Alevi Hareketi Üzerine – Fikret Kızıltan

Yol, Sayı 12, Eylül Ekim 2006

2 Temmuz Sivas Katliamı bu yıl başta Sivas, İstanbul ve Ankara olmak üzere çok sayıda ilde kitlesel mitingler­le anıldı. Anma etkinliklerinin hemen ertesindeki günlerde Avrupa İnsan Hak­ları Mahkemesi’nin, Türkiye’de zorun­lu din derslerinin kaldırılması için baş­vuran bir Alevi velinin davasını görüş­meyi kabul etmesi Alevilik meselesini bir kez daha gündemin ön sıralarına ta­şıdı. Son olarak Milli Eğitim din kitap­larında Alevi-Bektaşi inancına birkaç satır yer vererek -o da kendi yorumuna göre- Alevilerin ağzına bir parmak bal çalmaya çalıştı.

1993 yılında gerçekleşen Sivas Katliamı’nın ardından ivme kazanıp Mart 1995’deki Gazi Direnişi ile tepe noktasına varan Alevi hareketi 2000’le­rin başında bir durgunluk içine girmişti. Genel olarak solun ve demokrasi güçle­rinin gerilediği 1999-2002 yıllarında A­levi hareketi de daralmaya yüz tutmuş­tu. Son birkaç yılda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin getirdiği ki­mi imkânları da değerlendiren Alevi ör­gütleri federasyonlaşmaya başladı.

Muhafazakâr – Devletçi E­ğilim

Bugün Alevi örgütleri arasında iki ana eğilim olduğu söylenebilir. Birisi, misyonu Alevileri soldan uzaklaştırmak olan devletçi eğilim diğeri ise kendi i­çinde çeşitlilikler barındırmakla beraber demokratik nitelikteki Alevi hareketi. Siyasal İslam’ın Alevilere dönük uzanı­mı olarak görülebilecek olan Eyl-i Beyt Vakfı ise artık bir üçüncü eğilim olarak söz edilmeyecek kadar etkisizleşmiş du­rumda. Devletçi/muhafazakâr eğilim İz­zettin Doğan’ın başında olduğu Cumhu­riyetçi Eğitim Vakfı (Cem Vakfı) ve bu örgütün çizgisine yakın olan birkaç vak­fın daha katılımıyla geçtiğimiz günlerde oluşturulan Alevi Vakıfları Federasyonu çatısı altında toplanmış durumda. Öncü­lüğünü Cem Vakfı’nın yaptığı muhafazakâr çizgi, Aleviliği “hakiki Türk İslamı” olarak görüyor. Diyanette Alevilere de yer verilmesi gerektiğini ve zorunlu din derslerinin müfredatına Alevilik bil­gisinin de eklenmesini talep ediyor. Bu eğilim mevcut sistemi değiştirmek yeri­ne Alevileri bu sisteme uyumlu hale ge­tirmeyi amaçlıyor. Böylece Alevilere de sistem içinde bir yer lütfedilecektir, tabi­i Alevilik solla ve tüm “aşırı” ideoloji­lerle bağını bütünüyle kopardıktan ve devletin sadık bir hizmetçisi olduktan sonra. Kürt düşmanlığını da bayrak edi­nen bu kesimler Alevileri MGK çizgisi­ne çekerek kendilerine alan açmaya ça­lışıyorlar. Alevileri bir cemaate indirge­yip kendilerini de bu cemaatin lideri ilan etmiş olan bu vakıfların yöneticileri A­levi oyları üzerinden yapacakları pazar­lıklarla kendilerine mevcut düzen içinde bir pozisyon yaratma çabasındalar.

Cem Vakfı’nın temsil ettiği çizgi devletin Alevilere dönük yaklaşımı ile örtüşmektedir. Alevi hareketinin radika­lizmini törpülemek için Alevilerin tarih­sel önderlerinin devlet tarafından sahiplenilmesi, kimi derneklere cüzi de olsa maddi yardımların yapılması, Aleviliğin Diyanet tarafından yeniden tanımlan­ması vb. bu politikanın çeşitli ayakların­dır. Devletin Alevileri içerme siyaseti­nin açık bir ifadesi, Hacıbektaş şenlikle­rine Demirel’in cumhurbaşkanlığı sıra­sında ilk kez cumhurbaşkanı düzeyinde katılım gösterilmesiydi. Alevileri resmi anlamda yok sayıp, yasal taleplerini görmezden gelip fiilen meşruluklarım tanıyıp kimi vaatlerle oyalamak Türki­ye’de devletin ve tüm düzen partilerinin genel tutumudur.

Demokratik Alevi Hareketi

Bizi burada asıl ilgilendiren demok­ratik Alevi hareketinin durumudur. De­mokratik Alevi hareketi yurt içinde ve dışında iki büyük federasyon oluştur­muş durumda. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu ve Türkiye’de 2002 yılın­da oluşturulan Alevi Bektaşi Federasyo­nu (ABF) hareketin iki ana ayağını oluşturuyor. Pir Sultan Abdal Kültür Der­neği, Hacı Bektaşi-ı Veli Vakfı gibi ör­gütler bu platform içinde yer alıyorlar. ABF Kuruluş Sürecinde amaçlarını şöyle belirlemişti:

“Diyanet’e olan devlet desteğinin kaldırılması.

Mecburi din derslerinin kaldırıl­ması.

Etnik köken ve inanç hâkimiyetine son verilerek, vatandaşlık hukukunun genişletilmesi.

Laikliğin eksiksiz olarak tatbik e­dilmesi.

Yasalarda eşitlik ilkesine ve Anayasa’nın amir hükümlerine aykırı olan ya­saların yürürlükten kaldırılması.

Devletin yönetim kadrolarında Alevi-Sünni ayrımının yapılmaması.

Alevi yerleşim yerlerine yapılan baskıların kaldırılması.”

2001 yılında ifade edilen bu talepler bütünüyle demokratik niteliktedir. Çün­kü sorunu Alevi cemaatinin sistem için­de yer edinmesi perspektifinden değil genel olarak demokrasinin geliştirilmesi açısından ele almaktadır. ABF, kuruluş ilkeleri itibariyle kendisini Türkiye’deki genel demokrasi mücadelesinin bir bile­şeni olarak tanımlamıştır. Ancak siyaset sadece genel ilkelerin ya da taleplerin belirlenmesinden ibaret değildir. De­mokratik Alevi hareketi içerisinde yapı­lan kimi ideolojik/teleolojik ve siyasi tartışmalar onu çeşitli düzen içi güçlere yedekleme riski de taşımaktadır.

1990’lı yıllarda gelişirken devletin Alevi hareketine yönelik iki yönden müdahalesi oldu. Birincisi Kürt hareke­tine karşı Aleviliği Türk milliyetçiliği zeminine çekmek; İkincisi ise yükselen Siyasal İslam’a karşı Aleviliği MGK çizgisinin kitle tabanı haline getirmek. Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra Si­yasal İslam’la ordu arasındaki iktidar çekişmesi laik-şeriatçı çekişmesi görü­nümüne büründürülerek çeşitli halk ke­simleri MGK’nın arkasında hizaya ge­çirilmeye çalışıldı. Aleviler, bu süreçte ordu ve çeperindeki siyasi güçlerin üze­rine oynadığı toplumsal grupların ba­şında geliyordu. Ancak ordunun ve baş­ta CHP olmak üzere sözde laiklik ekse­ninde hizaya gelmiş partilerin Alevileri kendi çizgisine çekme politikası Alevilere yasal haklarının tanınması yönünde bir tavize değil, sadece “biz olmazsak şeriatçılar gelir” gibi bir korku politika­sına dayanıyordu. Sivas Katliamı’nın a­nısı ve İslami grupların faşizan eğilim­leri bu korku politikasının hayat bulma­sı için uygun bir zemin oluşturuyordu. Oysa 2 Temmuz Sivas katliamında kış­kırtılmış İslamcı kitleyi saatlerce izle­yen devletin kolluk güçleriydi.

Hangi odakların ne ölçüde rol aldığı henüz tam olarak aydınlatıl(a)mamış olan 2 Tem­muz Katliamı’nda asıl sorumluluğu devlete yüklemek gerekirken sadece te­tikçiler öne çıkarıldı. 1980 öncesinde yaşanan Alevi kıyımlarının faili çok netti, devletin kontrgerilla birimleri ve MHP. Bu yüzden Aleviler de her zaman güçlü bir anti-faşist bilinç var olmuştur.

2 Temmuz’un arkasından ise anti-faşist bilinç görece belirsizleşirken anti-İslamcı bir duruş öne çıkmaya başladı.

Bugün gelinen aşamada laik-şeriatçı gerilimi AKP ile ordu ve onun çizgisin­deki siyasi partilerin arasındaki iktidar kapışmasının çarpıtılmış bir görüntü­sünden ibarettir. Ne AKP iddia edildiği gibi “şeriatçı” bir partidir ne de ordu ya da CHP gerçek anlamda laiktir. Alevilerin iktidar odaklarından birine yanaşarak kendi varlığım güvenceye alması müm­kün değildir, Aleviliği bir “sorun” haline getiren kuruluşundan itibaren devletin kendisidir. Aleviler ancak gerçek de­mokrasinin hayata geçtiği bir ülkede kendi inançlarını özgürce yaşayabilir ve kendilerini güvende hissedebilirler. Or­du’nun ya da düzen partilerinin hiç biri­nin böyle bir hedefi olmadığına ve ola­mayacağına göre Alevilerin bu güçlere yanaşarak özgürleşmeye çalışmaların­dan daha büyük bir yanılsama olamaz.

Son yılların başka bir yanılsaması i­se Avrupa Birliği’ne bağlanan büyük u­mutlardır. Önemli bir kısmı yurt dışın­daki derneklerde etkinlik gösteren ABF yöneticileri AB bürokratları ile yakın i­lişkiler kurarak hükümet üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Kuşkusuz AB’ye üyelik sürecinin yaratmış olduğu kimi imkânları Alevi örgütlerinin değer­lendirmesi son derece meşrudur. Ancak buradaki problem hak ve özgürlüklerin asıl olarak Alevilerin kendi örgütlü gü­cüne ve diğer demokratik güçlerle yapa­cakları ittifaklara bağlı olduğunun za­man zaman göz ardı edilmesidir. Bütü­nüyle AB sürecine endeksli bir hak ve özgürlük beklentisi yeni hayal kırıklık­ları yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Son 2 Temmuz mitingleri, ABF’nin örgütlenmesinde belli ölçüde bir toparlanma olduğunu ortaya koysa da bunun henüz milyonlarca Alevinin varlığı hesaba katıldığında cılız bir ör­gütlenme olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Aleviler ve İslam

2000’li yıllarda gündeme gelen tar­tışmalardan birisi de Aleviliğin İslam dini içinde olup olmadığı meselesidir. Muhafazakâr çizgide olan kurumlar, ke­sin olarak İslam içi bir duruşu savun­makta, hatta Aleviliği “İslam’ın özü” ya da “Türk İslam’ı” olarak tanımlamakta­dır. Demokratik Alevi Hareketi içerisin­de ise farklı görüşler söz konusu olmak­la beraber en azından ABF yönetiminde ağır basan görüşün Aleviliği İslam dışı ya da İslam’ı aşan enginlikte bir inanış olarak görmektir. Alevi teolojisini ilgi­lendiren bu tartışmayı burada derinleşti­recek değiliz. Bu asıl olarak Alevi inan­cına sahip insanların karar vereceği bir konudur. Bizim açımızdan önemli olan Alevi teolojisiyle ilgili görülen bu tar­tışmanın hangi siyasi koşular altında or­taya çıktığı ve ne gibi siyasi sonuçları o­labileceğidir.

Aleviliği İslam’dan bağımsız bir din olarak tanımlamanın Türkiye için son derece radikal bir yaklaşım olduğu açıktır. 20 yüzyıl boyunca ülkedeki tüm gayri Müslimleri tehcir, mübadele, kat­liam vb. yöntemlerle ortadan kaldırıp nihayet nüfusun yüzde 98’inin Müslü­man olduğunun gururla ilan edilebildiği bir dönemde önemli bir nüfus kesiminin “biz Müslüman değiliz” diye ortaya çık­ması resmi ideoloji açısından büyük sı­kıntı yaratacak bir gelişme. Bunun dev­letin asli ideolojisi olan Türk-İslam sen­tezine indirilen bir darbe olduğu düşü­nülebilir. Ancak bu, işin sadece bir yü­züdür. İslam dışı Alevilik anlayışı asıl o­larak Avrupa’daki Alevi derneklerinde yaygınlaşmış bir görüştür. Ve Batı ülkelerinde İslam düşmanlığının yükselişe geçtiği koşullarda yüksek sesle dile ge­tirilmeye başlanmıştır. Tam da dünya ü­zerinde İslam’ın emperyalizme karşı di­renişin dili olmaya başladığı bir dönem­de Aleviler İslam’ın dışında olduklarını yüksek sesle dile getirme ihtiyacı duy­maktadırlar. Dünya ölçeğinden baktığı­mızda zamanlama açısından bu çıkış si­yasi olarak büyük handikaplar barındırmaktadır. Ülke içindeki Alevi nüfusun duyarlılıkları ve çekinceleri açısından da politik olarak dikkat edilmesi gere­ken bir konudur. Aslında asıl amaç Alevilerin hak ve öz­gürlüklerinin elde edilmesi olduğuna göre, Alevi inancı­nın İslam’ın içinde ya da dışında olma­sının çok fazla bir önemi de yoktur. Mesele somut ta­leplerin elde edil­mesidir. İnançlarını nasıl yorumlaya­cakları Alevilerin kendi iç meseleleridir.

Aleviler ve Türk Milliyetçiliği

Son olarak Türkiye’de son bir bu­çuk yıldır kışkırtılan şovenizm Alevi kitlesinde de belli ölçüde etkili olmuş­tur. Kemalizm’in Aleviler içindeki et­kisi daha önceki dönemlere kadar u- zansa da son zamanlarda kışkırtılan şo­venizm Mustafa Kemal sevgisinin çok ötesinde bir milliyetçilik anlamına gelmektedir. Barış Radyo’nun gecesinde Toplumsal Barış Ödülü’nün “Çılgın Türkler” kitabının yazarına verilmesi, bazı Alevi derneklerinin Aleviliği Türk Müslümanlığı olarak tanımlaması Ale­viler içinde milliyetçi eğilimin göster­geleridir.

Aleviliği bir Türk inancı olarak yo­rumlamak Alevilerin Kürt hareketine mesafeli durmasını sağlamak amacıyla 1990Tı yıllarda geliştirilen bir tezdir. MHP gibi Alevi katliamlarında başrol oynamış bir partinin bu tezin üretilme­sinde özel bir çaba sarf etmiş olduğunu unutmamak gerekir. İslam’ın içine sığdırılamayan Aleviliğin Türklüğe sığdı­rılması çok daha zor olsa gerek.

MHP gibi tescilli faşist partilerin Aleviler içinde güçlü etkiler yaratması mümkün gözükmese de Alevileri Türk milliyetçiliğine çeken asıl kanal CHP’dir. 1970’li yıllarda popülist poli­tikalarıyla ve “sol” imajıyla emekçi ke­simlerin oylarını toplayan CHP Alevilerden de büyük destek görmüştü. Bu­gün de Alevilerin büyük bir kesimi sağ partilere karşı oylarını CHP’ye ya da DSP’ye vermektedir. Ancak bu partiler zorunlu din derslerine son verilmesi ya da Diyanet’in kaldırılması gibi taleple­rin yakınından bile geçmeye niyetli gö­rünmemektedirler. Ne sosyal devletle ne de demokrasi ile alakası olmayan bu düzen partilerinin Alevilere verebile­ceği hiçbir şey yok. Yıllardır Alevi oy­larını sömüren bu partileri sağa karşı desteklemek de artık geçerli bir politi­ka olamaz, çünkü CHP Türkiye’nin en sağcı partilerinden birisi durumuna gelmiştir. Sol, eğer insanlığın evrensel değerleri olan eşitlik ve özgürlük ideal­lerinin gerçekleştirilmesinin siyaseti i­se ne artık MHP çizgisine gelmiş olan bir CHP’nin ne de diğer düzen partile­rinin solla bir ilgisi yoktur.

Son Söz

Alevilik düzen içi güçlerin dönem­sel politikalarına bağlı olarak kimi za­man “gerçek İslam” denilerek Sünnileştirilmeye çalışıldı; kimi zaman “laikliğin sigortası” denilerek İslamcılara karşı ge­nerallerin arkasında saf tutması istendi; kimi zaman “Türk dini” ilan edilerek Kürt hareketine karşı Türk milliyetçili­ğine çekilmek istendi. Bütün bu manipülasyonlar sırasında Alevilerin demok­ratik talepleri ise devlet ve düzen partile­ri tarafından görmezden gelindi.

Bugün Aleviliğin öz değerlerine bağlı kalarak özgürleşmesi, haklı talep­lerinin hayata geçmesi Türkiye’de köklü bir dönüşüm gerçekleştirilmesine bağlı­dır. Mevcut siyasi denklem içerisinde A­levilik için bir çözüm yok. AB yolu ile taleplerin karşılanacağını düşünmek ise fazla iyimser bir beklenti olacaktır. Tür­kiye’deki mevcut iktidar yapısı kökün­den sarsılmadan Alevi kimliği üzerinde­ki baskı yeni yöntemlerle sürdürülecek­tir. Aleviliğin özgürleşmesi Türkiye’nin özgürleşmesinden geçiyor. Aleviler an­cak demokrasi mücadelesinin tutarlı bir bileşeni olarak kendi hak ve özgürlükle­rini kazanabileceklerdir. Tüm ezilen gruplarla (Kürt hareketi, sınıf hareketi, kadın hareketi, sosya­list örgütler) gösterile­cek demokratik daya­nışma Aleviliğin öz­gürleşmesi açısından düzen içi güçlerle ya­pılan kötü pazarlıklar­dan bin kat daha fazla değerli olacaktır.

Bugün Kürt hareketine düşmanlık ya da anti-İslamcı bir duruşla mevcut dü­zen içinde yer kapmaya çalışmak devle­tin böl-parçala yönet politikalarına alet olmak anlamına gelecektir. Bu gün dev­letin hiçbir kurumu ya da hiçbir düzen partisi Alevilerin taleplerini karşılayacak bir programa sahip değildir. Ancak ger­çek özünden koparılmış bir Alevilik devlet katlarında kabul görebilir. Bu ise Hızır paşaların gittiği yol değil midir?

Pir Sultanların yolu ise 72 milletten ezilenlerin zalimlere ve zulme karşı bir­lik ve dayanışmasından geçiyor.