GORBAÇOV NE YAPIYOR? – Mehmet Yılmazer

Çağdaş Yol, Sayı 2, Temmuz 2007

“Yeni Öncü” eleştirisi

“Gorbaçov reformları” ile Sovyetler Bir­liği dünya politikasının odak noktasına otur­du. Dünya ölçüsünde kapitalist basın, Marksologlar, çeşitli sol çevreler Sovyetler’de olan biteni her gün yeniden yorumluyor­lar. Hatta silahsızlanma görüşmelerinde getirilen son tekliflerin boyutlarından çok, her­kes Sovyetler’de neler olduğuyla daha fazla ilgili…

Emperyalist basın, Sovyetler’de atılan adımları kendi süzgecinden geçirip en yanıltıcı biçimde aktarıyor. Bu çok doğal. Gorbaçov’un geleceğiyle ilgili bin bir spekülasyon, Kruşçef’i anımsatmalar olayların özünü örtmekte, Sovyetler’de olanlar bir ma­cera romanı hafifliğiyle aktarılmaktadır.

Aynı koroya sözde solcularımızın da katılması 12 Eylül sonrası ortamda artık yadırganmıyor. Kimileri “biz demedik mi, iş­te söylediklerimizin hepsini şimdi Gorbaçov söylüyor” diyerek sevincinden zıplar­ken, aynı zamanda Gorbaçov’a reformlarında “daha ileri” gitmesini tavsiye ediyorlar. Diğer bazıları için “bu reformlar hiçbir şeyi değiştirmeyecek, eski bürokratik mekanizma en sonunda yine galip gelecektir.”

Bayağı düşüncelerin göz bağıyla “reformların” orasına burasına rastgele dokunarak Sovyetler’deki değişim açıklanamaz. İnanıyoruz ki en sefil koşullara mahkum edilen işçi sınıfımız ve genç insanlarımız dünya sosyalizmindeki gelişmeleri en ciddi şekilde izleme istek ve çabasındadır.

Olayları sığ benzetmelerden kurtarıp aydınlatmaya çalışalım.

Sosyalizmin İçinde Bulunduğu Konak

Burjuva basını olayları kişilere ya da tek kahramanlara yüklemeye yatkındır. Kişileri bir anda yüceltmek ya da batırmak kolaydır. Sovyetler’de olanlar da şimdi Gorbaçov’un kişiliğiyle açıklanmaya çalışılıyor. Kişiler önemlidir. Ancak onların içinden çıkıp geldiği ortam kavranmadan olaylar açıklanamaz.

Sovyetlerdeki değişim Andropov’la başlamıştır. Aynı doğrultuda ve hızlanarak Gorbaçov’un liderliğinde sürmektedir. Hatta değişim sancıları 1975’lerde iyice birikmiş fakat ancak 1980’leri geçince sıçrama yapabilmiştir. Değişimi ya da Gorbaçov’un deyimiyle “reorganizasyon”u zorlayan birikimler nelerdir?

Sovyetler’de, Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle sosyalizm düz bir çizgi üzerinde gelişmemiştir. Tam tersine pek çok sancılı iniş çıkış yaşanmıştır. En genel hatlarıyla belir­lersek, 1935’lere kadarki dönem kapitalizmin köklerinin öldürüldüğü dönemdir. Özellikle kırda Kulak’lara karşı verilen mü­cadele 1930’ların ortalarında kesin bir so­nuca ulaşmış, geriye dönüş imkânları, res­torasyon umutları kökleriyle birlikte temiz­lenmiştir.

Fakat bu adımın üzerinden bir beş yıl geçmeden Emperyalizmin topyekün saldı­rısı ile yüz yüze gelinmiştir. Savaş yıkımın­dan çıkan Sosyalizm, 1950 sonrası pek çok alanda ekonomisini yeniden düzenlemek Sosyalizmin maddi temelini ekonominin bütün alanlarına yaymak ve sağlamlaş­tırmak göreviyle karşı karşıyaydı. Stalin’in son yılları, Kruşçev dönemi ve 1975’lere kadar Brejnev’in liderliğinde yaşanan yıl­lar bu genel özelliği taşımaktadır.

Stalin’in döneminin 1940 sonrası yılları Sosyalizmin korunması hedefine yönelik­tir. Ancak bu savunma savaşı cehennem­di bir ortamda pek çok inisiyatifin körleşti­rilmesi pahasına yaşanmıştır. Genç Sovyet iktidarı, emperyalizmin topyekün saldırısı koşullarında, adeta Stalin’in kişiliğinde cisimleşmiş, sosyalizmin korunması, geri Rus ülkesinde kimi skolastik kalıpların örülme­si pahasına başarabilmiştir. Yaşanan ger­çekliklerden sızlanmak işimiz değil. Kimi hataların kaçınılmazlığını ispatlamak da yo­lumuz olamaz. Gelişimden ders çıkartmak tek yoldur.

Kruşçev dönemi bir yandan mevcut ekonomik potansiyeli hızla sıçratma ve öte yandan sosyal alanda “tabuları” kırma döne­mi oldu. Ancak bu atılımlar ekonomik alan­da hayalciliğe, siyasal alanda liberalizme va­rarak, bizzat yapılmak istenen sıçramaya engel haline geldiler. Kruşçev döneminde kabul edilen Parti programı 1980’lerde “ko­münizme varmayı” hedefleyerek tutarsız­lığının tepe noktasına çıktı.

Kruşçev’le birlikte “hurra planlama” öne çıktı: “Plan üretim için mahmuz olarak kul­lanıldı, sık sık gerçek dışı ve uygulanamaz olarak kaldı”.1 Siyasal planda anti-Stalinizm gerek ulusal, gerekse uluslararası planda liberal düşüncelere kapı açtı.

Brejnev, “subjektivizme son vermeliyiz” diye yola çıkarken, Kruşçev döneminin tu­tarsız hedeflerini Sovyet sisteminin gerçek­liklerine yaklaştırıyordu. Ancak gelişim 1975’lerde kendi sınırlarına varmış, artık başka bir kaliteyi zorlamaya başlamıştır. Ya­tırım eğilimi düşmeye, emek üretkenliği ge­rilemeye başlamıştır.

Olayların ardındaki temel gerçeklikler nelerdi?

Bunları Gorbaçov’un tespitlerinden izle­yelim.

1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında “Öncü Parti organları toplumda ve bazı ko­münistlerin davranışındaki olumsuz eğilim­lerin gittikçe artan tehlikesini zamanında ve eleştiricil bir şekilde değerlendirmeyi ve ha­yatın zorunlu olarak talep ettiği kararlan almayı başaramadılar.”2

Ekonomide “Yetmişlerde ve seksenler­de bir ölçüde önceki dinamizmi kaybettik. Ekonomi momentinde yaygın büyümeden yoğun büyümeye sıçrayamadı… Sonuç ola­rak, makine araç dizaynı, eleman yapımı, kompüter teknolojisi ve gelişmiş malzeme gibi temel mekanik mühendislik sanayi ye­terince gelişmedi… Bayağı taklitçilik orta­ya çıktı.”3

Teoride, “Sosyalizm konusunda Leninist düşünceler basitçe yorumlandı ve onların teorik derinliği ve anlamı sık sık zaafa uğ­ratıldı… Gerçekte, yoldaşlar, yaratıcı ana­liz yapma ve yeni düşünceler üretme giri­şimleri destek görmezken, kimsenin ilgisi­ni çekmeyen ve acil sorunlarla ilgili hiçbir değere sahip olmayan skolastik teori yap­ma bütün alanlarda cesaretlendirildi”4

Sosyal alanda, “geçen yıllarda ortaya çıkan sosyal çürümenin unsurları toplam moralini ters yönde etkiledi ve övündüğümüz, halkımızın karakteristiği olan ideolojik inanç, çalışma coşkusu ve Sovyet yurt­severliği gibi yüksek moral değerlerini sin­sice kemirdi.”5

Parti yaşamında, “Leninist prensip ve parti hayatının normlarına yeterince dikkat gösterilmedi. Bu özellikle kolektif liderlik alanında kendini ortaya koydu. Sözünü et­tiğim, seçilmiş organların ve Parti toplantı­larının rolünün zayıflamasıdır.”6

Bu tespitler Sovyet toplumunun bütü­nüyle bir değişimin eşiğinde olduğunu gös­termektedir. Sosyalizm, Sovyet yaşamın­da yeni bir aşamaya gelip dayanmıştır.

Sosyalizmin bütün alanlarda sağlamlaş­tırılması dönemi geride kalmış, onun en son teknik ve derin bilinçle daha fazla yet­kinleştirilmesi dönemi gelip çatmıştır.

Artık ihtiyaçların en genel tatmininden öteye geçilecek, insanların yaratıcılığını ve girişimciliğini çok gelişkin seviyelere sıçra­tacak olan maddi zenginlik ortamı kurula­cak ve ancak böyle, Sosyalizm artık savu­nulması gereken bir kale konumundan sıy­rılacak, dünyada sosyal yaşamın her ala­nında daha girişimci, kapitalizme karşı bütün alanlarda saldırı adımlarını yoklayan bir konuma yükselecektir.

Gorbaçov’la hızlanan uygulamaların özü bu hedeflere yöneliktir. Ve bu yönde ger­çekten devrimci adımlar atabilmek için iki temel halka yakalanmıştır. Ekonomide, ar­tık üretkenlikte bir artışa yol açmayan eski yaygın (ekstansif) büyüme terkedilecek, bi­limsel teknik devrimin üretime sistemli bir şekilde yansıtıldığı yoğun büyümeye “hız­landırılmış” olarak geçilecektir. Sosyal alanda bürokratik donukluktan, halk inisiyatifinin daha yetkin kullanıldığı, yeni kad­roların öne çıkartıldığı bir aşamaya sıçranacaktır.

Son beş yıllık planın ilk döneminde, 1987 yılma kadar “iş kolektiflerinin aktif ka­tılımıyla bilimsel ve teknik kazanımların uy­gulamasına geçilmiş, 24 bin yeni bulgu ve 4 milyonun üzerinde üretimi rasyonalleştirme önerisi ulusal ekonomide uygulan­maya konmuştur.”7 Bu rakamlar Sovyet Sisteminde var olan potansiyelin nasıl hız­la açığa çıkmaya başladığının en kesin gös­tergeleridir.

Bu gelişmelere rağmen kafalarda bir soru takılı kalmaktadır: Bu atılımın momentin­de yapılmasını engelleyen bürokratik çürü­melerin kaynağı nerelere dayanmaktadır?

Önce bürokratik deformasyonların ken­dini en yaygın biçimde ortaya koyuş biçi­mine değinelim: “Seçimle gelmiş organla­rın zararına yürütme organlarının rolünün aşırı büyümesi meydana geldi. İlk bakışta her şey olması gerektiği gibi yürüyor. Se­çilmiş organların tam üyeli toplantıları, otu­rumları düzenli olarak yapılır. Onların ça­lışması sık sık aşırı ölçüde biçimsel oluyor, ikinci önemde ya da önceden kararlaştırıl­mış konular tartışmaya getiriliyor. Sonuç yürütme organları ve onların liderlerinin fa­aliyetleri üzerinde gerekli kontrolün kuru­lamayışı oluyor. Doğrusu, bazı yoldaşlar se­çilmiş organları, yalnızca baş ağrıları veren ve sorunlar yaratan bir dert olarak düşün­meye başladılar. İşte geldiğimiz nokta.”8

Yürütme kurullarının hesap vermekle yükümlü oldukları organlardan kopuşmaları bürokratik yozlaşmanın kendini, en sis­temli biçimde ortaya koyduğu alan olmak­tadır.

Sovyet yaşamını bozan bu çürümelerin temelinde, yığınların inisiyatif eksikliği yat­maktadır. İnisiyatif ise bilgi ve deneyle geli­şir. Bürokratik donukluğun bu temel kay­nağı Lenin’in 1919’lardaki tespitinden bu yana geçerliliğini korumaktadır.

“Ancak yönetime bütün nüfus katıldığı zaman bürokrasiyi tüketebilir, tam bir za­fer kazanabiliriz… Bu noktada, sürekli eği­tim olmaksızın çözülemeyecek bir problem­le karşı karşıyayız.”9 Hiç şüphesiz ki, Sov­yet insanının genel bilinç ve deneyi 1920’lerle kıyaslanmayacak ölçülerdedir. Fakat mevut bilinç ve örgütlerin işleyişi gelip da­yanılan aşamanın öne çıkarttığı görevlere yetmemektedir. Yeni görevler yani kalite gerektirmektedir.

Sovyetlerle teorik seviyeye bakıldığın­da hemen yaratıcı düşünce emeklerinden çok deneylerin tasnifinin yapıldığı ürün­lerin çoğunlukta olduğu göze çarpar. Bir yandan Marksizm-Leninizm’in teorik ürün­leri didaktik bir şekilde tasnif edilirken, öte yandan devrim ve Sosyalizmin kuruluş de­neyleri, faşizme karşı savaşın dersleri aynı şekilde Sovyet toplumunun genel yaşamı­na kazandırılmıştır. Böyle bir aşamanın ka­çınılmaz olduğu açıktır. Ancak bilimsel düşüncenin keskin pratik içinde üretilmesin­den akademilerin soğuk duvarlarının ar­kasına geçildiğinde nasıl zaafların ortaya çı­kabileceği açıktır. Fakat aynı zamanda dü­şünce üretiminin dar kadrolardan daha ge­niş bir alana yayılması tartışılmaz avantaj­lar ve imkânlar doğurur.

Geri Rus kapitalizminin ekonomi ve kül­tür temeli üzerine Sosyalizm inşa edilirken, uzun yıllar sosyalizmin savunma konu­munda kalması, skolastik formülasyonları beslemiştir. Bu teorik besin, Sovyet insa­nının inisiyatifini ortaya koymada kaçınılmaz sınırlamalar getirmiştir.

Bürokratik bozulmaların ikinci nedeni, ekonomik temelde yatmaktadır. Lenin, devrimin hemen sonrasında “bürokrasi be­lasının” bir sorun olmadığını, ancak 1919 Mart’ında 8. Kongre’de, “Sovyet sistemi içinde bürokrasinin kısmen canlandığı” tespitinin yapıldığını belirtir. Eski Çarlık bürok­ratları, yığınların korkunç eğitimsizliği so­nucu yönetim mekanizmalarına kendileri­ni “komünist” olarak isimlendirerek sızmaktadır. Bu çok açık gelişime karşı Parti tüm gücüyle savaşmıştır.

Fakat iki yıl sonra “bürokrasi belası” zayıflamak şöyle dursun, “daha açık ve beter” bir şekilde kendini ortaya koyar. Bu gelişi­mi “atomlarına ayrılmış küçük üretimin iç savaşta çökmesi”, buna karşılık şehirlerde “geniş ölçekli sanayinin zamanında geliştirilememesi” ve “şehirle kır arasındaki de­ğişimin” kopukluğa uğraması beslemiştir.10 Korkunç koşullar altında, cesaretli ve ya­ratıcı atılımların yapılması gerektiği bir or­tamda bürokrasi, bu gidişe ayak uyduramamakla kalmamış, ekonominin zayıflaması onların kırtasiyeci hımbıl davranışlarına gı­da olmuştur, NEP uygulamasıyla bu kısır çemberden çıkılmıştır.

1950’ler sonrası Sovyet ekonomisi hiç şüphesiz ki bambaşka koşullarda gelişmiş­tir. Ancak ekonominin sürekli bir teknik ye­nilenmeyle gelişmesinden çok, mevcut tek­nikle yaygınlaştırılması 1970’lere kadar ege­men yöndür. Her ekonomik pratik adım, bir öncekinin belli ölçülerde genişletilmiş tekrarı görünümündedir. Buna “kazanımların abartılması ve öne çıkan problemlere sahip çıkılmayışı”11 da eklenince, bürokrasi yeniden beslenmiştir. 1974’lerde, ekono­mide olumsuz göstergelerin iyice ortaya çıkmasına, teknik yenilenmenin hızlandırıl­ması gerektiği defalarca tespit edilmesine rağmen, dev bürokratik aygıt bu değişimin çabalarını bünyesinde eritmiştir. Otuz yılı aşkın devamlı kullanılmış yöntemlerden sıy­rılmak büyük sancıları gerektirmiştir. Son on yıl bu değişim sancılarıyla yüklüdür.

Son olarak, olayın Parti önder kadrola­rını ilgilendiren yönüne değinmeliyiz. Gorbaçov’a kadarki Parti önder kadroları İkin­ci Dünya Savaşı yıllarının anacık babacık günlerinde olgunlaşmışlardır. Onların bilinç ve pratik eylemini o günlerin koşulları şe­killendirmiştir. Emperyalizme karşı savun­ma ve sosyalizmin sağlamlaştırılması onla­rın başlıca eylemi olmuştur. Gorbaçov ve yeni parti kadroları daha çok savaş sonra­sı yeni atılımların yapıldığı günlerin şekil­lendirdiği insanlardır. Toplumun yeni ener­jilerini ortaya çıkarmaya daha yatkındırlar. Sovyet toplumu kabuk değiştirmektedir. Sosyalizmin kuruluş ve sağlamlaştırılması­nı yürüten önderlerin yerini, kurulan sos­yalist ortamda yetişen önderler almaktadır.

Uzun yıllar yerlerine alışmış önder kad­roların yaratıcılığı zayıflamış uygulamaları­nın yerini, biriken potansiyeli pratiğe akta­racak genç kadrolar almaktadır.

Gorbaçov Reformlarına Tepkiler

Batı basını Gorbaçov’un uygulamalarıyla başlıca iki yönden ilgilenmektedir. Ekono­mik alanda getirilen önlemlerden kapitalist uygulamaların üstünlüğünü teslim edenler varsa bunlar alkışlanacaktır. Siyasi planda, “daha fazla demokrasi ve açıklık politikası” rejim düşmanlarına yeterli özgürlüğü sağ­larsa bunlar batının övgüleriyle karşılana­caktır. Dolayısıyla, yeni uygulamaların ger­çek yönü iyice şekillenince, batı basını Gor­baçov’un “güler yüzünün altındaki çelik dişlerinden” söz etmeye başladı. Batı, sos­yalist sistemdeki hiçbir reformla tatmin edi­lemez. Ve sosyalizmin de böyle bir derdi olamaz.

Batı, kırlarda kişilere ait bahçe üretimi­nin teşvik edilmesinin ve şehirlerde işçi ça­lıştırmamak kaydıyla ailelerin lokanta vb. iş­letmeler açabilmelerinin, “kapitalizme geri dönüş” açısından hiçbir değere sahip olma­dığını hemen kavradı. Bu tedbirler en kı­yıda köşede kalmış üretim güçlerinin bile ekonomiye kazanılmasından başka bir an­lama sahip değildi.

Gorbaçov’un “açıklık” politikası ise sos­yalist düşüncelerin liberalleştirilmesine de­ğil, bürokratik donukluğun hataları örtme­sine karşı yöneltilmiş bir silahtır. Ünlü re­jim düşmanlarının serbest bırakılması ise batının elinden bu kof silahın alınıvermesi oldu. Bugüne kadar bu sefillerin çok istedikleri batıya fırlatılmamaları hatadır. On­ların yıldızı geniş kapitalizm bataklığında hızla sönerdi. Oysa Sovyetler’de kaldıkları sürece, batılı basının odak noktası oluyor­lar. Sosyalizm her taktik alanda ustalıklı davranmayı becerebilmelidir.

Gorbaçov hızlı adımlar attıkça, bu sefer basında Kruşçef’le benzetmeler yapılmaya, bir “politbüro müdahalesine” kurban gidebileceği üzerine spekülasyonlar yapıldı.

Kruşçef, Stalin dönemini topyekün inkara yönelirken, öte yandan Sosyalizmin kazanımlarını abartarak gerçekleşemeyecek hedefleri toplumun önüne koymuştur.

Ekonomide merkezi planlamayı zaafa uğratacak uygulamalara geçilmiştir. Gorbaçov, son program değişikliği ile Kruşçef döneminin aşırı hedeflerini Programdan çıkartarak işe başlamıştır. Hedef, ekonomide ve sosyal alandaki birikimleri bürokrasi engelinden kurtarmak, geciken gelişime hız vermektir. Gorbaçov, 1975’lere kadar süren gelişimi teslim ederek yola çıkmıştır. Tutarsız bir inkarcılık yerine, bu kazanımlardan yola çıkılması gereğini vurgulamaktadır. Ancak, 1975’ler sonrası çürümeler en radikal bir eleştiriye uğratılmaktadır.

Diğer bir spekülasyon, Çin ve Sovyetler’deki değişimler aynı kefeye konarak yapılmaktadır. Hatta batı basını bir dönem Çin’i Sovyetler’e örnek gösterdi. Çin’in “batıya açılma cesaretini” alkışladı. Fakat son öğrenci olaylarıyla birlikte ÇKP’nın tavrı daha net şekilde ortaya çıkınca batı basını bu sefer Deng ve Gorbaçov’a “siz demokrasiden ne anlarsınız” (The Economist) diye hırçın çığlıklar atmadan edemedi. Sovyetler’de ve Çin’de olanlar siyahın beyaza benzediği kadar birbirine benzemektedir. Çin’deki uygulamalar daha çok Sovyetler’deki NEP dönemine denk düşmektedir. Çin, ekonomiye hız verebilmek için, kırda ve bazı liman şehirlerinde kısmî kapitalist uygulamalara geçmiştir. Genel konumuyla Çin, ekonominin bütün alanlarına sosyalizmin yaygınlaştırılması dönemine varamamış, bunun sancılarını yaşamaktadır. Oysa Sovyetler Birliği bu dönemi çoktan aşmış Sosyalizmin yetkinleşmesinin sancılarını yaşamaktadır. Basit mantık oyunlarıyla bu gerçeklikler örtülemez.

Son konuya, Gorbaçov’un. “açıklık ve Daha fazla demokrasi” uygulamalarının yükselttiği tepkilere geçelim. Gorbaçov “daha fazla demokrasi” deyince, kimi solcularımız bunu Sovyetler’de demokrasi olmadığına delil gösteriyorlar. Gorbaçov’un adımlarını “demokrasinin gerçekleşmesi için yeterli” bulmuyorlar. (Yeni Öncü, s.1)

Görmek istemeyen gözden daha körü yoktur. Gorbaçov “daha fazla demokrasi” önerdiği raporunda önce “mevcut seçim sistemi iktidarın seçilmiş organlarında nüfus bütün bölümlerinin temsilini sağlıyor… Bu başlı başına sosyalist demokrasi için büyük bir kazanımıdır.” gerçekliğinden hareket ederek;

“Bununla birlikte, bütün politik, ekonomi ve sosyal kurumlaşmalar gibi, seçim sistemi de toplumdaki reorganizasyon ve gelişim sürecinden kopuk ve değişme­den kalamaz”12 sonucuna varır.

Sovyetler’deki mevcut seçim sisteminde yet organlarının bütün kademeleri, bü­tün yığın örgütlenmelerinin yetkili organları, mahkemeler seçimle işbaşına gelir. Ve seçmenin seçtiklerini geri çağırma hakkı vardır. “Son yirmi yılda seçilmiş 8000 gö­revli geri çağrılmıştır.”12

Seçimlerde aday gösterme hakkına “Parti, sendikalar, Komsomol, kooperatifler ve diğer halk örgütlenmeleri, iş kolektifleri ve hizmet sektörü birlik toplantıları sahiptir.”

“1980 Sovyet seçimlerinde 936.800 seçim komitesi kuruldu ve bunlara halk ör­gütlenmeleri ve iş kolektiflerinden 8,6 milyon temsilci katıldı. Seçimlere katılma oranı %99,9 oldu.”14 Seçilenlerin %43,1’i komünist, %56,9’u partisizdir.

Bu gerçeklikleri sosyalist demokrasiyi göremeyenleri ikna etmek için değil, samimi işçilerin yaşayan gerçekliği kavrayarak, sos­yalizm dilbazlarının iç yüzünü kavraması için özetledik.

Geri çağırılma hakkının çok sınırlı kullanılması neyi göstermektedir? Seçilenlerin görevlerini hakkınca yürütmeleri olayın bir yönüdür. Fakat aksamalar biriktiğine göre, esas neden yeni inisiyatiflerin öne çıkmasındaki yavaşlıktır. Bu da geniş yığınların bilinçliliğiyle ilgilidir.

Her şeye rağmen seçimlere katılım yüzde yüze yakındır.

Sovyetler’de seçime, katılmayana para ya da hapis cezası olmadığına göre, oranın bu kadar yüksek olmasının tek nedeni, yığınların kendi iktidarlarına sahip çıkma gerçekliğidir. Beğenilmeyenin değiştirilebileceği, aksayanın düzeltilebileceği umudu olmasa seçimler ölü bir formaliteye döner, geniş yı­ğınların ilgisini çekemezdi.

Ancak varılan aşamada bu yetmemektedir. Şimdi demokrasi başlıca iki yönde daha da genişletilecektir.

Ekonomi alanında, merkezden atanan fabrika yönetimleri, iş kolektifleri tarafın­dan seçilecektir. Genel seçim sisteminde ise aday sayısının sınırlanması ve aday gösterme hakkıyla ilgili kısıtlamalar kaldırılmak­tadır.

Fakat baylarımızı bu gelişmeler tatmin etmiyor. Yeni Öncü’ye göre, demokrasinin gelişmesi “örgütlenme özgürlüğüne” ve “çok partililiğe” varmazsa bir anlam taşımayacaktır.

Sovyet halkı tümüyle örgütlüdür. Kimlere örgütlenme özgürlüğü isteniyor? Thatcher ve Reaganların kucak açtıkları sosyalizm düşmanlarına! İşte “demokrasi” anlayışı. Kapitalizm, çağımızda yalnızca bir avuç Finans-kapitalist için gerçek özgürlük demek olduğundan, onun yığınları aldatacak ikiyüzlülüklere ihtiyacı vardır.

Sosyalizm, geniş çalışan yığınlar için demokrasi olduğu için onun bu tür ikiyüzlülüklere ih­tiyacı yoktur. İlk Sovyet anayasasında (1918) eski işverenler ve kırlarda kulaklar, diğer sömürücü unsurlar seçme ve seçilme hakkına sahip değildi. Bu sınırlama 1936 Anayasası’nda kaldırılmıştır. Şimdi de aday gösterme hakkı Parti ve çeşitli halk örgüt­lenmelerinden tek kişilere yaygınlaştır­maktadır. Sovyetler’de bütün adayların seçim propaganda masraflarının devletçe karşılandığı düşünülürse, en gelişkin kapitalist anayurtlardaki “demokrasinin” bile na­sıl zavallı bir aldatmaca olduğu ortaya çıkar.

Gelelim “çok parti” sorununa. Sosyalizm tek parti ile kurulur ve güdülür diye bir kanun ya da fetva yoktur. Bugün çok partili sosyalist ülkeler de vardır, Sovyetler’de tek parti Bolşeviklerin isteği ya da yersiz zorla­maları ile yaratılmamıştır. Devrim momen­tinde proletarya her ileri adım atışında Menşeviklerden, Sosyalist Devrimcilere ka­dar uzanan partiler, tek tek karşı devrim saflarına savrulmuşlardır. Emperyalizmin genç Sovyet iktidarını çökertmek istediği koşullarda, burjuva reformistleri ve küçük burjuva devrimcilerinin enerjileri tükenmiş, kurulmakta olan düzenin karşısına geçmiş­lerdir. Fakat buna rağmen RSDIP yöneti­mindeki Sovyet iktidarı geniş köylü yığın­larının taleplerine de cevap vererek, onla­rın gericileşen partilerden kopuşmalarını sağlamıştır. Mücadelenin tek parti iktidarı ile sonuçlanması devrim günlerindeki sınıf savaşının en keskin noktalara tırmanmasının bir sonucudur. Yeni Öncü, mücade­lenin bu derece keskinleşmesinden mi ya­kınıyor?

RSDİP’in kararlı eylemliliğiyle, işçi sını­fından öteye, geniş halk yığınlarının da gü­venini kazanması, buna karşılık diğer par­tilerin halkın büyük çoğunluğundan tecrit olup bu yeteneği gösteremeyişi karşısında sızlanmak niye?

Demokrasinin temel nimetinin “çok partililik” olduğunu sananlar kendilerini burjuva yargıların bataklığında bulurlar. Parti­ler sınıflara dayandığına göre, her proleter devrimi kaçınılmaz şekilde önce burjuva partilerini tasfiye eder. Köylülüğün ve orta tabakaların partileri ise devrimin gidişine ayak uydurabilirse tasfiye olmak kaçınılmaz alın yazısı değildir. Fakat sosyalizme doğ­ru her adım atışta, sınıf çıkarları arasındaki farklar eridikçe partiler de sentezleşebilir.

Yeni Öncü, “tek partililiği model yapmayalım” derken Rus Çevriminin gerçekleri karşısında bayağı bir liberal konumuna dü­şüyor. İlk olarak, iç savaş ve birinci dünya savaşının iç içe girdiği koşullarda sınıflar sa­vaşının korkunç derecede keskinleşmesi proletarya partisi dışındaki eski ilerici par­tilerin enerjisini hızla tüketmiştir. Ve hepsi çeşitli provokasyonlarla devrim alanını terketmiştir. Sizler, bu gerçeklikleri görmek istemeyerek, sınıf savaşının insafsızca kes­kinleşmesinden sızlanmış oluyorsunuz. İkinci olarak, RSDİP bir kocakarı sabrı ile bu partileri devrimci mücadeleye ikna et­mek için uğraşmak yerine, bu papazca tu­tumu bir kenara itip proletarya dışında ge­niş yığınların da güvenini kazanabilmiş ve devrimi sonuna dek götüren tek parti ol­muştur. Sizler bu gelişimden yakınarak, ye­teneksiz devrimciliğe tolerans ya da “öz­gürlük” istemiş oluyorsunuz. Üçüncü ola­rak, RSDÎP devrim sonrası gelişimde ka­rarlı devrimci tutumuyla konumunu daha da sağlamlaştırmış ve sosyalizmin gelişimi­ne de tek parti olarak damgasını vurmuş­tur. Sizler, çok partililik adına bu gerçekliği eleştirerek, proletaryanın sınıf olarak öncü rolünü burjuva yargılarla kemirmek istiyor­sunuz.

Tek partililiğin tercih edilip edilmemesi, sübjektif bir seçim sorunu değil, devrim dö­neminde objektif koşulların belirlediği bir durumdur. Ancak “çok partililik” hevesi burjuva önyargılara teslimiyettir.

Yeni Öncü, Gorbaçov a reformlarında, “çok partililiği” hedef noktası olarak gös­terdiğinde, parti sorununu nasıl bir temele oturtuyor?

“Eğer bir görüş sahipleri örgütlenme özgürlüğüne sahip olur, bir başka görüş sa­hipleri buna sahip olamazsa, açıklık nasıl gerçekleşecektir?” (Yeni öncü, s.1)

Böylece Partilerin “bir görüş” ya da “bir başka görüş sahipleri” temeline oturduğu­nu öğreniyoruz. Oysa siyasette “görüş” ip­siz sapsız bir balon değil, sınıf çıkarlarının ifadesidir. Yeni Öncü gibiler, 12 Eylül hen­değine kapaklandıktan sonra, sınıf temeli­ne dayanan bir siyasi mücadele yürütmek yerine, düşünce idmanına dayalı bir siya­set yapma yolunu seçtiler.

Sovyetler’de, devrimden bu yana işçi sınıfının, tarımda çalışanların ve aydınların çı­karları, sosyalizmin geliştirilmesi hedefi doğrultusunda bir ve aynı partide temsil edile­biliyor. Bu partide, Sosyalizmin geliştirilmesi çerçevesinde “başka başka görüşler” daima olmuş, hatta dönem dönem keskin mücadele vermişlerdir.

Yeni Öncü’nün derdi bu değildir. “Gor­baçov, Saharov ve benzerlerini serbest bı­raktı… Eğer bunlar gösteri yapmak ve ör­gütlenmek isterlerse ne diyecek?” İşte “çok partililik” çığlıklarının somut hedefi! “Eğer bir görüş sahipleri örgütlenme özgürlüğü­ne sahip olur, bir başka görüş sahipleri bu­na sahip olamazlarsa, açıklık nasıl gerçek­leşecektir?” Yeni Öncü’nün derdi budur.

Masum cümlelerle cinayet işliyorsunuz. Sovyetler Birliği Komünist Partisi “bir gö­rüş sahibi”dir, “Sahorov ve benzerleri” de “başka bir görüş sahibi”! Birisine örgütlenme özgürlüğü varsa, diğerine niye olmasın!

Sahorov’lar hangi görüşün sahibidir? Neden Reagan’lar bu görüşe kucak açar­ken, “öbür görüşü” öldürmek için kanteri döküyorlar? Bizim “özgürlük” savaşçıları için görüşlerin sınıf temeli önemli değildir. Yalnızca “bir başka görüş” olmaları onla­ra örgütlenme özgürlüğü için hak kazan­dırmalıdır.

Sahorov’lar kökleri kazınan kapitalist sı­nıfın düşünce artıklarının dile gelişidir. Sos­yalizm, bu gericiliğe partileşme hakkı bahşedemez. Ne çare ki, kapitalizmin demok­rasi oyunu baylarımızın gözlerini öyle bo­yamıştır ki, kapitalizmde nasıl o düzene kar­şı olan proletarya örgütlenebiliyorsa, Sos­yalizmde de ona düşman olanlar niye ör­gütlenmesin!

Evet, kapitalist anayurtlarda proletarya­nın -elbette belli sınırlamalarla- örgütlenme özgürlüğü vardır. Ancak hiçbir kapitalist ül­kede artık feodal ortaçağı özleyen ciddi bir örgütlenme yoktur. Burjuvazi feodal orta­çağı öldürdüğü oranda güçlü ve özgür bir şekilde gelişebilmiştir. Geri ülkelerdeki ba­zı kalıntılar hariç feodal ortaçağ yüz yıldır ölmüştür. Ancak kapitalizm hala güçlü bir şekilde yaşıyor. Ve bu nedenle Sosyalist ül­kelerdeki gelişimleri etkileyebiliyor.

Burjuvazi feodalizmden gücüyle örgüt­lenme hakkını almıştır. Proletarya da ka­pitalistlerden en zorlu mücadelelerle sen­dikalaşma ve partileşme hakkını koparmış­tır. Kapitalizm kanunlarla proletaryanın ör­gütlenmesini yasaklasa da, işçi sınıfı yeraltının “özgür?’ ortamında yine örgütlenmektedir. Çünkü tarih sosyalizme akıyor.

Fakat sosyalizmden ötesi komünizm. Saharovlarla mı komünizme gideceksiniz?

Son olarak, Yeni Öncü’nün “iktidar korkusuna” değinelim. Yeni Öncü “iktidar olan” ve “kanunlarla korunan” bir partinin kendisini “yenileyebileceğine” inanmamak­tadır. Oysa “güçlü rakipleriyle mücadele et­mek zorunda kalan parti kendini yeme­yebilir. Burjuva aşıklığının bu kadarına pes.

Batı anayurtlarında pek çok parti var. Ancak yenilenen kişiler ve propaganda metotlarıdır. Partilerin sınıf temeli değişmedikçe temel görüşü değişmez. Bu an­lamda yenilenemezler. Bizde ANAP ne ölçüde bir yeniliktir? Ya da Demirel ANAP’tan dolayı hangi temel görüşlerini yenile­miştir? Hele SHP, eski CHP’den beter bir durumdadır. Kafanızda sınıf kavramı yok, kof biçimler ve kalıplar var.

Sosyalizmde iktidar olmak demek, ge­niş yığınlarla sürekli ilişkide olmak demek­tir. Çünkü Parti onların çıkarlarının temsil­cisidir. Eğer Polonya olaylarını önümüze sürerseniz, Walesa hiç şüphesiz ki Partinin korkunç hatalarının çocuğudur. Ancak Parti yığınların şamarıyla günahlarından kurtulma yolunu tutmuştur. Bir Walesa, yığınları geçici olarak peşinden sürüklese de, kapitalizme dönüşü özlediğini açığa vurun­ca hızla çökmüştür. Sosyalizm içinde hayal ettiğiniz “güçlü partiler” hangi çıkarları savunacaktır? Eğer bunun çerçevesi sosya­lizm içinde kalacaksa hiç de ayrı “güçlü” partilere gerek olmayabilir.

Ayrı güçlü partilerin olması halkın alda­tılmasına karşı bir teminat değildir. Ameri­ka’da iki güçlü parti al gülüm ver gülüm ge­niş halk yığınlarını aldatabiliyor. Uygulamalarıyla yıpranan parti gidip, ardından öbü­rü yığınlara yeni bir umut gibi sunulup, dü­zen yuvarlanıp gidiyor. Oysa tek parti, uy­gulamalarıyla geniş yığınların sürekli karşısındadır. Sırf bundan dolayı, parti değiş­tirilemeyeceğine göre, uygulamalar yığın­ları tatmin etmiyorsa parti kendini yenile­mek zorunda kalır.

Ayrıca Yeni Öncü’nün unuttuğu bir ger­çeklik vardır ki, Sosyalizmin özünün unu­tulmasıyla aynı anlama gelir, Sovyetler’de Parti’yi “koruyan” kanunlar, aynı zaman­da bütün Sovyet halkının da çıkarlarını teminat altına almaktadır. Gorbaçov, bu ka­nunlara dayanarak, çok yakında 400 soy­suz partilinin elinden “lüks villalarını” bir an­da çekip alıverdi. Sovyetler’de büyük yol­suzlukların hala cezası idamdır.

Burjuva normlara değil, devrimini yapmış proletarya ve geniş halk yığınlarının insiyatifine güvenmek tek yoldur. Sosya­lizm elbette ki sancısız gelişmiyor. Ve par­tiler Nevski Bulvarı’nda gezinircesine ko­lay ve tasasız yürüyemiyor. Sizler sosya­lizm yolunda yürüyüşün zorluklarından yı­lıp burjuva normlara sığınıyorsunuz.

Sosyalizmdeki aksamalardan paniğe ka­pılıp, burjuvazinin çöplüğünden onun es­kimiş kavramlarını ödünç alıyorsunuz. Sos­yalizm bütün dünyayı hayran bırakacak parlaklıkta ve kusursuzlukta gelişseydi ne iyi olurdu! Dünya burjuvazisinin soluğunu tıkayacak mükemmellikte adımlar atsaydı, bizlere ne kadar az iş düşerdi!

Ya da bu olmuyorsa, her “başka görüşe” özgürlük tanıyıp, gerektiğinde sosyalistler, sosyalizmden özgürce geri dönebilecekle­rini ve böylece ne kadar “demokratik” ol­duklarını dünya burjuvazisine gösterseler ne iyi olurdu!

“Sovyetler’de örgütlenme özgürlüğü” paravanasını bir kenara atın, bayrağınıza “sosyalizmden geri dönme özgürlüğü” pa­rolasını yazın, bu, işçi sınıfımıza yapabile­ceğiniz en büyük hizmet olur.

Dipnotlar:

  1. Soviet Politics in the Brezhnev Era, R. Kelley
  2. M. Gorbaçov, 27-28 Ocak 1987 MK Toplantı konuşması
  3. M. Gorbaçov, Haziran 1986 MK’ya rapor
  4. (2)
  5. (2)
  6. (2)
  7. SSCB Merkezi İstatistik Büro Raporu, Şubat 1987
  8. (2)
  9. Lenin Cilt 29
  10. Lenin Cilt 32
  11. Georgi Smirnoz, New Times, Nisan 1987
  12. (2)
  13. STP Ekim 1982
  14. Çernenko, Soyvetler’de İnsan Hakları