosyalizmin aydınlatıcı ve örgütleyici etkisiyle dönüştürülmedikleri sürece mümkün olabilmektedir. “Anadan doğma sosyalist” olarak nitelenen işçi sını­fı ve özellikle de öncü kesimleri, kesinlikle sadece objektif durumlarını açıklayan bu ni­telemenin ötesinde bir yaklaşıma tabi tu­tulmak zorundadır. Sınıfın günlük yaşamın­dan, sosyalist hareketimize katılım yönün­de eğilim belirleyen işçi kadro adayları, on­ların objektif konumları ve tarihsel misyon­larıyla ilgili söylenenlerin etkisiyle yaklaşım­daki tolerans payı ne olursa olsun, birer düzen adamı oldukları, aslında maddi, ma­nevi, kültürel, ideolojik vb. bin bir bağ ile dü­zene bağlı olduklarını akıldan çıkarmamak gerekir. Eğer bir proleter tarihin kendisine yüklediği görevlerin adamı olacaksa, kesin­likle hiçbir çıkarı bulunmayan bu sömürü düzeniyle tüm bağlarını koparmayı esas almalıdır.

Sosyalistler mücadelede işçi sınıfını te­mel alır. Zaten sosyalizm işçi sınıfının öz ide­olojisidir. Ama sadece işçi sınıfı içine sıkı­şıp kalan bir sosyalist akımın da hızla yozlaşması kaçınılmazdır. Sosyalizm, toplumun tüm ezilen, sömürülen ve horlanan kesim­lerine, yani bir avuç parababası dışındaki tüm kesimlerin sorunlarına çözümler geti­rebildiği ve onları örgütleyebildiği oranda başarıya ulaşabilir. İşçi hareketi=sosya­list hareket değildir. Sadece işçi hare­ketleriyle uğraşan, bunun ötesinde toplum­daki tüm sınıf ve tabakalara yönelik politikalar üretip, pratik mücadelelerini geliştire­meyen bir işçi de bu anlamda henüz sosyalistleşmemiş demektir. Sosyalist harekete, sosyalistleşme yoluyla, işçi sınıfından gelen öğeler gerçek halk önderi konumuna ulaşırlar. Bu niteliğe kavuşan bir işçi, sadece fabrikasının veya sendikasının sorunlarını konuşan ve bu temelde örgütlenen değil, bi­linçli bir halk adamı olarak, toplumdaki tüm sosyal kesimlerle ilgilenen, onlara öğreten, onlardan öğrenen ve örgütleyip eyleme kaldıran insan demektir.

Sosyalist harekete proletarya saflarından gelen öğelerin en büyük özelliği, pratik-örgütçü yanlarının gelişkin olmasıdır. On yılların fabrika, sendika vb. düzen kurumları da olsa örgütlü-düzenli yaşama alışkanlığı vardır. Üretim faaliyetini kolektif bir biçim de gerçekleştirmeleri, kolektivite, disiplin vb. konularında da oldukça güçlü özellikler taşımalarına neden olmaktadır. Elbette ki bu özellikler de düzen tarafından çarpıtılmış olarak taşınır. Bu çarpık yanlar aşıldığında, durumları ve çıkarları aynı olan on milyonluk bir sınıfın mensubu olan adayın önüne muazzam bir ilişkiler denizi ve bu ilişkilerin durum ve düzeyleriyle ilgili değerlendirme yapma ve örgütlendirme olanağı çıkmak­tadır. İlişkiler kendi doğallığı ve uzun süre­dir düzen ölçü ve ahlakıyla da olsa sınan­mış bir biçimde binlerle ifade edilecek dü­zeyde vardır. Bu muazzam olanak, işçi sı­nıfından gelen ve halk önderliğine ulaşan militana kısa sürede büyük gelişmeler kay­betme olanağı sağlar.

Sosyalist literatürde belirtilen “Almanca konuşma” veya “Amerikan işadamlığı” pro­leter öğelerin adeta temel bir özelliği gibi­dir. Az konuşur çok iş yaparlar, çeşitli dü­zeyde ilişki ve örgütlenmelere kısa sürede ulaşırlar. Yalnız bütün bu olumlu özellikle­rinin yanı sıra, doğal önderlikten, halk ön­derliğine ve profesyonel devrimciliğe sıç­ramaları da yavaş olmaktadır. Kısa sürede profesyonelliğe soyunamadıkları gibi, kar­şılaştıkları ilk zorlukla birlikte mücadeleden kaçma gibi bir durumları da söz konusu de­ğildir. Devrimci sıçramayı yapmak uzun bir birikim süreciyle olduğu gibi -ki bu durum istediğimiz bir şey olmasa da biraz sabırlı ol­mak gerekir- kaçma da olumsuzlukların bir hayli birikmesi sonucu gerçekleşir. Sabırlı, inatçı, iğneyle kuyu kazarcasına çalışmak, işte proletarya saflarından gerçek halk önderi çıkarmanın tek yoludur. Bu süreyi kısaltmak yaşamın tümden devrimcileştirilmesi, bir eğitim ve örgütlendirme çabası­nın süreklileştirilmesiyle kısaltılabilir. Ama yine de sabır titizlik ve hassasiyeti elden bı­rakmamak gerekir.

Proleter öğeler, devrimci mücadelede, gerçek halk önderliğine ve profesyonel devrimciliğe sıçrayamazlarsa, günlük çalışmadaki tüm verimlilikleri de bir süre sonra tıkanmayla karşı karşıya kalacaktır. Düzleşme ve üretimsizlik Stalin’in deyimiyle en bayağı “kafasız işgüzarlığa” soysuzlaşma bu özellikteki adayların gerekli nitelik dönüşümüne uğrayamadıklarında kaçınılmaz alın yazılarıdır. Elbette ki çok yönlü eğitim, örgütlenme ve mücadele yöntemlerine kazanılmalarıyla bu olumsuz duruma düşmelerinin önlemi alınabilir. Önlem dendiğinde de en önemli araç, proletarya partisi saflarında, halk önderliğini temel alan bir çalış­ma tarzına adayların kazanılmasıdır.

Sosyalist mücadeleye önemli oranda mi­litan kadro adayı da aydın gençlikten gel­mektedir. Bu kesimin durumu ve sorunla­rı başlı başına ayrı araştırmaları gerektir­mekle beraber biz işlemeye çalıştığımız konu açısından -aydın gençlik üzerinde dev­rimci eğitimin bazı uygulama problem­lerine- bir ölçüde değinmek istiyoruz. Ül­kemizde büyük bir aydın ve öğrenci potan­siyeli, tarihten günümüze kadar taşıdığı ge­leneğin de gücüyle kendini devrimci hatta sosyalist olarak nitelemekte, bu yolda yo­ğun bir çaba ve mücadele sergilemektedir. Hatta denebilir ki son 25-30 yıllık devrim­ci mücadelenin neredeyse en büyük yükü­nü bu kesim üstlenmiştir. Sosyalizmi, Promete’nin elindeki ateş misali dağa taşa her tarafa taşımış, bu yolda, şehitlik, işkence, hapis ve zulmün her türlüsüne katlanma­ da dahil büyük bir özveri sergilemiştir. Bu durum ülkemizde neredeyse aydın genç­lik=devrimcilik boyutunda yaşanmıştır ve hâlâ belli ölçülerde yaşanıyor. Şüphesiz bu durumun izahı oldukça derinlemesine inceleme araştırmaları gerektirir. Bizde ko­nuyla ilgili genel geçer şeyleri söylemekle problem aydınlanamaz. Sorun, sadece gençliğin yenilikçiliğe, ilericiliğe açık olma­sı boyutundan da ileri bir durumdadır.

TC’nin oluşumunda, hatta Osmanlı dö­nemini de kapsayan her bunalım dönemin­de aydın gençliğin öne çıkışı yaşanmıştır. Rejimin 50’li yıllardan sonraki önemli kriz momentlerinde de aydın gençlik yine sel gibi mücadele alanlarına iniyor. Toplumu ileriye götürmesi gereken, Osmanlı döne­minde burjuva sınıfı yerine “burjuva devrimciliğini” cumhuriyet döneminde buh­ranlardan ve sömürü düzeninden toplumu kurtarmada öncü güç olarak hareket etmesi gereken, proletaryanın yerine harekete ge­çip “proleter devrimciliği” üstleniyor. Hiç şüphesiz bu önemli oranda ülkemizin ka­pitalist gelişme tarzının -yunker biçimde- ol­masından kaynaklanmaktadır. Bu gelişme tarzı aynı zamanda sınıf mücadelesinin yük­seltilmesi imkânları üzerinde de korkunç bir baskıyı getirmiştir. Kaplumbağa hızıyla yürüyen ve sınıfsal ayrışma, kopuşmaları sü­rekli baskı altında tutan bu tarz kapitalistleşme, Osmanlı döneminde Jön Türklerin, cumhuriyetin ilk yıllarında da Kemalistlerin burjuvazi adına kapitalizmin kervanına topal eşekle katılmasına benzemektedir.

Aydın Gençlik, gerek Osmanlı, gerek cumhuriyet dönemlerinde “çağdaşlaşma” adına modern sınıfların üstlenmesi gereken rolü üstlenmiştir. Ve bu sınıflar adına “devrimci” çıkışlar yapmıştır. Bu durum bi­ze has ve oldukça orijinal bir durumdur. Jön Türklük, Kemalistlik ve yakın tarihte de “solculuk” biçimindeki gençliğin bu yöne­limlerini anlayışla karşılamak gerekir. Ne var ki bu anlayışla karşılama bu oluşum ve evrimi proletarya sosyalizmi olarak görmemize de neden olmamalıdır. Ayrıca aydın gençliğin adeta sosyal sınıflar yerine hep bu öne atılışlarının kendisine kazandırdığı bazı olumsuz özellikleri de göz ardı etmemek gerekir. Ülkemizde, aydın gençlik kuyrukçuluğu ve onun tarihsel devrimci geleneği çok çok pohpohlanarak, bu durum üzerinden ideolojiler ve örgütlerde inşa edilmeye çalışılmış, ama hedeflenen sosyal devrime, modern sosyal sınıf proletarya atlandığından dolayı, gençliğin devrimci atılganlığıyla da bir türlü ulaşılamamıştır.

Aydınların sınıfsal konumlarından gelen zaafların yanı sıra, bir de yukarıda değindiğimiz nedenlerden dolayı “kendini dünyanın merkezi sanma” eğilimi ve bu yönde yönelişleri oldukça güçlüdür. Kitlelere yukardan bakma, onların anlayamayacağı dilden konuşma, devrimin kitlelerin eseri olacağını sözde kabul etme, ama pratikte bunun tam tersi bir durumu yaşama bu kesimlerin karşılaşılan önemli zaaflarıdır. Kitlelerle ilişkide kendinin de pek anlamadığı biçimde, ya çok konuşma -gevezelik- ya da dilini yutmuşçasına hiç konuşmayıp birtakım pozlara bürünme durumları da sergileyebilmektedirler. Pek çoğunun kimi tepkileri eşelendiğinde kitleleri sürü gibi görenleri bile az değildir. Aydın gençlik
“devrimciliğinin” Jön Türklük, Kemalizm ve solculuk biçiminde geçirdiği evrimin önemle dikkate alınmakla birlikte, bu durumu üzerinde ideolojiler ve örgüt inşa etmeye kalkışmamak gerekir. Aydın gençliğin, bu gelenek ve evrimini yoğun bir sorgulamaya tabi tutarak modern proletarya ideolojisi temelinde bir dönüşüm yapmasını esas alan bir yaklaşım temel alınmalıdır.

Bir aydın genç, içinden gelen tarihsel anlamdaki dürtülerin, egemen sınıflar eğitim ve kültürünün etkisi ne olursa olsun -elbette bu durum onun için önemli bir avantajdır- kendini anadan doğma sosyalizmin bilimine vakıf birisi olarak da görmemelidir. Anlaşılmaz konuşma, kitlelere tepeden bakma devrimcilik iddiasındaki birisi için utanılacak bir durumdur. Eğer yücelmek, önder olarak kabul edilmek isteniyorsa halka karşılı saygılı olmak zorunludur. Her şeyden önce halk adamı olamadan, egemen sınıflar eğitim ve kültürüyle halk saflarında bir yerlere gelinemeyeceğinin iyi bilinmesi gerekir.

Buraya kadar söylediklerimizden de hiçbir aydın genç alınmamalıdır. Biz burada tek tek bireylere değil, gençliğe, ülkemizin yaşadığı tarihsel sürecin ve egemen sınıflar kültürünün vermek istediği yanlış bir eğilime dikkat çekiyoruz. Bu yanlış eğilimin karşıtı olarak, halk için, halkla birlikte ve
halk tarafından örgütleme ve mücadeleyi temel alan aydın gençliğin geleceğin kurtarılmasında büyük bir rolü olacaktır. Bilinen ve en başlarda değindiğimiz bazı olumlu özelliklere ve bu yöndeki eğilime bilmem tekrar değinmeye gerek var mı? Bizim olan ve kazanılmış olumlu bir eğilimle değil daha çok olumsuz eğilim, düzenden ve gelenekten kopuşamamış kesimlerdir. Oklarımızın ucunda olanlar… Onları bir kez da­ha halk adamı ve önderi olmaya çağırmak, kendine ve topluma yabancı ucube bir konumdan çıkarmaya çalışmak, gerekiyorsa bu yolda eleştirinin en sertini yapmak ka­nımca soylu ve dönem açısından da önemli bir görevdir.

Sosyalist hareketimizde, aydın gençlikten gelen pek çok öğenin kitlelere yaklaşımda ölçüyü tutturamayan başka bir zaafına da tanık olunmaktadır. Bu en az kitlelere yu­karıdan bakmak kadar tehlikeli olan kitle kuyrukçuluğudur. Biraz sosyalistler ve halk gerçeğine inancı gelişen genç aydın öge kit­leler karşısında bu kez de doğru devrimci tutumu temsil etmek yerine, onlarla bağ kurmak adına kitlelerin geri yanlarına tabi olmaktadır. Böylesi bir durum ne kendini geliştirebildiği gibi ne de kitleler içinde dev­rimci bir gelişme yaratabilir. Şüphesiz kit­lelerle kopmaz bağlar kurmak bu değildir. Kuyrukçulukla sağlanan kitle ilişkisi bir pa­muk ipliğine benzer ve her an kopmaya el­verişlidir. Kitlelerin ileri özelliklerini ve dev­rimi kendi kişiliğinde temsil edemeyen, kit­lelerini durumlarına uygun devrimci geliş­meler içine sokamayan bir kadronun hal­ka önderlik etmesi bir yana, halk tarafın­dan bir kenara kaldırılıp atılmaması için bi­le bir neden yoktur.

Sosyalist mücadelede “Fransızca konuşma” veya “radikal devrimcilik” ülke­mizde önemli oranda aydın gençlik tarafın­dan temsil edilmiştir. Ve halen de temsil edilmek isteniyor. Ne var ki bu devrimcilik örgütlenmeci “Almanca konuşma” ile bir­leştirilemez, bir halk adamlığına dönüştürülemezse kendi içinde yozlaşması kaçınıl­mazdır. Yozlaşma biçimleri sonsuz çeşitli­likte olmasına rağmen birkaçına dikkat çek­meye çalıştık.

Sosyalistleştiğini, hatta Bolşevikleştiğini iddia eden bir aydın öğenin hiç unutma­ması gereken temel husus şudur: “Bir ku­ral olarak kabul ederiz ki, Bolşevikler, ge­niş halk yığınlarıyla bağlarını korudukları sürece, yenilmez olacaklardır. Ve tersine Bolşevikler yığınlardan uzaklaştıkları ve yı­ğınlara bağlarını yitirdikleri an, bürokratik pasla örtüldükleri an, bütün güçlerini kay­bedeceklerdir, kof bir biçimden ibaret hale geleceklerdir.” (Stalin) Devrimciliği, böylesi içi boş, kof ve öğrencilik yıllarında fantezi kabilinden bir şey olarak yaşamamalıdır ay­dın gençlik. Sosyalizmin bilimini on milyon­larca emekçiye, elinde bir meşale gibi taşı­malıdır. Bu yöndeki bilinen adımlarını sistematize etmelidir.

Aydınların, öğrenci gençlik dışındaki önemli bir bölümü olan, yazarlar, profesör, sanatçı, avukat, doktor, mühendis, mimar, devlet memuru, öğretmen vb. kesimleri de vardır. Bu kesimlerden ilk ve orta öğretim kumrularında çalışan öğretmenler ve kü­çük memurlar; düzen tarafından oldukça yoksul bir yaşama mahkûm edilmişlerdir. Aydınların tüm kesimlerinin yanı sıra özel­likle bu yoksul kesimleri, kendi demokra­tik örgütlenmelerini yaratmanın yanı sıra, sosyalist hareketin saflarında da büyük oranda yer almaktadır. Devlet kapı kullu­ğunun ve masabent yaşamın insanı tüke­ten ortamından kurtulup devrimci harekete katılan bu öğeler, tüketilen kişilik ve yete­neklerini geliştirme imkânı bulmakta, birço­ğu harekette yönetici bir düzeye ulaşan ge­lişme gösterebilmektedir. Ülkemizde yaşam standartları göz önüne getirildiğinde, pro­letaryanın önemli bir kesiminden daha yok­sul yaşayan bu küçük ve yoksul aydın kesimler, devrimci mücadelenin geniş bir po­tansiyel gücü olmak durumundadır.

Yetenekleri dumura uğratılmış, masa bent, iki yakası bir araya gelmeyen, devlet kapı kulluğuyla da kişilikleri önemli oran­da aşındırılmış olan küçük memur kitlesi sosyalist saflara yönelirken şüphesiz ki bu olumsuz konumundan çıkarılmak zorunda­dır. Eğer yukarıda değindiğimiz zaaflarını atamazlarsa harekete, üretimsiz memurca çalışma, darlık, kitle adamı ve militan bir hatta oturamama gibi önemli zaaflar ve so­runlar taşırlar. Elbette ki tüm bunlar bizim bu kesimin sistematik bir eğitim ve örgütlendirme çabasıyla sosyalizm yönündeki eğilimlerinin örtünün açılması görevinden alıkoyamaz. Yaygınlaşma ve kitleselleşme eğilimi içine giren devrimci hareketimizin, bir kaç sosyal kesime değil, tüm halk sınıf ve tabakalarına ulaşma onları proletarya sosyalizmi yönünde kesin dönüşüme uğratma, mücadelenin bu anlamda hem ivmesini hem de gelişim hızını yükseltme zo­runluluğu vardır.

Ülkemizde devrimci bir halk hareketinin önemli potansiyelini şehirde ve kırda bü­yük bir insan kitlesinden oluşan işsizler teş­kil etmektedir. İşsiz insanımızın “deklase” lü­mpen kesimleri olduğu gibi, çoğunluğunu işsiz işçi tabir edebileceğimiz şehir ve kır emekçilerinin en yoksul kesimi oluşturmaktadır. Bu nüfus ülkemizde milyonlarla ifade edilecek boyuttadır. Devrimci hare­ketimizin oldukça akışkan ve “gözü kara” kesimi buradan gelmektedir. Bu kesimden gelen devrimci kadro adayları, sosyalist in­san olmakta oldukça zorlansa da en zor gö­revlere talip olurlar. Zaten yaşamları da bi­raz böyledir. Yani yarı aç yarı tok, kavgalı gürültülü bir yaşam onların doğal yaşam tarzıdır. Lumpenizm derece derece bu saflarda etkilidir. Ama doğru devrimcilikle kar­şılaştıklarında da hızla etkilenirler. Bizde he­nüz tüm boyutlarıyla ortaya çıkmış bir iş­sizler hareketi örgütlenememiş olmakla bir­likte, böyle bir hareketi bu kesimden kaza­nılacak gelişmeye en açık adaylarla başa­rabilmek mümkündür. Bunun da ötesinde, militan görevlere talip pek çok aday yoğun teorik, pratik, teknik eğitimlerden geçirile­rek talip oldukları görevle ilgili özel örgüt­lenmelere kavuşturulabilir. Bu kesime lüm­pendir, işe yaramaz tarzında yaklaşmak çok sakıncalı ve tam bir “seçkinci aydın” tav­rıdır. Bu tavırdansa devrimci bir halk ha­reketi hiçbir zaman çıkmaz. Ancak kendi­ne sevdalı aydın ahbap-çavuş tekkeleri çı­kar.

Kırlarda yoksul köylülük, özellikle de köylü gençlik proletaryayı temel alan ha­reketimizin, mutlaka önemle ele alması ge­reken bir alandır. Özellikle Doğu ve Güney­doğu dışında kalan, İç Ege, Doğu Karade­niz ve Orta Anadolu’nun gelişilmeye uygun alanları, proletaryanın aydınlatmak ve örgütlendirmek zorunda olduğu alanlardır. Kır yoksulları desteğinden yoksun bir pro­leter devrimci hareket her an proletarya­nın belli kesimleri içinde sıkışıp kalmanın sancılarından ve sorunlarından kurtulamaz. Ülkemizdeki ekonomik krizin kırlarda da yakıcı etkilerini hissettirdiği ve saflara bu kesimlerden katılımların olduğu düşünülürse bu alanın da artan bir önem taşıyacağı, şe­hir ve aydın gençliği, ilkokul öğretmeni, profesyonel devrimci proleter öğelerin, köylülüğün bilinen zaaflarını da aşmayı, proleter devrimciliği giderek buralarda ege­men kılmayı esas alan bir çalışmayı bura­larda tutturması büyük bir zorunluluktur. Zaten salt şehirle sınırlı bir harekette, sık sık sıkıştırılma, hatta kendi içinde de bu neden­le daralma tehlikesi taşır. Zaman bulunu­lmaması durumunda bile şimdilik sırf bu sıkışma aşamalarında yapılacak müdaha­lelerle ilk başlangıçları yapmak mümkün olabilir. Veya başlangıç adımları geliştirebilir. Dergi ve çeşitli kitaplar çevresinde oluştu­rulacak okuma grupları, köylülükle ilgili in­celeme ve araştırmalar üzerinde yürütüle­cek tartışmalar ve her yörenin kendine has sorunlarının değerlendirilmesi ve demok­ratik çözüm önerileri etrafında, geleceğin en üst mücadele biçimlerinin hayata geçi­rilmesine uygun potansiyelin ortaya çıkma­sına zemin hazırlanabilir. Ve bu zeminler­den köylü kökenli halk önderlerinin fışkır­ması devrimci mücadele için yeni ve önemli imkânların açılması olacaktır.

Ülkemizdeki, zengin halk kültür ve çe­şitliliğini de önümüzdeki süreçte dikkate al­mak gerekiyor. “Kürt sorunu”yla aynı bo­yutta olmasa da, Çerkezlik-Gürcü-Arap vb. ulusal etnik toplulukların kendi ulusal, top­lumsal, kültürel yöndeki demokratik talep­lerini dile getiren yayın ve örgütlenme ça­bası içine girebilecekleri görülmektedir. Çerkez kültürünü geliştirmeye çalışan Kafdağı Dergisi buna bir örnektir. Demokratik hareketin önemli bir bileşeni olma eği­limi taşıyan bu kesimlerle, milliyetçi ön yar­gılardan uzak, demokratik ve enternasyonalist yaklaşımı temel alan ilişkiler geliştir­mek, sosyalist hareketimizin küçümseme­mesi gereken bir görevidir. Bu ulusal-sosyal toplulukların yoğun yaşadıkları alanlarda kendi öz yönetimlerini oluşturmakta dahil tüm demokratik saflarında bu kesimleri et­kin yer alabilmesi için çaba sarf ederken bu çabalar ulusal etnik topluluklarımızın ken­di önderliğine de kavuşabilmesi için gös­terilecek aktif destekle bütünleştirilmelidir.

“Kürt sorunu”nda ise bedeli ne olursa ol sun bilinen enternasyonalist tutum terkedilmeyeceği gibi bu halkın tarihinde yaka­ladığı ve modern proleter önderliğe de kavuşturduğu mücadelesi tüm gücümüzle desteklenmelidir. Egemen sınıfların karşı propagandalarını boşa çıkarmakta da büyük bir çaba sarf edilmelidir. “Kürt sorunu”nda Türkiyeli bir devrimci hareketin her türlü önderlik veya önderliği yaratacağı iddiası ise daha inceltilmiş bir sosyal şovenizmden başka bir şey değildir. Bu da iki halkın kar­deşliğine ve mücadele birliğine zarar vermekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Yazı dizimizin bu bölümünde buraya ka­dar kısmen değinmeye çalıştığımız kesim­ler devrimci hareketimizin bitmez tükenmez güç kaynaklarıdır. Ne var ki bu kesimlere düzenin verebileceği hiçbir şeyin bulunma­yışı ve devrimci olmaya zorlanmaları ve gi­derek mücadele içinde yer almaları eğer doğru bir devrimci yaklaşımla ve dönüşme­yi temel alan bir biçimde gerçekleşmezse pek çok proletarya dışı etkiyi de hareketin saflarına taşıyacaklardır. İşte tam da bu noktada dönüşümün nasıl olacağı sorunu çıkmaktadır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı bir ya­zısında, proletarya dışı etkilerden arınma­nın yolu olarak “Proletarya cehenneminde yanmak” ve “devrimci teoriyle aydınlanmaktan” söz eder. Bu yol bir başka deyişle “küçük burjuvazinin sınıf intiharına uğratılması” olarak da ifade edilebilir. Proletaryanın kendisi kendi “cehennemin”­de yandığına adeta örs ve çekiç arasında her gün bizzat düzen tarafından dövülüp hazırlandığına göre yine bu kesim başta düzenin etkilerinden kurtarılmak üzere eğiti­min aydınlatıcı sürecine alınacaktır. Emekçi halkın diğer kesimleri ise, proletarya cehennemi imkânından da yoksun olduğundan -geniş burjuva tabakalar- sınıf intiharına uğratılıncaya kadar eğitilmek zorundadır. El­bette bu da birden bire değil uzunca bir mü­cadele sürecinin sabır ve enerjisini, kararlılığını şart koşar. Bu kesimler ağırlıkla kendi sınıf konumlarını ve hastalıklarını bilince çıkartıp dönüşmek bunun için de sistemli bir şekilde devrimci teoriyle aydınlatılmak zo­rundadırlar. Her sosyal kesimin demokra­tik örgütlenmeleri veya bu örgütlenmele­rin yaratılma süreçleri bir yanıyla da böyle yaşanmalıdır. Salt demokratik bir kitle ör­gütleri çalışmasıyla, biz de özlemi ve eksik­liği yoğun olarak hissedilen mücadele alanlarına yönelik devrimci kurumlaşmanın ve bunu proletarya partisi önderliğinde ger­çekleştirmenin başka bir yolu da yoktur.

Militan ölçüsünde halk önderliğini temel olan devrimci bir partiyi inşa etmede, ya­şamın tümden devrimcileştirilmesi, eğitim ve aydınlanmanın tam yapılması, katılımın özlü olması, kitlelere yukarıdan bakan “seçkinci aydın” tavrı kadar, kitle kuyrukçuluğundan da özenle kaçınan bir devrimci yaklaşımın kadro yapısında hakim kılınması başarıya ulaşmanın temel şartlarıdır. Bir kadro halk önderliğine ulaşmayı hedefle­diğinde yaşamını tümden devrimcileştirmeli ve günün 24 saatinde devrimi yaşamalıdır. Devrimci görevler+özel hayat diye bizde sıkça karşılaşılan ikiye, hatta bunun yanın­da aile bağları+düzenle geçim imkânları bağları vb. vb. 4-5 parçalanmış bireyin de­ğil halk önderliğine ulaşmak sıradan bir aday olma konumunu bile sürdürmesi çok zordur. Bazı unsurlara yönelik yapılan eleştirilerde, bu unsurların savunmasının “özel yaşamı bizi ilgilendirmez alana yönelik gö­revlerini yapıyor ya…” türündeki koruma­cılıkların ne kadar da sahte, aldanma ve al­datmaktan başka bir şey olmadığı her gün biraz daha ortaya çıkmaktadır. Yozluk ve lümpenizmi yaşayan bir unsurun, değil görevli olduğu alanın çalışmalarını yürütmek, buraya yönelik tüm planlamaları, hatta en zor dönemin oluşturulan ilişki ve bağlantı­larını tasfiye etmek, kendi yaşama alanı haline getirdiği buralarda, kendini dayat­mak ve yapıyı kendine bağımlı kılmak, saf­lara yeni insan katmamak için her şeyi yap­tığı görülmüştür. Bu tür unsurların kadın sorunu, kitle içinde çalışma, devrimci örgütlenme ve yoldaşlık ilkelerinde derin tah­ribatlar açmaları, pek çok dürüst öğeyi bu­nalıma sürükleme durumları vardır. Yani yaşamda devrimi değil, düzenin en bayağı yozluğunu yaşayan ve bizlere de modern­lik adı altında bunu dayatanların herhangi devrimci gelişme sağlamak bir yana var ola­nı da düzene teslim etmeleri söz konusu­dur. Bu tür unsurlar yaşamlarının bilinçlerinde yarattığı yansımayla devrimci saflar­da düzenin objektif ajanlığı rolünü oynar­lar. Sürekli bir kaçış ve tasfiye olmayı ha­rekete dayatırlar. Gelişme yerine tasfiye ol­ma yaşanmak istenmiyorsa, özel yaşam+görevler ikilemi yerine basit, sade ve dev­rimci bir yaşamın tekliği adaylarda egemen anlayış haline getirilmelidir. Aile, kadın so­runu, iş ilişkileri, özel tutku vb. gibi düzen içi kurumlaşmalarında gerçek halk önderliğine ulaşmada devrimci bireyin önüne önemli engeller olarak çıktığı kesinlikle kavranmalıdır. Bu tür kurumlaşmalara gitmemek, en azından bu tür kurumlarla kendi arasına bir mesafe koyabilmek sonuç alan devrimciliğin temel yaklaşım tarzı olmalıdır.

Yine devrimci pratiğimizde, teoriyi hiç önemsemeyen, bırakalım klasikleri veya Türkiye’deki devrimci mücadelenin sorun­larını ele alan yapıtları, dergileri, hatta gün­lük basını bile takip etmeyen tipler ortaya çıkmaktadır. Hareketin doğal mensubu olarak kendisini niteleyen bu kadro adayı tipi de ele geçirdiği çeşitli alan sorumlulukları içinde, herhangi bir devrimci gelişme kaydetmek bir yana, adeta alanındaki gelişmelerin önünde bir tıkaç rolü de oynamaktadır. Kendisi iflası yaşayan, birimindeki gelişmeleri de iflasın eşiğine getiren tiplere de özenle yönelmek gerekmektedir. Adeta maaşlı bir memur duyarsızlığı ve kayıtsızlığı taşıyan bu tür öğelerin değil önderleşmek bu yetenek ve özelliğe sahip pek çok adayı bastırıp gelişmelerini engelleyeceği ortadadır. Bu türden “doğal mensup”ların da acilen teorik eğitim içine alınmaları, devrimci teoriyle, dünya, Türkiye ve bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilenen, sağlam bir dünyaya bakışa, gelişmelere duyarlı en önemlisi de politik uyanıklığa kavuşturulmaları zorunludur. Bu tiplerin aydınlatma, uyandırılma, uyuz gezer durumdan çıkarılmaları gereklidir. Sosyalist hareketimiz, sadece yeni kitle ilişkilerinden eğitim yoluyla halk önderleri çıkarmayı -bu anlamda hareketi yenilemeyi temel almanın yanı sıra- eskiden beri hareketin saflarında olan öğelerin de durumlarını ve pratiklerini iyi denetleyip, tıkanma durumlarında müdahale edip, görevden alıp, eğitim çalışmaları sürecine katmalıdır. Devrimci teoriye, dünya ve Türkiye’deki gelişmelere ilgisiz öğelerden eğer bu durumdan kurtaramazlarsa pek hayır gelmeyecektir. Tıkanma, bunalma ve kaçış, hatta kimi tahribatlar yaratmaları da söz konusu alabilecektir. Özellikle bu tipe Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın yaşam ve mücadelesi iyice kavratılmalıdır. Temel aldığını söylediği düşünceye karşı olma konumundan mutlaka çıkarılmalıdır. Olağanüstü duyarlı, çok okuyan, çok yazı yazan, düzenli, planlı, sade yaşayıp kitlelere sosyalist düşünce ve yaşamı taşımaktan başka bir şey olmayan H. Kıvılcımlı’nın yaşamı biraz temel alındığında tıkanan öğenin açılması mümkün olabilecektir. Dürüstlük, sağlamlık, kararlılık, davaya muazzam bağlılık ve düşmanı karşısında bir kez bile diz çökmemek. Bu özelliklerin değil tamamı birkaçı bile kişiliğe sindirilse ülkemizde devrimci gelişme sağlanmaması için hiçbir neden yoktur.

Devrimci eğitimin, kadrolaşma ve özellikle de halk önderliğine ulaşmayla ilgili dergimizin son 4 sayısında sürdürdüğümüz çalışmayı böylece tamamlamış oluyoruz. Bundan ötesini pratikte söyleyip, halkımızın önderliğine ulaşmak için bitmez, tükenmez enerjiyle çalışmak, sahte önderlikleri, geçmişin o çarpık ve aşılmış “solculuğunu” 12 Eylül kişiliğini -bireyci, kanan ve kandıran tipi- aşmak boynumuzun borcudur. Devrime, halkımıza ve kendimize olan inancımız ve kararlılığımızla görevlerimizin üstüne yürüyelim. Dönemin bize emrettiği dönüşme ve önderleşmenin gereklerini tam yerine getirelim. Zafere ulaşmanın yolu buradan geçiyor.