Kıvılcımlı’nın Mirasının Güncel Anlamı Üzerine Değinmeler* – Fikret Kızıltan

Yol, Sayı 15, Kasım Aralık 2008

Güncel siyasetle tarih arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Güncel siyasal mücadeleleri yürüten özneler önlerindeki meselelere tarih tarafından koşullandırılmış çerçeveler içinde bakarlar. Bu anlamda tarih bugünü etkiler. Ancak bir yandan da tarih, güncel siyasi mücadelelerin ihtiyaçlarına bağlı olarak sürekli yeniden ya­zılır, yeni anlamlar kazanır. Güncel siyaset ta­rihi yeniden inşa eder. Tarihi konuşmak gerçekte bugün üzerine konuşmaktır.

Kıvılcımlı’nın politik mirası üzerine dü­şünürken de hareket noktamız ister istemez bugünün politik sorunları olacaktır. Kapita­lizmin son 30 yıldaki dönüşümünün getirdi­ği yenilikler ve dünya güç dengelerinde son 15 yılda yaşanan alt üstlük, teori alanındaki gelişmelerle birlikte devrim ve sosyalizm mücadelesinin de yenilenmesini bir zorunlu­luk haline getiriyor. Sosyalizm mücadelesinin yeni bir döneminin belki de eşiğinde olduğumuz şu günlerde, bundan 35 yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız Kıvılcımlı’yı a­nımsamanın ne anlamı olabilir? Kıvılcımlı’nın mirası 2006 yılının Türkiye’sinde devrimci mücadele için ne anlam ifade edebi­lir?

Yeni bir döneme başlarken geçmiş dönem­lerdeki mücadele pratiklerini ve düşünsel mi­rası gözden geçirmek mücadele tarihinde neredeyse kural niteliğindedir. Kuşkusuz aslolan her zaman güncel gerçekliktir. Tarihi gözden geçirme eğilimi ise, didaktik bir öğ­renme çabasından ziyade geçmiş kuşakların bıraktığı mirasın Marx’ın deyimiyle yaşayan­ların üzerine bir kâbus gibi çökmemesi için, onu güncel siyasetin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden yorumlama ihtiyacının ürünüdür. Belki de bu yüzden her yeni söz, geçmişe müracaat etmek zorunda hisseder kendini, çünkü geçmiş (her zaman) yanlış ya da eksik anlaşılmıştır.

Bu yazı Hikmet Kıvılcımlı’nın devrimci mirası üzerine yeni tespitler yapma iddiasın­da değildir. Burada Kıvılcımlı’nın düşünsel-politik mirası üzerine bir değerlendirmeden çok, bu mirasa bugün nasıl bir perspektiften bakmak gerektiği ve onun güncel siyasal öne­mi üzerinde durulacaktır.

Aşağıda Kıvılcımlı’nın çok kaba olarak ö­zetlediğim kimi tespitlerinin her biri elbette detaylı araştırmalar ve tartışmalar yapmayı hak etmektedir. Bu konudaki araştırmaların derinleştirilmesine başta belirttiğimiz gibi salt entelektüel bir merak değil asıl olarak bu­günkü mücadelenin problemleri yön vermeli­dir.

* * *

Türkiye’de devrimci mücadele saflarında Marksist teori üretimi deyince herhalde ilk akla gelen isim Kıvılcımlı olacaktır. Kürt sorunu, Kemalizm, Türkiye’nin tarihi ve top­lumsal yapısı, ordu, din, strateji vs. hemen hemen solun tüm çetrefil konularında Kıvıl­cımlı’nın özgün ve alanında çoğu ilk olan ça­lışmaları mevcuttur. 1920’li yıllardan 1971’e kadar 50 yıllık mücadeleci bir yaşam pratiği ve kaleme alınmış onlarca eserle Kıvılcımlı’nın sosyalist hareketin en üretken militanı olduğunu söylemek herhalde abartı olmaya­caktır. Hikmet Kıvılcımlı tarihten felsefeye, edebiyattan psikolojiye, siyasetten ekonomi­ye çok çeşitli alanlarda onlarca broşür ve ki­tap yayınlamıştır. Eski yazıyla kaleme alınmış olup henüz yayınlanmamış çalışmaları da mevcuttur. Kıvılcımlı’nın ele aldığı tüm konu başlıklarına bu yazıda değinmek mümkün de­ğil. Ancak Türkiye’de sol siyaset açısından önem taşıyan konulara dair temel yaklaşımla­rını ortaya koymaya çalışacağım.

Kemalizm

Kemalizm’e bakış, Türkiye sol hareketini ayrıştıran başlıca konulardan biridir. 1920’li yıllarda şekillenen TKP’nin Kemalizm’e kar­şı net bir tutum alamamasının ardında politik ve teorik nedenler sayılabilir. Kemalist ikti­darın bir kurtuluş savaşının ardından kurul­muş olması ve Sovyet Rusya ile ilişkileri politik açıdan TKP’yi Kemalizm’e karşı ta­vır almakta tereddüde düşürmüştür. Ayrıca Marksizm’in II. Enternasyonalci kavranışının da bunda önemli bir etkisi olmuştur. TKP önderlerine göre Kemalizm feodalizme karşı ileri bir aşamayı temsil ediyordu. Bu yüzden Kürt isyanlarına ve İslami renk taşıyan tep­kilere karşı desteklenmeliydi. Türkiye’de sosyalizme geçebilmek için önce Kema­lizm’in kurduğu burjuva düzenin oturması, “gerici” kalıntıları temizlemesi ve böylece proletaryanın sınıf savaşımı için koşulları ha­zırlaması gerekiyordu. Kabaca ifade edilen bu tutum, TKP’nin, Kemalist iktidarın ülke­de gücünü pekiştirmeye yönelik hamlelerine yedeklenmesine yol açtı. Bu konuda parti i­çinde farklı sesler dile getirilmiş olsa da Ke­malizm karşısındaki bu zaaflı duruş büyük ölçüde sürmüştür.

Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’ların başında, yani burjuva iktidarının pekişmiş olduğu ve Kemalizm’in bir ideoloji olarak sistematize edildiği koşullarda, Elazığ cezaevinde kale­me aldığı Yol çalışması TKP’yi Kemalizm’in etkisinden kurtarma çabası olarak da görüle­bilir. Kıvılcımlı bu çalışmasında Kema­lizm’in bir burjuva ideolojisi olduğunu söylerken TKP’nin o dönemdeki tezlerini tekrarlamış olur. Ancak Türk burjuvazisinin ilericiliğinin 1923’ten itibaren bittiğini ilan eden Kıvılcımlı II. Enternasyonalci kavrayı­şa ağır bir darbe indirir. Kıvılcımlı’ya göre Türk burjuvazisi emperyalizme karşı devrim­ci rolünü Kurtuluş Savaşı sırasında oynamış ve zaferden sonra kendi soygun düzenini kur­muştur. Zaten onun bütün ilericiliği içerde köylü yığınlarını mobilize etme ihtiyacından, uluslararası alanda ise Bolşevik iktidarla itti­fak halinde emperyalizme karşı cephe açma­sından kaynaklanıyordu. “Türk burjuvazisi, Türkiye’nin sömürge kurtuluşu mücadelesin­de devrimci rolünü oynadı ve zaferden sonra kendi soygun düzenini kurdu. Zaferin gani­meti ile yaşıyor. Türk proletaryası, yarım kalan ve yarım bırakılmak istenen işi bütünleştirecek, sömürge kurtuluşunu yapan Türkiye halkını sosyal kurtuluşa götürecektir.”(1) Kıvılcım­lı, “önce kapitalizm gelişsin, sonra sınıf sa­vaşı…” anlayışını softalık olarak görür. Zaten Türkiye’nin proletaryanın öncülüğünde bir devrim için “geri” olmadığını düşünmekte­dir.

Kıvılcımlı, Yol’da Kemalizm’e karşı net bir tutum ortaya koyar. Kemalizm’in ideologluğuna soyunan Kadroculara karşı sert eleşti­rilerde bulunur. Kemalizm’in bir burjuva ideolojisi olduğunu söylemekle kalmaz, onu Bonapartizm’e benzetir, ancak emperyalist dönemindeki Bonapartizm’in farkı mali oli­garşinin egemenliği altında gerçekleşiyor ol­masıdır. Kimi yerlerde 1930’ların Kemalist iktidarı “militarist faşizm” olarak tanımlanır. Bu tanımı yapan Kıvılcımlı’nın Kema­lizm’den herhangi bir ilericilik beklentisi ol­ması söz konusu değildir.

1960’lı yıllarda gelişen sol harekette Ke­malizm tartışmaları önemli bir yer tutmaya devam etti. Kemalizm’i bir tür sosyalizm o­larak gören anlayışlardan komprador burju­vazinin ideolojisi olarak gören anlayışlara kadar çeşitli yaklaşımlar geliştirildi. 1960’ların sonunda Kemalizm’i bir küçük burjuva i­deolojisi olarak görmek yaygın olan görüştü. Kıvılcımlı bu dönemde de Kemalizm’in burjuva ideolojisi olduğunu, Kurtuluş savaşının küçük burjuvazinin değil Türk burjuvazisinin önderliğinde yürütüldüğünü ısrarla vurgula­dı.

Bugün sol harekette Kemalizm’in etkisi kendisini çeşitli gündemlerde ortaya koy­maktadır. Özellikle siyasal İslam’a karşı gös­terilen laik-modernist refleks ve Kürt meselesindeki sosyal şoven tutumlar Kema­lizm’in sosyalist hareket üzerindeki etkisinin sürdüğünün temel göstergeleridir. Türkiye’de düzenin kurucu ve asli ideolojisi olan Kema­lizm karşısında net bir tutuma sahip olmak devrimci Marksist bir var oluşun temel koşu­ludur. Kıvılcımlı’nın özellikle 1930’ların ba­şında kaleme aldığı Yol’da ileri sürdüğü görüşler, ulusalcı yaklaşımların sola şırınga ettiği Kemalist etkilere karşı panzehir işlevi görecek niteliktedir.

Kürt Sorunu

Hikmet Kıvılcımlı’nın sosyalist harekete en büyük katkılarından birisi Türkiye’nin bu­gün de en yakıcı demokrasi problemi olan Kürt sorunu konusunda getirdiği açılımlardır. 1933 yılında kaleme aldığı İhtiyat Kuvvet: Şark adlı eserinde Türkiye’nin şark meselesi­nin temelde bir ulusal sorun olduğu açık bir şekilde ortaya konulur. Kürtlerin ayrı bir u­lus olduğunu belirten Kıvılcımlı’ya göre dış ilişkilerinde emperyalizme bağımlı olan Türk devleti aynı zamanda kendi çapında bir emperyalist güçtür. Çünkü Kürdistan’ın Türki­ye sınırları içinde kalan topraklarında bir sömürge yönetimi kurulmuştur.

Kıvılcımlı dini gericilik kılıfıyla yaftala­nan Kürt isyanlarının ulusal karakterinin altı­nı çizer. Kürtlerin bir ulus olduğunu vurgulayan Kıvılcımlı sınıfsal analizi de el­den bırakmaz. Kürt feodal önderlikleriyle yoksul köylüler arasında isyan anlarında bile sınıf mücadelesinin sürdüğünü güncel örnek­lerden yola çıkarak açıklar. Kıvılcımlı’ya gö­re Kemalizm’in sömürgeci tahakkümüne karşı gelişen Kürt isyanlarında iki temel zaaf söz konusudur. Birincisi isyanlara ağaların ve şeyhlerin önderlik ediyor olması, İkincisi ise emperyalizme bağlanan umutlardır. Kıvıl­cımlı, Kürdistan halkının mücadelesinin an­cak kurulacak bir Kürdistan Komünist Partisi’nin yol göstericiliği ve köylülerin ön­derliği ile başarıya ulaşabileceğini belirtir. TKP’nin de görevi böyle bir partinin örgüt­lenmesine yardımcı olmaktır.

Kıvılcımlı misakı millici değildir, sınırla­rın çok yapay bir şekilde emperyalizmin bas­tonu tarafından çizildiğinin ve Kürdistan’ın parçalandığının farkındadır. Ayrıca Kürdistan’da yürütülecek mücadelenin bölgenin toplumsal ve siyasal koşulları nedeniyle Tür­kiye’nin Batısındaki mücadeleden farklı bir karakterde olacağının bilincindedir. Bu yüz­den Kürtlerin ayrı örgütlenmesini gerekli gö­rür. Ancak Türk devletine karşı Kürt ve Türk devrimcilerinin ortak mücadele etmesi gerek­tiği vurgulanır. Kürtlerin ulusal mücadelesi Türkiye devriminde proletaryanın ittifak gücü olması anlamında İhtiyat Kuvvet olarak tanımlanır.

Kıvılcımlının 1933’te yaptığı tespitlerden bugün hem Kürt ulusal hareketi hem de Tür­kiye sosyalist hareketi açısından çıkarılması gereken sonuçlar vardır. Sömürge tespitinin yanı sıra Kürtlerin ayrı örgütlenme hakkı ü­zerinde durmuş olması Kıvılcımlı’yı sol hare­kette günümüzde de sürmekte olan tartışmalar açısından hala son derece önemli kılmaktadır. Türk devletinin Kürdistan’daki egemenliğinin niteliği ve Kürtlerin örgütlen­mesi sorunu bugün de sol hareketi bölen ko­nuların başında gelmektedir. Sömürge gerçekliğini görmeyen sol örgütler ayrı örgütlenme konusunda da Kürt ulusal hareketini inkâra varacak bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Kürt hareketi açısındansa, emperyalizmden beklenti­lerin büyük hayal kırıklıkları yaratacağı tespiti bugün için de geçerli olan bir tehlikeye işaret etmektedir. Ayrıca feodal önderliklere karşı köylülerin önderliği meselesi de bugün kendi içinde sınıfsal gerilimler yaşayan Kürt hareketi için dersler çıkarılacak niteliktedir. Bugün de Kürt hareketinin ne yönde evrileceği Kıvılcımlı’nın 70 küsur yıl önce işaret et­tiği iki temel konuya bağlıdır; Mücadeleye hangi sınıfın önderlik edeceği ve emperyaliz­me karşı alınacak tavır. Kürt burjuvazisine karşı yoksul Kürt halkının inisiyatifinin öne çıkması ve emperyalizme karşı duruş konula­rında İhtiyat Kuvvet: Şark’ta yapılan tespitler güncelliğini hala korumaktadır.

Toplumsal ve Siyasal Yapı

Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı devletinin 19. yüzyıldaki reform çabalarını kapitalizmin ge­lişimi çerçevesinde ele alır. Batılılaşma, mo­dernleşme gibi kavramların kapitalistleşmeyle eş anlamlı olduğunu vurgular. 1908 devriminde komprador burjuvazinin iktidara geldiği­ni, Kurtuluş savaşında ise Anadolu burjuvazisinin iktidarının kurulduğunu belir­tir. 1920’li yıllardan itibaren burjuva egemenliği doğrudan tekelci bir karakter taşır. Bu dönemden itibaren Türkiye’de egemen zümre burjuvazi içinde de bir azınlık olan “finans-kapital” olarak belirlenir. Komprador burjuvazinin yerinden edilmesiyle ekonomi­de finans-kapitalin (siyaset düzlemindeki i­fadesiyle mali oligarşinin) egemenliği kurulmuştur.

Türkiye’de kapitalizm kendinden önceki sömürü ve tahakküm mekanizmalarını tasfi­ye ederek burjuva demokrasisini kurmak ye­rine eski güç odaklarıyla uzlaşarak hatta onların gücünü pekiştirerek kendi iktidarını kurabilmiştir. Ekonomik alanda finans kapi­tal kırlardaki geleneksel elitlerle işbirliği ha­linde sömürü düzenini kurmuştur. Kıvılcımlı’nın 7000 yıllık tefeci-bezirgan sermaye dediği asalak güç finans kapitalin ye­rel bayileri haline gelmiştir. Bu yüzden Kıvılcımlı Türkiye’de egemen sistem kapita­lizm olsa da kapitalizm öncesi dönemden kal­ma sermaye ve sömürü biçimlerinin modern biçimlerle melezleşerek sürdüğünün altını çizmiştir. Türkiye kapitalizminin özgünlüğü de bu melez yapıdan kaynaklanmaktadır. Kıvılcımlı’ya göre bu melez yapılar sadece Türkiye için değil tüm sömürge ve bağımlı ülkeler için geçerlidir.

Siyasi açıdan ise Cumhuriyet’le birlikte kurulan düzen, mali oligarşinin diktatörlüğü olarak belirlenir. Türk burjuvazisi toprak a­ğalarıyla, tefeci-tüccar tabakalarla uzlaşmış, toprak reformu, siyasi özgürlükler gibi de­mokratik görevleri gerçekleştirmeden kendi baskı düzenini kurmuştur. Bu yüzden demok­ratik devrimin gerçekleştirilmesi işçi sınıfı ve köylülerin misyonudur. Kıvılcımlı’ya göre Türk burjuvazisi demokrasiyi geliştirme po­tansiyeline sahip değildir, bu yönde bir bek­lentiye girilmemelidir. Demokrasi ancak işçi ve köylü yığınlarının mücadelesi ile ve bir devrim sonucunda kazanılabilir.

Kıvılcımlı’nın antika-modern karması o­larak gördüğü finans kapital-tefeci bezirgan ittifakı, bu iki kesimin çıkarlarının rezonansa gelmesi ile açıklanır. Günümüzde kapitaliz­min gelişim seviyesi düşünüldüğünde artık kapitalizm öncesi öğelerle iç içe geçen bir ya­pıdan çok, çeşitli ölçeklerdeki kapitalist iliş­kilerin oluşturduğu karmaşık bir yapıdan söz etmek daha doğru olacaktır. Ancak Kıvılcımlı’nın analizim bugün için de geçerli kılan yö­nü onun yerel iktidar odaklarının egemen sisteme hangi mekanizmalar üzerinden bağ­landığını, hangi çıkarların rezonansa geldiği­ni ve böylece hangi ittifakların oluştuğunu incelemiş olmasıdır. Bugün de Türkiye’de ik­tidarın işleyiş mekanizmasını anlamak böyle dinamik analizlerin yapılmasını gerektiriyor. Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekteki güç o­dakları arasında oluşan bağlantıların ekono­mik sömürü ve siyasi mücadele açısından ne gibi sonuçlar doğurduğu ve günümüz Türki­ye’sinde yarattığı özgünlükler Kıvılcımlı’nın somut olaylardan hareket eden yöntemiyle incelenmelidir.

20. yüzyılın başında itibaren burjuvazinin ilericiliğinin bittiğini vurgulaması ise, bugün uluslararası ya da ulusal burjuvaziden ilerici­lik bekleyen liberal ya da ulusalcı eğilimlere karşı demokrasinin asıl olarak halk sınıfları­nın mücadelesine bağlı olduğunu ve devrim mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğini ha­tırlatmak açısında önem taşımaktadır.

Tarih Tezi

Kıvılcımlının kapitalizmin evrensel eği­limlerini göz ardı etmeden yaşadığı toprakla­rın özgünlüğünü anlama çabası onu Tarih Tezi adı altındaki çalışmalarına götürmüştür. Kıvılcımlı’yı tarih incelemelerine sevk eden Türkiye toplumunu derinlemesine kavrama ihtiyacı ve tüm dünya üzerindeki sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki siyasi mücadelele­ri açıklama çabasıdır. 1950’li ve 60’lı yıllar­da sömürge ülkelerde devrimler ulusal kurtuluş mücadeleleri biçiminde gerçekleşmiştir. Buralardaki mücadelelerin doğrudan sosyalizm hedefi ile gerçekleştirilmesi II. Enternasyonal’in aşamacı anlayışı ile bağdaşmı­yordu. Geri olarak görülen toplumlar ileri kabul edilen ülkeleri geçerek sosyalizm he­defti devrimler gerçekleştiriyorlardı.

Kıvılcımlı bu ülkelerde kapitalizmin henüz sindiremediği kapitalizm öncesi geleneklerin bu devrimlerde önemli bir rol oynadığını be­lirtmiş ve komünist partilerin sadece kapita­list yapı ve ilişkileri değil henüz kapitalizm tarafından sindirilememiş olan bu gelenekle­ri de hesaba katması gerektiğini vurgulamış­tır.

Kıvılcımlı’nın tarih çalışmalarında asıl o­larak Osmanlı ve İslam tarihi ayrıntılı bir bi­çimde incelenmektedir. Yalnız Tez’in kapsam alanı çoğu zaman sanıldığı gibi sadece “Do­ğu” toplumları değildir. Tez, belli bir coğraf­yayı değil, ilk medeniyetlerin (sınıflı toplumun) ortaya çıkmasından kapitalizmin ortaya çıktığı zaman kadar geçen yaklaşık 7 bin yıllık dönemi incelemektedir. Bu yüzden Tez’de Akdeniz medeniyetlerinin yanı sıra, Çin ya da Amerika’daki uygarlıklara da değinilir; yeri geldiğinde Osmanlı ve Fransa top­rak düzenleri arasındaki benzerliklerin altı çizilir. Kapitalizm öncesi dönemde farklı coğrafyalarda şekillenen uygarlıklar arasın­da kategorik bir ayrım söz konusu değildir. Toplumlar arasındaki kategorik farklılık ka­pitalizmin ortaya çıkması ile başlar. Kapita­list Batı ülkeleri dünyanın geri kalanı karşısında farklı bir rota izlemeye başlar. Kıvılcımlı Batı ve Doğu kavramlarını coğrafi bir tanım olarak değil zamansal bir ifade o­larak kullanır. “‘Batı’, Avrupa coğrafyasında bir bölge değildir, insanlık tarihinde bir aşamadır.”(2) Doğu, sınıflı toplumun ortaya çı­kışından kapitalizme kadar geçen dönemi ifa­de etmektedir, Batı ise kapitalizm ile eşanlamlı olarak kullanılır.

Kıvılcımlı tarihte ilkel, köleci, feodal, ka­pitalist toplum dizilişini reddeder. “İlkel sos­yalizm” olarak adlandırdığı sınıflı toplum öncesi dönem ile kapitalizm arasında “antika tarih” vardır. Antika tarihte kent medeniyetleri sınıflı toplumun örgütlenmesiyken barbarlar ilkel sosyalist geleneklerin sürdürücüsüdür. Ortaçağ ya da feodalizm, Avrupa’ya özgü bir üretim bi­çimi olarak değil bütün antik medeniyetlerin başlangıç ve çöküş dönemlerinde yaşanan ge­çici bir dönem olarak resmedilir. Kıvılcımlı, Doğu’ya özgü üretim biçimi arayışının kesin olarak karşısında durur. Antik tarihin yasala­rı tüm dünya için geçerlidir. Bu açıdan Tarih Tezi, insanlık tarihine Avrupa merkezci ve oryantalist bakışların köklü bir eleştirisini su­nar.

Antik tarihte göçebe barbarlarla yerleşik medeniler arasındaki mücadelelerin rolünü ö­ne çıkaran Kıvılcımlı salt üretim aletlerinin gelişimine odaklı teknolojisi açıklamaya kar­şı coğrafi şartların, ticaret yollarının, savaş­ların, toplumsal örgütlenmenin, ilkel sosyalizm dediği çağlardan kalma gelenekle­rin etkin bir rol oynadığı daha dinamik bir ta­rihsel açıklama ortaya koymaya çalışır. Alt yapı üst yapı ikiliğini kullanmakla birlikte salt üretim araçları üzerinde odaklanan eğilime karşı somut tarihin şekillenişinde kültü­rel, sosyal, siyasi ve askeri faktörlerin etkisini öne çıkarır. Teknoloji zaten antik çağ boyun­ca çok az değişime uğramıştır. Antik çağın e­zilenleri olan köleler sosyal devrim yapacak potansiyele sahip değillerdir, iktidarı devir­seler bile sonuçta yeni bir köleci düzen ku­rulmaktadır. Sosyal devrimlerin söz konusu olmadığı bu dönemde barbarların kılıcı ile “tarihsel devrimler” gerçekleşmiştir. Kıvıl­cımlıya göre, medeniyetleri yıkan barbarlar yıkıcı oldukları kadar dönüştürücü bir rol de oynamışlardır.

Antik çağda barbarların yaşattığı ilkel sos­yalist gelenekler kapitalizmin ortaya çıkışın­da da diğer etmenlerin yanı sıra önemli bir rol oynamıştır. İngiltere örneği üzerinde bunu inceleyen Kıvılcımlı “İlkel sosyalizmden ka­pitalizme” geçiş ifadesini kullanır. İlkel sos­yalist gelenekler kapitalizmin topluma derinlemesine nüfuz ettiği “emperyalist met­ropollerde” yok olsa da, güçlü bir hegemonya kuramadığı sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde sürmektedir. Kıvılcımlı “üçüncü dünya” olarak adlandırılan bu ülkelerde em­peryalizme ve kapitalizme karşı yürütülen mücadelelerde ilkel sosyalizmden kalma ge­leneklerin önemli bir rol oynadığını düşün­mektedir. Ancak bu gelenekler, modern sınıflar mücadelesinin taraflarından birisinin yanında saf tutmak zorundadır. Çünkü göre­ce “geri”, güçsüz ya da eskiyle uzlaşık olsa da egemen olan sistem sonuçta kapitalizmdir.

Kıvılcımlı Türkiye’de ilkel sosyalizmden kalma geleneğin Osmanlı devlet sınıfları çi­zerinden sürdüğünü düşünmektedir. Jön Türkler, Kurtuluş Savaşı’nı yapan kadro, 27 Mayıs bu geleneğin ürünleridir. 1960’h yıl­ların Türkiye’sinde vurucu güç olarak nitele­diği “silahlı ve aydın gençlik” kapitalizmin henüz bünyesinde eritemediği bir tarihsel devrimci geleneğin temsilcisidir. Ordu gençliği ve aydın gençlik (devlet sınıflarının alt tabakaları) dışında Alevi-Türkmen köylerin­de ve Kürt aşiretlerinin yaşantısında ilkel sos­yalist (barbar) gelenekler sürmektedir. Bunlar kapitalist üretim biçiminin henüz bütünüyle bünyesinde eritemediği tarihsel kalıntılardır. Kapitalizmin bu tarihsel devrimci kalıntıları çözmesini beklemek yerine, bu gelenekleri proletaryanın devrim mücadelesinde ittifak gücü olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu toplum kesimlerinin kapitalist gelişime karşı direnci Leninist siyasetin hesaba katma­sı gereken bir gerçekliktir.(3) İşte Türki­ye’deki ve genel olarak üçüncü dünyadaki sınıf mücadelesini “emperyalist metropoller­deki” mücadelelerden farklı kılan bu tarihsel koşullardır.

Kıvılcımlı ilerici gerici kavramlarını çoğu zaman tersyüz eder. Kapitalizm öncesinde sa­dece derebeyleşen “antika” devletleri değil aynı zamanda ilkel sosyalizmin mirasçısı bar­barları da gördüğü için kapitalizmin gelişimi­ne doğrudan bir ilericilik atfetmez. Zaten tekelci dönemde kapitalizm tüm ilerici potan­siyelini yitirmiştir. Öyleyse “feodalizme” karşı desteklenecek bir kapitalizm söz konu­su değildir. Burjuvazinin devrimci barutunu tüketmiş olması bir yana, kapitalizm öncesi toplum, bünyesinde barındırdığı eşitlikçi söy­lem ve pratikler dolayısıyla bütünüyle “geri” olarak da görülemez. Daha da önemlisi tarih­sel gelenekler kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelede önemli bir rol üstlenebile­cek bir potansiyele sahiptir. Örneğin Kıvıl­cımlı millet kavramının ümmet anlayışına karşı daha ileriyi temsil ettiğini düşünmez. Hatta ümmet ideolojisinin, emperyalizme karşı direnişte milli ideolojiye göre çok daha birleştirici bir kavram olduğunu düşünür.(4)

Tarih Tezi özünde sömürge ve yarı sömür­ge ülkelerin sol hareketlerinde “burjuvaziyi bekleme” siyasetine teorik bir cevap niteliğindendir. Tezin politik açılımlarının yarattı­ğı tartışmalara aşağıda değinilecektir.

Dine Yaklaşım

Aslında Kıvılcımlı’nın tarih çalışmaları­nın bir parçası olan din konusu güncel siya­setteki ağırlığı nedeniyle ayrı bir başlık altında ele alınmayı hak ediyor. Kıvılcımlı’nın dine yaklaşımı Marksist geleneğe sin­miş olan pozitivist/aydınlanmacı anlayıştan dikkat çekici ölçüde farklıdır. Öncelikle Kıvılcımlı katı dinsel ve seküler düşünce ayrı­mını aşan bir pozisyonda durmaktadır. Dinsel düşünce ile seküler düşünce arasında kalın bir duvar çekmek aydınlanmanın mirasıdır. Kıvılcımlı ise din içi tartışmaları insanlığın genel düşünce evrimi içinde ve sosyo-politik faktörlerle birlikte değerlendirir. Dini kaba­ca “halkın afyonu” ya da muhafazakâr bir i­deoloji olarak görmez. Tarihte birçok kez gerçekleştiği gibi din, toplumsal dönüşümle­rin ve devrimlerin de ideolojisi olabilir. Ö­nemli olan dine, hangi sınıf ve gruplar tarafından nasıl bir anlam yüklendiğidir ya da daha kaba bir deyimle dinin hangi amaçlar i­çin kullanıldığıdır.

Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de geniş halk yığınlarının dini akımları kolayca benimsemesi cahillikle açıklanacak bir du­rum değildir. Alt sınıflar açısından dine yö­neliş çoğu zaman, modern-laik bir etiketle iktidara gelen burjuvazinin sömürü ve baskı­sına duyulan tepkinin bir ifadesidir aslında. Bu yüzden Kıvılcımlı ünlü Eyüp Konuşma­sında olduğu gibi, güncel sömürü ve tahak­küm mekanizmalarını anlatırken ve bunlara karşı mücadele çağrısı yaparken İslam dinine ve tarihine referans vermekten çekinmez.

Kıvılcımlı’nın din karşısındaki tutumu 1970’lerde sola hakim olan kaba ateist söyle­me göre çok daha ilerdedir. Günümüzde ise dine ve siyasal İslam’a yaklaşım daha kritik bir konu haline gelmiştir. Son 25 yılda geniş halk kesimleri üzerinde dini ideolojinin etki­si artmıştır. Siyasal İslam’la devletin asıl sa­hibi “laik” kanat arasındaki çekişme alt sınıfları da bu eksende kutuplaşmaya sevk et­mektedir. Sol hareket, son derece heterojen bir nitelikte olan ve Müslüman ülkelerde em­peryalizme karşı muhalefetin dili haline ge­len İslam’a yaklaşımda bugün Hikmet Kıvılcımlımın titizliğine ve yaratıcı yaklaşımına büyük ihtiyaç duymaktadır.

Kitlelerle İlişki

Türkiye’de 1974-80 aralığı dışında sosya­list hareket geniş halk yığınlarıyla güçlü bağ­lar kuramamıştır. 1960 sonlarında üniversite öğrencileri arasında belli bir yaygınlık yaka­lanmış olsa da işçi ve köylüler büyük ölçüde burjuva partilerinin etkisi altındaydı. Kıvılcımlı’nın sol harekete dair yaptığı tartışmalarda en çok üzerinde durduğu sorunlardan birisi hareketin geniş halk kesimlerini örgüt­leme konusundaki yetersizliğidir. Kıvılcımlı’nın bu zaafın aşılması yönünde iki ana vurgusu olduğu söylenebilir. Birincisi halkın gelenek ve görenekleriyle, popüler bilinciyle uyumlu bir dilin geliştirilmesidir. Kıvılcımlı konuşma ve yazılarında halkın popüler bilin­cine seslenmeye çalışır. Ayetlerden hadislere, efsanelerden halk deyimlerine, manilerden küfürlere kadar halk kültürünün çeşitli öğe­lerine başvurur. Gerçi bu çabasının çoğu za­man ortalama okur için metinlerin anlaşılmasını daha da güçleştirdiği söylene­bilir. Ancak burada Kıvılcımlı Tun bu çaba­sında ne kadar başarılı olduğundan ziyade çabasının yönü önemlidir. Bugün de halkın popüler bilincine seslenebilecek bir dilin ge­liştirilmesi solun temel sorunlardan birisidir.

Fakat Kıvılcımlı için solun örgütlenme so­runu elbette bir dil sorunundan ibaret değil­dir, sorunun kökü daha derinlerdedir. Kıvılcımlı’nın daha önemli ikinci vurgusu halkın gündelik yaşamındaki sorunları esas alan bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesi ge­reğidir. Sol, çoğu zaman “yüksek siyaset” yapmaktan halkın gündelik sorunlarına eğil­menin önemini kavramamaktadır. Kıvılcımlı ilk yazılarından itibaren Türkiye sol hareke­tinin ajitasyon ve propaganda çalışmasına denk düşen bir örgütlenme yaratamamış ol­masını eleştirmiştir. Sol kendi içinde onlarca örgüt kursa da halk örgütleri yaratma konu­sunda oldukça kötü bir karneye sahiptir. Bu durum sol hareketin halkın gündelik müca­delesi üzerine düşünsel ve pratik bir yoğun­laşma içinde olmamasının sonucudur.

“Biz siyasi bilinç deyince, büyük ve soyut formülleri kitaplardan alıp tekrarlamak sayı­yoruz. Oysa siyasi bilinç bu değildir. Yani, dünyanın her yanında, siyasi bilinç deyince: Yığınların en küçük, günlük küçük dilekleri­ni toplayıp, memleket ölçüsünde ve dünya öl­çüsünde değerlendirmek anlaşılır.

“Biz küçük işleri küçümsüyoruz.

“Fabrika’da işçinin patronla ücret, yahut süre, yahut çalışma, şartları yahut başka her­hangi bir konu üzerindeki dileklerini o kadar önemli görmüyoruz. O kadar parlak yüksek sosyalizmle meşgulüz ki, yani biz o sosyaliz­mi ortaya dökersek, her şey düzelir sanıyo­ruz.

“Tabi büyük yığınlar ise, o küçük meselele­rin küçük olmadığını, hiç değilse Türkiye öl­çüsünde bir mesele olduğunu, hatta dünya ölçüsünde bir mesele olduğunu anladığı za­man siyasi bilince varacaktır.

* * *

“Yığınlarımızı kendi hareketimiz içinde -yahut hiç olmazsa kendi hareketimizin etkisi altında- görmek istiyorsak, önce kendi dav­ranış ve düşünce sistemimizi değiştirmek la­zım. Bu davranışımızla salonlardaki kulüp toplantıları biçiminden artık çıkmak, fabrika­ya gitmek, mahalledeki, esnaf çarşısındaki, köydeki insanların günlük küçük problemle­rini ve tabi dileklerini göz önünde tutup onlara aksiyonla yol göstermek ve katılmak… Bundan başka çıkar yol yok.”(5)

Kıvılcımlı kitleleri bilinçlendirmek için yapılan ajitasyon ve propagandanın etkisinin sınırlılığının farkındadır. Kitlelerin ajitasyon ve propaganda ile değil ancak kendi deneyimleriyle öğreneceğini ısrarla vurgulamış­tır. Bu yüzden önemli olan gündelik pratik mücadelenin içinde olmak, bu mücadeleye şekil vermek ve bu yolla örgütlenmektir.

Teori-pratik İlişkisi

Kıvılcımlı Lenin’in “Devrimci teori olma­dan devrimci pratik olmaz” sözünü tüm mü­cadele hayatının temel şiarlarından biri olarak benimsemiştir. Bir yandan da teorisizmin ve dogmatizmin mücadeleye verdiği za­rarlara sürekli dikkat çekmiştir. Olaylarla teorik formüller arasında mutlak bir uygun­luk olamayacağı bilinciyle soyut teorik doğ­rularla somut gerçeklik arasında bire bir tekabüliyet aranmasına şiddetle karşı çıkmış­tır. Somut olgularla teorik formüller arasında bir çelişme olduğunda ise tereddütsüzce for­mülleri bir kenara bırakmıştır. Kıvılcımlı bu tutumunu soyut doğrular yerine “olaylara bakmak” olarak açıklar. “Somut durumun so­mut tahlilini” yapmak yerine güncel gelişmeleri açıklamada genel teorik doğruları tekrarlamayı politik analiz yapmak sananları “Marksizm’in softaları” olarak niteler.

Kıvılcımlı’nın en çok eleştirdiği konular­dan biri soyut tartışmaların somut pratiğin ö­nüne geçirilmesidir. Teorik doğruların somut gerçeği analizde yeterli olamayacağını, olay­ların formüllerin kabına sığmayan özgünlük­leri olabileceğini vurgular. Teorinin sınanacağı yer nihayetinde pratiktir. Bu yüz­den teorinin her zaman tarihsel pratiğin ışı­ğında yeniden gözden geçirilmesi gerekir.

Ordu meselesi

1950’li yıllardaki İkinci Kuvvayı Milliyecilik söylemi ve 1960’h yıllarda tarih çalış­malarının bir sonucu olarak geliştirdiği “vurucu güç” tespiti, Kıvılcımlı’nın daha sonraki yıllarda Kemalist, hatta cuntacı olmakla eleştirilmesine neden olmuştur. Aslın­da 1960’lı yıllarda ordu içerisinden 27 Mayıs benzeri, hatta ondan daha ileri bir hareketin çıkabileceği düşüncesi solun genelinde yaygın bir beklentidir. Bu dönemde TSK’nın orta ve alt kademelerindeki rahatsızlık ve hareketlenme yer yer isyanlarla sonuçlanacak ölçüdeydi. Böyle bir gelişmeyle devrimci bir siyasi öznenin ilgilenmemesi düşünülemezdi elbette. Sorun bu tür imkanları değerlendire bilecek bir örgütlü gücün mevcut olmamasıydı.

Hikmet Kıvılcımlı 1960’lı yıllar boyunca asıl olarak örgüt sorununa ve işçi ve köylü­lerin örgütlenmesi konularına vurgu yapmış­tır. “Ordu gençliği” ise sınıf mücadelesinde yararlanılacak bir Türkiye orijinalitesi olarak değerlendirmiştir. 1950’lerde ortaya attığı İkinci Kuvvayı Milliye söylemi, başlangıçta halkın güncel bilincine seslenmek için düşü­nülmüş olsa da 27 Mayıs sonrasında ordu ve bürokrasinin alt tabakalarındaki radikal eği­limlerle rezonans kuran dil olmuştur 1960’larda “İkinci Kurtuluş Savaşı” ifadesi hemen hemen solun tüm kesimleri tarafından dillendirilmektedir. Kıvılcımlı aslında İkinci Kuvvayı Milliye deyimini ilk olarak Vatan Partisi’nin kuruluş gerekçesinde bir toplum­sal kurtuluş programının popüler ifadesi ola­rak gündeme getirmiştir. Vatan Partisi programının Lenin döneminde Sovyetler Bir­liği’nde uygulanan NEP programının Türki­ye koşullarına uyarlanmış hali olduğunu belirtir. İkinci Kuvvayı Milliye ifadesi de bu­nu halkın popüler hafızasında yankı bulacak tarzda ifade edilmesinden ibarettir.

Ordu meselesinde Kıvılcımlı’nın yaklaşı­mına ilişkin olarak cuntacılık suçlamasından daha anlamlı bir tartışma, birisi teorik diğeri politik nitelikteki iki konuda yapılabilir. Bi­rincisi, 1960’lı yıllarda ordu ve bürokrasinin orta ve alt tabakalarındaki radikal eğilimler Kıvılcımlı’nın ifade ettiği gibi Osmanlı dev­let sınıflarına oradan da barbarlığa uzanan yüzlerce yıllık bir geleneğin ürünü müydü, yoksa güncel toplumsal ve siyasal çelişkilerin sonucu muydu? Ya da hangisi ne ölçüde etki­liydi? 1960’lı yılların Türkiye’sinde bizzat Kıvılcımlı’nın vurgulayarak gösterdiği kapi­talizmin gelişkinlik seviyesi düşünüldüğün­de asıl ağırlık devam eden geleneklere mi yoksa kapitalizmin gelişiminin yarattığı güncel çelişkilere mi verilmelidir? Öte yandan Kıvılcımlı tarihsel devrimci gelenekleri öne çıkarmakla beraber, aslında TSK’ya dair in­celemelerinde güncel siyasi çekişmelerin, sı­nıfsal çelişkilerin, hatta kurum içi gerilimlerin analizini de yapmaktadır. Özel­likle 27 Mayıs Yön’ün Yönü kitabı buna ör­nek gösterilebilir. Bu kitabında Kıvılcımlı’nın “devletçiliğimiz”in eleştirisini yaptığı düşü­nülürse bu eleştiriyle olumlanan “dirlikçi devlet sınıfları” geleneği arasında bir gerilim olduğunu kabul etmek gerekir.(6) Süregelen “gelenek” vurgusu Kıvılcımlı’nın mirasının yeniden gözden geçirilmesi gereken bir yö­nünü oluşturuyor. Bizzat Kıvılcımlı’nın ken­disi bu gözden geçirmeyi mümkün kılacak analitik yaklaşımı sunmaktadır.

Ordu konusunda tartışmanın ikinci boyu­tu ise politik olarak yeterli bir güce sahip o­lunmadığı bir dönemde çeşitli dinamiklere seslenmek için yapılan taktik esnemelerin ne gibi sonuçlar doğuracağı sorunudur. Kıvılcımlı’nın konjonktüre duyarlılık ve atılgan­lık özelliği, onun hiçbir zaman güçlü bir örgütlülük içinde yer alma şansına sahip ol­madığı düşünüldüğünde, kimi zaman siyaset­te naiflik olarak görülebilecek sonuçlara yol açmıştır. Burada bunlara işaret etmekle yetineceğiz.

Kıvılcımlı Ulusalcı mı?

Yukarda anlatılanların bu soruyu zaten ce­vapladığı düşünülebilir. Ancak günümüzde yükselen şovenizmin soldaki yansıması olan ulusalcı eğilim, solun tarihini kendi pozisyo­nunu meşrulaştıracak tarzda içini boşaltarak sözde sahiplenmeye çalışmaktadır. Bu yüz­den solun devrimci mirasını kurda-çakala (kı­zıl elmacılara) yem etmemek bugün büyük bir önem taşıyor.

28 Şubat sürecinden bu yana Hikmet Kıvılcımlı’nın mirasına sahip çıkma iddiasında olup “ulusal sol” bir çizgi tutturmuş olan grup ve kişiler var. Politik olarak önemli bir varlıkları olmasa da “mide bulandıran” bu çevreler, Kıvılcımlı’nın 1950’li ve 1960’h yıllardaki yaklaşımlarını politik-tarihsel bağlamından ve Kıvılcımlı’nın teorik ve politik üretiminin bütünlüğünden koparıyorlar. Bu­günkü MGK’cı çizgilerine Kıvılcımlı’yı pa­yanda etmek isteyenler onun Kürt sorunu ve Kemalizm tespitlerini görmezden geliyorlar. Böylece hayali bir ulusalcı Kıvılcımlı karika­türü yaratmaya çalışıyorlar.

Yukarda İkinci Kuvvayı Milliye deyimin­den Kıvılcımlı’nın ne anladığını ifade etmiş­tik. Toplumsal kurtuluş perspektifinin halk bilincine hitap edecek bir şekilde dile getiril­mesi anlamındaki Kuvvayı Milliye deyimi ı- le günümüzdeki devletçi-şovenist Kuvvayı Milliyeciliğin bir ilişkisi yoktur. Kendisi de gençliğinde bizzat Kuvvayı Milliye içinde yer almış olan Kıvılcımlı 1950’li yıllarda Kuvvayı Milliye deyimini özellikle tercih et­mişti. O dönemde yakın tarihin konusu olan Kuvvayı Milliye, Kurtuluş Savaşı sırasında­ki halk inisiyatifini temsil ediyordu. Müdafa­ayı Hukuk Cemiyetleri ise Kurtuluş Savaşında Anadolu burjuvazisinin örgütlenmesiydi. Bu yüzden Kıvılcımlı, Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerine asla referans vermez, onunla bir özdeşlik kurmaz. Siyasetini sade­ce halkın mücadele geleneklerine bağlama ihtiyacı duyar. Kıvılcımlı’yı sözde benimse­yerek laik/şovenist “sol” çizgide saf tutmak kendisinin deyimiyle düpedüz kalpazanlıktır.

İki Kıvılcımlı mı?

Kıvılcımlı’ya ilişkin iddialardan birisi de onun 1920’li ve 30’lu yıllardaki teorik yakla­şımları ve siyasi tutumlarıyla 1950 sonrası a­rasına kalın bir duvar örmektir. Birincisi genç Bolşevik Kıvılcımlı, İkincisi ise Kemalist-orducu Kıvılcımlı olarak resmedilir. Özellikle Kürt meselesinde görüşlerini değiştirdiği bi­le ileri sürülebilmiştir.

Kıvılcımlı’nın farklı dönemlerdeki poli­tik-taktik tutumları elbette siyasi ortama gö­re şekillenmiştir, ancak temel konularda yaklaşımlarını değiştirdiği söylenemez. Ela­zığ Cezaevi’nde kaleme alman Yol çalışma­sındaki tutum Kıvılcımlının tüm yaşamında izlediği çizginin temel taşlarını oluşturmuş­tur. Ancak buradaki siyasi önermelerinin bü­tününü siyasi taktiklere dönüştürme şansına sahip olamamıştır. Kıvılcımlı 1938 Donanma Davasından sonra Cezaevinde geçirdiği 12 yıl boyunca derinleştirdiği tarih çalışmaları­nın etkisiyle yeni düşünceler de geliştirmiştir. Örneğin “vurucu güç” tespiti, üretici güçlere dair getirdiği yeni tanım vb. düşünceleri bü­yük ölçüde 1940’lı ve 1950Tİ yıllarda sistem­li hale getirmiştir.

Kıvılcımlı’nın düşünsel-politik evriminde bir kesintiden ziyade gelişim söz konusudur. Tarih Tezi’nin ilk işaretlerini Yol’daki analiz­lerinde görmek mümkündür. Türkiye tarihine ilişkin ilk analizlerini zamanla zenginleştir­miş ve insanlık tarihi üzerine yaptığı çalışma­lar sonucunda yeni bir tarih teorisi ortaya koymuştur. Siyasi tutumlar açısından, örne­ğin Yol’da yer alan “Legaliteyi İstismar” tak­tiğinin onun tüm mücadele yaşamına yayılmış bir taktik olduğu söylenebilir. 1930’larda legal yayıncılık, 1950’lerde legal parti, 1960’larda sendika ve dernek faaliyet­leri bu taktiğin dönemsel açılımlarıdır. Kıvılcımlı’nın geniş halk kesimlerine ulaşmak için yasal olanakları azami ölçüde kullanma ça­bası hareketin 1960’lara kadar çok dar bir ay­dın ve işçi çevre ile sınırlı kalmış olmasının bir sonucudur.

Kıvılcımlı’nın Kürt sorununa ilişkin İhti­yat Kuvvet: Şark’taki yaklaşımını mücadele hayatı boyunca bir siyasi taktiğe dönüştürme­diği bir gerçektir. Ancak bu durum Kıvılcım­lı’nın Kürt meselesinde önerdiği siyaseti dövüştürebilecek imkan ve araçlara sahip ol­maması ile ilgilidir. 1950’li ve 60’lı yıllarda Kıvılcımlı Kürt sorununu gündeme taşıyabi­leceği bir politik atmosfer olduğunu düşünmez. 1960 sonlarında bir panelde bu konuda neden yazmadığı sorulduğunda “Sıkmıyor, ondan” cevabını vermiştir. Ankara’da Mart 1971’de yapılan bir seminerde ise gençlerin ısrarlı soruları üzerine yaptığı açıklamalar Yol’daki tespitlerinden başka bir şey değil­dir.^) Kıvılcımlı, Kürt sorunu üzerine tespitlerinin yasal bir ortamda ifade edilmesinin mümkün olmadığını düşünüyordu. Tıpkı si­lahlı mücadele sorunları gibi Kürt sorunu da Kıvılcımlı’ya göre salon toplantılarında rahat rahat konuşulabilecek, yasal olarak yazılıp çizilebilecek bir konu değildi. Kürt sorunu “ancak eylemlerin konuştuğu bir alandır”.(8) Aslında 1960’ların sonundaki politik ortam düşünüldüğünde Kıvılcımlı’nın bu konuda aşırı ihtiyatlı bir tu­tum sergilediği söylenebilir. Kürt sorunu, bu dönemde Kıvılcımlı’nın taktik politika alanı­nın dışında kalmıştır. 12 Mart öncesinde İh­tiyat Kuvvet’in basılmamış olması, solun genç kuşaklarının Kürt sorunu konusunda Kı­vılcımlı’nın daha 1930 Tarda ifade ettiği doğ­ruları el yordamıyla keşfetmesine yol açmıştır.

Kıvılcımlı ölümünden kısa süre önce kale­me aldığı günlük notlarında Kürt sorununa i­lişkin temel yaklaşımını sürdürmektedir.(9) Kürt sorununa dair bir pratik siyasi yöneliş geliştirmemiş olsa da bu konudaki duyarlılı­ğının onun genel tutumuna sinmiş olduğunu aşağıdaki örnekte görmek mümkündür. 1967 yılında kaleme alman Uyarmak İçin Uyan­malı broşürünün giriş kısmında TİP progra­mım eleştirirken “Türk işçisi” tabirinin kullanılmasını şovenizm olarak değerlendi­rir: “‘Türkiye’de’ nüfus kâğıdına rağmen kendisine ‘Türk’ten başka ad veren yığınlar var. Programa göre öncü sınıf ‘Türk işçi sınıfı’dır. Bilerek mi bu şovenizme düşülüyor, bilmeyerek mi? Hepsi bir.”(10)

* * *

Kıvılcımlı’nın mirası kuşkusuz onun ki­taplarından ibaret değildir. Bütün devrimci önderler gibi değeri, düşünce ve davranışla­rının bütününden kaynaklanmaktadır. 50 yıllık mücadele hayatı boyunca sürdürdüğü azmi, direngenliği, cesareti, inadı onun düşünsel-politik mirasının ayrılmaz bir parça­sıdır. Henri Barbüs’ün ardından söylemiş olduğu sözü Kıvılcımlı’nın kendisi için söyleyecek olursak o, “parlak bir kitap değil, savaşçı bir hayattır”.

Kıvılcımlı’nın tüm hayatına yön veren ça­bayı ve tüm yaşamına hâkim olan duyguyu i­yi anlatan bir pasajı Legaliteyi İstismar broşüründen aktararak bitirelim:

“Burjuvazi bizi gizli yargılamak istedik­çe, biz cezaevinden çıkışımızdan, yolda ge­lişimizden, mahkeme koridorlarından geçişimizden, mahkemenin ilk duruşma, son karar celselerinden, kapı altlarında bekleyişi­mizden, cezaevi içindeki yaşayışımızdan, ö­zetle her yerden ve her şeyden yararlanarak, olanak bulursak yüksek sesle, bulamazsak fı­sıldayarak; ağzımızı dikerlerse kaşımızı gö­zümüzü oynatarak yüzümüzle; yüzümüze maske geçirirler, peçe takarlarsa, başımız, e­limiz, kolumuz, ayağımızla; elimize kelepçe, boynumuza lâle, kolumuza zincir, ayağımıza pranga takarlarsa, duruşumuz, oturuşumuz, hatta giyinişimizle; öldürülürsek geberme­mizle, gömülsek mezarımızla, yakılarak du­manımız havaya savrulsa heyulamızla, hatı­ramızla… her neyle olursa olsun, ajitasyonumuzu yapacağız! Burjuvazi bizi is­tediği kadar ezsin, sıksın, kapasın, biz bir de­lik bulup kızıl soluğumuzu halka duyuracağız!”

Dipnotlar

(1) Hikmet Kıvılcımlı, Strateji Bahsi, s. 9’dan akt. Mehmet Yılmazer, “Türkiye’de Proletarya Hareketi ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı”, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Devrimci Hareketin Genel Otokritiği içinde, Alaz Yay., İstanbul 1994, s. 61

(2) Kıvılcımlı, 27 Mayıs Yön’ün Yönü Devletçili­ğimiz, Bibliotek, İstanbul 1989, s. 54

(3) Bu konuda sistematik bir değerlendirme 1995 yılında Ekrem Demirci tarafından yapılmıştır. Bkz. “Alevi Tarihsel Devrimciliğinin Kökleri”, Direniş, Kasım 1995, S.31; “Alevi Tarihsel Devrimciliğinin Günümüze Uzanışı”, Direniş, Aralık 1995, S.32; “Le­ninist Öncü Siyaset ve Aleviler”, Direniş, Ocak 1996, S.33

(4) Kıvılcımlı, Yol Anıları, Derleniş Yayınları, İs­tanbul 1988, s.188-192

(5) Kıvılcımlı, Üç Seminer, Derleniş Yayınları, İs­tanbul 2000, s. 159-160

(6) “İlkel sosyalist” gelenekleri sürdüren bir başka kesim olduğu belirtilen Alevi ve Türkmenlere dair analizde böyle bir sorun söz konusu değildir. İktidarın uzağında ve görece erişilemez bölgelerde yaşayan bu kesimlerin yaşayışında eşitlikçi geleneklerin sürme olanağı iktidarın merkezinde olanlara nazaran çok daha fazladır.

(7) Kıvılcımlı, Durum Yargılaması, Derleniş Ya­yınları, İstanbul 1999, s. 124-129

(8)A.g.e., s. 125

(9) Kıvılcımlı, Yol Anıları, s. 67

(10) Kıvılcımlı, Uyarmak İçin Uyanmalı Uyan­mak İçin Uyarmalı, Derleniş Yayınları, Ankara 1980, s. 18

*Daha önce Teori ve Politika dergisinde 2006 kış sayısı no:40‘da yayınlandı.