VAROŞLAR: ÇÜRÜMENİN UMUDA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ GEREKEN ALANLAR – Mehmet Yılmazer

Yol, Sayı 13, Kasım-Aralık 2006 

Üçüncü Dünya Ülkelerinde en yüksek seviyede yaşansa da, varoşlaşma artık gelişmiş kapitalist merkezlerin de sorunu olmaya başlamışta Zenginlik ve yoksulluğun arasındaki uçurum kapitalizmin tarihinde hiç bu ölçülerde açılmamıştı. Paris varoşlarındaki yangın gelişmiş batı için farklı bir sürecin başladığının işaretidir. Berlin Duvarı’nın yıkılışında çok sevinen kapitalizm, şimdi ABD ve Meksika arasındaki sınıra birkaç bin kilometrelik dev bir duvar örme kararı aldı. Avrupa aynı şeyi Afrika’ya karşı nasıl yapacağını tartışıyor. Gün yok ki, Afrika’nın yoksullarıyla dolu bir tekne İtalya veya İspanya kıyılarına gelmesin. Küreselleşme budur: Dünya zenginliğinin bir avuç gelişmiş merkez tarafından hortumlanması ve dünya yoksullarının yüksek duvarlarla kendi cehennemlerine hapsedilmesidir. Bu süreç en vahşi boyutlarda özellikle son yirmi yıldır Türkiye’de de yaşanmaktadır. İstanbul, son on beş yılda ikiye katlanmış, devasa bir köye dönüşmüştür. Yakın zamana kadar, Latin Amerika ülkelerinde yaşanan inanılmaz çürümenin “Türk toplumu için mümkün olmadığı” üzerine tezler vardı. Buna gerekçe olarak İslam kültürü ve geleneği gösterilmeye çalışılıyordu. Ancak gelişmeler böyle kuruntuların yersiz olduğunu gösterdi. Aziz Nesin, bu toplumun yüzde altmışı aptal demişti; şimdi Elazığ valisi bu söyleme bir yenisini ekledi: “Memleketin yüzde 99’u Müslüman, ama yüzde 60’ı hırsız. Şeytanın bile zorlanacağı çeşitlilikte yolsuzluklar yapılıyor.”

Bütün bu yaşananların hiç şüphesiz ülkelere özgü yanları vardır. Ancak 1980Ti yıllardan beri tüm dünyaya ABD tarafından dayatılan küreselleşme politikalarının etkisi sürekli hatırlanmalıdır. Kuralsızlaştırma, özelleştirme ve mali spekülasyonlara her türlü özgürlüğün tanınması, dünya ölçüsünde kapitalizmin tarihi boyunca zaten var olmuş olan soygunun günümüzde en pervasız hale getirilmesinden başka bir anlama gelmiyor. Bu pervasız soygun dalgası bütün sınırları aşıyor ve kültürlerin özgünlüklerine aldırmadan herkesi bu girdabın içine çekiyor. Bu gelişmelerin bir dönüm noktasına yaklaştığının en açık kanıtı, uzun süredir tartışılan ABD ve Meksika arasında bir duvar örülmesi kararının alınmasıdır. Aslında böyle duvarlar epeydir kentlerde örülüyor. “Korunmalı yaşam alanları” hem kapitalist merkezlerde hem de Üçüncü Dünya’nın devleşen kentlerinde çoktandır vardır. Şimdi bu duvarlar ülkeler ve kıtalar arasına çekilmeye çalışılıyor.

* * *

Türkiye’de politik ortama baktığımızda bu temel toplumsal gerçeklik hep başka gündemlerin arkasında kalmaktadır. Uzun süredir derin devletin yönlendirmesiyle “irtica” ve “bölücülük” gündemin üst sıralarına taşınmıştır. Politika bu zemine oturtulmak isteniyor. Nedenleri artık sır olmaktan çıkmıştır. Bu çerçeveden bakınca kapitalizmde sınıflar gerçekliğini kesen başka bir olgunun çoktandır şekillendiği görülebilir. Bunlara alt ekonomiler denebilir. Bugün genel finans kapital egemenliğinin yanında, her siyasal çevrenin kendi alt ekonomileri şekillenmektedir. Siyasal İslam, çeşitli tarikatlar, milliyetçi çevreler, orduya dolaylı bağlı ekonomik kurumlar, hatta Alevi ve Kürt çevrelerin alt ekonomileri vardır. Bu yapılanma sınıf çelişkilerini çarpıtmaktadır. Aynı zamanda toplumsal parçalanmanın derin çelişkilerini de gölgelemektedir.

Politik ortamda “irtica” ve “bölücülük” gündeminin diri tutulmasının derin devletle mevcut iktidar ve onun temsil ettiği Siyasal İslami akımlarla bir hesaplaşmanın sonucu olduğu artık belli ölçülerde deşifre olmuştur. Ancak bu deşifrasyona rağmen durum fazla değişmemektedir, politik ortam bu noktalardan gerilmekte ve şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Egemenler katındaki bu çelişki ve gerilim çeşitli yollarla genel olarak sol hareket içine de yansımaktadır. Günümüzde her geçen gün daha açık hale gelen bir “ulusal sol” şekillenmektedir. “İrtica”ya karşı olan ve belli nüans farkları olsa da “Kürt Sorunu”nda da devletin yarattığı politik zeminde kalan bir sol hareket şekilleniyor. Gündemlerinin Kemalist devlet elitiyle paralellik taşıması rastlantı değildir. Bu çevrelerin Kürt halkına karşı tavırları kimi farklılıklar taşısa da esas olarak düşmanlık seviyesindedir. Öte yandan, sol içinde farklı bir kanat Kürt Hareketi ile dostça ilişkilere sahip olsalar da, politikaları tümüyle Kürt Sorunu’na kilitli olduğundan ülke çapında politika üretme konusunda çok sınırlı kalmaktadırlar. Aslında böyle politika yapış Kürt Hareketi’ne etkisiz bir destek anlamına geliyor. Bu destek ne Kürt Sorunu’nun çözümü yolunda bir yarar sağlıyor ne de bu sol hareketlerin güçlenmesi yolunda bir pratik sonuç doğuruyor. Türkiye’de sol hareketin temel zaafı bu paradoks içinden çıkamamasında yatmaktadır. Benzer bir ana taktik hata Eylül öncesi yapılmıştı. Devletin özel olarak öne çıkarttığı semlerdeki faşistlerle çatışma bütün taktik alanı işgal etmiş, işçi sınıfının tahliliyle ile ilgili siyasal ve stratejik hatalar da eklenince sınıf içi çalışma adeta sosyal demokratlara ve o günün TKP’sine terkedilmiştir.

Bugün devrimci hareket, politik ortama egemenlerce dayatılan gündemlerin nedenini çözümledikten sonra burada sıkışıp kalmamak, kendi gündemini yaratmak ve bu kanaldan kendine yol açmakla yükümlüdür. Genel olarak toplumsal parçalanma, özellikle büyük kentlerde kendini yaşam alanlarının “duvarlarla” ayrılması olarak ortaya koyan bu olgu ve bunun yarattığı toplumsal çürüme, bugünün devrimci hareketinin siyasal gündemin en üstüne taşıması gereken bir gerilim hattıdır. Hortumcuların cennet adacıklarının koruma duvarlarıyla çevrilmesi, bunun tam öbür ucunda denizler kadar geniş varoşların cehennemcil bir yaşama itilmesi, gündemde yer edinmeyecekse ne edinecektir? Aslında bu konu çürümenin çeşitli biçimleri kılığında her gün televizyonlarda fazlasıyla yer alıyor. Hatta neredeyse bütün haber programlan böyle olaylarla doludur. Ancak bu sunuluş tarzıyla, çürümenin kendisi çürümüş bir biçimde ekranlara taşınmaktadır. Çürümeye karşı bir bilinç ve tepki yaratmak için değil, tam tersine bu zehri tüm toplumsal kılcal damarlara akıtmak için…

İnsanlığın bir dönemler uğrunda kendim feda ettiği “onur”, “dürüstlük” gibi değerler ve sınıflar mücadelesinin insanlığa kazandırdığı “eşitlik”, “sosyal kurtuluş” gibi toplumsal değerler tümüyle bu çürümenin ayaklan altında yitip gitmektedir. Toplumdaki bu yaygın çürümenin bugüne kadar başlıca iki sonucu ortaya çıkmıştır. Birisi, mafyalaşmadır. İrili ufaklı, ancak her birinin bir noktadan düzenin bir kurumuna değdiği bu mafyalaşma, televizyon dizileri sayesinde “yükselen değerler” içine girmiştir. Genç kuşakları hızla etkisi altına alan mafyalaşma, çok garip görünse de, yeni bir “kurtuluş” yoludur. Diğer yön, varoşlarda Siyasal İslam’ın artan etkisidir. Bayağılaşmanın yolunu kendi yöntemleriyle engelleyen, dini değerlerden hareketle bir toplumsallık yaratan Siyasal İslam bu anlamda toplumsal çürüme tarafından beslenmektedir. “Yardıma muhtaç” kitle içinde örgütlenen Siyasal İslam, örgütlenmesini bu maddi temel üzerinden genişletmektedir. Bu geniş yoksul kesimlerin tümünü kalkındırma imkanları olmadığından, ayrıca esas olarak böyle niyetleri de olmadığı için, böyle “yardıma muhtaç” bir kitlenin sürekli varlığı Siyasal İslam’ın kendi çıkartan gereğidir. Sonuç olarak, geniş toplumsal çürümenin içinden bir yanda mafyalaşma tarzı örgütlenme; öte yanda ise “insaflı zenginlere” el açan pasif bir kitle yaratılmaktadır. Bu gerçekliklerin kapitalizmde çok da yeni bir olgu olmadığı söylenebilir. Ancak onların yaygınlığı bu çürümeye yeni bir nitelik vermektedir. Toplumsal çürümenin bu yaygınlığı, sınıflar mücadelesi bilinç ve davranışını her yandan kuşatmakta, hatta atıl hale getirmektedir. Bir işte çalışmanın imtiyaz haline geldiği; “örgütlenme”den eskiden olduğu gibi bir sendikaya veya siyasi partiye üye olmak anlaşılmayıp, bir çeteye mensup olmak veya bir tarikatın himayesinde olmanın anlaşıldığı bir toplumda, devrimci mücadele için yürünecek yollar çok farklılık kazanmıştır. Eski ezberlerin hiçbirisinin pratikte bir etkisi yoktur. Ya da zıddı yönden söylersek, eskici tekrarın, yıpratıcı, umutlan aşındırıcı ve yok edici bir etkisi vardır.

* * *

Korkunç yoksullaşma ve çürümenin mevcut düzende bir öfke yaratması gerekirken, böyle kestirme beklentilerin hiç de otomatik olarak gerçekleşmediğini görmek çoğu zaman umutsuzlukları artırıyor. Çürümenin ağrılarını düzen başlıca üç yoldan uyuşturuyor. İlki, çok açık hale gelen ve yaygınlaşan doğrudan uyuşturucu kullanımıyla… Düzen bunu dolaylı veya doğrudan yollarla teşvik etmektedir Bu yolun yürütücüleri mafya çeteleridir. İkincisi, büyük medya ile yaratılan magazin kültürüyle her türlü bozulma ve çürüme “normal” hale getiriliyor, daha da ötesi “yükselen değerler” arasına sokulabiliyor. Bu zehirle insanlar her gün düzenli olarak saatlerce zehirleniyor. Bu rezillik sağanağı en sağlıklı beyin ve vücutları bile düşkünleştirebilir. Üçüncüsü, en masumu görünse de, derinlikleri karıştırılınca hiç de öyle olmadığı ortaya çıkar. Dünya dertlerini İslam’ın ahiret hazırlıklarıyla hafifletmek, ancak aynı zamanda sınırlı olsa da biraz “dünyalık edinmelerine” “yardım” etmektir. Bu tarikat savaşlarının hangi boyutlara çıktığı sık sık patlak veren olaylarla anlaşılıyor. Ancak bu zeminin kendiliğinden, kendi doğal ömrü içinde yıpranmasını beklemek günümüz politikasında yapılabilecek en büyük hata olur.

Çürüme ağrılarının bu üç yoldan uyuşturulması nedeniyledir ki, düzene yönelen örgütlü bir öfke ortaya çıkmıyor. Öfke kendi içinde kıvrılıp, kendi sahibine veya kendine en benzeyene yöneliyor. Ancak olaylar bugün nasıl akarsa aksın, devrimci politika eninde sonunda kentlerdeki bu parçalanma ve çürümenin yarattığı gerilimin içinden çıkacaktır.

Bu konuda bazı tespitlerin göze batırılması önem taşıyor. Çürümeyi umuda dönüştürmek için, varoşlarda güçlü etki alanları, başka bir deyişle iktidar alanları yaratılmalıdır. Kentlerin lanetlileri kendi özgür alanlarım yaratmak zorundalar. Bunun için başlıca üç kanaldan yürümek gerekiyor. Bölgenin öne çıkan sorun ve gerilimlerinin içinden hareketle ikili iktidarı hedefleyecek tarzda bir politik çalışma; alanda ekonomik dayanak noktalan yaratma ve gerilimlerin üstesinden gelecek zoru harekete geçirmekle, ancak bu üç ana kanalda paralel adımlar atarak özgür alanlar yaratılabilir. Böylece yoksulların cehennemini yaşanır kılmak, ancak ondan öteye buralarda onun iradesini inşa etmek ve sürekli güçlendirmek, günümüzde çürümeyi yavaş yavaş umuda dönüştürecektir.

Varoşlarda etkili bir örgütlenme yaratma mücadelesi sadece kendi üzerinde yürüyerek gelişemez. Cennet adacıkları da kuşatılmak ve deşifre edilmelidir. Bir yanda sayıları polisin sayısını aşan özel güvenliklerce korunup kollanan inanılmaz bir debdebe ve sefahat yaşamı; öte yanda ise yine inanılmaz boyutlarda bir yoksulluk, kentlerdeki bu parçalanma, yaratılan bayağı magazin kültürü ile çok doğal ve kabul edilir hale getirilmektedir. Küreselleşme, dünya yoksullarını kuşatmak için kıtalar arası ve devletler arası duvarlar örerek kendini çoktandır inkar ediyor. Küreselleşmenin dünya zenginleri için yeni soygun imkanı, yoksullar için cehenneme atılma anlamına geldiği her gün daha fazla gözler önüne sergileniyor. Ülkeler arasında örülmeye başlanan aynı duvarlar dünyanın bütün büyük kentlerinde zenginlik ve yoksulluk sınırı olarak zaten çoktandır örülüyor. Dünyanın lanetlileri bu duvarları delik deşik etmek zorundadır. Yeryüzü cennetlerinin rahatı bozulmazsa, yoksulların cehennem sıcağı her geçen gün artacaktır. Yeryüzünün lanetlileri en büyük hatayı kendi kabuklarına çekilerek yapabilirler. Kendi duvarlarının dışına taşmak zorundalar. Servetin cennet adacıklarını kuşatmak zorundalar. Çok açık olan, ancak gözden yok edilmeye çalışılan bu gerilim politikanın gündemine taşınmalıdır.

* * *

Bu yolda en önemli sorunları irdeleyerek sonuçlandıralım. Politik olarak günümüze özgü en önemli zorluk, siyasal gündenim derin devlet eliyle “irtica” ve “bölücülük” olarak kutuplaştırılarak, kendi gündemimizi etkin kılma alanının daraltılmasıdır. Bu güçlü çekim alanlarının daraltıcı etkilerine tabi olmadan kararlı ve inatçı bir duruşla gündemimizin etki alanını genişletmeliyiz.

Diğer önemli sorun varoş çalışmasında ekonomik dayanak noktalarının yaratılmasında mesafe alınmamasıdır. Kafa ve kadroca yoğunlaşma olmadan ileriye gitmek de imkansızdır. Diğer gündelik işlerin arasına sıkışıp kaldığı müddetçe sorun kendi özgün çerçevesine kavuşamaz. Aynı zamanda varoşların yaşamının gündelik olgusu olan zor, çürümeyle birlikte büründüğü bozuk halinden çıkartılmalı bizzat çürüme kaynaklarına karşı bir güce dönüştürülmelidir.

Varoş çalışmasının en çetin sorunu kadro yetersizliğidir. Alanın çok çeşitli gerilimleri üreten yapısının yönetilmesi için yetkin kadrolar gereklidir. Aksi durumda hareket hızla bozulmalara uğrayabilir. Bunun için başka diğer tedbirler yanında her kesimde örgütlenmeyi başarmak gerekiyor. İşçi, esnaf, öğrenci gençlik, semt gençliği ve etkin ailelerin bir potada toplanması yapı bozulmalarına karşı temel bir zemin oluşturur.

Son olarak, hemen her gün çeşitli nedenlerle gerilim yaşanan bu alanlarda “gerilim yönetme” deneyleri büyük önem taşıyor. Bunların süzülerek bilinçlere kazandırılması davranış yetkinliğini kesinlikle yükseltecektir. Aksi durumda, bu gerilimlerin içinde bunalmak gibi durumların çıkması kaçınılmazdır.

* * *

Politik ortamdaki gidiş ve özelikle 2007’nin içinde yaşanabilecek siyasal hesaplaşmalar göz önüne alınırsa, Siyasal İslam çeşitli yönlerde yıpratılacak ve baskı altına alınacaktır. Daha doğrusu asker ve Siyasal İslam arasındaki hesaplaşma politik oramda yeni boşluk noktaları yaratabilir. Siyasal İslam’ın kendi çekirdeğine dahil olmayan dış halkalarında kopmalar, yeni politik arayış zeminleri yaratabilir. Böyle gelişmeler devrimci hareketin çok daralan çalışma alanında potansiyel gelişme imkanları yaratacaktır. Varoş çalışmasının boş noktalarını inatçı bir çabayla kapatarak, böyle momentleri ustaca değerlendirerek, yakın gelecek için yeni mevziler elde etmeye kilitlenmek gerekiyor.