DİSK OLAYINA GENEL BAKIŞ

Çağdaş Yol, Sayı 1, Mart 1987

12 Eylül’le birlikte fiilen kapatılan DİSK geçenlerde mahkeme kararıyla resmen kapatıldı. Bu gelişme karşısında ister istemez yeni bir DİSK’in kurulması konusu gündeme geldi. Fakat aynı zamanda 12 Eylül’le birlikte işçi sınıfının “birliğini” Türk-İş içinde gerçekleştirme yönünde parolalar atıldı. Eski hızlı DİSK’çilerin bir kısmının şimdi neredeyse Türk-İş’çi kesilmesi 12 Eylül’ün ortaya koyduğu çıkarttığı önemli olgulardan birisidir.

Bir ustanın dediği gibi “birlik” büyük laftır. Fakat birlik diye diye çok birliklerin canına okunmuştur. Şimdi Türk-İş içinde işçi sınıfının birliğinin savunulması geniş işçi kitlelerinin nicelik olarak bir araya gelmesi açısından belki çekici görünebilir. Oysa böyle bir yaklaşım ister istemez gerçekliğin yalnızca bir tek yüzü ile yetindiği için eksik, işçi sınıfının sendikal mücadele tarihinin sessizce üstünü örttüğü için yanlış bir tutumdur.

Evet, DİSK’in kurulması ile işçi sınıfının sendikal hareketi başlıca iki ana parçaya bölünmüştür. Ve bu süreç bir on beş yıl aynı yönde derinleşmiştir. 12 Eylül’le birlikte DİSK’in biçim olarak ortadan kaldırılması ve sendikal faaliyetlere çok önemli kısıtlamaların getirilmesi sendikal hareketteki bölünmenin objektif temelini ortadan kaldırmış mıdır?

Olayı, DİSK’i kuranların ve yürütenlerin kişi istek ve niyetlerinden öteye objektif gelişimi içinde irdelemek ve değerlendirmek özellikle bugün daha da gereklidir.

1960’Iara Kadar Sendikal Harekete Kısa Bir Bakış

Tek parti dönemi “sınıfsız imtiyazsız” bir toplum yaratmak istediyse de sonunda tam tersi yaratılmış, tek parti dönemindeki birikimden de hız alan sınıflaşma ve bunun mantık sonuçları özellikle 1950’lerden sonra açık olarak yaşanmaya başlanmıştır. Böyle bir gelişimin habercisi 1946 yılıdır.

1946’da sendika ve parti kurma imkanı ortaya çıkınca işçi sınıfı her kesimden hızlı davranmış, çok kısa bir sürede 15’i aşkın sendika kurulmuştur. Yine aynı dönemde Şefik Hüsnü ve Esat Adil’in liderliğinde iki sosyalist parti de kurulmuştur. İşçilerin sınıfsal bir güdüyle hızla örgütlenmeleri finans-kapitali ürkütmüş 6 ay gibi kısa bir süre sonra sendika ve partiler kapatılmıştır.

İşçilerin kendi inisiyatifleriyle davranışları bizim Osmanlılıktan beri gelen devlet anlayışına kökten ters gelen bir gelişmeydi. İşçiler için sendika gerekiyorsa onu da devlet örgütleyip işçilerin önüne koyardı. 1952’lerde kuruluşu tamamlanan Türk-İş bütünüyle bu mantığın ürünüdür. Türk-İş, 1946’da kendini ortaya koyan işçi inisiyatifini öldürme ve güdümleme amacıyla şekillendi. Esas yönelişi, artık hem nicelikçe sayısı iyice kabaran, hem de nitelikçe kendi siyasi çıkarlarını kavramaya başlayan işçi sınıfının bilinç ve davranışını kontrol altına almak olan Türk-İş 1946’da patlayan sınıf sendikacılığının tam anlamıyla karşıtıydı.

Bütün bunlara rağmen Türk-İş’in kurulması sırf ve yalnızca olumsuzluk anlamına gelemez. Sendikacılar, ister istemez, sırf aidat toplama güdüsü gibi kısa çıkar hesaplarıyla da olsa, işçi sınıfını o güne kadar ulaşılamayan yaygınlıkta örgütlemişlerdir. Örgütlenen sınıf kendi ekonomik çıkarlarını daha iyi kavramaya başlamış, bu yolda her davranışında ise siyasetle yüz yüze gelmiştir. Fakat Türk-İş’in Amerikan sendikacılık kültürü ile eğitilen yöneticileri, 30 yılı aşkın hep aynı temel yönü izlemişler, Türk-İş’i politikadan uzak tutmuşlardır. Dünya deneyleri, politikayla tanışan sınıfın en sonunda dolambaçlı yolları izleyerek de olsa kendi siyasi çıkarlarını gerçekten savunan partilere yöneldiğini göstermiştir. Türk İş’in “partiler üstü” politikası sınıfı politikadan uzak tutmak, dolayısıyla egemen sınıfların politikasına yakın tutmak anlamına geliyordu.

Türk-İş doğuşunda hem DP’ni destekledi, hem de onun tarafından desteklendi. Fakat 1960’lara yaklaşıldığında kriz içinde kıvranan Menderes hükümeti Türk-İş’e saldırmadan edememiş bazı sendikaların faaliyetleri sınırlandırılmış ya da kapatılmıştır.

1960 Sonrası – DİSK’in Kuruluşu

Türkiye’de kapitalizmin gelişim hızının 1950’lerden sonra artmasının sınıf mücadelelerine yansıması bir on yılı aşmış 1960’dan sonra işçi ve köylü hareketleri gelişmeye başlamıştır.

1961 sonunda yapılan Saraçhane Mitingi o güne kadar yapılan en kalabalık işçi mitingidir. Miting 1961 Anayasasında yer alan grev vb. hakların kanunlarla pratik hayata girmesini hızlandırmıştır.

Yine aynı yılda ilginç bir gelişme Türk-İş içinde 12 sendikacı tarafından TİP’in kurulmasıdır. Nasıl Türk-İş 1946’da patlayan işçinin kendi inisiyatifi ile gelişen sendikal hareketin önüne bir engel olarak şekillenmişse, TİP: te kendine çıkış yolları arayan işçi sınıfının gerçek siyasi eğiliminin önüne bir yol bağı olarak gerilmiş oldu. Fakat bütün bu gelişmeler artık işçi hareke ti içinde yepyeni kıpırdanışların habercisiydi.

1963’lerde Maden-İş sendikasının Kavel Kablo fabrikasında başarılı bir direnişi oldu. Aynı yıl Bursa’da belediye işçileri ilk yasal grevlerini yaptılar. 1965’de Kozlu Maden işçilerinin grevi oldu. Grev hareketi adım adım gelişiyordu. Bütün bu gelişmeler karşısında panik içinde olumsuz bir tavır takınılıyordu. İşçi hareketi ileriye doğru adımlar attıkça, kendi en meşru yaşama koşullarını iyileştirme mücadelesini her geçen gün daha bilinçli bir şekilde yürütmeye çalıştıkça Türk-İş içinde çatlaklar genişliyordu. En son 1966 Mart ayında Kristal-İş’in Paşabahçe grevi patlama noktası oldu. Türk-İş greve müdahale edip kötü bir pazarlıkla grevi sonuçlandırmaya kalkınca Maden-İş, Lastik-İş, Petrol-İş, Basın-İş, Gıda-İş gibi sendikalar grevi destekleme ve sürdürme kararı aldılar. Bunun üzerine Türk-İş yönetim kurulu bu sendikaları bir yıl ihraçla cezalandırdı. Ve bu ihraç DİSK’in doğuş eylemi oldu.

İhraç edilen ve katılan başka sendikalarla 12 Şubat 1967’de DİSK kuruldu. DİSK sendikaları Türk-İş’in “küçük ve fakir” sendikalarıydı, toplam üye sayıları 30 bini zor geçiyordu. DİSK’in kuruluşu bir kaç sendikanın Türk-İş içinde “kuralları çiğnemesi” vb. nedenlerle açıklanmaya kalkıldığında olay aşırı derecede dar ve ilkel ele alınmış olur.

Kurucularının niyetinden öteye, DİSK 1960 sonrası gelişen işçi hareketinin doğal bir sonucudur. Sınıfın çıkarları Türk-İş’in izlediği yollarla korunup geliştirilemezdi. Bütün Türk-İş yapısı radikal bir şekilde değiştirilemeyince, gelişen hareketin bu köhne yapıdan kopuşması kaçınılmaz oldu. Kopanların, Türk-İş niceliğine göre azınlık olmaları olayın önemini azaltmaz.

Gelişen mücadele işçi sınıfının Sendikal hareketi içinde bir bölünme yaratmıştı. Bölünme sırf ve yalnızca olumsuzluk anlatmaz. O nedenle olay bir tek yönünden bakılarak değerlendirilemez. İşçi sınıfı içinde gerçekleşen bu kopuşmanın özü önemlidir, gerçek özü ise şuydu: Yükselen mücadele şartlarına sendikal zeminde ayak uydur maya çalışan işçi kitleleri Türk-İş’in mücadeleyi geriye çekici zemininden kopuşuyordu. Dolayısıyla bu batak zeminden kopuşan işçiler gelişen mücadeleyi omuzlamaya adaydılar. Onlar ileriye doğru akışın içinde yer almış oluyorlardı.

Türkiye’deki sendika mücadele tarihi bakımından 1967’ler artık Türk- İş’in izlediği yolun tarihi olarak ömrünü doldurduğunu gösteriyordu. DİSK, sonraki on beş yıllık ömründe önemli sendikal başarılar kazanmış ve Türk-İş’i önemli ölçüde etkilemiş, hırpalamıştır. Mücadelenin gerektirdiği seviyeye ayak uydurmaya çalışan işçi sayısı genel sınıf içinde azınlık olmasına rağmen onların eylemleri sınıfın bütününü etkileyip mücadeleye çekerken, Türk-İş’in gerici zeminine tabi olmaktan henüz kurtulamayan geniş yığınların toplam gücü pratik mücadele açısından bir anlam taşımıyordu. Kullanılmayan ya da kullanılamayan güç, çürür, ancak kendini açığa vurduğunda bir anlam taşır.

Netice olarak, DİSK kopuşması, işçi sınıfı içinde genel objektif mücadele zemininin yarattığı bir kopuşmaydı ve bu zeminin gerçek nedenleri ortadan kalkmadıkça da şu ya da bu biçimde de olsa bu kopuşmanın yaşanması kaçınılmazdı.

DİSK’in Gelişimi ve 12 Eylül

DİSK doğuşundan itibaren Türkiye finans-kapitali için önemli bir hoşnutsuzluk kaynağı olmuştur. Daha kuruluşu üzerinden üç yıl geçmeden AP ve CHP’nin desteği ile yapılan kanun değişikliği ile DİSK gelişmeden yok edilmek istendi. Fakat ileri işçilerin buna cevabı 15-16 Haziran eylemleri olmuştur. Sınıfın ileri kesimi sendikal örgütlenmesine sahip çıkmış, kanun tasalısı boş düşmüştür.

12 Mart ise, grevleri durdurmakla yetinmiş, DİSK varlığını korumuştur. Ancak on yıl sonra 12 Eylül DİSK’i fiilen kapabilmiştir.

DİSK işçi hareketinin 1960 sonrası adım adım gelişmesinin sonucu Türk-İş’in gerici zemininden kopuşmanın ifadesiydi. Ancak bu kopuşma hangi yönde ilerlemiştir? Bu sorunun cevabı, DİSK’in 12 Eylül’de sessizce öldürülebilmesinin nedenlerini açıklar.

DİSK 12 Mart dönemine kadar TİP’i desteklemiştir. TİP ise devrimci hareketin gelişme seyrine kendini uyduramayıp onun gerisinde kalınca 1965’lerden sonra hızla çökmüştür. 12 Mart sonrası DİSK’in yönetiminde “ilerleme” siyaseti egemen görünmüş, hem DİSK hem ilerleme “umut Ecevit”in peşine düşmüştür. Ecevit hükümeti döneminde sosyal demokrat hayaller belli ölçülerde yıkılmış bu yıkılmanın sonucu DİSK içinde yeni kaynamalar başlamıştır. Gelişen mücadele işçi yığınlarını sosyal demokrat hayallerden koparıyordu, bunun bir sonucu olarak DİSK içinde henüz küçükte olsa işçi sınıfının bağımsız eylemliliğini yükseltmeye çalışan bir grup sendika şekillenmişti. Bu gelişme bir olgunluğa varmadan 12 Eylül’le DİSK faaliyetten alıkondu.

DİSK deneyinden işçiler ne kazanmıştır? İlk olarak, DİSK seviyesinde de olsa burjuva etkilerden kopuldukça, sınıf kendi çıkarlarını o kadar daha güçlü savunabilmektedir. Sınıfın bağımsız eylem gücü, sorunların çözülmesinde ilk ve esas temeldir. İkinci olarak, DİSK içindeki işçi, çeşitli partileri tanıyabilmiştir. Bu, sınıfın siyasetle bağını kuvvetlendirirken, ülke sorunlarına bakışı da genişletmiştir.

Bütün bunlara rağmen DİSK, 12 Eylül öncesi sosyal-demokrat hayallerden fazla öteye gidememiştir. DİSK yönetimleri en son tahlilde geniş işçi yığınlarının öz eğiliminden kopuk, hali vakti yerinde aristokrat işçi zümresinin eğilimlerini temsil ediyordu. Türk-İş in Amerikan tipi soysuz sendikacılığının yanında, DİSK sendikacılığı ileriye atılmış bir kaç adımdı, fakat Finans- Kapitalin işçi haklarına başlattığı saldırılara karşı koyabilmek daha yüksek bilinç ve örgütlülük gerektiriyordu.

Şimdi, bütün bu deneylerin ışığında Türk-İş’ten ayrı yeni bir konfederasyon örgütlenebilir mi, ya da örgütlenmeli midir?

DİSK’in tekrarlanması yarar sağlamaz. Ya da 12 Eylül öncesi DİSK yönetimlerinin seviyesi, bu koşullarda tekrarlanmaya çalışılırsa işçi sınıfına yeni bir şey kazandıramaz. DİSK bir bakıma “güzel ve özgür günlerin” şekillenmesiydi. Sosyal-demokrasinin belli ölçülerdeki desteği ile yolunda biraz da kolayca yürüyebilmişti.

Şimdi ne 1960 sonrasının ortamı ne de umut” bir sosyal-demokrasi vardır. Kanunlar sendikal hareketi tam bir kıskaç içine almıştır. Sosyal-demokrasi ise yediği tokattan inmelenmiş yarı felçli bir vücut gibi davranmaktan öteye bir yeteneğe sahip değildir.

Dolayısıyla, şimdiki ortamda işçi sınıfından yana bir davranış çok daha fedakar, usta kararlı ve bilinçli olmak zorundadır. Devrimci bir sendikal mücadele artık, güzel günlerin rahatlığı içinde değil, bin bir çilenin göze alınmasıyla yaratılabilir. Bunun zemini var mıdır?

Evet, bunun zemini başlıca DİSK tabanıdır. DİSK deneyini yaşamış işçilerin en dirençli kesimleri bütün iteklemelere rağmen Türk-İş’e girmemiş, bazı bağımsız sendikalarda örgütlenmişlerdir. Bu gelişimin güçlenmesi, mücadele azmi ve kararlılığı bakımından eski DİSK’ten ileri bir örgütlenmeye varabilir. Varmalıdır. Türk-İş’te işçi sınıfının birliği” parolası yaşanan altı yılın sınıf içinde yarattığı yılgınlığın dile getirilmesinden başka bir anlam taşımıyor.

Eğer “bölünme” sınıfın bütününü olumlu yönde etkiliyor, sınıfın çıkarlarına hizmet ediyorsa bunda sızlanacak bir yan yoktur. Sınıfsal kopuşmalar, saflaşmalar baskı ve zorla ortadan kaldırılamaz. 1967’de gerçekleşen DİSK kopuşmasının şimdi anlamını yitirdiğini savunmak, işçi sınıfının ileri kesiminin 12 Eylül’le birlikte moral ve bilinççe Türk-İş zeminine gerilediğini iddia etmek demektir. Bu gerçekliğin ifadesi değil, ama yaşanan 6 yılın yalnızca olumsuz yanlarına teslim olanların ruh halidir. İşçi sınıfının, en azından 20 yıldır önemli deneyler yaşamış, gücünün pratikte karşılığını belli alanlarda alabilmiş kesimi, moral ve bilinççe eriyip, çürümedikçe; bu temelden hareketle Türk-İş’ten bağımsız bir sendikal mücadele alanı var olacak ve kaçınılmaz bir şekilde kendini belli eylemliliklerle ortaya koyacaktır.

Bağımsız sendikalar hareketi, henüz cılız da olsa bu yolda bir gelişmedir.

Sonuç

Bugünün koşullarından DİSK de neyine bakıldığında, “DİSK kurulma malıydı”, ya da sınıfı yeniden bölmek yerine “Türk-İş’te birlik” gibi düşünceler ancak bir 20 yılın deneyinden hiç bir şey öğrenmemiş kafaların ileriye sürebileceği düşüncelerdir. Esas düşünülmesi gereken yön nasıl olup da 1967’den beri her önemli işçi eylemine damgasını vuran DİSK, 12 Eylül’de bir darbeyle önemli bir çöküşe uğramış, bu gidişe karşı dirençli bir tepki şekillendirilememiştir? Eğer olaylardan gerçekten ders çıkartacaksak bu sorunun cevabını namusluca, kaçamağa sapmadan bulabilmeliyiz.

Ve eğer bu soruya doğru bir cevap bulursak, DİSK in varlığının ve mücadelesinin sınıfı zaafa düşüren bir “bölünme” olmadığı, ama sosyal demokrasinin ya da aristokrat işçi eğilimi olan burjuva sosyalizmlerinin önem ölçüde etkisi altında olmasının onun esas zaafı olduğunu teslim etmeliyiz. Sosyal demokrat hayallerle ya da buna benzer umutlarla yükselen mücadeleye ayak uydurulamazdı.

Yaşadığımız günler, işçi sınıfının en meşru haklarını savunmaya kalkanları, ister istemez daha usta, bilinçli, cesaretli, hepsinden önemlisi işçi kitlesiyle devamlı iç içe olmaya zorlamaktadır. Ya Türk-İş tipi sendikacılıkla sınıfa ihanet edilecek, ya da samimi, namuslu sendikacılığın ateşten gömleği giyilecektir.