REDDETTİĞİMİZ MİRAS VE SOSYALİST HAREKETİN TARİHİ KÖKLERİ (III) – Hüseyin KORKMAZ
Çağdaş Yol, Sayı 8, Ağustos 1989
“YOL” PROLETARYA SOSYALİZMİNİN VE BU ZEMİNDE BİRLEŞMESİ GEREKENLERİN TARİHİMİZDEN GELEN GERÇEK BİR TEORİK PLATFORMUDUR.
Gerçekleri atlayamaz veya nihai olarak saklayamazsınız. Gerçekler ne kadar yok sayılsalar da, unutturulmaya çalışsalar da bir gün mutlaka sözcülerini bulurlar. Ve çürümeye terk edildikleri yer altından yeniden başını kaldırmaktan geri kalmazlar. İşte “Yol”un günümüzdeki durumu tam böyledir. Olaylarca ve eleştiriyle aşılmayınca 40-50 yıl hasıraltı edilmiş de olsa, “Yol” sosyalist hareketin gündemine kendi bileğinin hakkına girecektir. Hatta günümüzde belli ölçülerde girmiştir de.
Sosyalist hareketimizce ve olaylarca da aşılmaktan oldukça uzak olan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Yol” adlı çalışması, Türkiye devriminin, hemen tüm konularını aydınlatmakta, sosyalist hareketimizin, Marksist-Leninist temelde yeniden yapılandırılabilmesinin, güçlü bir platformu olma özelliğini bugün dahi korumaktadır demiştik, Çağdaş Yol’un 6. sayısında. 1932-33 yıllarında Elazığ Hapishanesi’nde kaleme alınan bu eserin, aradan 56 yıl geçmesine rağmen böyle bir iddiayla yeniden gündeme getirilmesi, bizim gibi yenilik peşinde koşan bir hareket için paradoks olarak görülebilir. En yenilikçi görün ama getir en eskiyi sosyalist ortama dayat. Pek çok dürüst insan, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diyecektir haklı olarak. Ama görünüşle değil işin özüyle ilgilenenler soruna böyle yaklaşmak zorunda. Eğer 56 yıl sonra devrimci hareket Türkiye’de güçlü bir proletarya partisinden yoksunsa, hem bunun nedenlerini araştırmak hem de 56 yıl veya 80 yıl kadar da olsa geriye gidip hareketi ve partiyi inşa edebilmek için sağlam temel taşları bulmak, korumakla, buğdayı ayıklamak zorundayız. Mücadele bizimle başlamıyor çünkü. Şark’ın o tarihin birinci yılını kendisiyle başlatan sahip zuhuru olmamak, her zamandan çok şimdi gerekli.
Eğer bu durum bir paradokssa, bu paradoksla bile, Türkiye Sosyalist Hareketinin trajik gelişim seyri ortaya çıkmaktadır. Hareketin tarihi üzerinde yaptığınız araştırmalar, bizi oldukça ilginç sonuçlara vardırmaktadır. Türkiye Sosyalist Hareketinin tarihi içinde, doğru, devrimci ve proleter olan çözümler, yaklaşımlar, sürekli ‘susuş kumkuması’ ağır baskı, işkence, hapislik sarmalıyla, ortamın ve zindanların ‘taş ve yaş duvarları arasında’ boğulmak istenmiştir. Ve boğulmuştur. Bir de devrimci teorinin ’emniyetin’ ve ‘partinin’ tozlu arşivinde farelerin kemirici eleştirisine tabi tutulma, Kemalizm’e kuyrukçuluk+provokasyon veya küçük burjuva elemanların, çözülme, kaçış ve mültecilikten ibaret olan solculuğunun, sürekli popüler edilerek, kitlelerin devrime yönelişinin bir de bu biçimde engellenmesi veya bentlenmesi durumu vardır.
Biz, hareketin tarihi üzerinde inceleme araştırma yaparken, diğer ülkelerin özellikle de sosyalizme geçmiş ülkelerin devrim deneyleri arasında böyle bir durumla karşılaşmadığımızı özellikle belirtmeliyiz. Elbette ki hala kapitalizmin, faşizmin pençesinde debelenen pek çok ülkede benzer trajik durumların yaşandığını biliyoruz. Zaten yüzyıla yakın bir süredir mücadele verilmiş dönem dönem iktidarın eşiğine kadar gelinmiş bu ülkelerde, devrimin gerçekleşmemesi, sosyalizme geçemeyiş başka ne ile izah edilebilir. Bizde hareketin gelişmesini ve ilkellikleriyle ilgili ileri sürülen “üretici güçlerin gelişme düzeyinin çok geri olması ve ağır baskı koşulları” gibi nedenler sorunun sadece trajikomik boyutlarda yaşanmasından başka bir durumu izah etmemektedir.
İşte, “Yol” bu trajikomik durumun, tarihsel ve evrensel önemde -başına gelenlerle birlikte- teorik bir belgesi olmaktadır. Trajedinin boyutu, buraya kadar belirttiğimiz nedenlerle, öteki devrime ulaşamamış ülkelerde de, benzeri gelişmeler yaşandığı için evrenseldir. Ulusal boyutu ise, günümüze kadar, Türkiye Sosyalist Hareketinin yaşadığı süreçlerde ve güncel durumlarda ifadesini bulmakladır. “Yol” da dile getirilen ‘teori kırıntıcılığı’ ve teorik ‘kofluğun’ bugün dahi aşılmaktan -Yol’daki diğer pek çok tespitle birlikte- uzak olduğu görülmektedir.
7-9 tasnif edenlere göre değişiyor. Kitap ve her kitabın bölüm başlıklarından oluşan “Yol”un genel planında dile getirilen konulardan hangisi günümüzde aşılmıştır. Bunu okur iyi düşünmelidir.
Elbette okur bu plana ve kitaplardan yapacağımız kimi alıntılara bakarak yeterli bir fikir edinemeyecektir. Ayrıca dilde 1932-33’lerin dili yani çok eskidir. Günümüz Türkçesine uyarlanarak yeniden basılacağı söylenmektedir ve bu çok olumlu ve yerinde bir adım olacaktır. Ama ‘Yol’un 1000 sayfayı aşan bütünlüğü, belirtilen biçime getirilmiş haliyle okunduğunda, okur, önceleri, Kemalizm, cuntacılık, örgütlenme ve Kürt sorunu gibi Türkiye devriminin önemli tartışma konularında, kendisinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile ilgili apotvnist şef bozuntularınca yaratılan ön yargıların yıkılışını yaşayacak ve bizimi iddialarımıza hak verecektir. Elbette bu noktada tam da yaşamını devrim davasına adayan devrimcinin, 1000 sayfalık bir yazıyı bile objektif okuma cesaretini gösterip göstermeyeceği sorunu karşımıza çıkıyor. Kaldı ki kendisi bu sabır ve cesareti gösterecek bile olsa acaba şu anda içinde yer aldığı gurubun şartlandırma veya engellenmesini, bu kadar basit ama o kadar hayali konuda aşabilecek mi? Bu da ayrı bir tartışma konusudur. Teoriye ilgisizliğin, bunca yenilgi ve yıkıma rağmen hala sürdüğü, işin teorik kırıntılarla, kof bir böbürlenme ve kendine sevdalandırma temelinde görüldüğü Türkiye Sol ortamında, yukarıda değindiğimiz 5-6 günlük bir okuma çalışmasını bile gösterecek devrimcinin alnından öpmek gerekecektir. Yol’un genel planı şöyledir:
KİTAP1: GENEL DÜŞÜNCELER
Sunuş-Yol-Teori-Geç Gelme
KİTAP 2: YAKIN TARİHTEN BİR KAÇ MADDE
Türkiye’de kapitalizm öncesi işçilere kısa bir bakış- bir karşılaştırma- arpa boyu: Türkiye’de burjuva devrimi başlangıçtan -bir damla: Meşrutiyet burjuvazisi- Cumhuriyet burjuvazisi ve Bolşevizm
KİTAP 3: PARTİ’DE KONAKLAR VE KONUKLAR
İlk Yol gösteren kazıklar-Başlangıç konak ve konukları ütopizm (Onbeşler ve Halk İştirakiyun Fırkası)- Aydınlıkçılık+müterakkipçilik=kuyrukçuluk (Hazırlık konak ve konukları: Marksizm’e doğru)
KİTAP 4: PARTİ VE FRANKSİYON
Sentezleşmeye doğru son konak -Fraksiyonculuk karşısında Komünist-Leninist-Parti ve Fraksiyonlar-
Anarko-Bundizm: Dar azınlıkçılık: Komünizm softalığı: Ültimatomculuk- gelişiminden rakamlar-Konak yakma ve Bolşevikleşme.
KİTAP 5: STRATEJİ BAHSİ
Strateji Planı-Devrim
DÜŞMAN: BURJUVAZİ
Serbest rekabetçilik ve kapitülasyonculuk -sanayileşme ve yeni evrensel -Türkçülük-Sermaye birikişi- Ekonomik yapı özellikleri.
MÜTTEFİK: KÖYLÜ
Köyde sınıf ilişkileri-Burjuvazi ve köylü-Proletarya ve Köylü-Ortak düşmanlar: Ağalık artıkları, tefeci sermaye, finans kapital, burjuva devleti-Ortak emek birliği gereklilik
KİTAP 6: İHTİYAT KUVVET: MİLLİYET (ŞARK)
Giriş-usul ve plan-Kürt milliyeti-sosyal ilişkiler ve köylülük-sömürge siyaseti-parti ve doğu
KİTAP 7: TAKTİK ANA HALKASI: LEGALİTEYİ İSTİSMAR
Taktik ana halkası: İllegalite+Legalite+Legalite Plan ve şartları-Legalite zorluk ve tehlike
Bundan önceki yazımızda, Yol’un ilk on yıllık mücadele deneylerinin işlendiği 1. ve 3. kitaplarından, sosyalist hareketin tarihine açıklık getirmek için bazı alıntılar yapmıştık. Bu yazımızda ise, Yol’un kısa bir tanıtımı ve tarih içindeki yerine değinmekle birlikte; güncel problemlerin çözümünde de bir kılavuz olup olmayacağını, birkaç tartışma konusunda, getirdiği yaklaşımları alıntı biçiminde yazımıza koyarak, irdelemeye çalışacağız. Eğer bu yapıt teorik bir belge olmanın ötesinde, güncel sorunlara da ışık tutabiliyorsa, o zaman sosyalist hareketimizin tarih içindeki ana kökü sayılmalıdır. Elbet ana kökle birlikte, bir ağacın başka kökleri yoktur demek, bitkilerle ilgili bilime aykırıysa, tarihimizde Yol’dan başka hiçbir teorik belge yok demek te sosyal bilime aykırı olacaktır.
Yol’un kendisi ve bereketin tarihi içindeki yeriyle ilgili biraz bilgi vermeye çalışalım. Yol, 1932-33 Elazığ Cezaevi’nde yazılmıştır, demiştik. Bu cezaevine düşme olayı ise, TKP tarihinde ‘İzmir Tevkifatı’ olarak bilinen tutuklamalar zinciri sonucu alınan cezayla birlikte gerçekleşmiştir. Bu tevkifatın yayınlanmasında ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı da içine almasında poliste o dönem parti sekreteri olan İsmail Bilen’in (Laz İsmail) çözülmesinin büyük rolü vardır (1). İsmail Bilen cezası biter bitmez yurt dışına sıvışmış, bir daha da sosyalizm cennetinden ülkeye dönme zahmetinde bulunmamıştır. Kıvılcımlı’nın ise, polisteki tavrı, cezaevi sonrası, Marksizm Biblioteği, Emekçi Kütüphanesi ve Günün Meseleleri dizisinin onlarca kitap bastığı, partiyi yeniden inşa için, en ağır sorumluluklardan çekinmediği ve bu faaliyetleri yüzünden daha sonra Nazım Hikmet’in paniğinden patlayan ikinci bir provokasyonla, 15 yıl ağır cezaya çarptırıldığı bilinmektedir. İşte Yol’un böylesi bir dönemin ve ortamın, yukarıdan ortama bir parti sekreterinin, partiyi polise teslim etmesine rağmen, inançtan, azim ve kararlılıktan hiçbir şey kaybedilmemesinin ürünüdür.
Eğer günümüzde bir manifestodan bahsedilecekse Yol’da proletarya sosyalizminin, direniş ve kararlılığın manifestosudur. Bu kadar ihanet ceza ve işkence altında Marksizm’e-Leninizm’e bağlılığın ve geliştiriciliğin manifestosudur. İşimiz elbette küçük burjuva devrimcileri gibi duygu çatlatmak değil. Sadece tarihin adaletini yerine getirmeye çalışıyoruz ve getireceğiz. Bundan kimse kuşku duyasın.
Bin sayfayı aşan bu teori hazinesi hakkında denecekler şimdilik sığ ve yetersiz kalabilir. Elbette Yol’u kavramanın tek biçimi, eserin tüm kitaplarını, büyük bir sabır ve titizlikle etüt edercesine incelemek olacaktır.
Yol, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1929 başlarından itibaren kendi deyişi ile bir ‘üniversiteye’ çevirdiği Elazığ Cezaevi’ndeki çalışmalarının ürünüdür. Hikmet Kıvılcımlı, bu dört yıllık hapishane hayatını, ‘alfabesinden cebri âlâsına dek’ bilimsel sosyalizmi etüt etmek üzere değerlendirmeyi bir görev olarak önüne koymuştur. Bunun için de ‘sabırlıcasına ve sistemlicesine Marks-Engels, Lenin-Stalin’i, tarihi, ekonomi politiği, diyalektiği, tarihi maddeciliği klasik olarak etüt etti; bunun da ötesinde Lenin’in öğütlediği gibi, ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini özge orijinallikleri içinde’ araştırdı. Bu yoğun teorik çalışmanın ürünü “Yol’ oldu.
Yol’un birinci kitabı, “Genel Düşünceler”, “Teori” ve “Geç Gelme” problemlerini ele alır. Genel olarak bilimsel sosyalizmde Teori problemi olarak “Partinin Teorik Aktüaletise” ele alınır. Türkiye işçi hareketinin ‘geç gelmenin faziletlerinden nasıl istifade edilebileceği’ konulur.
İkinci kitap, “Yakın Tarihten Bir Kaç Madde”, Türkiye’nin yakın tarihini şu başlıklar altında ele alır: ‘Türkiye’de pre kapitalist ilişkilere yıldırım çabukluğu ile bir bakış’, ‘Arpa boyu: Türkiye’de burjuva devrimi basamakları’, ‘Bir damla: Meşrutiyet burjuvazisi’ ‘Cumhuriyet burjuvazisi ve Bolşevizm’
Üçüncü kitap, “Partide Konaklar ve Konuklar” ise, Türkiye Komünist Partisinin on yıllık eleştirel tarihidir. Parti mücadelesinin ‘Onbeşler’, ‘Halk İştirakiyun Fırkası’,’Aydınlıkcılık ve Müterakkibçilik’ konaklan ele alınır.
Dördüncü kitap, “Parti ve Fraksiyon” ise, partideki fraksiyonların kaynağı olan oportünizmleri teşhir eder. Türk komünist hareketinin ütopizm devri ‘yamalı ajitasyon’ idi. Orada proletarya ile proleter olmayan ajitasyon hamleleri kol kola yürüyorlardı. Hazırlık devrinde ‘yamalı propaganda’ manzarası galiptir. Orada kuyrukçuluk ile devrimcilik kırık dökük fikriyat parçaları halinde yan yana gelmiş, yapma bir birlik göstermeye özeniyorlardı. 1927’den sonraki devirde yamallığın galip geldiği saha, teşkilat sahası oldu. Son zamanlara kadar göze çarpan ‘yamalı teşkilat’ halindedir. (Parti ve Fraksiyon’dan) Hikmet Kıvılcımlı Fraksiyonları tespit ve teşhir ederek partinin Bolşevikleşme yolunu gösterir.
Beşinci Kitap, “Strateji Planı”dır. Bu kitapta yapılan strateji ve taktik meselelerinde ‘Partinin hangi ana haklara sarılmasının icap ettiğini araştırmaktır’. Bu araştırma şu bölümleri ihtiva eder: ‘Düşman: Burjuvazi.’ “Müttefik: Köylü”, “Burjuvazi ve Köylü”, “Proletarya ve Köylü”
Altıncı kitap, “İhtiyat Kuvvet, Milliyet Şark”tır. Hikmet Kıvılcımlı, Parti ve Fraksiyon’da oportünizmin kaynaklarını tespit ederken, partinin bu konudaki zaafını dile getirmişti. “Köylü meselesini milliyetler meselesi ve Şark meselesi ile bağlayamamak, takip edilecek tüm mazlum kitlelerin keşif kolluğunu tüm memleket çapında kuracak, kuvvetlendirecek ve yayacak yerde, burjuvazinin çizdiği hudutlar içinde, adeta burjuvaziden ilham alıyormuşçasına hapsetmek”. Parti ve Fraksiyon işte partinin bu konudaki oportünizmi yok etmek, bu meseleyi çözümlemek görevi öne çıkmıştır. Hikmet Kıvılcımlı bu kitapla bu görevi yerine getirir.
Yolun son kitabı: “Taktik Ana Halkası; Legaliteyi İstismar”dır. Bu bölümde ise, ağır illegalite şartları içinde partiye yığın partisi olmak için tutulacak yollar gösterilir.
Son derece kısıtlı özetin de göstereceği gibi Yol, parti için teorik bir platform teşkil etmektedir. Yol, program -Strateji, Taktik- örgüt konularında oportünizmlerle sınırları çizmektedir. Partiye Leninci bir hat önermektedir.
Hikmet Kıvılcımlı, Yol’a başlarken yerine getirdiği bu görevle ilgili olarak şunları söyler:
“Onun için hayatı partinin yaşayışı ile hal ve hamur olmuş, saçını orada ağartmış, başını ona adamış bulunan her mücahit (militan) yoldaş, o parti ‘günah’ının kefaretini böyle açık seçik satırlarla vermeye mecburdur.
Mecburiyete uydum,
Bu gücü ne dereceye kadar başaracağım.
Yalnız elimden geldiği kadar değil, ‘sol merkez, komitesinin karama göre mecbur olduğum dereceye kadar’.” (Yol: Genel Düşünceler, s. 15)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı partide eleştiri görevini işle bu boyutlarda yerine getirir. Bu çalışmanın parti merkez komitesine iletildiğini çok sonraki bir notunda belirtir. Sonuç ne olmuştur? Bu teori hazinesi, partide nasıl bir yankı bulmuştur? Bunun cevabını aynı notunda şöyle vermektedir:
“1930 yılına dek Türkiye’de geçirdiğim ilk 10 yıllık Marksist-Leninist pratik ve teori savaşına dayanarak, kırk yıl önce Yol adı altında bir seri yerli orijinal araştırmalar yapmıştım, burada her biri ayrı kitaplar halinde: İdeoloji, Sosyal Gelişim, Parti Tarihi, Strateji Planında, Burjuvazi, Proletarya, Köylü ve Milliyet ve Taktip problemleri ayrıntı ve eleştirileriyle yer alıyordu.
“Bunu o zaman içinde bulunduğum Santral Komiteye bir tartışma olur umuduyla verdim. Üstüste tevkifler, mahkemeler ve en sonunda 1939 Donanma Davasında ‘Askeri İsyana Tahrik’ten 15 yıla mahkum edilişim, ideolojik tartışma özlemimi kursağımda bıraktı. Sezdiğime göre, Santral Komiteye sunduğum araştırmalar yok edildi. Ve bizim devrimciler, 1920 ve 30’larda olduğu gibi, 1940’larda ve sonraları dahi, tam Lenin’in ‘pirimitivizm’ adını taktığı ‘mujiğin çakmaklı tüfekle muharebeye gitmesi’ biçimli ‘kafasız işgüzarlık’ (Stalin)larına kapılıp gittiler.” (Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı Kim Suçlamış?)
Bu kafasız işgüzarlıklardan, sosyalist hareketimize hiç hayır gelmediği, sürekli bir adım ileri iki adım geri gitmekten bir türlü kurtulamadığı günümüzde daha iyi görülmekledir.
Bugün sol, hemen, her temel tartışma konusunda, 1932-33’lerde ortaya koyulan, Yol platformunun çok gerisindedir desek fazla abartmış olmayız. Sol ortam, en bayağı oportünist ve revizyonist tezlerle zehirlenmek istenirken, Yol, tüm bu sapıtmalar karşısında Leninizm’in taze bir soluğu olarak günceldir de. Günümüzün sorunlarına ve soldaki tartışmalara acaba ışık tutabilir mi Yol? Buraya kadar anlattıklarımız, kısmen bu soruya cevap niteliğinde olmakla birlikte biraz daha açıklık -o da bir kaç tartışma konusu üzerinde- getirmeye çalışalım.
Bazı devrimci çevreler ve dostlarımız, -bunların içinde Biz’i, proleter sosyalist bir eğilim olarak görenler de vardır- Çağdaş Yol un 6. sayısındaki başyazının sonlarındaki bazı tespitleri göstererek bize ‘ne oldu sizde çok kanallı, çok sesli, fraksiyonlu bir partiye mi’ yani tasfiyeciliğe mi oynuyorsunuz? demektedirler. Bu tespitlerine gerekçe olarak şu cümleler gösteriliyor: ‘Militan bireyin katılımına olanak tanımayan, tabiyete dayalı, tek sesli örgütlenme anlayışları egemen kılındı.’, ‘TRT Halk Müziği tek sesli korosunu andıran tek seli örgütlenmeleri istemiyoruz artık’, ‘Bugün bağımsız kadın hareketine karşı çıkmak, sanat ve kültür örgütlenmelerini politik örgütlenmenin basit araçları haline getirmek, mücadeledeki zenginleşme eğilimlerine tepkiyle eş anlamlıdır.’ Kendi proleter sosyalist zeminimizden sapma ve tasfiye olmaya yönelme olarak gösterilen bu cümleler, böylesi bir imaj uyandırsa da elbette ki bu anlama gelmemekledir. Dostlarımızın duyarlılıklarını, bize yönelik hassasiyetlerini saygıyla karşılamakla birlikte, fraksiyonlaşmadan başka bir sonuç doğurmayacak ‘çok seslilik’ hareketimizde 70’li yıllarda öylesine trajik bir durum yaşanmıştır ki, tekrar o günlere dönmeyi özleyecek bir kadronun dahi bizde bulunabileceğine inanmamız söz konusu değildir. Elbette burada dile getirilen ‘karara kadar birçok seslilik’ veya üyelerin karar alıncaya kadar tüm görüş eleştiri ve önerilerini getirebilmeleridir. Yoksa, karara rağmen görüşünde direnmeye veya bunu yapı içinde yapıp kanallaşmaya, fraksiyonlaşmaya götürme bizim Leninist örgüt anlayışımıza uygun değildir. Kısaca bizde fraksiyon, provokasyon olarak görülmektedir. Sosyalist hareketimizin önündeki temel hedef ise daha militan bir yapıya ulaşmak, bunun daha özgül deyimi ise, Bolşevikleşmektir. Yoksa, 1970’deki atomlarına kadar parçalanma ve tasfiye olmayla noktalanan adımın başına dönmek, hareketin hiçbir aklı başında mensubunun kabul edebileceği bir şey değildir. Gerçi böyle bir şeyi yaşamayı sosyalist hareketimize önermeyenler yok değildir. Özellikle TBKP mimarlarından Veysi Sarısözen, kim bilir tasfiyeciliği açığa çıkmış bir TBKP’yi tüm solu da bu sürece sokup aklamak ve bu biçimde geliştirmeyi düşünüyor olabilir. Hatta, yolunda yürüdüğü Gorbaçovculuğun dış politikasının basit bir aleti olmak için, 2000’li yıllara kadar solu iç tartışma, hizipleşme ve bölünmelerle uğraştırıp, SSCB’nin başını, Türkiye’de patlayacak güçlü bir devrimle ağrıtmak istemiyor olabilir. Bu, onun bileceği bir iştir. Şöyle diyor Veysi Sarısözen : “Her parti üyesi, kendi partisinin içinde, birlik partisinin üyesiymiş gibi hareket etmeli. Bu manada yine tırnak içinde fraksiyon gibi hareket etmeli, farklı pozisyonu sürekli geliştirmeli. Sonunda herkes birliğin aşağıdan yukarıya doğru inşasına katkıda bulunmalı. Benim birlik konusunda kafamda şekillenen metot böyledir.
“Bunlar kendi aralarında görüşler, çeşitli partilerden birlik yanlısı insanlar bir araya gelebilirler, konuşabilirler. Hem de birbirleriyle diyalog içinde hareket ederler. Bu başarılabilirse birlik belli bir sürece yayılarak sağlam bir şekilde inşa edilebilir diye düşünüyorum.” (Saçak, Şubat sayısı)
Elbette sorun, sadece değişik, ‘parti’ üyeleri arasında diyalog olsa buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat burada önerilen, ideolojik, politik, programatik temelde ayrı partiler gerçeğine bölünmüş solun hayali birlik arayışları, hatla bunun için (bn. TBKP’de birleşmek için) ayrı partilerinin tam bir fraksiyonlar anarşisine sürüklenip adım atamaz hale getirilmesinin iç tartışmalarla bunalıma sürüklenmesinin yolu çizilmiş olmakladır. Böyle bir bulanık sudaysa balığı kimin avlayacağı bellidir.
12 Eylül sonrası solun yoğun bir biçimde tartıştığı ve çoğunlukla da, bölünme, parçalanma ve tasfiye olmayla da sonuçlanan çok seslilik, kanatlı fraksiyonlu yapı konusunda ve hareketinizin temel sorunu olan Bolşevikleşmeye ‘Yol’da nasıl yaklaşıldığını uzun bir alıntıyla aktararak, bu güzel tartışmada konularından birine ışık tutmasını sağlamaya çalışmak isliyorum.
Fırka ve Fraksiyonlar
“Şimdiye kadar yok olan bütün inkılapçı fırkalar, kuvvetin neden ibaret olduğunu anlayamadıkları, zaaflarından bahsetmekten fena halde korktukları için yok oldular. Fakat biz yok olmayacağız. Çünkü zaaflarımızdan yok etmekten korkmuyoruz. Ve bu zaafları yenmeyi öğreneceğiz.” (Stalin: XVI, Kongre Raporu, s. 59)
Fırkada fraksiyon demagogları bal gibi provokasyon yapıyorlar derken, Fraksiyoncuların soysuzluğuna sadece beddualar savurmak, haminnelikten başka bir şey değildir. Fraksiyonların soysuzluğundan evvel aranacak mühim nokta, fırkada bu çeşit temayüllerin nasıl olup da sığınabildikleri, tutunabildikleridir. Çatlak olmayan testi su sızdırsa bile, boşalıvermez. Yahut meşhur tabiriyle, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Kabahat hiçbir zaman oportünizmde değildir. Oportünizme tahammül edenlerdedir. Fraksiyon suçu, yalnız sapıtanların değil, aynı zamanda sapıklara herhangi bir fırsat bırakan, fraksiyonculuk ve oportünizmle mücadelesinde en keskin ve amansız tabyayı tatbik etmekte hiç olmazsa geciken fırkanın da aynı derecede, belki daha ziyadesiyle suçu var. Zayıf olmayan vücutta mikroplar kolayca tutunamaz. Tutunursa çabuk def edilir. Ve herhalde fırkayı yıllarca, aylarca yatalak eden âmil, sırf felan oportünizm mikrobu değil, bir hayli de kendi umumi zaafıdır. Eğer yok olmamak istiyorsak, şunu şiar halinde haykırmalıyız: “Zaaflarımızdan bahsetmekten korkmuyoruz. Ve bu zaafları yenmeyi öğreneceğiz”
Fırkanın bugünkü zaafları nedir? Bütün bu kaleme aldıklarım, bu suale cevap vermekten başka bir şey değil. Yukarıda ve ileride hep bu zaaflardan bahsettik ve edeceğiz. Fakat burada hususiyle Oportünizm ve Fraksiyonizme fırsat ve imkan bıraktıklarına göre, bu zaafları iki kelime ile daha tekrarlayalım:
- Nazariye zaafı: Oportünizmin ayaklarını kaydıracak, fraksiyoncuları beyni üstü yere vuracak nazariye yok deyince, şu iki zaafı anlıyoruz:
- a) Fikriyat faaliyetini münhasırlaştırmak: Nazariye bahsinde ve umumi düşünceler kısmında bunu kâfi derecede izah ettik. Gerek beynelmilel gerek milli komünist tecrübelerinden çıkan fikriyat mücadele ve münakaşası ve dersleri afakileştirilemiyor. Fırka kitlesi içine sindirilemiyor. Bolşevizm prensiplerinin dupduru kavranılışında aydınlanmayan fırka kitlesi ‘iyi taneyi karamıktan’ nasıl ayırsın?
- b) Kavgaları noktaları açık koyamamak: Şu zihniyet sapıtmadır ve derhal yok edilmelidir, diye hep hizipleşme teşebbüsüne karşı, bütün maddi ve manevi fırka kuvvetlerini merhametsiz ve insafsızca taarruza kalkıştıracak yerde, kaypak taktikceğizlere başvurmak, oportünizmin bir maddesi olan ‘çetrefil develerden kaçmak’ bir kelime ile başı ezilecek en berbat idari maslahatçılıktır. Biricik keşif kolunun federalizme doğru tekerlenişine isyan edememektedir. Acizdir.
- Tabya zaafı: Bilhassa iki noktada müthiş bir yaylımsızlık ve boşluk şeklinde, hareketin her türlü canlılığını, konkretliğini bukağılıyor.
- Geniş milli siyasetle legal faaliyeti gizlilikle bağlıyamamak, inkılapçı mücadelenin, bir sınıf çerçevesi içinde kapanıp kalmak değil, tekmil içtimai sınıf münasebetlerinin sentezleştirilmesi olduğunu, tekmil mazlum sınıflara kurtuluş kavgasında, amele sınıfından daha şuurlu ve inkılapçı rehber bulunamayacağını, tekmil oportünistlerin demogojilerine karşı, fiili bir surette koymak, demagogları fiilen tekzip etmek lazımdır.
- Köylü meselesini milliyetler ve Şark meselesi ile bağlıyamamak: Takip edilecek tekmil mazlum kitlelerin keşif kolluğunu tekmil memleket mikyasında kuracak, kuvvetlendirecek ve yayacak yerde, burjuvazinin çizdiği hudutlar içinde, adeta burjuvaziden ilham alıyormuşçasına, hapsetmek, demagojiye, oportünizme, fraksiyonlara karşı açık kapı siyaseti gütmek milli mikyastaki ilhamların çapını yarıdan fazla küçültmektir.
- Teşkilat zaafı: a) Cihaz zaafı: Fırka içinde nazari zaaf ve geniş milli, içtimai, siyaset ve tabya zaafı meşhum ve mikadder bir surette (kıvamlı-mütecannis+Bolşevik) bir inkılapçılar cihazının olgunlaşmamasına varıyor. Bu yüzden fırka, Efkarı umumiyesi kapının elinde kalacak hale geliyor. Ne sistem ne hiyerarşi kalmıyor. Fırka meydanı, fırkanın her buhran ve sıçrama konaklarında doğan muvakkat ‘devri fetret’ ‘adamsızlık ve başsızlık’ devri esnasında muvakkaten birtakım nereden geldiği değilse bile ne idüğü belirsiz ‘sahipzuhur’ (Türkçesi: ‘zıpçıktı’)ların elinde kalıyor. Tarihte böyle devirlere ‘anarşi’ ‘fetret’ devirleri deniyor. Kovuklarında uyuklayan nice oportünistler, bu fırsatlarda fraksiyonlaşma ve ‘haleti ruhuyi’ olarak çıkıp ‘teşkilatlanma teşebbüslerine’ başvururlar.
- b) Neşriyat zaafı : (Muntazam+ tekmil Türkiye mikyasında+ müstekar) bir merkezi naşiri efkar, fırka efkarı umumiyesinin hakiki aksi sedası tekmil ezilenlerin yılmaz kürsüsü ve prensiplerin şaşmaz ve hassas murakıbı ve güdücüsü rolünü oynarsa, hangi oportünizm doğmadan boğulmaz, hangi hizipleşme Fraksiyon halinde teşkilatlanmaya yeltenebilir? Fırkanın hangi mesamesinde barınabilir?
Neşriyat zaafı ile cihaz zaafı el ele verince, fırkanın kitle içinde değil, kendi içinde bile tecritler yaratıyor. Ve her tecride uğrayan noktada bir oportünizm siniyor, demagoji asker cem ediyor. Bir fraksiyon pusu kuruyor. Tecritten doğan anarşi hali, bu zaaflara vuran her yumruğu, hatta demagoji bile olsa, fırka içinde makbul bir şeymiş gibi gösteriyor.
Bu zaafları kaldırmak için ne yapmalı? Onu kısmen söyledik kısmen söyleyeceğiz. Buradaki mevzuumuz, bu zaaflardan bu güne kadar istifade etmiş olan Oportünizmlerin karakteristiği üzerinde durmaktır.
YOL
Lenin’in : “Gecikenlere adıma gel! Çok hızlı gitme! narasını atmak, ancak bir şapşalın işi olabilir.” dediği dört yol ağzı burasıdır. 10 yıllık yolu 5 yılda almak için ne yapacağız? Her şeyden evvel şunu: Fraksiyonculuğu besleyen bütün sapıklıkların köküne kibrit suyu+ fırkada Bolşevikleşme!
Arada Bolşevizm beyhude uğraştırmış fuzuli konakları yangına vererek, fırkayı Bolşevikleştirerek çelikleştirmek ne demektir? Buna cevap vermek için, Bolşevizmin işe nasıl başladığını, niçin muvaffak olduğunu tespit ederek, oradan Bolşevikleşmenin düsturlarını çıkarmak lazımdır. Bereket bu zahmete katlanmayacak kadar talihli bir nesildeniz. Bolşevik ustamızın silah deposunu gözden geçirmek, Bolşevikliğin Bolşevikleşme yolunda hangi silahları kullandığını anlamaya kafidir. Lenin’in Bolşevikleşme işine hangi konumlarda dört elle sarıldığını, binaenaleyh sarılınmak icab ettiğini anlamak için: 1- 1907’den 1909’a kadar dediklerini (ve tabi 1912’ye kadar yaptıklarını); 2- İnkılaptan sonra kaleme aldığı ‘Komünizmin Çocuk Hastalığı Veya Solcu Komünizm’ adlı tabya şaheserine başvuralım. Bu uzun ve derin tahlilleri buraya aynen geçirecek değiliz. Sade düsturlarını birer kelime halinde tespit edelim. O zaman şu noktaları buluruz:
- Nazariye: ‘En emin Marksist nazariye zemini üzerinde doğmak’
- Disiplin: ‘Teşkilatın çimentosu olan Bolşevik demir disiplin’
- Oportünizme tahammülsüzlük: Gerek sağcı, gerek solcu sapıklara merhametsizce vurmak (bilhassa solculuğu ve anarşizmi tepelemek)
- Çeşitli mücadele: Yalnız bir sahada ve bir türlü değil, Legal, İllegal, müsalemetçi, inkılap boralı, gizli, aleni, meclisçi, tedhişçi, küçük mahfilci, kitleleri kucaklayıcı, (Tabi bunların tecrübe ile yanlış olduğu anlaşılanları atılır)
- Kat’i illegaliyeti tatbik
- Legaliteyi: Son haddine kadar istismar etmek
- Kitlelerle irtibatı inkişaf ettirmek
- Her türlü amele teşkilatlarını sosyalizme kazanmak
- Kitleleri inkılaba hazırlamak ve kendi tecrübeleriyle ikna etmek
- Nakil ip: Merkezi naşiri efkar
Bu birbirinden çıkan, birbirini tamamlayan, fakat derin hususiyetleri bakımından ayrı ayrı mütalaya ve gerçekleştirmeğe değen ve tabir caizse, Bolşevikleşmenin ‘evamiri aşere’si sayılan 10 maddeyi, kitapta olduğu kadar hayatta, sözde olduğu kadar işte de Bolşevikçesine gerçekleştirirsek, o zaman, Lenin’in 1909’da bağırdığı gibi, biz de göğsümüzü gere gere haykırabiliriz:
“Saflar yeni ve harp için yeniden teşkilatlandırılarak cem edilmiştir. Ahval ve şeraitin değişikliği hesaba katılmıştır. Yol seçilmiştir. Bu yolda ileri! Ve inkilapçı RSDA (Komünist) Fırkacı, çarçabuk, hiçbir irticaın sarsamayacağı ve inkılabımızın yakın cengi gelir gelmez, halkın bütün mücahit sınıflarının başına geçecek bir kuvvet olacaktır.” (Lenin: ‘Otovizm ve Ültimatizm’ Proleter, Numara 46, 11/24 Temmuz 1909)
Ve o zaman, Türk burjuvazisinin müstemleke kurtuluşunda, Şark’ın tabi burjuvazilerine misal olduğundan çok daha yüksek ve âlemşümul manada, Türk proletaryası, Tekmil şarkın mazlum halk ve amele sınıflarına içtimai ve nihai kurtuluş kavgasında örnek olacaktır
YOL
Sanıyoruz, “Yol” konuyla ilgili söyleyeceğini söylemiş oluyor. Sorun, tartışma bile değil. Bu yolda yürünüp yürünemeyeceğidir.
Yol’dan bir alıntı bir alıntı daha yaparak “Kemalizm” ve “Kültür Sorunu” gibi konularda Hikmet Kıvılcımlı’nın ne düşündüğünü okura aktarıp, yazımızı bitirelim :
Şurası muhakkak ki, milliyet mücadelesi, Komintern’in olduğundan çok partimizin en zayıf cephesidir. Halbuki dünya devrimleri çağında proletarya devriminin yarattığı yeni uluslararası denge ile birlikte, geri memleketlerin milli kurtuluş hareketleri ve bu hareketlerin proletarya devrimi ile olan münasebetleri denilebilir ki 3. Enternasyonali 2.’den ayıran en önemli karakteristik noktalardan biridir. Diğer noktalardan biri de, Türkiye’nin kendisi bu milli kurtuluş hareketlerinden bir önemlisine sahne oldu. Fakat bu kurtuluş hareketi Kemalist burjuvazisinin iktidar diktatoryası altına girdiği için, sermayedar vasıflarından ve tezatlarından kurtulamadı. Ve kurtulamaz da. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Türkiye dış münasebetlerinde mazlum bir devlet olmasına rağmen iç münasebetlerinde zalim bir rolü oynamaktan geri kalmadı. Bugün Türkiye nüfusunda önemli yekûn tutan iki milli varlık mevcut: Türklük, Kürtlük. Siyasi, iktisadi hakimiyet ve üstünlük Türk burjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı mistik ve müphem ‘Şark vilayetleri’ kelimesi altında hususi ve konspiratör bir sömürge, şiddetli bir temessül (asimilasyon) ve daha doğrusu bir imha siyasetine uğratıldı. Kemalizm’in bu sömürgeci, imhakar siyaseti birçok tarihi ve siyasi zaruretler yüzünden, uluslararası denge içinde bugün adeta tarafsız bir ilgi veya ilgisizlikle görüldü. Hatta belki emperyalizm Türkiye’nin bu şark meselesine daha büyük bir ilgi göstermeyi, muhtelif manevralarına uygun buldu. Tarihi ve siyasi sebepler arasında en önemlisi, Kemalizm’in şark vilayetlerinde şimdiye kadar emperyalizmin oyuncağı olan derebey unsurlarıyla çarpışıyor görünebilmesi sayesindedir. Halbuki derebeyliğin Kürdistan’da ayaklandırdığı ve ayaklandırabildiği yığınlar için söz konusu olan şey, dini alet etmek veya emperyalizme alet olmaktan ziyade iktisadi ve milli baskıya karşı bir tepki idi. Yani Kürt halkı zulüm denizine düşen herhangi bir insan gibi emperyalizm veya feodalizm yılanına sarılmaktan başka bir şey yapamıyordu. Bu mazlum halkı acıklı durumda yalnız bırakmamak için onun özel durumunu tetkik ve tespit etmenin zamanı artık gelmiş ve geçmiş bulunuyor. Çünkü bizzat emperyalizme alet olan zümreler bile, bu kitlelere arasında artık sırf dini tarikatlardan başka usullerle propaganda ve hareket yaratmak teşebbüsündedirler. Bu ve buna benzer teşebbüsler karşısında Kemalizm’in şimdiye kadar aldığı tavır, şimdiden sonrada tatbik edeceği tedbirler için de örnektir.
Kanlı te’dip seferleri -ilan edilmiş daimi sıkı yönetim- askeri imha siyaseti! Kemalizm’in şark vilayetlerindeki galip taktiği budur. Türkiye proletaryası ile onun keşif kolu bu militarist diktatoradan aynı derece bütün ezilenlerin bilinçli kılavuzu olmak mecburiyetindedir. Şark vilayetleri meselesi bir milliyet meselesi olduğuna göre, meseleyi bu bakımdan araştırmakta, -dünyada yeni devrim dalgalarının yakınlığı nispetinde- geri ve geç kaldığımız muhakkaktır.
YOL
Elbette ki soruna getirdiğimiz açıklık burada yaptığımız alınlının çok ötesindedir. Bunu, Yol’u okuyanlar daha iyi görebileceklerdir.
(SÜRECEK)
DİPNOT : (1) Bu savımızı kanıtlamak için o dönemde yayınlanan iki gazeteden alıntı yayınlayacağız. Yorumu okur kendisi yapsın:
“Soruşturma belgelerine göre sanıklardan Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bey’den gayrisi sorgu yargıcı huzurunda kendilerine yüklenmek istenen suçları itiraf etmişlerdir. Dr. Hikmet Bey ise, Komünistlikle esas ve prensip bakımından ilgili olduğunu inkar etmemekle birlikte sanık komünistlerle birlikte hiçbir ilişkisi olmadığını iddia etmektedir. Sanıklardan bazıları örgütle Hikmet Bey’in de ilgisi bulunduğunu söylemişler ve yüzleştirmede de bu noktayı tekrarlamışlardır.” (Milliyet, 27 Haziran 929)
“Laz İsmail Bey’in sorgusuna başlandı. Sanık, ifadesinin diğer bölümlerinde kendisinin DAYAK TEHLİKESİNDEN KAÇMAK İÇİN böyle ifade verdiğini anlattıktan sonra (…) Eylem ve ÖRGÜTLER ETRAFINDA UZUN UZADIYA AÇIKLAMALARDA BULUNDUĞU görülmekte idi.” (Davanın görüldüğü İzmir’de o zaman yayınlanmakta olan Hizmet Gazetesi, 27 Haziran 1929)
Bunlar yansıyanlar. Ya yansımayan polis ifadeleri ve provokasyonlar, onlar da, ‘Emniyetin’ tozlu arşivlerinde duruyor.