VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE* – ALVARO GARCİA LİNERA

 

Yol, Bahar 2018

 

Çevirenler: A. Tansever, M. Yılmazer, M. Kaya

 

Özet: Bu çalışma, 1917 Bolşevik Devrimi’nin günümüzde geçerliliğini ortaya koyma girişimidir. Önceki yüzyılın komünizm fikrini gerçekten marjinal tartışmalardan politik eylemin merkezine getirenin bu olay olduğu tezini bir önerme olarak ele alır. Daha sonra Bolşevik Devrimi’nin anlamı çerçevesinde dolambaçlı bir güzergahı takip ederek ve günümüzde sosyalizmin doğasını ve olanağını da ele alarak devrimleri plebyen (halkçı) bir moment olarak tartışacağız. Makale insanları onurlandıran bir şey olarak, devrimin gerekliliğini onaylayarak biter.

“Vahşi zamanlarda yaşıyoruz. Kuşağımızın yeni duruma adapte olması zor. Fakat bu devrimle hayatlarımız arınacak ve gençler için her şey daha iyi olacaktır.” (1) S. Semyonov, 1917 Baharı

I. İfşa

Devrimci patlama dünyayı ikiye böldü; dahası, dünyanın sosyal görüntüsü ikiye bölünmüştür. Bir yanda, eşitsizlikler, sömürüler ve adaletsizlikleriyle var olan dünya; öte yanda, adil, sömürüsüz, eşitliğin olduğu bir dünya olasılığı: Sosyalizm. Bununla birlikte sonuç olarak kapitalist olana yeni bir alternatif dünya yaratılmadı sadece bu dünyada ezilenlerin kolektif beklentisine ulaşılabileceği inancı harekete geçti.

1917 Sovyet Devrimi, devletlerin modern tarihini değiştirdiği, hakim politik fikirleri ikiye böldüğü, halkların toplumsal imgelerini, onlara tarihi rollerini geri vererek değiştirdiği ve insanlık sürecine başka bir dünya olasılığı fikrini tanıtarak başka bir savaş senaryosu doğurduğu için yirminci yüzyıldaki en önemli siyasi olaydır.

1917 Devrimi ile birlikte o zamana kadar sadece marjinal bir fikir, bir siyasi slogan, akademik bir öneri ya da işçi sınıfının içinde bir beklenti olan bir konu, görünür bir gerçeklik ve elle tutulur bir şey haline geldi. Ekim Devrimi’nin dünya inançlarına etkisi, ki onlar da sonuçta politik bir eylemden doğar, inananların dini vahiylerine benzer, yani kapitalizm de fani olduğu için daha iyi bir toplumla yer değiştirilebilirdi. Bu, egemen dünyanın farklı bir alternatifi olduğu anlamına gelir ve dolayısıyla orada umut vardır; başka bir deyişle, devrimcilerin tarihin gidişini değiştirebilecekleri bir Arşimet noktası vardı.

Rus Devrimi‘nin yirminci yüzyılın doğuşunu (2) ifade etmesi yalnızca gezegenimizi siyasi olarak böldüğünden değil, en önemlisi tarihin anlamının hayal edilen anayasasını yani eylemdeki ezilenlerin ahlaki başvurusu olarak sosyalizmi ilan ettiğindendir. Böylece, yirminci yüzyılın ruhu herkese açıklandı ve o andan itibaren taraftarları, muhalifleri ve seyircileri tarihin kaderinde bir yer aldı. Fakat tüm “vahiy”lerde olduğu gibi, sosyalizmin gerçek bir olasılık olarak, kavramsal ifşası onu devreye sokan bir açıcı unsurla, devrimle ortaya çıktı.

Devrim, yirminci yüzyılın doğruluğu en kanıtlanmış ve şeytani sözü oldu. Savunucuları onu aşırı zulme karşı yoksulların acil telafi yolu olarak değerlendirirken eleştirenler onu Batı medeniyetinin tahribatına bir simge olarak eklediler. İşçi hareketleri onu burjuvazinin yarattığı toplumsal felaketlere çözüm olarak ilan ettiler ve refah devletine ulaşmak yolunda patronlarından tolerans ve tavizler koparmada en azından bir tehdit aracı olarak kullandılar. Öte yandan, eski rejim ideologları ise onu devletler arası sürtüşmelerden ailenin çözülmesine, gençliğin sapmasına kadar tüm kötülüklerin kaynağı ilan etti.

Felsefi ve kuramsal tartışmalarda devrim; bazıları için gelmekte olan yeni insanlığın başlaması, toplumun bilinçli kendinden emin yaratıcılığının dışa vurumuydu. Öte yandan, eski rejim mahkemesi için demokrasinin ortadan kaldırılmasını, bireysel özgürlüğü yok etmeye çalışan karanlık güçlerin tüyler ürpertici canlanmasını temsil etti. Bu tartışma bir dejenerasyonu göstermenin ötesinde, devrim düşmanları ya da karşı devrimlerin dinsel türetmelerinin toplumun en samimi ve ahlaki dokusundaki derin sosyal köksüzlüğünü yansıtır.

Kısacası, devrim (siyasi iktidarı ele geçiren kitlelerin eski devleti ortadan kaldıran ve yeni siyasi düzeni doğuran silahlı ayaklanma siyasi-askeri olayı) gerçekleştirilebilir bir dünya seçeneğinin ayrıcalıklı bir aracı ve taşıtıcıydı. Ve bu olay ışığında gelecek tarihin anlatımı öyle bir güçle yapıldı ki tüm kıtalarda yaşayan insanların yarısından çoğunun tutumlarını, hayallerini fedakarlıklarını harekete geçirdi.

1917’den bu yana devrim mücadelesi, hazırlanması, gerçekleştirilmesi ve savunması sadece milyonların ilgi ve gayretini değil, aynı zamanda insanlık tarihinde nadiren görülen şekilde çaba ve fedakarlıklara eğilim ve isteği de yakalamıştır. Binlerce ve on binlerce militan bu hedefe ulaşmak için yasa dışılık, maddi yoksunluk, işkence, hapis, sürgün, kaybolma, sakatlanma ve cinayet bedelini ödemeye hazırdılar. Bunların çoğu devrime öylesine inanmışlardı ki çoğu zaferi tadamayacaklarını bildikleri halde böylesi katmerli işkencelere direndiler. Kendilerinden ve daha sonraki kuşakların yakın gelecekte devrimin doğuşunu göreceklerinin şahidi olacağından emin olarak böyle bir tarihi fedakarlık devrimler ve devrimciler açısından bir çeşit Bataillean “kahramanlık harcaması”nın (3) olduğunu düşündürüyor. Hatta bu insanlığın sosyal tarihinde insan çabalarının en cömert en ahlaki evrensel yatırımıdır.

Son 100 yılda, devrim uğruna herhangi bir din uğruna ölenden daha çok insan öldü. Aradaki fark ise kendini dine adama da adanan ruhtan yana bir teslimiyet vardır, oysa devrimde bütün insanların maddi kurtuluşu doğrultusunda kurban olma vardır ve bu da devrimci olayı bir çeşit evrensel topluma ilerlemede toplumsal bir devrimci üretim olayı haline sokar.

 

II. Bir Plebyen Moment Olarak Devrim

Bir ölçüde toplumların tarihi, kıtaların tektonik tabakalarının hareketine benzerler. İçeride, onların altlarında, onları yavaş ama sürekli hareket ettiren güçlü akkor lav akıntıları bulunur. Bir kıtasal kütlenin bir diğerini ittiği yerde, çatlaklar ve depremler görmek mümkündür, ancak genel olarak kıtasal fizyonomi ve yüzeyin temel yapısı korunur. Bununla birlikte, akkor lavların güçlü iç güçlerinin patlayıp, yeryüzünün dış katmanını kırdığı, aynı anda da önlerindeki erimiş kaya ve mineralleri anında dışarı attığı anlar vardır. Bu madde, ateşli haliyle, yer tabakasından dışarı dizginlenemez bir kor at gibi akar. Sonra volkanik kuvveti soğuduğunda, lav katılaşır ve böylece dünyanın fizyolojisini, kıtaların karakteristiklerini ve toprak yüzeyinin topografyasını ciddi biçimde değiştirir.

Toplumlar da böyledir. Çoğu zaman, belirli egemenlik ilişkileri tarafından düzenlenmiş olmasına rağmen nispeten sakin, karmaşık yüzeylerdir. Çatışmalar, sürekli gerilimler ve hareket vardır, ancak bunlar egemen iktidar ilişkileri tarafından düzenli hale getirilmiş, içselleştirilmiştir. Ayrıca bu egemen güç altında, yoğun güç akımları, sınıf mücadeleleri, görünmeyen ama topluma hayat veren iç kültürel birikimler vardır. Bunlar ulusal ve sınıfsal kolektif yapılarının derinliklerinde durmaktadırlar.

Bununla birlikte, toplumun dış yüzeyinde, egemenlik ilişkilerinin üst tabakasında, çatlaklar ve sallantıların olduğu belirli anlar vardır. Bazen bu katman çatlamaz ama kırılır ve iç güçleri volkan lavı gibi dışarı salar. Bu güçler, onlarca yılın ya da yüzyılların sessizliğini kıran var olan düzene karşı ayaklanmak için yeraltında örgütlenen, zorlukları, korkuları, misillemeleri ve önyargıları aşan toplumsal mücadeleler ve sosyal kurtuluş hareketleridir. İşte bu volkanik lavın yaratıcı ateşi, eylemdeki halk yığınlarının yaratıcı yetkisi egemenliğin on yıllardır, yüzyıllardır kurduğu araçları siler süpürür. Bu hareket, mevcut kontrol mekanizmalarını yok eder ve bir ulus, bir sınıf bir sosyal birikim olarak kolektif varlığını bir mutlak demokrasi olarak dayatır.

Bu toplumsal lav patlamaları devrimlerdir. Yıllardır örülmüş kapasiteler ve birbirine bağlı güçlerden doğarlar. Yıllardır biriken ezilmişliğe karşı koyarlar karşılarındaki artık inisiyatifler, sesler, kolektif eylemler akışı ile coşmuş sosyal ayaklanmayı durduramayan tabakaları kırarlar.

Bu toplu eylemin akıcı anı, toplumun artık ne bir yüzey ne bir kurum ya da norm değil, halkların sınırsız yaratıcılığının ifadesinin kolektif akışı, toplumun dış zorlama olmaksızın kendini inşa ettiği andır. Devrim, toplumun kendini yaratma ve kendi kaderini tayin hakkına sahip hissettiği plebyen moment, kendini yarattığı andır.

Devrim sürdüğü sürece toplum, mağma durumundadır ve kararları yeniden düzenlenmeye veya kurumsallaşmaya başlandığı anda, kolektif akış üste gelir ve kolektif işleyişi harekete geçirir.

Bu hareket, volkanik lava benzer, yeni gelecek lavlar onu tekrar akıcılaştırsa bile soğuyunca katılaşmaya başlar. Egemen kurumlar ve ilişkiler tam da bu eski mücadelelerin, Marks’ın “canlı emek” olarak adlandırdığının sonucudur. Zamanla sosyal ilişkiler, kurumlar, yargılar ve toplumda egemen olan önyargılar biçiminde soğur yani istikrarlaşır. Bu sosyal akışın katılaşması, ki Marks buna “ölü emek” der, anıdır.

Devlet biçimi, eski toplumdaki akışkan haldeki mücadelelerin, kapasitelerin ve sınırların “soğuduğunda”, kurumsallaşmış güçlerinin ve sınırlarının yaşayan tarihi izi olarak, kurumsallaşmasıdır. Arkasında ekonomik, konumlarının yapısını, sınırlarını ve güçlerinin tarihinin canlı izlerini bırakır ki bunlar daha sonraki yıllarda tekrar yeni patlamalar olana kadar toplumu düzenleyecek ve yönetecek yapılardır.

Devrim ilerlerken sanki katı olan her şey sıvılaşır, sosyal ilişki kurumsallaşır kurumsallaşmaz derhal, yeni kolektif bir eylem yerini alır ki bu da “ölü emek” (katılaşmış sosyal ilişkiler) üzerine “canlı emeği” yeniden yerleştiren ve uzun vadede yabancılaşmış güç ilişkisi olur.

Yalnızca bir devrim yaşayanlar, içerdiği taşkınlıkları anlayabilir: Yaratıcı bir kaosla örtüşen, binlerce kolektif eylem tek bir hedefe gidiyormuş gibi görünürken bir taşkın oluşturur ve tekrar zıt yönlere giden binlerce parçaya bölünür; önceki beklentileri aşan insan yaratıcılığı; bir dakikadan diğerine değişen politik konjonktürler; daha önce imkansız olan bir şekilde sosyal ve kurumsal parçalanmanın bir araya gelmesi. Sanki uzay-zaman sıkıştırılmıştır ve daha önce on yılları isteyen şimdi tek bir zaman ve yerde sıkıştırılmıştır, sanki evren kendisi her an ülkenin herhangi bir yerinde yeniden doğabilecektir. O zaman bu türbülans içinde yok olma riskini göze alarak kolektif güçleri bu ateşten durumlarında yönlendirme ve yön verme yolunu bulmalıyız. Dolayısıyla, bir toplumun plebyen momenti, yani devrim, o nedenle kendini kendi kaderinin öznesi görmeye başlayan akışkan, kendi kendini örgütleyen bir kalabalık topluluktur. Ne olduğunun bilincinde ne yapabileceğinin, olanaklarının ve sınırlarının farkına varma anıdır ve bu noktada kolektif projede kendi kaderini görür. Sonuçta devrim, topluluğun önceden baskı altında tutulan yaşamsal enerjisini ortaya çıkardıktan sonra toplumsal ilişkiler kurumsallaşır ve düzen sağlanır ve bu devrim sürecinden geriye yasalar ve kolektif haklar kalır. Bu nedenle, arkasından gelen toplumun kurumsal yaşantısı ile karşılaştırıldığında devrimler çok kısa sürse bile gerçekte sosyal yapı ve kurumların topografyasını şekillendirirler.

Tıpkı volkanik patlamaların soğuyup katılaşması ve böylece yeryüzünün uzun sürecek özelliği sıradağları, vadileri şekillendirmesi gibidir; plebyen, devrimci durumlar kurulu düzeni boğar, eski düzenin yasaları ve normlarını eylemdeki kitlelerin gücü ile çözer ve sonra da devrimci dalganın tepe noktasını geçtikten sonra süreç içinde kendini gösteren güçler arasındaki ilişkide kristalleşmeye başlar ve yeni hakim sosyal bir düzen ve sosyal yapılara evrimleşir.

Devrimci durumdaki cesaretler, aksilikler, varılan anlaşmalar ve girişimler artık kurumsallaşır, yasallaştırılır, somutlaşır ve normlar, yöntemler, alışkanlıklar, yargılar olarak uzun dönem toplum hayatını düzenleyecek kolektif bir sağ duyu olarak nesnelleştirilir ve bunlar ta ki yeni bir devrimci patlama ile yok edilene kadar toplumun hayatını düzenlerler. Bu anayasallaşmış sosyal yapılarda artık devrimin o kendine özgü hız ve uçucu yapısı yoktur. Sürekli bir katılaşma sürecinde değişken akıcılıkta ilişkilerdir.

İster ateşli bir akışkanlık ya da kurumsal bir katılaşma olsun devrimler toplumun kalıcı mimarisini çizerler. Eğer başarılı olur uzunca bir süre kendilerini korumayı başarırsa ya da yarı veya tam yenilmiş olsa bile, görünürdeki, istikrarlı sosyal ilişki olarak kalanda devrimin başarısı onun sonucu ve yok ettiğinden arta kalandır. Bu, tüm devrimlerin toplumdaki yaratıcı rolü, mükemmelliğidir. Bu nedenle, onları toplumun kuruluş anı olarak almak yanlış değildir.

 

Rus Devriminin Anlamı

Yoksulların kolektif hayal gücünü ele geçiren ve insanların inançları için kendilerini feda etmelerinin bir sınır tanımadığı bu devrim neydi?

Genellikle ve yanlış olarak, devrim, devletin kendisi bile değil sadece hükümet binalarının alınmasına indirgenir. Açıkçası, bu en görünür andır, ancak devrimin ne en önemli ne de en karakteristik özelliğidir. Ekim 1917’de Rus Devrimi, Çar II. Nikolay’ın Kışlık Sarayı’nın işçiler, köylüler ve silahlı askerler tarafından ele geçirilmesi olarak özetlenebilir. İşçilere kapalı olan askeri yapıları halkın işgal etmesi elbette epik bir andı ancak film yapımcısı Sergei Eisenstein (4) tarafından ölümsüzleştirilen bu görüntü devrim değil sadece onun son derece küçük etkilerinden birisidir.

Daha politik anlamda devrimin ikinci bir indirgenmesi de ayaklanma olayı, yeni bir hükümetin ve devlet kurumlarının kurulmasıyla sonuçlanan askeri-siyasi ana atıfta bulunulmasıdır. 1917 olayı Lenin’in muhalif akımlar arasındaki tartışmanın ortasında ustaca ayaklanmayı başlatma kararı ile başlar ve devrimci eylemi başlatmak için askeri hazırlıklara başlaması ile sürer. (5)

Burada sosyal güçlerin yoğun bağıntıları, sosyal sınıfların yeniden yapılanması ve iktidar, devlet, devrimin yolları gibi konularda derin teorik tartışmalar buluyoruz. Bununla birlikte, bir siyasi partinin ayaklanma ile iktidarı almayı ciddiyetle ele alması beklenmedik bir olay değildir. Rus olayında şunu sorabiliriz: Neden sırf Bolşevikler de başkası değil? Neden Ekim ayında neden başka bir ay ya da yıl değil? Neden seçimlerle değil de silahlı ayaklanma yoluyla? Çünkü “on yıllar hatta yüzyıllar boyu olgunlaşmış çelişkileri” (6) ortaya çıkartmak için daha önce görülmemiş bir sınıf mücadelesi verildi. Bir sosyal eğilim, sokaklara akan kitlelerin kolektif radikalleşmesi (7) ve toplumların ortak kaderi konusunda meclisler, kamu tartışmalarının görülmesi gerekiyordu. Toplumun bizzat kendini, kendi deneylerini, ortak sorunları denetleyip düşünecek sovyetleri yaratması gerekiyordu.

Aslında sovyetlerin oluşumu, etkin bir ikili iktidar yarattı ve Bolşeviklere sadece bunun ulusal düzeyde uygulanmasını önermek işi kaldı. Ve tabi elbette, Bolşeviklerin çalışan sınıflar üzerinde (özellikle işçiler üzerinde) politik ve ahlaki önderlikleri vardı, ki ancak böylece sloganları ve eylemleri zaten ayaklanmış olan işçi sınıfı tarafından benimsenip zenginleştiriliyordu. (8) Bütün bunlar gelişmekte olan devrimin ortaya koyduğu şeylerdi. Bu devrim bu nedenle, tarihi belli ve fotoğraflanabilir, kesin bir anı oluşturmayıp aylar, yıllardır toplumda, sosyal kurum ve sınıflarında kemikleşmiş katı, normal, tanımlanmış ve öngörülebilir özel bir andır. Kaotik ve yaratıcı bir “devrimci kasırgadır” (9).

Aslında, Sovyet Ekim Devrimi “sıradan kent halklarının” (10) büyük yürüyüşleri, işçi grevleri ve daha da önemlisi Almanya karşısında yenilmiş (11) ve moralsizleşmiş genç askerlerin isyanına bir de Şubat ayının başında Petrograd’daki ekmek sıkıntısına karşı yaygın hoşnutsuzluk eklenince başladı. Askerlerin halkı bastırmayı reddedip eylemlere katılmaları kitlelerin kendi eylemlerine güveninin artmasına yaradı ve bu da çaresiz kitlelerin bunca yıl sonra tekrar kolektif eylemlerinin etkinliğini anlayıp güvenmelerine yol açtı. (12) Birden protesto ve yürüyüşlere farklı sosyal sınıftan insanlar katılıp sokakları doldurmaya başladılar: Öğrenciler, tüccarlar, memurlar, taksi şoförleri, çocuklar, kadınlar, işçiler, askerler şenlik havasında kentin coğrafi amblemlerini, caddelerini, sokaklarını, abidelerini doldurdular.

Dükkan sahipleri dükkanlarını askerler için üsler, ateş eden polislerden kaçan halkların barınakları yaptılar. Şoförler “yalnızca devrim liderlerini” alacaklarını ilan ettiler. Öğrenciler ve çocuklar ayak işlerine koştular. İhtiyattaki askerler emirleri yerine getirdiler. Çeşit çeşit insanlar yaralılarla ilgilenip doktorlara yardım etmeye gönüllü oldu. Sanki sokaklardaki insanlar birden kocaman görünmez bir ağ ile birleşmişlerdi ve onları işte bu zafere götürdü. (13)

Kış Sarayı düştü, Çar kaçtı ve işçi, köylü ve asker temsilcileri işçi sınıfının karar verme ve politikayı yürütme organları olarak, sovyetler olarak örgütlenmeye başladı. Bu Marks’ın her devrimin “dalgaları” dediği şeyin ilkiydi. (14)

Lenin ve Bolşevikler, 1913’ten beri Rusya’da (15) “devrimci durum” ve “ulusal politik kriz”in ortaya çıkışı hakkında düşünmüş ve teorileştirmiş olsalar da devrim, tüm Rus devrimcilerini şaşırtır şekilde beklenmedik olaylar dizini ile patladı. Şubat patlamasından bir ay önce Lenin bile, “Biz eski nesiller, gelecek devrimin nihai savaşlarını göremeyebiliriz.” demişti. (16) Bu nedenle, açıktır, gerçek hiçbir devrim önceden planlanamaz; isterse en yetkin, öngörülü ya da akıllı olsun devrimci parti ya da teorisyenin hesapladığı gibi olamaz.

Devrimler, daha önce hiç düşünülmemiş olabilecek bir şekilde olağan dışı garip olaylardır. Birbirine benzemeyen çelişkiler, akımlar daha önce ilgisiz, kayıtsız toplumu kendine özgü bir politik eyleme sokabilir. Lenin kendisi de şaşırarak itiraf eder:

“Devrimin ilk bakışta çok hızlı ve radikal olarak başarıya ulaşması son derece eşsiz tarihi durumun yani kesinlikle birbirine benzemeyen akımların, kesinlikle heterojen sınıf çıkarları, kesinlikle zıt politik ve sosyal çabaların çarpıcı biçimde “uyumlu” bir şekilde birleşmesi gerçeğinde yatar.” (17) Kesinlikle örgütlerin militanları tarafından yapılan propaganda, yayma ve tartışma çalışmaları sonucunda birçok koşulun iç içe geçmesi ile mümkün olmuştur. Ancak bir kez devrim gerçekleştiğinde, devrimci örgütlerin önceki tüm bu sabırlı ve zahmetli çalışmaları (Marks’ın eski köstebekleri) (18) acımasız devrimci akış içinde küçük bir iç akım oldular. Bu akışın takviye edilmesi ya da zayıflaması ve sonunda politik önder ve ahlaki açıdan kabul gören bir güç olarak ortaya çıkışı, birçok farklı siyasi ve entelektüel örgütlere bağlıydı.

1921’de Lenin iddia etti: “Rusya’da muzaffer olduk ve hem de kolayca çünkü emperyalist savaş sırasında devrimimize hazırlandık. Bu ilk koşuldu.” (19) Haklıydı, çünkü 1. Dünya Savaşı sırasında, (28 Temmuz 1914’te patlak veren) çarlık zindanlarında ve 1905 devriminde sağlamlaşan Bolşevikler Rus ordusu içinde yoğun bir propaganda, ajitasyon ve gizli örgütlenme faaliyeti gösterdi. (20) Bu nedenle, birlikler köy alanlarına geri çekilirken ya da kentlere dağıtılırken subaylarına karşı eylemlere hatta ayaklanmalara katılmaya başladılar ve Bolşevik etkisini yayarak toplumun aktif güçleri komünist etkisini arttırdılar. Ancak, devrimin kesin politik biçimi ve orijinalliği ancak devrim patladıktan sonra test edildi.

Plebyen kitleleri içindeki işçiler, köylüler ve politikleşmiş mahalleler de birden çok siyasi-ideolojik eğilim vardı. Bir tarafta çarlık despotizminin devrilmesini alkışladıktan sonra alışık oldukları dünyanın istikrar ve öngörülebilirliğinin parçalanmaya başlamasına büyük kaygı ile bakan tutucu akımlar vardı. Bu nedenle, egemen olan “anarşiyi” sona erdirmek için “sert el” talep ettiler. Öte yandan, dikkatlerini büyük tarım alanları mülkiyetinin yeniden dağıtım düzenine odaklayan ve devrimi küçük kır ve kent mülkiyetinin demokratikleştirilmesi ile sınırlamayı umut eden ılımlı devrimciler vardı; bunlar açlık ve işsizlik dayağını yemiş küçük esnaf, işsizler ve askerlerdi ve yeni devletin yiyecek ve iş için iyi bir ücret temin edebilmesini umuyorlardı. Ülkeyi denetimlerine alıp büyük kapitalist gücü yerinden indirerek savaş ve açlık sorunlarını çözme fırsatını gören radikal entelektüeller ve devrimci işçiler akımı vardı. Son olarak bir günden diğerine pazarı, ücretli emeği, devlet ve otoritesini tasfiye edip yerel halk öz hükümetlerinin kurulabileceğine inanan aşırı devrimci eğilim vardı. (21) Dolayısıyla, eğilimler, sınıf fraksiyonları ve politik partiler (bu eğilimlerin bir bölümünü oluşturabilir), “devrim” içinde açığa vurulan birçok devrim anlayışı taşıyabilirler ve bu nedenle her bir taktik hareketin, sloganın sovyetlerin eylemlerinin öneri ve çağrılarının etkisi bu kitlelerde bulduğu yansımaya bağlıdır.

Bir devrimin patlak vermesini önceden tahmin etmek nasıl mümkün değilse bir kez ortaya çıktığında da nasıl şekil alacağı büyük güçte sosyal potansiyelleri ortaya çıkarabilecek taktiksel eylemler, girişimler ve sloganlara bağlıdır. Dolayısıyla, bir devrimin ayaklanma sürecinin yönü, yönelişi ve sonucu hareketlerin yoğunlaştırılmış ideolojik-politik savaşıdır (22) diye tanımlanabileceği söylenebilir.

Lenin, “Bolşevikler, her şeyden önce arkalarında proletaryanın büyük çoğunluğunu buldukları için zafer kazanmıştı.” (23) der. Bu, boş laf değildir ama devrimin sosyalist yolunu tanımlayacak olan ulusal politik hegemonya inşası doğrultusundaki eylem programının bütünüdür. Plebyen sınıfların politik gücünün otantik organları Sovyetler Şubat 1917’de ortaya çıktı ve Nisan ayı sonlarında birkaç düzineden o yılın Ekim ayında 900’e çıkarak Rusya’nın tamamına hızla yayıldı. (24) Ayrıca terk edilmiş şirketlerde kurulan savunma ve yönetim komiteleri başta devlet fabrikalarında kurulmuştu ve sonraları kentlerdeki büyük özel şirketlere yayıldı. (25) En önemlisi, toplumun bu hayati gücünün çoğunlukla kentsel olmakla birlikte kırsal kesimde de “aşağıdan kitlelerin direkt inisiyatifleri” ile otonom olarak, sendikalar ve partiler olmaksızın kurulan yapılar olmasıydı.

Çar’ın devrilmesinden sonra kurulan geçici hükümetin hiçbir gerçek gücü yoktu ve emirleri yalnızca işçi ve asker sovyet temsilcilerinin izin verdiği ölçüde geçerliydi. Askeri birlikler, demiryolları, posta ve telgraf hizmetleri ellerinde olduğundan iktidarın en temel gücünü denetliyorlardı. (26)

Bu devrimin kaderinin, hareketin en saf ve en temsili unsuru sovyetlere bağlı olduğu anlamına gelir. Lenin, ünlü “Nisan Tezleri”nde “devletin tüm gücünün sovyete geçtiğini” savunurken (27), Bolşeviklerin azınlık olduğunu çok iyi bilir: Petrograd ve Moskova Sovyetlerindeki delegelerin %4’ünden daha azına sahiptiler. (28) Fakat o andan itibaren partiye önerdiği her şey; sloganlar, girişimler ve örgütsel yönergeler onları sovyetlerin ve genelde tüm ülkede çalışan sosyal sınıfların itici gücü haline dönüştürecekti.

Savaşı sona erdirme, toprakları köylülere dağıtma ve fabrikaları işgal etme sloganları (Nisan); geçici hükümete iç baskıya karşı direnme fikri, (Haziran ve Temmuz) “bütün iktidar sovyetlere” sloganını geri çekme kararı (o zamana kadar geçici hükümete teslim edilen), gerici darbe girişimlerine karşı fabrikaların ve sovyetlerin seferberliği (Ağustos); Bolşevikler çoğunluğu alınca “tüm iktidar sovyetlere” sloganına geri dönüş (Eylül); ayaklanmadan haftalar önce “devrimci sosyalist” partinin önerdiği tarım programının Bolşeviklerce benimsenmesi (29); tüm bu anlaşmazlıklar, alt sınıflar içerisindeki yoğun siyasi hegemonya mücadelesini gösteriyor.

Ekim 1917’de Bolşevikler devrim sürecinin ideolojik-politik gücüdür. Mayıs’ta ana endüstrilerdeki fabrika komitelerinin çoğunu işletiyorlardı (30); Ağustos ayına gelindiğinde şehirlerde dağınık askerler üzerindeki etkileri bu birliklerin geçici hükümet ve resmi askeri komutaya uymasını engellemeye yeterliydi (31). Devrimin başında kitlelere seslenen bir medyaları olmamasına rağmen Temmuz ayının sonunda fabrika ve kışlalarda çeşitli gazetelerin günlük dağıtım tirajı 350 000’e ulaştı. Eylül ayında sloganları, hala merkez partisi etkisi altında olan yerlerde bile benimsenirken Petrograd Sovyeti’nin kontrolünü ele geçirirler; sloganları ana askeri alayların, asker konseylerinin kafasındaydı ve temel garnizonlar teknik olarak Bolşevik partiyle ilişkideydi. (32) Bolşevikler işçilerin işlerini garanti altına almasını gerekli gördüklerinden işçiler fabrikalara hücum ederler. Sonra da köylü partisinin tarım programını kabul etmesiyle (kırlarda tam desteği olan kendi programını uygulamayı reddederek) Bolşevikler artık ideolojik bir güç, ahlaki bir liderlik ve politik komuta inşa etmişlerdi. Figes savunuyor:

Temel itirazını plebyenlerin tüm yönetim otoritesini reddetme çağrısına dayandırdıktan sonra yaz aylarının toplumsal kutuplaşması Bolşeviklerin ilk defa gerçek bir kitle olmalarını sağladı. (33) (…) İlk olarak işçilerin sınıf bilincinin en gelişkin olduğu kentlerdeki büyükçe fabrikalar kitle halinde Bolşeviklere katıldılar. Mayıs sonunda parti Fabrika Komiteleri Merkez Bürosunu kontrol altına almıştı ama 1918 yılına kadar Menşevik sendikaları üye kaybetmekte olsalar da yine önemli sendika meclislerinde kararlarını geçirmeye başladılar. (…) Ağustos ve Eylül Duma seçimlerinde Bolşevikler, önemli kazançlar elde ettiler. Petrograd halk oylamasında payları Mayıs ayında % 20 iken bunu 20 Ağustos’ta %33’e çıkardılar. Moskova’da Haziran ayında oyların sadece %11’ini almışken 24 Eylül’de %51’le zafer kazandılar. (34)

Aslında, Ekim ayaklanması Bolşeviklerin aktif emekçi kitleler arasında daha önce edindikleri kazanımların taçlandırılmasıdır. Rusya karmaşık alt toplum kesimlerinde iktidarı ele geçirmişlerdi ama ayaklanma eski devlet yapısı içinde kökleşmiş eski burjuva iktidarının yaşayan ölü yapısını yok etti. Ayaklanma, eski devlet gücünün inkarı ve onun yerini alarak toplumdaki uzun bir ideolojik-politik süreci sonuçlandırdı ve böylece toplumun kurduğu tekelci yoğunlaşmanın yerine yeni devlet iktidar kurumlarının kurulması başladı. Rus Devriminin plebyen karakteri ve genel olarak herhangi bir devrimde bu aşağıdan toplumsal iktidar kurulması zorunlu olarak kendisini “ikili iktidar” (35) ya da “yerelde çok sayıda iktidar” olarak gösterir. (36)

V. Tijomirnov 1918’de şöyle diyor:

“Şehir sovyetleri, köy sovyetleri ve banliyö sovyetleri vardı. Bu kurumlar kendilerinden başka hiç kimseyi tanımadılar ve birilerini tanımaya başladıklarında da yalnızca kendilerine arada sırada yarar sağlama “derecelerine” göre oldu. Her sovyet çevre koşullarının verdiği olanaklar içinde, elinden geldiği ve istediği gibi yaşayıp savaştı.” (37) Daha sonraki aylarda devletleşmeyle bu çok sayıda plebyen güç merkezileşti.

 

Devrimin Görünür Çelişkileri

Özetle, devrimler, yeni bir ekonomik düzen kurmak için var olan iktidar ilişkilerinin eridiği uzun tarihi bir süreçtir. Hareketin içinde ve sosyal sınıflar tarihinde bir devrim bir sınıfın etki ve mallarına el konularak diğer sınıflar arasında dağıtılmasını sağlayarak aralarındaki ilişkiler yapısını son derece değiştirir. Buna ek olarak, bir devrim, egemen sınıfların ahlaki ideolojik gücünün çöküşü, egemen ideallerin ve alt sınıfların ezilmesini sağlayan politik sınıflandırmaların çöküşüdür. (38) Yönetenler ve yönetilenler arasındaki ahlaki ilişkiler çözülür ve üreten, silahlandıran ya da yeni ideolojik yapıları kabul eden emekçi sınıfların direkt politik girişimi doğarken toplumdaki bireylerin rolü yeniden düzenlenir. Toplum içinde bireylerin rolünü yeniden düzenleyen yeni ideolojik yapılar üreten, silahlandıran veya kabul eden ezilen sınıfların doğrudan siyasi girişimleridir.

Bu ahlaki ve ideolojik egemenlik mücadelesi her devrimin motorudur ve bundan sosyal mağmayı somutlayabilecek yani bu değişmiş etkileri düzenleyip örgütleyebilecek kurumsal yapılar doğar. Bu, önce alt sınırların etkin politik örgütlü önderliği tarafından toplumlarda devrimler yapılır ve ancak bu farklı eğilimlerin güçlendirmesiyle yeni bir devlet yapısı ortaya çıkabilir, demektir. 20. ve 21. yüzyıldaki siyasal ve toplumsal devrimlerin tüm tarihleri kaçınılmaz olarak bu özellikleri taşıyor, taşıyacaktır. Bu özelliklere sahipler ve kaçınılmaz olarak bu özelliklere sahip olacaklardır.

Özetle, bir devrim, paralel gerçekleşen çelişkili devrimlerin bütünüdür ve birbirleriyle anlaşan çeşitli sınıf ve fraksiyonların çok sayıda girişimlerini içerir. Devrim eski mülkiyet ve nüfuz ilişkilerini yok eder ve yeni ilişkiler doğurur. Toplumun ideolojik politik etkilerinin yeniden tekelleşmesi ve yeni uzun dönemli egemenlik mücadelesidir. Bu nedenle her devrim aynı zamanda toplumu yeni bir ulus yapar. (39)

 

1. Devrimci Silahlı Katılım veya Demokratik Seçimle Katılım

Bu nedenle, devrim ve demokrasi arasındaki çelişki yanlış bir tartışmadır. Demokrasinin toplumun haklarını garanti altına alarak, politikaya barışçıl katılımını sağlayan rejimken devrimin bu hakları çiğneyen şiddetli bir eylem olduğu belirtilir. (40) Herhangi bir devrimin incelenmesinde görülebileceği gibi devrim sürecinin en belirgin özelliği çeşitli sosyal sınıflardan insanların toplumun kamu işlerine hızlı bir şekilde katılmasıdır. Daha önce 4 veya 5 yılda bir adlarına karar verecekleri temsilcileri seçmeye çağrılan isteksiz insanlar birden bu rehavetlerinden çıkar yöneten seçkinlerin önünde toplumun ortak konularının tartışılması ve tanımlanmasına katılmaya başlarlar. Birden herkes her konuda uzman kesilir, herkes kendilerini etkileyecek her konuda konuşma, karar verme hakkına sahip olduğuna inanmaya başlar.

Devrimin ilk aylarında Rusya’da bulunan Amerikalı bir gazeteci şu yorumları yaptı:

“Hizmetkarlar ve ev bekçileri, yerel seçimlerde hangi partiye oy vermeleri gerektiği konusunda tavsiyeler isterler. Kasabadaki her duvar, yalnızca Rusça değil Lehçe, Litvanyaca, eski ve yeni İbranice yazılmış toplantılar, konferanslar, kongreler, seçim açıklamaları ve duyurular ile doluydu. (…) İki adam bir sokak köşesinde tartışırken bir anda etrafları heyecanlı bir kalabalıkla sarılıveriyor. Konserlerin müzik aralarında bile tanınmış oratörler siyasal konuşmalar yapıyor. Nevsky Bulvarı bir çeşit Latin bölgesi oldu. Seyyar kitap satıcıları kaldırımlara çizgi çizip Lenin kimdir, köylülere ne kadar toprak verilecektir, bunları anlatan broşürlerini satıp, Rasputin ve Nicholas’la ilgili broşürleri de acıklı acıklı okuyorlar.” (41)

Devrim, Ranciére’in anlatımıyla toplumun o “parçaların” çözümü için direkt sorumluluk üstlenmiş ve ihtiyaçları, eksiklikleri ya da haklarını dayatma eylemlerini oluşturan politik kulların “parçası olmayan parçalarının gerçekleşmesidir”. (42) Aslında devrim demokrasinin mutlak gerçekleştirilmesidir, çünkü daha önce ortak çıkarlarının yönetimini başka “uzmanlara” devretmiş olan toplum şimdi kendi ihtiyaçları gereği ortak sorunlara doğrudan katılmalarının bir zorunluluk olduğunu varsaymaktadırlar. Aniden ortak ihtiyaçlar herkesin sorunu olur; her biri kendisini milletvekili, bakan hisseder, kendilerini anlatmayı, etkilendikleri şeyleri tanımlamayı ahlaki zorunluluk görürler. Bu durum, politik konuda hiçbir seçim sürecinde ulaşılamayan toplumun politik katılımının yükseldiği mutlak bir demokrasi durumudur.

Bir şekilde, bir devrim -kamu çıkarlarını tartışan ve sayıları giderek katlanan meclisleriyle, ortak bağlar kurmanın nedenlerini tanımlayan iş, mahalle, büro merkezlerinde tartışan konseyleriyle- “müzakereci demokrasi” (43) önerisinin ufuktaki sınır işaretidir. Devrimci süreç içinde bilinçli bir “elitleşmeye” yol açan kültürel, akademik veya haberleşme araçlarına eşitsiz ulaşımdan doğan eşitsizlik bilinçli görevlerle etkisiz hala getirilebilir. Başka bir değişle eğer müzakere her zaman çeşitli egemen yapıların ortak girişimiyse ve müzakere yapmak, başta pratik etkilerine kapsamlı bir bağlılık sağlamak için önceden üretilen haberleşmedeki eşitsizlikleri etkisiz hale getirmek ise o zaman bu anlamda müzakere filozofların dediği yerel mikro-alan sınırları olmayan bir sosyal etkinlik haline gelir.

Öte yandan, devrimler egemenliğin, yani liderlik ve hakimiyetin (44) kurulma anları olduğundan bu mücadeleler temelde egemen düşünceleri, halkların ahlaki eğilimlerini ve ön yargılarını çözer. Bu nedenle devrimler, dünyada insanların yorumları, bilgileri ve davranışlarının, akıl sınırları ve düzenlerinde mükemmel mücadele ve çalkantılardır. Dolayısıyla onun demokratik ve ihtiyatlı niteliği, aynı zamanda onun temelde barışçı niteliğidir. Eğer devrim yöneticiler ve yönetilenler arasındaki ideolojik düzeni bozar ve yerine yeni ilişkiler yapısı ve gerçeğin kavramsal şemalarını getirirse o zaman insanların sembolik dünyaya dönüşümü ancak temelde bilgilendirme, caydırıcılık, mantıksal ikna, ahlaki bağlılık ve pratik örneklerle, yani barışçıl ikna yöntemleri aracılığıyla gerçekleştirilir.

Devrimci Rusya’da askerler eski askeri hiyerarşinin karşısına geçtiklerinde; kadınlar sokaklarda askeri pantolon ve botlar giyerek eski sosyal ve cinsel düzeni tersine çevirdiğinde; garsonlar bahşişleri reddedip iyi çalışma koşulları talebiyle protestoya başladığında; ev çalışanları kendilerine eskiden hizmetçilere seslenildiği gibi saygısızca değil, bay bayan denmesini isteyince; kısacası, köylüler yüzyıllar boyunca hayatlarını yöneten toprak sahiplerinin evlerini yaktığında veya işçiler fabrikaları işgal edip yönetmeye başlayınca, eski toplumun tüm mantıksal düzeni, kelimenin tam anlamı ile, yönetilenlerin ahlaki karar gücüyle ters yüz edilmiştir ve bu kararı verdikten sonra otomatik olarak yönetilen olmaktan çıkarlar. Bu nedenle, devrim imkansızı daha önce düşünülmemiş olanı gerçekleştiren bir kavramsal devrim, kültürel devrim olarak görülür. Önceden egemen yapıyı birbirine bağlayan tüm mantıksal öğretiler, kurallar, kararlar, gelenekler paramparça olurlar ve başka bir ahlaki kriter ve başka bir mantıki değer egemen olanın yerini alır, yani halkların yaygın çoğunluğu içinde durdukları toplum konumuna göre karar verir, egemen olur, emrederler.

Bütün bunlarda, çeşitli fikirler, çeşit çeşit iletişim araçları, örgütlenme özgürlüğü, yani modern toplumlarda tipik olan demokratik haklar dizini, belirleyici ve yerine koyulamaz bir rol oynar. Kurumlaşma özgürlüğü olmadan, hangi tür meclis ve konseylerden söz edilebilir? Çoğulculuk olmadan, hangi tür tartışma, ahlaki, entelektüel önderlik kurulabilir? Hiçbiri! Dolayısıyla, herhangi bir devrimci sürecin gelişmesinin tek verimli zemini demokratik özgürlükler ve güvencelerdir. Ve bazen devrimlerin başlangıç ​​noktası bu hakların fethedilmesidir.

Bu, tüm devrimleri -ve 21. yüzyıl başlangıcından beri gerçekleşen Latin Amerika devrimlerinde de bir istisna değildir- doğası gereği barışçıl ve mükemmel demokratik yapar. Bazen karşı-devrimci silahlı şiddetin, kurulu devlet kurumlarının sosyal yapıya dönüşümünün engellediği istisnai durumlarda devrimci akışın önünü açıcı silahlı güce gerek olabilir. Sovyet Devrimi’nde, Temmuz 1917’de Bolşevik Parti’yi yasadışı ilan eden tutucu hükümetin şiddet eylemleri, Bolşevik Parti’yi zor gücü ile ezip sonra da darbe ile yok edince, Lenin devrimin barışçıl yolla başarıya ulaşacağı inancını terk etti: “Barış içinde bir gelişme olanağı imkansızlaştı. (…) Rus devriminin barışçıl bir gelişimi için umutlar ortadan kalktı.” (45) dedi ve Finlandiya’ya sığınarak o tarihten itibaren ayaklanmaya hazırlanmaya zorlandı.

O nedenle devrimci yol kapatıldığında (yani, yeni devrimci kültürel hegemonyanın oluşum süreci, toplumun örgütsel bilinçli yetenekleri karşı-devrimci zor ile kuşatılır ya da köşeye sıkıştırılırsa, gelişmekte olan sınıfları daha önceden şekillenmiş özgürleştirici akışı koruma ve özgürleştirmeye zorlar) silahlı mücadele, gerilla savaşı, ayaklanma veya uzun süreli savaş yöntemleri düşünülür. O nedenle, silahlı mücadele toplumun kendi demokratik yeteneğinin hayata geçirilmesi olarak ortaya çıkar ve bu durumda devrimci gerçek olarak görünür.

 

2. Manevra ya da Mevzi Savaşı

Önceki Sovyet devrimiyle bağlantılı yapılan ikinci yanlış yorum da (şöyledir): Devrimler bir tür “manevra savaşı”dır ve sadece devletin her şeyi denetlediği ama “jelatinimsi” zayıf bir politik egemenlik yapısına sahip olduğu “Asya” toplumlarında gerçekleştirilebilecek hızlı saldırı stratejisidir. Oysa devlet yapısının zayıflamasına rağmen gene de onun tarafından inşa edilmiş sınıfın iktidara katılımını güçlendiren sayısız güçlü surlar ve siperlerle devletin bir arada tutulduğu Batı toplumlarında ise o sivil toplum surlarını sabırla kuşatan uzun “mevzi savaşı” stratejisi uygulamak gerekir. Gramsci, Lenin’in Komünist Enternasyonal tartışmalarında önerdiği “birleşik cephe” kavramını açıklamak için bu farkı ileri sürer. Doğu’da devlet her şeydi, sivil toplum ilkel ve jelatinimsiydi. Batı’da devlet ve sivil toplum arasında doğru bir ilişki vardı ve devlet sallandığında sivil toplumun sağlam yapısı ortaya çıkardı. Devlet yalnızca dış bir hendek ve arkasında, söylemeye gerek yok, birbirinden farklı güçte kaleler vardı. Bu nedenle her bir ülkenin doğru değerlendirilmesi gerekir. (46)

Modern tarih boyunca, Avrupa devletlerinde halk özlemlerini boğan eylemler görmek zordur, çünkü bu ülkelerde “devletin en temel yasaları pek çiğnenmez ve azınlığın istediği olmadığından”, Gramsci’e göre bunlar bu ülkelerde sınıf mücadelesinin zayıflamasına yol açar. (47) Bununla birlikte, 20. yüzyıl ortalarında Avrupa faşizmi olayı bize dayatmanın, yasa çiğnemelerin, keyfiliğin ve dizginsiz devlet şiddetinin Batılı siyasi kültüre yabancı olmadığını gösterir. Bu devrimci hareketlerin başarıya neden ulaşmadığı başka bir tartışma konusudur. Bununla birlikte, burada itiraz edilemeyecek bir gerçeklik vardır. Avrupa ya da Birleşik Devletleri ziyaret eden bir yabancı gözlemci için en çarpıcı deney, iktidar kurumlarının düzenli çalışması ve halk çoğunluğunun temel ihtiyaçlarının karşılanma koşulları yanında vatandaşlarda içselleşmiş bir sosyal düzen öğretisi görülmesidir. Sanki devlet mantığı insanların derisinin altındadır ve devletin bunu denetlemesi için bir devlet aygıtına ihtiyaç yoktur. Bu nedenle, birisi normu ihlal ettiğinde, güvenlik güçlerinin hızlı, zamanında, acele ve acımasız varlığı başkalarının kaderine karşı büyük kayıtsızlık uyandırır. Gramsci’nin dediği gibi, işleyen bir düzen varsa yerine başka bir şey getirme mücadelesi daha zorlaşır. Çünkü devlet karşısında sağlam ve “dengeli” bir sivil toplum yerine, sivil toplumun en derin gözeneklerine sızmış çok güçlü bir devlet vardır. Tüm çatlaklarına rağmen bu devlet kurumu sivil toplum içinde birçok siper, malzeme ve yedek güç bulabilir ve bunlar da onu sivil topluma daha az güvenen devletten daha dayanıklı ve sağlam yapar. Belki de Amerikan akademisinin “kimlikler” (48) araştırmasına kafayı bu kadar takmış olması vatandaşların bireysel düzenlerini öğrenip ona göre her yerde olmak isteğindendir.

Bu şekilde bakıldığında, Gramsci mantığı tersine çevrilebilir: “Doğu” toplumları, tüm keyfiliklerine rağmen daha aktif ve canlı bir sivil toplum ve daha jelatinimsi ve kırılgan bir devlete sahiptir. Hatta onların keyfiliği toplumdaki bağlılık ve yapısal destek yoksunluğunun yerini doldurur. Sivil toplumun içinde derin kökleri olduğundan “Batı”lı toplumlarda devlet her yerde var olur ve aynı zamanda onların sivil toplumları daha çoğulcu ve çeşitli olmasına karşılık, daha az politik ve aktiftirler ve bir tür genelleştirilmiş sivil uyum içinde görünürler.

 

3. Tarihi İstisnai Durum veya Evrensel Sosyal Geçerlilik

Ancak, çağdaş toplumun politik yapısına bakılmaksızın, (49) Sovyet Devrimi’nin evrenselliği, hem ayaklanma sırasında hem de öncesinde sivil toplum içindeki aktif plebyen örgütlenmelerin ve Bolşevik fraksiyonların ahlaki, ideolojik, politik ve kültürel zaferinde yatar. Lenin, Bolşeviklerin “proletaryanın büyük çoğunluğu tarafından desteklendiği için” başarılı olduklarını savunurken bunu ifade eder. Ve devrim uğruna “ölmeye hazır olacak” kadar aktifleşmiş plebyen sınıflardaki bu destek, etki ve liderlik, alt sınıfların düşüncesinde 1917 Nisan ve Ekim arasındaki derin ahlaki ve ideolojik dönüşümü yansıtır.

Gramsci’nin terimleriyle, bu patlayıcı “mevzi savaşlarının” eski sivil toplum hendeklerine karşı başarılı bir konumlanmayı gösterir. Kısacası, aktif halk sınıflarının politik yönelişi ve liderlik savaşı devrimin anahtarıdır. Daha önceki egemenlik mücadelelerinden eski devlet iktidarını kesin olarak çökerten ayaklanma cesaretinin doğması bir olasılıktır.

Her devrim, merkezi politik iktidarın tekelindeki ahlaki ve mantıksal düzenin toplumsal ortak önyargılarında köklü bir dönüşümdür. Kışlık Saray’a silahlı saldırı, bu kurumsal işgal eylemi daha resmen onaylanmadan bir iktidar sembolü olarak Sovyet politik gücünü doğuran derin ideolojik-politik dönüşümler sürecini temsil eder. Devrimci anın anahtarı olarak kültürel ve politik hegemonyayı koyan “Gramscian Lenin” den bu anlamda söz etmek olasıdır.

Bununla birlikte, “Doğulu” istisnasından çok bir Rus istisnası olarak varsayılabilecek şey, bu “mevzi savaşı” zamanlamasını anlamaktır. Normalde, yeni bir sağduyunun (50) ortaya çıkması ve insanların günlük davranışlarını yönlendiren düzen önyargılarının tekelleştirilmesi, egemenlik kurulmasında uzun vadeli süreçtir. Egemenliğin ahlaki ve mantıksal olarak halkların, sınıfların ve alt tabakaların mantık yapısına işlenme süreci on yıllar hatta yüzyıllar alabilir. (51) Genel olarak, bu zihinsel duvarları yıkmak, Gramsci’nin dediği gibi “daha karmaşık taktikler” ve “sabır ve yaratıcı ruhun olağanüstü niteliklerini” gerektiren devasa bir görevdir. (52) Rusya’da bu olağanüstü bir hızla gerçekleşir. Ancak, bu sürede Rus İmparatorluğu’ndan milyonlarca genç insanın dünya savaşında öldüğü unutulmamalıdır. Ortada toplumu kötü tüketim koşullarına sürükleyen ekonomik açıdan kırılmış bir ülke; kriz ve dönüşüm içinde bir emperyalist dünya yapısı vs. vardı.

Başka herhangi bir ülke ve zamanda tekrarlanmayacak bu olağanüstü koşullar, zaman dilimlerini kısaltır ve Rus toplumunu egemenlik krizine sokar. Yani, halklar yeni açılımlara hazırdır ve sosyal sınıflar yeni dünyanın etkin ve aktif özneleri olarak bir araya gelecekleri bir dünya kurmaya yönelik yaratılacak yeni söylemleri dinlemeye yatkınlaşmışlardır. On yıllar ve hatta yüzyıllar gerektiren şey birkaç ay içinde başarılabildi ve böyle bir şeyin uzun dönemde çok ender görüleceği açıktır. Bu gibi özel durumlar tarihte az görülür ama tüm ülkelerde rastlanabilir. Genellikle tarih bunları geçici, şaşırtıcı ve çalkantılı dönemler olarak yazar. Ancak, tarihin bu fırtınalı özel durumu, içlerindeki tüm yaratıcı potansiyeli tetikleyecek şekilde örgütlenirse dünya tarihini değiştirecek devrimler doğar. Bu, Rus Devrimi’nde gerçekleşti. İstisna bir kural oldu, güç yaratıcı şekilde aktı ve yeni bir sağduyu mücadelesi kurumsallaştı.

1917’de Rusya’da olduğu gibi, çelişkiler ve sosyal olanakların bir araya gelmesi ve devlet kurumlarını felç etmesi tarihi bir özel durumdur. Ancak bir ülkenin tarihsel gelişiminin herhangi bir noktasında devletin zor aygıtında bir çatlama ya da kırılma oluşabilmesi veya kolektif hareket etme zorluğu üreten “kusursuz” mekanizmasında yeni politik arzuların ifade edilmesine olanak sağlayacak biçimde kusurların ortaya çıkabilmesi olguları her yerde ortaya çıkabilir. Bir devlet egemenliğinin bu kadar çabuk çökmesi tarihi bir istisnadır. Ancak alt sınıflara özgü örgütsel yapılar içinde iktidarı demokratlaştıracak kurtuluş potansiyellerinin varlığı da evrensel bir gerçekliktir. Bu nedenle, devrimci kurum, birlik ya da partilerin görevi sabırla, yaşlı bir köstebek gibi, eski düzenin kültürel ve devlet gücünün altını kazmaktır. Öngörülemeyen tarihsel bir istisna kapıyı çaldığında, eğer hala istek varsa, plebyen sınıfların yarattığı ve biriktirdiği demokratikleştiriciliği güçlendirmek için, mutlaka her boşluk, olanak ya da yarıktan tereddütsüz azimle yararlanılmalıdır. Genç Marks’a göre devrimci bir komünistin eserlerini anlamanın yolu budur: “(…) bir bütün olarak proletaryanınkinden ayrı ve başka bir çıkarı yoktur (…)  -ve- işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde geçilecek çeşitli evrelerin gelişmesinde hareketin çıkarlarını her zaman ve her yerde bir bütün olarak temsil eder.” (53)

 

4. Jakoben Leninist An ya da Hegemonik Gramscian An

Gelişmekte olan herhangi bir devrimin görmezden gelemeyeceği kesin ama önemli bir an var. Alınan tutuma bağlı olarak, devrim ya sürecek ya da bitecektir ve korkunç bir karşı devrim dönemi başlayacaktır. Devrimin Jakoben anı ya da çatallanma noktasından bahsediyoruz; (54) bunların işlevlerinin yenileri ile ya da sahiplerinin sınıf koşullarına göre değiştirilmesi gereken eski iktidar kurumları ve sembolleri ile ilgisi yoktur. Ya da eski devletin yasama, yürütme ve iktidar kurumlarının devrilmesi ya da yerine yenilerinin getirilmesi ile de ilgili değildir. 21. yüzyıl devrimleri bu son söylenenin demokratik seçimler yoluyla olacağını gösteriyor. İkisi de ayaklanan güçlerin daha önce elde ettikleri politik-kültürel güçten doğan anlardır. Duruma göre barışçıl ya da Rus Devrimi’nin özel durumunda olduğu gibi silah yolu ile olabilir. Bununla birlikte, yerinden edilen devlet sınıflarının iktidar projesini yenmek kaçınılmaz olarak zor, baskı gerektirir.

Eski egemen sınıflar bir süre toplumun kültürel yönlendirmesini kaybedebilir ve medya, üniversiteler ve yıllardır halkların beyinlerine kazınmış inançların ağırlığı yolu ile tekrar inisiyatif almak için “sosyal kasırganın” dinmesini bekleyebilirler. Hükümet, parlamento ve bazı mülklerinin kontrolünü kaybedebilirler ama finans kaynakları, yönetim bilgileri, pazara açılımları, ekonominin diğer alanlarında mülkleri, dış bağlantıları ve toplumda kök salmış ekonomik güçlerini korumaktadırlar. Bolşevikler Ekim 1917’de iktidara geldi, ancak Merkez Bankası, Kasım ayı sonuna kadar bile Geçici Hükümet’in temsilcilerine para aktarmaya devam etti. Ocak 1918’de bakanlık çalışanları grevdeydi ve yeni bakanları tanımıyordu. (55) 1919 yılının ilk aylarına kadar hala yerel iktidar çalışanları yeni hükümeti dinlemiyordu.

Bu nedenle, eski egemen sınıf iktidar projelerinin feshedilmesini asla gönül rızası ile kabul etmeyecektir, yani etki sistemlerini, eylem ve tarihi olarak iktidar sınıfı olduklarını dile getirmekten vazgeçmeyeceklerdir. Rus Devrimi’nde ne Geçici Hükümet ne de Anayasa Meclisi, hatta ne de Bolşeviklerin devlet kurumlarını ele geçirmesi tutucu politik partiler için projelerinin yenildiği anlamına gelmiyordu: Bu bir iç savaştı. En çok ölüm, sınıf savaşının en dehşetlisi, iç ve dış karşı devrim güçlerinin en yoğun mobilizasyonu, en yoğun anti-komünist çatışmalar ve iki iktidar projesi arasındaki gerçek silahlı mücadele bu iç savaşta yaşandı (56) ve yine burada devrim başarılı olduğu kadar yeni devletin özellikleri de burada kesinleşti. Lenin bu belirleyici anı çok titiz bir şekilde tarif edecektir:

O sırada burjuvazi, kendi bakış açısından oldukça doğru bir strateji ile misilleme yapıyordu. Şöyle dedi, “İlk önce devlet iktidarı mıyız yoksa öyle olduğumuzu mu sanıyoruz, bu temel konu üzerinde savaşacağız ve bu soru elbette kararnamelerle değil savaşla, zor kullanarak kararlaştırılacaktır.” (57)

Çatallanma noktası veya Jakoben anı, devrimin yol açtığı sınıf mücadelesinin bir özetidir. İktidarı almak isteyen her sınıf ya da sınıf bloğu bir bütün olarak devlet iktidarının tekelini talep etmek zorunda olduğundan, çatışma “örgütlü şiddet” olarak, yani en kasvetli ve arkaik biçiminde (perişan ve antik gerçeklik içinde) ortaya çıkar. (58) Politik iktidar tekelinin ve uzun bir devlet döngüsü süresince toplumun genel doğrultusunun, eski veya yeni devletin doğasının tanımlandığı yer orasıdır. Genellikle bu, devlet tutucu güçlerin elinden kaydıktan sonra ama gerçek gücünü kaybetmeden gerçekleşir. Marks olağanüstü yazısında bu anı şöyle anlatır. Proletarya iktidar gücünü fethedince “düşmanları ve toplumun eski örgütlenmesi hem en yok olmaz.” ve o nedenle “zor yolları, yani devlet araçlarını kullanmak zorundadır.” der. (59) Bu nedenle, Jakoben anı, söylemlerin susturulduğu, diplomatik girişimlerin çekildiği ve birleştirici sembollerin bulanıklaştığı andır. Savaş alanında kalan tek şey, zorun ülkesel tekelini ve ulusal meşruluğunu nihai olarak belirleyecek çıplak güç gösterimidir.

Küba devriminde Jakoben anı Giron savaşıydı (Domuzlar Körfezi işgali); Salvador Allende iktidarında Pinochet darbesi; Venezüella’nın Bolivar devriminde PDVSA grevi ve 2002 darbesi; Bolivya’da 2008 Eylül’deki sivil-valilik darbesidir. Bütün bu devrimlerde iktidar zaten devrimcilerin elindeydi ve tutucu bloğun elinde bazı yasama daireleri ve yerel yönetimler ile bir çeşit “parçalanmış iktidar” vardı. (60) Ancak daha da önemlisi, savaşan gücü, hala iktidar projesi, egemen olma isteği ve politik güç içinde bağlantıları vardı. Buradan en kısa zamanda iktidarı geri almak, ekonomik mülkiyet yapılarını savunmak için silahlar, (iç ve dış kaynaklardan yasal ya da yasadışı) sosyal bir destek örgütlemeye çalışıyordu. Bununla birlikte, kaçınılmaz olarak çıplak bir güç çatışması ya da en azından kuvvetlerin bir boy ölçüşmesi yaşanıyor; sonunda ya askeri bir yenilgi ya da savaşan sosyal güçlerden bir tanesi geri çekiliyor yani devlet zorunun tekeli belirleniyor.

Lenin bu tip bir siyasi operasyonda usta olduğundan Jakoben ya da “Leninist” an, sonuçta, devlet iktidarının tekleşmesinin belirleyici anıdır. Bundan sonra, halkın zihninde, hükümet kurumlarında ve yenilmiş sınıfların kendisinde tek bir devlet projesi olacaktır. Bu nedenle, yenilen güç çözülmeye başlar, daha kötüsü de kendine olan güvenini kaybeder. Yenilmiş sosyal sınıfların yok olması söz konusu değildir, yok olan bir süre için onun kendi örgütü, moral gücü, toplum projeleridir. Sınıflar egemenliklerini maddi olarak sürdürürler, ama esas olarak politik özne olmaları sona ermiştir. Bu yenilgiyi sağlamlaştırmak için zafer kazanmış olan sosyal güçlerin; karşı tarafın büyük üretim araçları mülkiyet düzenine zamanında darbeler indirmesi, sivil toplumdaki örgütlü yapılarını zayıflatması, başarılı projelerini ele geçirmesi, yönetim kadrolarını yanlarına çekmesi, eski entelektüellerin çeşitli politik dönüşümlerinin yükseltilmesi (61) vs. gerekir. Ancak bunlar yeni iktidarın istikrar dönemine denk düşecek yeni egemenlik dönemini yaratır.

“Jakoben-Leninist” anın önemi; zoru, kamu eğitimini (iktidar ve politikanın olmazsa olmazı) ve kültürel meşruluğu tekelleştirip kalıcı bir şekilde kurumsallaştırmada yatar. Tutucu güçler karşısında kazanılan zaferin diğer yüzü ise, iktidarı güçlendirmektir ve eğer sürekli olarak düzenlenmezse, devrimci süreci başlatan iktidarın plebyen sosyal sınıflarını etkileyecektir. İktidarın güçlendirilmesi ve gerçek eşsizliği eski zengin sınıfların politik iktidarının yenilmiş olmasıdır. Bununla birlikte, bitişin öbür yanı ise devrimci süreci doğuran halk, işçi, köylü, gençlik ve bölgesel yapılarda iktidarın demokratikleşmesi, devletin ya da herhangi bir devletin kendi eşsizliğini sağlamlaştırmasıdır. Eski egemen sınıfların varlığına karşı iktidar gücünün merkezileşmesinin önemi büyüktür ve aynı zamanda çalışan sınıflar için de iktidarın merkezileşmesini çözmek devrimin nihai gidişini tanımlar.

Her durumda, devrimin ayaklanmış sınıflarının politik iktidarını sağlamlaştıran politik ve kültürel egemenliğin inşasının Gramsci anından sonra, hükümet artık demokratik yollarla fethedilince bu kez Jakoben-Leninist an olan devlet gücünün tekleşmesini kesin sonuçlandıracak olan yalın güçler savaşı başlar. Bu temel an olmadan Gramscici strateji içten kuşatılabilir ve eninde sonunda plebyen sosyal sınıfların başardığı demokratikleşme ve örgütlenmeyi despotik bir şekilde silip süpürecek başarılı bir karşı devrim şeklinde politik iktidardan atılabilir. Gramsci anı olup Leninist anı olmayan herhangi bir devrim parçalanmış başarısız bir devrimdir. İktidar gücünün ele geçirilmesinden önceki politik, kültürel ve ahlaki zaferin Gramscian anı olmaksızın gerçek bir devrim olmaz. Ancak, Leninist bir an yaşanmadan devlet iktidarının devri ya da eski egemen sınıfların ve onun savaşan güç projesinin çözülmesi söz konusu değildir. Sovyet Devrimi, bu ve diğer çağdaş devrimlerin kaderini tanımlayan, merkezileşme ve demokratikleşme arasındaki bu canlı çelişkinin en olağanüstü ve dramatik laboratuvarıdır.

 

5. Yerel Demokrasi veya Genel Demokrasi. Kararların Demokratikleşmesi veya Tekelleştirilmesi

Devrimin patlak vermesi, ordu dahil eski sosyal sistemin hiyerarşik yapısını uçurur. Asker, köylü sovyetleri ve kışlalardaki askeri komiteler, tanımadıkları eski askeri otoriteyi indirmek ve yerine meclisleri getirmek isterken eski devlet gücünün ne kadar çöktüğünü ve radikalliğini sergilemek için fabrikalardaki işçi konseylerini ve grevleri güçlendirmenin destek noktası olurlar. Her karargah, bölge ve kent kendi bağımsız zor gücü ile mini bir devlet olarak gelişir. Buna rağmen, hemen arkasından başlayan iç savaş sırasında işgal güçlerince desteklenen karşı devrimin hiyerarşik, disiplinli alaylarının karşısında bu devrimci birlikler düşman güçleri karşısında zayıf ve taktik olarak geriydiler ve hemen ilk yenilgiden sonra dağılmaya başladılar. (62) Silahlı saldırı araçlarında aşırı demokrasi eski devlet otoritesini parçalamak için başta gerekli olsa da karşı devrim karşısında yenilgi getiriyordu. Askeri disiplini komuta etme ve hiyerarşileri sağlamak ihtiyacı (kuşkusuz askeri birliklerin politik eğitimini yönlendiren siyasi komisyon üyeleri ile birlikte) Kızıl Ordu’nun inisiyatifi tekrar ele geçirip dış istila ve karşı devrim ordularını yenmesini sağladı. Kışlalarda demokrasiyi azaltma pahasına, devrim zafere ulaştı. Kırsal sovyetler, sovyetler ve işçi sendikalarında benzer şeyler yaşandı.

Devrimin özü, doğrudan üreticiler, işçiler ve köylüler eski üretici güç ilişkilerini ortadan kaldırmaya başladığında gerçekleşir. Bu da toprak ağalarının atılıp köylü sovyetlerin toprağı işgali, kır toplumu üyeleri arasında dağıtılması ile gerçekleşir. Aynı şekilde, işçilerin işten çıkarılmasını, firmanın kapatılmasını ya da işçi haklarının kaybedilmesini engellemek için fabrika komiteleri firmanın kontrolünü ellerine aldıklarında devrimin çalışma kalitesi ortaya çıkar. Böylece yeryüzündeki yerinden olmuş kişiler ve köylülerin sovyetleri araziyi işgal edip onu tarımsal topluluğun üyeleri arasında dahili olarak dağıtmaktır. Aynı şekilde, fabrika komiteleri; firmaların işçilerin işten çıkarılmalarını, firmanın kapatılmasını veya işçi haklarının kaybını önlemek için kontrol ettiklerinde, devrimin çalışma kalitesi ortaya çıkıyor.

Bununla birlikte, her fabrika kendi başına hareket etmeye başladığında, diğer fabrikalarda çalışanların, kent ve köylerde yaşayanların refahını göz önünde bulundurmadan yalnız orada çalışanların refahına odaklanır; köylü sovyetleri kentlerde çalışanları yiyeceksiz bırakarak sırf kendi üyelerini düşünürse; yani her demokratik çalışan kurum sadece kendine odaklanır ülkenin tüm çalışanları ve vatandaşlarını düşünmez ise ürünlerin değiş tokuşunu paralize edip ekonomik felaket yaratır, sektörler arasında bencillik başlar ve böylece bu sektörler birbirinden koparak üretimde derhal bir çöküşe, şirketlerin kapanmasına, emek kaybına, kıtlık, açlık, hastalıklara neden olarak kendi devrimci sürecine ters düşmüş olur.

Yani yerel demokrasi kısa dönem için ülkede, küresel (genel) demokrasiyi göz ardı ederek, üretimi felç eder ve işçiler hep birlikte yaratılmasına el verdikleri devrimi düşman olarak görmeye başlarlar. Bu, her bir yerel ve fabrikada demokrasiye açık olup olmamaktan çok her bir tarım ve fabrika alanındaki ihtiyaçlar ve girişimlerin tüm ülkedeki diğer iş alanlarının ihtiyaç ve girişimleri ile birleştirilmemesi sonucunu anlatan genel bir demokrasi eksikliğidir. Emek demokrasisinin bölgesel sınırları arasındaki bu anlaşmazlık, yerelde işçilerin aralarında devrimin kendisine karşı rahatsızlık, öfke ve düşmanlığa neden olur. Yerel demokrasi ne dereceye kadar genişletilmeli ya da sınırlandırılmalıdır? İşte devrimin ve sosyalizmin devamlılığının özü burada yatar.

Aslında, komünizm, herhangi bir arabulucu olmaksızın yerel toplulukların kendilerini ifade etmeleri imkanını sunar. Devletin uzun vadede sönümlenmesi ancak devrimin gerçekleşmesi sürecinin son aşaması olarak anlaşılabilir. Bir ulusun yavaşlığı ya da geçici olanaksızlığı ile işçi sınıfının ve kırsal toplulukların tüm odaklarının hızlı ve genel bütünleşmesi istisnasız tüm devrimlerde yaşanır. Sanki, devrimin ilk dönemlerinde, işçilerin doğrudan kendi kendini örgütleyebilme olanağı, yalnızca çalışma merkezleri ve yerleşim alanlarında ayrı ayrı birbirinden kopuk ve hatta birbirine düşman olarak gelişiyor. Bu sosyal deneylerin ve devrimci eylem içinde işçilerin yerelde yaşadıklarının ağırlığını anlatır. Anlaşılan herhangi bir aracı olmadan işçilerin kendi aralarında direkt olarak birleşmelerinin maddi koşulları, aralarında genel ve direkt bir planlama yapabilme koşulları hala yoktur. Dolayısıyla, muzaffer bir askeri ve ahlaki girişin olanağını ortadan kaldıracak biçimde kendi devrimci işlerinin onları yiyip bitirmesini ve sonuçta kendi yıkımına götürecek bencillik, yerellik çatışmasına girilmesi riski karşısında, birbirine yardım etmeyi sağlama doğrultusunda fabrika ve yereldeki eylemleri birleştirici bir genel örgütlenme kurmak gerekli hale geliyor.

Evrensel alanda uzmanlaşmış böyle bir genel yönetim örgütü devlettir. İşçilerin eylemlerinin genel ve ortak kısmını yönetecek, devrimi yerel bencillik ve ekonomik çöküşten kurtaracak olan yine merkezileşmesi yoluyla devrimci devlettir. Aynı işçilerin mücadelelerinden doğan ve aynı işçilerden oluşan devletin tekelci yönetimi işçilerin kendi birliklerinin yerine geçerek onları koruma amacıyla, yoğunlaşmış kararların uzmanlaşmış organını oluşturur.

Her devrimin çelişkisi, işçilerin hiyerarşiyi yıkıp kendi yaşam sorumluluklarını üstlenmelerinde ama bunu ulusal ve genel düzeyde yapmayı başaramamasında yatar. Ve bir devrim hem eski iktidar sınıflarının komplolarına hem de dış dünya güçlerinin saldırılarına karşı ulusal düzeyde davranabilirse ayakta kalabilir. Ancak bu devrimin kendi yerel demokrasisi pahasına kararları tekeline almaya başlayan örgütlenme, devlet kanalı ile başarılabilir. Devrimci devlet ya da genel olarak herhangi bir devlet ile ilgili bu fetişizminin üstesinden sadece “devletin ortadan kaldırıldığını” ilan eden açıklamalarla ya da anarşist krallığın kurulmasıyla gelinemez. İşçilerin iç hizipleri, karşı devrimin birleşik kuşatması ya da odaksız ve zayıflayan yerel “demokratizm” pahasına tekelleşen devrimci devlet anayasası nedeniyle gerçeklerin gücü, devrimin yenilgisini dayatır.

Eğer devrimin savunulması yerel demokrasiyi baltalarsa devrimin iç enerjisi aşırı merkeziyetçilikle kaybolur. Eğer o ulusal merkeziyetçiliği zayıflatıyorsa karşı devrimin merkezileşmiş kuşatması devrimi zapt eder. Dolayısıyla, güçler dengesine göre bu çelişkili mantık yönetimi, yerel çoğulculuğun ben merkezci parçalanması ve karşı devrim kuşatması karşısında devrimi ayakta tutmanın tek yolu, bir kutbu yok etmeden diğer kutbu güçlendirerek desteklemektir.

Doğrudan doğruya toplumun katılımcıları olarak, insanlar arasındaki politik bağın maddi üretim koşulları değişmediği sürece, gerçek toplum katılımcıları devletin arabuluculuğuna gerek duyacaktır. Ancak devletin sunduğu “hayali sosyal yaşamın” (63) yerine bu gerçek sosyal yaşamın kurulması genel bir toplumsal ölçekte kendi yaşam koşullarının denetimini ellerine alan özgürce bir araya gelmiş üreticilerin gerçek toplumunun oluşmasına bağlıdır, yani üreticileri doğrudan değil soyut insan emeği aracılığıyla soyut olarak birleştiren değer yasasının üstesinden gelinebilmesine bağlıdır.

Sonuçta, devrimci bir devletin gerekliliği insanların ekonomik yaşamlarında değer yasası mantığının devam etmesine bağlıdır. Ve var oluşu zaten bir çelişki olan, devrimci devletin varlığı hem gereklidir hem de yeni toplumda çelişki çözülünceye kadar devrimi başlatmanın zorunlu yoludur.

 

6. Para Biçimi ve Devlet Biçimi

Para biçimi, devlet biçimi ile aynı kurucu mantığa sahiptir ve tarihsel olarak her ikisi de birbirine paraleldir. Hem para hem de devlet, evrensellik mekanları ile insanların sosyalleşme alanlarını yeniden üretir. Para durumunda, bu, evrensel ölçekte ürünlerin değişimine izin verir ve böylece, diğer insanların tüketimine (ihtiyaçların tatmini) yansır, insan emeğinin somut ürünlerinin kullanım değerinin gerçekleştirilmesini kolaylaştırır. Bu kesinlikle topluluğun bir işlevidir. Bununla birlikte, bu, üreticilerin somut eylemlerinin soyutlanmasına, özel üreticiler olarak davranış ayrımını onaylama ve kutsamaya dayanır. Paranın rolü üreticiler ve tüketiciler arasındaki maddi parçalanmadan ortaya çıkar. Para bu parçalanmayı ikisinin de üstüne çıkarak yeniden birleştirir ve uzun vadede, özel üretici ve tüketici olarak atomize ettikleri üzerinde egemenlik kurar. Fakat para sadece bu fetişizmin yeniden üretilmesini yönetir, çünkü o eş zamanlı olarak sosyalliği ve toplumsal dayanıklılığı yeniden üretir; her toplum üyesinin maddi ve akli eylemiyle çalışan, bir başarısız “hayali toplum”da, soyut bir sosyallikte bile bunu yapar. Aynı şekilde, Devlet bir toplumun üyelerini bir araya getirir, hepsinde ortak bir aidiyet ve mülk duygusunu tekrar bileştirir, ancak bunu ortak malların kullanımı, yönetimi ve kullanımının tekelleştirilmesi yoluyla (özelleştirme) yapar.

Para durumunda, bu süreç üreticilerin arabulucu olmaksızın sosyal hizmet ürünlerine erişmesine izin verecek doğrudan bir sosyal üretim katılımı olarak değil, aynı zamanda insan ihtiyaçlarının basit bir tatmini olarak gerçekleşir. Devlet söz konusu olduğunda ise bunun sebebi vatandaşların var olma ve bir arada bulunma koşullarını birbirleri ile devlet aracılığıyla doğrudan bağlanmış, örgütlü bir biçimde yaratan üreticilerin gerçek bir topluluğunun üyeleri olmamalarıdır.  Marks’ın Kapital’in (64) birinci cildinde ustaca tanımladığı gibi, bu nedenle, meta fetişizmi ve değer biçimlerinin mantığı, şüphesiz ki, devlet biçimine ve onun fetişizmine (65) de sebep olan derin mantıktır.

Kısaca zengin sınıfların zaferine karşı devrimin korunması devrimci bir devleti gerekli kılar; bu devlet geçici ve sadece geçici olarak, bu ulusal birlikteliği, bu genel birliği ve farklı sosyal sektörler arasındaki hareket birliğini üstlenmek için; emeğin kaynaklarını işleyişini, malların dolaşımını ve onu küçük görenlere karşı devrimin korunması ve savunmasını garanti etmek için, esas olarak, önceleri daha iyi yaşadığını hatırlatarak “devrimcilerin” kafalarına sızan eskiye karşı korumak için gereklidir. Ekim 1917 sonrasında sovyetlerin kontrolünü aldıklarında Bolşeviklerin yaptığı şey, devletin içine girmeye başladıklarında, sanayi gücünün merkezini fabrika komiteleri ve sendikalardan alıp parti-devletin (66) yönetim aparatına dönüştürdüklerinde yaptıkları tam da buydu. Lenin’in çılgınca meşguliyeti, Stalin ve Troçki’yle lokal demokrasinin zararına devletin merkezileşmesinin sınırları hakkında, ulusal sorun, (67) federasyon, işletmelerde sendikaların durumu (68) konusundaki tartışmalar sovyet devriminin geleceğini belirleyecek ve sosyalizm işçi sınıfının pratik deneyinin bir sonucu olarak anlaşılacaktır.

Sonunda, bütün modern ulusların uzun tarihi içinde, devrimci süreçlerin istisnalar olduğu evrensel bir kural gibi görünüyor. Ve bu, devrimci bir dönemin olağanüstü bir ayaklanmasına katkıda bulunacak, devlet ve topluluk meclisinde çatlaklar yaratmak için, ideolojik-kültürel “pozisyon savaşı” yaratıcı bir sabır ve yaratıcı çalışmayı zorlar. “İktidara el konmadan” önce, aşağıdan yukarıya inşanın kalitesini kesinlikle belirleyen ideolojik ve politik liderliğin öncelikli ve temel olarak oluşturulması da genel bir kuraldır. Bu Gramsci ve onun düşüncesinin kapsamıdır. Bununla birlikte, devlet kurumsal yapısı demokratik bir şekilde ele geçirildiğinde, yeni gücün benzersizliğini ve muhafazakâr iktidarın tam yenilgisini garanti etmezse, despotik karşı-devrim için kısa ömürlü ve maddi olarak güçsüz olacaktır. Bu, Lenin ve onun düşüncesinin etkisidir. Bu nedenle devrimin yükselen toplumunun yeni zihinsel yapılarını yeniden inşa etme, yaygınlaştırma, canlandırma ve sağlamlaştırma gerekliliği artar. Ancak bu, Gramsci’den daha çok Durkheim’de vardır.

 

III. Devrim ve Sosyalizm

Sovyet Devrimi sosyalist bir devrim miydi? Sosyalist bir devrim nedir ve nihayetinde sosyalizm nedir? Bu son soru bizi 19.yüzyıl’da ilk sosyalist akımların başlarındaki eski tartışmaya götürür. Komünist Manifesto’nun kendisinde bu feodal ve burjuva kuyrukçusu hatta burjuva sosyalist eğilimlerin eleştirisine ayrılmış bir bölüm vardır. (69) Engels, daha sonraki bir önsözde, 1847’de komünizme “proletarya hareketi” (70) derken sosyalizmin bir burjuva hareketi düzenlediğini belirtir. Dolayısıyla Marks ve Engels akıma sadece “komünist” (71) ve bazen “devrimci sosyalizm”(72) ya da “kritik sosyalizm” (73) demeyi tercih ederler. Hayatta iken yayınlanan en önemli metinlerinde Marks komünizmden, kapitalist toplumun çelişkileri ve adaletsizliklerini aşan “özgürce ilişkili üreticiler” (74) topluluğu olarak söz eder.

Komünizmden önce bir sosyal dönem olarak sosyalizm fikri genel olarak Engels (75) tarafından yaygınlaştırılır. Marks da sosyal devrim ve politik devrim (76) arasındaki farkı koyar ve “kapitalist toplum içinden doğan komünist toplumun ilk dönemi (…) ve komünist toplumun üst dönemi” (77) bunun yansımalarıdır.

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partilerin kurulması, kapitalizm ve komünizm arasında bir ara sosyal sistem olarak sosyalizm kavramına geçerlilik sağlar. (78) Rus Sosyal-Demokrat Partisi’nin bir üyesi olan Lenin, bu kavramsal mirası ele alır ve geliştirir. (79) Bugün, Berlin Duvarı’nın çöküşü için yas tutarken, devrimin yaptığı aynı yanlışların, yani gücün tek devlet elinde toplanmasının, sermayenin merkezileşmesinin ve toplum özgürlüğünü azaltmasının üstesinden gelmek için sosyalizm kavramını terk etmeyi öneriyorlar. (80)

Elbette, sosyalizm kavramı, sadece sözde “gerçek sosyalizmin” çöküşünün etkilerinden değil, aynı zamanda o neoliberalizmin sosyal yoksunluk politikalarının olağanüstü etkinliği ile yönetilen hem Avrupa ve hem de bazı Latin Amerika ülkelerindeki sözde “sosyalist” partilerin politik sahtekarlıklarından dolayı bugün itibarsızlaştırıldı. Bu nedenle, son zamanlarda komünizm kavramı, kapitalizme radikal alternatif bir ufuk olarak daha görünür oldu. (81)

Hiçbiri otomatik olarak onun sonunu getirmese de kapitalizmin sonsuz eşitsizlik, adaletsizlik ve çelişkiler doğurduğu bilinmektedir, ama buna karşın resmen ve somut olarak toplumların yaşam koşullarını (82) kendi mantığının altına alıp çelişkilerini ve geçici sınırlarını kendi yeniden üretimine bir yakıt olarak eline alma kullanma olağanüstü yeteneğini gösterdi. Kuşkusuz tüm bunlara rağmen adaletsizlikler ve kolektif hazırlık her ülkede homojen olarak kabul edilmemektedir. Günümüz krizleri karşısında bazılarının daha büyük ekonomik tazminat kapasiteleri vardır. Bazı ülkeler diğerlerinden daha büyük toplumsal deney ve özerk kültürel kapasite biriktirmişlerdir. Bu nedenle, mücadeleler, direniş, sosyal girişimler ve devrimler, bazı ülkelerde olağandışı ve dağınık bir şekilde gerçekleşirken diğerlerinde gerçekleşmiyor ama süreç devam edecektir.

Günümüze kadar, dünyanın bazı ideal reformcularının iyi niyetli dileklerle yazdığı değil gerçek ve olan tarih bize, bu çelişkilerin adaletsizliklerin ve hayal kırıklıklarının yoğunlaşmış bir şekilde verili bir an ve yerde şaşırtıcı ve olağanüstü bir şekilde patlayıp dünya kapitalizminin “en zayıf halkasında” devrimci bir olay doğurduğunu gösterdi. Bu halka bir ülkede ya da bazen bir gurup ülkede, ama asla küresel olarak tüm ülkelerde değil, genellikle kırılıyor. Ve bu genellikle “burjuva yapının uç uzantılarında” (83), küresel sermayenin daha yavaş ulaşıp birikim mantığının yarattığı çelişki ve dengesizlikleri tanzim ederek reaksiyon gösterebileceği alanlarda oluyor. Dünya düzeninin bu tarihsel kopuşlarının biçimleri çok çeşitlidir ve tekrarlanmamaktadır. Açlık, işsizlik, halkın harcama kapasitesinin daralması gibi ekonomik nedenlerle, sosyal yapının işleyiş sürecinin tıkanmasından ya da devlet krizi, savaş, baskı gibi yönetilen sınıfların ahlaki toleransını kıracak politik nedenlerle ortaya çıkabilir.

Kesinlikle, devrim süreci ne olursa olsun, uzun vadede başka ülke ve kıtalara yayılmazsa, uluslararası kuşatma altında halkların devasa ekonomik fedakarlıklara katlanmasına rağmen kitlesel ivmesini yitirir ve sonunda ve kaçınılmaz olarak yok olur. Roza Luxemburg’un uyardığı gibi, her ne pahasına olursa olsun kendisini savunmak zorunda bırakılan Rus Devrimi, bunu karar mekanizmasını merkezileştirerek halkların devrimci yaratıcılığının özgür akışını feda ederek yaptı. (84) Böylece devrimci enerji yine kapitalist birikim mantığı altına alındı. Fakat eğer hiçbir şey yapılmazsa, tüm toplumsal enerjiler, tüm insan kapasiteleri ve bütün topluluk yaratıcılığı devrimi başarmaya, sağlamlaştırmaya ve yaymaya ayrılmazsa o zaman milyonlarca insanın acısı hızlı bir şekilde sermaye birikiminde maddeleşir. Daha da kötüsü, bütün bunlar “gerçek bir dünya devrimi” diyerek boş spekülasyonlara gömülmüş, önlerindeki bir kahve bardağını kaldırmaya ancak yetecek etkinlikteki sosyal hainlerin suç ortağı bakışları ve derin düşünceleri altında gerçekleşecektir.

Kişi hayatta çok şey yapmak isteyebilir ama hayatta bunların sadece bazılarını yapabiliriz. Devrimin mümkün olduğu kadar açık, saf, kahramanca, dünyevi ve başarılı olmasını istiyoruz, bunun için de zaten çalışılmalıdır, ancak tarihi olaylar bizi daha karmaşık, çapraşık ve riskli devrimlerle karşı karşıya bırakıyor. Gerçek olanı hayallerimize dönüştüremiyoruz, tam tersinden mümkün olduğu kadar yakınlaşmak için hayallerimizi ve umutlarımızı hayatın bize verdiği ve öğrettiklerine daldırıp zenginleştirerek gerçeğe uyarlamalıyız.

Kapitalizmin ortaya çıkarttığı adaletsizliklerin bazısı ya da hepsinin üstesinden gelinmesine, tasarlanmasına yarayacak bu kaçınılmaz, dağınık, devrimci sosyal patlamaların tarihsel dönemine bir ad bulmalıyız. Sivil toplum içinde devletin tekelci işlevini emmeye bu tür tarihi anlarda işçi sınıfını tetikleyip katabilmek için bunlara bir ad bulmalıyız. Maddi zenginliğe erişme yolu olarak değişim değeri mantığını bastırmaya yönelik girişimler yaratma anlarına ad bulmalıyız. Dünyevi sosyal ekonomik düzen yaratacak sosyal adalardan söz ettiğimiz için tam komünizm olmayan ama objektif olarak komünizm olacak bir ad bulmalıyız. Bunlar daha komünizm olmayan ama komünizme dayanak oluşturma amaçlı ulusal ya da bölgesel devrimlere dönüşecek parçalı mücadelelerdir.

Kendi içinde kapitalizmin kendini taşıyan ama aynı zamanda onu pratik yollarla yerelde, ulusal ve bölgesel düzeyde inkar eden ekonomik ve politik mücadeleler “kapitalist toplumun kendisinden doğan” sosyal akışkanlıktır. Bu “ilk aşamaya” kapitalist ya da hiç komünist olmayan ama kapitalizm ve komünizm arasındaki açık ve güçlü mücadeleye, Marks’a göre geçici ama gerekli ayrıcı bir ad verebiliriz. Sosyalizm, komüniter sosyalizm, vs.

Bununla birlikte, kapitalizme meydan okuyan devrimleri, ayaklanmaları ve isyanları, onu reforme etmek isteyenlerden nasıl ayırabiliriz? Bunları birbirinden ayıran bir çizgi aslında yoktur. Sovyet Devrimi kapitalizme karşı mücadelenin reforma yönelik mücadele olarak başladığını gösterdi. Harekete geçiren sloganlar “Barış, Ekmek ve Toprak”(85) komünizm ya da sosyalizm demiyordu. 1917 Mayıs’ında Rus Ordusu Komutanı Brusilov, subaylarını kovan asker bölüğünü ziyaretinde sordu: “Ne istiyorsunuz?” … “Toprak ve özgürlük!” diye bağırdılar. “Peki başka ne?” Yanıt basitti: “Hiçbir şey!!!” (86) Hatta “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganı bile demokratik bir slogandı. Halklar asla soyutlamalarla mücadele etmez ya da harekete geçmez. Yüzyıllar öncesinden günümüze halklar, ekmek, iş ve temel ihtiyaçlar, baskı, suistimal, tanınma, katılım v.b. onları etkileyen pratik şeyler için, öfkelendiren şeyler için bir araya gelirler, tartışır, zaman, emek verir, harekete geçer, mücadele ederler. Hepsi demokratik ihtiyaçlardır.

Fakat tam da bu taleplerin veya kolektif eylem biçimlerinin fethi sırasında halklar kendileri eylemin özneleri haline gelirler yani proleter, köylü, plebyen, kalabalık kitleler, halklar vb. olurlar; ancak bunu yaparken de yapma yollarını yani meclisleri, konseyleri, sovyetleri ve komünleri inşa ederler. Bu deneylerden kalkarak, halk ayaklanmasının sosyal yapısından devlet iktidarı, mülkiyet sahipliği ve zenginliği yönetme yollarına kadar giderek radikalleşen öneriler getirilir.

Bu kolektif eylemin yaratıcı potansiyeli “her grev, devrimin yılanbaşını gizler” (87) tümcesinde sembolleşir. Ancak bu, her grevden devrime hemen geçebileceğimiz anlamına gelmiyor. Lenin kendisi bizi bu deyişe karşı uyarır. (88) Ancak çelişkilerin istisnai yoğunlaşması gibi bazı durumlarda büyük hedefler ve büyük sınıf mücadeleleri, küçük ve nispeten basit kolektif taleplerden doğuyor.

Figes’e göre, Haziran 1917’de, sadece Petrograd’da, yarım milyondan fazla işçi greve gitti:

Grevcilerin taleplerinin çoğu ekonomikti. Enflasyon karşısında ücretlerinin yükseltilmesi ve gıda güvencesi istiyorlardı. Daha iyi çalışma koşulları (…) Ancak, 1917 bağlamında, devletin bütün yapısı ve kapitalizm yeniden tanımlanıyor, ekonomik talepler kaçınılmaz bir şekilde politikleşiyordu. Grevler ve enflasyon, daha yüksek fiyatlar daha yüksek ücretler kısır döngüsü birçok işçiyi pazarın devlet kontrolü talebine itti. İşçilerin çalışma alanlarını kontrol etme mücadelesi özellikle işverenlerin karlarını sabit tutmak için üretimi düşürmeleri onları giderek daha çok fabrikanın yönetimini devletin üstlenmesi talebine götürdü.” (89)

Eski Leninist sınıf kavramları (devrimin “sosyal güçleri”), sınıf örgütlenmesi (“öznel koşul”) (90) ve sınıf hedefleri (“ekonomik-sosyal içerik” ya da “nesnel koşul”) Sovyet Devrimi’nin sosyal gelişim doğasını tanımlar ve sırası gelmişken, eylem sürecinde önceden tanımlanmamış olan da yeniden şekillendirilip tanımlanıyordu. Bu, hiçbir devrimin önceden belirlenmiş bir içeriği olmadığı anlamına gelir. İçerik ortaya çıkar ve kendini gösterir. İçerik düşman sosyal güçlerin gerçek konumuna göre değişir, çünkü yapısı sadece oluşmuş halktan öznelere değil aynı zamanda söz konusu egemen sınıfların eylemlerine de bağlıdır. (91)

1905 Devrimi’nin karakteri hakkında Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki bütün tartışmalar; proletaryanın öncülük ettiği “burjuva devrim” üzerine karmaşık teorik yapılar; tarımda demokratik devrimi tamamlamayan “proletarya ve köylülüğün demokratik devrimci diktatörlüğü”(92); burjuvaziye iktidar sağlayan “proleter devrim”(93); proleter devrimin ilk aşaması(94); “sosyalizme doğru adım atan” (95) proleter devrim ya da “sosyalizme doğru adım atmadan” Cumhuriyet’i ve demokrasiyi ele geçirmenin imkânsızlığı; (96); bütün bunlar Ekim Devrimi ve bütün devrimlerin kaynar ve sıvı haldeki sosyal ilişkilerinin karmaşıklığını göstermektedir. Bu nedenle sınıf içeriğinin katılaştığı anı belirlemek olanaksızdır.

Sosyal ilişkilerin sıvılaştırılması olarak devrim, sosyal sınıfların yapısı ve hedeflerini karıştırır, birbiriyle örtüştürür, çatıştırır, yüzleştirir ve gruplandırır. Sosyal yapılardan bir tanesinin örgütlü talebi diğerlerinin kolektif çıkarını örter, devrimin bazı sosyal unsurlarını öne çıkararak diğerlerininkini içine alır.

Sonuçta eylem yapılarının (sovyetler) kalitesi, Geçici Hükümet’in emekçi kitlelere karşı aldığı kararların yarattığı hayal kırıklarının ve egemen zihniyetin değiştirilmesine yönelik tüm çabaların, demokratik devrim ve sosyalist devrim arasındaki ilişkinin sonucu şudur:

“… önceki arkaya geçer. Arkada olan öncekinin sorunlarını çözer, arkadaki öncekinin işini sağlamlaştırır. Mücadele ve sadece mücadele arkadakinin öncekinin önüne ne derece geçebileceğini belirler.” (97)

Bu “yaratıcı kaosun” ortasında körü körüne ya da gelişmekte olan devrimin kalitesini tanımlamak için kavramsal iç güdülerle davranılamaz. Süre giden devrim sürecinin doğal yapısını açıklayan evrensel referanslar vardır: politik özne kurma yöntemi, kolektif eylem örgütleme yöntemi, eylemdeki topluluğun izdüşüm yöntemi. Birincisi sınıf içeriğini ya da eylemdeki politik özne olarak plebyen sınıfların birleşme yolunu belirler. İkinci durum kolektif eylem için karar almaya katılım ve demokratikleşme nasıl sağlanacaktır. Ve üçüncü durum kendi mücadele deneylerinden kalkarak halk, ihtiyaç ya da moral bir çare olarak kitle eyleminin hedef ve amacını belirler. Eğer ki kurulan özneler; işçi, maddi veya maddi olmayan bir şey üreticisi, yoksul, köylü toplum ve genel olarak sermaye birikiminin altında olan kitlelerse buradan kapitalizme karşı bir isyan doğma olasılığı vardır. “Canlı emek” sonsuz yöntemlerle politik bir özne olduğundan anti-kapitalist eylem potansiyeli vardır.

Benzer şekilde, eğer kitle eylemlerinin örgütsel biçimleri temsili demokrasinin fosilleşmiş kabuğunu kırar ve ortak konular üzerinde karar almalarının yeni ve yaygın bir tam katılımın yolunu bulurlarsa, gelişen bir toplumsal devrim imkânı vardır. Eğer ki devrim halkların kendileriyle ilgili konularda kararlar alıp tartışmalara katılmalarını katlanarak arttırma mekanizmaları üretiyorsa ve dahası, eğer bu kararlar bireylerin ya da firma gelirlerini arttırmak için değil de toplumun tümünün evrensel çıkarları için kolektif olarak alınıyorsa, o zaman sosyalist bir eğilim vardır. Son olarak, toplumun maddi temelleri ve ekonomi alanlarında alınan kararlar, dünya düzeni olarak “değişim değeri” mantığı üzerinde çatlaklar açmaya ve tekrar tekrar yanıla düzele pratik önlemlerle “kullanım değerini” insanları şeylere (zenginlik) ve şeyler yoluyla insanları birbirlerine bağlamanın pratik ölçümlerini ortaya çıkarırsa, o zaman anti-kapitalizm hareket halindedir. Dolayısıyla, bu yüzden yeni toplumun tarihi olanaklarını ortaya çıkaran yapısal ayrışma hatları, kaynaşma halinde bir sınıf ve guruptur. (98)

 

Sosyalizm Üretim Araçlarının Devletleştirilmesi Değildir

Sovyet Devrimi, bir üretim biçimi ya da bir rejim olarak değil, devrimci devletin tüm harekette başat ve daha belirleyici bir rol oynadığı çelişkili ve yoğun bir mücadele alanı olarak sosyalizmin bu dramatik öğrenme sürecinde istisnai bir yere sahiptir.

Ekim ayaklanmasından sonra devlet iktidarını ele geçiren Bolşeviklerin yaptığı ilk şey, büyük toprak sahiplerinin topraklarını millileştirmek, büyük arazileri küçük köylü parsellerine bölmek (99), bazı sanayi dallarını millileştirmek, tahılda devlet tekeli kurmak ve bankaları millileştirmekti. (100) Bunlar, Bolşeviklerce ilan edilen ve sovyetlerde tartışılan tedbirlerin yerine getirilmesidir. Böylece, üretim araçlarına erişim demokratikleşirken, sanayi ve bankacılık alanlarında mülkiyet ve yönetim merkezileşti. Lenin millileştirmenin, ülkedeki diğer işletmelerin sosyal olarak eklemlenmesi (101) ve doğrudan işçiler tarafından yönetilmesi anlamına gelen üretimin toplumsallaşmasını temsil etmese de, burjuvazinin ekonomik gücünün bir kısmına el konulmasını ve bu gücün devlet yönetiminde yoğunlaşmasını sağladığının farkındaydı.

1918’de bezdirici iç savaşın, yabancı orduların kuşatmasının ve burjuvazinin ekonomik sabotajlarının ortasında, ama aynı zamanda bu yolla sosyalist tedbirlerin (102) yoğunlaşacağı kanaatiyle, “savaş komünizmi”ne geçildi. Troçki’ye göre:

“… (savaş komünizmi) orijinal kavranışından daha geniş amaçlara yöneldi. Sovyet Hükümeti, bu düzenleme yöntemlerini doğrudan planlı dağıtım ve üretim ekonomisine dönüştürme çabalarına inandı. Başka bir deyişle, sistemi yıkamazsa bile, bu savaş komünizminin gerçek bir komünizmin kurulmasının aracı olduğuna gittikçe daha fazla inandı.” (103)

Devlet kontrol sistemi altındaki kentlerde gıda tedarikini garanti altına almak amacıyla, köylü aileleri için zorunlu olan miktar sağlandıktan sonra, geriye kalan tüm tarımsal artık planlı dağıtım için istendi. Artığa el konulmasıyla, ticari olarak satılacak hiçbir şey kalmadı. Böylece ticari tarım ortadan kalktı, kırsal pazarlar yasaklandı; para bir değişim aracı olmaktan çıktı ve devlet kontrolünde takas (104) uygulandı. Köylülerin bu kamulaştırmaya karşı direnişini önlemek ve ilgili işi teşvik etmek amacıyla, devlet tarafından belirlenen topraklarda kolektif çiftliklerin kurulması teşvik edildi. Endüstriyel-kentsel alanda, dış kuşatmaya karşı güçlü bir iş disiplini sağlamak için sendikalar militarize edildi; devlet teşebbüsleri arasında ürünlerin alım satımına son verildi; hammaddelerin alım satımı hükümet tarafından yönetildi. Aynı zamanda, çeşitli kentlerde işçilerin küçük işletmelere el koyması ve ücretlerin herkes için adilce belirlenmesi teşvik edildi. (105) Ve özel mülkiyete doğrudan saldırı olarak, mülkün miras bırakılması yasaklandı. (106) Aslında devlet tarafından arazi ve iş sahipliğinin kamulaştırılması, pazarın ve hatta üreticiler ve şirketler arasında bir değişim aracı olarak paranın kısmen ortadan kaldırılması girişimlerine yol açtı. Burada sadece mülkiyetin büyük sahibi olarak değil aynı zamanda ürünlerin değişimi ve dolaşımının aracısı rolüyle ortay çıkan bir devletin uyguladığı bir önlemden bahsediyoruz. Böylesine cesur bir kararın gücünü ve sınırlarını ortaya koymak için onu daha yakından inceleyelim.

Açıkçası bu karar, bir ölçüt olan ve diğer insanlar için yararlı olduğu düşünülen diğer emek ürünlerine (kullanım değeri) erişim aracı olarak görülen değer yasasını ve soyut emek-zamanını (değişim değeri) yerinden etme girişimini temsil etmektedir. Ancak -Marks’ın hayal ettiği gibi (107)- değişim değerinde bir ekonomik fazlalık oluşturmak yerine, ekonomi dışı zorla onu geçersiz kılma yolunu tuttu. Bu, genel ve evrensel kararların öznesi olan bir devletle değil, aksine, öznel bir “kullanım değeri” anlayışıyla, her an ve kişisel bir şekilde, değişim değeri mantığını ortadan kaldırmanın yolunu tanımlayan bazı kamu görevlileri ile ilgilidir. Elbette, “X” işletmesinin, karşılıklı olarak birbirlerinin ürünlerine erişmek için “Y” işletmesine ne vermesi gerektiğinin “ölçülmesi” sırasında, devlet görevlisinin hesaplaması ve öznel kriteri, mübadele edilen kullanım değerinin büyüklüğünü belirler. Dolayısıyla, kullanım değerinin değişim değeri üzerindeki üstünlüğü, evrensel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir kural olarak değil, kişisel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir norm olarak işlev görmektedir. Yani, kullanım değeri burada temel olarak genel bir sosyal ilişki değil, öznel bir iradedir. Öyleyse, kullanım değeri, bir kararın, kişiselleşmiş bir iktidarın sonucu olarak mübadele edilebilir zenginliklerin ölçülmesinde değişim değerinin üzerine bindirilir. Bu mülkiyetin değil ama zenginliğin mübadele biçiminin yönetilmesinin özelleştirilmesidir. Sonuç olarak, değer yasasının “aşılması”, aslında, devletin idaresini üstlenen topluluğun “bir kısmının” kararlarıyla özelleştirilmiş, gittikçe özelleşen bir baskı oluşturmaktadır. Ve devlet gücünün yetkilendirmesiyle alınan bu kişisel kararlar, karar vericinin kişisel servetini arttırmaz (sahibinin değişim değerini arttıran değişim değeri) ve toplumun genel refah düzeyini arttırmak amacıyla uygulanır; karar alıcının ve bir grup devlet yöneticisinin biriktirdiği politik gücü arttırır. Bourdieucu (108) deyimle, “ekonomik sermayenin”, devlet bürokrasisinin elinde tuttuğu bir “siyasi sermaye” biçimine dönüştürülmesi ile karşı karşıyayız, yoksa modern kapitalizmin çekirdeğini oluşturan değer yasasının fiilen yok edilmesi ya da aşılması ile değil. Sonuçta, devlet kapitalizminin çeşitli türlerinde riske atılan budur. Bazı durumlarda amaç, piyasa kapitalizminin anarşisinin sosyal maliyetlerini azaltmak için özel sermayenin genişleyen yeniden üretiminin devletçe düzenlenmesidir. Diğer bazı durumlarda ise, Sovyet Rusyası’nda olduğu gibi, hızla ekonomik gücü (“ekonomik sermaye”) burjuvaziden almak ve onu “siyasi sermayeye” dönüştürmek ve bunu hemen ve aşamalı olarak demokratikleştirmek ya da değersizleştirmek gerekir ki nihayetinde “siyasi sermaye” birikimi sona erer.

Tüm polemikler ve Leninist “devlet kapitalizmi” kavramı ve onun “sosyalizm” (109) ile olan ilişkisi, mülk sahibi sınıfların (köylülük dahil) sahip olduğu ekonomik gücü (ekonomik sermaye) devlet yöneticilerinin siyasal gücüne (siyasi sermaye) zorla dönüştürmenin politik zorluğuna ve bu sermayenin yok olmasının ve yönetimin fonksiyonlarından biri olarak toplumla yeniden bütünleşmesini sağlamanın yollarını ve her şeyden önce ittifaklarını aramaya indirgenebilir. Leninist terimlerle “Sosyalizm, tüm halkın hizmetine giren ve bu nedenle de kapitalist tekel olma vasfını yitiren kapitalist devlet tekeli olmaktan öte bir şey değildir.” (110) Ancak, bu büyük kamulaştırma ve toplum içinde kendisini sönümlendirmesi beklenen mülkiyetin ve ekonomi yönetiminin merkezileşmesi yönelimi, proletarya ve devleti kapitalistlere ve ayrıca kendi artı ürününü değerlendirmek için pazarı kullanan toprak sahibi köylülere karşı birleştirdi. Bu nedenle “hem devlet kapitalizmine hem de sosyalizme karşı savaşan küçük burjuvazi ve özel kapitalizmle” karşı karşıya geldi. (111)

Üç yıl sonra, Sovyet Devrimi, işçiler ve köylüler arasında artan bir yarılmaya ve ağır sanayide 1913’e göre %20 oranında bir üretim azalmasına, lokomotiflerin %75’inin kullanım dışı kalmasına, ticaretin yasaklanması üzerine kara borsanın türemesine ve en büyük şehirlerin nüfusunun %50 azalmasına neden olan bir ekonomik felaketle sonuçlandı. (112) Üç yıldan daha az bir sürede, enflasyon %10.000’e ulaştı; 1920’deki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, 1913’teki seviyesinin neredeyse %40’ına indi; aynı dönemde sanayi üretimi 1913’teki seviyenin %18’ine, verimlilik %23’üne ve tarımsal üretim %60’ına geriledi. Petrograd, gıda kaynakları bulmak için kırsal kesime giden sakinleri nedeniyle nüfusunun üçte ikisini kaybetti. Ama en kötüsü, piyasaya karşı alınan önlemlerin radikalleşmesine rağmen, servetin bir ölçüsü olarak para ve değişim değerinin kullanılması, yani kapitalist ilişkiler aslında değiştirilememişti. Neticede Lenin, “savaş komünizmi”ni (ekonomide sosyalist ilişkilerin inşasını hızlandırmak isteyen) sonuçlarını değerlendirirken, bu girişimin başarısızlığını ve “mevcut kapitalist ilişkilerin alanı içinde” kalmanın kaçınılmaz olduğunu itiraf eder. (113) Askeri stratejinin “mevzi savaşı” ve “manevra savaşı” kategorilerini toplumsal mücadele alanında kullanan Gramsci’den daha da ileri giderek, komünist üretime ve dağıtıma hemen adım atma iddiasındaki hatayı şöyle tarif eder:

“1921 yılının baharında “doğrudan saldırı” yoluyla üretim ve dağıtımın sosyalist prensiplerini uygulama çabamızın yenilgiye uğradığı açıklık kazandı. … Politik durum … bize gösterdi ki … “doğrudan saldırı” taktiğinden “kuşatma” taktiğine geçmek … kaçınılmazdır.”

Ancak bu “doğrudan saldırı” ne anlama geliyordu? Büyük sanayi işletmelerine ve tarımsal artı üretime el koyma, devlet zoruyla piyasanın ortadan kaldırılması ve maaşların eşitlenmesi. “Devlet üretimi ve devlet dağıtımını getirerek, öncekinden farklı bir üretim ve dağıtım sistemi yarattığımızı var saydık ama yanıldık.” der Lenin ve sonunda varılan nokta yeni “kapitalist ilişkilerdir.” 1921 yılında, bu düzenlemelerden geri dönerken Lenin’in özeleştirisi özlü ve açıktı: Bütün devletleştirmelere, para ve piyasaların kaldırılmasına rağmen kapitalizm sürdü ve “Gerçek o ki, Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ifadesi Sovyet iktidarının sosyalizme geçişini gerçekleştirme iradesini temsil etse de, yeni ekonomik formlar hiç bir şekilde sosyalist kabul edilemez.” (114)

Bu Leninist düşünce, son yüz yıllın sol hareketinin programatik imgelemini değerlendirirken belirleyicidir. 1921 yılına kadar, solcular için -muhtemelen Lenin için de- üretim araçlarının kamulaştırılması, sosyalizmi kapitalizmden ayıran temel tedbirdi. Dolayısıyla, bunu programında ana görev olarak görmeyen herhangi bir sosyalist ya da komünist siyasi parti yoktu: Endüstrinin, bankacılığın, dış ticaretin vd. millileştirilmesi. Ancak, Lenin’in sürmekte olan devrimin tecrübesinden çıkardığı sonuç; ne kadar millileştirme yapılırsa yapılsın, bu yeni bir “üretim ve dağıtım sistemi” oluşturmak anlamına gelmez. Dahası, bu millileştirmeler, “mevcut kapitalist ilişkiler” içinde gelişimini sürdürmeye devam etmektedir.

Elbette kamulaştırma mülk sahibi sınıfların fabrika, para ve maddi mallarının mülkiyetini bir araya getirerek tekelleştirir. Bu kaynakları kamulaştırmak suretiyle devlet, eski mülk sahibi sınıfların maddi zeminini ortadan kaldırır. Böylece sadece kaynak, para ve tasarruflarını kaybetmekle kalmayıp, aynı zamanda karar verme gücü, toplumsal nüfuz ve muhtemelen siyasi güçlerini de kaybederler. Bu, eski burjuvaziyi bir sınıf olarak zayıflatır ve onun demografik ve istatistiksel varlığını ortadan kaldırır. (115) Politik olarak, egemen burjuvazilerin iktidarının altını oyan ve ayaklanan sınıfların kendi iktidarlarını ve tarihsel inisiyatiflerini sağlamlaştırmaları için onlara eylem alanı açan bir tedbirdir. Tüm bunlara rağmen, soyut çalışma süresinin hesaplanması, hammadde, makine vb. ithalat ve ihracatıyla, iç ve dış pazarda malların mübadelesini düzenlemeye devam etmektedir.

Fabrikanın sahibi ve yöneticisi kapı dışarı edilebilir ve işçiler, üretim sürecinde karar vermeyi meclislerinde tartışabilirler; bu kesinlikle proleter bilinçte büyük bir devrimci adım olur, çünkü işçilerin, üretim faaliyetinin nasıl yapılacağını sadece mal sahiplerinin ve yöneticilerin “bildiğine” dair inancını sorgular. Ancak sonra, hammaddelere erişmek, borçları ödemek ve diğer fabrikalarda ve tarımda üretilen şeylerle beslenen ve onları tüketen işçilerin maaşlarını garanti etmek için ürünlerin ticarileştirilmesi gerekir. Bu bizi, değişim değerinin; fabrikalar, tedarikçiler ve işyerlerinde iktidarı ele geçiren işçiler arasındaki ürün mübadelesinin ölçümü olarak soyut kapitalist çalışma zamanının ölçümüne dönmeye zorlar. Bankalar, mülkiyeti ve iktidarı bankacıların ellerinden almak için kamulaştırılabilir; ama para, insanların günlük yaşamlarında, alışverişlerinde ve ekonomik hayatlarında davranışlarını ve düşüncelerini yönlendiren soyut emek zamanının genel eşdeğeri olmaya devam eder.

Devlet iktidarının zora dayalı müdahalesi, soyut emek zamanı olan parayı ortadan kaldırarak ürünlerin piyasaya sunulmadan bir fabrikadan diğerine mübadelesini sağlayabilir; ayrıca, ihtiyaçlar prensibinden hareketle, endüstriyel ve tarımsal ürünlerin mübadelesini düzenleyebilir; maaşların yerine aile geliri tahsisini getirebilir. Bütün bunlarla birlikte, kapitalizmin kurucu mantığı olan değer yasasının görünüşte iptal edilmesi söz konusudur. Şiddet tekeliyle desteklenen devlet yöneticileri, para, pazar ve değişim değerini ortadan kaldırmakta ve bunu meşrulaştırmaktadır. Ancak, bu değer yasası ve piyasanın sadece görünüşte yok edilmesidir. Görünüştedir çünkü onun yerine yeni bir ekonomik ilişki getirilmemekte sadece ekonomi-dışı bir kısıtlamayla engellenmektedir. Siyasi ilişkinin ekonomik ilişkinin yerine geçmesinin yanı sıra, onu sınırlayan, sadece bir ülkede uygulanıp, üretim ve mübadelelerini değişim değeri yasasına göre düzenlemeye devam eden diğer ülkelerle ilişkisinde uygulanmıyor olduğu gerçeğidir. Ve söz konusu ülke içinde bile siyasi ilişki, ancak siyasi iktidarın devlet görevlilerinin eline geçtiği ve bunların ayaklanan köylüler tarafından kovulmadığı ve öldürülmediği durumlarda etkili olur. (116)

Daha da ötesi, devlet bürokrasisi toplumsal yaşamın her alanında mevcut olamayacağından, insanların beyinlerinde mevcut olan -kişisel ve ailevi ekonomik alışkanlıklarından kaynaklı- şeylerin ekonomik mantığı kendini açığa çıkarıverir; devletin kriterlerini empoze ettiği kamusal ve yasal alanları, gizli gerçek ekonomik ilişkiler deniziyle kuşatılmış dağınık adacıklara çevirir. Bu yüzden karaborsa, kırsal topluluklarda ve mahallelerde, sadece tarımsal ürünlerin değil, endüstriyel hammaddelerin değişimi için de ortaya çıkar (117) ve devlet aygıtına yakın olanların bu süreçte ayrıcalıklar elde ettiği görülür. (118) Pipes’a göre, şehirlerdeki 21 milyon yiyecek karnesinden sadece 12 milyonunun nüfus içinde karşılığı vardır, kalan kısmı (9 milyon kişi) daha yüksek tüketim mallarına erişebiliyordu. Ayrıca, karaborsada bulunan ürünlerin büyük bir kısmı devletin halka ücretsiz dağıtması gereken ürünlerdi. Takas, değişim değerinin gayri resmi, genelleşmiş ve gizli ölçüsüne dönüşür. İşletmeler, birisi devlet idaresi için ve diğeri şirketlerin gerçek sürdürülebilirliğini sağlamak için iki farklı muhasebe beyanı bildirmeye başlar. Ve üretimin küreselleşmesiyle giderek artan, diğer ülkelerle ürün değişiminin (hammaddeler, teknoloji, makineler, yedek parçalar, işlenmiş ürünler, giyim eşyaları, gıda vs.) parayla, pazarın kuralları uyarınca ve değişim değeri yasasının kurallarıyla yapılmak zorunda olduğundan, ulusal olmayan bir ekonomik güç, ailelerin ve şirketlerin devrimci kontrol altında tutulması için baskı oluşturur. Bu, aile ekonomileri ve kamu işletmeleri için, bir çeşit sosyal şizofreni ile birlikte yürüyen, ürün kaçakçılığının başlangıcıdır. Bir yanda devletçe düzenlenen ve kontrol edilen faaliyetlerdeki kullanım değeri mantığı; öte yandan yeraltındaki ve günlük faaliyetlerdeki, ülke içi ve ülke dışı alışverişteki değişim değeri mantığı. Lenin, savaş komünizminin uygulanmasındaki başarısızlıktan söz ederken buna değinir:

“O zaman ön planda tuttuğumuz örgütsel ve ekonomik çalışmayı tek bir açıdan değerlendirdik. Eski ekonominin sosyalist ekonomiye adapte edileceği bir ön hazırlık dönemi olmadan doğrudan sosyalizme geçebileceğimizi varsaydık. Devlet üretimini ve devlet dağıtımını başlatarak, bir önceki üretim sisteminden farklı olan bir ekonomik üretim ve dağıtım sistemini kurduğumuzu varsaydık. […] Bunu Mart ve Nisan 1918’de söyledik; ama ekonomimizin piyasaya ve ticarete karşı ne şekilde dayanacağını kendimize sormadık.” (119)

Özetle, önceki varoluşunun ile zorunlu ve gerekli alışverişlerin gerçekleştirildiği dış dünyadaki varlığının tarihsel gücüyle soyut emeğin ekonomik mantığı politik baskıya kendisini zorla dayatır. Ve uzun dönemde yerini alacak yeni bir ekonomik ilişki olmamasına karşın görünüşte kapitalizm askıya alınmıştır. Ortada sadece ne kadar zayıfsa o kadar baskı gerektiren, ne kadar gereksizse o kadar bürokratik uyanıklık isteyen, (120) dayatılmış bir siyasi irade vardır. Küçük bir siyasi elit ise ne kadar adaletsiz olurlarsa o kadar ayrıcalık elde ettiklerini itiraf ederler. Buna bir de devletin yönettiği ilkel yaşam koşullarının eski iktidarın kurduklarından daha düşük olduğunu eklersek, günlük alışkanlıklarında eski ekonomik pazar, ücret ve birikimin ekonomik mantığını yeniden inşa etmek isteyen vatandaşların aklına geçmişin bütün bu gücü gelir. Elbette, sosyalizm asla yoksulluğun sosyalleşmesi ya da demokratikleşmesi olamaz çünkü temelde o maddi zenginliğin giderek daha çok sosyalleşmesidir.

İçerden görüldüğü gibi, ekonomik olmayan devlet baskısı, evrenselleştirilebilir bir sistemi de uygulamıyor. Piyasanın yerini alan firmalar arasındaki ticareti bir firmanın teslim ettiği ürün karşısında hangi ürünü alması gerektiğinin kriterini oradaki memurun sübjektif özel beğenisi belirliyor. Aynı şekilde, tarımsal fazlalıklardan talepte, varsayılan ortalama tüketim koşulları uygulanır; ücretlerin ortalama aile tüketimiyle yer değiştirilmesinde ne harcanan emeğin cinsi (el emeği, entelektüel emek, yoğun çalışma, sağlıksız çalışma koşulları v.s.) ne de toplumsal olarak belirlenmiş ihtiyaçlara göre yapılır. Devlet para ve değişim değerini yerine getirmek için “gerekli” miktarlarda değişim yapma sorumluluğunu üstlenerek istismar ve gasp etmekle kalmaz hatta bizzat kendisinin belirlediği işçi ve köylünün asgari geçimlerine el koyar (121) ve bununla da kalmaz toplumda devlet yönetimindeki bir “kesimi” toplumun bütünü gibi ele alır. Bu nedenle karar alan “kısım” özel bir kısım olmasına rağmen genel haline gelir. Bunu yaparak da kapitalizmin politik mantığı tekrar ama bu kez üretim araçlarının mülkiyeti anlamında değil üretim araçlarının ve yoğunlaştırılmış politik gücün yönetiminin tekeli anlamında kurulmuştur.

Marksist terimlerle, devlet “egemen toprak sahibi” gibi davrandığında ona “egemen girişimci”, “özel ekonomik araçlarla” “artı değer” sömüren diyebiliriz yani adı üstünde bir çeşit kölelik ve “kişisel özgürlüğün kaybı” demektir. (122) “Emeğin militerleşmesi” ve “zorunlu emek” gerçekte Marksizm’in arkasına gizlenmiş kölelik ilişkilerinin yeniden doğması eğilimidir. (123)

20. yüzyılda solun inandığının aksine büyük üretim araçlarının, bankaların ve ticaretin, millileştirilmesi sosyalizm bir yana, ne yeni bir üretim biçimi ne de yeni bir ekonomik kurumlar oluşturur, çünkü bu üretimin sosyalleştirilmesi değildir. Bunun için üretimde ve sosyal ilişkilerde başka tür bir ekonomik ilişki gerekir. Bu devletin zorla girmesinden çok farklıdır. Başka bir değişle 20. yüzyıl başarısız solunun saplantılarından biri “devlet mülkiyeti sosyalizm ile eş anlamlıdır” demek yanlıştır ve bir hiledir. Bugün bile rahat kahvelerde oturmuş cappuccinonun köpüklü sütü içinde korkunç devrimler planlayıp ilerici hükümetlerden sosyalizmi kurmak için daha çok devletleştirme isteyen gevşek solculuk var.

Gerçekte Sovyet Devrimi radikal konumun bir hayal olduğunu kanıtladı. Devletleştirmeler, doğru, burjuvazinin gücünün altını kazar ama bu üretimde kapitalist ilişkilerin hakimiyeti çerçevesindedir. Devletleştirme devrimci güçlerinin yaratıcılığı için daha büyük politik kapasitesi koşulları yaratır, doğru, ama sosyal emek ürünlerinin ticaretinde ve değiş tokuşunda değişim değeri mantığını değiştirmiyor. Devletleştirme ve sosyalizm üzerine istendiği kadar kararlar çıkarılsın bir şey fark etmez. Yeni bir toplum koşulları yaratacak şeyler ulusal düzeyde tüm toplumun ortak konularını yönetebilecek plebyen sınıflarla ittifak politikalarıdır. Üretim merkezlerindeki işçi kurumlarının yeni gönüllü biçimlerine yönelik dürtüyü ve diğer üretim merkezleri ile eklemlenmeyi arttırmaktır. Bu kolektif süreçleri destekleyecek devlet kurumlarının sürekli demokratlaşması, hayatın en temel koşullarını garanti eden ekonomik bir istikrar ama daha önemlisi kolektif öğrenmeye zaman ve devrimin diğer ülkelere yayılması. Dahası sosyalizm bir çelişkili mücadele, ittifak ve öğrenme sürecidir.

Devrimci Rusya’da devletleştirme sosyalizmin inşasına bir eş kelime değildir, ama emekçi toplumların yaratıcılığına yardım eden koşulları yaratmanın geçici ve esnek koşullarının yolu olarak “savaş komünizminin” ve sözde Yeni Ekonomik Politika’nın (NEP) uygulanışının yanlışlarının yerini alması için yapılan eylem ve tartışmalardan ortaya çıktı. Lenin’e göre de “sosyalizme bütün bakışımızı radikal bir şekilde değiştirmeye zorladı.” (124)

 

Devrimci Devamlılığın Maddi Temeli: Ekonomi

NEP “savaş komünizmi” tarafından yapılan görünürdeki sosyalizasyonun, aslında komünizmle bir ilgisi olmayan mekanizmalarını ortadan kaldırır; sosyalizmin kesin kurucusu devrimci devletin aşırı büyümesini sorgular ve halkın refahından başlayarak, bir kez iktidar alındıktan sonra sosyalizmin kuruluşunun temel mücadelesi ekonomiyi ve ekonomik ilişkileri düzenler. (125)

Daha 1918’de ücret sistemi, “iş ilişkilerine uygun sınıflandırmalara göre” uzman ücretleri farklılaştırılarak düzenlenmişti. Devlet mülkiyetindeki fabrikalarda ve kurumlarda yönetim ve teknik görevlerin özel bilgi gerektirdiğini pratik gösterir. Devlet mülkiyetli fabrikalar ve kurumlardaki teknik ve yönetim görevleri özel bilgi ister ve endüstriyi başlatmak için gerekli olan bu yeteneklere sahip olanlar hem işçi sınıfından değildirler, hem de devletin verdiği, uzman ya da uzman olmayan herkese verilen, düşük ücretle çalışmak istemezler. Üretim merkezlerinin felç olması Bolşevikleri, tek ücret sistemi uygulamalarında düzenleme yapmaya ve üretim sürecini garantiye almak için uzmanlara daha yüksek ücret ödemeye zorlar. Aşağıya çekmek şöyle durusun, bunlar, gelir eşitleme komünist idealinin zorlanamayacağı ve birdenbire uygulanamayacağını açıkça gösterir.

Bolşeviklerin maddi üretimin devamlılığını güvence altına almak için uygulamak zorunda kaldıkları ücret farklılaştırılmasının yeniden uygulanması, ilk kavramsal “darbe”dir; böylece uzun dönemde devrimci kapasiteyle maddi üretimin düzenlenmesinin devamlılığı sağlanır. Büyük üretim araçlarının sahibi sınıfların iktidarlarını zayıflatmak için mallarına el konulması bir kenara bırakılırsa, devrim egemenlik rolünü, çalışan sınıfların yaşam koşullarını kötüleştirmek değil, iyileştirme yeteneğini geliştirdiğinde gösterebilir. Maddi temelin toplumun diğer kesimlerini etkilediğini söyleyen Marksizm’in temel kuralı, değişimin motoru olarak politik eylem ve isteği büyütebilen devrimciler tarafından her zaman dikkate alınmaz. Sonuncusu kolektif kimliği, eylemlerin yürütümünü, umutları bileştirmeyi ve hızlandırmayı inşa eden dinamik faktörlerken; bir maddi temel içinden rastlantısal olarak ortaya çıkarlar … Maddi temel olmaksızın harekete geçecek devrimci potansiyelleri olmaz ve bu yüzden lafta kalırlar.

NEP sosyalizmin kuruluşu hakkında pek çok hayali erken yapısal kavramları yok eder, sosyalizmin gerçekte ne olduğunun anlaşılmasına yardım eder ve süre giden devrimin koyması gereken önceliklere açıklık kazandırır.

1921’den beri köylü ailelerin tahıllarına el konulması mal vergisiyle yer değiştirdi, üretim fazlasını tarımsal ticarete açtı. (126) Ve devrimin ilk yıllarında yaratılan kolektif çiftlikler (Solhoz) devlete kira ödemek koşuluyla kiralanmaya başlandı. Eski kır topluluğunun (mir) periyodik toprak dağıtımı düzenlemesi, fakat aynı zamanda toprakta kalmak, kiralamak ve tarım işçisi kiralamak garanti altına alındı. Köylülere daha fazla istikrar sağlamak için, toprak devlete ait olsa da, sınırsız kullanım hakkı, üretim fazlasını pazara sunma hakkı da garantilendi. (127)

Bunu tamamlamak için kır ekonomisine destek olarak temel maddeleri sağlayan endüstrilerle bağlı olan küçük özel endüstrilerin kulmasını yüreklendirici bir dizi önlem alındı. Yirmiden az işçi çalıştıran endüstriler millileştirmenin dışında tutuldu ve durgunluktan korumak için devletin küçük ve orta boylu işletmelerinin kiralanmasına izin verildi. Büyük devlet endüstrilerine gelince de bunların diğer endüstrilerle ticareti devlet bürokrasinin dışına alındı ama her birinin direkt finansal ve maddi kaynakları vardı. E.H. Carr’a göre, 1923’e gelindiğinde endüstrinin %85’i özel mülkiyetli oldu ama endüstride çalışan işçilerin %84’ü büyük devlet işletmelerinde çalışıyordu. Herkese aynı ücret ve her devlet işletmesinin kendi kaynakları ile çalışma zorunluluğu kalkınca işletme yönetimlerinde ticari ilkeler yeniden kuruldu ve bu da bilançolarda işçiye ödenen paranın ücret olarak düşünülmesine yol açıp, değişim değeri yasası konu oldu.

O zamandan beri her devlet ve özel işletme yakıt dahil temel maddelerini resmi olarak pazardan karşılamaya ve üretmeye başladı. Bu da onları üretimi sürdürebilmek için ürünlerin maliyet ve verimlilik hesaplamalarına zorladı; çünkü zaten devlet kredisi alabilmek için verimliliğe bağlı olmak zorunluluğu vardı. Devlet mülkiyetindeki işletmelerde sübvansiyonlar yok oldu ve böylece de bu tür sübvansiyonlu devlet yönetimlerinde geçici yeniden dağıtım ilkesi olan özelliğin sürekli bir ekonomik yönetim modeli olarak kabul edilmesinin yol açtığı teknik ve üretken durgunluk da sonlandı.

1922’de çıkarılan kararname tüm zorunlu işe alma biçimlerini yasakladı ve iş gücüne alınıp çıkarılmayı normal düzenli ilkelere bağladı. Daha 1921’de ücretler üretkenliğe bağlıydı. Sendikalar yine işçi ve işveren yönetimi arasında çalışma koşullarını belirlemenin aracı yapıları olarak kalırken zorunlu asgari ücret oluşturma zorunluluğu konmuştu. 1922’de yeni kontratlı ilişkilerde demiryolu endüstrisinde işçilerin %40’ı işten çıkarılırken; tekstil endüstrisinde 1000 dokuma tezgahında çalışan işçi sayısı “savaş komünizmindeki” 30’dan 14’e düştü. O zamandan (sonra) sendika üyeliği isteğe bağlı olup, sendikalara devlet sübvansiyonları kaldırılmış ve sosyal güvence denetiminden çıkarılmış devlet isteğine bırakılmıştı.

Kentlerde ve kırlarda özel ticaret mekanizması geri gelirken özel kişilerin para idaresi üzerindeki kısıtlamalar kadar ve kooperatif ve belediye bankalarında ortaya çıkmaya başlayan banka tasarruflarına el konulma riski kaldırıldı. Ulusal ekonomiyi düzenlemek için bir devlet bankası ve vatandaşların tasarruflarını yatırmaları için sayısız devlet tasarruf bankaları kuruldu. Bunlara uygun olarak da ticaret hatta yüksek ücretlere yeni vergi oranları getirildi.

Toparlanırsa, NEP, Lenin’in işaret ettiği gibi, “savaş komünizmi”nin kabul ettiği radikal tedbirlere rağmen var olmaya devam eden pazar ekonomisi ve kapitalist ekonominin kurallarını yeniden düzenler. Yeni temellerde, taleplerin karşılanması ve tarım üretiminde ticaretin yeniden düzenlenmesiyle kentlerdeki işçiler ve kırlar arasındaki politik ilişkiler yeni düzene sokulur. Toplumsal çoğunluğa veya köylülüğe karşı hiçbir devlet zorla var olmaya devam edemez. Kısaca, bu sadece köylülerin değil işçilerin de devrimci devlete karşı ayaklanmasına neden olur. Ve bu açık bir çelişkidir, çünkü yeni bir “azınlık”, şimdilik “devrimci”, daha önceki burjuvazi halkın çoğunluğuna kendi isteklerini zorlamaktadır. Yaygın yoksulluğun ve kırsal alanlarda kötü davranmanın sonucu olarak, devrimci Rusya’da olmaya başlayan tamamen budur. Hatta hükümete sadık askerlerin ona karşı ayaklandığı ve büyük kentlerin grevlerle ve hatta bazılarının serbest pazara geri dönüş isteğiyle eyleme geçen işçilerle kuşatıldığı anlar yaşandı. (128)

Bu durumda gerçekte bir sosyalist devrimin gerçek ufku ve amacı olan toplumda devlet iktidarının herhangi bir şekilde çözülme olasılığı politik, ekonomik ve demografik olarak imkansız hale gelir. Yeni ekonomik ilişkiler yapısı olarak sosyalizm, bir devlet buyurması veya yönetim kararıyla olamaz; her şeyden önce zenginliğin üretim ve yönetiminin yeni yollarının deneylerini kendi ellerinde tutan çalışan sınıfların yaratıcı ve gönüllü çalışmasıyla olmalıdır.

Gerçekte, üreticiler ve firmalar arasındaki pazar ilişkisinin yeniden kurulması, hem gerçek ekonomik yaşamda hem de insanların kafasında yaşamaya devam eden şeye yasal bir temel zemin sağlar. “Savaş komünizmi” yıllarında hükümet yetkililerinin yaptığı şey el feneriyle karanlıkta yürümek gibiydi. Işık yanarken devlet denetimi sürdü ama bu ışığın ulaşamadığı sonsuz alanlarda gizlice ve kanunsuzca süren pazar ilişkileri halkın ekonomik gerçekliğini düzenlemeye devam ederek politik/zora dayalı kısa dönemli diğer ekonomik ilişkilerle pazar koşullarının üstesinden gelme olasılığı -değişim değeri yasası ile- imkansız hale geldi. Bunun ancak uzun yeni üretim biçimlerinin yaratılmasıyla ve dünya çapında ilişkili olan kültürel devrimle (129) yükselebileceği Lenin’in düşüncelerine yansır.

Öte yandan, karlılığın devletçe konulmuş kurallarla inşası devlet işletmelerinin verimli çalışmasını sağlar, millileştirmenin doğrudan yararı olarak onu topluma yönlendirir, yani tüm toplumun yaratılan zenginliğe ortak olmasına izin verir. Bununla birlikte, bu millileştirme stratejisinin iki bozulması vardır. Birincisi, bu kuruluşlar tarafından yaratılan ekonomik kazançlar ücretler, ikramiyeler, karın yeniden dağıtımı, iş garantisi olarak yalnızca bünyesinde çalışanlara gider. Bu durumda, millileştirilen şirketlerin mülkiyeti değişir fakat sonuçta toplumun sadece bir “kesimi” yararlanmaya devam eder, yani bütün toplumun ortak malı olması gereken mülkiyet bu firmalarda çalışanların özel mülkiyeti haline gelir. Bu “de facto” millileştirme özel mülkiyetin, sosyal zenginliğin ve üretim araçlarının sosyalleşmesinin önünü tıkayan, bulanık bir durumdur.

Millileştirmenin bu bozulması, sadece devlet işletmelerindeki işçilerin halk işletmeleri olarak meydana getirilen kaynaklara özel mülkiyet olarak el koymasıyla değil, aynı zamanda diğer çalışma alanlarında yaratılan zenginliğin, toplumun geri kalanının kaynaklarının devletin sürekli sübvansiyonlarıyla emilmesi ve elde edilmesiyle de daha ileri dereceye gidebilir.

Millileştirmenin ikinci bozulması, şirket yöneticilerinin, yönetimdeki diğer görevlilerin, kendi pozisyonlarını, yönetimdeki tekellerini işçi kolektiflerinin kararlarının yerine geçirmeleridir. Bu işçilerin politik iktidarına el konularak bürokratik politik iktidarın yoğunlaşmasıdır. Bu kişisel güçlere ve çıkarlara zamanla bir grup resmi görevlinin çöreklenmesi ve kurumlaşması durumunda, devlet içinde burjuvazinin şekillenmesine şahit oluyoruz. (130)

Daha sonra solun az tartıştığı konu, Sovyet Hükümeti’nin aldığı büyük önemdeki petrol, madencilik, ağaç kesme ve diğer belli sektörlerde (131) yabancı şirketlere imtiyaz kararıdır. Bu başlık altındaki tartışmayı başta NEP’ten geri çekilme olarak düşünülen ama gerçekte modern sosyalizm inşasının stratejik yolundaki kolektif eylem adımının tanımını özetlediği için ele alıyoruz.

Bu imtiyazlar nelerdi? Devrimci devlet kaynaklarının yetmediği yerlerde belli ekonomik faaliyetleri geliştirme hakkının yabancı temsilcilere verilmesidir. İmtiyaz sahipleri teknoloji, endüstri, alt yapı, yol vb. yatırımlar yaptılar ve karşılık olarak üretimin bir kısmını aldılar. Diğer parça ise gerektiğinde satmak veya kullanmak için devletin elinde kaldı. İmtiyaz sahiplerine teminat olarak riskin tamamıyla karşılanması ve yatırılan teknolojinin yenilenmesi için uzun imtiyaz dönemleri garantisi verildi ve kararlaştırılan bir zaman dilimi sonrasında bu yatırımlar devlete devredildi. SSCB, imtiyaz sahiplerinin şirkete yatırdıkları değerlerin “millileştirme, el konulma, geri istenmeyeceğini” garanti etti. (132)

Bu anlamda, gerekçeler açıktı: bütün halkın elektriklendirilmesi gibi sosyal planları gerçekleştirmek için teknoloji satın alacak paraya ihtiyaç; bütün bölgeyi birbirine kaynaştırıcı alt yapı yaratmak için finansal kaynak ihtiyacı; büyük devlet endüstrisi kurmak için kaynak ve teknoloji ihtiyacı; yeni işlere başlamak için know how. Devrimci devlet bütün bunlar için gerekli teknolojik bilgi ve kaynaklara sahip değildi; bunların elde edilmesi yalnızca büyümenin sağlanması değil, aynı zamanda halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve böylece devrimci sürecin devamının garantilenmesidir. Halkın ekonomik koşullarını geliştirilmesine verilen önem o kadar büyüktü ki Lenin, yoksa Sovyet iktidarı yaşamaz diyerek, neredeyse komünistleri ekonomiyi yönetmeyi öğrenmeye mahkum etti. (133)

Gerçekte, Sovyet işçilerinin ücretleri 1913’e göre %10 düştü, uzun ekmek kuyrukları ve bu yıllardaki genel kıtlığı bastırabilmek için geçici olarak köylü olmaya zorlanan işçilerin göçebeliği sadece Soyvet Hükümeti ve halkın geniş kesimleri arasında büyüyen ayrışmaya değil, aynı zamanda daha önce kalesi olan kentlerde bile sıkıyönetime zorlayacak kadar Bolşevik iktidarının devamını riske sokan işçi ve köylü ayaklanmalarına yol açtı. Kronstadt Kalesi’ne saldırı (134), ekonomik kriz ve “savaş komünizmi” ile politik özgürlüklerde kısıtlamalar ve ekonomik krizin yol açtığı halk kesimleri arasındaki güçler dengesinin risklerine bir somut örnektir.

Bu nedenle, siyasi iktidara henüz el koymuş olan devrimin bu yeni konağında, ekonomik istikrar, ekonomik büyüme ve dünya devrimi onun alın yazısıydı:

“Okyanusta bir damla olduğumuz halk denizinde, halkın bilincinin ne olduğunu doğru olarak dile getirebildiğimizde onu yönetebiliriz. Bunu yapamadıkça Komünist Partisi proletaryaya, proletarya kitlelere liderlik yapamayacak ve bütün mekanizma çökecektir. Halkların, çalışan halkların bugün istediği, korkunç açlık ve ihtiyaç duydukları şeylerin tatmininden başka bir şey değildir. Köylüler ihtiyaçlarının onların alışık olduğu gibi iyileştirildiğinin gösterilmesini istiyorlar. Köylüler pazar ve ticarete alışkınlar ve biliyorlar. Doğrudan komünist dağıtımı uygulayamadık. Bunun için ekipman ve fabrikalarımız yoktu. Durum böyle olunca, köylülere ticaret ortamı yoluyla ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamalıyız ve bunu kapitalistlerin yaptığı kadar da iyi yapmalıyız yoksa halklar böyle bir yönetime hoşgörü göstermeyeceklerdir. Sorunu çözmenin anahtarı budur.” (135)

Onu tartışmalarda kamulaştırmalara zarar verecek kadar kapitalistlere çok imtiyaz verme konusunda eleştiren aşırı sol sapmaya karşı Lenin şunları ileri sürer: işçi sınıfının ellerindeki devlet iktidarı koşullarında sanayi ve tarımdaki gelişmelere odaklanmak -hatta kooperatifler olmaksızın veya mevcut kapitalizmi doğrudan devlet kapitalizmine dönüştürmeksizin- sosyalizmin kuruluşuna odaklanmak kesinlikle “saf komünizm” üzerine gevezelik yapmaktan çok daha yararlı olacaktır. (136)

Elbette! Herhangi bir devrim öncesi, toplumun kendi kendini örgütlemesine ve sosyal eğilimleri sentezleştirmeye odaklanmak devrimcilerin görevidir. Yeni bir sağ duyu ve işçi sınıfının yeni örgütleme mücadelesi devrimci sürecin temelidir. Ancak bir kere Jakoben dönemin yol ayrımına geldik mi öncelikler değişir: Ekonomi, çalışan kitlelerin çoğunluğunun yaşam koşullarını geliştirmek ve devrim sürecinin sürekliliğini sağlamak öncelik olur. Bu süreklilik sağlandıktan sonra yeni bir toplum biçimi inşasına geçilebilir ve ancak ondan sonra dünya ölçüsünde devrimci bir süreç yaratılmasının, evrensel komünizmin inşasının maddi koşulları oluşur. Ekonomi ve dünya devrimi bu nedenle ayaklanma sonrası kavramlardır. Lenin, imtiyazlarla ilgili yeniden şunlara işaret eder:

“Her imtiyaz şüphesiz ki yeni tip bir savaş, bir ekonomik savaş, farklı düzeyde yürütülen mücadeledir… (fakat) imtiyazlar politikası uygulamaksızın ekonomik durumda acil bir düzelmeyi ciddi olarak düşünemeyiz. … Özverileri, yoksullukları ve zorlukları kabul etmeye hazırlanmalıyız, alışkanlıklarımızdan kopmaya, olası aşırılıklarımıza, endüstrinin temel alanlarında durumu iyileştirme ve çarpıcı değişimler yapma esas hedefine hazırlanmalıyız. Bunlar ne pahasına olursa kazanılmalıdır.” (137)

Ve bu imtiyazların temsil ettiği yabancı sermaye tehlikeleriyle ilgili olarak, şöyle yanıt verir:

“Fakat kapitalistleri çağırmak tehlikeli değil midir? Kapitalizmin gelişmesine yol açmaz mı? Evet, kapitalizmin gelişmesine yol açar, fakat tehlikeli değildir, çünkü iktidar hala işçiler ve köylülerin elindedir ve toprak sahipleri ve kapitalistler mülklerine yeniden sahip olamayacaklardır … Sovyet Hükümeti kapitalistin kontrata uygun kiracı olduğunu, kontratın bizim avantajımıza olduğunu ve sonuç olarak işçi ve köylülerin koşullarının düzeleceğinden emindir. Bu koşularda kapitalizmin gelişmesi tehlikeli değildir ve işçi ve köylüler üretimin büyük bir bölümünü elde ederek kazançlı çıkacaktır.” (138)

Ekim ayaklanmasından bir kaç gün önce Lenin şunları yazar: “Bütün devrimlerin esas sorunu iktidardır.” (139) Devrimin ekonomik gelişmesi zamanında bu görüşünü sürdürür ve güçlendirir. İşverenlerin ellerindeki bazı ikincil ekonomik faaliyetlere, endüstri ve küçük çaplı tarıma ara madde sağladıkları için hoşgörü gösterilebilir (…) Bize politik iktidarın devrimci gücün elinde kalmasına yardım ettiği sürece mümkündür. Çünkü o, devrimci iktidara süreklilik ve istikrar sağlar, devrimci sosyalist sürecin devamlılığını mümkün hale getirecek maddi ve kültürel koşulların yaratılması için zaman kazandırır… (140)

Kısaca, bazı ülkelerde olağanüstü koşullar nedeniyle bir kez patlak verdiğinde bir sosyalist devrimin ihtiyaç duyduğu şey zaman, zaman ve daha fazla zamandır. Dahası, küresel ölçekte inşa edilebilecek olan yeni bir toplum ve yeni ekonomik talepler karşısında, güçsüz ve kuşatılmış kalmamak için, diğer ülkelerdeki farklı devrimlerin patlak vermesini beklemek için, zaman. Üretim ve ticarette toplumsal ve kooperatif örgütlenme biçimleriyle, devlet iktidarını ele geçirmeye öncülük eden halk eylemliliğinin kapasitesi ve politik hegemonyanın, kültürel gücün dönüşmesi için zaman. “Bizim için kooperatifleşmenin basit gelişimi olan sosyalizmin gelişimi ile özdeştir.” (141) Lenin bunu ölümünden önceki yazılarında güçlü bir şekilde vurgular. Devrimci devlet bazı şeyleri zorlayabilir veya yasaklayabilir, bu, tekelinde olan politik iktidarın bir parçasıdır. Üretim araçlarının sahipliğini değiştirebilir ve paranın sahipliğini yoğunlaştırabilirsiniz. Bunlar ekonomik eylemleri etkileyen politik eylemlerdir. Fakat yapılmaması gereken sabit ekonomik ilişkiler ve hatta değişim değerinin mantığını aşabilen daha az komünal ekonomik ilişkiler inşa etmektir. Bu ancak üreticilerin kendilerinin kolektif yaratıcılığıyla, sosyal yaratıcılıkla olabilir.

Devlet tanım gereği bir tekeldir; komünizm tanım olarak ortak zenginliğin ortak yaratımıdır: devletin antitezidir. Bu nedenle, birleşik, kooperatif, ortak çalışma ancak derece derece, karmaşık bir yaratım olabilir: çalışmanın çeşitli alanlarındaki işçiler tarafından doğrudan elde edilen iniş çıkışlarla devam eder. Bu zaman alır. İşçilerin, tüm toplumun, devletin önemli kararlarının ve hepsinden önemlisi üretimin temel merkezlerine demokratik uğraşı modellerinin zamanla yerleşmesi için zaman. Burjuva bireyciliğinin, fakat esas olarak yeniden sınıf benciliğini ve emek kararlarının ve devletin özelleştirilmesini yeniden üreten emek korporativizminin üstesinden gelmek için zaman… Bütün bunlar, toplumun kendi ortak yaşamı hakkında kararların inşa edilmesinde kendi deneylerinin olmasıyla, ortak konulardaki kararlarda tüm toplumun söz söylemesinin sosyal teknolojilerini yaratmakla elde edilir ve en önemlisi bütün bu yeni sosyal pratikler olağanüstü ayaklanma olayları olarak gelişmez, fakat gıda ve dinlenme ihtiyacı gibi rutin gerçeklerle gelişir.

Bu bakış açısından, devrim dünya halkları ve plebyen sınıfların kurtuluşunun evrensel eşzamanlılığı için zamanın fethi olarak ortaya çıkar. “Devrimci” devletin görevi, bırakalım komünizmi, sosyalizmi yaratmak değildir. O basitçe yapılamaz. Bu, bir devlet olarak, varoluşunun kuruluş amacından kaçmaktır. Devletin yapabildiği tek şey, devrimci olsa da, büyümek, güçlenmek ve zaman kazanmaktır. Böylece -egemen kapitalizmin ortada, aşağıda ve yukardaki çatlakları arasında, mücadele içinde, kendini belirleme durumunda- olan toplumsal kurtuluşun tarihsel yaratıcı biçimlerini gösterir ve üretimde, bilinçte, değişimde, kültürde, günlük yaşamda ortak alanları inşa eder. Başarısızlığa düşer ve defalarca daha yaygın ve daha iyi yoldan tekrar dener; hayatın bütün alanlarında gönüllü ortaklaşma ve toplumsal alanlar meydana getirir, bunları kapitalizmin çatlaklarından yaratır; süreç içinde onu parçalar. Düzenin eşiğini aşmış, bütün ülkelerde, her yerde, çok yönlü toplumların eş zamanlı olarak yükseleceği bir momente kadar tekrar tekrar dener. Egemen toplumun çatlaklarından doğan şey, tümüyle, evrensel alanda, yeni bir toplum ortaya çıkararak, yeni toplumsal biçimler üreten yeni bir uygarlık, fakat artık bir kapitalist ölüm mücadelesi olarak değil, insanlık inisiyatifinin normal ve özgür gelişimi olarak gerçekleşir. Bu komünizmdir.

Devlet toplum yaratamaz, çünkü kendisi toplumun mükemmel bir anti-tezidir. Devlet komünist ekonomik ilişkiler yaratmaz, çünkü onlar sadece otonom sosyal ilişkiler olarak ortaya çıkar. Devlet dayanışmayı kurmaz, çünkü o ortaklaşa üretimin özgür sosyal eylemi olarak türer. Devlet kendisi insanlık ve doğa arasındaki karşılıklı canlı metabolizmayı yeniden yaratma yeteneğinde değildir. Eğer birisi komünizmi inşa etmek zorundaysa, o, kendi mücadele, başarısızlık ve deneylerinden kendini yaratan bir toplumdur. Ve o kapitalist toplumun saldırgan egemenliğinin tersi bir ortamı yaratmak zorunda olacaktır. Burjuva devrimlerinden farklı olarak, onlar birkaç yüzyıldır eski geleneksel toplumun içinden serpilen burjuva ekonomik ilişkilerin çok daha avantajlı koşulları içinden gerçekleştiler. (142) Sosyal devrimler evrenselleşmiş kapitalist yapıyla yüz yüzedirler ve yeni komünist politik ve ekonomik ilişkiler sadece egemen kapitalist ilişkilerle mücadele içinde, devrimci ayaklanmaların patlak vermesiyle gelişecektir. Gerçekte, sosyal devrim fiili olarak, genel, çökmüş, çürümüş fakat kapitalist üretim ilişkilerinin inatçı egemenliğinin ortasında ekonomi, politika ve kültürde yeni komünist ilişkilerin büyümesi için çatlak, parçalanmış, zorlu, sürekli olarak hırpalan geçici alanlar açar. Toparlarsak, Sovyet Devrim deneyinin tartışmasında Lenin şunları ileri sürer:

“Teorik olarak, kapitalizm ve komünizm arasında, sosyal ekonominin her iki biçiminin de özellik ve mülkiyet şekillerinin iç içe geçmek zorunda olduğu bir kesin geçiş döneminin yattığına şüphe yoktur. Bu geçiş dönemi ölen kapitalizm ve doğan komünizm arasında -ya da başka bir biçimde söylenirse, yenilmiş fakat yok olmamış kapitalizmle doğmuş ancak henüz çok çelimsiz komünizm arasında- bir mücadele dönemi olmak zorundadır.” (143)

Kısaca, sosyalizm bu tarihsel zıtlıktır ve yaşamın bütün alanlarında egemen kapitalist ilişkiler ve işçi sınıfının yaşamın bütün alanlarında, çeşitli yollarla, aralıklarda, parçalanmış, kesik kesik denediği ve tekrar tekrar uygulamaya çalıştığı, komünizmin doğan sosyal ilişkileri arasındaki uzlaşmazlıktan kıvılcım alır. Bütün bunlarda, devrimci devletin yapmak zorunda olduğu şey, bu devlet-karşıtı, kolektif, dayanışmacı inisiyatifleri korumaktır. İşçi sınıfının yaşam koşullarını geliştirmek için onlara zaman vermek ve desteklemektir. Böylece onlar, geri dönüşsüz bir evrensel momentte, diğer ülke ve kıtalardan çeşitli komünist yapıların eş zamanlı eşiği atlamasına kadar ilerleyip, gelişebilirler. “Proletarya diktatörlüğünün” (144) esas kavramı şöyle anlaşılmalıdır: Burjuva sınıflara karşı işçi sınıfı devletinin güç kullanması, işçi sınıfının toplumsal girişimciliğinin deney kazanabilmesi ve yaratabilmesi için korunmasına zaman verilmesi ve desteklenmesidir.

Özetle, sosyalizm yoğun sosyal uzlaşmazlıkların çok uzun tarihsel bir dönemidir. Bu toplumda, ekonomik alanda kapitalist üretim ilişkileri ve değişim değeri mantığı hala yürürlüktedir. Fakat onun içinde, mahalli, ulusal seviyede, başlangıç halinde, eksik ve parçalanmış olarak toplumsal çalışma biçimleri, bölgesel ve ulusal ölçeklere genişleme mücadelesi yükselir. Politik olarak, çalışan sınıflar devlet iktidarını alır/kurar. Bu şu anlama gelir, ardışık hamlelerle, kamu olaylarının yönetimini, yönetimin mutlak demokratikleşmesinin çeşitli biçimlerini destekler. Ekonomide, tekrarlanan hatalar ve yeniden canlanmalar, bu toplumsal/ komünist deneyleri yaymak, korumak ve desteklemek, bütün bunları işçi sınıfı yürütür. Bu nedenle sosyalizm ne bir üretim biçimi ne de varılacak hedeftir. İşçilerin, toplumcu/ komünist ekonomik inisiyatiflerini ortaya çıkarmak ve korumak için iktidarı kullandıkları yoğun sınıflar mücadelesi olan tarihsel bir çağdır. Sosyalizmin zaferi onun tükenmesidir, bu da komünist topluma yol açar. Eğer bu gerçekleşirse, kaçınılmaz olarak dünya ölçeğinde bir olay olmalıdır.

Sovyet devrimiyle ne oldu? Neden başarısız oldu? Genel olarak, dünyada diğer sosyal devrimleriyle birleşemeyen bir sosyal devrim eninde sonunda başarısız olur ve başarısız olacaktır. Kendi başına, komünizmi inşa girişimlerinde kaçınılmaz olarak başarısız kalır. Buna rağmen büyük ve tersine çevrilemez gelişmeler sırasında sosyal, emek ve maddi kazanımların ortaya çıkması sadece ayaklanan ülkedeki çalışan halklar değil, dünyadaki bütün ülkelerde -sosyalist devrim sürecinin varlığının motivasyonu ile- gerçekleşebilir. Dünya çapında bir yayılmanın yokluğunda, sosyal devrimlerin ortaya çıkışı devrimci içerikli etkenlerin sürekliliğine bağlı olarak devam eder.

Devlet sosyal değişimler ve kararlarda liderlik rolünü üstlenirse, başarısızlık daha yakın ve hızlı olur. Eğer işçi sınıfı derece derece ve aralıklarla gündelik kararların alımında demokrasi öncülüğünü üstlenirse, başarısızlık geciktirilebilir. Eğer devlet üretimde kurumsal ilişkilerin yapılandırılmasında zorlayıcı kararlar alırsa, başarısızlık kapıyı çalar. Eğer işçi sınıfı yeni ve büyüyüp yayılan toplum biçimlerini ve kurumsal çalışmayı inşa eder ve yeniden yapılandırırsa, başarısızlık bir süre ertelenir. Eğer devlet çalışma koşullarının iyileştirilmesini veya devrimci dalgalara yeniden yaşam veren sürekli kültürel devrimin devamını garanti altına alamıyorsa, devrimin sonu gelir. Eğer devlet iktidarı çalışan sınıfların, sınıfın özgür inisiyatifinin yolunun açılmasına yardımcı olan onun yaşamsal örgütlenmelerinin elinde kalıyorsa, devrimin devam etme olasılığı daha fazla uzamıştır.

İlk on yıl geçtikten sonra, Sovyet Devrimi’nin gidişatı yukarda bahsedilen olumsuz ikilemlere doğru sürüklendi: devlet iktidarının partinin elinde yoğunlaşması ve iktidarın sosyal örgütlenmelerin elinden yavaş yavaş alınması, kurumsal çalışma alanlarında, yeni ekonomik ilişkilerin inşasında kendi toplumsal yaratıcı kapasitesini boşa çıkaran bürokratik etkinin artması. Maalesef, 1930’ların başlarında Ekim Devrimi önce imparatorluk yapısına, sonra da ulusal devlet yapısına döndü. (145)

Bu devrimden şimdi geriye kalan nedir? Çağdaş tarihte en uzun bir sosyal devrim deneyi, onun örgütsel potansiyelleri, pratik girişimleri, sosyal kazanımları, kendine özgü nitelikleri ve patlayan herhangi bir yeni devrimde tekrarlanabilecek genel dinamikleri. Fakat aynı zamanda ittifaklarının yapısındaki zorluklar; onun kurumsal, bürokratik, olumsuz sapmaları; sonunda yenilgiye yol açan sınırları, onun mirasının parçalarıdır. Sonunda, devrimin başarısızlığı, yenilgisi vardır.

Bugün Sovyet Devrimi’ni hatırlıyoruz, çünkü var oldu, çünkü bir an için dünya halklarında kapitalizmden farklı, işçi sınıfının ortak yürüyüşüne ve mücadele temeline dayanan farklı bir toplum inşa etmenin mümkün olduğu umudunu yükseltti. Fakat aynı zamanda onu büyük başarısızlığı, alt sınıfların bütün bir kuşağının umutlarının kayboluşu nedeniyle de hatırlıyoruz. Ve bugün başarısızlığın koşullarını derinlemesine inceliyoruz, çünkü kaçınılmaz olarak yeniden patlayacak gelecek devrimlerde başarısız olmak ve aynı hataları yapmak istemiyoruz. Bu Sovyet Devrimi’nin saf yüreklilikle başardığı ileriye atılışı, bir, on, binlerce adım öteye götürmektir.

Sovyet Devriminden yüz yıl sonra, onun hakkında konuşmaya devam ediyoruz, çünkü yeni devrimleri özlüyoruz ve gerek duyuyoruz; insanlığı yüceltecek yeni devrimler evrensel, ortak, komünal varoluş olarak gelecektir. Ve işçilerin yaratıcı ruhuna dokunacak olan yaklaşan devrimler bir yüz yıl önce olanın tekrarı olmayacak ve olmamalıdır. Onlar öncekinden daha iyi olmak, daha ileriye gitmek zorundadır ve onun yenilgisini getiren sınırları aşmalıdır. Böylece, yeniden başarısız olmamak için gelecek kuşaklar entelektüel ve pratik donanım elde ettiler.

 

DİPNOTLAR:

  1. Figes 1990
  2. Eric Hobsbawn “kısa yirminci yüzyılın” I. Dünya Savaşı’yla başladığını 1989’da Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla sona erdiğini ileri sürer. Biz I. Dünya Savaşı’nı değil Rus Devrimi’ni yüzyılın başlangıcı olarak kabul etmeyi tercih ediyoruz. Dünya çapında politik mücadelenin daha önce olmadık ölçüde, devrimci kutuplaşmanın etkileri, kıtadaki devlet coğrafyasının değişimi anlamında başlangıçtır.
  3. Bataille 1992
  4. Dünya çapınca sinema yönetmeni olan Eisenstein “Oktyabr” (Ekim) 1928’deki filminde 1917 Şubat’tan Ekim’e kadar dönemi aktarır.
  5. https://www.marxist.org/archive/lenin/by-date-htm
  6. Lenin 1905a
  7. Lenin 1920a
  8. “Devrimin gerçekleşmesi için, gerekli olan, ilk önce işçilerin çoğunluğunu (veya en azından sınıf bilinçli, düşünen, politik olarak aktif işçilerin) devrimin gerekliliğini kavramaları ve onun için ölmeye hazır olmalarıdır.” ibid.
  9. Lenin 1906
  10. Orlando 1990
  11. Bak: Pipes 1991; Bettelhelm 1976
  12. ibid
  13. Orlando 1990. s.312
  14. Fakat İngiltere, tüm ulusun proleterleştiği ülke, muazzam silahlarıyla tüm dünyanın köprü başlarında, Avrupa restorasyonunun maliyetini ödemiş olan, sınıf çelişkilerinin en zirvede ve hayasız biçimlere vardığı bir ülke-İngiltere devrimci dalgaları kıran bir kayalık gibi görünüyor, doğmadan önce yeni toplum biçimlerini boğan bir ülke. (Marks 1848). Mayıs günlerini takiben can çekişmeyle bir an için paralize olsa da, zafer durumu yükseldiğinden, Ekim 14’den beri, Fransa Cumhuriyeti büyük coşkularla yaşamaya devam ediyor. İlk olarak başkanlık mücadelesi, sonra başkan ile Anayasa Konseyi arasındaki mücadele; kulüpler için mücadele; başkanın küçük figürü ile zıtlık içinde Bourge mahkemesi, birleşmiş kralcılar, saygıdeğer cumhuriyetçiler, demokratik Montagne, ilkel bir canavar gibi görünen proletaryanın gerçek devrimlerine yol açan sosyalist proleter ilkeleri (…) seçim ajitasyonu; (…) basına karşı sürekli davalar; polis tarafından hükümet ziyafetine zorla müdahale; arsız kralcı provokasyonlar; (…) cumhuriyet ve Anayasal Konsey arasında, devrimi başlangıç noktasına geri çeken, bitmeyen mücadele; Avrupa karşı devriminin hızla ilerleyişi; şanlı Macaristan mücadelesi; Almanya’da silahlı ayaklanma; Roma seferi; Roma önünde Fransa ordusunun küçültücü yenilgisi-hareketin girdabında, bu acıyla tarihsel hoşnutsuzluk, devrimci duyguların, umutların ve düş kırıklıklarının dramatik git gelinde Fransız toplumunun farklı sınıfları, önceleri yarım yüzyılı kaplayan, şimdi haftalara sığan tarihsel gelişim dönemini hesaba katmak zorundadır. (Marks, 1950) Üç krizin hepsinde, bizim devrim tarihimizde yeni olan bazı gösteri biçimleri, çok daha karmaşık biçimler ortaya çıktı; hareket dalgalar içinde ilerler, hızlı bir yükselişten sonra anı düşme, daha keskinleşen devrim ve karşı devrim ve az çok yoğun dönemde tasfiye olan orta sınıflar. (Lenin 1971a)
  15. Lenin1920b
  16. Lenin 1925
  17. Lenin 1917b
  18. Marks 1852
  19. Lenin 1921b
  20. Lenin 1919a
  21. Orlando 1990
  22. Politika sanatında olanın aynısı askeri sanatta da olur: Barış zamanlarında tamamen ve teknik olarak hazırlanma anlamında hareketli savaş çok daha fazla savaştır… Gramsci 1971
  23. Lenin 1919a
  24. Bettelheim 1976 s.59-60 (İspanyolca çeviri)
  25. Pipes 1991 s.442 (İspanyolca çeviri)
  26. Geçici Hükümet’in Savunma Bakanı A. Guchkov’dan M. Alexeev’e(Rusya ordusu başkomutanı) mektup
  27. Lenin 1917c
  28. Bettleheim 1976
  29. Lenin 1921
  30. Pipes 1991
  31. İbid.s.443
  32. İbid. s.444
  33. Orlando 1990
  34. İbid
  35. Trotsky 1932
  36. Orlando 1990 s.407,408,516,746
  37. Pipes 1991 s.555 (Bu yazara göre her beş millileştirmeden birisi merkezi hükümetin kararıdır, diğerleri %80 sovyetlerin, mahalli otoritelerin kararıyladır. s.750)
  38. 1917 Devrimi gerçekte genel otorite krizi olarak anlaşılmalıdır. Sadece devlet değil bütün otorite figürleri reddedildi: yargı, polis, sivil memurlar, ordu ve donanma, papazlar, öğretmenler vb. (Orlando 1990 s.346)
  39. Linera 2014
  40. Aron 2015
  41. H. Williams, alıntı Figes’ten 1990
  42. “Parça olmayan görüş” (…) bir politik özne figürüdür ve kendisini asla bir sosyal grupla tanımlamayan bir politik öznedir. Bu nedenle, politik insan parça olmayan parça, olarak bedenlenen öznedir; ki bu “dışlanmış parça” anlamına gelmez; ne de bu politika dışlanmışın istilasıdır. Fakat politika, sosyal tarafların dağılımından bağımsızca gerçekleşen öznenin eylemidir. (Ranciere 2011, s.233-4)
  43. Habermas 1996
  44. Lenin 1921b
  45. Lenin 1917c ve Lenin 1917d
  46. Gramsci 1999 s.494
  47. Gramsci 1994 s.24
  48. Cf. Goffman 1961; Linton 1936
  49. Politik toplum biçimleri hakkında Cf. Linera 6 Agus, 2016
  50. “Halk inanışları” insanların “bildiği” ve düşünüp taşınmadan hareket ettiği inançlar, genelde kültür, Gramsci 1971 s.775-776
  51. “Eğer her durumda, insanlar bu temel düşüncelerde anlaşmadıysa, zaman, uzay, neden, sayıların vb. homojen bir kavramına sahip değillerse; akıllar arasında anlaşma ve böylece ortak yaşam imkansız olurdu. Bu nedenle, toplum, kendini yok etmeksizin, kategorileri bireylerin özgür seçimine bırakmaz. Yaşamak, sadece minimum moral uzlaşma değil, fakat olmazsa olmaz bir minimum mantık uzlaşması da gerektirir. Sonuçta, ayrışmayı engellemek için toplum tüm otoritesiyle üyeleri üzerinde ağırlığını koyar.” Durkheim 1995, s.16
  52. Gramschi 1971 s.495
  53. Marks&Engels 1969
  54. Cf. Linera 2011
  55. Pipes 1991 s.569
  56. Cf. Bölüm Dört: İç savaş ve sovyet sisteminin inşası, Figes
  57. Lenin 1921c
  58. Marks Engels 1969
  59. Marks 1874
  60. Cf. Carey 1995
  61. Cf. Gramsci 1999
  62. Figes O. op.cit
  63. “Birey ve toplum çıkarları arasındaki bu çelişkiden ötürü, toplum devlet olarak bağımsız bir biçim alarak bireyler ve toplumun gerçek çıkarlarından ve aynı zamanda da her bir aile ve aşiret kümesinde -eti ve kanı, dili, daha büyük ölçekli iş bölümü ve diğer çıkarları- var olan gerçek bağlara dayalı hayali komünal yaşamdan kendini ayırır.” Marks ve Engels, 1845
  64. Cf. Chapter I: Metalar, Marks, Kapital Cilt I
  65. Kapital’in I. Cildinde geliştirilen değer biçimleri teorisi Marksist iktidar ve devlet teorisinin çekirdeğinin en güçlü ifadesidir.
  66. Figes.O. po. cit. s.596
  67. Lenin 1922a, Pipes s.554
  68. Lenin 1920c
  69. Marks Engels 1969
  70. Engels 1969
  71. Marks Engels 1956
  72. Marks 1850
  73. Marks 1847
  74. “Yaşamın sosyal akışının, yani, maddi üretim sürecinin şekli, özgürce birleşmiş insanların üretimi olduğu zaman mistik büyüsünü kaybeder, onların planlı ve bilinçli kontrolüne tabii olur.” Komünü tanımlayışında Marks çoğunluğun işini bir küçük azınlığın sınıf mülkiyeti haline gelmesinin ortadan kaldırılacağını ileri sürer; komün mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi özlemidir. Üretim araçlarının, toprak ve sermayenin, bugün esas olarak emeğin sömürülmesinin ve köleleştirilmesinin araçlarının el değiştirmesi ile gerçek bireysel mülkiyeti, özgür ve birleşik emeğin araçlarını yaratmak ister. (Marks, 1859)
  75. Engels 1878
  76. Marks 1847
  77. Marks 1875
  78. Kautsky 1902; Bebel 1910; Luxemburg 1990; Korsch 1975
  79. Lenin 1903
  80. Negri 2008
  81. Badiou 2010; Dean 2012; Bosteels 2011
  82. Kapitalizmin eleştirel anlaşılmasında kavramsal kapsamın önemi üzerine, bak bölüm XIII “Büyük sanayi ve makineler” Marks, “ekonomik el yazmaları” 1861-63
  83. “Bu nedenle, krizler önce kıtada devrimler yaratsa bile, bu krizlerin nedeni her zaman İngiltere’de olduğu için, burjuva yapının kalbinde değil uç noktalarında şiddetli patlamalar üretmesi doğaldır, çünkü bunun tazmin edilme olanağı daha yüksektir. Öte yandan, aynı zamanda, bu devrimlerin burjuva yaşam rejimini gerçekte ne ölçüde etkilediği veya yalnızca oluşum politikalarını ne derece etkilediğinin termometresikıta devrimlerinin İngiltere’yi ne derecede etkilemesiyle ölçülür.” (Marks, 1850)
  84. Luxemburg, 1918
  85. Lenin 1917b
  86. Orlando. op.cit.
  87. Lenin 1918a
  88. ibid
  89. Orlando.op.cit.
  90. Lenin 1905b
  91. “Yönetici sınıfların devleti eski yolla yönetiminin yetersizliği ve bu devlet yönetimiyle uzlaşmaya “aşağıdan” yükselen hoşnutsuzluğun üst üste gelmesi ulusal ölçekte politik krizdir.” Lenin 1913
  92. Lenin 1917e
  93. Lenin 1917f
  94. Lenin 1917c
  95. Lenin 1918b
  96. Lenin 1917g
  97. Lenin 1921d
  98. Sartre 1984
  99. Pipes. op.cit.
  100. Bofa G. The Russian Revolution
  101. Lenin 1918c
  102. Bukharin 1967
  103. Trostky, alıntı Pipes op.cit
  104. Pipes op.cit
  105. Serge 1930
  106. Pipes. op.cit
  107. “Fakat büyük sanayi geliştiği oranda, gerçek zenginliğin yaratılması, çalışma süresi ve istihdam edilen emek miktarından ziyade çalışma süresince harekete geçirilen araçların gücüne gittikçe daha fazla bağlı olmaya başlar. Bu araçların “güçlü etkinliğinin” kendisi de aynı şekilde üretimlerinde harcanan doğrudan emek zamanı oranına değil, bilimin genel durumuna ve teknolojideki gelişmelere ya da bilimin üretime uygulanmasına bağlıdır. (…) Bu dönüşümde etkili olan, ne doğrudan insan emeği ne de onun çalıştığı süre değil, onun kendi genel üretken gücüne el konulması, doğayı algılayışı ve bir sosyal varlık olma meziyeti sayesinde doğaya hakim olması, tek kelimeyle, üretimin ve servetin büyük temel taşı olarak ortaya çıkan sosyal bireyin gelişimidir. Mevcut servetin dayanağı olan yabancı emek zamanının çalınması, büyük ölçekli sanayi tarafından yaratılan yeni servetin karşısında sefil bir temel olarak görünür. Doğrudan emek, servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı onun ölçüsü olmaktan çıkar ve böylece değişim değeri kullanım değerinin (ölçüsü olmaktan çıkar). Kitlenin artık emeği genel zenginliğin gelişimi için koşul olmaktan çıkar; tıpkı çalışmayan azınlığın insan beyninin gelişiminin genel güçleri için koşul olmaktan çıkması gibi. Böylelikle, değişim değerine dayanan üretim çöker ve doğrudan, maddi üretim süreci yokluk ve antitez formundan sıyrılır.” Marks, 1993
  108. Bourdieu 2000
  109. Lenin 1916b
  110. Lenin 1917g
  111. Lenin 1918c
  112. Werth 2013
  113. Lenin 1921c
  114. Lenin 1921b
  115. Lewin 2005
  116. Figes op.cit
  117. Carr 1969

118.Figes op.cit

119.Lenin 1921c

  1. 150 işçinin verimliliğini 50’den fazla görevlinin yürüttüğü merkezi ekonomik kontrol konusunda aşırı bir saplantı vardı.
  2. Figes op.cit
  3. Marks 1993
  4. Pipes op.cit
  5. Lenin 1923
  6. Lenin 1921c
  7. Lenin 1921g
  8. Carr 1985
  9. Figes op.cit
  10. Lenin 1923
  11. Chavance B. Sovyet Ekonomik Sistem
  12. Lenin 1921h
  13. Lenin, “Moskova PC(b)nin örgütlenme militanları ile toplantı”
  14. Lenin 1922b
  15. Avrich 2014 ev Berkman 2010
  16. Lenin 1922b
  17. Lenin 1921b
  18. Lenin 1921j
  19. Lenin 1921k
  20. Lenin 1917j
  21. Yaşamı boyunca Marks’ı endişelendiren doğa ve insan ilişkisi üzerine, bak Marks “1844 Ekonomi-felsefe el yazmaları”; “Kapitalist üretimden önceki üretim biçimleri” Grundrisse 1857-1858; Marks Etnoloji not defterleri
  22. Lenin 1923
  23. Lenin 1918a
  24. Lenin 1919b
  25. Marks 1875
  26. Sovyet Rusya Yolunda, Chavance; Bettlheim 1983; Chamberlin 2014; E.H.Carr, “Rus devrim tarihi üzerine”

KAYNAKÇA


Avrich, Paul 2014, Kronstadt, 1921, Princeton: Princeton University Press

Ali, Tariq2009, The Idea of Communism, Salt Lake: Seagull Books

Aron, Raymond, introducción a la filosofía política. Democracia y revolución, Editorial Pagina Indómita, España, 2015

Badiou, Alain 2010, The Communist Hypothesis, London: Verso

Bataille, George 1992, The Accursed Share, Cambridge: MIT Press

Bebel, August 1910, Women and Socialism, available at https://www.marxists.ora/archive/bebel/1879/woman-socialism/index.htm

Berkman, Alexander 2010, The Konstadt Rebellion, New Heaven: Yale University Press

Bettelheim, Charles 1976, Class Struggles in the USSR. First Period: 1917-1923, London: Monthly Review Press

Bettelheim, Ch. Les luttes of classes in USSR 3 période 1930-1941, Éditions du Seuil-Maspero, Paris, 1983

Bostsels, Bruno 2011, The Actuality of Communism, London: Verso

Bourdieu, Pierre 2000, Paschal Meditations, Stanford: Stanford University Press

Bukharin, Nikolai 1967, The Road to Socialism in Russia, New York: Omicron Books

Carr, E.H. 1969, Interregnum 1923- 1924: A History of Soviet Russia, Louisiana: Pelican

1985, The Bolshevik Revolution, 1917-1923, New York: W.W. Northon & Company

Carey, Jones, M. 1995, Electoral Laws and the survival of presidential democracies, University of Notre Dame Press, Notre Dame

Chamberlin, W.H.2014, The Russian Revolution: 1918-1921, Princeton, Princeton University Press

Dean, Jodi2012, The Communist Horizon, London: Verso

Durkheim, Émile 1955, The Elementary Forms of Religious Life, New York: The Free Press

Engels, Frederik 1877, Anti-Dühring: Herr Eugen Dühring’s Revolution in Science, available at https://www.marxists.org/archive/marx/works/1877/anti-duhring/index.htm

Engels 1969. “Preface to the second Russian edition of 1882”, in Marks, K. and Engels F., Manifesto of the Communist Party

Garcia Linera, Alvaro 1011, Á., Las tensiones creativas de ia revolución. La guinta fase del Proceso de Cambio, Vicepresidencia del Estado, La Paz, 2011

2014, Bolivian identity. Nation, mestizaje andplurinationality, Vicepresidencia del Estado, La Paz, available at: https://www.vicepresidencia.gob.bo/IMG/pdf/identidad boliviana .pdf

Linera, Alvaro García, “The new plebeian organic composition of political life in Bolivia”, speech, 6 August 2016

Goffman, Erving 1961, Encounters: Two Studies in the Sociology of Interaction, Indianapolis Bobbs-Merril Company, Inc.

Gramsci, Antonio 1971, Prison Notebooks, London: Lawrence & Wishart

1994, A. Pre- Prison Writings, Cambridge: Cambridge University Press

1999, Selections from Prison Notebook, London: International Publishers

Habermas, Jurgen 1996, Between Facts and Norms, Massachusetts Institute of Technology Hobsbawm, Eric 1995, The Age of Extremes: TheShort Twentieth Century, 1914-1991, London: Penguin

Kautsky, Karl 1902, The Social Revolution’, available at: https://www.marxists.org/archive/kautsky/1902/socrev/index.htm

1909, Road to Power, available https://www.marxists.org/archive/kautsky/1909/power/index.htm

Korsch, Karl 1975, What is Socialisation? A Program of Practical Socialism, New German Critique no.6

Lenin, V. 1.1902, Draft Programme of the Russian Social-Democratic Labour Party, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1902/draft/02feb07.htm

1903, To the Rural Poor. An Explanation for the Peasants of What the Social-Democrats Want, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1903/rp/index.htm

1905a, Revolutionary Days. Available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/rd/index.htm

1905b, Two Tactics of Social-Democracy in the Democratic Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/tactics/index.htm

1906, The Victory of the Cadets and the Tasks of the Workers’ Party Available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1906/victory/index.htm

1913, Duma and the Russian Liberals, available at Lenin: The Duma and the Russian Liberals, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1907/apr/10.htm

1917a, Three Crises, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/jul/19.htm

1917b, Letters From Afar, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/lfafar/first.htm#v23pp64h-297

1917c, The Tasks of the Proletariat in Our Revolution, Available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/tasks/index.htm

1917c, On Slogans, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/jul/15.htm

1917d, The Political Situation, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/iul/10b.htm

1917e, Letters on Tactics, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/apr/x01.htm

1917f, The revolution in Russia and the tasks of the workers of all countries, available at

https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/mar/12b.htm

1917g, The impeding catastrophe and how to fight against it, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/ichtci/index.htm

1917j, One of the Fundamenta! Questions of the Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/sep/27.htm

1918a, Seventh Extraordinary Congress of the PC, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/7thcong/index.htm

1918b, The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/prrk/

1918c, Left-Wing’ Childishness and Petty-Bourgeois Mentality, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/may/09.htm

1919a, The Constituent Assembly Elections and The Dictatorship of the Proletariat, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1919/dec/16.htm

1919b, Economics And Politics in the Era of the Dictatorship of the Proletariat, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1919/oct/30.htm

1920a, Left-Wing” Communism: an Infantile Disorder, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1920/lwc/ch09.htm

1920b, Speech at a Meeting of the Moscow Soviet in Celebration of the First Anniversary of the Third International, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1920/mar/06a. htm

1920c, The Trade Unions, The Present Situation and Trotsky’s Mistakes, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1920/dec/30.htm

1921a, Third Congress Of The Communist Internationa!, available at: https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1921/iun/12.htm

1921b, The Tax in Kind (The Significance Of The New Policy And Its Conditions, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/apr/21.htm

1921c, Seventh Moscow Gubernia Conference of the Russian Communist Party, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1921/oct/29.htm

1921d, Fourth Anniversary of the October Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/oct/14.htm

1921e, Seventh Moscow Gubernia Conference of the Russian Communist Party, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1921/oct/29.htm

1921g, Tenth Congress of the R.C.P.(B.), available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/10thcona/index.htm

1921h, Letter on Oil Concessions, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1921/feb/12.htm

1921j, Meeting of the Communist Group of the All-Russia Centra! Council of Trade Unions, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1921/apr/11b.htm

1921k, Recorded Speeches, available at https://www.marxists.org/romana/audio/index.htm

19211, Concessions at a Meeting of the Communist Group, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/apr/11.htm

1922a, The Question of Nationalities or “Autonomisation”, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1922/dec/testamnt/autonomv.htm

1922b, Eleventh Congress Of The R.C.P.(B.), available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1922/mar/27.htm           

1923, On Cooperation, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1923/jan/06.htm

 

1925 Lecture on the 1905 Revolution, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/ian/09.htm

Lewin, Moshe 2005, The Soviet Century: What really happened in the Soviet Union?, London: Verso

Linton, Ralph, The Study of Man. An introduction, Applèton-Century-Crofts, Inc., New York, 1936.

Luxemburg, Rosa 1900, Reform or Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/

Luxemburg/1900/reform-revolution/

1918, The Russian Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1918/russian-revolution/

Marks, Karl, and Engels, Friedrich 1845, “Feuerbach: Opposition of the Materialist and Idealist Outlooks”, Chapter I of A Critique of The German Ideology, available at: https://www. marxists.org/archive/marx/works/1845/german-ideology/ch01a.htm

1847, Poverty of Philosophy. Answer to The Philosophy of Poverty available https://www.marxists.org/archive/marx/works/1847/poverty-philosophy/

1848, “The Revolutionary Movement. Available at:https://www.marxists.org/archive/marx/works/1849/01/01.htm

Marks, K. and Engels, F. “The Class Struggles in France, 1848to 1850”, 1850. Available at: https://www.marxists.ora/archive/marx/works/1850/class-struaales-france/index.htm

1852, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, available at: https://www.marxists.org/archive/marx/works/1852/18th-brumaire/ch07.htm

1875, Critique of Gotha Programme, available https://www.marxists.org/archive/marx/works/1875/gotha/

1874, Conspectus of Bakunin’s Statism and Anarchy, available at: https://www.marxists.org/archive/marx/works/1874/04/bakunin-notes.htm

Marks, Karl, and Engels Friedrich, 1969, Manifesto of the Communist Party, Marks/Engels Selected Works, Vol. One, Moscow: Progress Publishers, available at: https://www.marxists.org/ archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch02.htm

1993, Capital: volume 2, London: Penguin Classics

1993, Capital: volume 3, London: Penguin Classics

1993, Marks, K., Grundrisse: Foundations of the Critique of Political Economy, London: Penguin

Negri, Antonio2008, GoodBye Mr.Socialism, London: Serpent’s Tail

Figes, Orlando 1990, A People’s Tragedy: The Russian Revolution: 1891-1924 1997, London: Pimlico

Rancière, Jacques 2001, El tiempo de la igualdad. Diálogos sobre política y estética, Barcelona: Herder

Pipes, Robert 1991, The Russian Revolution, London: Vintage Sartre, Jean-Paul 1984, Critique of Dialectical Reason, vol. 1, London: Verso Serge, Victor 1930, “War Communism”, in Year One of the Russian Revolution, available online at https://www.marxists.org/archive/serge/1930/year-one/ch11.htm

Sorlin, Pierre 1969, La Société Soviétique, 1917-1964, Annales. Économies, Sociétés, Civilisations, Volume22 Numéro 1

Trotsky, Leon 1932, The History of the Russian Revolution, available at: https://www.marxists. org/archive/trotsky/1930/hrr/ch11.htm

Werth, Nicolas 2013, Histoire de l’Union soviétique de Lénine à Staline (1917-1953), Paris: Presses Universitaires de France

 

 * http://crisiscritique.org sitesinde yayınlanan orjinali olan İspanyolcadan İngilizceye çevirisinden çevrilmiştir.

 

Not: Alıntıların çevirisi bize aittir ve alıntılar kısaltılmıştır.