,

TOPRAKSIZ KÖYLÜ HAREKETİ (MST) – Ayşe Tansever

Brezilya’da Toprağın İsyanı

Yol, Sayı 7, Ağustos-Eylül 2005

Latin Amerika’da Sol

Latin Amerika’nın tümünde top­raksız köylü hareketleri yaygındır. Bu Latin Amerika kıtasının ortak geçmişi ile bağlantılı bir olgudur. Çeşitli ülkelerde çeşitli toprak işgal­leri yaşanır. Ancak topraksız köylü­lerin adlarım dünya tarihine yazma­ları Brezilya topraksız köylülerinin verdiği mücadele ile olmuştur. Bu­nun Brezilya’ya özgül çeşitli neden­leri vardır.

Özellikle 90’lı yılların sonların­da Topraksız Köylü Hareketi MST (Kısaltma olarak TKH bizdeki bazı hareketlerle karıştırılmasını önlemek açısından MST olarak kullanmayı uygun bulduk. Ayrıca çoğu dünya literatüründe de Portekizce Movimen­to dos Sem Terra’nın kısaltılması MST olarak kullanılmaktadır.) dün­ya gündemine oturmuştu. Ülkede çok sayıda toprak işgali yaşandı ve iktidar sınıfları ile çatışma yükseldi. Yükselen hareket sonucu topraksız köylülerin kentlerdeki ittifak gücü ile Brezilya İşçi Partisi 2002 yılında seçimleri kazandı. Lula bildiğimiz gibi büyük umutlarla iktidar koltu­ğuna oturdu. Ve de Brezilya Toprak­sız Köylü Hareketi MST’nin dostu iktidara gelmiş oldu. MST o günden sonra Lula hükümetine eski hükü­metlere yaptığından daha az baskı yapmaya başladı. Bu nedenlerle MST adını duymaz olduk.

Lula hükümetinin kırlardaki itti­fak gücü MST’ye verdiği sözler var­dır. 3 yıl içinde öncelikli olarak kamplardaki 200 bin olmak üzere 430 bin aileyi toprağa yerleştirecek­tir. Ancak aradan geçen 2,5 yıl için­de daha 64 bin aile yerleştirilmiştir. Lula kendisinden önceki burjuva hü­kümetlerin yaptıklarından bile daha az yapmakta kaplumbağa hızı ile davranmaktadır. Bu yetmezmiş gibi bir de topraksız köylülere toprak da­ğıtmak için ayrılan 3 milyarlık büt­çeyi de ÇUŞ’lere borç ödemeye a­yırdı. Bunlar MST’nin öfkesini ve eyleme geçme kararlılığını arttırdı. Lula’ya baskı yapılmalıdır. MST baskı yapmaya kararlıdır. 17 Nisan Dünya Köylü Gününde 1500 km Tik Başkente büyük bir kitle yürüyüşü planlandı. Sonra Papa’nın ölmesi gi­bi bazı nedenlerle yürüyüş 1 Mayıs İşçi gününe alındı. Yürüyüş 17 Ma­yıs günü başkentte bitecek. MST hü­kümete toprak reformu ile ilgili bir dilekçe verecek. Böylece Lula’ya baskı yapmaya çalışılıyor. Çünkü Lula ancak alttan bir baskı gelirse eyleme geçiyor. Bu durumda Lula iktidara geçtiğinde MST ile sözlü anlaşma şimdilik bitmiş gibidir. Bu nedenle MST’nin kesilen sesini önü­müzdeki günlerde daha çok duyaca­ğımızdan şüphe yoktur.

MST iktidar içinde kendi iktida­rını kurmuştur. Milyonlarca destek­çisi militanı vardır. Ve de dünyadaki en büyük halk hareketlerinden bir ta­nesidir ve bu nedenle derinden ince­lenmeyi gerektirmektedir.

Günümüz Latin Amerika’sında genel bir devrimci yükseliş yaşan­maktadır. 1980’li yıllarda devrilen askeri iktidarların yerine geçen sivil hükümetler 2000 yıllarında ömürle­rini doldurdular. 2001 Aralık Arjan­tin halk ayaklanması ile Latin Ame­rika yeni bir sürece girdi. Kolombiya hariç her ülkede eski sol güçler ikti­dar koltuklarına oturdular. Bolivya, Ekvator’da birkaç kez hükümetler alaşağı edildi. Venezuela’da ABD düş­manı Chaveziktidar darbelerini püs­kürttü.

Latin Amerika da yaşandığını söylediğimiz devrimci süreci şöyle açıklamak belki mümkündür. İktida­ra oturan solcular bir türlü iktidar koltuğunun ABD ve dünya Finans Kapitaline bağlı zincirlerini koparamamaktadırlar. İktidara gelir gelmez kendilerinden önceki yeni liberal po­litikaları uygulamaya devam etmek­tedirler. IMF ve Dünya Bankasına o­lan borçlar ödenmeye devam etmek­te ve ABD yanlısı politikalar sürmektedir. Bolivya veya Ekvator da gördüğümüz gibi halk ise bu devlet başkanlarını alaşağı etmekte ama bu kez yerine gelenler yine aynı şeye devam etmektedirler.

Bunu şöyle yorumlamak müm­kündür diye düşünmekteyiz. Halklar ne istemediklerini bilmektedirler. Hayır demek için seslerini yükselt­meyi öğrenmişlerdir. “Hayır. Sen de­ğil.”, “Hayır bu politikalar değil.” demeyi öğrenmişlerdir. Yeni liberal politikalara son! Çok iyi. Yani özel­leştirmeler duracak. Sosyal harca­maların kısılması duracak. Borçlar ödenmeyecek. Amerika ile Serbest Pazar Anlaşması imzalanmayacak. Bu talepler artık halk kitleleri tara­fından açık bir şekilde dile getiril­mektedir. Bu açıktır. Güzel. Neyin istenmediği bellidir.

Bu istememe yerine bir seçenek üretmek durumundadır. Halktan yana bir seçenek. O da halk güçlerinin bizzat iktidarı ele alması demektir. Halkın kendisini kendi güçlerinin ik­tidar olması demektir. İşte bu konu­da bir olgunlaşma yaşanmak zorun­dadır. Şimdi 2000’lerin başından be­ri yaşanan süreç budur.

Brezilya MST hareketine döner­sek. Hareketin tarihini, deneylerin ve de geleceğe yönelik önerilerini görürsek aslında karşımızda devrime hazır, iktidarı almaya hazır bir köylü hareketi vardır. Kadrolarının bugün­den yarma iktidarı aldıklarında ne o­lacağı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu köylü hareketi tek başına iktidar olamayacaktır. Biliyoruz köylülük ve işçiliğin iktidarı alması gerektir. Ve de işçiler henüz bu ko­nuda çeşitli biçimlerde hazırlık için­dedirler. Brezilya’da Lula’nın İşçi Partisi iktidarıdır. Ama bu işçi parti­si işte burjuvazisinin peşinden koş­maktan başka çare görememektedir.

Arjantin işçileri fabrikalarını işgal ediyor ve onları yönetmeyi öğreni­yorlar. Venezuela’da Chavez hükü­meti işçilerin fabrika yönetme dene­yi kazanması için onlarla ortaklık yapıyor. Ama bu kadar. İşçiler hala arkalarındaki işsiz ve açlar ordusu nedeniyle iş bulmuş olmanın çıkar­larıyla oyalanıyorlar. Ya da yüzyıl­lardır kapitalizmin tüm Latin Ameri­ka’da yol açtığı sosyal felaketi omuzlayabilme gücünü kendilerinde hissetmemektedirler. Elbette iktidar olmak re fabrika yönetmek demektir ne de kırlarda toprak işgal edip ekip biçmek. O başka bir halk örgütlülü­ğünü gerektirmektedir.

Ayrıca koskoca bir işçi iktidarı Sovyetler Birliği çökmüştür. Sovyetlerin yaptığı yanlışlıklardan dersler çıkarılmalıdır. Ve de sonra bunlar hazmedilmelidir. Yaşanan süreç bize kalırsa budur. Venezüella devlet baş­kanı Chavez geçtiğimiz aylar içinde, halkların kurtuluşu kapitalizmde de­ğil sosyalizmdedir, dedi. Ve kendisi­nin buna kesinlikle inandığını tüm dünyaya duyurdu. Ancak, dedi, 20 yüzyıl koşullarına uyarlanmış bir sosyalizm. Chavez bunu arada sırada yaptığı gibi öyle aklına estiği ve la­fın gelişi söylemedi. Partisi ve ikti­darın uzun bir tartışma sürecinden sonra vardığı bir kararı açıkladı. Venezuela böylece Küba’nın açtığı yo­la çıkmış oldu. Şimdi tüm Latin A­merika halklarının gözü Venezue­la’da. Venezuela yukarıdan aşağıya 20 yüzyıla uyarlanmış diye düşündü­ğü sosyalizm kurma yolunda ilerli­yor. Chavez bu doğrultuda her gün bir şeyler yapıyor. 1,5 milyonluk bir halk milisi kuracak. Halkı ABD’nin olası saldırısına karşı silahlandıra­cak. ABD hop oturup hop kalkıyor. Küba devrimi sonrası kıtada toz attı­ran ABD şimdi Chavez karşısında bir şey yapamıyor. Bu bile Latin Amerika halklarının bilinç seviyesinin ne kadar yükseldiğinin bir işaretidir.

MST’de bu süreç içinde köylü­lük açısından önemli bir noktadır. Bu hareketi bu çerçevede ele alıp de­ğerlendirmek gereklidir. MST Bre­zilya’da iktidar içinde iktidardır de­nebilir. Yönetimi, toprak araştırma ve teknik geliştirme uzmanları, o­kulları, öğretmenleri, 50’ye yakın ta­rım kooperatifi, tarım ürünü işleme tesisleri, yerleşim yerleri, profesör­leri ile kendi içinde bir iktidardır. Bir parti değildir. Desteklediği parti vardır ama kendisinin iktidarı peşin­de koşan bir partisi yoktur. Tek bir lideri yoktur. Belirli dönemler için kolektif liderlik sistemi vardır. Bu li­derliğin içinde dış basında en çok söyleşi ve yazıları çıkan Joao Pedro Stedile’dir. Biz de bu yazıyı yazar­ken asıl olarak onun söyleşi ve yazı­larından yararlandık. Açıkça söyle­mek gerekirse çoğu söyleşisini di­rekt çevirmenin bu yazıyı yazmaktan daha uygun olduğu düşüncesini hep taşıdık. Hareketi daha yakından tanı­mak açısından kesinlikle bunlar dili­mize çevrilip yayınlanmalıdır. An­cak biz burada MST hareketini tanı­tıcı daha öz bir yazı yazmaya çalışa­cağız.

En başta kısa bir Brezilya’yı 1985’lere hareketin doğuş günlerine getirici bir özet yaptıktan sonra MST’yi doğuran koşulları anlataca­ğız. Sonra işgallerin hazırlığı ve na­sıl yapıldığını gene Stedile’in ağzın­dan özetlemeye çalışacağız. Daha sonra buradan çıkan dersler olacak­tır. MST verdiği dönüş süreci içinde evrimleşmiştir. Ve politik hattını değiştirmiştir. Talepleri dünya görüşü değişmiştir. Bunları biraz anlataca­ğız. Elbette kocaman bir MST hare­ketini bu birkaç sayfaya sığdırmak zordur.

Kısa Tarih

Genel olarak Latin Amerika ö­zelde Brezilya 500 yıllık bir sömür­ge geçmişine sahiptirler. 1888 yılın­da köle sistemi büyük mücadele ve kanlar pahasına kaldırılır. Ondan sonra çeşitli merkezlerin güdümünde kapitalist gelişim yaşanır. 1960’larm sonlarında bu gelişim artık ömrünü tamamlamıştır. Halk hareketliliği çok yükselir. Sosyalizmin sistem ol­masının da etkisi yaşanır. Çeşitli yerlerde Komünist Partiler kurulur. Buna çare ABD güdümlü askeri dik­tatörlükler dönemidir. 1980’lerin or­talarına kadar askeri diktatörlükler yaşanır. Sosyalist Sistem çökerken Latin Amerika ülkeleri de halk hare­ketleri çok yüksektir. Halklar kendi­lerini ABD ile değil Küba ile karşı­laştırmaya başlarlar. Askeri iktidar­lar patır patır devrilir ve sivil ikti­darlar dönemi başlar. 2000 yılların­dan beri de Latin Amerika da yeni bir sürece girildi. Tüm ülkelerde sol iktidar koltuklarına oturuyor. Urugu­ay’da bile 150 yıldır iktidar olan sağ parti muhalefet saflarına geçti. Önü­müzdeki yıl da şimdi Meksika baş­kent valisi olan Sosyalist Parti lideri de başkanlık seçimlerini kazanırsa Amerika Kıtasında yepyeni durumla karşı karşıya kalacağız.

Toprağın Sosyal Görevi

MST hareketi 1960’ların sonun­da başlayan ve 70’lerin sonunda ar­tık iyice şiddetlenen ekonomik çözümsüzlükler içinden doğar. Uzun bir çalkantılı geçmiş vardır. Onun toprak işgallerinin temelini oluştura­cak olan olay 1960 başında yaşanır.

Zengin toprak sahipleri yüzyıl­lardır Brezilya kırlarında bildiklerini okurlar. Verimli gördükleri toprakla­rı sahiplenirler. Onun üstünde binle­rinin olması hiç önemli değildir. Ön­lerine çıkanı asarlar keserler terör estirirler. Devlet yasaları ve mahke­melerinden muaf olurlar. Onlara çok az kimse karşı çıkabilirdi. Toprakla­rı istedikleri gibi kullandılar. Genel­likle verimsiz ve işlerine geldiği bi­çim ve zamanda kullandılar. Yani hunharca kıymet bilmeden har vurup harman savurdular. Böylece ülke kırlarının kalkınmasını engellediler. Milyonlarca insanı yoksulluğa mah­kum ettiler. Bu nedenle çeşitli Bre­zilya hükümetleri bu kır sorununu çözmeyi, milyonlarca yoksul köylü­lüğe çare bulmayı hep gündemlerine koydular. Bu ortamda toprağın bir sosyal görevi olduğu kavramı ortaya çıktı. Bir toprağın yasal sahipliğini iddia etmek için toprağın bu görevi­ni yerine getiriyor olmak koşulu ge­tirilmeye çalışıldı. 1960’ların başın­da popülist lider Joao Goulart’a so­nunda bu maddeyi Anayasaya geçir­meyi başardı. Toprak bizde Osmanlı döneminde olduğu gibi tanrı tarafın­dan kullarını beslemek için verilir. Toprağın bu sosyal görevidir. Toprak böyle verimli kullanılmak durumun­dadır. Onu boş bırakmak ya da ve­rimsiz işletmek sosyal yapıya vuru­lan bir darbedir. Eğer bir toprak sos­yal görevini yerine getirmiyor yani gerektiği verimlilikte işletilmiyorsa devletin bu toprağı sahibinin elinden alması gerekmektedir. Devletin hal­kına karşı görevidir. Yasa çıktıktan sonra Goulart’a ABD destekli bir as­keri darbe ile iktidardan indirilir ve Brezilya’da 21 yıl sürecek diktatör­lük dönemi başlar.

21 yıl içinde diktatörlüklerden bu yasayı hayata geçirmelerini bek­lemek her halde ölü gözünden yaş beklemekle aynıdır. Ancak ondan sonraki 20 yıllık sivil hükümetler de bunu yapmazlar. Hatta şimdi Lula hükümeti de yapmamaktadır. Yani hiçbir hükümet çıkıp şu şu topraklar verimsiz işletiliyor, sosyal görevini yerine getirmiyor; milyonlarca aç ve topraksız ve bu işi yapacak köylü var, bu toprakları istimlak ediyoruz ve üstünde çalışacak olana dağıtıyo­ruz diyememektedir. Anayasadaki bu maddeyi hayata geçirememektedir. Halkın, köylülüğün baskı yapması, sokaklara çıkıp mücadele vermesi gerekmektedir. İşte MST bu yasal hak içinden doğar. Ancak aşağıda göreceğimiz gibi bu yasal süreç bile bürokratik ve çeşitli politik çıkarlar, dövüşler nedeniyle genellikle 2 ile 3 yılı almaktadır. MST işte bütün bu süreci örgütler. Bu süreç içinde top­rak sahibinin bin bir itiraz ve saldırı­sı ile mücadele edilir. Yani bir konu­nun Anayasa’da hak olması başkadır bunun alınması ise bambaşka. Kos­koca MST hareketinin doğmasına neden olmuştur.

Ancak bizim burada üstüne bas­mak istediğimiz konu toprak işgali­nin bir anayasal hak olduğudur. Ya­ni toprak işgalini yapan köylü kapi­talist özel mülkiyete saldırıda bulun­mamakta aksine toprağın sosyal gö­revini yerine getirmesini sağlamak i­çin anayasayı koruyucu bir eylemde bulunmaktadır. Elbette küçük toprak parçası peşinde kendi özel küçük toprak mülkiyeti peşinde koşan kü­çük köylülük açısından bu çok ö­nemli bir veridir. Köylülük bir işgal eylemi sonunda sosyalizmin teme­lindeki gibi bir özel mülkiyetin kal­dırılması doğrultusunda bir bilinç i­çinde değildir. MST bu bilinci yer­leştirmek için işgal sonrası ayrı ve e­pey sancılı bir mücadele vermek zo­runda kalmaktadır. Onu aşağıda an­latmaya çalışacağımız eğitim vurgu­su bu nedenle çok önemlidir.

Buradan kalkarak bir konuyu da­ha açıklamak gerekmektedir. Dili­mizde kullandığımız anlamı ile işgal sözcüğü önemlidir. Portekizce karşı­lığından İngilizce’ye çevirisi ile “oc­cupation” ve “invasion” sözcükleri arasında fark vardır. Occupation’da bir boşluğu doldurmak anlamı var­dır. Saldırganlık yoktur. Aynı bir su­yun boş bulduğu alçak alanı doldur­ması gibi yoksul köylülük de boş ve verimsiz kullanılan toprağa yayıl­makta, onu daha iyi duruma sokmak için olumlu bir eylem yapmaktadır onu “occupy” (işgal) etmektedir. Yoksa Portekizce’deki anlamı ile şiddet kullanarak, zorla bir invasion (işgal) yapmamaktadır. İnvasion bir şiddeti zorlu ve yasa dışı bir olaydır. Oysa occupasion barışçıl, doğaya uygun bir eylem biçimidir. Yani Bre­zilya köylüsü toprak işgaline çıktığında aslında olumlu, yasalara uy­gun bir eylem gerçekleştirmektedir. Elbette olay bu saflıkta işlemez. Latifunda sahipleri, tüm gerici iktidar­lar ”occupasion”u bir “invasion” olarak topluma kabul ettirme yarışı i­çindedirler. Yılların bu uğraşısı el­bette topraksız köylü beyinlerini de yıkamıştır. Köylüler bir “occupasion” yaparken yılların bu olumsuz teğet bozulmasını değiştirme mücadelesi verme durumundadırlar. Hem kendileri hem de yönetici güçler açısından.

MST’yi Doğuran Koşullar

Bir Anayasal hakkın zorla alın­ması için de bazı koşulların oluşma­sı gerekmektedir. Bu konuya Joao Pedro Stedile’den dinleyelim.

“MST üç temel unsurun birleş­mesinin sonucudur. Birincisi 1970’lerin sonundaki ekonomik kriz Brezilya’da 1956’de Kubitschek ile başlayan endüstrileşme sürecini bi­tirdi. Genç çiftçiler topraklarını bıra­kıyor kentlere gidiyorlar ve orada kolayca iş buluyorlardı. Artık kırda kalıp orada yaşamlarını kazanmak zorundaydılar. İkinci unsur frerlerin (bazı Katolik Kiliselerindeki rahipler) çalışmalarıdır. 60’lı yıllarda Katolik Kilisesi genellikle askeri diktatör­lükleri destekledi ancak kurtuluş te­orisi mayalanmaya başlayınca ilgile­rini değiştirdiler ve CPT denilen ile­rici bir piskoposlar tabakası oluştu. Eskiden ‘korkmayın toprağınız cen­nette sizi bekliyor.’ vaaz ediliyordu. Şimdi ise ‘cennette toprağınız oldu­ğuna göre şimdi burada bir toprak i­çin mücadele edin.’ söylevine geçil­di. Freyerler çiftçileri heyecanlandı­rıp örgütlemede iyi rol oynadılar. Ü­çüncü unsurda 70’lerin sonunda as­keri diktatörlüklere karşı başlayan mücadele havasıydı ve böylece yerel sorunlar bile hükümete karşı politik birer dövüş nedeni haline otomatikman dönüşür olmuştu.”1

1970’lerde artık köylülük kent­lerde iş bulma umudunu yitirmekte­dir. Kente giderse gecekondu mahallesinde iş bulamadan yaşamını sür­dürmek zorunda kalacaktır. Açlıkla yüz yüzedir. Öyleyse kırda kalmak daha uygundur. Bu olgu kiliseyi de devrimcileşmeye kılıf bulmaya zor­lamıştır. Ama en önemli konulardan biri de genelde ülkede sınıf mücade­lesinin artmasıdır. Kentlerde işçi sı­nıfı hareketi yükselmiştir. Kapita­lizm 1970’lerdeki krizlerinden biri­ne doğru yol almaktadır. Bu ayaklanış yoksul köylülüğü anayasal hak­kını aramaktan başka çare bulamaz konumuna sokmuştur. Bıçak kemiğe dayanmış ve toprak işgalleri başla­mıştır.

İşgal Nasıl Gerçekleştiriliyor?

İşgal uzun bir çalışma işidir. He­men bugünden yarma olan bir iş de­ğildir. Çeşitli boyutlarda hazırlanmak gerektirmektedir. Gelin en iyisi biz gene Stedile’nin kaleminden ak­taralım:

“Çok sayıda topraksız köylünün olduğu yerleşim alanlarını ve köyle­ri militanlarımız iki üç ay boyunca ziyaret ederler ve bilinç yükseltmeye ya da isterseniz dinlerini değiştirme­ye çalışırlar. Halka toprak hakları ol­duğunu, tarım reformu konusunda Anayasada madde olduğunu ama hü­kümetin bunu uygulamadığını anla­tırlar. Sonra çiftçilere büyük, kapasi­te dışı kullanılan bir toprak bölgede olup olmadığını sorarız. Çünkü yasa açıktır: Büyük verimsiz bir toprak varsa devlet onu istimlak etmekle yükümlüdür. Köylüler tartışmaya katılırlar ve bilinçlenmeye başlarlar. Sonra karar safhası başlar: Toprak hakkınız var. Bölgede kullanılmayan toprak var. Devleti bunu istimlak et­meye zorlamanın tek bir yolu var. Mektup yazarsak yapacaklarını mı sanıyorsunuz? Valiye sormak da bo­şa zaman harcamaktır, hele hele ken­disi bir toprak sahibi ise. Papazla ko­nuşabilirsiniz, ama eğer kayıtsız kalacaksa bir anlamı yoktur. Örgütle­nip toprağı kendimiz almalıyız.

“Bu karar verildikten sonra bi­riktirdiğimiz bütün tarihi deneyleri bir araya getiririz. Politik açıdan bakarsak aslında MST olarak bütün yaptığımız budur. Bizim görevimiz sınıf olarak öğrendiklerimizi başka­larına aktarmak. Her şeyi değil ama çok şeyi. Herkes katılacaktır, bütün aileler birlikte. Polisin gözünden ka­çabilmek için gece yapılacaktır. Ka­tılacak olanlar 15-20’şer kişilik ko­miteler halinde kendilerini örgütle­yeceklerdir. 20 ve daha fazla komite olabilir, her biri bir kamyon kirala­yacaktır ve çadır ve gerekli şeyleri almak için bir kasa oluşturacaklar­dır. Hazırlanmak üç-dört ay sürer. Bir gün bu 15’er kişilik komitelerin temsilcileri ile toplantı yapılır ve iş­galin tarihi belirlenir. Karar gizli kalacaktır. O gece güneş doğmazdan çok önce kiralanan kamyonlar gelir ve yerleşim yerinin etrafında dola­şırlar, taşınıp yerleştirilebilecek her şey birlikte götürülür. Ailelerin var olan şeylerini alıp barınaklarını kur­maları için tek bir geceleri vardır, çünkü ertesi sabah mülk sahibi ne olduğunu anladığında karargah çok­tan kurulmuş olmalıdır. Komite böl­gede nerede su, nerede ağaç gölgeli­ği olduğunu keşfedecek bir aile se­çer. Bir açık karargah yapmada et­ken bir çok faktör vardır. Sırtında çok şey taşımamak için karargahın yol kenarında olması uygundur. İş­galin başarıya ulaşmasında bu tür lo­jistik bilgilerin çok önemi vardır. Ancak başarı katılan ailelerin sayısı ile ilgilidir. Aile sayısı ne kadar faz­la olursa polis ve toprak sahibinin bunları oradan tahliye etmesi o ka­dar zor olur.”2

İşgal eylemini yapacak topraksız köylüler varlarını yoklarını yanlarına alırlar ve adeta yeni köylerine doğru bir yolculuğa çıkarlar. Zaten bu mal varlıkları genelde onlara işgal döne­minde çok yük olacak bir düzeyde değildir. Ayrıca deneylerle sabittir, işgal masraflarım yani kamyon tut­mayı ya da çadır için gerekli malze­meleri kendi ceplerinden karşılamak durumundadırlar. Bu onları daha tu­tarlı yapmaktadır. Eğer masrafları MST karşılarsa işgal günü ve diren­me sürecinde geri dönmeleri kolay olmaktadır. Ancak finansını kendileri karşıladıklarında bu işte ciddiyetleri­ni göstermiş olmaktadırlar. İşgale başlamak belki aynı ikti­darı almak gibi bir şeydir ve asıl so­run ondan sonra orada durma işi olacaktır. İşgal ile sonrasında devletten toprak mülkiyetini almak arasında ortalama olarak 2 yıl gibi bir süre geçecektir. Bu sancılı süreçte dayan­mak gerekmektedir.

İşgalin ertesi günü toprağın asıl sahibi polislerle gelir. Çoğu zaman bir saldırı yaşanır. Buna hazırlıklı olmak gereklidir. Bu saldırılar ge­nellikle işgal boyunca hem büyük toprak sahibi latifunda ağasının kira­lık adamları ya da devlet daireleri, polisi ordusu ile yapılacaktır. Toprak işgalleri sırasında binlerce MST militanı öldürülmüştür. Bu iki yıl bo­yunca şiddetin, tehdidin, caydırma, korkutma, bölme, aldatma gibi on­larca zor biçiminin çeşitli biçimleri kullanılacaktır. Bunlara hazırlıklı ol­mak, karşı koymak gerekecektir. Brezilya MST hareketinin çok zen­gin bir mücadele tarihi vardır. Yalnız bunlar kitaplar doldurur. Egemen sı­nıfların iktidarda durmak için yarat­tığı binlerce saldırı biçimi vardır.

İşgal sonrası bir yasal süreçte yaşanır. Hemen ertesi günü basın ve avukatlar gelirler. Topraksız köylüler toprağın sosyal işlevini yerine getirmediğini iddia ederler. Devletin INCRA adındaki is­timlak kurumu gelip tespit yapar. Kısa bir sürede INCRA iddia­ları reddedebilir. Bu durumda toprak sahibinin sırtı kalın demektir. Hemen mahkeme kararı i­le işgal eyleminin sona erdirilmesi istenebilir. O zaman işgalci köylüler başka bir yer bulmak zorundadırlar. O zamanda geçici olarak yol kenar­larına kamplarını taşıma durumunda kalabilirler. Şu anda Brezilya’da böyle yol kenarlarında kamp kurmuş 200 bin topraksız köylü ailesi vardır. Lula hükümetinden yıllardır kendi­lerine yerleşecek toprak vermesini beklemektedirler.

Ya da işler olumlu giderse INCRA toprağın gerçekten verimli kulla­nılmadığına karar verebilir, o zaman mahkeme safhası başlar. Çünkü toprak sahibi bunun aksini iddia ede­cektir ve mahkemeleri mümkün ol­duğunca uzatmaya çalışacaktır. Da­va kazanıldıktan sonra da iş bitmez. INCRA’nın toprağın bedelini mülk sahibine ödemesi gerekmektedir. Ve burada da yığınla sorun yaşanır. Her hükümet istimlaka bütçe ayırmak zorundadır, ama genellikle bu para­lar “her nedense” hep başka yerlere harcanır. O zaman para bulunulana kadar da süreç uzayacaktır. En so­nunda para bulunduktan ve toprak bedeli ödendikten sonra toprak mülkiyeti, işgal eden köylülere dağıtıl­maya başlar.

Teorik olarak bakıldığında MST hareketinin işlevi biter. Topraksız köylü toprak parçasına kavuştuktan sonra artık topraksız köylü değildir. Kendi başının çaresine bakma ile yüz yüzedir. Bu durumda da MST devamlılığı olmayan her toprak işga­li ile yeniden doğacak olan bir hare­ket haline gelecektir ve başka bir u­fuk taşımayacaktır.

Oysa MST açısından mücadele aynı hızıyla bu kez başka bazda de­vam etmektedir. Yani köylüler top­rak parçasına sahip olduktan sonra kurtulamamakta bir avuçluk başka bir cehennemin içine düşmektedir­ler. Köylülüğün bunu anlaması ancak elde edilen toprak üzerinde üre­tim yapma süreci içinde anlaşılacak­tır. Bu uzun ve açık süreç MST’nin elemanlarını bu kez başka bazda e­ğitme sürecidir. Toprağı işgal etme­nin kurtuluş olmadığı ancak uzun bir süreç içinde belki anlaşılabilecektir. Ancak hareketin kendisi açısından konu apaçık ortadadır.

İlk Sonuçlar

Yılların toprak işgallerinin çetin deneyi ve başarısı 1984 Ocak ayında MST’nin ulusal kongre ile kurulmasına yol açar. Topraksız ve küçük topraklı köylü hareketi kurumsalla­şır.

Toprağı işgal etmekle iş elbette bitmez. Onu verimli, eskisinden da­ha verimli işletmek, üzerindeki aile­lerin karnını doyurmalarını sağla­mak önemlidir.

“1979 ve 1985 arası ilk işgaller­de Joao Pedro Stedilo’ya göre bir ‘ü­retimin romantik görüşü’ hakimdi. Köylü kökenli bir işçi toprağı işgal etmenin sorunlarını çözmek için ye­terli olduğuna inanıyordu. Toprağa kavuşunca yalnız kendisini ve ailesi­ni düşünüyordu. Üretim alışkanlıkla­rı tamamen bireyseldi. Kolektif ça­lışma olasılığını kabul etmesi çok zordu. Mücadelesi çok bireyseldi ve köylü ve işçi sınıfını bir bütün ola­rak düşünmüyordu. Ya da ülkenin i­çinden geçmekte olduğu tarımda modernleşme sürecinin hiç bilmedi­ği teknikler kullanmasını gerektirdi­ğinden haberi yoktu. Küçük üretici olarak aile toprağı korunur anlayışı­nı tekrar etme eğilimindedir. Üretim genel olarak yaşayacak kadar yapılır ve ancak fazla olursa pazara çıkarı­lır.”3

Bu alıntıdan MST’nin toprak iş­galinden sonra karşı karşıya olduğu iki temel sorunu ortaya koyar. Birin­ci sorun toprağın işlenmesi ile ilgili­dir. Toprak nasıl işlenecektir, hangi teknik, hangi know how ile ki tarım tekelleri ile rekabet edilsin. Daha u­cuza ve daha kaliteli üretilsin. Üs­tünde yaşayacak köylülüğün karnı doysun. Onların insanca yaşaması sağlansın. Bunun için gerekli olan son teknik ve bilgi mutlaka elde e­dilmeli, köylülüğe yansıtılmalı ya da hayata geçirilmelidir. İşin birinci kısmı ya da birinci sorun budur.

İkinci sorun ise bu dövüşü yapa­cak olan köylülüğün eğitilmesidir. Onun yüzyıllardır babadan oğula ge­çen mantığının değişmesi, günümü­ze uydurulması gerekmektedir. MST’nin elindeki malzeme budur. Onu işlemek zorunda­dır. Militanlarını bu geleneksel küçük köylü zihniyetinden günümüz dev tarım tekelleri ile hem üretim hem de mü­cadele açısından dövüşecek düzeye getirmesi gerekmektedir. Böylece MST gelişecek, kitleleri kavrayacak ve Brezilya köylülüğü ve işçisinin kurtuluşunu sağlayabilecektir.

MST’nin yukarıdaki görevler konusunda epey şey başardığını söy­lemek gerekmektedir. Çok zengin deneyler, bilgilerle donanmıştır.

“Köylülerin toprağı işgali yet­mez. Onu işleyecek koşulların da ol­ması gerekir. Makina, tohum, kredi, teknik devrimdeki gelişmeleri kul­lanmayı sağlayacak know how, üre­timlerine satış yerleri olmadığı süre­ce toprak özgürlük alanı olmak yeri­ne bir karabasan olur ve sonuçta üstündekiler onu çok düşük fiyata sat­mak ya da terk edip gitme durumun­da kalırlar.”4

Toprak işgallerinden sonra dev­letten kredi istenir. Bununla tarım a­letleri traktörler, biçerdöverler alına­caktır. Büyük toprak sahipleri ile re­kabet edebilmenin yolu budur. Çün­kü makineler ile yapılacak üretim daha verimli olacaktır. Devlet ama hiçbir zaman toprak bedelini kendi­sinin ödediği küçük köylüye bu ma­kineleri alması için kredi açmaya­caktır. Onun asla karşılayamayacağı güvenceler isteyecektir. İşte bu nok­tadan itibaren küçük köylülüğün ör­gütlenmesini artırması ve toprakları­nı ya da gücünü birleştirmesi gerek­mektedir. Köylülük kooperatifleş­mek zorundadır. Ancak bu durumda devletten kredi alma koşullarını ye­rine getirebilirler. Gene MST’nin gücünü dayatması gerekmektedir.

Köylüyü birlikte davranmaya zorlayacak onlarca gerekçe vardır. İşgal edilen toprakta yüzlerce aile vardır. Bir köy bazen bir kasaba nü­fusuna sahip bir yerleşim alanı de­mektir. Bu da çeşitli alt yapı tesisle­ri gerektirir. Kanalizasyondan elekt­rik, yol ve su döşenmesine ya da ço­cukların okulundan, sağlık tesislerine kadar yığınla şeyin gerektiği bir yerleşim merkezi olma durumu vardır. Bu da örgütlü bir mücadeleyi ge­rektirmektedir. Ancak o zaman dev­letin yatırım yapması için bir güç oluşturulabilecektir. Devlet hiçbir za­man kendiliğinden bu hizmetleri ge­tirmeyecektir. Devletle dişe diş bu konularda da dövüşmek gerekmekte­dir.

İş bununla da bitmez. Toprağın sürülmesinden ürünün pazarlanmasına kadar her şey örgütlü davranmayı gerekli kılmaktadır. Tek tek birer ka­rış topraklarda üretim yapılması ile sorunların çözülmesi, tarım tekelleri ve arkalarındaki devlet ile mücadele için kooperatifleşme gerekmektedir. Kooperatifleşme köylünün kafasının değişmesini gerektirmektedir. Köy­lülük kooperatifleşmeye karşı direnç gösterir. Geçmişteki başarısız de­neyler bunun en önemli nedenleri a­rasındadır. MST geçmişinde bu ko­nularda bazı yanlışlıklar yapılmıştır. Sonunda alman kararla köylüler asla kooperatifleşmeye zorlanmamaktadırlar. Demokratik bir sistemle çalı­şırlar. Ancak MST militanları her a­dımda bu bilinci vermek için uzun e­ğitimler yaparlar. Kooperatifleşme­nin yararları bir bir anlatılır, ama son söz yine o toprak üstünde yaşayan köylülerin olmaktadır. Ayrıca unut­mamak gerekir ki çeşit çeşit koope­ratif biçimleri vardır ve özel mülki­yet ile mutlak olarak çelişmez.

Her toprak parçasının kendine özgü koşulları vardır. Bu temel be­lirleyicidir. İklim koşulları, doğa koşulları da çok belirleyicidir. Örneğin Stedile, edindikleri deneylerden kal­karak şimdiki akılları olsa buralara o devasa tarım makinelerini almaya­caklarını üzüntüyle anlatıyor.

“Birçok yerleşim alanında yapı­lan yanlışlıklardan bir tanesi -Stedile’ye göre- makineleşmenin toprağa göre uyarlanmayıp abartılmasıdır. 30 hektarlık bir alanınız varsa neden yalnız 80-100 hektarda kar getirecek bir traktör alınsın? Böyle üretim ola­nağının olduğu yerlerde traktöre ya­tırılan para asla borcu ödeyecek ve­rimi sağlayamayacaktır… Sonuçta üretime ve halkın eğitimine uygun olmayan modern bir altyapı ile başlanmış oluyordu. Bugün kooperatif­lerin çoğu borçludur, daha kötüsü devlete bağımlılıkları artmıştır.”5

Öte yandan büyük toprak sahip­leri ile aynı ürünler üretilse bile bun­ların pazarlanması sonuçta yine on­ların kanalı ile olmaktadır ve yine başka açıdan küçük köylülük sömü­rülmektedir. MST 1995 yılında yap­tığı 3. Kongrede tarım programını kabul eder. Stedile şöyle açıklıyor:

“Biz sadece hammadde üretme­de durup kapitalistlerin bizim sırtı­mızdan zengin olmalarına izin vere­meyiz. Bir adım daha ileri gitmeli­yiz. Toprakta üretilen hammaddenin işlenmesini de yapmalıyız, böylece tarım ÇUŞ’leri bizi sömüremeyeceklerdir. Onlara artı değer katıp daha ucuza satabilecek duruma gelmeli­yiz. Böylece de kentlerdeki pazara girişimizi artırmalıyız.”6

Bugün MST’nin yığınla koope­ratifi ve de tarım ürünleri işleme te­sisleri vardır. Kendi içinde bir dev haline gelmiştir. Birçok eylemini bu kooperatifler ile finanse etmektedir.

MST hareketinin toprak refor­muna bakış açısı elbette yaşanan bunca olumlu ve olumsuz deneyler sonucunda değişik noktalara gelmiş­tir. Brezilya kırlarında uygulanan yeni politikalar MST’yi yeni tavırlar almaya, yeni hedefler koymaya zor­lamaktadır.

Yeni Liberal Politik Uygulamaların Sonuçları

Devletin güttüğü tarım politika­ları zamanla değişir. Yeni liberal po­litikalar ve küreselleşme kırda değişikliklere yol açar. Brezilya kırları yabancı tarım tekellerinin dizginsiz sömürüsüne açılır. Tüm Brezilya kır­ları ihracat ürünlerine ayrılır. Kırlar, mısır, soya, pamuk, şeker gibi birkaç kalem ürünün ekildiği devasa alanlar haline gelir. Küreselleşme ile her ül­keye belirli iş bölümü düşmüştür. Böylece Brezilya tarım ürünleri ih­raç edecek ve dış borçlarını ödeye­cektir. Plan budur.

İhracata yönelik tarıma ayrılan toprak miktarı artar. 2000’lere kadar kırların talanı korkunç boyutlara varır. MST mücadelesi olduğu düşü­nüldüğünde topraksız köylü miktarı­nın azaldığı sanılabilir. Ancak ra­kamlar böyle bir gerçeklik göstermi­yor. Örneğin MST’nin doğduğu ve sivil hükümetlerin başladığı yıllar o­lan 1986’larda kırda yaşayan nüfus 23,4 milyondan on yıl sonra 18 mil­yona düşmüş. Şimdilerde 25 milyon topraksız köylü olduğu tahmin edili­yor. MST mücadelesi ile 1 milyon kişi (350 bin aile) toprağa kavuşmuş. Yani aslında yeni liberal politikalar­la toprak mülkiyetinin tek elde top­lanması MST mücadelesinin çok çok üstünde. Toprak sahiplerinin %1’i toprakların %47’sine sahip. Rakam­sal açılımı ise şöyle söylenebilir. 26 bin büyük toprak sahibi 178 milyon hektar toprağa sahip. Oysa MST’nin on beş yıllık mücadelesi sonunda 350 bin aileye dağıtılan toprak mik­tarı 20 milyon hektardır ve kırlarda yoksul 23 milyon insan vardır. Top­raksız köylü sayısı ise 3,5 milyon o­larak tahmin ediliyor.7

Kırların ihracata yönelik tarıma geçişi ve de kırların ÇUŞ’lere pazarlanması ve genel olarak küreselleş­meye geçme hayal gücünü, aklı zor­layan durumlar yaratmıştır. Örneğin Kanadalı bir çelik fabrikasının San Paula’da 25 bin hektarlık toprağı vardır. Ya da bir inşaat firması olan CR Almeido’nun 2 milyon hektarlık mülkiyetine kayıtlı toprağı bulunur. Bunlara çok daha fazlası eklenebilir. Volkswagen araba firmasının da 20 bin hektarın üstünde toprağı atıl ola­rak durmaktadır. Toplam olarak ya­bancı şirketlerin Brezilya’da 30 mil­yon hektarın üstünde topraklan bu­lunmaktadır.8 Yani MST’nin yıllardır mücadelesi sonunda elde ettiği top­rağın bir buçuk katı yabancı ÇUŞ’le­re bir çırpıda verilivermiştir.

Yeni Mücadele Hedefi

Yeni liberal politikalar ve küre­selleşmenin Brezilya kırlarında ve ülke genelinde verdiği sonucu tah­min etmek zor değildir. Kırlar ne borçları ödeyebilmiştir ne de halk eskisinden daha zenginleşmiştir. Ak­sine Brezilya eskisinden yoksul bu ülke haline gelmiştir.

Ülke ekonomisinin uluslararası hale gelmesinin sonucunda “iç pa­zarlar ithal mallarla dolar. Eskiden genelde hiçbir tarım ürünü ithal edil­mezdi, ancak Arjantin’den biraz buğday alırdık, ama yine bunun da %90’ı ülke içinde üretilirdi. Genel olarak tüm bunların Brezilya’da üre­tilebilmesi mümkün iken bugün iç pazar tüketiminde gerekli yiyecek i­çin yılda 5 milyar dolar ödenir duru­ma gelindi.”9 Tarımın yabancı tarım ÇUŞ’lerine açılmasının bedeli bu­dur.

Küreselleşme ile yalnız köyde toprakların tekelleşmesi, ÇUŞ elinde toplanması hızlanmamış aynı za­manda MST’nin kurduğu çeşitli ko­operatifler ve ürün işleme tesisleri de tehdit altındadır. Verimli Brezilya topraklarının yanında binlerce insan açlıkla yüz yüzedir. Kendi toprakla­rından halklar sürülmektedirler. Öyleyse yeni bir dönüş modeli belirlen­melidir. Kırlarda MST’nin dövüşü yeni bir boyuta yükselir. Yeni hedefler konulur. Yeni bir tarım modeli se­çilir. Tarım ÇUŞ’leri ile başka kul­varda dövüşülecektir.

Stedile’nin ağzından aktaralım:

“Günümüzde finansal emperya­lizm ve uluslararası şirketlerin ha­kim olduğu kapitalizm çağında tarım reformu da karakter değiştirmekte­dir. Sadece toprağı dağıtmak yetmi­yor, çünkü bu çiftçilerin yaşam ko­şullarının daha iyi olacağı güvence­sini vermiyor. Yalnız toprak mülki­yetinin değil tarım endüstrisi ve ta­rımsal iş alanlarının da demokratik­leştiği yeni tip bir tarım reformu dü­şünmek gereklidir. Bunların hepsi birbirleriyle bağlantılıdır, iç pazar ve yiyecek arzına öncelik verirler. Buda kendi içinde tohum üretimini de içe­rir. Başka bir deyişle, toprak mülki­yetinin demokratikleşmesiyle birlik­te yeni bir tarım üretim modeli inşa etmek, kırsal alan üretiminde yeni bir sosyal örgütlenme yaratmak ge­rekmektedir. Bu Latin Amerika ve Brezilya ve tüm Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin karşısında duran bir so­rundur, çünkü günümüz uluslararası tekelci kapitalizmi dünya ölçüsünde tarımın üretimine hakim durumda­dır. Küçük çiftçiler, tarım işçileri ve kırsal alanda çalışan kitlelerin nasıl varlıklarını sürdürecekleri sorusunu ortaya çıkarmaktadır.”10

Artık ulusal tarım pazarı çok u­luslu tarım şirketlerinin denetimi al­tındadır. Fiyatlar ve pazarı onlar be­lirler. Üç tane uluslararası şirket Brezilya mısır ticaretinin %90’nmı denetler. Süt pazarı da Nestle, Glori­a ve Parmalat gibi 3 yabancı şirketin elindedir. Ülke şirketlerinin artık ül­ke pazarında bir belirleyiciliği yok gibidir. Ülke neredeyse tamamen bu şirketlerin güdümündedir.

Ancak yabancı tarım tekellerinin saldırısı sadece toprak mülkiyeti ya da ihracata yönelik tarım düzeyinde kalmamaktadır. “Bu modelin dör­düncü özelliği yeni bir devrimsel sü­reç içindeyiz – bio-teknoloji… ÇUŞ tohum denetimini hem tekellerinde tutuyor hem de yönlendiriyorlar. Böylece çiftçilere yeni teknoloji bi­çimini dayatıyorlar. Örneğin Monsanto değişik genli soya çeşitlerinin üretilmesinin yarattığı sorunlar bir yana tohumu alan her bir çiftçiyi bu­na uyarlanmış gübre ve toksik alma­ya zorluyor. Şirketin asıl çıkarı to­humlarda değil bunlarda…”

Artık MST’nin mücadelesi çevre kirliliği, bio çeşitlilik gibi tarımda ÇUŞ’lerin son modern teknikleri se­viyesine yükselmek durumundadır. MST bu yeni bilimler konusunda a­raştırmalar yapmak ve de ülke doğa­sını, bitkisini, taşını toprağını keli­menin tam anlamı ile savunmak, ko­rumak durumundadır. Ayrıca bu ko­nuda bilimsel olmak zorunda ve ÇUŞ’lerin bilimsel araştırmalarına alternatifler üretebilmelidir.

MST’nin tarım reformu mücade­lesi böylece uluslararası seviyeye sıçrar. Artık hedefte yalnız latifunda, büyük toprak sahipliği ve onunla iş­birliği yapanlar yoktur. Çok Uluslu Şirketlerde bulunmaktadır. Finans kapital hedef tahtasındadır. Bunlar Brezilya gibi çoğu Latin Amerika ül­kesinin kentlerinde sanayiden sonra kırları işgal etmişler ve kendi çıkar­larını yoksul halkların boğazına dayamışlardır. İthalata yönelik tarım halkın ihtiyacı olan besin maddeleri­nin talanı, köylülüğün yıllardır alışık olduğu tarım biçimine saldırı ve halkların topraklarından daha kitle­sel olarak sürülüp tamamen açlığa terki anlamına gelmektedir.

Kent varoşları daha önceki yılla­rın çarpık sanayileşmesi ile zaten doludur. Yeni liberal politikalar ve özelleştirmelerin yol açtığı kitlesel işten çıkarmalar ile kendi işsizlerini daha da artırmış, hatta kentlerden köylere kaçış arayışları başlamıştır. Oysa kırlarda yeni liberal politika­lardan kısmetlerine düşeni almışlar, kırlar ihracata yönelik tarım ile hem ürün çeşidi olarak hem de kalitesi o­larak yoksullaşmıştır. Artık kırlar bı­rakalım kent işçi sınıfına ucuz yiye­cek üretmesini tersine kırların kendi­si açlığa mahkum edilmiştir. Aslında bu durum sosyalist klasik literatürle­rin gösterdiği mücadele öngörüsü­nün ne kadar haklı olduğunu ortaya koyar. Köylülük ve işçilik el ele ver­mek zorundadır. Halkların kurtuluşu bu doğrultudadır.

Ancak küreselleşmenin vardığı boyut Brezilya köylü ve işçisini de diğer uluslararası örgütlenmeler ile ittifaka zorlar. Karşıdaki düşman bu düzeyde boyutlu ise işçi sınıfı ve köylülükte örgütlenmek durumunda­dır. Köylü hareketinin uluslararası düzeyde önemli bir örgütlenmesi vardır: Via Campesina.

“Via Campesina, Asya, Afrika Amerika ve Avrupa’dan küçük ve or­ta çaplı üreticileri, tarım işçilerini, köylü kadınları ve yerli halkların a­rasında bağlantı kurmaya çalışan u­luslararası bir harekettir. Otonom, çoğulcu tüm diğer politik ekonomik ve diğer hakim örgütlerden bağım­sızdır. Otonomluklarına saygı içinde ulusal ve bölgesel örgütleri birbirine kaynaştırmaya çalışır.”12

Küçük Çaplı Üretimin Yararları

Yeni liberal politikaların kırlar­daki uzantısı tek kalem ihracata yö­nelik tarım ve tarımda bilim ve tekniğin vardığı son konak gen teknolo­jisi ve uygulamaların yol açtığı sos­yal ekonomik durum kırlarda yok­sulların kurtuluşunda yeni bir durum yaratmıştır. Köylülüğün kurtuluşun­da toprak ve tarım politikaları bu ye­ni duruma göre uyarlanmalıdır.

Yıllardır bizlere traktör ve biçer-döverli, büyük çaplı, makinelerle ya­pılan üretimin daha verimli olduğu öğretildi. Beyinlerimiz böyle yıkan­dı. ABD, Kanada, Avustralya gibi devasa toprakların olduğu alanlarda makinelerle devasa topraklar işlendi ve üretim çok arttı. Sosyalizmde kolhozlar ve kooperatifler ile hep büyük çaplı üretimin yararları üstüne gele­cek ufku çizildi. Ancak yeni liberal politikalar ve yeni teknolojiler ışı­ğında eskiden dikkate alınmayan birçok faktör ortaya çıkmaktadır. Ve gerçeklik değişmektedir. Bazı tarım ürünlerinde küçük çaplı üretim bü­yük çaplı üretimden daha verimlidir. Belki şöyle söylemek gerekmekte­dir. Büyük çaplı üretim başka gözle yeniden ele alınıp değerlendirilmeli le tarım sorununa bakış açısı yeni­len gözden geçirilmelidir.

“Büyük çiftliklerde verimlilik düzeyinin düşük olmasının bir nedeni monokültür (yani tek ürün) olmalarından kaynaklanır. Tek ürünün en yüksek verimi genellikle tarlaya sırf tek bir ürün ekilerek elde edilir. Bir tek üründen belki çok üretilir ama çiftçinin kullanabileceği başka bir şey elde edilmez. Hatta ürün dizileri arasındaki boşluklarda yabani otlar büyür. Yabani otları çiftçi ya emek verip temizleyecektir ya da para verip öldürecek ilaç alacaktır.13

Oysa küçük çiftçiler özellikle Üçüncü Dünya Ülkelerinde tarlaya çeşitli ürünler ekerler ve bu türden boşlukları da değerlendirirler. Çeşitli cins ürün ekmek, en başta toprağın uzun dönemli sağlığı açısından önemlidir. Toprağın verimini artırır. Onun hunharca kullanımını ve bu­nun sonucunda ayrık otları, zararlı otların yetişmesi önlenmiş olur. Oysa monokültür ekimde bunu önlemek için hem toprak yapay gübrelerle hem de zehirlerle hunharca, kısa dönemli kar ve çıkar için kullanılır. Küçük çiftçilerin olduğu yerde bio çeşitlilik çok önemlidir. Bazı yerlerde ormanların olması, açık alanların varlığı toprak açısından çok önemlidir. İster ABD’de ister herhangi bir Üçüncü Dünya Ülkesinde olsun küçük çiftliklerde verimlilik %200 ile %1000 kat daha fazladır.

“Önemli bir konu daha vardır. Tarımda amaç mutlaka hektar başına daha çok ürün almak değildir. Kırların başka değerleri vardır. Tarım kaynakları kır yaşantısını daha iyileştirecek daha iyi konut, eğitim, sağlık hizmetleri, taşımacılık, yerel çeşitli iş alanları ve kültürel ve boş zaman faaliyetleri gibi özellikleri de geliştirmelidir.

“Büyük şirketlerin hakim olduğu tarım alanlarında çevre köyler ölürler. Makineleşme daha az yerli hal­li iş bulması demektir ve köylü aileleri topraklarını satıp başka yerlere gitmesi demektir. Büyük tarım şir­ketleri bura toprağından elde ettikle­ri gelirleri kentlere taşırlar. Böyle şirketlerin olduğu çiftliklerin tarım­da elde ettikleri gelir büyük kentlere taşınır.”14

Köylülüğün sömürüsü yalnız o­nun bireysel sömürüsü olarak görül­memelidir, aynı zamanda onun üre­tim aracı olan toprağın sömürülmesi, toprak ve çevre bakımının yapılma­ması olarak da ele alınmalıdır. Yani çevre kirliliği yalnız kentlerde ya­şam kalitesi olarak düşünülmemeli, bunun kırlardaki uzantısı da ele alın­malıdır. Kırlardan elde edilecek artı değerin kentlere yatırılması ancak tarımda yeni liberal politik uygula­malara karşı çıkarak gerçekleşebile­cektir. Yoksa kırların talanının da bir sonu vardır ve bu sınıra dayanılmış-tır.

MST’nin toprak işgalleri sonu­cunda eskiden işgallere karşı olan valiler bile son zamanlarda bu tutumlarından vazgeçmeye başlamış­lardır. Bunun en temel nedeni toprak işgalleri sonucunda kırlara canlılık gelmekte bölgesel ekonomiler can­lanmaktadır. Tipik 1000 ve 3000 aileli yerleşim alanları virane toprak­ları üretken yapmaktadır. Burada yetiştirilen ürünler yerel kasabalarda satılmakta ve karşılığında esnaftan mal alınmaktadır. Etrafında işgal e­dilmiş alan olan kasabalar ekonomik olarak canlanmaktadır. Yani kapita­list anlamda pazar açılmış olmakta­dır. Kapitalizm bir zamanlar kırları sömürüsüne açmaya çalışıyordu, a­ma yeni liberal politikalarla bunu öl­dürdü. Şimdi pazarı açmak MST e­liyle yapılmaktadır. Valileri memnun eden de budur.

“Brezilya araştırma merkezi I­BASE geçtiğimiz günlerde bir araş­tırma yaparak MST türü bir toprak işgali ile aynı miktarda insanın kent alanlarına yerleşmesi ile verilecek hizmetlerin devlet hazinesine verdi­ği yükü karşılaştırdı. Topraksız köy­lü toprağı işgal edip devleti bunu yasallaştırmaya zorladığında bir bedel ödeniyor; eski toprak sahibine para ödeniyor, yasal masraflar, yeni çift­çiler için kredi vs var. Ancak aynı sayıda insanın kent gecekondularına yerleşmesi sonucu gereken hizmet ve altyapı tesislerinin aylık maliyeti toprak işgalinin yıllık maliyetini ge­çiyor.

“Buna bir de yeni bir iş alanı ya­ratmak açısından da bakılabilir. Bre­zilya’nın ticari merkezlerinde bir işyeri yaratmanın maliyeti tarım refor­mu yaparak işsiz birini çiftlikte yer­leştirmenin 2 ile 25 katına eşittir.”1

Sonuçta küçük çaplı üretim hem toprağın ekolojik açıdan kullanımı, hem hektar başına verdiği ürün, hem de üstünde yaşayan insanların ya­şamları, hem genel olarak ulusal e­konomi açısından büyük çaplı üre­timden daha verimlidir. Ayrıca bu tezleri doğrulayan dünya deneyleri vardır. Örneğin Japonya, Güney Ko­re, Tayvan, Küba ve Çin hepsi küçük çaplı üretimle kalkınmışlardır. Kır­lardaki sağlıklı gelişim ülke ekono­misinin canlanmasına yol açmıştır. Meksika ve Filipinler gibi ülkelerde tarım reformları sahte bir şekilde ya­pılmıştır ve buralarda gelişim güdük kalmıştır.

MST’nin tarım politikası; 20 yıl­lık dövüş sonrasında kırda topraksız köylüye anayasanın doğurduğu bir hak olan verimsiz kullanılan topra­ğın dağıtımı noktasından kalkarak bugün dünya tarım devlerinin tarım politikaları ile dövüşen bir konuma gelmiştir. Bu tekellerin kırlarda yap­tıkları tahribata karşı yoksul hakları savunucu alternatif politikalar üret­mektedirler. Kentlerde özelleştirme­ler ve sanayinin uluslararası finans kapitalin malı haline gelmesi gibi kırlarda devasa topraklar ya tarım te­kellerinin malı olmakta ya da onların politikaları doğrultusunda tüm kent­ler, köylü yoksullar değil, artık karnı aç insanlar doğurmaktadır. Artık yal­nız insanların mallarına saldırılma- makta, yeni tarım politikaları boğaz­lardan geçen bir lokma ekmeğe göz dikmiştir. MST buradan kalkarak ar­tık kırlarda küçük çaplı üretimi sa­vunur olmaktadır.

Kapitalizm eskiden nurlu ufuk­lardan söz ederdi. Şöyle şöyle yapı­lırsa daha iyi yaşam koşullarına ge­çileceği hayalleri yayardı. Ancak son yeni liberal politikalar lafın gerçek anlamı ile kırlarda köylülerin boğa­zından geçen tek lokma ekmeğe sal­dırı anlamını taşımaktadır. Yeni sal­dırı biçimi, yeni savunma biçimleri yaratmaktadır. Brezilya kırlarında açlıktan kurtulmanın yolu küçük çaplı üretim haline gelmiştir. Dünya finans kapitalinin yeni saldırısı, kit­leler halinde yoksulluk bu tarım po­litikasını haklı çıkarmaktadır.

Bu bize şunu hatırlatmaktadır. Kentlerde makineleşme el sanatları­nı öldürdü. Örneğin eskiden her ma­hallede bir terzi, bir ayakkabıcı gibi çeşitli maddelerin tamircileri, ma­halle bakkalı, fırını olurdu. Bunları elbette çok uzatmak mümkündür. Kadınların oya, dantel gibi el işleri ya da evlerdeki salça, reçel gibi şey­ler yapma olayları sanayileşti. Kent­lerde bunların her biri makinelerle yapılır hale geldi. Ancak başta bu gelişme olumluluk olarak değerlen­diriliyordu. Gerçekten de artan dün­ya nüfusunun karnını doyurmak açı­sından bunlar çok önemlidir. Ancak sonradan yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı ki el işleri başkadır. Elin bir ürüne kattığı artı değer başka bir zenginlik taşımaktadır. Eskiden “el işi”, “ev işi” olduğu için hor görülen şey bu kez “el işi” “ev işi” olduğu i­çin değerlenmeye başladı. Bunları ü­reten değerler kaybolmaya yüz tut­tukça değeri artmaya başladı. Ve bunları yapmasını bilen sayı­sı da arttı. Artık kaç genç tarhana ya da re­çel yapmasını biliyor?

Yeni liberal politikaların Brezil­ya’daki yansıması da sanayide yaşa­nana benzer bir sonuç doğurmuştur. Kırlar yabancı tekellerin ve ihracata yönelik tarım ürünlerinin ekildiği a­lanlar haline gelmiş. İhraçtan elde e­dilecek dövizle daha iyi karınlar do­yuracak vaatleri yapıldı. Ama ger­çeklik tam tersidir. İhracattan elde e­dilen dövizler yabancı tekellerin ka­sasına gitmekle kalmamakta kırlarda halkın yiyeceği tarım ürünü yetiştirilmemektedir. Kırlar açtır. Şimdi MST kırlarda bu kitlesel açlara karşı küçük tarımı savunmakta. Ancak el­bette bu eski biçimi ile tarımı savun­mak demek değildir. Tarımda ÇUŞ’lar ürünlerin kendisini yapay gübreler, tohum genleri ile oynaya­rak değiştirdiler. Belki çarpuk çur­puk olmayan salatalıklar var. Ya da çürümesi geciktirilen domatesler ye­tiştiriliyor. Ya da iri iri şeftaliler, meyveler var. Ama bunların tatları yok. Kavunlar, çiçekler mis gibi kokmuyor. Her şeyin kalitesi düştü. Bu da doğal, eski biçimde üretilen besinlerin değerini ortaya çıkardı. Şimdi bunlara bio deniyor. Sağlıklı besin deniyor. Hormonsuz deniyor. Hepsi doğru.

İki türlü işliyor bu. Hem kırlarda yoksulluk, açlık artıyor hem de kali­teli tarım ürünü yetişmez oluyor. Bu­na karşı başka bir bilinç gelişmekte­dir. Kentlerde “el işi” “ev işinin” de­ğer kazanmasına paralel olarak kır­larda küçük çiftçilerin ve onların ü­rettikleri değer kazanmaktadır. Hem bu insanların yaşamaları olarak hem de ürettikleri mal açısından. Yani ÇUŞ’un hem kentlerdeki sanayi hem de kırlardaki tarım açısından bir dö­nemi kapanmaktadır. Bilimin kapita­list üretim açısından sömürüsünün önü bir şekilde kapanmaktadır. İnsan bilinci başka bir döneme doğru evrimleşmektedir. MST de bu dönüşü­mün öncülüğünü yapmaktadır.

Eğitim

1995 yılında MST 3. Kongresini yaptı. Bu kongrede çok önemli ka­rarlar alındı. En başta tarım reformu kabul edildi ve tarım reformunun tüm Brezilya halkının mücadelesi olduğu sloganı atıldı ve konular de­rinliğine tartışıldı. “Bu program top­rak mülkiyeti ve bilginin daha de­mokratik yapılmasını talep eder. İlk kez okul ve eğitim hakkını toprak re­formunun parçası haline getirir.”16 Toprak dağıtımı kadar bilginin dağı­tımı da önemlidir. Kırların gelişmesi üs­tündeki insanların e­ğitimi ile mümkün­dür. Yalnız toprak yetmez, yalnız kredi yetmez, bilimdeki kırlara ait bilgiler onu kullanan insanlara verilmelidir. Köylülük ancak eğitim ile yoksulluğundan kurtulabilecek, insanca yaşa­ma durumuna yükselecektir.

Eğitim sorunu işgalin kendi için­de ilk karşıya çıkan sorunlardan bir tanesidir. Toprak işgali bir fabrika grevine benzemez. İşgal aile olarak yapılır. Yani toprak işgalinde erkek­ler, kadınlar ve çocuklar hep birlikte olunur. İşgal yıllar sürer. Bunun an­lamı hem çocukların bu süre içinde eğitimi hem de işgale katılan kadın­ların ve erkeklerin eğitimi demektir. Bu bir direnç sorunudur. Bu direnç ancak beyinlerin beslenmesi ile gerçekleşecektir.

Devlet tarafından toprak işgali yasallaştıktan sonra da bir yerleşim alanı haline gelmek demek devletin okul inşası demektir. Yerleşim yerle­rine okul yapmak devletin yasal yü­kümlülüğüdür. Aynı verimsiz toprak­ları dağıtmak gibi. Bunun için de yıl­larca sürecek mücadele verilir. Ayrı­ca sorunlar bununla bitmez. Gelen öğretmenler bazen uyum sağlaya­maz, kafaları burjuva ideolojilerle dolmuş MST karşıtıdırlar. Bütün bunlar MST’nin eğitim sorununu kendi eline alma zorunluluğunu do­ğurmuştur.

“MST’nin bugün 1200 temel e­ğitim veren okulu, 3800 ilkokul öğ­retmeni, 150 bin civarında öğrencisi, 1200 genç ve yetişkin eğitmeni, 250 kreş için eğitmeni vardır.”17 Bunun dışında üniversitesi, sanat okulları bulunur. Çeşitli üniversitelerde MST kontenjanları vardır. Buralarda MST militanları burslu eğitim görürler. Ya da bazı üniversiteler MST eğitmen­lerine özel kurslar düzenlerler. MST merkezi bu konuda pazarlıklar ya­par. Küba Havana Tıp Fakültesi’nde 45 MST militanı tıp eğitimi görmek­tedir.

“MST’nin önerdiği ‘değişik’ o­kul önerisi geleneksel ‘resmi’ okullara kökten karşıdır. Bu okullar egemen sınıfların gelenek ve ideolojile­rini yeniden üretme araçları olmanın dışında kapitalist sistemin sanayisi i­çin ucuz emek yetiştirmede güçlü kuramlardır. İnsanları eğitmez, üre­tim araçlarının parçalarını hazırlar. Onların bilmesi gerekli olan işlerini etkin yapabilmek için gerekli olan temel şeylerdir. Onların kendi fikir­leri olmamalı, hatta beyinleri ile dü­şünmemelidirler. İşlerini ‘otomatik olarak’ yapmalıdırlar. O nedenle bi­reysel, rekabetçi, aynı zamanda pasif ve bağımlı insanlar yetiştirirler.

“Aksine MST okulları çocukla­rın iç hazırlığına ağırlık verir, yeni bir toplum ve dünya için yeni erkek ve kadın yetiştirmeye hazırlanır.”18

MST başka bir eğitim sistemi, başka bir pedagoji üstünde durur. Başka konuları öne çıkarır. Örneğin sosyal mücadele, örgütlenme, top­rak, iş üretim gibi dersler okutulur. Okulların değişik ilkeleri vardır. Ör­neğin öğretmen ve öğrenciler birbir­lerinin yoldaşlarıdırlar. Dayanışma, yoldaşlık, kolektif çalışma, sorumlu­luk, halkların davasına aşk gibi çe­şitli ilkeleri vardır.

Eğitim genellikle yalnız okumak ve anlamak değil öğrencilerin de­neylerini bilgi haline getirmelerine yöneliktir. Onların düşünme yete­nekleri artırılır. Bu nedenle kazanı­lan deneyler çok önemlidir. Kampla­rın kendisi bir okul haline gelir. Ha­reketin mücadelesi en önemli okul­dur. Her şey mücadele ile öğrenilir ve mücadele insanları eğitir. Öğren­me sistemi pratikten teoriye, sonra tekrar pratiğe döner. Kimse kimseyi eğitmez, halklar kolektif örgütlen­meleri ile kendilerini sürekli eğitir­ler. Çoğu MST üyesine göre hareke­tin mücadelesi en büyük üniversite­dir.

MST’nin toprak reformu müca­delesi köylü düşünce ve gelenek gö­reneklerindeki bazı unsurlarla uyuş­maz. Modern dövüş, modern bilgi dışında bu dövüşe uyan insan yapısı da istemektedir. Brezilya köylüsün­de buna ters düşen unsurlar vardır. “Bireysellik, kişisellik, kendiliğindencilik, anarşizm, hareketsizlik, sekterlik, radikallik, kendini satma davranışları, maceracılık, ukalalık vs.”19 Köylülükteki toprak mücade­lesine ters bu özelliklerle dövüşmek için köylüler 3 aylık eğitime alınır­lar. Burada köylülere tek başlarına yalnız bir şey yapamayacakları kavratılmasına çalışıldı. Öte yandan e­ğer başkalarına katılırlarsa çok şey başaracakları için örgütlenmeleri bi­linci verilmeye çalışıldı ama çeşitli nedenlerle başarılı olunamadı. Köy­lülerin olgunlaşmasının çok daha u­zun zaman alacağı anlaşıldığı için kurslar bırakıldı. İşgal edilmiş top­raklarda yaşayan köylülerin bunu yaşam içinde, mücadele içinde öğ­renmeleri için kamplar yerine ey­lemler içinde sürekli eğitim verili­yor.

Başarılar ve Sonuç

MST aslında genel olarak bakıl­dığında devlet içinde bir devlet gibi­dir. Bir parti değildir, bir harekettir. Partileşmemesinin geçmişe dayanan nedenleri vardır. Devletin görevlerini yerine getirmemesi, getirememesi onu güçlendirmektedir. Toprağın sosyal görevinden kalkarak, tarım işletmelerinin demokratikleşmesine, gen teknolojisinden Dünya Ticaret Örgütü’ne kadar çeşitli konularda programları vardır. Topraksız köylü­lerin kurduğu yerleşim bölgelerinin çeşitli sorunları ile de uğraşır. Bura­lar, eğitiminden sağlığına, çeşitli alt­yapı tesisleri ile onun yönetimi altın­dadır. Bunlar elbette MST’nin başa­rıları arasında sayılmalıdır. Bugün i­çin 3 milyona yakın üyesi vardır.

Örgütün ortak liderlerinden olan Stedile bir söyleşide sorulan hareke­tin temel başarıları sorusuna şöyle yanıt veriyor.

“Hepsinden önemli başarımız bir örgüt ve sosyal hareket inşa etmemizdir. Köylülerin değerini ve onu­runu geri kazandık. Bunun ölçüle­mez bir değeri vardır. İstatistiklerde görünmez. Ancak bir insan aşağılan­maktan, köle olmaktan kurtulup başı yukarda yürüyebiliyorsa, kendi gele­ceğini eline alabiliyorsa, bu bizim yaptığımız en başarılı şey demektir.

“Bunun ötesinde son 18 yıldır 300 bin aile için, daha çoğu yoksul da olsa toprak kazandık. Ancak yer­leşim alanlarımızda kimse açlıktan ölmüyor. Herkesin yıl boyu çalışa­cak bir işi var. Tüm yerleşim alanla­rında okul var. Tüm çocuklar okula gidiyor. Herkes kendi evini inşa ede­bilir. Bunlar ahım şahım olmayabilir, ama kimse kira ödemek durumunda değil. En azından insanlar en temel insan haklarına sahipler. Toprağı ge­ri almak bu demektir.

“Bu ufak başarılarla yetinmiyo­ruz. Çünkü Brezilya’da 4 milyon topraksız aile var. Mücadelemiz ha­reketi genişletmek, yeni cepheler aç­mak, daha çok insanı harekete geçir­mek. Çünkü daha çok insanın soru­nunu çözmesini istiyoruz. Elbette bu önemli bir örnek oluşturuyor. Bir kitle eğitim biçimi. Ama temel olan toplumu değiştirmek ve tüm Brezil­ya’nın, tüm yoksulların sorununu çözmektir.”20

Dipnotlar:

  1. Pedro Stedile, “Landless Battali­ons (Topraksız Taburlar)”, New Left Review, Mayıs-Haziran 2002 sayısı, sf. 3 (internet sitesi)
  2. Stedile, agy. sf. 6
  3. Marta Harnecker, Landless People­Building A Social Movement (Toprak­sız İnsanlar-Bir Sosyal Hareket İnşa E­diyor), sf. 22
  4. Harnecker, agy. sf. 24
  5. Harnecker, agy. sf. 82
  6. Harnecker, agy. sf. 82
  7. Rakamlar buradan alındı. Pedro Stedile, “The Poor Organize Themsel­ves (Yoksullar Örgütleniyor)”, Jornal do Brasil, 10 Ağustos 2003
  8. Stedile, “Yoksullar Örgütleniyor”,
  9. Harnecker, agy. sf. 30
  10. Pedro Stedile ile söyleşi, “The Government and the Landowners (Hükümet ve Toprak Sahipleri)”, PUC. Viva Magazine, 23 Haziran 2003
  11. Stedile, agy. sf. 31
  12. (Via Campesina internet sitesi) Vi­a Campesine tarımla ilgili dünyada var olan tüm gelişmelere alternatiftir. 17 Nisan’ı uluslararası köylülük günü ola­rak kabul eder ve o gün aynı 1 Mayıs İşçi Günü gibi köylü günü olarak ey­lemlilikler yapılmasını savunur. Son 17 Nisan bildirgesinde, “10 yıl Dünya Ti­caret Örgütü Yeter!’ diyerek DTÖ’de köylülüğe karşı olan maddelere karşı tavır aldı. Cancun ve Dünya Sosyal Fo­rumu, Dünya Gıda vs gibi önemli dün­ya tarımı ile ilgili konularda tavır alır. Yiyecek Bağımsızlığı girişiminin dünya ölçüsündeki baş savunucusu ve kam­panya yürütücüsüdür. Bu anlamı ile de MST ile el ele davranmaktadırlar. Dünya tarım tekellerine karşı ortak mücadele vermektedirler.
  13. Third World Traveller internet si­tesi, “On The Benefits of Small Farms (Küçük Çiftçilerin Yararına), sf. 1
  14. sf. 2
  15. sf. 2
  16. Harnecker, agy. sf. 26
  17. Harnecker, agy. sf. 26
  18. Harnecker, agy. sf. 93
  19. Harnecker, agy. sf. 26
  20. Cynthia Peters ve Justin Podur, J. Pedro Stedile ile söyleşi, “Başları Yu­karıda Yürüyebiliyorlar”, Dollars ve Sense dergisinin internet sitesi, sf. 3