STALİN’DEN GORBAÇOV’A – MEHMET YILMAZER

 

Çağdaş Yol, Sayı 5, Eylül 1988

Gorbaçov’un başlattığı yeniden yapılanma süreci ilerliyor. Gerek dünyada, gerekse Sovyetler’de pek çok tartışmaya yol açan bu gelişim aynı zamanda kendinden önceki dönemlerin kritiğini de gündeme getirmeden edemedi. Bu ise özellikle Stalin döneminin tartışılması demekti. Sovyet insanı, bugüne kadar yakalayamadığı fırsatı elde edince yılların birikimi, bazen çekimser olarak da olsa, ortaya saçılmaya başladı. Bugün Sovyetler’de yeniden yapılanmanın her gün aldığı yeni biçim kadar Stalin dönemi de tartışma konusu. Yeni düşünceler elli yıl öncesinin olaylarını yargılayarak ürüyor. Türkiye devrimcileri için olayın anlamı, tarihte kalan olayların yeniden değerlendirilmesi olurken, Sovyet insanı için kendi tarihi, yeni bir atılış için sıçrama tahtası anlamına geliyor. Onun, bütün örtülü yanları açılmalı, bütün “tabular kırılmalıdır. Glasnost insanları böyle düşünüyor.

Yeniden yapılanma neden, kendinden önceki dönemleri gündeme getirdi? Çünkü perestroyka genel karakteri bakımından öncesinin zıttı özellikleri taşıyor. Ve bugüne kadar katılaşmış pek çok kalıbı kırarak gelişiyor. Eğer olaya skolastik bir mantıkla bakılırsa artık değiştirilen ve inkâr edilen dünün değerleri topyekûn “yanlış” olarak ilan edilebilir. Hele yaşanan değişim oldukça derin birikimlerden sonra patlak verince böyle bir tehlike daha da artmaktadır.

“Stalin ve SSCB tarihi üzerine tutku köpürüyor ve daha uzun süre köpürmeye devam edecek. Tartışmada daima iki taraf olacak: Stalin’den nefret edenler ve bütün yürekleriyle ona dürüstlükle “hizmet edenler.”(1)

Bir kimya mühendisi, Sovyetler’de bir gazeteye yolladığı mektupta böyle diyor. Ve bugün akıp giden tartışmada gerçekten bu iki zıt kutup çoktan şekillenmiştir. Uçlardan birisi Stalin döneminin topyekün inkârına varırken, diğeri ise bütünüyle benimsenmesi gerektiğini savunuyor. Bu savruk düşünceler, yılların birikiminden sonra hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Bunlar, glasnost selinin deli akıntılarıdır. Zaman, ama hepsinden önemlisi Parti’nin doğru yol göstericiliği, savrulan akıntıları esas nehir yatağında toplayabilir.

Stalin dönemiyle ilgili, böylesine birbirine zıt düşüncelerin şekillenmesinin altında hiç şüphesiz ki objektif bir temel olmalıdır. Hatta bu maddi temel bugüne kadar sarkmamış olsa, tepkiler belki de böylesine ayrı noktalara sıçramayabilirdi. O nedenle Gorbaçov’la başlayan yeniden yapılanma hareketi, geçmişe göz atmadan yeterince açıklanamaz.

Stalin Dönemi

Stalin 29 yıl Sovyet iktidarının birinci ismi olarak kaldı. Ancak “Stalin dönemi” olarak top ateşine tutulan dönem ise 1934lerle başlar. 1934 öncesinde genellikle Stalin’den “olumlu” olarak söz edilir. Sonrasında ise “kişi tapıncı”yla aşırılaşan “kötülüklerinden…

Bu yargının gerçeklik payını irdelemeliyiz. Sovyetler’de dönemler lider isimlerine aşınca bağlı görünüyor. Stalin’in liderliğinde ise iki farklı dönemden söz etmek mümkün. Ve gerçekte Stalin döneminden bugüne dek gelen hastalıklar 1934 Sonrasının yapılanmasında yatar. Bu birbirinin kaçınılmazca devamı olan fakat birbirinden oldukça farklı özellikler gösteren 1934 öncesi ve sonrasının temel karakterlerini irdelemeye çalışalım.

Lenin’in kısa ömrü sosyalizmin kuruluşunda “savaş komünizmi”nden NEP’e dönüşe yetebildi. 28 Şubat 1921 Kronştat ayaklanması, “savaş komünizmi”ne bir tepki oldu. Ve NEP’e dönüş başladı. NEP en başta kıra “ticaret özgürlüğü” demekti. Geçici bir geri çekilmeydi.

Yine aynı yıllarda uluslararası planda çok önemli bir değişim, Avrupa’da bir proleter devrimi olasılığının gittikçe tükenmesiyle yaşandı. Böylece SBKP’nin gündemine “tek ülkede sosyalizm” sorunu bütün şiddetiyle geldi. Bugünden olaya bakıldığında, her şey olağanüstü basit görünüyor. Ancak o günlerin cehennemcil ortamında sorun hiç de apaçık değildi. “Tek ülkede sosyalizm” sorunu Lenin’in 1915 Yılında “Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine’ makalesinde ele aldığı gibi teorik bir sorun olmaktan çıkmış, tamamıyla pratik bir var olma savaşına dönüşmüştür.

Lenin’in ölümünden sonra bu konuda en az Stalin yalpaladı. Başta Troçki, ardından Zinovyev tek ülkede sosyalizmin “zaferini” imkânsız gördüler. Bu paniğin politikaya yansıması ise kendini Troçkistlerin “aşırı sanayileşme” parolasında ortaya koydu.

1923-27 yıllan arasında Parti saflarındaki en yaygın ideolojik mücadele konusu “tek ülkede sosyalizm sorunu” ve NEP idi. “Troçkist muhalefet” 1923’lerde Avrupa’da bir devrim ihtimalinin o dönem için sona ermesi gerçekliğinden hareketle, Sovyetler’de sosyalizmin kuruluşunda geçici bir adım olarak uygulanan NEP’e şiddetle karşı çıkmaya başladılar.

Ekonomi konularında Troçkistlerin sözcüsü durumunda olan E. Preobrazhensky 1925’lerde şöyle diyordu:

“Başlangıçta NEP kelimesi türetildi ve aynı anda üç anlamda kullanıldı: a) Yeni ekonomi politika, b) Karma meta sosyalist sistemimiz, c) Ekonomimizde burjuva prensibi. Şimdi “yeni ekonomi politika” yerine sosyalist birikim politikası, sosyalist birikim dönemi demek daha doğru ve uygun olurdu.” (2)

E. Preobrazhensky, “sosyalizmde ilkel birikim” tezinin savunucusudur. Geri ülkede sosyalizmin kurulması sorunu böyle bir problemi sosyalist devletin önüne getirmiştir. Peki, bu nasıl yapılacaktır?

“Küçük burjuva ekonomisinin (köylülük dahil) kaynaklarına dokunmaksızın, sosyalist ekonominin kendi başına ilerleyebileceği düşüncesi hiç şüphesiz her durumda karşı devrimci bir ütopyadır. Sosyalist devletin bu noktadaki görevi, kapitalistlerden aldığından daha azını küçük burjuva üreticilerden almak değil, fakat ülkenin sanayileşmesi ve tarımın yoğunlaştırılması temelinde, bütün ekonominin (küçük üretim dahil) rasyonelleştirilmesiyle küçük üreticiye sağlanacak, halen daha geniş olan gelirlerinden daha fazla almayı içerir. (3)

Bu tez, 1921’lerde başlatılan NEP’i bütünüyle dışlamaktadır. NEP, geri üretim temelinde kaçınılmaz bir şekilde, köylülerden “daha fazla almayı” değil, köylüye verilebilen sanayi ürünü oranında almayı temel politika edinmişti. “Savaş Komünizmi” uygulamasından bu noktada ayrılıyordu. Oysa Troçkistlerin tezleri bu yönüyle “savaş komünizmi”nin sürdürülmesi anlamına geliyordu.

Yazar, aynı “ilkel sosyalist birikim tezi”nde, “sosyalist formlar tarafından sosyalizm öncesi formların sömürülmesi”nden söz eder. Ancak bu teze Buharin’in haklı itirazları karşısında kendini şöyle savunmadan edemez:

“Makalemde sosyalist formlarla sosyalizm öncesi formların sömürülmesinden söz ettim, fakat hiçbir yerde ve hiçbir zaman proletaryanın köylülüğü sömürmesinden söz etmedim. Bundan bilinçli olarak kaçındım, çünkü sosyalizm tarafından küçük üretimin sömürülmesi hiç de zorunlu olarak proletarya tarafından küçük üreticilerin sömürülmesi anlamına gelmez.” (4)

Bilindiği gibi geri tarım ilişkilerinde küçük üreticinin artı-değeri sermaye birikimine yol açamayacak denli azdır. 1925 Rusya’sı koşullarında Troçkistlerin bu tezleri köylülüğe henüz gerekli tarım aletlerini vermeden onları yıkıma uğratmak anlamına geliyordu. Bu, proletarya iktidarının çökmesi olurdu. Bu tezler XIV Kongrede (1925) reddedildi. Kongre sonrası gizli yayınla propagandayı sürdürmeye çalışan Troçkist muhalefet 1927 sonunda partiden ihraç edildiler. XV. Kongre (1927) öncesi Parti’de yürütülen açık tartışmada 724.000 üye MK tezlerini, 4000 üye Troçkist muhalefetin tezlerini destekledi.

Yukarıda açıklandığı gibi Sovyetler’de sosyalizmin kuruluşunda ilk önemli dönüş noktası NEP’in ilanıyla başlamıştır. Sanayii elinde tutan proletarya devletinin henüz geniş köylü yığınlarını yeni tarım tekniği ve gerekli tüketim maddeleriyle besleyemediği bir dönemde, tarım ürünlerine belli ölçülerde serbest ticaret hakkı veren NEP, böylece proletarya iktidarına sanayii hızla kurmak için bir nefes alma imkânı veriyordu. Ancak böyle bir geçici geriye çekiliş, yani kırda ve iç ticarette kapitalizmin gelişmesine belli ölçülerde özgürlük tanınması, tek ülkede sosyalizmin kurulma imkânını göremeyenleri paniğe uğrattı. “Aşırı sanayileşme” ve “köylüden daha fazla alınması” çığlıklarını attılar. Oysa 1921 Kronştant ayaklanması geri köylü yığınlarındaki hoşnutsuzluğu açığa vuran en kesin kanıttı. XIV. Parti Kongresi bu görüşleri resmen yenilgiye uğrattı.

Sosyalizmin kuruluşunda diğer önemli dönüş 1929 yıllarında başlar. NEP’in ilk dönemi kapanmak üzeredir. Kırda kulaklara karşı mücadele başlar. Tam bu momentte, Parti’den Buharin liderliğinde “sağ muhalefet” patlak verir. Her dönüm noktası Partide kaçınılmaz biçimde savrulmalara yol açmıştır.

Bu dönüşün özü ve nedenleri nelerdi?

Buharin’e verdiği cevapta Stalin şöyle diyor:

“Oysa şimdi yeni bir gelişme evresi, eski dönemden, yeniden onarım döneminden, farklı bir döneme geçiyoruz. Yeni bir kuruluş döneminden, tüm ulusal ekonominin sosyalizm temeli üzerinde yeni baştan kurulması döneminden geçiyoruz.” (5) Bu ne demektir? Kapitalizmden devralınan üretim araçlarının “yeniden onarımı”ndan, sanayiin “yeni baştan kurulması”na geçiştir. Böylece kapitalizmin halen var olan artıklarının hayat alanları iyice daraltılmış oluyordu.

Öte yandan, NEP’in ilk döneminde kırda kulak güçlenmiştir. Malını pazara sürmeyip, spekülasyon yapabilecek kadar palazlanmıştır. Stalin bir örnek aktarır:

“Örneğin, Kazakistan’da meydana gelen olay gibi olayları biliyor mu? Ajitasyoncularımızdan biri, ülkenin azığının sağlanması uğruna, buğday ekicilerini buğdaylarını teslim etmeye ikna etmek için iki saat boyunca konuşmuştu; bir kulak, piposu ağzında öne çıktı, ilerledi ve yanıt verdi ona: ‘Hele şöyle biraz danset bakalım delikanlım, belki de o zaman iki pud buğday veririm sana’… Gidin de ikna edin bakalım bu adamları!”(6)

Şehirde, sosyalist sanayiin temellerinin güçlenmesi, kırda buna bağlı olarak kooperatif hareketinin hızlanması, artık palazlanan kulakların tasfiyesi momentine varıldığına işaret ediyordu.

Oysa aynı dönemde Buharin’in tezlerinde yükselen mücadelenin karakteri farklı bir şekilde tespit edilir:

“Kendi ‘iş’lerine izin vermekle şehir burjuvazisiyle (Nepman) sınıf mücadelesini terk etmediğimiz gibi, aynı şekilde, kırdaki benzer politika ile de sınıf mücadelesinin terk edildiği anlamı çıkmaz. Yalnızca onun biçimini değiştiriyoruz. Kır tüccarlarının dükkânlarına doğrudan zor ve güçle karşı çıkmamalı, fakat kendi iyi kooperatif dükkânlarımızla karşı çıkmalıyız. Köy tefecilerine karşı… kendi kredi sistemimizle karşı koymalıyız… Bunlar kırlardaki sömürücü unsurlarla mücadelede öne çıkartmamız gereken silahlardır.” (7)

1927-28’de patlak veren kulakların “buğday grevi”ne rağmen Buharin sınıf mücadelesinde karakter değişimini görememiştir. Buharin, daima “adım adım” bir değişimle Nepmanların ve Kulakların elenmesini, güçsüzleştirilmesini savunmuştur. Oysa emperyalizm denizinin ortasında bir adacık konumunda olan Sovyetler için zaman kaybı en öldürücü etkendi. Ayrıca, Kulakların direnişi, yani spekülasyonu artık yeni bir momentin gelip çattığını açıkça ilan ediyordu.

“Biz, 1921’de NEP’i kurduğumuz zaman, onun sivri ucunu savaş komünizmine, her ne olursa olsun, tüm ticaret özgürlüğünü dıştalayan bir rejime ve bir eşya düzenine karşı yöneltmiştik. NEP’in belli bir ticaret özgürlüğü anlamına geldiğini düşünüyorduk ve düşünüyoruz. Buharin, sorunun bu yönünü aldı. Çok iyi. Ama Buharin, sorunun bu yönünün NEP’in tümü olduğunu varsaymakla yanılıyor. NEP’in bir de öteki yönü olduğunu unutuyor. Gerçekten de, NEP eksiksiz tüm bir ticaret özgürlüğü, pazar üzerinde özgür bir fiyat oyunu demek değildir. NEP, bazı belli sınırlar içinde, bazı belli çerçeveler içinde, pazar üzerindeki düzenleyici rolü devletin elinde olmak üzere, ticaret özgürlüğü demektir. Bu da NEP’in ikinci yönüdür.” (8)

NEP’in ilk 6-7 yılından sonra kulakların başlattığı “pazar üzerinde özgür bir fiyat oyunu” Buharin’in tezleri ile aşılamazdı. Buharin, NEP’le birlikte, henüz sosyalizmin en kritik kuruluş günlerinde, sınıf mücadelesi araçlarını neredeyse bütünüyle ekonomik bir yarışa indirgemiştir. Oysa o günlerde siyasi zordan vazgeçmek, genç Sovyet iktidarı için mümkün değildi.

“Sağ muhafelet”, yani Buharin, Rykov ve Tomsky’de somutlaşan bu politika XV. Kongre sonrası 1929’da Parti’den tasfiye edilmiştir Ardından gelen XVI. Kongre (1930) “tüm cepheler boyunca sosyalizmin topyekûn saldırı kongresi olarak” (9) tarihe geçmiştir. Bu saldırının düzenli tümenleri 1928-1932 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık plan uygulamasıdır.

1934’te XVII. Kongre raporunda Stalin gelişmeleri değerlendirirken şu tespitleri yapar: “Bundan, kapitalist ekonominin artık SSCB’de tasfiye edilmiş olduğu ve kırsal alanda bireysel köylüler kesiminin ikincil plandaki mevzilere çekilmiş bulunduğu sonucu çıkıyor.” (10)

1934’ler Sovyetler’de kapitalizmin geri dönülmezce yenildiği, sosyalizmin maddi temelinin sağlamlaştığı yıllardır. İlk Beş Yıllık Planla büyük bir coşku ve halk insiyatifiyle, şehir ve kırların çehresi çok büyük ölçülerde değiştirilmiştir. XVII. Kongre’den “zafer kongresi” diye söz edilir. Bu zaferin anlamı açıktır, sosyalizm, yürütülen ekonomi politikayla geniş halk yığınlarının görülmemiş girişimiyle artık perçinlen m iştir. Öte yandan, bu kongrede Kamanev, Zinovyev ve Buharin’de Parti’ye dönmüş, Kongre’de yürütülen politikayı destekleyen konuşmalar yapmışlardır. Maddi gelişim, Parti saflarında daha önce yaşanan ideolojik mücadelenin sola ve sağa yalpalayan yönlerini imkânsız hale getirmiştir. Ortada sosyalizmin kuruluşunun tartışılmaz kanıtları durmaktadır.

Böylece 1934 Şubat’ında XVII. Kongre ile Stalin döneminin ilk bölümü kapanmış olur.

Sergei Kirov’un Katliyle Başlayan Büyük Tasfiye Dönemi

1934’teki XVII. “Zafer” Kongresi’nden sonra, aynı yılın sonunda, Partide Stalin1 den sonra gelen, MK Sekreteri Sergei Kirov, “partinin sevgili çocuğu”, Leningrad’daki Parti odasında, yine Parti üyesi bir provokatör tarafından vurulur. Olaya ilk kendiliğinden tepki, Sovyetler’in her bölgesinde yapılan “intikam” mitingleridir. Bütün ülkede politik hava birden değişir.

Kirov olayının karakterini belirleyebilmek için, önceki gelişmelere bakmak gerekli. En belirgin olanları sıralarsak olayın nasıl karakter değiştirdiği ortaya çıkacaktır.

1928’in başlarında Şahti ve Donets kömür madenleri bölgesinde eski burjuva uzmanlardan oluşan büyük bir sabotaj grubu ortaya çıkartılır. Bunlara bağlı olarak daha yaygın bir örgütlenme “Sanayi Partisi” 2 bin civarında üyesiyle kendini ele verir. Üyeler genellikle kalifiye teknik uzmanlardır. Bu olay, sosyalizmin teknik geriliğine karşı burjuva artıkların kendi teknik silahlarıyla sosyalizmin kuruluşuna karşı bir direnişti. Sosyalizm hızlı adım attıkça ve geniş teknik kadro yarattıkça bu silah geçerliliğini yitirdi. Yine 1930’larda Sosyalist Devrimcilerin tabanına dayanan bir yeraltı örgütlenmesi “Emekçi Köylü Partisi” deşifre edilir. Hızla çözülen bu örgütlenme önemli politik sonuçlar doğurmaz. Bu dönemde ortaya çıkartılan diğer bir örgütlü yapı “Birleşik Menşevik Bürosu”dur.

Bu sabotaj salgınları bazı ölüm cezaları ve iki bin kişinin Parti’den ihracıyla durgunlaşmış görünür. (11)

Çok açık ki bu yıllar, bizzat Sovyetler’de kapitalizmin güçlü kalıntılarına karşı savaş yıllarıdır. Ve bu dönem 1934 XVII. Kongresi ile noktalanmış görünür. Kapitalizmin artıklarının ve Parti içindeki muhalif akımların umutlarının tükendiği dönem yine bu dönemdir. Bu iki açıdan böyledir. Yürütülen Beş Yıllık Plan seferberliği ile sosyalizmin maddi temelleri geri dönülmez bir şekilde sağlamlaştırılmıştır. Aynı zamanda, Parti içinde yürütülen ideolojik mücadele ile sapkın eğilimler kesin bir yenilgiye uğratılmıştır. Bu yenilgi, sanayii atılımı ve tanındaki kolektifleştirme ile taçlandırılınca, sosyalizme karşıt eğilimlerin umutlarının tükenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Sergei Kirov’un oldukça iyi korunmasına rağmen bizzat Parti binasında katledilmesi ve provokatörün parti üyesi olması bütün Sovyetler’de ve özellikle Parti saflarında şok etkisi yaratmıştır. En kaba bakışla ilk tespit edilebilen gerçeklik, sosyalizm düşmanlarının Parti’yi bizzat Parti içinden vurmayı denemeleridir. Kirov olayı ne o gün ne de bugün yeterince aydınlanmamıştı. Kirov’un ismi Leningrad Parti örgütünde, Troçki’yle aynı safta yer alan ve Kirov’dan önce Leningrad Parti örgütünde sorumlu durumundaki Zinovyev ve taraftarlarına karşı yürüttüğü güçlü ve tutarlı mücadelede öne çıkmıştır. Bu parti bölgesindeki “sol sapma”, Kirov’un öncülüğünde yenilmiştir. Fakat Kirov bunun bedelini parti için çok büyük önem taşıyan yaşamı ile ödemiştir. Suikast olayına Leningrad Çeka’sından* bazı isimler de karışmış fakat olay yeterince aydınlanamamıştır.

Bu dönemin, yani 1934’te başlayan 1937’de durulmaya başlayan “büyük tasfiye” döneminin siyasi değerlendirmesine geçmeden, o yıllarda yaşanan olayları ana hatlarıyla özetlemek gerekli.

Kirov olayından hemen sonra, Politbüro’nun ilk aldığı karar, sonraki gelişimlerin kaderini belirlemiştir.

“(1) Soruşturma yapmakla görevli kurumlar, terörist eylemleri hazırlamak ya da yürütmekle suçlananların durumları hakkındaki çalışmalarına hız verecektir.

“(2) Yargı organları, bu kategoriye giren suçlularca yapılan pişmanlık başvurulan nedeniyle ölüm cezası kararlarının uygulanmasını geciktirmeyecektir, çünkü SSCB Merkez Yürütme Komitesi Presidyumu böyle başvurularının dikkate alınmasını mümkün görmemektedir.

“(3) NKVD (Çeka bn.) görevlileri, yukarıda sözü edilen tipteki suçlular hakkındaki ölüm cezası kararlarını, karar alındıktan sonra derhal uygulayacaktır.” (12)

Böylece, olayların soruşturulması ve cezaların infazı yetkisi, Çeka’ya verilmiştir. Üstelik kararların büyük bir süratle uygulanması kaydıyla. Bu karar, ilk bakışta son derece doğal ve yerinde görünür. Proletarya iktidarında her türlü yıkıcı girişime karşı örgütlenmiş olan Olağanüstü Komite: Çeka, şimdi de benzer bir görevi yürütecektir. Ancak tam bu noktada, önceki faaliyetlerin karakterinden bambaşka karakterde bir olguyla yüz yüze gelinir. Kirov’u vuran da partilidir. Böylece soruşturmanın mızrak ucu kaçınılmaz bir şekilde parti içine yönelmiştir. Olayların süratli akışı içinde, Sovyet iktidarının en temel direği Parti, yalnızca devlet organlarından birisi olan Çeka’nın gözetimi altına girer. Bu olgu Sovyet yaşamında ve özellikle parti yaşamında olağanüstü alt üstlüklere neden olur.

Olayların akışını basamak basamak izleyelim.

Kirov olayından hemen bir yıl önce 1933’de XVII. Kongre öncesi, periyodik “partiyi arındırma” çalışmalarından birisi başlatıldı. Bu, devrim sonrası koşullarından birisiydi. Daha önceleri 1920, 192İ, 1924, 1925 ve en son 1929-1930’da uygulanmıştı. 1933’teki uygulama ise, parti üyeliğinde aşın şişme üzerine karara bağlandı. 1930-1933 arası Parti’ye 600.000 yeni üye katılmıştı. “Parti, 1930-33 yılları arasındaki koşullarda böylesine büyük bir katılma akımının, üye sayısının anormal ve istenmez bir artışı olduğunu sezmemezlik edemezdi. Parti saflarına sadece dürüst ve esirgenmez kimselerin değil, ama rastlantı sonucu gelmemiş üyelerin de parti bayrağını kişisel bir erekle kullanmak isteyen ikbal avcılarının da girdiklerini biliyordu.” (13)

1933’te başlatılan Parti’de tasfiye çalışması, Kirov’un vurulmasından sonra, kaçınılmaz bir şekilde yepyeni özellikler kazanmıştır. Üstelik “temizlik” çalışmasının içine kaçınılmaz bir şekilde Çeka’da aşınca girmiştir. 1935’te üye kaydı durdurulmuş, 1936’da Partililerin “silah taşıma hakkı” kaldırılmıştır.

Ve 1936 Temmuz’unda Parti örgütlerine yollanan “gizli mektup”la 1934’ten beri sürdürülen Kirov soruşturmasının ilk sonuçlan bildirilmiştir, Mektup sanıkların “itiraflarında alıntılarla doludur. Sonuç ise şudur: Troçki’yle bağlantılı olarak, 1932’den beri Kamanev ve Zinovyev’in öncülüğünden parti liderini hedef olan suikast eylemlerinin planlamasını yapan bir yeraltı örgütlenmesinin varlığı ortaya çıkarılmıştır. (14)

Bu mektubun muhtevasının parti moral yaşamında korkunç bir güvensizlik yaratacağı açıktır. 1934 Kongresi’nde Parti’ye bağlılıklarını vurgulayan isimler, şimdi partinin gözünde parti liderliğinin yok edilmesini hedefleyen bir yeraltı çetesinin üyeleri durumundadır. 1936-7 yılı ünlü “Moskova Mahkemeleri” ile geçer. Partiden başlayıp, Ordu’da bazı üst rütbeli görevlileri de içine alan mahkemeler, ölüm cezalan ile sonuçlanır.

1937 Mart Genişletilmiş MK toplantısında Stalin olayları en genel hatlarıyla şöyle değerlendirir.

“Kendini beğenmişlik, kayıtsızlık ve politik uyanıklığın körleşmesi biçiminde kendini açığa vuran, ekonomik başarıların yansıması, yalnızca, partiyi inşa etme ve Partimizin bütünüyle genişletilmiş politik çalışmasıyla ekonomik başarılar birleştirildiğinde, ancak o zaman, ortadan kaldırabileceği, açıklığa kavuşturulmalıdır.

“Günümüz Troçkistlerine karşı mücadelede artık eski metotların, tartışma metotlarının değil, tersine yeni metotların, köklerinin kazınması ve ezme yönteminin gerekli olduğu açıklığa kavuşturulmalıdır.

“Partili yoldaşların günümüz bozguncuları ve Şahti döneminin bozguncuları arasındaki farkı açıkça kavramaları, Şahti dönemi bozgunculuğunun, insanlarımızın teknik bilgisizliğinden yararlanarak, onları teknik alanda aldatırken, parti üye kartı taşıyan bugünkü bozguncuların, insanlarımızın politik kayıtsızlığından yararlanarak, parti üyeleri olarak görünmelerinin sağladığı güveni kötüye kullanarak bizleri aldattıklarının açıkça kavranması gereklidir.” (15)

Burada değinilmesi gereken en önemli nokta, 1934’ten sonraki yaşanan “tasfiye” günlerinde artık parti üye kartının üzerine de kuvvetli şüphe gölgesinin düşmesidir. Ve soruşturma öyle gelişmiştir ki Parti içinde Troçki, Kamanev, Zinovyev ve Buharin’in görüşleri ve konumları tek ve aynı kavrama: “halk düşmanı” kavramına indirgenmiştir. Ve elbette bu yargı, dönem dönem bu görüşlere yakınlık duyan pek çok Partiliyi de içine alır hale gelmiştir.

Partideki tasfiyenin ortaya çıkarttığı diğer gerçeklere değinelim. Stalin’in yukarıda sözünü ettiğimiz değerlendirmeyi yaptığı MK toplantısından sonra yayınlanan 21 Nisan 1937 tarihli Pravda’da şunlar yer alır.

“MK, Troçkistlerin saptırma eylemlerinin açık hale gelmesinden sonra, bunların deşifre edilmesi ve maskelerinin düşürülmesi işinde sanayi ve ulaşımdaki organların bir kısmının pasif kalması olgusunu kabul edilemez görmektedir. Troçkistlerin maskeleri, genellikle NKVD (Çeka) organları ve tek tek parti üyeleri gönüllüler tarafından düşürülmektedir.” (16)

Pasif kalan organlara yapılan bu uyandan bir yıl sonra MK tam aksi yönde bir uyarı yapmak zorunda kalır. Ocak 1938 MK Karan Partideki tasfiyenin nasıl bir noktaya geldiğini gözler önüne seren en önemli belgedir. Biraz uzunda olsa bazı bölümlerini aktaralım:

“Kubyişev bölgesinin pek çok biriminde Komünistlerin büyük bir kısmı halk düşmanı olarak partiden ihraç edildi. Fakat NKVD (Çeka) organları ihraç edilen kişilerin tutuklanması için bir neden bulamadı… Bunlardan 43’ü Kubyişev MK Kontrol Komitesi Yürütme Kurulu’na gelerek ya tutuklanmalarını ya da üstlerindeki utanç verici lekenin kaldırılmasını talep ettiler.

“Pek çok Parti organı ihraç edilen kişilerle ilgili olarak hoş görülemez bir keyfilikle davrandılar. Sovyet iktidarına ve partiye karşı düşmanca eylemleri nedeniyle değil sosyal kökenlerini gizleme ve pasif tutumlarından dolayı otomatik olarak işlerinden kovuldular, evlerinden atıldılar.

“Böylece, bu parti organlarının liderleri, partinin Bolşevik uyanıklık konusundaki sırasında ihraç edilenlerin başvurularının incelenmesine biçimcil bürokratik yaklaşımlarıyla, parti düşmanlarının elinde oyuncak oldular…

“Bunlar Parti üyelerinin kaderiyle ilgili suç derecesinde bir dikkatsizlikle açıklanabilir…

“Rostov bölgesinde 2500’den fazla itiraz başvurusu incelenmedi; Krasnodar’da 2000; Smolensk’te 2300; Voronez’de 1200…”

Partideki tasfiye sırasında “halk düşmanı” suçlaması artık pek çok dürüst partiliye de sıçrayabilen çamur lekesi haline gelmiş, partiyi arındırmak için yapılan uygulama partinin temellerini sarsmaya başlamıştır. “Halk düşmanı” kavramı belirsizleşmiş, Parti saflarında samimi unsurları da vuran bir silaha dönüşmüştür. Bu gerçekliği gören Parti, MK Kararının son bölümünde Partide yeni tip bir “düşman”a karşı uyan yapmayı gerekli görmüştür. Karar şöyle devam eder:

“Bu kılık değiştirmiş düşman -en azılı hain- genellikle uyanıklık konusunda herkesten daha çok bağırır, mümkün olan en fazla sayıda insanı deşifre etmek için acele eder ve böylece Parti önünde kendi suçlarını örter, gerçek halk düşmanlarının maskesini indirmede parti organlarının dikkatini saptırır.

“Bu kılık değiştirmiş düşman -iğrenç ikiyüzlü- her yolla Parti organlarında aşırı şüpheci bir atmosfer yaratmak için didinip durur, bu yaratılan hava içinde, birisi tarafından haksızca suçlanmış bir komünisti savunmak için konuşan her Parti üyesini derhal uyanıklık eksikliği ile ve halk düşmanlarıyla bağlan olmakla suçlar” (17)

Bu karardan çıkartılabilecek en kaba sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

Partiden ihraçlar, suç derecesinde biçimcil bürokratik keyfilikle yapılmıştır.

Partiden atılanlar “halk düşmanı” damgasını yedikleri için, ya Çeka tarafından tutuklanmak ya da alınlarındaki şerefsiz bir lekeyle yaşamak zorunda kaldılar.

Atılmalara karşı yapılan pek çok itiraz aynı bürokratik keyfilikle incelenmeden oyalandı.

Hepsinden önemlisi, Partiden tasfiye konusunda, “kılık değiştirmiş düşmanlar, herkesten daha aktif davranıp, Parti organlarında korkunç bir şüphe ortamı yaratabildiler.

Bütün bunlar bir Parti yaşamında tamir edilmesi oldukça güç moral bozulmalara yol açar.

Olayların anlatımını noktalamadan, tasfiyelerin iki önemli sonucuna değinelim.

1934’teki Zafer Kongresi’nden (XVII) 1939’daki XVII Kongre’ye kadar geçen tasfiye döneminde, XVII. Kongre’ye katılan 1966 delegenin 1108’i yine XVII. Kongrede seçilen 139 MK ve yedek üyesinin 98’i ölümle cezalandırmıştır. Bu rakamlar Parti tabanı bir yana tasfiyelerin Parti tepesinde de hangi boyutlara vardığını açıklamaya ye- terlidir.

Yine, aynı dönemde bütün bu tasfiyelerde zirvede rol oynayan Çeka başkanları Yagoda, Yezhov ve en son Beria, aynı halk düşmanı suçlamasından kurtulamamışlardır. İlk ikisi Stalin döneminde tasfiye edilmiş, Beria ise Stalin’in ölümünden hemen sonra kurşuna dizilmiştir.

Bütün bu sonuçları değerlendiren XVIII. Kongre (1939), “periyodik yığınsal temizlik” uygulamışının, terk edilmesi konusunda tüzük değişikliği kabul etmiştir. Tüzük değişikliğinin gerekçesi şöyle formüle edilmiştir.

“Parti tüzüğü, MK kararlaştırdığında periyodik parti temizliğine imkân sağlar. Deney, aşağıdaki nedenlerden dolayı, bundan böyle yığınsal parti temizliğinden kaçınmak gerektiğini göstermiştir:

“a. Kapitalist unsurların canlandığı, NEP in demoralize ettiği kişilerin parti saflarına sızmasını engellemek için, NEP başlangıcında uygulanmaya konulan yığınsal parti temizliği metodu, kapitalist unsurların tasfiye edildiği bugünkü koşullarda geçerliliğini yitirmiştir. Daha da ötesi, topyekün temizlik uygulamasının parti üyelerine tek tek yaklaşım -tek doğru yaklaşım- imkânını dışladığı ve bunun yerine, “tek bir standart uygulamayı” üyelere ayrımsız tekdüze yaklaşımı geçirmektedir. Bu nedenle, kendi tarzlarını partiye aktaran düşman unsurlar, temizliği dürüst parti çalışanlarını tahrik etmek ve hırpalamak için kullandığından, topyekün arınma, partiden pek çok temelsiz ihraca sebep oldu…

“b. Topyekün arınma uygulaması, kendi yöntemlerini partiye sızdırabilen, ikiyüzlülük ve sahtekârlıkla düşman çehrelerini gizleyen bu unsurlara karşı kısmen etkisiz oldu. Bu konuda amacına ulaşamadı…

Bu nedenlerle dönemsel topyekün arınma terk edilmelidir…” (18)

Bu kongre kararıyla, 1934’te başlatılan, özellikle Parti içindeki “halk düşmanları”na karşı mücadelede kullanılan, “topyekün arınma” uygulamasının, bizzat Partiyi yaraladığı belli ölçülerde de olsa kabul edilmektedir.

“Büyük tasfiye” döneminin olaylarının en genel özetinden sonra, konunun politik irdelenmesine geçelim. Neden olaylar bu boyutlara vardı, Parti’de “aşırı şüphe atmosferi” nasıl doğdu? Böyle bir dönemi yaşamak, Sovyetler’in kaçınılmaz kaderi miydi? Ve Stalin özellikle böyle bir dönemin yaşanmış olmasından hareketle, Sovyet insanının “nefretini” kazanmayı hak etmiş midir?

Stalin Döneminin Eleştirisi

Stalin kendi döneminde eleştirilemedi. Ölümünden ancak üç yıl sonra hedef tahtasına getirebildi. Ve hâlâ desteksiz atışlarla hırpalanıyor.

Stalin’e ilk önemli eleştiri Kruşçev’in XX. Kongre’de (1956) yaptığı “gizli” konuşma ile başladı. Kongre sonrası MK’nın aldığı “Kişi Tapıncı ve Sonuçlarının Giderilmesi Üzerine” başlıklı kararla resmileşti. Bu karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirilmesini içerir. Kapitalist kuşatmanın ve ülke içinde yürütülen kuruluş çalışmalarının “çelik bir disiplini, devamlı artan bir uyanıklığı ve liderliğin en keskin merkezileşmesini talep ettiğini” fakat bunun “demokratik yapının gelişimine” kaçınılmaz olumsuz etkileri olduğunu tespit eden karar, şöyle devam eder:

“Uzun bir dönem, Parti Merkez Komitesi Genel Sekreterliği görevinde bulunan Stalin, diğer liderlerle birlikte Lenin’in emirlerini gerçekleştirmek için aktif olarak mücadele etti. Kendini Marksizm, Leninizm’e adadı, bir teorisyen ve iyi bir örgütçü olarak Troçkistlere sağ-kanat oportünistlerine, burjuva milliyetçilerine ve kapitalist kuşatmanın entrikalarına karşı parti mücadelesine öncülük etti. Bu politik ve ideolojik mücadele Stalin’e büyük bir otorite popülerlik kazandırdı. Bununla birlikte, bütün büyük zaferler hatalı olarak onun ismine bağlanmaya başlandı. Parti ve Sovyet ülkesinin başarıları ve ona yapılan övgüler Stalin’in başını döndürdü. Böyle bir atmosferde Stalin’e kişi tapıncı kerte kerte şekillenmeye başladı.” (19)

I. Stalin’e yöneltilen önemli eleştirilerden ilki “kişi tapıncı”yla ilgilidir. Kararda, Stalin’in böyle bir konuma gelerek, eleştirilerin üstüne çıktı, Parti yaşamının kurallarını “keyfi” olarak çiğnediği belirtilir. Buna örnek olarak 1934-39 arası “büyük tasfiye” dönemi ve ondan sonrası gösterilir. 1939’dan sonra 13 yıl Parti Kongresi toplanmamıştır. Gerçi bunun beş yılı savaşla geçmiştir. Ancak savaş 1945’te bitmesine rağmen XIX. Kongre 195Zde toplanabilmiştir. Yine bu yıllarda Geniş MK toplantıları da yapılmamış, Parti, Politborü ya da bazen Politbüronun daha dar komisyonları tarafından yöneltilmiştir.

Akla ilk gelen soru, Stalin’in bu konumuna neden daha önce doğru zeminde bir tepkinin ortaya çıkamadığı olur. Buna bağlı olarak, “bir kişi” nasıl Parti ve Devlet yaşamının tümüne egemen olabilmiştir?

Kararda şöyle denir?

“Neden, bu insanların o zaman Stalin’e karşı açık bir konum almadıkları ve onu liderlikten uzaklaştırmadıkları sorulabilir? Dönemin koşullarında bu yapılamadı… Ona karşı herhangi bir eylem, o koşullarda halk tarafından anlaşılmayacaktı. Kişisel cesaret eksikliği konu değildir… Daha da ötesi, böyle bir konum o günkü koşullarda sosyalist kuruluş amacına karşı bir tutum olarak, kapitalist kuşatma altında olağanüstü derecede tehlikeli olacak olan bütün devletin ve Partinin birliğine karşı bir saldın olarak kabul edilecekti!” (20)

Demek 1940’lara gelindiğinde “Partinin, Devletin birliği ve sosyalizmin kuruluş amacı”, Stalin’in kişiliğiyle etle tırnakmışçasına bütünleşmiştir. Parti bu olguyu sonraları “kişi tapıncı” olarak lanetledi. SBKP bu konuda yeterince haklı mıdır?

Stalin’in, Lenin ölçüsünde mütevazı, sıradan olamadığı tartışmayı gerektirmeyecek ölçüde açıktır. Ancak “bir kişi”nin, yalnızca kendi “keyfiliğiyle”, üstelik Bolşevik Partisi’nde böyle bir konuma gelmesi kolaylıkla kabul edilebilecek bir tez gibi görünmüyor.

Parti ve elbette ki Stalin, gerek sağ ve sol sapkınlara karşı ideolojik mücadeleyle ve gerekse bu mücadeleyi, sosyalizmin ilk, sağlam maddi temellerinin atılmasıyla taçlandırarak Sovyet insanının gözünde haklı olarak yücelmiştir. Ancak bu noktada geri bir ülkede sosyalizmin kuruluşunun ödenecek bedellerine gelinir. Parti ve Sovyet proletaryasının en iyi kadrolarının bir bölümü iç savaşta yitirilmiştir. Devrimi yürüten Petrograd proletaryası devrime kan vere vere, devrim sonrası mücadele için zayıf düşmüştür. (Petrograd örgütünün uzun zaman, Troçki’ye yalpalayan Zinovyev’in liderliğinde kalması tesadüf olmasa gerek) Ve ilk beş yıllık plan döneminde proletaryanın sayısı 11 milyondan 22 milyona çıkmış, yani 11 milyon mujik, proletaryanın saflarına katılmıştır. Bu, köylü ruh halinin biraz da partiye taşınması demektir. Bu nedenle, Stalin kendini yüceltmeden önce XVII. “Zafer Kongresi” Stalin’i yüceltmiştir. Stalin bir yana yaşayan her MK üyesinin ismi bir fabrikaya, bir kolhoza ad olarak verilir. Hatta her bölge komitesi liderlerinin ismi, bölge radyolarından, fabrikalara kadar pek çok kuruluşa isim babalığı yapar. Bu yüceltme o günlerde göze batmaz. Ancak 1934’te kopan “tasfiye” fırtınasıyla, liderlerle birlikte fabrikaların adlan da değişmek zorunda kalınca anormallik ilk olarak göze çarpar. Değişmez olarak Stalin kalır. O da ölümünden sonra aynı akıbete uğramadan edemez.

Lenin, Parti’de ve devletteki en küçük keyfiliğe karşı yorulmaz bir mücadele vermiştir. 1918 Mart’ında maaşının birden 500 rubleden 800 rubleye çıkarıldığını öğrenince, bunun açıklamasını istemiş, 1917 Kasım’ında çıkartılan ücretlerle ilgili yasanın bu keyfi ihlalini, kanunsuz ücret artışını protesto ederek, Halk Komiserleri Büro Müdürü Buryeviç’i sert bir şekilde uyarmıştır. (21) 1918’in mahşer ortamında böylesine bir detaya karşı bile tepkisini göstermekten geri durmayan Lenin’in öğrencileri, sonraki yıllarda aynı titizlikte davranamadılar.

Stalin yalnızca “bir kişi” olarak Parti’nin ve Sovyet iktidarının böylesine üstüne çıkamazdı. 1934’lere kadar partiyi saran “başarı sarhoşluğu”, yarısı henüz köylülükten kopmuş Sovyet proletaryasının bu ortamında kendine sosyal bir temel bulmuş ve hemen hemen bütün parti içinde yaygın bir gerçeklik haline gelmiştir. Bu noktada liderlere, sıradan yığınlardan çok daha fazla sorumluluk düştüğü açıktır. Ancak olayı Stalin’le ve onun en dar “çevresiyle” sınırlamak, Partideki genel ruh halini göz ardı etmek oluyordu. SBKP, MK Kararı 1956’da bu hataya düşmüş görünüyor. Stalin’in “kişi tapıncı” öne çıkartılarak, hedef haline getirildi. Ancak sorun çözümlenemedi. Nitekim Kruşçev’in yerini Brejnev’in almasıyla bu sosyal gerçekliğin köklerinin hiç de yabana atılır olmadığı ortaya çıkmıştır.

Kirov’un ölümüyle tam bir kargaşaya dönüşen partiden tasfiyeler yalnızca Stalin’in “kişiliğiyle” açıklanamaz. Tasfiyelerin keyfiliğe dönüşmesi, namuslu pek çok partiliyi ve Sovyet insanını yaralaması, “başarı sarhoşluğuyla” inmelenmiş, bu anlamda, yalnızca bu anlamda, yığınlardan ayırtlanmış, geniş Parti önder kadrosunun kollektif bir hatasıdır.

Özetle, eğer Sovyet insanı kendi tarihindeki bu dönemin eleştirisini Stalin’in kişiliğinde sınırlarsa, hastalığın yalnızca en sivri ucunu hedeflemiş, onun sosyal köklerini göz ardı etmiş olur.

II. Stalin’e yöneltilen ikinci önemli eleştiri konusu onun aşırıya kaçan baskıcılığı ve bunun teorik kökleri üzerinedir. Kruşçev XX. Kongre’deki “gizli” konuşmasında konuyu şöyle sunar:

“Öte yandan, Stalin, devrimin muzaffer olduğu, Sovyet devletinin güçlendiği, sömürücü sınıfların tasfiye edildiği ve ulusal ekonominin bütün alanlardan sosyalist ilişkilerin sağlamca kökleştiği, partinin politik olarak sağlamlaştığı, nicelik ve ideolojik olarak kendini gösterdiğini bir momentte yaygın sindirme ve aşırı metotlar uyguladı.” (22)

Sorun böyle konulduğunda “aşırılıklar” ve “kötülükler” Stalin’in kişiliğine indirgenmiş oluyor. Ancak yine de şu soru kafalara takılmadan edemiyor. Parti de ve ülkede durumun bu kadar iyi olduğu momentte Stalin böyle bir uygulamaya neden gerek gördü ve bütün bu uygulamaları nasıl yapabildi? Ülkede durum gerçekten, Kruşçev’in tespit ettiği gibidir. 1934’lerde Sovyetler, sosyalizmin kuruluşu yolunda başarılı bir dönemi tamamlamıştır. Fakat bu tespit sorunu çözmek yerine karmaşıklaştırıyor. Çünkü 1934’ler sonrasının olayları öncesinin başarıları üzerine kabus gibi çökmüştür.

Kruşçev, Kirov’un vurulmasının Parti’de yarattığı etkiyi yeterince dikkate almaz. Evet, olay ardından gelen uygulamalarla kendi boyutlarından öteye vardırılmıştır. Ancak bütün bunların bile “bir kişiye” indirgenmesi, olaya sınıf bakışını karartmaktan başka bir sonuç doğuramazdı. Bu nedenle olsa gerek, Kongre’den sonra MK kararında soruna daha teorik bir yaklaşım getirilmiştir:

“Sovyetler Birliği’nin sosyalizme doğru gidişiyle sınıf mücadelesinin gittikçe artan bir keskinlik kazanacağını iddia eden Stalin’in hatalı formülasyonu, sosyalizmin kuruluş amacına, Parti ve devlet içinde demokrasinin gelişmesine büyük zarar verdi. “Kim kimi yenecek” sorununun çözülmekte olduğu, sosyalizmin, temellerinin inşası için ısrarlı bir sınıf mücadelesinin verildiği dönemde, yalnızca sürecin belli bir aşamasında doğru olan bu formülasyon, sömürücü sınıfların ve onların ekonomik temelinin tasfiye edildiği, ülkemizde sosyalizmin zafer kazandığı bir momentte, 1937’de öne sürüldü. Pratikte, bu hatalı teorik formülasyon, sosyalist kanunların en kaba ihlali ve yığınlara baskı için temel oldu.” (23)

Stalin, bu teorik formülasyonu ilk olarak 1937’de öne sürmemiştir. Özellikle Buharin’in, Nepman ve Kulakların ekonomik bir yarışla eritilebileceği tezine karşı 1928’de ileri sürmüştür. Ancak, aynı tezi Stalin bir kere daha 1937’de MK toplantısında vurgulamıştır. (24).

Kirov olayının ortaya koyduğu en önemli gerçeklik nedir? O güne kadar parti dışındaki eski siyasi kalıntıların sabotajlarına karşı mücadele etmek bir ölçüde kolaydı. Hiç değilse “düşmanın” siyasi zemini apayrıydı. Ancak Kirov olayıyla, yaşam şansı daraltılan, yok olmakta olan diğer sınıfların tepkisinin parti içinden bir saldırıyla yeni bir biçime girdiği gün ışığına çıkıyordu. Yine aynı saldırıyla artık parti içindeki Stalin’in deyimiyle “eski mücadele metotlarının” “tartışma metodunun” bittiği ilan edilmiş oluyordu. Ancak sorun, gerçekten hangi unsurların “eski” mücadele metodunu” terk ettiğinin soğukkanlı tespitine gelip dayanıyordu.

Stalin, 1956 MK kararında belirtildiği gibi, “sosyalizmin kuruluşu ileri adım attıkça sınıf mücadelesinin gittikçe keskinleşeceği” biçimindeki formülasyonunu 1937’de yeniden ileri sürmekle hata mı yapmıştır? Ya da aynı formülasyonu tüm liderliği boyunca savunmuş mudur?

Önce ikinci soruyu cevaplandıralım. XVIII Kongre (1939) ile Partide o güne kadar uygulana gelen “topyekün arınma” yöntemi “kapitalist unsurların tasfiye edildiği” gerekçesiyle terk edilmiştir. Dolayısıyla, Stalin 1928’lerde Buharin’e karşı ileri sürdüğü tezinin, 1939’da ömrünü doldurduğunu biliyordu.

1937’lerde, daha doğru söylemek istenirse, 1934’te Kirov olayıyla başlayan ve resmen 1939 Kongresi ile kapanan dönemde Stalin’in sınıf mücadelesi tezi geçerliliğini koruyor muydu? Yani olaylara uyuyor muydu? Buna evet demek durumundayız. Kirov’un katli bunun en önemli kanıtı olmuştur. Bu olaya parti en keskin tepkiyi göstermeden edemezdi. Ancak bu tepki öyle noktalara varmıştır ki, Parti’nin kendini savunma çabası, bizzat Parti yaşamında etkisini uzun yıllar gösterecek olan yaralar açmıştır. Konumuz açısından, yani Stalin’e yöneltilen onun “hatalı” sınıf mücadelesi tezi bakımından, bu yıllarda yapılan yanlış nedir?

Stalin, Kirov olayıyla birlikte Troçkistlere ve bütün eski parti içi sapmalara karşı eski mücadele biçimlerinin ömrünün dolduğunu ilan eder. Bu bir ölçüde doğrudur. Ancak bu noktadan kalkarak ve yalnızca sağlıksız Çeka soruşturmalarına dayanarak, bütün eski sapmalar bir potada toplanmış, hatta onların “Alman ve Japon casus şebekeleri” ile bağlantılı oldukları iddia edilerek “halk düşmanı” kavramı yaratılmıştır. Ve parti yaşamındaki her nüans, her farklı tepki bu kavramın içine dahil edilmiştir. Parti merkezinden Parti tabanına doğru güçlü bir şekilde yayılan bu mücadele tarzı, parti saflarında mücadele ufkunu aşırı ölçüde daraltmıştır. Bir dönem Zinovyev’in, Buharin’in hatta Troçki’nin görüşlerine yalpalamış Parti saflarındaki sıradan insanlara karşı tavrın dozuyla, “Moskova Mahkemelerinin” dozu arasında pek fark yoktur. Hatta bu sapmalardan hiçbirisiyle bağlantılı olmayan ancak Parti yaşamının günlük gidişindeki aksamalara karşı tepkilerde hep aynı “halk düşmanı” suçlamasından kurtulamamıştır. Elimizde olayların tüm boyutlarıyla ilgili rakamlar yok. Ancak XVII Zafer Kongresi’nin 1966 delegesinden 1108’inin ve yine o kongrede seçilen 139 MK ve yedek üyesinin 98’inin “halk düşmanı” olarak ilan edilmesi bu dönemdeki Parti içi temizliğin nasıl tehlikeli bir muhtevaya büründüğünü göstermeye yeter.

Sınıf mücadelesi teorisi açısından dönemin olaylarını değerlendirirsek, bu dönem teorinin, pratiğin zoruyla, basit kalıplara indirgendiği bir dönemdir. Parti içi açık mücadele günleri zengin teorik deneyler bırakmıştır. 1934’lere gelindiğinde bu mücadele durulmuş görünür. Bunun en açık göstergesini Stalin’in teorik çalışmalarında görebiliriz. 1934-39 arası beş yılda Parti içi olaylarla ilgili Stalin’in yalnızca 40 sayfa hacminde 1937 MK toplantısında yaptığı konuşma vardır. Bu dönemde çeşitli konulardaki tüm yazıları ise toplam 175 sayfadır. Yılbaşına yalnızca 35 Sayfa eder. Demek bu yıllarda kargaşalı pratik, teorik beslenmeyi iyice zayıflatmıştır.

Eğer; 1934 öncesi parti içi mücadelede sapmaların teorik analizi yeterince yapılmıştır, Kirov olayı ise yeni bir analiz yapmayı gerektirmeyecek denli açık bir ihanettir, denirse, olaylar aşınca basitleştirilmiş olur. 1934’te doruğa çıkan “zafer sarhoşluğu”, kazanılan ideolojik ve pratik zaferlerin hem parti tabanında sindirilmesini, hem de girilen yeni dönemde Parti lider kadrosunun ideolojik titizliğini körleştirmiştir. Bunun en büyük bedeli ise her hoşnutsuz Sovyet insanının “halk düşmanı” suçlamasına uğraması olmuştur.

Bu noktada emperyalist kuşatmanın etkilerinden söz etmek gerekli. Avrupa’da faşizm 1925’lerden sonra adım adım yükselir. 1935’te Afrika’nın kuzeyinin İtalya ve Almanya tarafından işgaliyle savaşın ilk kıvılcımları parlamış olup. Bu durum gerek Parti’de gerekse Sovyet insanında izi hâlâ silinmemiş olan savunma psikolojisi yaratmıştır. Bunun hangi noktalara vardığını Mareşal Jikov’un bir mektubundan aktaralım:

“Savaştan önce Savunma Halk Komiserliği ve Genel Kurmay defalarca Stalin, Molotof ve Voroşilov’dan Yüksek Komutanlığın örgütlenmesiyle ilgili plan taslaklarının ve Yüksek Komutanlık Genel Karargahı için kumanda noktalarının kurulması sorununun; Cephe ve iç bölgeler için komutanlıklar örgütlenmesi sorununun yeniden gözden geçirilmesini istedi, fakat bize her seferinde ‘bekleyin’ dendi. Voroşilov düşman gizli servislerinin öğrenebileceği korkusuyla savaş için herhangi bir plan yapılmasına genelde karşıydı, bu saçmalıktan onu vazgeçirmek imkansızdı.” (26)

O   korkunç zor günleri bugün yargılamak kolay, biliyoruz. Ancak bizlerde benzeri zor günlere hazırlandığımız için, tarihin acı olaylarından ders çıkartmak zorundayız. Savunma mekanizmaları, savunulacak yapıyı atıl hale getirirse bu kabul edilemez. Partide 1934’ten itibaren yükselerek, böyle bir mekanizma şekillenmiştir. Bu ise hem teorik hassaslığı azaltmış, hem de taktik esnekliği dondurmuştur. Bugün Sovyet basınında eleştirilen “ideolojik dogmatizm” bu koşullarda şekillenmiştir. Ve neredeyse, Politbüronun tutumuna karşı her nüans, aynı güçte tepkiyle karşılık görmüştür.

III. Stalin dönemine yöneltilen üçüncü eleştiri Çeka’nın o günlerdeki konumuyla ilgilidir. 1956 MK kararında şöyle denir: “Devlet güvenlik organları için ayrıcalıklı bir pozisyon yaratılması, özellikle bu koşullarda oldu. Devrimin kazançlarının savunulmasında ülke ve halka tartışılmaz hizmetlerinden dolayı bu organlarda büyük bir kendine güven yerleşmişti… Partinin ve hükümetin onlar üzerindeki kontrolü derece derece Stalin’in kişisel kontrolüyle yer değiştirdikçe ve yargının normal işleyişi yerini sık sık onun tek yanlı kişisel kararlarına terk edince durum değişti.” (27)

Çeka’ya verilen soruşturma ve derhal infaz yetkisi, Kirov olayının sınırlan içinde kalmadı, daha önce başlamış olan Partiyi arındırma çalışmasını da kapsadı. Parti tarihinde ilk kez ortaya çıkan bu durum Parti yaşamının kendi iç legalitesini olağanüstü ölçülerde bozmuştur. O güne kadar Parti denetiminde olan bu organ, Partiyi denetler hale gelmiştir. Bu koşullarda, Parti merkezinin yaptığı “Bolşevik uyanıklık” çağrılan ise fayda vermemiştir. Bu dönemde Parti içinde doğan “aşırı şüphe atmosferi”, Partideki zararlı unsurlara karşı yürütülen siyasi mücadelenin polisiye sorgulamalarla olağanüstü iç içe girmesinden doğmuştur. Bütün bu gelişmelerin sonucu, Parti içi demokrasinin inmelenmesi olmuştur.

Çeka’nın hazırladığı “şüpheli” listelerinin Partiden atılması ve Partiden atılanların Çeka’nın soruşturmasına uğraması, beş yıl süren ve kendini hızlandıran bu karşılıklı-akım, Parti için yaşamın normlarını aşırı derecede hırpalamıştır. Bolşevik Partisi, hangi gerekçeyle olursa olsun kendi içinde ayrı bir gizli yapı tanımaz. Ancak Çeka, yürüttüğü faaliyette, Parti içinde böyle bir konuma geldi. Bu, parti yaşamının Leninist prensiplerinin en büyük ihlali oldu. Sözde, parti arındırılacaktı. Ancak Partinin yaşamına “aşırı şüphe” kabus gibi çöktü. Parti içinde düşman unsurlar sinikleştikçe, buna bağlı olarak Parti içi demokrasi de silikleşti. Böyle bir gelişim o günün koşullarında hiç de kaçınılmaz değildi.

Bu gelişim hiç şüphesiz ki sosyalist bir ülkede iktidar partisi olmanın yarattığı bir sonuçtur. Parti, hükümet Sovyet organları ve Çeka’nın görev alanlarının iç içeliği, Parti önderliğindeki en küçük yanılgı ve kayıtsızlığının sonuçlarını birkaç kat arttıran kompleks durumlar yaratabiliyor. Çeka’nın parti işlerinin içine girmesi ise, Sovyet parti tarihinde en affedilmez hata olmuştur.

Partiye sürekli şüpheli listesi veren Stalin döneminin bütün Çeka şefleri Yezhov, Yagoca ve Beria’nın her üçünün de “halk düşmanı” olarak cezalandırılmaları; yalnızca bu olay Parti arınmasında yapılan hatanın pratikteki en somut kanıtıdır. Ve ünlü Moskova Mahkemelerinde, pek çok “eski Bolşeviği” “halk düşmanı” olarak, “eski bir Menşevik” olan Vişinski’nin yargılaması tarihin istihzası (alayı) olsa gerek!

Kruşçev Dönemi

Kruşçev dönemi, Stalin döneminden sonra ekonomi ve siyasette çok hızlı bir dönüş çabası oldu. O güne kadar şekillenmiş normların hemen her alanda hızla değiştirilmesine başlandı. Ve zaten bu dönemin ömrünün kısalığı onun sistemsiz hızından gelir. 1956’da hızlanan girişimler 1964’te sönüşe geçer. Kruşçev sessiz sedasız görevden alınır. Ve bu dönem kapanır.

Onun kısa ömrünün nedenlerini ve genel özelliğini irdelemeye çalışalım.

Konumuz açısından, “Stalin’den Gorbaçev’e” Sovyet siyasi ve ideolojik sistemindeki evrimleşme önde duruyor. O nedenle ekonomi temeline yalnızca ana hatlarıyla değinmek durumundayız.

Kruşçev döneminin en önemli siyasi eylemi “destalinizasyon”dur. Yukarıda bazı bölümlerini aktardığımız Stalin’in “kişi tapıncı”yla ilgili MK Kararı, aslında Kruşçev’in XX. Kongredeki “gizli” konuşmasından daha gerçekçidir. Kruşçev, Stalin dönemine tam zıddı yönden bir tepki oldu. Ancak bu tepki yeterince sağlam temeller bulamayınca neredeyse kendiliğinden çözüldü. Daha doğrusu sık sık tekrarladığı keskin dönüşlerle tutarsızlaştı, itibar yitirdi.

Tarihin paradoksu: Nasıl, Stalin’in kabalığından dolayı MK genel sekreterliğinden alınmasıyla ilgili Lenin’in ünlü “Kongre’ye Mektup”u, ölümünden sonra XIII. Kongrede yalnızca delegelerin bir kısmına okunup, açık olarak yayınlanmadıysa, Kruşçev de Stalin’i XX. Kongre salonunda kalan “gizli” bir konuşmayla eleştirmiştir. Demek Parti’nin sıkıntılarını aşmada henüz yöntem bakımından bir fark yoktur. Parti saflarında açık ve yoğun bir tartışmayla çözümlenmesi gereken bir sorun-geçmiş dönem, Stalin döneminin değerlendirilmesi Kongre delegelerince yapılan bir konuşma ve MK kararıyla sınırlı kalır. Oysa söz konusu dönemi her Partili şu ya da bu ölçüde kendi pratiğiyle yaşamıştır. Partinin tümünü aktif olarak böyle bir değerlendirme tartışmasına çekmek için ortada bir engel yoktur. Ancak bu görünüşte böyledir. 1934’lerden itibaren şekillenen Partideki her tepkinin “şüpheyle” karşılanmasının yarattığı, Parti yaşamındaki donukluk Stalin’in ölümüyle buharlaşıp yok olamazdı. Ve bu objektif “engel” Kruşçev’in yöntemiyle aşılmış olmayıp tersine beslenmiş oluyordu.

Bu konuda Kruşçev’in hatası, Stalin eleştirisine Lenin’in ünlü “Kongreye Mektup”u ile başlamasıdır. Konuşmanın başında bu mektup metni yer alır ve böylece Stalin’e vuruş Lenin’in icazetiyle yapılmış olur. Önemsiz görülebilecek bu gerçeklik, tam tersine siyasette zaaf belirtisidir. Stalin en başta kendi pratiğiyle eleştirilmeliydi. “Kutsallaşan” Stalin’e “daha kutsal” olan Lenin’e sığınarak vurmak, özünde eleştiri silahını cesurca kullanamamak anlamına geliyordu.

Kruşçev’in üçüncü ve esas önemli hatası olayı neredeyse Stalin’in kişiliğiyle sınırlamasıdır. Parti yönetiminin kişileşmesi, tabanın insiyatifinin giderek zayıflaması gerçekliği Stalin’in kişiliği ile yeterince açıklanamazdı. Kruşçev konuşmasında “Stalin’in aşın şüpheci” kişiliğini vurgular. “Kişi tapıncı”nın olumsuz sonuçlarını açıklar. Ancak olayın, bütün Partiyi saran objektif temelleri yeterince öne çıkartılmaz. Kruşçev döneminde uygulanmaya çalışan bütün reformlara karşı direnen Malenkov, Kagonoviç ve Molotof’un Parti’den tasfiyesi de olaya çözüm getirmez. Hatta “kişi tapıncının” zararlarıyla mücadele adına Mareşal Jukov ordudaki görevinden alınır. Gerekçe: ordudaki “aşın otoritesi” ve “tartışılmaz kişiliği”dir.

Daha önce açıkladığımız gibi Stalin olayı “bir kişi” sorunu gibi görünse de gerçekte öyle olmaktan çok uzaktı. Cılız Sovyet iktidarının dışarıda emperyalizmin kuşatmasına, içeride burjuva artıklarına karşı yürüttüğü korkunç mücadelede ister istemez bir avuç lider kadrosu “tartışılmaz” bir otorite kazanmıştır. Bu bütün yapılan hatalara rağmen bileğinin hakkına kazanılmış bir otoriteydi. Ancak “otorite” geniş yığın insiyatifini inmelendirdikçe bizzat kendine karşı tepki biriktirmeden edemez. O nedenle, Stalin döneminin hatalarını düzeltmek, Stalin’in kişiliği ile uğraşmakla olamazdı. Hatta yanlış yargılamalardan doğan sonuçlan kaldırmak, kişilere yeniden “itibar” iade etmek, hatayı düzeltme anlamında son tahlilde bir hiçtir. İnmelenen, Parti saflarındaki ve geniş yığınlardaki insiyatifi ustalıkla yeniden canlandırmak tek gerçek çözüm olabilirdi. Kruşçev döneminde bu adım atılamamıştır.

Stalin döneminin günahları, Kruşçev’in hırçın çıkışlarında kendi zıddını yaratmadan edemedi. Partinin ve Sovyet insanının bir otuz yılda edindiği yapılanma tarzı bu çıkışa uyum göstermedi. Nitekim ardından “durgunluk dönemi” olarak isimlendirilen Brejnev yıllan yaşandı. Durgun yılların gerçek kökleri 1935-50 arasında şekillenen, yetkilerin aşın merkezileşmesinde yatsa da, Kruşçev döneminin, bu yapılanmayı sistemsiz bir şekilde değiştirme çabası da konak atlamayı geciktiren diğer önemli bir neden olmuştur.

“Yönetim kurumlarının sürekli sistemsizce yeniden örgütlenmesi (bakanlıklar, ulusal ekonomi konseyi, devlet planlama komitesi, çeşitli komite ve komisyonlar, Parti aparatının gereksiz bölünmesini kaldırıp sanayi ve tarım komitelerinin kurulması) esas reform düşüncesini gözden düşürdü. Ulusal ekonomi konseylerinin uygulamaya konulması, Lenin döneminde var olan ekonomik örgütlenmeye bir dönüş olarak ilan edildi. Gerçekte bunlar, yaygın (ekstansiv) ekonomik büyümenin son kaynaklarını tüketmenin eşiğine dayanan eski, yukardan buyurucu sistemin sektörel plandan bölgesel planda yeniden inşasına bir geçişten başka bir şey değildi.

“Ekonomiyi zorlamayla organize etme girişimleri geri tepti. Üç dört yıl içinde tüketim mallarında bolluk yaratılacağı, daha sonra bir ölçüde vergilerin kaldırılacağı ve hizmetlerin ücretsiz olacağı vadedildi. Oysa yeniden yiyecek sıkıntısı vardı. 1962’de et ve süt ürünleri fiyatları yükseldi ve sonra da tahıl ithali başladı.” (28)

II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle değiştirilmeye başlanması gereken politik ve ekonomik yürütümdeki aşın merkeziyetçilik ancak, Kruşçev le başlayabildi. Fakat uygulamada bu girişim yalnızca yukarıdan yeni yeni “komisyonlar ve komiteler” yaratmaktan öteye gidemedi. Merkezi planlamadan bölgelere daha fazla insiyatif verilmesi yoluna girilirken bütün bunlar eski ruhla ve mantıkla yapıldı.

Aynı yazar Kruşçev döneminden şu temel dersi çıkartır: “En basmakalıp kanılardan birisi; politik bilinç eksikliğinden dolayı halkın değişime hazır olmadığı şeklindedir. Bu doğrudur, fakat gerçekliğin bütünü böyle değildir, çünkü tıpkı suya girmeksizin yüzme öğrenilemeyeceği gibi, demokratik süreçlerin dışında kalarak demokrasi için hazırlık okulundan geçmek imkânsızdır. Açıklık, özgürce konuşma ve bilgilenme gibi demokratik yaşamın böyle temel unsurları pratikte yoktu. Bir kere daha düşüncelerin yeknesaklığı genel düşüncesizliğe dönüştü.” (29)

Böylece şu gerçeklik açıkça ortaya çıkıyor. Kruşçev dönemindeki “reformlar” doğru noktalara dokunsa da eski mantık ve yöntemlerle pratiğe geçirilince işlemez hale gelmiş, düzensiz uygulamalara dönüşmüştür. Tüm partinin ve geniş yığınların yaratıcı insiyatifi harekete geçirilmeyip, zirvede yeni “komisyonlarla” yetinince değişim çabası kendi kendini inkâra varmıştır.

Oysa öte yandan değişim uğruna en uç parolalar atılabilmiştir. Bunların en tipiği XXII. Kongrede (1961) kabul edilen 111. Parti Programıdır. Şöyle denir:

“Gelecek on yılda (1961-70) Sovyetler Birliği komünizmin teknik ve maddi temelini yaratacak, en zengin kapitalist ülke ABD’yi kişi başına üretimde geçecek, halkın yaşama, kültür ve teknik standartları sürekli gelişecek; herkes daha iyi koşullarda yaşayacak; Bütün kollektifler ve devlet çiftlikleri yüksek seviyede üretken ve kârlı girişimler haline gelecek; Sovyet halkının kaliteli ev talebi esasta karşılanacak; güç fiziksel çalışma ortadan kalkacak; SSCB en kısa çalışma gününe sahip olacaktır.

“Tüm halkın maddi ve kültürel değerlerinde bolluk sağlanacak, komünizmin teknik ve maddi temeli ikinci on yılda (1971-80) tamamlanmış olacak; Sovyet halkı ihtiyaçlara göre dağıtım prensibinin uygulanabileceği aşamaya çok yaklaşacak ve halk mülkiyeti biçimi-mülkiyetin diğer biçimi derece derece gerçekleşecektir. Böylece, komünist toplum SSCB’de esasta inşa edilecektir. Komünist toplumun kuruluşu, ardışık dönemde tümüyle tamamlanacaktır.” (30)

Bunların gerçekleşemediğini söylemeye gerek yok. Önemli olan 1961’de hangi nedenlerle böyle bir noktaya sıçranmıştır, onu tespit edebilmeliyiz. Kruşçev dönemi ilk olarak, emperyalizmin gücünü küçümsemiştir. Dünya kapitalizminin sosyalizmin ilerleyişini önüne çıkartabileceği engelleri hafife almıştır, ikinci olarak, savaş sonrası Sovyetler Birliği’nin prestijinin yarattığı sarhoşluk, talepleri uç noktalara sıçratmıştır. Üçüncü ve en önemlisi 1934 sonrası yılların Sovyet ülkesinin öncüsü, Parti’de yarattığı bozulmaların kökleri yeteri derinlikte kavranamamıştır. Stalin’in bazı hatalarının eleştirisi yeterli görülmüş, inmelenen parti içi legalite yeteri titizlikle onarılamamıştır. Sonuçta bütün bu parolalar gerçeklik olmak yerine parlak vaatlere dönüşmüştür.

Öte yandan, programdaki teorik bir hataya da değinmek zorundayız. Komünist toplumun kuruluşu elbette ki en başta maddi ve kültürel bolluğa dayanır. Aynı zamanda bu bollukla birlikte devlet de sönüşe geçer. Oysa dünyada güçlü bir şekilde kapitalizm var oldukça sosyalist ülkelerde devlet sönümlenemez. Çünkü ulusal planda sınıf savaşının bitişi, uluslararası planda sınıf savaşının bittiği anlamına gelemez. Ve bu savaş bitmedikçe ya da dünyamızdaki alanı bir daha geri dönemeyecek şekilde daraltılmadıkça devlet bir mücadele silâhı olarak var olacaktır. Bu ise bir ülkede komünist toplumun bütünüyle hayata geçmesinin önünde önemli bir engeldir. Programda 1980’lerde komünist topluma ulaşılacağının varsayılması aslında aynı yıllarda kapitalizmin dünyada artık hiçbir belirleyici gücünün kalmayacağının da zımnen kabulü demektir. Gerçi o günlerde Kruşçev kapitalist dünyaya “sizi gömeceğiz” diye haykırmıştı, ancak bunun hayata geçmesi söylendiği ölçüde kolay olamıyor.

Başka bir açıdan bakılınca, programda en güçlü kapitalist ülkeyi maddi, teknik ölçülerde geçerek, komünizme gidişin yolu çizilir. Evet, sosyalizm, kapitalizmi bütün alanlarda geçebilmelidir. En yüksek teknik yaratıcılığı çağımızda sosyalizm temsil edebilmelidir. Ve bu hedefe varılması aslında zor da değildir. Gelecek on yıllar bunun sınanması olacak. Ancak yalnızca bu yolla yine komünist topluma varılamaz. Kapitalizmin elindeki en güçlü silahının alınmasıyla, onun topyekün çöküşü hiç de eş zamanlı olmayabilir. Dünya seviyesinde üretim araçlarındaki özel mülkiyet iyice daraltılmadıkça, komünizme geçişin önü açılamaz. Bu ise ancak kapitalist ülke devrimleriyle mümkündür. Özetle, sosyalizme bir tek ülkede geçiş mümkün olmuştur. Ancak komünist toplumun yaratılması, dünya ölçüsünde güçler dengesinin kesin bir şekilde sosyalizmin lehine dönüşüyle mümkündür.

Bu teorik ufkun yitirilmesinin en tehlikeli sonucu, hiç şüphesiz ki sosyalist ülkelerin dünyadaki devrimci mücadele sürecinden kopuşmaları olabilir. Komintern’in dağıtılmasıyla aslında böyle bir sürece girilmiştir. Ardından “kapitalist olmayan yol” tezleri ve özellikle kapitalist anayurtlarda “barışçıl geçiş imkânı” üzerine bayağı teoriler bu kopuşmanın teorik sinyalleridir. En son Gorbaçov’la başlayan “yeni düşünce” ve Sovyet Bilim Akademesi’nin “uygarlık krizi” tezleri gidişin olumlu yönde olmadığını gösteriyor.

Brejnev Dönemi

Brejnev dönemi şimdiki Sovyet basınında “durgunluk” dönemi olarak değerlendiriliyor. Gerçekten, Brejnev, Kruşçev’i “iradesi” ve “sübjektif” olarak eleştirirken, kendisi Stalin döneminin bir karikatürünü yaratmaktan öteye gidememiştir. Hangi anlamda?

Stalin döneminde özellikle, emperyalist kuşatmanın yeni saldırıya tırmandığı 1935’lerden sonra, ekonomik yönetim ve politikada yetki ve yürütüm, kaçınılmaz bir şekilde Sovyet tarihindeki en merkezi noktasına çıkmıştır. Bu koşulların zorunlu bir sonucuydu. Elbette ki böyle bir yapılanmanın olumsuz birikimleri de olacaktı. Fakat 1948’den sonraki yıllarda emperyalist kuşatma geri çekilmiş, içeride burjuva artıkları etkilerini yitirmiş durumdadır. Bu objektif değişim parti politikasına yansımadan edemezdi. Yeni girilen döneme uygun politikalar üretmede Kruşçev dönemi bir adım atmış olsa da bu adım eski dönemin ve yeni koşulların yeterince kavranmayışından dolayı karşı uca sıçrayan tutarsızlıklardan öteye gidememiştir. Brejnev dönemi ise, değişen koşullara yeterince hızlı ayak uyduramamış, Stalin döneminin politikalarını yeni koşullarda biraz daha reforme ederek uygulamakla yetinmiştir.

Ekonomide, bölgesel insiyatifleri dikkate almayan merkezi yürütüm, büyüyen bürokrasi yumağıyla yönetilmiş; üretimin kalitesi yerine üretimin niceliği ön plana çıkarılmış; yaygın (ekstansif) üretim metodu uygulandığı için yeni yatırımlara rağmen üretkenlik artışı çok yavaş olmuş, daha sonra gerilemeye başlamıştır.

Siyasette, geçmiş dönemin kritiği uyutulmuş, dogmatizm teoride başköşeye oturmuştur. Bu dönem yayınlanan teorik literatürün ne yazık ki büyük bir bölümü klasiklerin bayağılaştırılan tekrarlarından öteye gidememiştir. Teoride dogmatizmin esas kökleri, 1934’de başlayan “büyük temizlik” günlerinde yatar. Her türlü nüansın “halk düşmanı Troçkist-Zinovyevist-Buharinist bloka” bağlanması, Parti içi teorik zenginleşmeyi kısırlaştırmıştır. O günlerin mirasını, Brejnev dönemi sessiz sedasız devralmıştır. Bu noktada ne İradi bir tercih, ne de keyfi bir istek söz konusudur. Kruşçev dönemi bu yapılanmadan yeni tarzlara geçişin hiç de kolay birkaç yılık sıçramayla olamayacağını gösterdi. Demek ki, sorunun kökleri toprağın oldukça derinlerine uzanmıştır.

“Yoldaşlar… Bolşevik Komünist Partisi ve Rusya işçi sınıfı geçmişte, legalite ve parlamentarizm tarafından şımartılmadı.” (31) Bütün Rusya Yürütme Komitesi Başkanı Kalinin’in Komünist Enternasyonal II. Kongresindeki bu sözleri bir gerçekliğin en çarpıcı ifadesidir. Rusya Proletaryasının devrim öncesi “özgür” günleri hemen hemen birkaç yılla sınırlıdır. Bu koşullar Rusya proletaryasına Avrupa proletaryasıyla kıyaslanmayacak ölçülerde disiplin, fedakarlık, kararlılık, koşulların değişimine hızla uyum yeteneği kazandırmıştır. Burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğüyle zehirlenen, parlamenter oyunlarla “şımaran” Avrupa proletaryasının önemli bir bölümü, gevşeklik, kararsızlık, koşulların çarpıcı değişimi karşısında demoralize olma gibi zaaflarla inmelenmiştir.

Burjuva iktidarını yıkarken Rusya proletaryasının tartışılmaz üstünlükleri, sosyalizmin kuruluşunda ve gerçek sosyalist demokrasinin hayata geçirilmesinde zaaflar yaratmadan edemedi. Burjuva demokrasisi okulunun eğitiminden geçmeden, sosyalizmi inşa ile yüz yüze gelen Sovyet proletaryası, o günlerden kalan eksiklerini de sosyalizmin kuruluş koşullarında tamamlamak gibi zorlu bir görevle yüz yüze geldi. Öte yandan, ilk sosyalist ülkenin ayakta kalabilme mücadelesinin, olağanüstü zor koşullarında bu eğitimin de imkân ve alanları önemli ölçüde sınırlanmıştı. Bu objektif koşullara, partinin önemli hataları da eklenince, gelişimin sancıları iyice artmıştır.

İşte Brejnev dönemi artık aşılması gereken köklü geleneklere pasif bir durgunlukla tabi olmaktan öteye gitmemiştir. Bu noktada Partinin öncülüğü değil, olayların kendiliğinden, alışılmış tarzda akışına tabi olması, yani ardçılığı söz konusudur. Bu ardçılık yıllarının bir yirmi yıl sürmesi olayın köklerinin ne ölçüde derinlerde olduğunu göstermeye yetenidir. Gerçi partide kıpırdanma 1975’lerde başlamış olsa bile, kıpırdanmaların sıçramaya varışı bile bir on yıl almıştır.

Gorbaçov’la başlayan “açıklık” ortamında, sıradan Glasnostçular durgunluğu kırma adına kılıcın ucunu hemen Stalin dc nemine Stalin’in kişiliğine yöneltmişlerdir. Yılların suskunluğundan bu önemli çıkış akımının böyle körlükleri herhalde daha sağlam bakış açılarına varacaktır.

Stalin döneminin bugün Sovyetler’deki moda deyimiyle “yukardan buyurma yöntemi” objektif zorunluluklar açısından önemli ölçüde haklılıklar taşımaktaydı. Oysa Stalin sonrası dönemde koşullar çarpıcı bir şekilde değiştiğinden dolayı aynı uygulamalar için ortada haklı bir neden yoktur. O nedenle bugün savaş açılan bürokratizmin yaygın temeli, hatta bürokrasi ürününün yarattığı çürümeler Brejnev döneminin mirasıdır. Ve kılıcın sivri ucu bu döneme batırılmazsa enerjiler boşa harcanabilir.

Gorbaçov Dönemi ve Yeniden Yapılanma

Andropov başkanlığında sıçrama noktasına dayanan ekonomide ve politikadaki değişim sancısı, Gorbaçov’la birlikte artık yaşayan canlı bir süreç olmuştur.

Eğer parti içinde sancıların yükselme noktasının başlangıcına gitmek istenirse 1975’lere varılır. O dönem şanolar özellikle ekonomik temelde kendini dayatmıştır. Ekonomideki durgunluk artık itiraz edilemez bir şekilde bilimsel teknik devrimin tüm üretim alanlarına çok daha radikal bir hızla yayılmasını gündeme getirmişti. 1975’lerden özellikle 1980’den sonra Sovyet basınında bu konuda tartışmalar yoğunlaşmıştır. Ancak doyurucu pratik adım atılamamıştır.

Çünkü “yeni çalışma yöntemleri büro köşelerinden yönetilmiştir.” (32)

Ancak Gorbaçov’la reformlar XXVII. Kongre’de ilk defa ekonomik sorunların yanında parti yaşamı, ideolojik sorunlar, genel politik sistem alanına yayılmış, yani sorun bütün yönleriyle öne çıkartılmıştır. Yaşanan üç yılda ortaya çıkan, ekonomik sancılarla başlayan değişimde, politik yeniden yapılanma hızla bütün sorunların önüne geçmesidir. Hiç şüphesiz ki olaylardaki bu hiyerarşi -sıralanma- tesadüf değildir. Yeniden yapılanmanın tek garantisi tüm Sovyet insanının yaratıcı insiyatifinin köklü bir Şekilde canlanmasında yatıyor. Bu konuda her türlü “korku”dan uzak durulmalıdır. Ve sonuç olarak “glasnost-açıklık” yeniden yapılanmanın sürükleyici halkası olmuştur.

Elbette bu Glasnost rüzgârında pek çok birikim ortaya saçılacaktı. Yazının başında belirttiğimiz gibi en uç düşünceler tartışma platformuna çıkacaktı. Fakat bütün bu olanlarda sağlıksız bir temel yoktur.

Örneğin bir Sovyet yazan Perestroyka’yı ‘üçüncü NEP” olarak değerlendiriyor. Lenin döneminde başlatılan NEP’i ise şöyle tarifliyor: “Lenin’in Perestroyka programına gelince, onun sosyo-ekonomik muhtevası (kooperatif planı, Partinin ve devletin demokratikleştirilmesi ulusal sorun, “politik sistemimizde değişiklikler”) önce bayağılaştırıldı ve sonra da Stalin ve yandaşları tarafından ortadan kaldırıldı.” (33)

Yazar, NEP dönemine bugünün koşullarından bakınca böyle çarpık sonuçlar çıkarmadan edemiyor. Bu, Partinin genel tespitleriyle ve en son Gorbaçov’un 70. yıl konuşmasındaki görüşlerle çelişmektedir. NEP, yalnızca “savaş komünizminin sıkı uygulamalardan, az çok normal uygulamalara bir dönüş değil, aynı zamanda hız almak için bir geri çekilmeydi. Bunun mantık sonucu NEP’in kendi içinde sosyalist güçlerin ileri bir atağını da barındırmasıdır. Yazar bunu NEP’in kabalaştırılması ve ortadan kaldırılması olarak görüyor. Bugünün yeniden yapılanmasında bir geri çekilme yoktur. Tam tersine uzun yıllar kireçlenen yapının kırılıp, devrimci bir yolla ileri sıçramasıdır gündemde olan.

Öte yandan daha da beteri “Stalinizm, Maoizm, Pol Potizm ve benzerlerini sosyalizme dış düşmanların topundan daha fazla zarar verdiği” teshiridir. (34) Pol Pot ile Stalin ve Mao’nun aynı kefeye konması, hatta Stalin ile Mao’nun aynılaştırılması tam bir ahmaklıktır. Ancak Glasnost yazarları iplerinden boşalınca böyle aptalca tespitlere varabiliyorlar.

Bütün hangi sonuçları çıkartabiliriz. Sovyetler’de hâlâ böyle tezlerin ileri sürülebilmesi, sosyalizm açısından bir tehlike işareti midir?

İlk olarak görüşlerdeki bütün bu dallanıp budaklanma 1934’lerde filizlenen sonra da sistemleşen teorik dogmatizmin kırılışının en doğal sonucudur. Sosyalizmin sağlam temellerinin atıldığı, gelişme yolunda en belirgin teorik sapkınlıkların yenildiği bir dönemde (1934’de) düşman unsurların parti içinden başlattıkları kanlı saldırı (Kirov’un katli), uluslararası planda emperyalizmin sosyalizme karşı topyekün bir taarruza hazırlanma koşullarıyla birleşince, partideki teorik mücadele ufku olağanüstü daralmış, bir tek noktada “emperyalizm ve onun ajanları” parolasında odaklaşmıştır. Bu mantık savaş sonrası yıllara da güçlü te şekilde miras kalmıştır, özellikle Brejnev yıllan teorik dogmatizmi dayanılmaz noktalara vardırmıştır. Bu duvarların şimdi yıkılması kaçınılmaz bir şekilde, yıllardır biriken ve tortulaşan suyun çamuru ve çöpüyle akışını gündeme getirmiştir. Ancak bunda sosyalizm açısından bir “tehlike” yoktur. Yeter ki bütün sağlıksız birikimler ortaya çıkabilsin, Parti’nin ve Sovyet insanının canlı teorik, pratik mücadelesiyle sağlam kanallarda gür bir akıntıya dönüştürebilsin.

İkinci olarak, eğer bugün Sovyet basınında eski hatalarla ilgili pervasız çığlıklar duyulabiliyorsa, bu sosyalizmin dünya ölçüsündeki savunma konumundan ve onun yarattığı sınırlılıklardan yeni bir döneme girişinin işaretleridir.

“Bizim tarafımızdan gönderilen öğrencilerin de katıldığı bir Parti okulunda, Beş Yıllık Plan dönemindeki kazanımlar için Rusya işçileri tarafından yapılmış “fedakarlıklar”ı övenlere karşı, aylar süren keskin bir tartışma oldu. Fedakarlıklardan söz edilmesinin doğru olmadığı kabul edildi; aksi takdirde batıdaki işçiler ne düşünecekti? Oysa ki ilk Beş Yıllık Plan boyunca yaşam koşulları aşırı ölçüde kötü olduğu için fedakarlıklar yapılmıştı ve sosyalizmin inşası için aşırı çaba ve fedakarlık gerektiği anlatıldığında işçi sınıfı korkmaz; tam tersine, bu öncünün sınıf ruhunu canlandırır ve yükseltir. Bu küçük bir örnektir fakat prensipte hatalı bir yönelimi gösteriyor…” (35)

Sovyetler’de, 1950’lerde bir Parti okulundaki bu tartışma “küçük” bir olaydır. Ancak yaşanan deneyler, sorunun boyutlarının ne ölçüde derin ve büyük olduğunu göstermiştir.

Rusya proletaryası bütün geriliklerine rağmen yeni bir çağ açtı. Dolayısıyla, özellikle yaşam koşulları vb. konularda çok daha ileride olan Batı proletaryasının da dünya ölçüsünde öncüsü konumuna yükseldi. Rusya’da sosyalizmin maddi temellerinin var olmadığını savunan Kautskyler aristokrat işçi kesiminin sözcüleriydiler. Batı işçi sınıfına sömürge talanlarından düşen paydan -ya da batı finans-kapitalinin sofra artıklarından- vazgeçemedikleri için burjuva kuyrukçuluğunu teorikleştirdiler. Bu proletaryaya açık bir ihanetti. Batı’da devrim, geniş sömürge talanı imkânlarının, proletarya tarafından cesaretle bir kenara irilmesi demekti. Bu ise, çok geçici ve sınırlı da olsa, Batı işçi sınıfının yaşam koşullarında bir düşüş demekti. Aristokrat işçilerin bilinci bu “korku”yla körleşmişti.

Sovyet dostlar, yukarıda sözü edilen tartışmayla, Batı işçi sınıfını “korkutmadan” devrime hazırlayacaklarını umsalar da, bu tavırlarıyla Kautsky’lerin korkularını canlı tutmaktan öteye bir şey yapmış olmuyorlardı.

Bu “küçük” tartışmadaki öz, Sovyet yaşamına hatta sosyalist ülkeler yaşamına hangi kılıklarda yerleşti. Zaafların örtülmesi başarıların abartılması: Sosyalist ülke sınırları dışına başarılı istatistiklerin, birlik söylevlerinin çıkması, ama sıkıntıların sınır duvarlarının içine hapsedilmesi akıp giden yıllarda Partilerin temel davranış tarzı haline geldi. Böylece, sosyalizm dünya ölçüsünde kolay yoldan çekim merkezi olacaktı. Gerçekçiliğin insafsızlığından ürkmeyelim. Bu davranış tarzının küçük burjuvazinin parlaklığa tutkusundan başka bir şey olmadığını görmek zor olmaz. Sovyet ülkesi ve diğer sosyalist ülkeler devrim günlerinde küçük burjuva deniziydiler. Saflara, özellikle devrim sonrası işçi sınıfı saflarına milyonlarca köylü ve esnaf davranışı taşındı. Demek onların muazzam etkisini, bilinçli bir azınlık konumunda olan Parti kadroları yeterince göğüsleyemediler.

Sosyalizmin artık bu tarz savunulmasına ne gerek vardır ne de imkân… Macaristan, Çekoslovakya, Polonya olayları, Sovyetler’deki üretici güçlerdeki gerilik ve halk insiyatifinin inmelenmesi, bütün bunlar çuvalı delen mızrak ucu oldular, örtülemez boyutlara vardılar. Fakat öte yandan, sosyalizmin dünyadaki gücü artık tartışılamaz bir gerçeklik olmuştur. Sosyalizmin kaba, yani en temel alanlarda savunulması döneminden artık onun bütün iç bağlantılarıyla cesaretle daha yükseltilmesi dönemine geçilmektedir.

Üçüncü olarak, Sovyetler’de artık birbirine karşıt sınıflar çoktan beri yoktur. Çıkarları belli ölçülerde uyumlandırılmış, işçiler, köylüler ve aydınlar vardır. Gelişim süreçlerinden farklı şekillerde etkilenen bu kesimlerden farklı tepkilerin ortaya çıkmaması mümkün değildir. Bu tepkilerin bürokratik tembellik yıllarında örtülmesi en genel geçer yaşam tarzı olmuştur. Karşıt sınıfların ortadan kalkması, karşıt ve çelişkili düşüncelerin ortadan kalkmasını getirmez. Sosyalizmin gelişimi, yeni basamaklan tırmanışı nasıl etki ve tepkisiz, kendiliğinden olabilir? Bu tepkilerin özgür döğüşü sosyalizme güç kaybettirmez, tersine onu sağlamlaştım.

Netice olarak, bugüne kadarki hataların sonucu dumura uğrayan halk insiyatifi ve girişkenliği, Perestroyka’yla bir bakıma yeniden doğuş sancısı içinde. Bu yeniden doğuşun şimdilerde yaşanan dağınık tepkileri, hataların kaçınılmaz bedelidir. Tehlike bu tepkilerin, sapkın uçlarda yığılıp, kemikleşmesinden doğar. Eğer parti, Brejnev dönemindeki aracılığını, şimdi yeniden öncülüğe sıçratabilirse tehlikelerde yükselmeden sönümlenebilir. .

O   nedenle yazımızı sonuçlandırmadan, Gorbaçov’la başlayan değişimin bugün yayıldığı yeni alanları değerlendirmeliyiz.

Bunlar başlıca iki noktada toplanıyor:

Parti devlet ilişkisi ve parti yaşamının demokratikleştirilmesi.

Parti-devlet ilişkisinde Gorbaçov, Konferans konuşmasında şu ana prensibi vurgular: “Esas prensip aşağıdaki gibi formüle edilebilir: Ekonomi, devlet ve sosyal yaşamla ilgili bir tek sorun bile, Sovyetler’den geçmeksizin karara bağlanamaz. Partinin ekonomik, sosyal ve etnik politikası her şeyden önce halk yönetiminin organları olarak Halk Vekilleri Sovyetler’i eliyle uygulanmalıdır.” (36)

Sovyet kanunlarında bunun tersine bir bağlayıcılık yoktur. Ancak akan günlük pratikte parti organları Sovyetler’in üstünde birer vasi durumuna gelmiştir. Parti kararları bu organlarda dövüştürülerek yaygınlaştırılmak yerine kararların daha alınmasıyla birlikte, Sovyetler’in bu kararları kabulü bürokratik bir formaliteye dönüşmüştür.

“Lenin, her komünistin halkın politik önderi olduğunu söylerdi. Emekli Parti üyelerinin hikâyelerinden biliyorum, devrimden sonraki ilk yıllarda durum gerçekten böyleydi. “Bolşevik” kelimesi asla resmi bir konumu belirtmezdi… Bizim, herhangi resmi bir konumu olmaksızın prestij kazanmış insanlara ihtiyacımız var.” (37) Bir partili işçisinin bu tespiti, hem Sovyetler’de Parti üyelerinin mevcut konumlarını, hem de olması gerekeni iyi anlatıyor.

Sovyetler’in etkinliğinin arttırılması yolunda diğer nokta, seçimlerde aday sınırlandırılmasının kaldırılması konusundadır.

“Sovyetler’in teşkil edilmesi sırasında sınırsız aday gösterme hakkı ve geniş, serbest tartışma hakkı garanti edilmelidir.” (38) Bugüne kadar seçimlerde aday gösterme hakkı komsomol, kooperatifler, iş kollektifleri gibi çeşitli halk örgütlenmeleriyle sınırlıydı. Şimdi bütün sınırlar kaldırmaktadır. Böylece kişisel girişimin önü açılmaktadır.

Diğer önemli nokta, Sovyet Vekillerini “geri çağırma hakkının” Gorbaçov’un konuşmasında vurgulanmasıdır. Bu hak, devrimin ilk gününden beri yürürlüktedir. Ancak “son yirmi yılda 8000 vekil geri çağrılmıştır.” (39) 51000 Sovyet’in bulunduğu ve bunlara 2.2 milyon üyenin seçildiği düşünülürse, geri çağırma hakkının pratikte hiç iyi işlemediği ortaya çıkar. “Son yirmi yıl” 1960-80 arasıdır. Bu yıllarda Sovyetler’de işlerin iyi gitmediği bugün artık yeterince açığa çıkmıştır. Bürokratik urlaşmanın en temel haklan nasıl kâğıtlarda ölü bir formülasyona dönüştürdüğünün en çarpıcı örneği, “geri çağırma hakkı”nın yoka çevrilmesidir.

Parti devlet ilişkilerinde en önemli sorun, devlet organlarının Parti’ye pasif uyumunun aşılmasıdır. Devlet kurumlarında ve her alandaki parti birimleri, kararları bu alanlarda yaymak ve geniş yığınları bu yönde kazanmak için canlı bir mücadele yürütmelidir. Uzun yılların pratiğinde parti bütün bu organların üstünde “haksız bir vasilik” yapmıştır. Bu anlayış, bürokratizme karşı mücadelede en önemli halkadır. Böylece, devlet organları ve diğer halk örgütlenmeleri arasında bir siyasi kopuşma tehlikesi ortaya çıkamaz mı? Bu yolda ilk teminat Sovyet Anayasasıdır. Her yöneliş, o anayasanın sınırlarında kalmak zorundadır. Diğer teminat, partinin öncülük yeteneği ve halkın insiyatifidir. Bu konulardaki “korkuların” bürokratik buyuruculukla aşılması ise mümkün değildir.

Parti yaşamının demokratikleştirilmesine gelince, bu konuda da tüzükcül engellerden çok fiili alışkanlıkların kırılması sorunuyla yüz yüze gelinir. Konferans, Parti kademelerindeki en fazla görev süresini on yılla (iki kongre dönemi) sınırlandırmıştır. Oysa Parti kademelerindeki, görevini yürütemeyenlerin alaşağı edilmesini engelleyen bir tüzük maddesi yoktur. Fakat Parti yaşamındaki canlılık inmelenince böyle yeni kurallara başvurulması demek ki kaçınılmaz oluyor.

Özetle, Gorbaçov reformlarındaki her şey, yığın insiyatifinin canlandırmasından geçiyor. O nedenle, kararların tek tek irdelenmesi yazımızın sınırlarını aşar, ancak her kararda sorun gelip yığın insiyatifine dayanıyor. Artık Ferestroyka’nın “ikinci dönemi” (Gorbaçov) başlamıştır. Yani değişimlerin teorik çerçevesinin çizilmesinden, pratik uygulama dönemine geçilmiştir. Bu pratik gidişi her devrimci titizlikle izlemeli ve irdelemelidir.

Sonuç

Perestroyka’yla sosyalizm bir döneme giriyor. Bu “dönem” sosyalizmin kuramsal aşamalarından birisi değil, tamamıyla Sovyetler’de sosyalizmin gelişinin özel bir aşamasıdır. Herhangi bir ülkede tekrarlanması ne bir kader ne de bir kaçınılmazlıktır. Ancak bu büyük deney her devrimci örgütlenme için zengin bir yol göstericidir.

Çalışan yığınların topyekün insiyatifi temeline dayanan sosyalizm, bürokratik yozlaşmalarla kendi canlı özüne yabancılaşabilmiş. Şimdilerde bu çember kırılıyor.

Böyle bir adım atılırken neden Stalin döneminin tartışma gündemine geldiği çok açıktır. Sovyet insanına Stalin döneminin bütünüyle savunulması, bürokratik urlaşmanın ebedileştirilmesi olarak görünüyor. Zorunlu olarak şekillenen aşın merkezileşmenin ardından gelen dönemlerde aşılamaması, tersine bürokratik yozlaşmaya dönüşmesi ister istemez Stalin dönemini otopsi masasına yatırıyor. Fakat öte yandan Stalin döneminin topyekün inkarı, sosyalizm için açık bir tehlikedir. Sovyetler’de yaşanan günleri “üçüncü NEP” olarak görmek, 1929larda Stalin’in kararlı tavrıyla kulaklara karşı açılan mücadeleyi “NEP’i bozmak” olarak değerlendirmek hatta Buharin’in kulakların adım adım, “ekonomik bir savaşla” aşılması tezlerinin daha doğru olduğunu savunmak, sosyalizmden liberal yozlaşmaya yelken açmak demektir. 1929larda Sovyet iktidarının önünde, burjuva artıklarının yumuşak bir gidişte tasfiyesi için fazla zaman yoktu. Bu günün nesli, “Glasnost” ortamında eğer eskiyi yeterince titiz değerlendirmeden, böyle ahmakça görüşlere re saparsa, bu Sovyet sosyalizmi için gerçek tehlike olur. O günlerde, gerek ülke içinde kapitalizmin kalıntılarına ve gerekse emperyalist kuşatmaya karşı var olmak ya da yok olmak mücadelesi verildi. Oysa bugün “uygarlık krizi” adına daha uzun yıllar kapitalizmle birlikte yaşamanın teorileri yapılıyor. “Uluslararası yumuşama”, dünyadaki keskin sınıf karşıtlıklarını kimi kafalarda bulanıklaştırıyor. Tam bu noktada, Stalin döneminin bütün kazanımlarının açıkça teslim edilmesi büyük önem taşır. “Büyük Tasfiye” döneminin hatalarını, bütün Stalin dönemine yaymak, buradan hareketle özellikle Stalin’in kişiliği ile uğraşmak, bugünün rahat ortamında Glasnost aydınlarının liberal gevezelikleri olmaktan öteye bir anlam taşımaz. Sosyalizmin, 1934’lerden itibaren biraz da dogmatikçe savunulma telaşı, bizzat sosyalizmin bazı namuslu, dürüst savaşçılarının “tasfiye” edilmesine neden olduğu artık tarihi bir gerçekliktir. Ancak bu acı gerçeklikten hareketle, liberalce diz dövmeler işimiz olmamalı.

Yazımızı “yeni düşünce”yle ilgili bir notla sonuçlandıralım. Sovyetler’deki uygulamalar, genel özüyle olumlu özellikler taşıyor. Yıllardır geciken adımlar atılıyor. Ancak bunların, uluslararası mücadeleye yansıması ve uluslararası sınıf mücadelesine bakışlar aynı seviyede olumluluklar taşımıyor. Tam tersine oldukça önemli sapmalar “yeni” kılıklarda derinleşiyor. Ve bu sapmaların kaynağı Kruşçev ve Brejnev döneminden mirastır. O günlerin iç politikada olumsuz yanları onarılmaya çalışılırken, uluslararası planda aynı adımlar neden atılamıyor? Bu konuyu da gelecek sayımızda irdeleyeceğiz.

Dipnotlar

(*) Çeka kuruluşundan sonra birkaç isim değiştirmiştir. Önce NKVD sonra KGB olmuştur. Biz yazımızda ondan en bilinen ismiyle, Çeka olarak söz edeceğiz.

  1. Moscow News, No 18, 1988
  2. E. Preobrazhensky, The New Economics, s. 129
  3. “ “ ay. s. 89
  4. “ “ ay. s. 229
  5. Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 283
  6. Stalin, ay. s. 327
  7. N. I. Buharin, Selected Writings, s. 254
  8. Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 296
  9. B. N. Ponomaryov, History of The Communist Party of the Soviet Union
  10. Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 542
  11. A. Medvedev, Let History Judge
  12. “ “ ay.
  13. Stalin, Leninizmin Sorunlan s. 718
  14. H. McNeal, Resolutions and Decisions of the Communist Party of the Soviet Union, Cilt III
  15. Stalin, Werke, Band 14
  16. H. McNeal, ay.
  17. ay.
  18. ay.
  19. T. H. Rigby, Khruschevs “Secret Speech” and other Documents
  20. ay.
  21. Lenin, Cilt 35
  22. T.H. Rigby ay.
  23. “ “
  24. Stalin, Werke, Band 14
  25. T. H. Rigby ay.
  26. Moscow News, No:19, 1988
  27. T. H. Rigby, ay.
  28. Y. Levada, Why Reform Didn’t Work Then, Moscow News, No:18, 1988
  29. Y. Levada ay.
  30. H. McNeal, Cilt I
  31. The Second Congress of The Communist International, Minutes, Cilt 1
  32. Gorbaçov, XIX. Konferans Konuşması
  33. Y. Karyakin, Moscow News, No 23, 1988
  34. “ “
  35. Palmira Toliatti, Interview with Nuovi Argometi, 1956
  36. Gorbaçov, XIX. Konferans Konuşmasından
  37. A Sukhanov, Moscow News, No 12, 1988
  38. Gorbaçov XIX. Konferans Konuşması
  39. STP, 1982