“Devrimden Dönüş” Üzerine Tezler

Çağdaş Yol, Sayı 12, Haziran 1990

12 Eylül yenilgisine, bir de sosyalist ülkelerdeki gelişmeler eklenince Türkiye solunda sadece taktik ya da programatik konularda değil, bizzat Marksizm’in temel önermeleri üzerine yoğun bir tartışma patlak verdi, her temel kavram salvo ateşinden geçiyor.

Bu inkar fırtınasında başlıca iki farklı yön göze çarpıyor.

İlki, doğrudan Marksizm’i inkara varan anafordur. Hiç şüphesiz ki, bu yolda ilerlenirken basit, yalın bir dille ve tavırla Marksizm’in inkarı oldukça seyrek rastlanılan bir tutum. Genellikle defalarca Marksa başvurular yapılarak Marksizm’in canına okunuyor. özellikle Sosyalist ülkelerde yaşananlardan sonra ağırlık kazanan görüş Marksizm’i “ütopik’’ çerçevede algılamak, pratiğin kirli, tozlu ortamına hiç indirmemek yönünde gelişiyor. Ütopyalar bilimsel sosyalizmin öncesi devrimci bir rol oynadı. Ancak bilimsel sosyalizmin sonrası ütopya tam zıddı bir anlam taşıyor, mücadeleyi canlı pratikten koparan bir gericiliğe varıyor. M. Belge, “Türkiye ve Sosyalizm” kitabında bunu denedi. Marksizm’i diyalektik yönteminden sıyırdı, onu insanların inanıp benimseyecekleri ahlaki bir seçim kertesine indirdi. Böylece sosyalizm yolundaki bütün pratik, insanları ikna etme çabasında düğümleniyordu.

Öte yandan, Marksizm zemininden türeyen Marksizm karşıtı görüşlerle mücadelede yeterince sağlam dayanaklar bulamayanlar, başka bir yönden Marksizm’in temel önermelerini otopsi masasına yatırıyorlar. Bunlara iyi bir örnek, Toplumsal Kurtuluş yazarlarından Çelik Bilgindir.

***

“Devrimden dönüş noktasını irdelediği yazısında Ç. Bilgin konuya şöyle girer:

“Kendisi, yoldaşı Engels ile birlikte politika alanında var; bunu yadsımıyorum. Ancak Marx’ın kalıcı etkisi daha çok bilimselliğe katkısındadır ve İkincisi, artık politika platformundaki yerinin tartışılması da gerekebiliyor. Burada yapmak durumunda değilim; şimdilik 1848 Dönüşümlerinin (yazar devrim kelimesi yerine ‘revolution’ sözcüğünün astronomideki lügat karşılığı olan ‘dönüşüm’ kelimesini kullanmayı yeğliyor. 12 Eylül’ün D. Yol içinden yarattığı ‘dönüşümcüler’le bir benzerliği yoksa, böyle kavram kaydırmaları özel bir eleştiriyi gerektirmiyor. b.n.) sosyalist özünü küçük görmüş olduğunu ve Paris Komünü ile sonuçlanan kalkışmaya başında karşı çıktığını kaydetmekle yetiniyorum.” (Toplumsal Kurtuluş, S: Ocak-Şubat 1990, Ç. Bilgin)

Marksın “kalıcı etkisinin daha çok bilimselliğe katkısında” toplanması bir bakıma kaçınılmazdır. Çünkü Marks-Engels bilimsel sosyalizmin kurucularıdır. Pratik politikadan hiç kopmamalarına rağmen, kapitalizmin bilimsel bir irdelemesi ve sosyalizmin teorik çerçevesinin çizilmesi elbette ki öne çıkan bir görevdi. O güne kadar yapılmamış bir işi omuzladıkları için teori alanında Marks-Engels’in adeta politika alanında bulunuş tarzına bir şeyler yakıştırmak istiyor. “…politika alanında var; bunu yadsımıyorum” ifadesiyle ne demek istiyor? Marks’ın devrim teorisini yorumlarken, Yazarın ne demek istediği biraz olsun ortaya çıkacak. İleride göreceğiz. Ancak yazarımız, kalemiyle kuşku zehri damlatarak yol almayı daha çok sevdiği için konuya böyle girmeyi uygun görmüş.

Marks’ın politika platformundaki yerinin tartışılması gerektiğini söyleyen yazar, şimdilik 1848 devrimleri ve Paris Komünü karşısında Marks’ın tutumuna değinip geçiyor. Birinde, devrimlerin “sosyalist özünü” küçümseyen Marks, diğerinde de kalkışmaya “başında” karşı çıkmıştır. Böylece, “bilimselliğe katkısı” olan Marks ın politika alanındaki tutumu pek parlak görünmüyor.

Ç. Bilgin, olayları kendi koşullan içinde değil de kafasında tasarladığı mükemmel soyutlamaların çerçevesinden yargılıyor. Marks’ın 1848 devrimlerinin “sosyalist özünü” küçümsemesi ne demektir? 1848 devrimleri henüz burjuva devrimleridir, ancak proletaryanın “silahını bir omuzundan diğerine” aktardığı ilk ayaklanmalardır. Yani proletaryanın “küçük burjuva demokrasisinden” önemli ölçüde kopuştuğu ilk büyük devrimci çarpışmalardır.

Marks bu devrimlerde bütün dikkatini proletaryanın kendi siyasi örgütlenmesiyle bağımsız davranabilmesinde toplamıştır. Bir kez daha burjuva demokratların alkışçı korosu olarak hizmet etme durumuna düşmemesi için, 1850’de Komünist Lig bildirisinde Marks, “İşçi partisinin bağımsız, gizli ve açık bir örgütünü kurma, bunun her ocağını, proletaryanın tutumunun ve çıkarlarının burjuva etkilerden bağımsız olarak tartışılacağı işçi derneklerinin merkezi ve çekirdeği haline getirme yolunda” mücadeleye çağrı yapmıştır.

Ç. Bilgin açısından 1848 devrimlerinde Marks-Engels’in yakaladığı bu halka önemli olmayabilir. Ancak Marks, devrimlerin “sosyalist özü” üzerine gevezelik yapmak yerine, proletaryanın tarihinde ilk burjuvaziden bağımsız siyasi örgütlenmesini güçlendirme parolasını öne çıkartmıştır. Marks-Engels yeni bir devrim dalgası bekliyordu. Ve bu devrimlere sosyalist içerik kazandırmak ancak proletaryanın bağımsız örgütlenmesiyle mümkündü.

Diğer konu, Marks’ın ayaklanma öncesi Parisli işçileri “umutsuzca bir çılgınlık”a kalkışmamaları yolunda uyarısıdır. Ç. Bilgin bu uyarıdan kalkarak Marksa ne yakıştırmak istiyor? Ya da Marks böyle bir uyarı yapmakla ünlü Paris Komününe karşı mı çıkmış oluyor? Bu değilse, Marks, sonradan Paris Komünü olarak tarihe geçecek olan ayaklanmanın, tarihsel sonuçlarını önceden sezememekle mi suçlanıyor?

Paris işçilerine 1870 güzünde Marks’ın yaptığı uyarı işçilerin hazırlıksızlığı ve hükümetin provokasyonlarıyla ilgiliydi. Ancak ayaklanma kaçınılmaz bir olgu haline geldiğinde Marks, Paris Komünarlarının “gökyüzüne saldıran” girişimini büyük bir coşkuyla desteklemiştir. Ve Paris Komünün derslerini kılı kırk yararcasına irdeleyerek, onu tarihin ilk proletarya diktatörlüğü girişimi olarak sonsuzlaştırmıştır.

Ç. Bilgin, eğer adı gibi “bilgin” ise imalarla, yakıştırmalarla sorunu bayağılaştırmak yerine, Marks’ın “politika platformundaki yerini” açık ve doğrudan ortaya koyabilmelidir.

***

Yazarın esas eleştirisine, Marks’ın devrim teorisinin değerlendirilmesine geçelim.

“Marks’ta, kendi dışında bir devrimler olgusunun dinamiğini ya da mekanizmasını ortaya koyma eğilimi var. Bir “dönüşüm teorisi” var. Bu teoride, bireyler bir yana sınıfların bile iradesinin pek rolü görülmüyor; iradeleri, bir zorunluluğa uyma özgürlüğü olarak ortaya çıkıyor.” (a.y.)

Marks’ın devrim teorisini ekonomi-politiğin önsözündeki bir paragrafa indirgemek ve onu da kendi anlamından öteye abartarak yorumlamak, Marksizm’in burjuva liberallerince sık sık tekrarlanan bir tahrifatıdır. Ç. Bilgin, Marks’ı farklı yorumlamıyor. Marks’ın devrim teorisini “sınıfların bile iradesinin pek” rol oynamadığı bir kaderciliğe indirgemek, “devrimleri veri kabul ettiği için”, Marks’ın “politik müdahaleyi küçümsediğini” iddia etmek, Marksizm’in Bernsteinvari yorumlanmasıdır.

Marks, “toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düştüklerinde”, “toplumsal devrim çağının başladığını” söyler. Bu tespit, toplumsal devrimleri kıpırdatan, devrimci sancılan yaratan maddi temeli açıklar. Yoksa somut bir devrim sürecini değil.

Yazar, Marks’ın devrim teorisi ile ilgili kesin yargısını şöyle açıklar:

“Bu teoriden bir devrim çıkışını kuşku ile karşılıyorum.”

“Öyle sanıyorum, böyle bir dönüşüm teorisi, her zaman dönüşümden dönüş noktasını da içeriyor. Bu teorinin taraftarları istedikleri zaman, yine bu teoriye sığınarak devrimden kaçabilirler, kaçtılar ve kaçtıkları zaman da hep ‘Marksist’ olduklarını iddia edebildiler.” (a.y.)

Devrim döneklerinden Marksizm’i sorumlu tutmak, ancak Marks’ın çok sığ bir kavranışıyla mümkündür. Lenin, “Dönek Kautsky” ile mücadelesinde, nedense Marks’ın devrim teorisinin yetersizliğine varmamış, tam tersine Kautsky’nin hangi noktada Marksizm’den ayrıldığını açıkça sergilemiştir. Ç. Bilgin tam tersini yaparak, devrimden dönüşleri, Marks’ın devrim teorisine bağlayarak, dönekleri, belki istemeyerek, aklamış oluyor.

Ç. Bilgin, devrim teorisiyle ilgili şöyle bir matematiksel soyutlama yapar: “Üretim ilişkileri bir düzlemdir; üretici güçler, yani işçi sınıfı ve teknik de bu düzleme saplanan vektörlerdir. Devrim için, okların yırtıcı olması, düzleminde etkiyi lokalize edici esneklikte olmaması gerektir. Eğer düzlem esner, ya da sınıf yıkıcılığını yitirirse devrim olamaz.”

Bu soyutlamanın içine Yazar, Bernstein’ın kanıtlarını yerleştirir: “Bernstein kapitalizmin değiştiğini” yani “düzlemin esnediğini ileri sürüyor. Ve yine aynı Bernstein “üretici güçlerden işçi sınıfının yırtıcılığını ve bu nedenle tarihsel olarak kendisine verilen rolü yitirdiğini de kaydediyor.” (a.y.) Böylece, Ç. Bilgin, Bernstein’ın kanıtlarıyla Marks’ın devrim teorisini “devrimden dönüş teorisi’ ne çeviriverir. Bunu yapmakla yazarımız, üretim ilişkileriyle üretici güçlerin “esneyen” uyumunu kabul etmiş olur. Zaten kendisinin de “bu teoriden bir devrim çıkışını kuşku ile karşıla”dığına göre, üretim ilişkileriyle üretici güçler çelişkisi yazar için fazla bir anlam ifade etmez.

Ç. Bilgin, Marks’ın devrim teorisini şöyle düzeltir:

“Devrim, bir sistem ile üretici güçlerin karşılaşmasından değil, iki sistemin çatışmasından doğuyor. Çatışmada otomatizm yok; her sistem, kendisine sıkıca bağlı sınıflara ve örgütlere sahip olmak durumundadır.” (a.y.)

Yeni bir devrim teorisiyle karşı karşıyayız. Devrimlerin, “iki sistemin çatışmasından doğdu”ğunu söylemek, Mao’nun ünlü “çelişkinin iki yönü” formülasyonuyla talihsiz bir paralelliğe düşmek olur. Çelişkinin iki yönünden birinin ya da diğerinin üste gelmesiyle süreçleri açıklayan bu mantık, Bir’in parçalanması ve onun çelişkili yönlerinin kavranışının, diyalektiğin özü olduğunu anlamamıştır. Konumuz açısından, önce bir sistem vardır, “ikincisi” bunun içinde filizlenir, kendi güçlerini toplar. “Sistemlerin” ayrışması ve buzul dağları gibi birbirine sürtünmesi hangi toplumsal çelişkiler temelinde olur? Yazar, Marks’ı düzeltirken bunu açıklamıyor. İkinci sistem” hangi çelişkiler, tepkiler yoluyla birikir, “bilinçlenir” ve kısmen de olsa şekillenir, bunu açıklamayan yeni devrim teorisi, bayağı gevezelikten başka bir şey değildir.

Ayrıca “her sistemin kendisine sıkıca bağlı sınıflan ve örgütleri” olmasının teminatı nerededir? En doğru ve yaygın propagandalar bile, eğer toplum tabanındaki çelişki tarafından harekete geçirilmiyorsa sıkı örgütlülüklere yükselemez. Ç. Bilgin’in “sistemleri”, kendi devindirici güçlerini nereden alacaktır?

Burada Marks’ın “günahına” geliyoruz:

“Marks’ın bütün çabası, bu açıdan alındığında, bir sistemin bilince çıkışını önem ve geriye atma önünde gelişiyor. (Bir dizgi hatası olsa gerek, anlam bozuk, b.n.) Başkaları bir yana, Marks’ın Blanqui ile ütopyacılarla ve hatta Bakunin ile mücadelesi bir bilince çıkışı önleme etkisi yapıyor.

“Tarihsel olarak bu mücadelelerin haksızlığını ileri sürmüyorum. Söylemek istediğim şudur: Politik müdahale ve yeni düzeni çizme çabalan olmadan devrim olmaz.” (a.y.)

Yazar, ne dediğinin farkında mı? Marks’ın Blanqui ve Bakunin’lerle mücadelesi “ikinci sistemin” bilince çıkışını engelleyen bir rol oynamış! “Politik müdahale ve yeni düzeni çizme çabaları” olmaksızın devrim olmazmış! Politik müdahaleden kasıt, Bakuninvari entrikalarsa, böyle politik müdahalelerin yenilgi enayiliğinden başka bir sonucu olmamıştır.

Öte yandan Ç. Bilgin, Marksa dönüp “yeni düzeni çizme çabalan” olmaksızın devrim olmayacağı konusunda söylev veriyor. Aydın bilgiçliğinin ve pişkinliğinin bu kadarına pes…! Kapitalizmin kaçınılmaz çelişkilerinden, gelecek düzenin iskeletini bütün kuruntu ve yanılgılardan ayıklayarak şekillendiren Marks, Bakuninlerle mücadele ederken, meğer “yeni düzenin” bilince çıkmasını engellemek gibi bir günah işlemiştir. Şark toplumunda ukalalığın ve ahmaklığın gerçekten bir sının yok…

Marks’ın “devrim teorisi”ni Bernstein’ın kanıtlarıyla çürüten Ç. Bilgin, bununla yetinmeyip onun “politik müdahaleyi küçümsediğine delil olarak da Bakunin eleştirilerini gösteriyor. Böylece geriye Marksizm açısından elle tutabilecek sağlam ne kalıyor? Marks’ın kahırlı “bilimsel” Kapital emeği… Marks’ın sakallarından düşüncesine varamamış cüceler, onun her pratik adımdan büyük bir titizlikle çıkardığı dersleri ve politik mücadelesini göremezler. Ç. Bilginin öfkeyle köpürdüğü M. Belge de aynı kanıdadır. Marks’ta “politika teorisinin bulunmadığını iddia ederek, Marksizm’i Kapital’den ibaret hale getirmeye çalışır. Bütün bu dolambaçlı lafların; Marks’ı militan mücadelesinden koparıp, bilimsel bir sakallıya indirgeme çabalarının, bir tek amacı vardır; Marksizm’in düşünce ve davranış bütünlüğünü bozmak, toplumların gelişimiyle ilgili temel bulgularıyla, buradan ürettiği politik taktiklerini birbirinden koparmaktır. Eğer bu başarılırsa, Bernsteinvari kuyrukçuluk da, Bakuninvari entrikacılık da Marksizm’den icazet alabilecektir.

Devam edelim. Yazarımıza göre Marksın bu kusurunu Lenin kapatmıştır.

“Lenin, Jakobenci suçlamasını hiç reddetmiyor ve nerede ise onur duyduğunu hissettiriyor. Bu Lenin’in tümüyle bir politik müdahale olmasından ileri geliyor.” (a.y.)

Fakat, yazar, Lenin’in bu “katkısını” tespit ettikten sonra şu soruyu sormadan edemiyor:

“Peki, Lenin’in bu önemli katkısına karşın dönüşümden dönüş noktası Marksist anlayışta varlığım nasıl koruyabilir.” (a.y.)

Cevabı Ç. Bilgin’den dinleyelim:

“Avrupa’da yakın zamanda devrim olmayacağı değerlendirmesi yapılınca, Lenin, ilk devrimi koruyabilmek için önemli sayılabilecek bir ricat başlatıyor. NEP, bu ricatlardan birisidir.” (a.y.) Bu açıklamanın hemen arkasına yazar, bugün ‘Sovyetler Birliğinde kapitalist restorasyonu arayanların kendilerine model” olarak NEP’i aldığını hatırlatıyor.

“Bu ricatın ayrıntılandırılmasını burada yapmak istemiyorum, ancak daha sonraki işçi sınıfı hareketlerindeki bütün gerici eğilimlerin kaynağı olan Çocukluk Hastalığı” bu dönemin damgasını taşıyor.” (a.y.) Yazanınız bu tespitin ardından da Türkiye’den bir örnek veriyor: “DİSK’i CHP’leştirdikten sonra büyük sermayeye peşkeş çeken hainler çetesi Eylülist darbeden sonra Türkiye’de Türk-İş yardakçılığına başladıkları zaman Lenin’in bu çalışmasını kendilerine Kuran yaptılar.” (a.y.)

Ne yapacağız? Elimizde insanların devrimden kaçış için bahane edemeyecekleri ölçüde “sıkı” bir “devrim teorisi” hala yoktur. Kimi Marks’ın devrim teorisinin elemanlarından birisini, kimi de Lenin’in “Çocukluk Hastalığını” Kuran yapıp, sermaye tanrısı önünde tapınıp duruyor.

Yazar, döneklerin Marksizm’in şurasından burasından koparıp bayrak ettikleri lafız karşısında yalpalıyor.

Böylece, ilk olarak, Marksizm-Leninizm’i kendi diyalektik bütünlüğü içinde kavrayamadığını açığa vuruyor. Her oportünist ararsa, Marksizm-Leninizm’de kendi düşüncelerine paralel bazı parçalar bulabilir. Ve üstelik bunlar Yazar’ın saydıklarıyla da sınırlı değildir. Ancak buradan bir tek sonuç çıkar, böyleleri Marksizm’in özü ile değil yalnızca lafzıyla ilgilidirler. Ve her dönüşlerinde, bu kıvraklarına Marks ya da Lenin’den bir icazet metni sunabilirler. Fakat bu durum, Marksizm’in teorik yapısına en küçük bir zarar vermez. Mesele, bu dönemlerin, Marksizm’in özünden nasıl kopuştuklarını sergileyebilmektedir.

İkinci olarak, Marksizm-Leninizm yalnızca devrimci atılımın teorisi değildir, o mücadelenin zigzaglarında geri çekilmenin de nasıl olması gerektiğinin örneklerini vermiştir. Birileri kalkıp, sürekli Marksizm-Leninizm’deki bu noktalara takılıp durursa, buradan onların siyasi karakteri ortaya çıkar, fakat teorinin yanlışlığı değil. 1905 devrimi yükselirken burjuvaziyle uzlaşmayı öneren Menşeviklerle keskin bir mücadele yürüten Bolşevikler, devrim geri çekilirken hâlâ Duma’nın boykot edilmesini savunan Otzovistleri Bolşevik fraksiyonu içinden atmışlardır. Ve bu keskin Otzovistleri Lenin, “Menşevizmin ters yüz edilmişi” olarak değerlendirmiştir. O koşullarda “Duma ahırına” girmeyi savunan Lenin, bu ahıra doluşmuş olan devrim döneklerini aklamış mı oluyordu? Çelikten Bilginimiz bu soruya “evet” mi diyecektir?

Üçüncü olarak, bu tavrıyla Ç. Bilgin, Marksizm içinde ya da çevresindeki sağ eğilimlerle mücadelede hiç de sağlam zeminde olmadığını gösteriyor. Oportünistlerin her “Kuran” yaptığı konudan vazgeçilecek ya da şüpheye düşülecekse Marksizm’den geriye ne kalır? Böyle bir mücadele tarzı insanı ister istemez Otzovizme götürür. Geri çekilmelerden yararlanmayı bilmek yerine, parlak lafla yenilgiyi örtme çabası kişiyi en son tahlilde olayların artçısı konumuna sürükler. “Ricat”ı başaramayan kesinlikle yenemez. Ç. Bilgin’in, Marksizm’in teorik temellerini tahribe varan “politik müdahaleci” tavrı, onu burjuva sosyalist akımlardan ayıran perdenin çok ince ve her an yırtılabilir olduğunu gösteriyor.

Son olarak, yazarın sorunu ortaya koyuşu kökten yanlıştır. “Lenin’in önemli katkısına rağmen devrimden dönüş noktası Marksist anlayışta varlığını nasıl koruyabilir” sorusu, olaylara idealist bir yaklaşımın kesin izlerini taşıyor.

Burjuvazi ve işçi sınıfının mücadelesinde devrimlerden dönüşler olay olarak gerçeklikse, bunların “Marksist anlayışta” bir karşılık bulması kaçınılmazdır. O nedenle, Lenin’e hatta Ç. Bilgin’e rağmen devrim dönekliği anlayışı, Marksizm’in içinde, çevresinde, karşısında hep olacaktır. Bir teorik formülasyonla bu anlayışı kaldırabilsek ne mükemmel bir “gelişme” olurdu. Ancak modem çağda böyle bir Şeyhülislam fetvası imkansızdır.

Sorun şudur, devrimci mücadele sürecinin her adımında ortaya çıkan devrim döneklerinin ellerindeki “Kuran”larını, Marksizm’in teorik temellerini zedelemeden kaldırıp atmak; onların yığınlar içindeki etkinliğini kırmak ve bunları bütün bir devrimci birikim döneminde bıkmadan belki binlerce kere yinelemek, “devrimden dönüş noktası anlayışını” mutlak olarak ortadan kaldırmayacaktır, ama pratik etkinliğini felce uğratacaktır.

Eğer Ç. Bilgin, bunun yerine, bütün bu yolları tıkayan yeni bir “devrim teorisi” kurmayı deneyecekse, hiç şüphesiz ki bunu yapmakta kuşlar kadar özgürdür. Ancak bu özgürlük onu, idealizmin maddi temelden kopuk formüller dünyasına götürecektir.