“Düşüncelerim yaşamımdır” – Gökçe DEMİR

 

Çağdaş Yol, Sayı 10, Ocak 1990

“Mutfak ve evliliğin ayrılması… İşte kiliseyle devletin ayrılmasından daha az önemli-olmayan en azından kadının tarihsel alın yazısını etkileyecek büyük bir reform.”

A. Kollontai

Kadının kurtuluşu mücadelesinde emek veren biz kadınlara güç veren olaylar ve insanlar var yaşamamızda. Kadınların örgütlü mücadele içinde her geçen gün biraz daha öne çıkmaları, ya da bir kadın yoldaşın zindanlardaki onurlu direnişi veya devrimci teorisi ile olduğu kadar devrimci pratiği ile de bize hayatı yorumlamada ve değiştirmede ışık tutan; bugün aramızda yaşamayan yol arkadaşlarımız…

Bu zenginliğin içinden sıyrılıp gelen bir yüz var önümde sanki her hareketimizi dikkatlice izleyen özenli taranmış saçların çevrelediği gururlu bir baş, hayatı dolu dolu yaşamanın tadı var dudaklarındaki gizli gülümsemede. İlerlemiş yaşın habercisi bir baston ve üstünde madalyaların öttüğü yorgun bir kalp… “Kadınlar ve onların kaderiyle yaşamım boyunca ilgilendim. Beni sosyalizme getiren onların kaderiydi.

Bu sözler devrimci yaşamı içerisinde kadın kurtuluşu mücadelesini hiç bir zaman ikinci plana atmamış ve yeni insanı yaratmak için kendi yaşamıyla örnek olmaya çalışmış bir Sovyetler Birliğinden kadın devrimciye Alexandre Kollontai’ye ait. Doğduğu 1872 yılından öldüğü 1952 yılına kadar konuştuğu ve yazdığı gibi yaşayan ve biz kadınların mücadelesinde bize uzun yıllar görüşleriyle yoldaşlık edecek bir insan Kollontai. Clara Zetkin’den Rosa Lüksemburg’dan farklı bir özelliği var ve bu özellik bizim kendisini seçmemizdeki en önemli faktörlerden biri. Dünyayı sarsan bir devrimin büyüyüp gelişmesine, gerçekleştirilmesine ve daha sonra 1952’ye kadar sosyalizmin inşaasına katılmış ve içinde sonuna kadar (günlerce uykusuz ve aç kalmacasına) yer almış bir kadın Alexandre Kollontai. Bu nedenle biz sosyalist kadınların kadın kurtuluşu için verdiğimiz mücadelede her zaman bir kilometre taşı olarak duracak yolumuzun üzerinde.

Çocukluğu ve gençlik yıllan boyunca hem kendisini çevreleyen maddi ve manevi koşulların etkisiyle hem de kendi yaratıcı kişiliği ile sabırla işlenmiş zengin bir insan Alexandra Kollontai. Soylu bir ailenin küçük kızından sosyalist toplumun militan, enternasyonalist ruha sahip ve nihayet özgür kadın tipine yol alan renkli bir kişilik. A. Kollontai ile ilgili olarak kavramamız gereken en önemli gerçeklik yalnızca devrimci ve enternasyonalist kişiliği olmamalı. Kollontai’yi yalnızca siyasal yaşamı ve sosyalist devrime olan inancıyla kuru bir şekilde değerlendirmek Kollontai’ya ihanet olurdu. Çünkü Kollantai yalnızca devrim için yaşayan bir sosyalist değil kendi yaşamının diğer bütün kadınlara örnek olmasını isteyen ve özgür kadının davranış tarzına ilişkin düşünceleri ne ise pratikte bunu hayata geçiren bir kadın.

Marksizm üzerine gördüğü eğitim ve kendisini yaratıcı faaliyetten uzak tutan evlilik yıllan sırasında kadının konumunu sürekli irdeleyen beyni onu şaşmaz bir şekilde kadının kurtuluşu soruna ulaştırmıştır. Kollontai yaşamı boyunca verdiği yazılı eserlerde kapitalizmin yeni topluma miras bıraktığı aile ve cinsellik gibi neredeyse yüzyılların skolastiği içinde taşlaşmış olan ve yeni insanı yaratmada sınırlayıcılık görevini şaşmaz bir şekilde yerine getiren bu iki alana cesurca saldırmış ve parçalamaya çalışmıştır. Kadına yönelik eserlerinde öncelikle burjuva tarzdaki aile yapısını çözümlemeye yönelen Kollantai bizce çok önemli iki ana nokta saptamıştır. Aileyi birbirine bağlayan hangi bağlar mevcut. Kadının çalışma yaşamı içerisinde yer alışı karının kocasına, kız çocuğun babaya olan itaatinin azalmasına yol açıyor. Aile içerisinde kadınları görevi olarak yerleşen pek çok işlev feodal toplumun üretici ailesinden kapitalist toplumun tüketici ailesine geçişle yerini kumrulara bırakıyor. Örneğin eğitim kurumsallaştırılıyor kapitalist toplumda. Aileyi devam ettirmek ve kutsallığını mutlaklaştırmak için geriye kalan ne? Edinilmiş mirasın dolaysız aktarımı. İşte Kollontai’ın kutsal aile bağlarından anladığı gerçeklik. Mülkiyete dayanan evlilik ilişkisini “çifte ahlak” olarak tanımlayan Kollontai bu yolla sokaklardaki açık fuhuştan evlerdeki gizli fuhuşa bir paralellik kurmakta. Serbest birlik, serbest aşk kavramlarını sorgulayan Kollontai bu kavramların gerçekte toplumsal ilişkiler alanındaki bir dizi köklü reform, aile yükümlülüklerini topluma ve devlete aktaracak reformlarca gerçekleştirilebileceğine dikkat çekiyor. Bunun için de izlenecek yol belirlenmiştir. Kollontai’ın gözünde. Fuhuş ve bugünkü ailenin doğaya aykırı biçimleriyle savaş doğrudan doğruya proletaryanın genel mücadelesinin bir uzantısıdır ve onun tamamlayıcı bir parçasından ibarettir.

Sosyalizmle gerçekleşen ekonomik devrimin ardından cinslerin gerçek anlamda serbest birlikteliğinin sağlanması cinsel devrimle gerçekleşecektir. Kollontai bu konudaki görüşlerini çok açık bir biçimde Marksizm ve Cinsel Devrim adlı kitabında ifade etmiş ve kadın sorununa ilişkin bütün yazılarında bu görüşü cesurca savunmuştur. Marksizm’in tanımladığı üç alandaki ezilmişlik ulusal-sınıfsal ve cinsel ezilmişlik ortadan kaldırılmadan yeni insan ve yeni yaşam biçimi yaratılamayacaktır. Kollantai’ye göre cinsel ahlak ve insan psikolojisi köklü bir dönüşüm geçirmek zorundadır. Cinsler arasındaki ilişkilerdeki kıskançlık duygusu, bir cinsin diğeri üzerindeki tensel, ruhsal tasarruf isteği ve yüzyıllardır varlıklarının biricik oluş ve kurtuluş yolunu aşkta gören kadınları saran yalnızlık duygusu egemen oldukça “serbest aşk” anlamsız bir söz olarak kalacaktır. Bu duygunun her iki cinste de aşılması için gerekli güç proletaryanın elindedir ve bu nedenle proletaryanın kurtuluşu ile kadının kurtuluşu sürecini iç içe ve insanlığın kurtuluşu yolunda vazgeçilmez iki ana unsur olarak tarif eder Kollontai. Kollontai kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi “aşk-arkadaşlık” olarak yepyeni bir kavramla tanımlar. “Kanatlı Eros’a Yer” adlı yazısında bu kavramı şöyle somutlamaktadır: “Doğası gereği mademki aşk çok şekillidir, öyleyse serbest birlik, yasal evlilik ya da geçici ilişkiler gibi formüllemelerin pek önemi yoktur. Aşka değer kazandıran onun manevi ve ruhsal içeriğidir. Sosyalist toplumun ilk aşamasında proletarya ideolojisi, bireysel aşkın kolektiflik için “görev aşk”la sınırlanmasını istiyordu. Aşk (sevgi) ilişkilerini belirleyen yeni ve büyük ruhsal güt dayanışma-arkadaşlıktır. “Kanatsız Eros” (tamamen fiziksel çekicilik) yerini beden uyuşmasını da içeren “Kanatlı Eros”a bırakıyor, ama orada kollektiflik için gerekli görev, bireysel aşk duygularının önüne geçiyor. İdeal, hayli çetin, ancak bu zorluk geçicidir. Sosyalist toplum yeni bir aşk biçiminin, şekil değiştirmiş Eros’un doğuşunu görecektir ve o toplumda “cinslerin birliği” sağlıklı, özgür ve doğal olan cinsel çekicilik üzerine kurulacaktır.”

19. yüzyılın son çeyreğinde doğan ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda ölen Kollontai bize bu düşünceleriyle 21. yüzyılın geleceğin insanının bir tanımlamasını yapıyor. Kollontai yaşamında kadın sorunu ile hem teorik hem de pratik alanda ilgilenirken (kadın kurtuluşu için yapılan her türlü pratik faaliyet) parti çalışmasının kadın alanındaki taktiğini de olgunlaştırmaya çalışmıştır. Bu konudaki önerisi her parti örgütünün kadınlar arasında çalışma için özel bir büroya sahip olması ve parti örgütünün bir üyesinin bu alan için sorumlu tutulmasıdır. Bolşevik devrimin ardından sosyalist inşa sürecinde kadınların kazanılması ve kadın sorununun ikincil plana atılmamasının da bir güvencesidir bu öneri, bugünde sahip çıkılması ve pratikte gerçekleştirilmesi gereken güncel bir sorundur.

Alexandra Kollontai’ın 80 yıllık yaşamı nice zenginlikler ve hayatlarla dolu. Özgür aşka değin düşüncelerini pratiğe geçirmekten hiç bir zaman korkmamış ve gelen her türlü eleştiriyi ve soğuk günleri kararlılıkla göğüslemiş. Çünkü Kollontai’ye göre kendi yaşamının “öbür kadınların yaşamındaki çifte ahlaka ait eskimiş korkunç görüntüyü dağıtmak için de bir örnek sayılabileceğinin” bilinciyle davranmış bir kadın.

Alexandra Kollontai özgür insan-özgür kadın düşüncesi ve geliştirdiği teoriyle kadınların örgütlü mücadelesi içerisinde “orijinal” bir kişilik olarak değerlendirilmemesi gereken bir sosyalist. Bu harekete inanmış ve yola çıkmış her sosyalist kadın Alexandra Kollontai ile hesaplaşmak ve bu görüşleri pratiğe aktarmak zorunda. Bizler tıpkı Kollontai gibi kendi yaşanılanınızın da ‘kadınların üzerindeki çifte ahlaka ilişkin köhnemiş korkunç görüntüyü dağıtmak’ için bir örnek oluşturacağının bilinciyle davranmak zorundayız. Tarihsel bir zorunluluk bu…

İnter Yayıncılıktan çıkan otobiyografik özellikli “Bir Çok Hayat Yaşadım” adlı kitabı Alexandra Kollontai’ın renkli ve canlı kişiliğini kavramak açısından gerçekten doyurucu ve renkli bir kitap. Bu kitabı okurken bir kez daha kadınlar olarak eski bir yoldaşımızın mücadele tarihinden kendi yaşamlarımıza bakma fırsatı bulabiliriz. Yazımızı bu güzel insanın yaşama ilişkin sözleri ile noktalayalım. “İnsan her şeyi yapmalı yaşam çok kısa, yani insan tüm görevlerini yerine getirmeli ve yaşamın tüm zenginliğini duyumsamak.”