ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA* – AYŞE TANSEVER

 

Yol, Bahar 2018

 

Bazı coğrafyacılar yeryüzündeki kıtaları sayarken Amerika’yı Kuzey Amerika ve Güney Amerika diye ikiye ayırırlar. Bu iki kıta parçası ortadan incecik bir köprü ile birbirine bağlanır. Burası Orta Amerika’dır. Karşısında da irili ufaklı adalar bulunur. Coğrafya kitaplarında onları gerdanlığa benzetirler. Adları Attil, Karaib ve Bahama takım adalarıdır. Orta Amerika yalnız iki büyük karar parçasını birbirine bağlamakla kalmaz, iki büyük denizi Atlas Okyanusu ve Büyük Okyanusa da geçiş verir. İşte burası da ünlü Panama Kanalı’dır.

Doğa ana da bu toprakları süslemekte çok cömert davranmıştır. İnsanoğlu bu yüzden buralara “cennet” adını takmıştır. Biz bu sözcüğün mistik anlamını bir kenara bırakıp sınıflı toplum bilinci ile bu “cennet”i biraz irdeleyelim. Nasıl bir “cennet”? Tekeller ve para babaları için ne anlama geldiğini kestirmek güç değildir. Ucuz hammadde (şeker kamışı, pamuk, tropikal meyvalar), yeraltı zenginlikleri (asfalt ve boksit vb.) işgücünün bol bol bulunduğu, sınırsız gümrük ve vergi muafiyetinin tanındığı yani kar üstüne kar edinilebilen bir yerdir. Turizm şirketleri, yıl boyu incecik gümüş renkli kumsallardan denize girmek, güneşlenmek, ılık okyanus rüzgarlarında dinlenmek için gelen binlerce turistten büyük vurgunlar yaparlar. Bu zengin ziyaretçilerin sayısı ada halkının nüfusunu geçer.

Bu topraklar üstünde yaşayan insanlar ne düşünür? Onlar bu “cennet” yargısına katılırlar mı acaba? Hayır, onlara göre burası tam tersine bir cehennemdir. Neden cehennem olmasın ki, çoğu issizdir, yoksulluk içinde yarı aç yarı tok yaşarlar. Okuma yazma olanaklarından yoksun, çocuklarının çoğunun öldüğü, en basit tıbbi olanaklarının olmadığı bir yaşam. Emperyalizm kendi krizlerinin de misliyle bu insanlara yükler. Dev adımlarla koşan enflasyon, üretimdeki düşüklük cehennem ateşi gibi yakar, kavurur bu halkları. Ne o çok ünlü sambaların ne de rumbaların ne de tekilaların eski tadı yoktur.

Peki bu insanların tepkisi yok mudur bu duruma? Bu çelişkili durum tersine çevrilemez mi? Bu topraklarda insanca yaşanamaz mı? Elbette yaşanabilir. Zorlu bir mücadeleden sonra elbette mümkündür. Bazıları bunu başarmıştır. Küba, Nikaragua, Grenada halkları tekellerine karşı savaşı bileklerinin gücüne kazanmışlardır. El-Salvador’un eli kulağındadır. Diğer ülkelere de devrim ateşi düşmüştür. Kimyadaki zincirleme reaksiyon örneği bu mücadele bütün şiddetiyle dişe diş sürmektedir.

İlk devrim bayrağını göndere çeken Küba olduğundan, sosyalizm de en çok burada gelişip sağlamlaşmış, kök salmış, yeni nesil yetiştirmiştir. Gelin şimdi 10 milyon nüfuslu Küba’nın yaklaşık 30 yılda, ABD’nin tüm abluka, provokasyonlarına karşın neler başardığını Fidel Castro’nun Mart 1983’de Bağlantısızlar toplantısında yaptığı konuşmadan özetleyelim.

Ülkede 17.026 doktor vardır, yani 567 kişiye bir doktor düşer. Çocuk ölüm oranı 1000’de 17,3’dür. Bu rakam çoğu endüstri ülkesinden iyidir. Ortalama yaşam süresi 73,5’dir. Çocuk nüfusun %100’ü aşılanır. Birçok çocuk hastalığı kurutulmuştur. Cahillik yok gibidir. Halkın çoğu 6 yıllık ilk eğitimi görür ve bu yakında 9 yıla çıkarılacaktır. İşsizlik, ırkçılık, kadın eşitsizliği, fahişelik, kumar, uyuşturucu alışkanlığı kalmamıştır. Gecekondu yoktur. 14.000 yüksek eğitim görmüş Küba aydını 30 geri kalmış ülkede enternasyonal görevlerini yapmaktadırlar.

ABD’nin Orta Amerika Politikası

Yukarıda çizmeye çalıştığımız durumun ABD’nin tüylerini diken diken ettiğini, “ön bahçesi” ilan ettiği, eski at koşturduğu bu topraklarda artık ölümünü gördüğünü söylemeye gerek yoktur.

1. Dünya Savaşı’na gelinceye kadar Güney ve Orta Amerika ulusları, şu veya bu şekilde Avrupa emperyalistlerinin birer kolonisi idiler. Avrupa’daki güçler dengesine göre Fransa, Portekiz, İspanya, İngiltere, Hollanda’nın eline geçmişlerdir. Tarihte hepimizin okuduğu o ünlü Amiral Nelseon’un bile bu koloni savaşlarında adı vardır. Savaş sonrası ise ABD bayrak açmıştır. “Pan Amerikanizm”, “kıta dayanışması” ve “demokrasi” politikaları ile bu ulusları müttefiklerinin elinden alıp kendi nüfus alanına sokmayı başarmıştır. İktidardaki koloni valisi, bu vali geleneğinin başka bir şekli olan büyük latifunda ağaları ya da onların uşağı generaller giderek ABD tekelerinin kuklası olmuşlardır. Eğer başkaldıran olursa Allende gibi kurban edilmişlerdir.

Ancak günümüzde işler biraz daha kızışmış, sınıflar savaşı yükselmiş, güdümüne aldığı iktidarlar halk muhalefetlerine karşı duramaz hale gelmektedirler. ABD’nin bu politikası şiddetlenerek, yeni biçimler kazanarak devam etmektedir. Orta Amerika’daki gerici rejimleri Honduras, Guatamela, El-Salvador, Kosta Rika, Jamaika, Dominik, Haiti, Trinidad ve Tobaga adaları (burada da aynı Grenada’daki gibi iktidara devrimciler geçmiş bir yıl sonra ABD baskısına dayanamayıp düşmüştür) Barbados (Grenada işgalinde ABD’ye üs olmuştur) vs. her geçen gün daha çok desteklemektedir. Kendi devrimci güçlerini bastırmaları için yılda milyonlarca dolarlık silah ve askeri yardım alırlar. ABD’nin El Salvador iktidarına yaptığı yardımın rakamlarını verelim.

1979-1,0 milyon dolar

1980-15,0 milyon dolar

1981-35,4 milyon dolar

1982-116,0 milyon dolar

1983-136,3 milyon dolar (eylül ayına kadar 76,3 verilmiştir)

(Kaynak: Salvador Gerilla dergisi Senal de Liberatad’dan aktaran New Times Sayı 36, Sayfa:22)

Bu yardımların dışında askeri danışmanlar yollar. 1983 Temmuz yılındaki kararla Honduras’a yolladığı danışman sayısı 55’den 125’e yükselmiştir. Buradaki asker sayısı 12.000-15.000’dir. Birçok diğer ülkeye olduğu gibi Honduras’da büyük nakliye uçaklarının ineceği havaalanları yapmaktadır. Yolları genişletir, stratejik noktalarda köprüler kurar. Yine bu ülkede tüm Orta Amerika’yı kontrol eden iki radarı vardır. Ayrıca bu gölgelerden topladığı askerleri gerek ABD’de gerekse Panama Askeri Okullar Başkomutanlığı ve buna bağlı okullarda askeri eğitimden geçirir.

Bu saldırgan yalnız iktidarları örgütlemez. Tüm karşı-devrimci güçlerle ilişki içindedir. Somoza yanlılarını Honduras’ta Grenada diktatörü hatta Demokratik Hareket liderini civar ada Barbados’ta örgütlemiştir. Somoza gericileri bir gün olsun Nikaragua’ya iç işleriyle uğraşma fırsatı vermezler. Bu gericiler devrimcilerin içine girip provokasyon düzenler, oralarda gerici çalışmalar sürdürürler.

ABD’nin yaptıkları daha bitmez. ABD’nin gelmiş geçmiş en gerici iktidarı Reagan’la birlikte bu iktidarlar daha da ileriye çekilmektedirler. ABD tüm gerici iktidarları cepheleştirmeye çalışır. Onları “Küba ve Sovyet komünist tehdidine” karşı topyekün bir savaşa sokmak istemektedir. Nikaragua’nın her gün silahlandığını, komşularına saldıracağını ve de saldırdığını öne sürüp onları kışkırtır. Onları ülkelerindeki devrimci hareket ile baş etmenin yolunun kıtadan komünizmi silip süpürmekte yattığına inandırmaya, bizzat kendi önderliğinde savaşa sürüklemeye çalışır. Aynı şeyi adalarda da Küba devrimine karşı cephe kurarak gerçekleştirme politikası izlemektedir.

Son olarak da Orta Amerika’da kendi konumunu gerek var olan üsleri gerekse polisler gibi devriye gezen uçak gemileri, savaş gemileri ve çevik kuvvetleri ile sağlamlaştırır. Buralarda sürekli savaş oyunları oynar. Bunlar artık haftalarca değil aylarca sürmektedir.

ABD yürüttüğü bu saldırganlığa karşı giderek kendi halkından da kopmaktadır. Kennedy’nin başını çektiği Demokratlar Reagan’ın bu politikasına saldırırlar. Geçirmek istediği yasaları Temsilciler Meclisi’nde reddederler ama tasarı Reagan’ın hakim olduğu Senato’da kabul edilir. Edilmese bile Reagan veto edebilir. Edemese bile CIA aracılığı ile kapalı kapılar ardından gene bilinen okunur. Ancak halk muhalefeti bazı bazı çok yükselebilir. Örneğin Barolar Derneği Başkanı Amerika’nın Orta Amerika Politikasının Amerikan yasalarını çiğnediğini, başka ulusların iç işlerine karışılmaması gerektiğini duyurmuştur. Minareyi çalan kılıfını da bulur. Reagan şimdi buna çareyi buldu. Orta Amerika poltikasını yürütecek bir komisyon kurdu. Başına Allende rejimini devirme komplosunu CIA ile hazırlayan Henry Kissinger’i geçirdi. Bilindiği gibi Kissinger Demokrat Partilidir. Reagan böylece hem muhalefeti bastırmayı, hem “barışçı” yollardan sorunu çözmek istediği imajını yaratmayı hem de bu politikayı gözlerden biraz ırak tutmayı örgütlemeye çalışıyor. Bu yıl bitmeden Kissinger Reagan’a bir rapor sunacaktır.

İçte olduğu gibi bizzat Orta Amerika’da da var olan krizin barışçıl yollarla çözülebileceğini öne süren ülkeler vardır. Contadora Gurubu ülkeleri olarak bilinen bu ülkeler Venezuella, Kolombiya, Panama ve Meksika’dır. Bu ülkeler sık sık toplanır önerilerde bulunurlar. Tarafların karşılıklı masaya oturmalarını isterler. ABD’nin bölgedeki durumu Doğu-Batı çelişkisi olarak yorumlanmasının yanlış olduğunu gerek danışman gerekse silah olarak dış müdahalenin derhal son bulması gerektiğini söylerler. Elbette, bu ABD’nin çıkarlarına ters düşmektedir. Kissinger komisyonunun bu ülkelere de ABD’nin barışçıl çözüme niyeti varmış izlenimini vermesi olası mıdır, değil midir? Sanmıyoruz.

 

Grenada

Yazımızın bu bölümünde, ABD’nin çizmeye çalıştığımız Orta Amerika politikasında Grenada çıkartmasının amaçlarına ve sonuçlarına değinelim.

1979 Mart’ında 120.000 nüfuslu Grenada’da demokratik ulusal, anti-emperyalist bir devrim yapılmıştır. ABD hemen ablukaya almış, tüm kredileri, yardımları dondurmuş, provokasyonalar düzenlemiştir. Cesur Grenada halkı tüm bunlara karşın devrimini savunmuştur. Devrim hemen meyvalarını vermiştir. GSMH 1982 yılında %5,5 artarak yaşam standardı %7 yükselmiştir. Diğer devrimci uluslardaki gibi cahillik, işsizlik ve sağlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

“Grenada’nın 1983-85 yılı ekonomik gelişim planında yeni hedefler çizilmiş. Temel görev olarak emperyalist güçlere ekonomik bağımlılık en kısa zamanda sona erdirilecektir. Tarımsal-endüstriyel kompleksler, ticari balıkhanelerin ve hizmet endüstrisinin geliştirilmesine büyük çaba gösteriliyor. Devlet çiftlikleri genişliyor. Çalışan halkın üretimin yönetimine katılımı arttırılıyor. Tüm ülkede 60 üretim komitesi emek verimliliğini arttırmak için sosyalist rekabeti örgütleyip yönetiyorlar.” (New Times, sayı 39, sayfa 21)

Şimdi son olaylara kısaca bir göz atalım. İktidardaki Yeni İnci Hareketi (New Jewel Movement) Ekim ayı içinde bölündü. Başbakan Maurice Bishop ve birkaç bakan öldürüldü. Yerine Devrimci Askeri Konsey geçti. Konsey devrimi savunmaya kararlı olduğunu açıkladı.

Bu gelişmeler ABD’nin ekmeğine yağ sürdü. Tüm uluslararası yasaları çiğnemeyi alışkanlık haline getiren ABD artık ezberlenen “ABD yurttaşlarını korumak”, “Yasa ve düzeni sağlamak” vs. gibi bahanelerle “barış yiğitlerini” daha önce tatbikatını yaptıkları biçimde havadan indirdi. Altı saat içinde adayı işgal ettiğini, halkın yiğitlerini kurtarıcı diye karşıladığını açıkladı. Birkaç gün içinde anlatılanların gerçeklerden farklı olduğu anlaşıldı. Ada tamamen işgal edilememiş çatışmalar başlamıştı. Bizzat kendi yetkilileri büyük bir direnişle karşılaştıklarını açıkladılar. Grenada devrimcileri kolay lokma olmadıklarını gösterdiler. Son olarak başkent Saint George birkaç gün direndikten sonra düştü.

Reagan işgali kullanarak Küba’ya da saldırdı. Grenada’ya havaalanı inşa etmek için gelmiş işçileri sayıları yüzleri geçen silahlı birlikler olarak göstermeye çalıştı. Sözüm ona döğüşenlerin hep Kübalı askerler olduğuna inandırmak için boşuna uğraştı. Son olarak 60 tane yaralı Küba’lı Havana’ya teslim edildi. Reagan’ın bu çabaları Küba devrimcilerine duyulan saygıyı arttırmaya hizmet etmiştir.

Şimdi iktidara Grenada’nın eski İngiliz valisi geçti. Faşizmi kurumsallaştımaya çalışıyor. Kendisini büyük yetkilerle donatıyor. Yakında ABD kuklası hükümetini açıklayacak. Böylece 4 yıllık halk iktidarı sona ermiş görünüyor. Dört yıldır kendi kendini yönetmiş halkın tepkisini önümüzdeki günlerde izleyeceğiz. Yeni iktidarın batıdan “öğretmenler” getirteceğini, böylece halka batı demokrasisinin “nimetleri”nin öğretileceği açıklandı. Öte yandan Amerikan askerleri kent dışında pusuya düşürüldükleri için gözcü helikopteri ile dolaşmaktadırlar.

ABD’nin “demokrasi havariliği” aldatmacasını bir yana bırakıp Grenada çıkartmasından umduğunu ve bulduğunu irdeleyelim.

ABD’de neredeyse her gün kamu yoklaması yapılır. Son zamanlarda Reagan’ı destekleyenlerin oranı %30’ların altında düşmüştür. 1984 yılında yeni seçimlerin yapılacağını ve Reagan’ın tekrar adaylığını koyacağı düşünülürse bunun önemi anlaşılır. Grenada çıkartması hemen olumlu sonucu vermiş, Reagan politikasını destekleyenlerin oranı %70’e çıkmıştır. Geçen yılda Thatcher aynı oyuna başvurmamış mıydı? Falkland öncesi tüm şimşekleri üstüne çekerken savaş sonrası yapılan seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanmıştı. Emperyalizm gerektiğinde şovenizmi kışkırtmasını bilir. Ve sonunda ölümünü görse bile başvurur. Bir Sovyet yazarı Amerikan halkındaki “Amerikanizm” duygusunun Amerikan emperyalizmi kadar güçlü olduğunu yazıyor. Sırası gelmişken ekleyelim. Son günlerde özellikle Orta Doğu’da Amerikan askerlerine karşı düzenlenen olayların hep bu duyguya hizmet olduğunu belirtelim.

Tüm dünya halklarına karşı uyguladığı insanlık dışı politika Reagan’ı giderek yalnızlığa itmektedir. Birleşmiş Milletler’de alınan kararlara şöyle bir bakarsak çoğunlukla yalnız kaldığını politik yenilgilerin birbirini izlediğini görürüz. Birçok Orta ve Güney Amerika ülkesinin üyesi bulunduğu Bağlantısız Ülkeler konferansında tüm çabalarına karşın istemediği kararlar alınmıştır. Yukarıda değindiğimiz liberal demokrat Contadora Grubu ABD çıkarlarına ters düşen önerileri onaylar. Zaman zaman düzenlenen kıtasal konferanslarda bunlardan farklı sonuçlar vermez. Kısacası politik yenilgiler birbirini izlemektedir. Bu elbette gerici iktidar örgütleme işini zorlaştırmakta, eski örgütlediklerini kendinden uzaklaştırmakta onları aşırı taleplerine karşı frenlemektedir.

İşte ABD bu gerici iktidarlara bir ivme kazandırmak, onları harekete geçirmek, onlara ABD gücüne güvenmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Politik yenilgileri askeri kazanımlara dönüştürmeye kararlı olduğunu gösterir. Domuzlar Körfezi yenilgisini her hatırladığında yüreği mutlak cızlamaktadır. “Güçlü, her şeye muktedir ABD” küçücük Grenada adasını “yutuvermiştir”. Gerici rejimleri neden yüreklendirmesin, neden savaş enerjisi ile doldurmasın?

Ayrıca objektif olarak bakıldığında bu çıkartma gerçekten bir kalenin düşmesidir. Üç bacağın biri görünüşte düşmüştür. Devrimci hareket bir yenilgi yaşamıştır. Küba’nın burnunun dibinde, ABD’nin ezeli hedefinin yakınında stratejik önemi olan bir adadır Grenada. Yakın gelecekte bu amaca neden hizmet etmesin?

ABD’nin emperyalist hesabı devrimci pazara uyar mı? Devrimci hareketi gerçekten, görünenin altında da bastırabilmiş midir? Bastırabilecek midir? Elinde bilimsel sosyalizm kılavuzu olanlar olayların altlarında yatan gerçekliği görürler, değerlendirirler. Çağımız ulusal kurtuluş, bağımsızlık savaşları, sosyalizmi her geçen gün saygınlık kazandığı, güçlendiği yıllardır. Bizzat bu olgu özde emperyalizmi bu kadar saldırgan, bu kadar bencil, zalim yapmaktadır. Devrimler mısır gibi patır patır patlamaya gebedir. Başta ABD tüm emperyalistlerin çırpınışı boşunadır. Evet, doğrudur. ABD artık hiçbir yere güllerle gitmeyecektir. Daha cesur, daha kararlı daha hırçın olacaktır. Sınırları dışındaki yaklaşık 250.000 askerini, araç gerecini devrimcilerin, halkların üstüne boşaltabilecektir. Şimdiye kadar göstererek korkuttuklarını bizzat döverek korkutmaya çalışacaktır. Biz devrimciler bunu biliriz, bilmeliyiz. Sınıflar savaşı dünya ölçüsünde II. Dünya Savaşı’ndan beri hiç bu kadar şiddetlenmemiştir. Kendi sınıfımızı görerek, örgütleyerek, enerjimizi sınırlarına kadar zorlayarak dünya ölçüsünde örgütlenmek zorunluluğun ile karşı karşıyayız. Ancak bunu yaparsak Castro’nun şu sözünün maddi temelini hazırlamış oluruz. “Emperyalist beyler, sizden hiç korkmuyoruz!”

Merhaba, cesur Grenada, Küba, Nikaragua ve El-Salvadorlu yoldaşlarımız!

 

*Kıvılcım, Kasım 1983