SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ – AYŞE TANSEVER

Yol, Bahar 2018

 

 

 

Ekim Devrimi’nin 100. yılı olarak 2017, tüm dünya sol güçleri içinde Marksizm, Leninizm ve Sovyet Devrimi gündemli birçok tartışma, değerlendirme ve kutlamalara sahne oldu. Birçok aydın, düşünür 100 yıl sonra komünist, sosyalist düşüncenin halkların insanca yaşamalarında ve dünya sorunlarının çözümünde bir yol olduğu görüşünü dile getirdiler. Halklar da burjuva demokrasilerinin kendilerine güzel bir gelecek sunmayacağının farkında olarak dünyanın dört bir yanında sokaklara dökülüyor ve hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar. Yeni liberal politikaların savucularıhalklardaki hoşnutsuzluğa karşı yeni politikalar üretemiyorlar. Onlarda tıkandılar. Buna rağmen burjuvazi dünyanın büyük bir kesiminde muhalefeti susturmayı, bastırmayı hala beceriyor.

Dünyanın bir bölgesinde ise halklar bu konuda daha kararlı görünüyor ve mücadele ediyorlar. Yeni bir sosyalist yola girmenin sancılarını yaşıyorlar. Yazımızın amacı bu bölgedeki duruma biraz daha yakından bakmaktır.

 

BÖLÜM I

a) Duvar Yıkıldıktan Sonra

1990 da Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra tüm dünya devrimcilerinde olduğu gibi Latin Amerika devrimcileri de büyük bir şaşkınlık içine girdiler. O dönemde hatırlardadır, Kastro rejimi şu kadar dayanır bu kadar dayanır diye tarihler veriliyordu. Duvar çökene kadar Küba Sovyetler’e şeker veriyor ve karşılığında yaşaması için gerekli hemen hemen herşeyi alıyordu. Sovyetler, “sosyalist dünya iş bölümünü” böyle öngörmüşlerdi. Bir tavuk bile yetiştirmesini bilmeyenlere, siz şeker verin gerisini düşünmeyin denmesinden yakınmalar duvar yıkıldıktan sonra su yüzüne çıktı.

Ancak Marta Harnecker’in 15 Ağustos 2014 de kitabı A World to Build: New Paths towards Twenty-first Century Socialism’in ödül töreninde yaptığı konuşmada o dönemde Latin Amerika devrimcilerinin zaten Marks ve Engels’in teorilerine bakarak Sovyetler ’deki sosyalist uygulamayı eleştirdiklerini anlatıyor.

Latin Amerika kıtasında yeni liberal politikalar daha duvar çökmeden uygulanmaya başlamıştı ve o nedenle de halkların acısı, yoksulluk, gelir dağılımındaki bozukluk zaten dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. O günler Sovyetler’in kurulduğu 1. Emperyalist Savaş sonrası yıkıntıyla karşılaştırılıyordu. Halklar arayış içindeydiler. Tam bu esnada bir de büyük umutlar beslenen, devrimcilerin göz bebeği, Somoza diktatörlüğünü yenen Sandinista iktidarı da yıkılıverdi. Ondan sonra o güne dek daha sessiz yapılan Sovyet Sosyalizmi eleştirisi daha yüksek perdeden yapılmaya başladı.

Sovyetler’e tek parti öncülüğü, bürokratizm, dogmatizm, demokrasi değil proleterya diktatörlüğü oluşu, ekonominin merkezi yönetimi gibibirçok konuda eleştiriler vardı. Sovyetler ’de devlet kapitalizmi olduğu söyleniyordu. Bu eleştiriler ışığında ne yapılacak, nasıl bir düzen kurulacak konularında sürekli tartışmalar vardı.

Yeni liberal politikaların param parça ettiği toplumlara bakarak da proletarya öncülüğü yerine ezilen tüm halkların öncülüğünden söz edilmeye başlandı. Hatta Marta Harnacker, Salvadorlu gerilla lideri Jorge Schafik Handal’ın devrimci öncünün sadece işçi sınıfı olmayacağını bunun yoksullardan, yerli halklardan başlayabileceğini öne sürdüğünü söylüyor. Sol güçler sosyalizmin nasıl kurulacağı konusunda büyük tartışmalara giriyorlar. Bu dönemde Troçkizm Latin Amerika kıtasında giderek kök salmaya başlıyor.

Sonra yavaş yavaş tüm kıtada merkezin solundaki parti veya hareketler iktidara gelmeye başlıyorlar. Bir tur atalım:

İlk olarak 1998’de Venezuela’da Hugo Chaves soldan seçimleri kazanıyor. Sonra 2002’de Şili’de Ricardo Lagos, ardından da 2006’da yine soldan Michelle Bachelle iktidar koltuğuna oturuyorlar. Brezilya’da Luiz Inacio Lula da Silva 2002’de seçimleri kazanıyor. Ardından onun izinde olan Dilma Rousseff başkan koltuğuna oturuyor. 2003 yılında yeni liberal politikaların azgın savunucusu ve uygulayıcısı, kaldırım taşlarını bile özelleştirmeye açan Arjantin Devlet Başkanı Menes gidiyor yerine soldan Nestor Kirchner geliyor. O gidince yerine Cristina Fernandez oturuyor. Şimdi yeni seçimlerde adaydır. Komşusu Uruguay’da 2005’te Tabare Vazquez başkan oluyor, arkasından 2010’da ünlü, dünyanın en yoksul devlet başkanı Jose Mujica geliyor. Daha sonra Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da Rafael Correa ve Nikaragua’da Daniel Ortega başkan oluyorlar. Ortega daha sonra birkaç kez daha seçiliyor. 2008 yılında Paraguay’da Fernando Lubo başa geçiyor. Honduras’da Manuel Zela’ya sonra ABD destekli darbe ile indiriliyor. Zelaya geçtiğimiz Aralık ayında yapılan seçimlerde sol aday Nasala’yı destekliyor ve sağın seçim darbesine karşı halklarla birlikte direniyorlar. Görüldüğü gibi Latin Amerika kıtasında bir sol iktidarlar dönemi başlıyor.

Yukarıda adını verdiğimiz liderlerin sol duruşları birbirinden farklıdır. Hatta solda, “nasıl bir sol oldukları” tartışmalar yaratmıştır. Ama genel olarak bu duruma Latin Amerika’da “pembe dalga” deniliyor. Bazıları popülist solcu, bazıları iyi niyetli solcular olarak tanımlanıyorlar. Yeni liberal politikaların, finans kapitalden yana yaptığı özelleştirmeler, vergi muafiyetleri gibi politikalarının yarattığı yoksulluk, eşitsizlik, sosyal adaletsizliğe karşı halklardan yana politikalar uyguluyorlar. Sosyal demokrat çizgiden, sola doğru politikalar diyebiliriz.

İçlerinde üç ülke, kendilerini sosyalizm yolunda ilan ettiler: Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chaves iktidar geldikten 7 yıl sonra 2005’de ülkesinin 21. yüzyıl sosyalizmi kuracağını tüm dünyaya açıkladı. Devrimine de eski İspanyol sömürgeciliğine karşı dövüşmüş devrimci Bolivar’ın ismini taktı. Evo Morales ise Bolivya’da ülkesinin “Komünter sosyalizm” yani komünler sosyalizmi yolunda olduğunu açıkladı. Daha sonraları Başbakanı Alen Garcia şu hali ile Bolivya’da “Ant Kapitalizmi” olduğunu açıkladı. Bu Marks ve Engels öğretilerinin yerli halklar kültürü ile yoğrulmuş bir uygulamasıdır. Ekvator’da Correa devrimine “Vatandaş Devrimi” adını verdi.

Latin Amerika’da bu pembe dalga ya da kıtanın çoğu yerinde sol güçlerin iktidar olmasının ortak özelliği seçimlerle yani burjuva demokratik sistem içinde, devrim yapıp devleti parçalamadan iktidar olmalarıdır. Kimisi parti olarak kimisi de bir halk hareketi ve temsilcisi olarak iktidar koltuğuna oturdu. Kıta genelinde halklardan yana politika dönemi başladı. Halkların gelir düzeyleri yavaş yavaş, her ülkede farklılıklar göstersede yükseldi. Sosyal harcamalar arttı. Eğitim, sağlık, emeklilik konularında ilerlemeler oldu. Aşırı yoksulluk azaldı. Halka yeni konutlar yapıldı.

 

b) Dönemin Kıtada Yarattığı Güçler Dengesi

Bu pembe iktidarlar döneminde kıta güçler dengesi çok yönlü olarak değişti. En temel özellik ABD, etkisi ve hâkimiyeti çeşitli şekillerde azaldı. Halkların gözünde ABD saygı ve hayranlığının bitmesi en temel ve de en önemli özelliktir. Bu kesin olarak söylenebilir. Önceleri, halklar ışıltılı ABD tepede dururken neden küçücük adadaki sönük Küba sosyalizmine baksınlar denirdi. Artık halklar bu ışıltının kendileri için değil bir avuç zengin için olduğunu, kendilerine düşen payında yoksulluk, sefalet olduğunu gördüler ve gözler daha çok Küba’da politikanın nasıl yapıldığına çevrildi. ABD ışıltısı halklar açısından söndü. Bakış açısındaki bu değişiklik iktidarların halktan yana politikalar yürütebilmesine olanak tanıdı.

Güçler dengesinde ABD’nin gözden düşmesinin somut sonuçlarına bakalım.

ABD’nin uzun yıllardır hedefi, tüm kıtayı kendi pazar alanı haline getirmekti. İşe 1994 yılında NAFTA kurularak başlandı. Meksika, Kanada ve ABD, kıta kuzeyinde ortak bir pazar kurdular. Bu pazar Meksika kırlarını öldürdü. Köylüler topraklarını büyük ABD toprak tekellerine bırakmak zorunda kaldılar. ABD ile sınırda çok ucuz iş gücü olan üretim alanları kuruldu ve Meksika işçileri kaptırdıkları topraklarını bırakarak buralarda boğaz tokluğuna çalışmaya başladılar. Birçok Meksikalı ülkesini terk etmek zorunda kaldı. NAFTA günümüzde tartışılır oldu. Üst düzey yetkililerin aylardır yaptığı toplantıda ortak bir noktada hala buluşulamadı. Belki o da bitecektir.

ABD bu kendi çıkarına şekillenmiş NAFTA’yı kıtaya yayarak FTAA (Free Trade Area of the Americas) ile tüm kıtayı sömürmeyi hayal ediyordu. Her başa gelen başkan kıtayı geziyor ve bölge iktidarlarını bu anlaşmaya ikna etmeye çalışıyor, çeşitli toplantılar yapılıyordu. Ama Chaves’in sosyalizm yoluna çıktıklarını açıkladığı konuşmasında kıtanın da bu anlaşmayı kabul etmeyeceği ilan edildi. ABD’nin FTAA emelleri sol iktidarlarla bir hayal oldu. Kıta ülkelerinin burjuvaları aslında bu anlaşmanın ABD sömürüsü getireceğini biliyorlar ama karşı çıkamıyorlardı. Aşağıdan gelen halk hareketleri ve sol iktidarların gücü böyle bir hegamonya baskısına karşı Latin Amerika’yı bu bayrak altında birleştirebildi. ABD’nin bu kıta hayali bitti.

Venezuela lideri Chaves Latin Amerika ülkelerini ABD’nin FTAA’sına karşı ALBA (Bizim Amerika Halklarının Bolivar İttifakı) anlaşmasına çağırdı ya da UNASUR (Güney Amerika Ortak Pazarı) kuralım, dedi. ALBA, Venezuela ve Küba arasında her ülkenin çıkarına saygılı, sömürüye dayanmayan, sosyalist ilkeleri benimsemiş bir örgüt olarak 2004 yılında kuruldu. Amaç tüm kıta ülkelerini ABD örgütlenmesine karşı bu sosyalist örgütlenmenin içine almaktı. ALBA’nın şimdi 11 asil 5 gözlemci üyesi vardır. 2010 yılından Honduras’taki darbe sonrası ülkenin ALBA ilişkileri kesildi. 2009 yılında topluluk kendi para birimi Sucre’yı yarattı ve 2015 yılından beri de aralarında ticareti bu para birimi ile yapıyorlar.

Tüm kıta ülkeleri OAS (Organisation of American States) denilen bir siyasi örgütlenmenin üyesiydi. Bu örgüt ABD güdümünde, onun belirlediği başkanlar tarafından, onun çıkarları doğrultusunda kararlar alıyordu. Kıtadaki “pembe dalga” sonrasında bu örgüt başına sol kanattan başkanlar seçilmeye başladı. Bunun sayesinde örgüt ilerici, halkçı kararlar alma yoluna girdi. Örgütün baskısı sonucunda Küba’ya ABD ambargosu bu dönemde kaldırılabildi. Latin Amerika ülkelerinin Küba ile ilişki kurabilmelerinin yolu böylece açılıp gelişti. Topluluğa Küba davet edildi ama Küba kabul etmedi. Pembe dalga döneminin diğer ilerici politik davranışı Honduras’da Zelaya’nın ABD destekli sağ darbe ile iktidardan alınmasına karşı topluluğun Zelaya’nın arkasında duruşudur. Günlerce onu konuk ettiler, gerici darbe liderine ve ABD’ye baskılar yaptılar. Bu sayede Zelaya tekrar ülkesine dönüp sol mücadelesine devam etti. Şimdi de ülke gerici seçim darbesine karşı dövüşüyor.

ABD baskısından Çin ve Rusya kıtaya giremezlerdi. Bu dönemde bölgenin birçok ülkesinin Çin ile ticareti, siyasi anlaşmaları arttı. İkili anlaşmalar yapıldı. Hatta şu anda Brezilya, Şili ve Peru’nun Çin ile ticareti ABD ile olan ticaretlerinden fazladır. Çin çeşitli projelerine krediler açtı, borç verdi. Şu sıralarda da Çin’in ünlü “bir Yol bir Kemer” politikasının Latin Amerika bölümü konusunda anlaşmalar yapılıyor. ABD, kıtanın Afrika kıta ülkeleriyle de ilişki kurmasını engelliyordu. Ama artık bu iki kıta ülkeleri aralarında zirveler yapıyorlar ve siyasi ekonomik bağlar kuruluyor. Çin’in kıtada tek bir askeri üssü olmadığını da yazmakta yarar vardır.

Rusya da bölgeye daha çok girer oldu. Maduro’nun Venezuela petrol şirketi PDVSA, Rus petrol şirketi ile petrol çıkartma anlaşması imzalaması ABD’nin tüylerini diken diken etti. Rus lider birçok Latin Amerika ülkesini ziyaret etti ve ikili anlaşmalar imzalandı. Bu ülke liderleri de Rusya’ya gittiler. Hatta Evo Morales’in Rusya ziyaretinden sonra uçağının AB toprakları üzerinden geçmesi engellenmeye çalışılarak siyasi bir kriz bile yaşandı. Altında ABD parmağı olduğu kesindir. Latin Amerika ilerici iktidarları Filistin ve İran ile dayanışma içine girdiler. İran liderleri sık sık kıtayı ziyaret etmeye başladılar. Eskiden kıta ülkelerinin ABD çıkarlarına ters düşecek başka ülkelerle siyasi, ekonomik ilişkiye girmesi düşünülemezdi.

Askeri alanda da ABD kıtada epey şey kaybetti. Ekvador lideri Correa, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri hava üssü Manta’nın anlaşma süresini eğer ABD de Ekvador’a Maimi’de bir askeri hava üssü kurmasına izin verirse uzatacağını söyledi. Tabii süre bitti ve 2009 yılında ABD son askerini üsten çekti. Arkasından Paraguay da ülkesindeki ABD’nin Güney Askeri Komutanlığı’nı kapattı. ABD, komutanlığını bölgenin en gerici ülkesi Kolombiya’ya taşımak zorunda kaldı. Ancak burada 7 tane daha üs kurma izni aldı. Diğer yandan bölgenin en büyük ekonomisi olan Brezilya, ABD’nin sinirlerini tepesine çıkaran bir kararla ordusuna Fransız silahları alma kararı verdi.

Bilindiği gibi günümüz “uluslararası terör” kavramı Bush zamanında Orta Doğu’da hâkimiyet kurmak için örgütlenen bir plandır. Bu plan yıllardır Latin Amerika’da uygulanan uyuşturucu ile mücadele planının kopyasıdır. ABD uyuşturucu ile mücadele bahanesiyle bu ülkelere askeri üsler kurar, ülke içlerinde cirit atar. Kokain yetiştiriliyor diyerek ilerici halk hareketleri bastırılır. İşin diğer yanıda uyuşturucu kanalı ile ABD çeteleri milyarlar devşirirler. Bizzat ABD askeri uçakları ile uyuşturucular ABD’ye taşınır. “Pembe dalga” ile ABD’nin bu planına da darbeler vuruldu. Aslında koko yaprağı halkların çeşitli şekillerde kullandığı doğal bir bitkidir. Onu kokain olarak bir uyuşturucu maddesi yapan kapitalizmin kendisidir. ABD’nin bu karlı işine darbeler yine bu dönemde vuruldu. Yukarıda yazdığımız askeri üslerin kapatılması bunun bir parçasıdır. Özellikle Bolivya ve komşu ülkeler ABD ile yapılan terörle mücadele anlaşmalarından çıktılar. Hatta Morales’in koko bitkisini gıda maddelerinin örneğin yoğurdun içine karıştırarak onu dünyaya tanıtma projesi vardı. Sanayi kuracaktı. Kokonun insan sağlığına yararını dünyaya tanıtmak için Washington’daki bir BM toplantısına uçaktan ağzında koko yaprağı ile inince havaalanı polisi ne yapacağını şaşırdı. Morales’i ülkeye alsınlar mı, tutuklasınlar mı, sınır dışı mı etsinler bilemediler. Artık ABD’nin Latin Amerika’da uyuşturucu ile savaş şiarlarını duymuyoruz. Halklar bu bahane ile bombalanmıyorlar.

FTTA öldükten sonra kıtadaki çeşitli siyasi renklere göre birçok siyasi, ekonomik örgüt kuruldu ya da kurulabildi, diyelim. ABD baskısı kalkınca ülkeler birbirleri ile kendi ihtiyaç ve çıkarlarına uygun çeşitli birliktelikler oluşturmaya başladılar. Kıtadaki burjuva iktidarları aralarında AB’ye benzer MERCOSUR (Güney Ortak Pazarı) kurmuşlar ama bir türlü geliştiremiyorlardı. Burjuva özellikler taşıyan bu pazar gelişmeye başladı. ALBA ve MERCUSOR anlayışın ortası diyelim UNASUR (Güney Amerika Ülkeleri Birliği) ekonomik, siyasi alternatif bir örgütlenme kuruldu. ALBA ülkelerinin çoğu buna da üyedir. CELAC (Latin Amerika ve Karaip Ülkeleri topluluğu), Petrocaribe (Karaip Petrol ülkeleri), Rio Paktı, CARİCOM gibi çeşitli ekonomik, siyasi örgütlenmeler ile kıta ülkeleri birbirlerine bağlandılar. ABD’ye karşı direnerek kendi aralarındaki dayanışmaya arttırmaya başladılar. Bunların bir kısmı başından beri Chaves tarafından önerilmişti. Petrocaribe ile Venezuela, yoksul Karaip ülkelerine ucuz fiyattan petrol vererek sosyalist dayanışma göstermektedir.

Bölgenin en gerici, Amerikancı ülkelerinin başında Kolombiya gelir. Kıtadaki sola kayışlar, güneyinde kurulup gelişen bu ekonomik, siyasi örgütlenmeler, Kolombiya burjuvazisini de etkilemeden edemezdi. Kolombiya halkları da komşularındaki bu sol gelişmelerden etkilendiler ve ülke güçler dengesi soldan yana değişmeye başladı. Juan Manuel Santos iktidarı 50’den fazla yıldır FARC ile süren iç savaşı sona erdiren barış anlaşması imzaladı. Bu nedenle o yıl BM barış ödülünü aldı. Şimdi FARC yasal, bu yıl yapılacakseçimlere kadar parlamentoda temsil hakkı olan bir parti oldu. FARC lideri önümüzdeki başkanlık seçimlerine başkan adaylığını açıkladı. Kıtadaki sol söylemlerle seçim kampanyasını başlattı. İkinci gerilla grubu ELN ile de barış yolunda adımlar atıldı. Santos, Venezuela’nın iyi komşuluk ilişkileri davetine olumlu yanıt verdi. İki ülke sınırında bazı olumsuzluklar yanında olumlu gelişmeler de yaşandı. Bunun gibi birçok küçük Orta Amerika ülkesi de sola kaydı.

Sonuçta, ABD çıkarları pembe iktidarlar döneminde kıtada siyasi, ekonomik olarak birçok mevzi kaybetti. Öte yandan da bölge halkları ve de burjuvaları kendi çıkarları doğrultusunda birçok birliktelik kurabildiler. Bunlar ABD’ye karşı durmada, kendi çıkarlarını korumada kullandıkları birliktelikler haline geldi.

 

c) Karşı Saldırılar

Bu gelişmelere elbette ABD seyirci kalmadı. Dengeyi tekrar kendi lehine dönüştürme saldırılarına başladı. Chaves bunların kaç tanesini atlattı.İlerici iktidarları değiştirmek için giriştiği bir çok darbe ve öldürme planı ortaya çıktı. 2009 yılında Honduras’ın ilerici, seçimle başa gelen Zelaya iktidarını devirdi yerine oturttuğu Hernandez, son seçimleri de kaybetmesine rağmen hala ABD desteği ile duruyor.

2010 yılında Ekvador’da polis askeri hastanede Correa’yı rehine aldı, taraftarlarının baskısı ile bu darbeden kıl payı kurtuldu. Bolivya’da Morales’e darbe planının ABD elçiliği tarafından planlandığı ortaya çıktı ve elçi ülkeden atıldı. Sivil toplum örgütleri arasına girerek, halk hareketleri aracılığı ile karışıklıklar çıkarılmaya çalışıldı. Ekvador, Bolivya bu ajanları deşifre ettiler. Halkları uyarmaya çalıştılar. Hatta Bolivya bazı STÖ’lerin ülkesindeki faaliyetlerini yasaklamak zorunda kaldı. Evo Morales’e başarısız bir yolsuzluk komplosu kurdular. Lula’yı devirdikleri gibi onu da iktidardan alacaklardı.

Latin Amerika’da sosyalizm bayrağını açan, ABD emperyalizmine meydan okuyan ilk lider Chaves’di. Onun döneminde ABD ve arkasından Kanada ülkeye tüm uçuşları yasakladılar. O öldükten sonra yerine geçen Maduro en büyük saldırıların hedefi haline getirildi. Maduro Venezuela’sı zayıf halka olarak düşünüldü ve Küba’ya yapılan saldırılar bu kez bu ülkeye yöneltildi. Obama ile yavaştan başladı, Trump ile en üst seviyeye çıkarıldı. Sanki CIA merkezi Venezuela büyük elçiliğine taşındı. Maduro’ ya sayısız darbe planı boşa çıkartıldı. Muhalefet liderleri ABD gölgesinde örgütlenip ülkede bir iç savaş havası estirdiler. Ülke ekonomik olarak çökertilmeye çalışıldı ve hala bu süreç şiddetini arttırarak devam ediyor. ABD kendi açıklamalarına göre 50 ambargo koymuştur. Bu ülkeye kredi, devlet işletmelerine teknik ve maddi destek vermek, borçlarının yapılandırılmasına katılmak hepsi ABD ambargosu altındadır. Kaç tane hükümet görevlisi istenmeyen ilan edilip, uyuşturucu ticareti yapmakla suçlanıp ülkelerine girişleri yasaklandı. Ülke dış dünyadan koparılmaya çalışıyor. Petrolü satması engelleniyor. Alacaklarına el konuluyor. Petrol şirketinin ihtiyaç duyduyu aletler, ara maddelerin gönderilmesi engellenip, geciktiriliyor. Parası ödenmiş ilaç, yiyecek maddeleri yüklü gemileri limanlarda bekletiliyor. vs. vs. ABD bu ambargo ve yaptırımlara AB ülkelerini de örgütledi. AB, muhalefet liderlerine barış ödülü verdi. Son olarak, ABD gibi ambargolar koydu. İngiltere de bu kervana katıldı. Venezuela’ya mal satışı, transferi, ticareti, ihracatı yasaklandı. Yapanlar 6 ay hapis ve ağır para cezasına çarptırılacaktır. Teknik yardım, aracılık, finansal yardım, haberleşme, internet hizmetleri … hepsi yasaklanmıştır. Gerçekten ülke görülmedik bir ambargo ve soğuk savaş saldırısı altındadır. Hatta Trump ülkeye askeri müdahale yapabileceğini bile açıkladı ve bölge ilerici ülkelerinin karşı çıkışı ile buna cesaret edemedi. Güçler dengesi o kadarda kendi lehine dönmemiştir. Şimdi Nisan sonlarında başkanlık seçimleri yapılacak. ABD saldırılar örgütlemek için Dışişleri Bakanı Tillerson, Latin Amerika ülkeleri gezisine çıktı. Basın mensupları karşısına geçerek “Latin Amerika ülke ordularının darbe yapma geleneği vardır. Venezuela ordusu da bu tür bir darbe yapmalıdır” diyerek açık açık orduyu darbe yapıp Maduro iktidarını devirmeye çağırdı. Açıklama sonrası Venezuela Savunma Bakanlığı, arkasında generaller ile bu açıklamayı protesto etti. Bu son turunda Tillerson, Venezuela petrolüne kıtanın ambargo koymasını örgütlemeye çalıştı. Arjantin katılacağını açıkladı. Aylardır Venezuela iktidarı ve muhalefet arasında barış görüşmeleri sürüyordu. Tam imza atacakları anda Tillerson Kolombiya’da idi ve muhalefetin imza atmasını bir telefon ile engellediği açıklandı. Ayrıca gezdiği ülkelerde Venezuela’da 22 Nisan’da yapılacak seçimleri tanımama çağrısı yaptı. Şimdiden gerici iktidarlar seçim sonuçlarını tanımayacaklardır. Çünkü başkanlığı yine Maduro’nun kazanacağını görüyorlar. Muhalefetin artık seçilme şansı yok görülüyor. Bu nedenle ülkeye saldırı ABD’ye kalmış oldu.

Bu dönemde yeni bir taktik başladı. İlerici iktidarları yolsuzlukla suçlayan sahte belgelerle iktidardan almalar, halklar gözünde karalamaya dönük kampanyalar, çeşitli komplolar kurmalar başladılar. Ülke burjuvaları bu silahı her yerde kullanmaya başladılar. Bu taktiklerle, Brezilya’dan başlayarak sol iktidarlar birer birer düşmeye başladılar. Lula ve ardından Dilma Rousseff ilk kurbanlardandır. Şimdi Ekvador buna benzer bir komplo ile karşı karşıyadır. Ayrıca sağ güçler yavaş yavaş aralarındaki örgütlenmeyi, iş birliğini arttırdılar.

Teker teker ilerici iktidarlar düşüyor. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Biz kısaca deyinip geçelim. En temel neden bu iktidarların halklar içindeki örgütlenmelerine gereken önemi vermemeleridir denebilir. Halklarına haklar verdiler, sosyal yaşamlarını bir nebze iyileştirdiler ama onları örgütlemedikleri gibi sağ ile olan ilişkilerinde bir sınır oluşturamadılar. Onların saldırılarını göğüslerken üst düzey görevler verdiler. Bu onların halkla olan ilişkilerini sağlamlaştırmada bir engel oldu.

Kıtada sağ politikalar yavaş yavaş geri gelmeye başladı. OAS tekrar gericileşti. ABD ile ticaret ve siyasi ilişkiler tekrar eski rayına sokulmaya çalışılıyor. Sağ iktidarlar kıtada gücünü arttırınca başkanlığa yine gerici kesimden Luis Almagra seçilebildi. Yeni başkan OAS’ı ABD güdümüne sokarak sol politikalar yürüten ülkelere saldırmaya başladı. Honduras’ta seçim yolsuzluğu ile kendini dayatan Hernandez’i kolladı. Venezuela muhalefeti ile görüşmelere başladı. Onlara destek verip Madura iktidarına saldırılar örgütlüyor. Son AB’nin de ABD gibi yaptırımlar koymasında öncü rol oynadı. Ekvador’da sola karşı oynanan son oyuna seyirci kalıyor. Kıtadaki tüm ilerici hareketlere engel koyuyor. Venezuela bu gelişmeler karşısında OAS’ın iç politikasına karışmasını gerekçe göstererek topluluktan çıkma sürecini başlattığını açıkladı.

ABD ayrıca kıtadaki üslerini geliştirmeye çalışıyor. Bölgede 23 üssü var. 4. Deniz filosunu da yeniden canlandırdı. Kolombiya’daki üslerini geliştirecek ve yeniden uyuşturucu ile savaş politikasını gündeme sokmaya çalışacaktır.

1990 yılında Berlin duvarı yıkıldı ama Latin Amerika’da sosyalizm yeni liberal politikaların yarattığı yıkım üzerinde yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Şimdi adını hatırlamadığımız bir Latin Amerikalı sol düşünür “bu bize ait bir cenaze değildi, kaldırılmasına gitmedik.” demiş. Evet doğru, sosyalizm burada kurulmaya başlandı. Kıtada sol ya da pembe bir dalga esti. ABD bölgede eski gücünü, saygınlığını kaybetti. Halklar yeni bir arayışa girdiler. Bir adım ileri gidildi ve şimdi bir adım olmasa bile yarım adım geri atıldı. Bu süreç böyle gelgitli yaşanacak gibi. Ama ABD ve yeni liberal politikalar eski güçlerinde olmayacaklardır. Gericiliğin geri geldiği Brezilya, Arjantin gibi büyük ülkelerde büyük halk direnişleri yaşanıyor. Protestosuz gün geçmiyor. Halklar öğreniyor, örgütleniyor. Kendilerinden yana politikaları öğreniyor ve onu bir daha elden kaçırmama gücünü toplamaya çalışıyorlar. Öte yandan bu esnada yerel burjuva iktidarların tepelerindeki ABD baskısı azalmış kendi çıkarlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Onlarda eski kuyrukçuluğu göstermek istemiyorlar. Ama alttan halk zoru bastırınca ne yapacakları bilinmez. Kıta böyle bir geçiş dönemi sürecindedir. Zaten durum dünya genelinde böyle değil mi? Çok kutuplu bir dünya güçler dengesi içinde değil miyiz?

 

BÖLÜM II

 Üç Ülkede Sosyalizm Kuruluş Deneyi

a) İkili İktidar Süreci

Üç ülkede solun iktidara geliş biçimi Sovyetler’den farklı oldu. Proletarya öncülüğünde, tek bir proleterya partisi ile yola koyulmadılar. Çeşitli sol güçler ve liberal iktidar politikalarına karşı olan halk kesimleri, parti ve hareketleri vardı. Gecekondularda yaşayanlar, işsizler, köylüler, emekliler, kadınlar, geçmişte Afrika’dan getirilmiş yerliler ve bölgenin yerel halkları hepsi sokaklara çıktılar. Bolivya’da yerli halklar su ve gaz savaşları yaptılar. Büyük direnişler sonucu yeni liberal politika savunucuları iktidardan düştüler. Chaves 1998’de seçimle iktidar oldu ama sonra 2002 yılında ABD destekli darbe sırasında hapse atıldı ve onu oradan çıkartan yine işçi protestoları değil yeni liberal politikalar altında ezilen sıradan halk kesimleri, varoşlar oldu. Correa da Ekvador’da seçimle başa geldi. Ülkede sosyalizm yolunda yürüneceğini açıklayarak devrimine “Vatandaş Devrimi” adını taktı.

İktidara gelince de ülkelerini burjuva güçler, onların politik, ekonomik kurumları ile bir arada yönetmek zorundaydılar. Chaves ülke halklarının yarısının burjuva zeminde olduğunu o nedenle onlarında seslerini duyurma hakkı olduğunu söylüyordu. Sovyetler’de farklı seslerin kısılması sosyalist demokrasinin kurulamaması sonucunu vermişti. 21. yüzyıl sosyalizmi gerçek bir sosyalist demokrasi kuracaksa burjuvaların söz hakkını ikili iktidar yıllarında ellerinden almamak zorundadır. Onlar da bu ülkenin vatandaşıdırlar. Bu üç ülkede bu yaklaşımla burjuva ideolojisindeki halkları da sosyalizm yoluna sokma mücadelesi vermekle yüz yüze kaldılar. Buradan kalkarak Bolivya hükümet başkanı A. Garcia sosyalizmi kendi ülkelerinde kurmanın Sovyetler’de kurmaktan daha zor olduğunu söylüyor.

Bugüçler iktidarlara gelseler dedevletin tüm kurumları burjuvalaşmıştı, onların yasası ile çalışan bir devlet yapısı üstündeydiler. Ekonomi, dış ticaret genellikle özel sektör elindeydi ve onların devlet içine uzanmış kolları çok güçlüydü. Bu ortamda sol güçler halktan yana politikalar yapma zorlu mücadelesine giriştiler. Bu özellik nedeniyle Chaves ve ideologları bu sürece ikili iktidar süreci dedi. İkili iktidar süreci içinde ülke güçler dengesine göre kâh halktan yana, kâh güçleri yetmediğinde de burjuva çıkarlarından yana haklar vererek iktidarda durmaya çalıştılar. İkili iktidar süreci ip cambazlığı yapmak gibi bir şeydi. Burjuvazi sürekli saldırıyordu. Bu saldırılar güzel politikalarla püskürtülüyor ve kazanılınca saldırıya geçiliyordu. Chaves ve Morales bu dengeyi iyi tutturdular.

Venezuela’da Chaves stratejik konumdaki petrol şirketi ve varlığını bile iktidara geldikten birkaç yıl sonra, kendisine girişilen darbeyi püskürttükten sonra devletleştirdi. Burjuvazi sürekli eski konumunu yeniden kazanmak için saldırılar yaptı. Her püskürtülen saldırı arkasından Chaves başka şirketleri devletleştirdi. Elektrik, çelik, çimento, haberleşme alanlarındeki devletleştirmeler böyle ikili güçler dengesinde gerçekleştirildi. Bazısını devlet elinde tutarken bazılarını da tamamen işçi yönetimine devretti. Epey sonraları da merkez bankasını devlet güdümüne aldı. Ancak hala ekonominin %60-70’i ve dış ticaret karşı güçlerin ellerindedir. Tüm girişimlere rağmen ne Chaves ne de Maduro dış ticareti ellerine geçiremediler. İlk önce taşıma ve depolama gibi alt yapısını oluşturmaya çalıştılar. Ama bu iş tamamlanamadı. Tahmin edilebileceği gibi bunda hem iç burjuvazinin hem de ABD yaptırımlarının büyük rolü vardır. Bir de içerideki çürüme, halkın bu konuda bilinçli olmaması bu uğraşların başarısızlığında önemli rol oynadılar. Şu anda ülke ekonomisi Bolivar devriminin en zor günlerini yaşıyor. Enflasyon tavan yapmış, rekorlar kırıyor. Ülke para birimi resmi kurda 6tanesi bir dolar ederken karaborsada 10 binlerin üstünde duruyor. ABD’nin koyduğu ambargolarla yakında petrolünü bile satamaz duruma gelebilir.

Bolivya’da Morales de Chaves gibi adım adım ilerledi. Hemen devletleşmeye geçmedi. Başta çok uluslu şirketler ile anlaşmalar yaptı, yavaş yavaş reformlarla süreci derinleştirdi. Onlardan aldığı vergileri arttırarak, tavizler kopararak ilerledi. Adım adım devletleşmeye doğru kaydı. 2007-2008 yıllarında iktidara geldikten epey sonra orduya 56 doğal gaz kurumunu ele geçirme emri verdi. Sonra ülkenin iki petrol rafinerisini zorlamaya başladı.

Ekvador’da Rafael Correa ABD’de okumuş bir ekonomist olarak kapitalizmin yapısını çok yakından tanıyordu. Eski burjuva iktidarında 6 yıl ekonomi bakanlığı yapmış, ülke burjuvazisiyle ilişkileri olmuş, onların üç kağıtlarını, kurallarını yakından biliyordu. Correaülkesinde daha çok tepeden devlet eli ile çıkarttığı yasalarla burjuvazinin artı değer sömürüsünü hedefledi. Birçok düzenleme, yasa ile burjuvazinin elinden önceki haklarını almaya çalıştı. Bu nedenle de burjuvazi ve toprak ağaları içinde kendine büyük bir düşmanlık doğurdu. Bu konuyu, oldukça ilginç ve kendine özgü özellikler taşıması nedeniyle aşağıdaki bölümlerde daha ayrıntılı olarak işleyeceğiz. Ancak şunu söyleyelim Correa’nın Vatandaş Devrimi bu yazıyı kaleme aldığımız sıralarda büyük bir iç saldırı altındadır. Ülke yeniden eski günlerine dönme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Bu üç ülke Sovyetler’dekinden çok farklı davranarak, tüm üretim araçlarını devlet mülkiyeti altına alıp bir merkezi planlamaya gitmediler. İkili iktidar denen süreç içinde burjuvazinin yıllardır halkların sömürüsü ile elde ettikleri varlıklarına farklı yollardan saldırılar düzenlediler. Her ülkede bu savaş farklı farklı gelişti. Süreç dahahiç bir ülkede tamamlanmış değildir. Günümüzde Venezuela halkları devrimlerine sahip çıkma konusunda daha kararlı davranmaya başladılar ama dış saldırılarda giderek artıyor. Ekvador burjuvazsisi de Correa’nın halklara sağladığı kazanımları geri alma doğrultusunda yeni bir plan içindeler.

 

b) Katılımcı Demokrasi

Tepeden burjuvazi denetim altına alınırken alttan halkların sosyalist kültürünü geliştirme yolunda çok yönlü adımlar atılmaya çalışıldı. Sovyet deneylerinden dersler çıkararakbir yol çizildi. Bu da üç ülke de farklı gelişti.

Devrimin ilk günlerinde iktidarların önlerindeki sorunları Marta Harnecker şöyle anlatıyor:

“Berlin Duvarı ve Sovyetler Birliği ölümünden sonra Latin Amerika ve dünya sol entellektüelleri bir şaşkınlık içine girdiler. Sosyalizmde istemediklerimizi istediklerimizden daha iyi biliyorduk. Demokrasi eksikliğini, totalitarizmi, devlet kapitalizmini, bürokratik merkezi planlamayı, farklılıklara saygı duymadan kalıplaştıran kollektiviteyi, doğayı koruma ihtiyacını hesaba katmadan üretim güçlerinin yaygınlaşmasını vurgulayan üretkenliği, doğmatizmi, demokratik muhalefete toleranssızlığı, inananları katlederek ateizmi dayatma girişimlerini, geçiş sürecini yönetecek tek parti sistemi ihtiyacını reddediyorduk.” (1)

“Sovyet sistemini çok açık yürekli bir şekilde eleştiriyorduk ama bizde bu yanlışlıkların ilacını tam bilmiyorduk” diyor. Sovyetler’in eleştirisini bir cümlede hem siyasette hem de ekonomide bir demokrasi eksikliği ve onun yol açtığı hastalıklar diyeözetleyebiliriz. Bu hastalıklarla hem politik hem de ekonomik alanda baş edip sosyalist yola çıkmak için ilaç, halk katılımıdır. En başından halkın kendi ekonomik ve politik yapısını kurmasını sağlamaktır. Buna çarede her alanda katılımcı demokrasi, dediler. Ekonomi ve politika iç içe geçmiş olgular olduğu için bunları bir arada yürütmek gerekiyordu. Halk istediği ekonomiyi nasıl geliştireceğine kendi karar verip hayata geçirecekti. Sol iktidarların görevi bunun gerçekleşmesi için halklara hak ve olanak vermekti. Bunları gerçekleştirebilmek için gerekli araç ve yasal zemini hazırlamaktı.

İlk olarak kendi yönetimlerini yasallaştıracak bir anayasa yazma işine giriştiler. Venezuela anayasasını, Chaves günlerce halk içinde tartıştırdı ve sonra büyük bir halk katılımı ile kabul edildi. Ekvador anayasası, 2008 yılında kabul edildi ve dünyanın en ilerici anayasası olarak nitelendiriliyor. Yenilenemez doğal kaynakları devletin denetimine alan ilk dünya ülkesi oldu. Bolivya anayasası ile ülke 36 çeşitli yerli halkın yaşadığı çok uluslu bir ülke ilan edildi. Çeşitli komisyonlarda günlerce tartışılarak, çeşit çeşit engellerle karşılaşılarak aylar sonra kabul edildi. Tüm halkların dili resmi dil olarak anayasaya geçti. Her birine eşit haklar verildi.

Bu üç anayasa da halkların her türden haklarını garantiye alan, her alanda demokrasiyi, sosyal adaleti sağlamayı öne çıkaran halkçı anayasalar oldu. Sonra hem ekonomik hem de siyasi düzeyde anayasadaki hak ve görevleri yerine getirecek kurumlar oluşturulmaya başlandı. İkisinin birbiriyle iç içe geçmiş olduğunu aklımızda tutalım ama daha iyi anlaşılması açısından iki ayrı bölümde incelemeye çalışalım. İncelememizi sosyalist kültürü, sosyalist üretim ilişkilerini geliştirmek temelinde yapmaya çalışacağız.

 

1. Ekonomik Kurumlar

Venezuela’da, Sovyetler’deki merkezi planlamadaki üretimin tepeden belirlenmesine karşı çözüm olarak bazı fabrikalar toptan işçilere devredildi, demiştik. Her bir devlet işletmesi ve işçilere devredilen fabrika ve işletmelerde işçi konseyleri kurulması zorunluluğu getirildi. Bu özel sektör içinde şart koşuldu. İşçiler böylece üretimin her safhasına katılıp, fabrikayı kendileri yönetir hale geleceklerdi. Özel sektörde yönetim böylece şeffaflaşacak, yolsuzluklar ortaya çıkacaktı. İşçiler fabrikalarda üretimi baştan sona öğrenecekler, Sovyetler’de eleştirilen hiyerarşi kalkacak, merkezi yönetim yerine işçilerin yönetimi başlayacaktı. Özel mülkiyet olmayınca işçiler kendi çıkarları için canla başla çalışacaklar, üretimde verimlilik artacak işçiler bilinçlenecekti. Üretim de ülkenin ihtiyacı kadar, doğaya saygılı bir şekilde yapılacaktı.

İkinci olarak fabrikalarda işçiler üretimi öğrenirken sosyalist insan yavaş yavaş yaratılmaya başlayacaktı. Sosyalist işletmelerde verimlilik bireysel(kapitalist) kar değildir. Onlar toplumsal kar peşindedirler. Toplumsal karın içinde de insanın çok yönlü gelişimi vardır.

Biraz daha açalım. Verimlilik üretim sırasında onu yapan emekçilerin kendi kişiliklerine de birşey katmasıdır. Bu çok geniş bir yelpazedir. Emekçinin kişisel bilgi gelişimi, kültürel gelişimi, duygusal tatmini, yaratıcılığı vs. vs birer kriterdir. Üretimde emekçiler bir makina parçası olmaktan çıkar, beyinleri, duyguları ile üreten birer insan olurlar. Üretim sürecinde gelişirler ve üretimdem keyif almaya başlarlar. Üretim sırasında duygu ve akıl olarak gelişirler. Çok yönlü insan olurlar. Yaratıcılıkları artar, verim artar. Sosyalizmde emekçi üretimden kopmaz aksine onun organik bir parçası olur. Bu kültür ile yetişen işçilerin üretkenlik potansiyeli çok artar.

İşçi konseyleri sosyalist üretim kültürünün temelini böylece kuracaklardı. O zamanda devlet işletmeleri özel sektör fabrikalarından daha verimli hale gelecek kapitalist işletmeleri zorlayacaktı. Kapitalist şirketler ve özel mülkiyet yavaş yavaş ortadan kalkma yoluna gidecekti. Sovyetler’deki tepeden devlet kapitalizmi yerine bu ülkelerde gerçek sosyalist bir ekonomi, halk ekonomisi, sosyalist üretim ilişkileri kurulacak özel mülkiyet yavaş yavaş kalkacaktı.

Ama süreç böyle sonuç vermedi. Zaten yaşanan süreç bu kadar devasa bir kültürün yaratılması için yeterli değildir. Devletletleştirilen işletmelerin başına getirilecek, onu yönetme bilgisi ile donanımlı yeterli yöneticiler bulmakta büyük zorluklar yaşandı. İşten anlamayan ya da burjuva zihniyeti olan yöneticiler üretimin aksamasına yol açtı. Bu yönetici sorunu günümüzde bile önlerinde duruyor, bazı devlet işletmeleri sahipsiz kaldılar. İşçi konseyleri de kendilerinden beklenen performansı gösteremediler.

İşçi yönetimi altındaki işyerlerinde işçiler zaten devletten maaş alıyorlardı ve fabrikaları sahiplenmeye pek ilgi duymadılar. Onları alacakları para ilgilendirdi. Kafalarını bu işe yormak istemediler. İşletmelerin işçi konseylerine devredilmesi de çoğu yerde başarısızlıkla sonuçlandı. İşçi konseyleri doğru dürüst çalışmadı. Bunun çeşitli sebepleri oldu. Gönülsüz yönetimden kaynaklanan sebepler de vardı, işçilerin kendilerinden kaynaklananlarda. Özel şirket yöneticileri işçilerin öğrenmemesi için ellerinden geleni yaptılar. Chaves sorunu sendikalar yolu ile çözmeye çalıştı. Ama orada da sendika ağaları işçilerin bilinçlenmesinden korktular. Onun üzerine Chaves devrimci yeni sendikalar kurdu. Gerici sendikalar bu girişimi baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Bu süreç de kolay gelişmedi.

İşçi yönetimindeki fabrikalarda başka sorunlarda çıktı. İşçiler devlete güvenerek üretimi arttırmadıkları gibi zarar etmeye başladılar. Devlet yüklenince de grevlere gittiler. Aylarca süren grevler oldu. Arada Chaves bunları atmakla tehdit etti. Aylar süren işçi ile devlet görüşmeleri yaşandı.

Sonuçta işçilerin üretimin tüm safhalarını öğrenmesi beklenen başarıyı göstermedi. Hiyerarşi değişmedi, üretim ilişkileri çoğu yerde istenen sosyalist düzeye çıkmadı. Buradan şu sonuç çıkarıldı: Ülkede kapitalist üretim biçimi hüküm sürerken sosyalist üretim biçimi gelişmiyor değil ama zorlaşıyor. Düşünüldüğü gibi iki üretim biçiminin rekabetinden sosyalist üretim biçimi galip olarak çıkmıyor ve diğerini zorlamıyor. Sosyalist insan beklendiği gibi gelişmiyor, işçi makinanın parçası olmayı sürdürüyor. Kafa kol ayrımı azalmıyor. Yaratıcılık yükselmiyor. Ayrıca doğa da korunmuyor.

Fakat işçilerin öğrenmesini sınırlamamak gerekir. Bazı devletleştirilmiş ya da işçilere devredilmiş fabrikalarda işçiler yavaş yavaş Chaves’in ne demek istediğini anlamaya başladılar. Ülkedeki çatışmalar, yokluklar onları daha başka düşünmeye zorladı. Grev yapan işçiler bu süreç içinde ülkeye verdikleri zararı gözleri ile görmeye başladılar. Chaves çünkü bu süreçte onları sürekli eğitti. Sonuçta belki sosyalist kültürün, sosyalist üretim ilişkileri hedefinin çok uzağında kalındı ama işçiler yavaş yavaş öğrenmeye başladılar. Daha siyasileştiler. Muhalefetin başlattığı iç savaş, yokluklar onlarında gözünü açtı. Bir şeylerin farkını görmeye başladılar.

Aslında işçi konseyleri kurulması 2005 yılında kararlaştırılmıştı ama yasası hem işçilerin yukarıda anlattığımız belirsiz durumundan hem burjuvazinin açtığı ekonomik savaştan hem de devlet kadrolarındaki yolsuzluklardan olsa gerek yıllardır meclisten geçirilmemişti. Günümüzde muhalefetin geri adım atması ve işçilerin daha güven vermesinden olsa gerek yasa bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde meclisten geçti. Yasanın mecliste onaylanması sonrası meclis başkan yardımcısı “işçi konseyleri son birkaç aydır ilerici bir şekilde çalışıyorlar ve üretim düzeylerinde olumlu sonuçlar verdiler.” açıklamasını yaptı. (2)

Kabul edilen yasaya göre iş yerinde çalışma koşullarının ve işçi haklarının korunmasıyla sendikalar, işyerinin işleyişi ile de işçi konseyleri ilgilenecektir. Fabrikalarında ne olduğunu daha etkin bir şekilde denetlemede önder rolü üstlenecekler. Üretimi mümkün olan en üst seviyeye çıkaracaklar. Bir diğer önemli konu daşu ki, işçi konseyleri bulundukları yerelde kadın grupları, komün konseyleri, komünler ve ekolojik guruplarla da ortak çalışacaklar. Kadın, Bolivar militanı ve 35 yaş altında işçilere de özel kontenjanlar tanınıyor. Yasanın yıllar sonra onaylanması sonucunda Maduro “Artık sosyalizm zamanı” diyerek işçilere duyduğu güveni dile getirdi. İşçi konseylerinin, ülke ekonomik çarkının nasıl bir bütün olduğunu, petrol eksik olunca taşımacılığın, tüm üretimin durduğunu ya da tavuk yemi olmayınca yumurta olmayacağını görüp her birinin emeğinin ülke genelindeki rolünü anlamaya başladıkları yazılıyor. İşçilerin bu çalkantılı dönemden öğrendikleri sonuç olarak söylenebilir. Üretimin tepeden değil alttan örgütlenmesi ilkesi sanki uzun bir uğraş sonrası meyve vermeye başlıyor gibi. Zor oldu, güç oldu ama sonuçta olma yoluna girildi izlenimini ediniyoruz.

Kırlardaki ekonomik ayağı, halk kurumları kooperatifler olarak düşünüldü. Kooperatifler başta kırlardaki ihtiyaçları, daha sonra organik olarak tüm ülke genelinde birleşip ülke ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. Kendilerine kullanılmayan topraklar verilecekti. Burada yine eski sovyet deneyinin yanlışına düşülmeyecek kooperatiflerin nerede, nasıl kurulacağı neyi, ne kadar üreteceği tepeden belirlenmeyecekti. Buna yereldeki halklar karar verecekti. Tarım kooperatifleri, hayvan kooperatifleri vs. çok sayıda çeşitli kooperatif kurulmasına başlandı.

Kuruluşları kolay olmadı. Kooperatif kurmak isteyenler toplandı ve projeler hazırladılar. Projelerin birçoğu gerçeklikten, bilgiden yoksundu. Neyse bir kısmı bu safhayı aştı. Sonra projenin devlet tarafından onaylanması, kabul edilmesi gerekiyordu. Orada devlet ve yerel arasında yığınla sorunlar çıktı. İşin teknik kısmı kabul edildikten sonra bürokratik kısmı halkın anladığı şeyler değildi. Ya da devlet kademelerinde yolsuzluktan, tembelliğe yığınla engelle karşılaşıldı. Burjuva kesim kendi çıkarını zedeleyeceğini düşündüğü konularda devlet kademelerinde işi rafa kaldırma yolları buldu. Sonuçta proje onaylanıp parası yatırılsa bile bu kez verilen krediler bankalarda engellendi. Bölgenin latifunda ağaları köylülerin boğaz tokluğuna çalışan kır proleteri olmasını istiyor, ekonomik anlamda kendilerinden bağımsızlaşmasından korkuyorlardı. Ya da el koydukları topraklara kooperatiflerin sahip çıkmasına karşı duruyorlardı. Bankalar kanalı ile bunu engellediler. Bununla da yetinmediler kırlarda birçok ölüm çeteleri kurarak kooperatifleri yıldırmak için ellerinden geleni yaptılar, yığınla köylü öldürüldü. Bu süreç halkı bezdirdi. Kooperatif şevki azaldı ya da korkudan, can derdinden bu işten ellerini ayaklarını çektiler. Ayrıca süreç bıktırdı. Toplantılarına katılanlar azaldı. En sonunda kooperatif kurulduğunda da ilgilenilmedi.

Son zamanlarda yaşanan kıtlıklar ve çalkantılı durum halka dersler verince ilgi yeniden canlandı. Ve çok ilginç şeylerle karşılaşıldı. Tek bir örnekle yetinelim: Bir kooperatifte 50’ ye yakın büyük baş hayvan öyle kendi hallerine terk edilmiş olarak bulundu. Şimdi onlara sahip çıkıldı ve kooperatif tekrar canlandırılıyor.

Bazı “becerikliler” koopertifleri kendi özel mülkleri gibi, küçük bir grubun çıkarı doğrultusunda kullandılar. Yöre halkından koptular, komünle bağları koptu ya da kopardılar. Komün meclisi de zaten ilgisizdi. Bazıları tüccarlarla anlaştılar ürettiklerini onlara satmaya başladılar. Kooperatifleşme projelerinden bir anlamda burjuvalar türedi. Çok iyi niyetle başlayan, pek çok paralar yatırılan kooperatifler, beklenen sonucu vermedi. On binlerin üstünde kooperatifin adı olduğu ama cismi olmadığı dillere düşmüştür.

Ama aynı fabrikalar gibi kooperatif süreci de şimdi yeni bir döneme giriyor. Aşağıdaki komünler bölümünde anlatacağımız gibi komün meclisleri canlanınca kooperatiflere yüzlerini döndüler, denetlemeye, ilgilenmeye başladılar. Koopratifler ile çevre ilişkileri geliştirilmeye çalışılıyor.

Halk ekonomik kurumlarının kurulması bölümünü şöyle sonlandırabiliriz: Sovyetler’in ekonomideki demokrasi eksikliği, bürokratik merkezi planlama gibi sosyalizmde olmaması gereken özelliklerin üstesinden gelme doğrultusunda bir adım atılmış oluyor. Halklar, evet zor öğreniyor. Bıkmamak güven kaybetmemek gerekiyor. Öğrenmek böyle gitgelli bir süreçtir. Başka gitgeller yaşanmayacağının da garantisi yoktur.

 

2. Siyasi Kurumlar

a. Venezuela Deneyi

Katılımcı demokrasi kurmanın ekonomik ayağı; devlet ve işçi fabrikaları, işletmeleri, kırda kooperatifler ise siyasi kurumu; komünler ve komün meclisleridir. Chaves çok girişimci bir yöneticiydi. Yaptığı bir şey ters gitti, istenilen sonuca varmadı mı bir yenisini geliştiriyordu. Yukarıda yazdığımız fabrikalarda yaşanan olumsuzluklar onu hemen başka işletmeler kurmaya itmişti. Yazımızı uzatmamak için burada onları ele almadık.

En sonunda Chaves katılımcı demokrasinin siyasi kurumu olarak komünleri gördü. Bolivar devriminin son aşamasında bir komünler devleti olacağı tahminini yapmıştı. Hedef yereldeki komünler ve komün meclislerinin, eyalet komünleri ve eyalet meclislerine, oradan da ulusal komün meclisine aşağıdan yukarı örgütlenmesidir. Böylece halkın öz yönetimi, Bolivar Komünler Devleti kurulmuş olacaktır. Bu Komünler Meclisi de sonunda şimdiki Ulusal Meclis’in yerini alacak ve gerçek, aşağıdan yukarı halk devleti kurulmuş olacaktır. Halk kendi kendini yönetmeye başlayacaktır. Gerek Sovyetler’de ve gerekse 21. yüzyıl sosyalizmi içinde görülen bürokratikleşme ve yolsuzlukların en olmazsa olmaz çözümü, aşağıdan başlamış bir halk iktidarı kurulmuş olacaktır.

Yerleşim alanlarının nüfus yoğunluğuna göre ülkede onbinlerce komün kuruldu. Bunu bizim belediyelere benzetebiliriz. Yerel örgütlenmelerdir. O komündeki herkes komün meclisinin üyesidir. Tüm çalışmalara, kararlara katılırlar. Her bir komün kendi alanındaki ekonomik, sosyal, politik konulardaki kararları alır. Kooperatifler de bunlara bağlı olarak çalışırlar. Fabrikalardaki işçi konseyleri de komün meclisinde bulunur ve komün kararları ile fabrika üretimi birleştirilmeye çalışılır. Ancak komünler de devletteki yozlaşmalar ve burjuva çıkarları nedeniyle çeşit çeşit şekillerde engellendi. Komün meclisine ilgi azaldı. Hedeflendiği gibi halkın kendi siyasi ekonomik kararlarını alma aracı olmaktan uzak kaldı. Yıllardır doğru dürüst çalışmıyorlar. Çok az sayıda eyalette komünler seçim yaparak eyalet komün ve meclisine aday yollayabildiler ve Komün Eyalet Meclisi kurulabildi. Eyalet Meclisleri tüm ülkede toplanamadan Ulusal Komün Meclisi kurulamıyor. Hedefe varılamadı.

Fakat baştan beri aksaklık sürecinin bir noktada değişmeye başladığını söylüyoruz. Şimdi buna değinelim. 2016 aralık ayında Ulusal Meclis seçimleri yapıldı. Seçimler, her seçimde olduğu gibi bir iç savaş havasında geçti. Başkent Caracas ve büyük bir kaç kentte burjuva muhalafet sokaklarda barikatlar kurdu.30’un üstünde insan öldü ve daha fazlası tutuklandı. Devlet daireleri ateşe verildi. Ülkede var olan kıtlık son haddine ulaştı. Temel gıda ürünlerinden ilaca birçok tüketim maddesi yok oldu. Daha doğrusu burjuvalar bunu yapay olarak örgütlediler, her şeyi depolara kaldırıp, halkı aç bıraktılar. Maduro’nın düzeltici aldığı kararlar, kurduğu halk denetim, dağıtım örgütlenmeleri pek bir işe yaramadı. Enflasyon, %1000’lere ulaştı. Yani ülke tam bir ekonomik çöküntünün eşiğine geldi. Halk da derdine çareyi muhalefeti başa getirmede buldu. Chaves öncesi dönemden beri ilk kez muhalefet mecliste çoğunluğu ele geçirdi. Seçim kurulu 3 milletvekilinin sahtekarlık yaptığını ortaya çıkarttı. Onların vekillikleri kabul edilmedi. Bu yolsuzluklara rağmen burjuva muhalefet ağırlıklı meclis, yemin edip göreve başladı. Seçim kurulu meclisi sahte milletvekilleri nedeniyle yasal olarak tanımadı. Onlarda geri adım atmadılar. Bu meclis bir yıl boyunca ülkenin hiçbir sorunu ile ilgilenmedi. Tek bir gündemleri vardı: Maduro’yu başkanlıktan almak. Halkın çözüm bekleyen hiçbir sorunu ile ilgilenmediler. Halkın açlığı, kıtlıklar aynen devam etti. Yürürlükteki anayasanın ona verdiği bir yetkiyi kullanarak Maduro, bu meclis ülke sorunları ile ilgilenmiyor, anayasa bu duruma bir çözüm önermiyor diyerek yeni bir anayasa yazılması kararını aldı. Halklar, yeni anayasa yazacak Ulusal Anayasa Meclisi (ANC) seçimlerine hazırlanmaya başladılar.

Muhalefet partileri yasal olmayan meclisinden memnun, ANC seçimlerine katılmama kararı aldı. İşte bu Venezuela tarihinde bir dönemeç oldu. Halklar yıllardır kendilerine anlatılan gerçekleri bu canlı olayla çok iyi anladılar. Seçimler komün meclislerini canlandırdı. Yaşanan son süreç halkı bezdirmişti. Bu işi ellerine alıp kendi temsilcilerini seçmek için ciddi ciddi düşünmeye, tartışmaya başladılar. Muhalefet olmayınca kendi adaylarıyla kaynaşmaları, onları tanımaları kolaylaştı. PSUV dışındaki sol örgütlenmeler de kendi adayları ile katıldılar. ANC bu koşullarda seçildi

Hemen arkasından coşkular sönmeden yerel seçimler yapıldı. Komünlerin canlılığı devam etti. Çeşitli adaylar çıktı. Çeşitlilik iyi geldi. Hatta bazı adayları seçim kurulu onaylamayınca meclis önünde gösteriler yaptılar. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Halk seçtiği adayları sonuna kadar savunma bilincine yükseliyor, siyasi bilinç gelişme yolundadır. Onun arkasından ertelenmiş eyalet seçimleri yapıldı. Muhalefet buna da katılmadı. Eyaletlerin çoğunu PSUV adayları kazandı. Maduro işte son olarak başkanlık seçimlerinin yapılmasına karar verdi. 22 Nisan’da aynıcoşku ile halk seçimlere hazırlanıyor.

Bu arada Maduro muhalefetin suskunluğundan yararlanıp yolsuzluklara savaş açtı. O güne kadar yolsuzlukların üstünü örten, kocası dahil kendi yakınları da yolsuzluk yapmış olan baş savcıyı görevden alındı. O da yurt dışına kaçtı, yolsuzlukları ortaya çıkınca kırmızı bülten ile aranmaya başlandı. Yeni başsavcı R. Saab, petrol şirketi dahil birçok üst düzey çalışanın yolsuzluklarını ortaya çıkarttı. Bu gelişmeler, halkın muhalefete öfkesini ve devrimlerine olan saygı ve güvenini arttırdı. Halkın politikleşmesi ve ülke yönetimine katılma enerjisinin bir kaynağı da bu oldu. Venezuela böyle olumlu bir süreç içindedir. ANC de bu arada halktan yana birçok olumlu kararlar almaktadır. Muhalefet ile masaya tekrar oturuldu ve barış için anlaştıkları açıklandı. Maduro imza atacaktı ki ortalık yine karıştı, karıştırıldı. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, Latin Amerika gezisine çıktı ve bölgenin gerici iktidarlarını Venezuela’ya savaş açmaya örgütlemeye başladı. Kolombiya’da Devlet Başkanı Santos kanalı ile muhalefetin barış anlaşmasına imza atması durduruldu. Arkasından ABD ve gerici bölge iktidarları Venezuela’da yapılacak başkanlık seçimleri sonucunu tanımayacaklarını açıkladılar. Oysa muhalefet kendi adaylarını göstermeye bile başlamıştı. Fakat anlaşılan odur ki artık iç muhalefetten umut kesilmiştir ve dış gerici güçler, Venezuela yönetimini değiştirmek için dışarıdan saldırıların şiddetini arttıracaklardır. Hatta son haberlerde askeri savaş örgütlenmesi yapıldığı yazılıyor. Halkın bu bilinçlenmesinin bir iç değil dış müdahale gerektireceği görüşü güçleniyor.

Bilincin gelişmesi, pratikte kendini komünlerin koopertifleri ele alması ile gösteriyor. Kooperatiflerin baştan beri yerelde komünlerin ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik kurumlar olarak düşünüldüğünü yazmıştık. Son gelişmeler bu iki kurumun birbiri ile organik ilişkiye geçmesine, bağlarını güçlendirmesine yol açtı. Ortak toplantılar yapılıyor. Komün ihtiyaçlarının kooperatiflerce nasıl karşılanacağı tartışılıyor. Yaşanan kıtlıklara ancak halkların kendilerinin çare olacağı, bunun yolunun kooperatifler ve bölgedeki fabrikalarla olacağı anlaşılıyor. Ne zamandır anlamak istemedikleri, belki tembellik ettikleri şeyleri anlamaya, gerçekleri görmeye başlıyorlar. Son işçi konseyleri yasasının çıkması, işçilerin de komünler içinde bağlanması halkayı tamamlamış oldu. Hatta şimdi filanca kooperatifin üretimi şöyle arttıracağı ve başka komünlerin ihtiyacına yetebilecek üretim yapabileceği haberleri geliyor. İşçilerin de diğer fabrikalarla dayanışma ile bazı üretim ara mallarını şuradan buradan karşılayabilecekleri hesabını, planlamasını yaptıkları yazılıyor. Aşağıdan yukarıya ekonomik, siyasi katılımcı demokrasi kurulması bir ivme kazanmış gibi görünüyor. Üretime yansıyan sonuçları önümüzdeki günler, aylarda kendini gösterecektir. Durum böyle olunca da dış güçlerin Venezuela’ya dıştan bizzat kendilerinin saldırısından başka çarelerinin kalmaması daha iyi anlaşılır. İç muhalefet yenen halklar şimdi dış güçlere de kararlılıklarını kanıtlamak zorunda bırakılacaklar gibi gözüküyor.

Sonuç olarak halk iktidarının Venezuela’da siyasi ayağının kurulmasında büyük olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Devrimci kesimlerde de bunun yansımaları görülüyor. Eskiden PSUV’u desteklemeyen sol adaylar şimdi taraftarlarının Maduro’yu destekleyip desteklememe konusunda kendi yerellerinde karar almasını kararlaştırdılar. Bu da ülke içinde devrimci cephenin kurulması açısından çok olumludur.

 

b. Ekvador Deneyi

Rafael Correa, Ekvador’da 21. yüzyıl sosyalizmi yolunda ikili iktidara halkın alttan katılımını örgütlemek için kurumlar geliştirdi ama bunlar Venezuela’dan farklıdır. Vatandaş Devrimi’nin kendine özgü özellikleri vardır. 21. yüzyıl sosyalizmi zaten böyle her ülkenin kendi koşullarına göre kurulacaktır.

Correa genellikle sosyal hareketler ve sol politik partilerin koolisyonunun sonucu 2006 yılında seçimleri kazandı. Halkların kendi devletini kurması yolunu açmaya çalıştı.

2009’da çıkarılan anayasa ile yerellerde vatandaş meclislerinin kurulması sağlandı. Bu meclisler yerel yerleşim alanlarında kendi temsilcilerini seçerek kurulur. Meclis alanlarının ihtiyaçları doğrultusunda yıllık kalkınma projesi hazırlar. Sonra da buna uygun politika belirlenir. Devletin Ulusal Kalkınma planını denetlerler, kendi önerilerini getirirler. Bunlar ulusal planda değişiklere yol açabilir. Vatandaş meclislerinin her bir devlet memurunu geri çağırma yetkisi vardır.

Venezuela’dan farklı olarak halkın ekonomik katılımını sağlamak için sektör konseyleri kuruldu. Ülkenin çeşitli sektörleri, küçük esnafları kendi konseylerini kurarlar. Her bir sektör ekonomideki yerine göre farklı bakanlıklara bağlı olarak çalışır. Böylece devlet ve sektörler arasında karşılıklı iletişim sağlanmaya çalışılır. Ulusal Kalkınma Planı, vatandaş meclisleri ve sektör konseyleri ile karşılıklı görüşmeler sonucunda ortaya çıkar. Correa’nın katılımcı demokrasi anlayışı böyle geliştirilmeye çalışılır. Ayrıca halk Vatandaş Katılımı ve Sosyal Kontrol Konseyi diye bir kontrol mekanizması seçer. Bu da savcıları, seçim konseyi üyelerinin seçim sürecini izler, görevlerini yerine getirmediğini düşündüklerini her an görevden alabilir. Hatta bazı devlet görevlilerini bunlar atarlar.

Correa ekonomide de diğer söz konusu ülkelerden farklı şeyler yapmıştır. Kapitalizmin ekonomi konusunda ünlü okullarından mezun olmuş ve iktidara gelmeden önce finans ve ekonomi bakanlığı yapmıştır. Bu nedenle hem kapitalist ekonomiyi hem de ülke kapitalistlerini yakından tanır. Halktan yana siyasi görüşü nedeniyle sol kesimleri ve halk hareketlerini de tanır. Devlet Başkanı olduktan sonra bu bilgileri temelinde pek çok yaratıcı ekonomik uygulamalara imza attı. En büyük başarısının ekonomi konusunda olduğu söylenir.

Ekvador ekonomisinin en büyük geliri petroldür. Ülke para birimi de dolardır. Yani hem petrol fiyatları hem dolardaki dalgalanmalara tamamen açık bir ekonomisi vardır. Bunlara rağmen Correa, ülkesinin petrol fiyatlarındaki düşüşten ve 2008 krizinden çok etkilenmemesini sağlama başarısı gösterdi. Finans reformları yaptı. Ülkeyi FTAA’dan çıkarttığı gibi dış borçlarının 30 milyon dolarlık faizini ödemeyerek borç içinde yüzen Latin Amerika ülkelerinde bayraklaştı. Ülkeden kaçan sermayeyi vergilendirdi. Venezuela örneğin bunu yapamadı ve pak çok ülke zengini varlıklarını kaçırdılar. Correa bankalardan ülke dışına çıkacak dövizlerin ilk önce %45 sonra da %60’ının ülke içinde kalmasını zorunlu kıldı. Bankalar bu parayı hem batma durumundan kurtulmak için kullandılar hem de ülke içinde yatırım yapmaya fon sağlanmış oldu. Ayrıca merkez bankasını devletleştirdi ve tüm özel banka mevduatlarının %3’ ünü koruma fonu olarak merkez bankasına yatırmalarını zorunlu yaptı.

İşletmelerin vergi muafiyetlerini kaldırdı. İnsan Kalkınma Fonu kurdu ve işletmelerin vergilerinden bir kısmını buraya yatırmalarını zorunlu kıldı. Bu fon ülkede sağlık, eğitim gibi sosyal harcamalara kullanıldı. Sosyal adaletin sağlanmasında epey yararlı oldu. Böylece şirket karlarının ya da artı değer sömürülerinin bir kısmının yeniden halka aktarılmasını sağladı. Miras gelirlerine de vergi getirdi. Miras miktarının yüksekliğine göre kademeli olarak vergi alınması yasalaştı. Correa dünyada belki bir ilk olarak spekülasyon vergisi adında bir vergi koydu. Toprak ve konut satışının spekülasyonundan elde edilen süper karlardan %2 vergi almaya başladı. Bu da bütçe açığını kapatmada kullanıldı. Vergiler bekleneceği gibi burjuvalar ve toprak ağalarından büyük tepkiler aldı. Hatta yasalaşmasında son imzalar atılamadı. Çıkarttığı yasalar ülkede çok çatışmalara yol açsa da gelir dağılımı dengesizliği bu yollarla düzelme yoluna girdi. Yoksulluk ve aşırı yoksulluk azaldı.

Venezuela’nın kurmaya çalıştığı halk ekonomisini Correa aşağıdan devlet desteği ile değil tepeden banka kredileri ile kurmaya çalıştı. Ulusal Halk Finans, Küçük Esnaf ve Dayanışma Ulusal Programı ve Kooperatif Bankaları kurdu. Bunlar kanalı ile küçük esnafa ve kooperatiflere krediler açtı. Bu bankaların ellerinde 1,5 milyar dolarlık fonları, 2 milyon üyeleri vardı.

Correa dünyada birçok ilke imza atmıştır. Ekvador devlet olarak elektronik para kullanan dünyadaki ilk devlettir. Devletin tüm para işlemleri elektronik olarak yapılmaya başlandı. Halk ve devlet arasındaki para işlemleri cep telefonları, ATM ve web siteleri kanalı ile gerçekleştirildi. Böylece devlet büyük bir bürokratik masraftan kurtuldu. Ayrıca daha güvenliklidir. Çalınma ve kaçırılma tehlikesi azdır. Ama asıl yararı burjuvazinin para kaçırma, aklama ve rüşvet gibi finans oyunlarının önlenemese bile zorlaşması oldu. Devlet, finans-kapitalin kirli para işlerini daha iyi izler oldu. Bu nedenle özel bankalar elektronik bankacılığın merkez bankasından kendilerine verilmesi yönünde büyük zorlama yaptılar. Yeni devlet başkanı, son gerici kararlarından birinde elektronik bankacılığı özel bankalara devretti.

Ekvador açık toplum, bilgi ortaklığı konularında da dünyada bir ilki yarattı. Free/Libre Open Knowledge (FLOK) projesi olarak bilinen bir bilgi toplama merkezi ya da bankası kuruldu. Bu aşağıdan yukarıya, yani halk girişimi ile geliştirilen bir projeydi. Correa sonra buna devlet desteği verdi. Halklar ellerindeki bilgileri bilgi bankasına koyarlar. Kırsaldan kentsel alana kadar her türlü bilgi burada depolanır. Bu ulusal bilgi herkesin ulaşımına ücretsiz ve açıktır. Herkes bilgisini buraya depoladıkça çoğalacak gelişecekti. Yaratıcılık toplumsal olacaktı. Bu sayede ülke ekonomisinin tüm sektörleri halk girişimciliği ile yenilenip modernleşecek ve sırf petrole dayalı bir ekonomi olmaktan kurtulacaktı. Correa böylece ülkeyi bilgi ve yeteneklere dayalı demokratik bir ülke yapmak istedi. Ekvador bilgi cenneti olacaktı. Endüstri, eğitim, bilimsel araştırma, altyapı vs. her alanda bilgi bedava paylaşılabilecekti. Proje dünyanın ilgisini çekti. Ama tamamlanmadan yarıda kaldı. Nedenleri konusunda kesin bir bilgi yok ama Correa’nın engellediği söylendi. Correa bankadaki bilgilerin ülke düşmanları tarafından kendi aleyhlerine kullanılabileceğine karar vermiş ve devlet desteğini projeden çekmiştir. Ne olursa olsun sosyalizm yolunda, bilginin finans kapital güçlerinin elinden alınması doğrultusunda büyük bir girişimdir. Kapitalizmin zenginliği zaten binlerce yıldır insanlığın biriktirdiği, geliştirdiği bilgileri kâra dönüştürmesinden gelmiyor mu? Bilgi kapitalizmin elinde kendi kârıdır oysa o halkın olmalıdır.

Anlatmaya çalıştığımız gibi Correa’nın 21. yüzyıl sosyalizmi yolu Venezuela’dan farklılıklar gösteriyor. Onun aşağıdan halkların tepeye doğru ekonomik ve siyasi katılımcı demokrasi kurma deneyi Venezuela’daki kadar sağlam temelli değildir demek yanlış olmayacaktır. Elbette bunun için kanallar açmıştır ama bunların çok sağlam ve radikal olduğu söylenemez. Sanki Correa tepeden burjuvaziyi denetlediğinde aşağıdan halkların devrimci bir güç ile geleceğini düşünmüştür. Ama süreç öyle akmıyor. Halkların davranışında yılların biriktirdiği kapitalist kültürün alışkanlıkları bir çırpıda ölmüyor.

Ülkenin en büyük yerli halk hareketi CONAİE, başta onu iktidara taşısalar bile son yıllarda arkasından çekildiler. Yıllardır sokaklarda karşısında protestolar yapıyorlar ve Correa da onları bastırıyor. Finans-kapital kesimleri de bu hareketin arkasında yer alarak devrimin kuyusunu kazmaya çalıştılar. Correa iki dönem olan başkanlık süresi bitince uzatılmasını referandumla halklara sordu ve kazandı. Ama referandumda Correa’nın yasa dışı uygulamalar yaptığı söylentileri çıktı. Onun üzerine Correa referandumu kazanmasına, yeniden seçilmesinin önünün açılmasına rağmen görevi, 6 yıldır Başbakanı olan Lenin Morena’ya bıraktı. Şimdi Morena arkasına liberal güçleri almış tamamen Correa karşıtı politikalarla Vatandaş Devrimi’ni tersine çevirme uğraşına girdi. Kendisine “koyun postu giymiş kurt” lakabı takıldı. Bu hedefle 4 Şubat’ta yaptığı referandumdan evet oyu ile geçti. Yerli halk örgütü CONAİE de referandumda Correa’ya karşı evet oyu kullandı. Correa halk örgütlerini yanına çekmeye gereken önemi vermedi. Ülkede sosyal adaleti sağlamak gibi politikalarla onları yanına alabileceğini düşündü. Brezilya’da Lula ve Dilma’nın yanlışına düştü. Burjuvaziyi çembere almak yetmedi.

Sonuçta Ekvador Vatandaş Devrimi çalkantılı yeni bir sürecin içindedir. Correa da muhalefette devrimi koruma savaşına başladı. Pais ittifakından taraftarları ile istifa etti, “Vatandaş Partisi”ni kurdu. Aslında parlamentoda %30 sandalye ile en büyük partidir ama iktidarda değildir. Karşısında burjuva partileri çoğunluk olarak duruyorlar. Referandum ile de başkanlık yapma şansı elinden alındı. Latin Amerika’nın bir ilerici ülkesi daha küme düşme tehlikesine sürüklendi.

 

c. Kuruluşta Çıkan Sorunlar

1) Doğaya Saygı

21. yüzyıl sosyalizm yolundaki ülkeler Sovyet döneminden farklı olarak doğaya saygı kriterine dikkat etmek zorundadırlar. Doğa kirliliği sorunu Sovyetler döneminde bir ölüm kalım savaşı içinde olmadığı gibi ekonomik kalkınma sürecinde böyle bir kriter düşüncesi yoktu. Bu tehlike Marks tarafından öngörülmüştü ama sosyalizmin o dönemde kurulmasında doğa kendini dayatan bir tehlike içinde değildi. Günümüzde durum farklıdır. Doğa kirliliği artık insan yaşamını tehdit eder boyutlara geldi. O zaman sosyalizm kurma hedeflerinde bu perspektifi de dikkate almak zorunlu hale gelmiştir. Günümüzde ekonomik kalkınmanın bir sınırı olmak zorundadır. Bu, kapitalizmin sonsuz üretim ve tüketim anlayışına tam karşıdan saldırıdır.

Bu sınırın karşı ucu ise halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Doğayı koruyacağım diye halklar da aç bırakılamaz. İlk insanlardan beri doğa tahrip ediliyordu. Balık avlanıyor, ağaçların meyvesi toplanıyordu. İnsan ve doğa yaşamı arasında bir denge kurmak zordur ve sınırı iyi çizilmelidir. Hele şimdi kapitalizmin gelir dağılımı dengesizliği milyonları aç ve yoksul bıraktı. Halkların karınlarının doyurulması daha acil bir sorun oldu. Sonuçta üst sınır doğanın korunması ise alt sınır da doğa korunurken insanların aç ve yoksul bırakılmamasıdır. 21. yüzyıl sosyalistleri bu iki sınır içinde davranmak zorundadır. Eskiden böyle bir doğa dayatması yoktu.

Söz konusu ülkelerin ulusal gelirlerinin çoğu yer altı zenginliklerinden geliyor. Yeni liberal politikalar çıkarım endüstrisine daha büyük toprak alanları verdi. Başta ABD ve Kanada olmak üzere dünyanın çok uluslu şirketleri bu ülke topraklarını yıllardır sorumsuzca kazıp, yer altı zenginliklerini alıp götürüyorlar. Kazımadan çıkarttıkları toprakları gelişi güzel buldukları yerlere atıyorlar. Maden bittikten sonrada toprağı delik deşik bırakıp gidiyorlar. Hiçbir özen gösterilmiyor. Bu alanlar köstebek yuvalarına benzetilir. Etrafındaki bitki örtüsü, balta girmemiş tropik ormanlar, göller bozuluyor. Çeşit çeşit hayvan türlerinin nesilleri yok oluyor. Halkların içtiği, tarım yaptığı sular kirleniyor. Doğa dengesi bozuluyor. Üstünde tarımla geçimini sağlayan halklar hem topraklarından atılıyor hem de işsiz güçsüz aç kalıyor. Hem topraklarını, doğalarını kaybediyorlar hem de karşılığında ellerine bir şey geçmiyor. Protestolarına kulak asılmadığı gibi devlet zoru ile bastırılıyor.

Oysa bu ata topraklarını yerli haklar yüz yıllardır özenle korumuşlar. Onların hayatlarının bir parçası olmuş. Atalarından aldıkları gibi çocukları, torunlarına devr etmek onların yaşam biçimi, kültürlerinin bir parçasıdır.

Bu halklar Bolivya ve Ekvador’da devrimci iktidarların başa gelmesine büyük destek verdiler. Ekvador’da Correa’ya bu yerli halklar destekledi. Bolivya’da Evo Morales yerli halkların içinden çıkmıştır. Dünyadaki ilk yerli halktan gelen devlet adamıdır. Maden işçileri sendikası başkanlığı yaparken Sosyalizme Doğru Hareket (MAS)’i kurdu. Sonraları sendikalar ve yerli halk hareketleri MAS’ı desteklediler ve Morales’i iktidara taşıdılar.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta oluşur. Medencilerin çıkarı toprağın altında, köylülerin ise toprağın üstünde, ekip biçmektedir. O nedenle madencilerin çıkarı ile köylülerin çıkarı birbiriyle zıtlaşır. Günümüze kadar da iki hareket birbiriyle uzlaşmaz. Morales bu çıkar zıtlıklarına büyük saygı ile yaklaştı, başkan seçildi hala da ikisi arasında doğru yolu bulmaya çalışır.

Correa ve özellikle Morales doğa kirliliğine, ekolojik sorunlara çok duyarlılar. Morales doğanın korunması konusunda dünya liderliği yapıyor. Tüm dünya iklim konferanslarında en önde duran odur. Doğa anamızı korumak için merkez ülkelerine savaş açıyor. Hatta iktidarının ilk günlerinde suyun alınır satılır bir meta olmasına karşı dünya halklarını bir kampanya ile örgütlemeye çalıştı. Correa da dünyanın en ilerici, doğa koruyan anayasasını yazdı. Tüm doğal zenginlikleri devlet güvencesi altına aldı. Bu iki liderin de doğayı korumakla ilgili düşünceleri tartışılmaz. Ülkelerinde değil sadece, dünyaya bu konuya öncülük ediyorlar.

Ama 21. yüzyıl sosyalizmi yolunda ilerlemek isteyen bu iki lider, halklarının genel sosyoekonomik sorunlarını da düzeltmek yükümlülüğü ile yüzyüzedirler. Onların karınlarını doyurmak, ihtiyaçlarını karşılamak sorumlulukları vardır. Ayrıca bir ülkenin toprak altı zenginliği sadece onun üstünde yaşayan halkların değil tüm insanlığın mirasıdır. Gerekli olduğunda üstlerindeki halklara şimdiki yaşam koşulları sağlama koşulu ile bu yeraltı zenginliği tüm halkların çıkarına ekonomiye katılmalıdır.

Correa iktidarı sosyal harcamalar için yeni kaynaklar bulmak zorunda kaldı. Ülkede BM tarafından dünya mirası olarak kabul edilmiş Yasuni Ulusal Parkı’nda ülkenin var olan petrol rezervlerinin %20’ sinin bulunduğu tespit edilmişti. Correa burayı kullanmanın ülke sorunlarına çare olacağını düşündü ve çıkarıma açmak istedi.

İlk önce Birleşmiş Milletlere bir mektup yazarak ülke halklarının bu petrolü çıkartmaya ihtiyacı olduğunu açıkladı. Üstündeki doğa örtüsünün dünya insanlık mirası ilan edildiğini hatırlattı. Öyleyse korumak ulusal olduğu kadar uluslararası bir görev olmalıdır. Bu topraklar altında varlığı tespit edilmiş petrol rezervi değeri şu kadardır ve uluslararası kamuoyuna siz bana bunun değerinin yarısı olan 3,600 milyon doları verin biz de petrolü çıkartmayalım dedi. Fakat kimseden bir ses gelmedi. Süre doldu. Correa da çıkarımlara başladı. Üzerindeki yerli halklar CONAİE halk hareketi içinde örgütlüydüler. Bunlar protestolara başladılar. Aylarca süren bir sürtüşme yarattı. Başkente kadar yürüyüşler düzenlendi. Polisle çatışıldı. Correa’nın genel halk çıkarı, bencil hem uluslararası hem de oranın yerli halk çıkarları arasında kaldı.

Benzerini Morales yaşadı. İki aşkı, doğa anası ve yerli halklar arasına sıkıştı kaldı. Bolivya’nın Batı’da Pasifik okyanusuna açılan bir yolu yoktur ve Pasifik kapısının açılması ülke ekonomisi için Panama kanalı kadar önemlidir. O nedenle Morales içi yana yana da olsa toprak anasının ormanlarından birinin içinden batıya otoyol yapmak istedi. Böylece ülke ticareti ve batı ülkeleri ile bağı artacaktı. Civardaki alanların da merkez ile bağları gelişecek, onlar da yararlanacaklardı. Bu otoyol yapımı gerekliydi. Ancak yolun geçeceği alanda oturan yerli halklar buna karşı çıktılar. Onlarda günlerce protestolar yaptılar. Hatta bir ara orduyu karşılarında buldular. Ölümler oldu. Sonuçta Morales de karşısında kendini iktidar getiren halkları buldu.

21. yüzyıl sosyalizmi halkların seslerini kısmak değil aksine onların seslerinin duyulması için elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Hem politikaya katılmaları hem de katılma alanları yaratılmaya çalışılır. Sosyalist demokrasi budur. Halklar kollektif ihtiyaçlarını, istediklerini iktidarlara duyurmalıdırlar.

İktidarlar bu protestoları elbette dikkate almalıdırlar ve iki iktidar da aldı. Ama sorun bu sürtüşme zamanlarında sosyalizme düşman, iktidarı devirmeye çalışan iç ve dış güçlerin, halkın sesini kendi çıkarlarına alet etme olasılığıdır. Her iki durumda da bu gizli güçler ortaya çıktı. Bu güçler halkların içine STÖ olarak giriyorlar. Çevreci oluyorlar ve bu işe paralar yatırıyorlar. Halk liderlerini aldatıyor, satın alıyorlar. Correa sözde halk liderlerinin bağlarını isim isim ortaya çıkarttı. Morales de bu uluslararası sivil toplum örgütlerinin ülkesinde faaliyetini yasaklayıp ülkeden attı. Sosyalizm yolundaki bu iktidarlar doğayı koruma çabalarında bu türden olayları sık sık yaşıyorlar. Biz sadece tipik iki örnek seçtik.

 

2) Sürdürülebilir Kalkınma

21. yüzyıl sosyalist ülkeleri bu doğa gerçekliği karşısında nasıl bir kalkınma modeli izleyecekler? Hiçbirinden Sovyetler’deki gibi büyük fabrikalar ve ağır sanayi sözleri duymuyoruz. Onların yakın geleceklerinde halkların sosyal adaleti ve yoksulluk, açlık, eğitim sağlık konuları vardır. İleriye yönelik büyüme planlarının temeli de “sürdürülebilir bir kalkınma” modelidir. Bir ülke sınırları içinde yeraltı ve üstü zenginliklerinin el verdiği bir kalkınma modeli; başka bir ülke topraklarının doğasını sömürmeden kalkınmadır. İsterseniz buna her ülkenin coğrafi özelliklerine, yer altı ve yerüstü toprak zenginliklerine göre kendi yağı ile kavrulması diyelim. Başka ülkelere, insan ve doğasına zarar vermeden, onları sömürmeden bir kalkınma planlamak. Ülkemin yeraltı ve üstü zenginlikleri nelerdir, ne kadar nüfusum var, ben buna göre bir kalkınma planlarsam ve dünyadaki herkes bunu böyle yaparsa ancak o zaman dünyada gerçek bir eşitlik sağlanabilir. Oysa kapitalist merkez ülkeleri yoksul ülke halkları aleyhine bilmem kaç kat daha fazla tüketim yapıyor, hammadde kullanıyor, doğaya zarar veriyorlar. Yani zengin ülke halkları tüketimleri ile yoksul ülke halklarını sömürüyor. O zaman 21. yüzyıl sosyalizmi yanlış yapmamalı, sömürüsüz bir dünya yaratma hedefinde bu tür bir kalkınma modeli, ekonomi yaratmalıdır.

Şu anda dünyamızda bu teori ile uyumlu ekonomisi olan, her bir vatandaşı ayağını ülke yorganına göre uzatan tek bir ülke vardır: Küba. Yeryüzünde tek bir ülke halkı kendi yer altı ve üstü zenginliklerine uygun bir tüketim kültürü ile yaşamaktadır. Bunu BM raporları yazıyor. 21. yüzyıl sosyalizm yolundaki ülkeler ekonomilerini eskiden bilinmeyen bu doğrular içinde geleceğe taşımakla yükümlüdürler. Gerçek sosyalist düzen ancak böyle kurulacaktır.

Ayrıca üretim tekniği çok gelişti. Artık bir fabrika ülke sınırlarının dışındaki insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çok üretebiliyor. Sosyalist dünyada iş birliği içinde ekonomi kurmak ne kadar kolay olurdu. Ama ne yazık ki böyle bir dünya iş bölümüne günümüz politik koşulları olanak tanımıyor. Dünya devrimini bekleyecek de değiliz ama bugünden böyle sosyalist dünya iş birliği de hedefe alınmalıdır. Öyleyse gelecekte israfı engellemek için şimdiden belirlenebilecek bir uluslararası sosyalist iş bölümüne adım atılabilir mi? Sosyalist dünya iş bölümünün neresinde üretimi yapabilirizi az çok kestirebilir miyiz? Söz konusu ülkeler bu konuda el yordamı ile ilerlemeye çalışıyorlar. Latin Amerika sosyalist örgütlenmeler kendi aralarında bölgesel bir iş bölümü oluşturmaya çalışıyorlar ama işin daha başındalar.

Sonuçta 21. yüzyıl sosyalizmi yolundaki ülkeler hem eski deneyleri eleştiriyor, onu düzeltmeye çalışıyorlar hem de yukarıda yazdğımız gerçekleri de hesap etmek zorunda kalıyorlar. Doğanın korunmasına özen gösterirken halklarının aç kalmamasına çaba sarfediyorlar. Kalkınma planlarını başka ülkeleri sömürmeme prensibine uydurmaya çalışıyorlar. Teknik gelişmenin yaratacağı olanakları hesaplamaya uğraşıyorlar. Ayrıca bunların yaratabileceği yeni insanca değerler neler olabiliri öngörmeye çalışıyorlar. Gelecekteki sosyalist bir küreselleşmede ülkelerinin olası iş bölümüne kafa yoruyorlar.

Bir bakıma iş daha da zorlaşmıştır. Kapitalizmin ışıltılı, şaşaalı tüketim sevdasının insanlara aşılandığı, imrendirildiği bir dünyada, bu ülke liderlerinin halklarına kendi yağları ile kavrulmayı ya da ayaklarını ülke yorganına göre uzatmayı benimsetmeleri hiç kolay değildir.

Ekonomi aşağıdan halklar tarafından örgütleneceğinden halkların bu sınırı bilmeleri, öğrenmeleri gerekiyor. Bu zaman alacaktır. Bu halklar yıllardır kapitalizmin sonsuz tüketim çılgınlığı karşısında sadece sömürüldüklerinden tüketim açlıkları da fazladır. Merkezlerde tüketime doyan insanlar oluyor ama buralarda pek görülmüyor.

Bu konuda Bolivya lideri Evo Morales’in önerileri yön vericidir. Yerli halkların ilkel komünal dönemden gelen, kapitalizm ile kirlenmemiş, unutulmamış insanca yaşam kültürlerini Morales hem kendi toplumuna hem de dünya insanına anlatmaya çalışıyor. En bilinen iki parolası vardır. Tüketim alışkanlığına karşı “being not having” yani bir şeye, metaya, sahip olarak değil de bir şey olarak mutlu olmak yaşamak düşüncesini öne koymaktır. Amaç insanın kendini sahip olduğu metalarla mutlu hissetmesi yerine insanca değerlerle, çok yönlü insan olarak mutlu olmasını sağlamaktır. İkincisi ise “not live better but to live well” Yani “daha iyi yaşamak değil daha sağlıklı yaşamak”dır. İnsanın daha iyi yaşaması kapitalizmde bir şeylere sahip olması ile ilişkilendirilir. Evin, araban vs. vs. varsa daha rahat, konforlu, bolluk içinde yaşanır denerek bunlarla mutlu olunacağı beyinlere boca edilir. Ama iyi yaşamak aslında sağlıklı yaşamaktır. Sağlıklı yaşamak özünde bunları mutlaklaştırmaz. Sağlıklı yaşamada beden ve ruh sağlığını korumak kadar ikisinin arasında bir denge sağlamak da vardır. Kapitalizm bunları da birbirinden ayırıp parçaladı.

Sonuçta bu iki anlayış bireyin sağlıklı, tam gelişimi, her bireyin diğerlerinden farklı olmasının desteklenmesi, onun tek bir kalıba sokulmasından vazgeçilmesi demektir. Bu yeni değerler benimsetilirse, bencilliklerden kurtulup sosyal mülkiyet, dayanışma değerleri öne çıkacaktır. Özel mülkiyetin değeri azalacaktır. Şimdi kapitalist kültürde kaybettiğimiz için her gün yakındığımız sevgi, saygı, birlik, dayanışma gibi insanın özünde var olan değerler su yüzüne çıkacak, toplumu kuşatacaktır. Sosyalist kültürde farkılıklar hem teşvik edilip hem de farklılık içinde bir arada yaşama, çeşitli görüşlerin olmasını bir zenginlik olarak görme ve keyif alma gelişecektir. Farklılıklar bir toplumsal zenginlik olarak görülecektir.

Kapitalizm toplumları parça parça etti. İnsanlar yanlız düşüncelerine göre değil, cinsiyetlerine, derilerinin renklerine, uluslarına, yerli, yabancı, göçmen oluşlarına, dinlerine, inançlarına, dillerine göre ayrıştırıldılar. Sosyalizm bunları birleştirme kültürünü kuruyor. Sosyalist kültür bu farklılıklar üzerine kurulacaktır. Bunlara saygı ile kurulacaktır. Ortaklıklar ve ayrılıklar zıtlığı, diyalektiği üzerine kurulacak birlikte yaşama kültürü oluşacaktır. Ancak bu değerler ortaya çıkarsa o zaman tüketim toplumu olmaktan çıkılabilir.

Venezuela, Bolivya ve Ekvador bu doğrultuda toplumu değiştirmeye yönelik politikaların temel taşlarını anayasalarına alıp yolu açmaya çalıştılar. Bolivya, 36 ayrı ulustan oluşan ayrı diller ve kültürleri bir araya getirmeyi anayasasına yazdı. İspanyol beyazları yanında insan bile sayılmayan yerli halklar şimdi onlarla aynı haklara sahipler. İnsan oldular, kendilerine güven kazandılar. Bu Bolivya sınırları ötesinde tüm Latin Amerika yerli halklarına örnek oldu. Bugün kıtada yerli halklar haksızlıklara karşı her alanda direniyorlar. Söz konusu ülkelerde cins ayrımcılığına karşı, patrialkal görüşe karşı mücadeleler veriliyor. Kadınlara dönük şiddetle ciddi mücadele ediliyor. Her türden ezilmişliğe karşı duruluyor.

Venezuela varoşlarında olan insanlara eskiden insan gözüyle mi bakılırdı? Sosyalizm yolundaki iktidar onlara insan olduklarını hatırlattı, öğretti. Onlara sağlık, barınma, eğitim hizmetleri verince kendilerine olan güvenleri geldi. Bu insanlar ilk kez insan olduklarını, bu toprakların kendilerinin de olduğunu etlerinde, kemiklerinde hissetmeye başladılar. Onu kaybetmeye artık hiç izin vermeyeceklerdir. Bu anlayış tüm kıtaya yayılıyor. En ezilmiş olan kadınlar da bu doğrultuda bayrağı taşıyorlar.

İktidar eşitlikçi, dayanışmacı, kollayan, insanlara insan olduklarını hatırlatan politikalar ekince aşağıda filizler veriyor. Kültür bu tarafa doğru kayıyor. Kapitalist toplumların çürümesini her gün medyada izlediğimiz öldürmeler, hırsızlıklar, savaşlar, şiddet ile görüyoruz. Bu toplumlar liberal politikaları bizden önce uygulamaya başladıkları için daha önceleri çürümüşlerdir. Buralarda suç oranlarının tavan yaptığını bilmeyen kalmadı. Venezuela merkezinin dışında gece değil gündüzleri sokakta yürümenin tehlikeli olduğunu dünya duymuştu. Şimdi ise değişiyorlar. Başka bir kültür kök salmaya başlıyor. Bolivya, Latin Amerika’da en az kriminal olayın yaşandığı ülke oldu. İnsan merkezli bir topluma doğru evriliyorlar.

Uzatmayalım sonuçta bunlar 21. yüzyıl sosyalizminin yeni bir kültür yolunda kazanımlarıdır. Kolay değildir ve elbette kültür değişimi bugünden yarına olup bitecek şey değildir. Küba bu doğrultuda parmakla gösterilecek bir ülke oldu. Küçücük ada ülke tıp konusundaki başarılarını bir yana bırakalım; sanatı, sporu ile boyundan büyük başarılar elde ediyor. 21. yüzyıl sosyalizmi ülkeleri de kapitalizmin üstlerindeki tüm baskıları, ambargoları, yaptırımları altında bu kültürü oturtma mücadelesi veriyorlar.

Oxfam raporuna göre yeryüzündeki 42 kişi, dünyanın yarı nüfusu 3,6 milyar insanın gelirinden daha fazlasını kazanıyormuş. Bu veri kapitalist kültürde imrenme, umut yaratabilir. Ama sosyalist kültürde aksine öfke yaratmalıdır. İnsan olanın dünyadaki bunca aç, yoksul, hasta, cahil insana bakarak bu rakama çıldırması gerekir. Kendi ülkesinde aç bırakmayan halklar ancak başka ülke açlarına yardım eli uzatır. Kendi ülkesinde yoksulluğu, açlığı yok edebilen, adaleti, sevgiyi geliştirebilen insan, dayanışması ile tüm dünyaya bu kültürü yayar.

Bu ülkeler dünyada doğal felaketlerden zarar gören ülkelere ilk elverenler oluyor. Hemen dayanışma gösteriyorlar. Venezuela ekonomisi zor durumda ama Porto Rico gibi orta kıtada doğal felaketlerde zarar gören ülkelere yardım yolladı. Trump bunlara “bok çukuru” derken bu ülkeler kendi yoksulluklarına rağmen yardım ellerini uzattılar. Venezuela soğuktan donmak üzere olan Londra yoksullarına bile bedava petrol yolladı. Haiti depremin yaralarını hala saramadı. Batı geldi show yaptı gitti. Şimdilerde öğreniyoruz o yardımları bile dağıtanlar, kendilerine bedenlerini sunma karşılığında insanlara bu yardımları veriyormuş. Bundan aşağılık bir şey olabilir mi? Oysa oralarda halkların yaralarını hala bu ülkeler sarıyorlar. Vietnam’da sel felaketi oldu, yardıma ilk olarak yoksul ülke Küba, sağlık personeli ile koştu. Filistin’e destek veren ülkelerin ilk sırasında Bolivya ve Venezuela vardır. Suriye savaş yoksullarına bu ülkeler yardım yolladılar. Onlar adaletsizliğin, yoksulluğun olduğu her yere el uzatmaya çalışıyorlar. Tüm dünya yoksulları ile dayanışma içine giriyorlar. Bizce bu bile o toplumların sosyalist kültürünün yanlız ülke içinde değil dünyaya da yaygınlaştırılmasıdır.

 

3) Halkların Kazanımları

Yukarıda söz konusu olan ülkelerin sosyalizm yolunda olası kazanımlarıdır. Şimdi bu ülkelere bir de kapitalist kalkınma değer ölçüleri ile bakalım. Dünya raporları her yıl Bolivya ve Ekvador ekonomisinin büyüdüğünü gösteriyor. Morales 2017 yılında Bolivya’da ekonomik büyümenin %3,8 olduğunu ve bunun büyük bir kısmının iç tüketim artışı ile sağlandığını açıkladı. 2018’de de daha büyük bir gelişim hedefleyip %4,5 düşünüyorlar. IMF verilerine göre Venezuela da bu yıl %3 üstünde büyüyecektir. Ama bu ülke ekonomisi yıllardır ABD’nin ambargoları ve hemen hemen tek geliri olan petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle küçüldü. Hatta 2017 yılında düşüş -%9,7’ye yükseldi. Halk gelirleri %1000’lere varan rekor enflasyon rakamları nedeniyle sürekli düşme eğilimi gösterdi. Maduro bazen yılda iki kez asgari ücrete ve memurlara zam yaparak halkın yaşam koşullarını ülke ekonomisinin olanakları içinde düzeltmeye çalıştı. Ülke halkları ambargo ve iç muhalefet nedeniyle gerçekten zor ekonomik koşullar içindeler. Hammadde fiyatlarının düşmesi ve geçmişten gelen borçları nedeniyle Ekvador ekonomisi de bu yıl eski büyümesini tutturamayacaktır.

Sosyal haklar açısından bazı verilere göz atalım. En önem verilen şeylerin başında toplum sağlığı sayılabilir. Venezuela ve Bolivya’da en ücra köşelerdeki halkın ayağına sağlık kurumları götürüldü. Hayatlarında hiç doktora gidememiş milyonlar bile şimdi rahat rahat bu hizmetlerden yararlanıyorlar. Bolivya Devlet Başkanı Morales 2018 yılında evrensel sağlık sistemi kuracaklarını açıkladı. 50 yeni hastane yapımına 1,7 milyar dolar yatıracaklar. Ülkede çocuk ölümlerinde düşüş görülüyor. Liberal iktidarlar döneminde 1000 çocuktan 54 tanesi ölüyormuş. 2008 yılından beri bu rakam yarıdan fazla oranda gerileyerek 24’e düşmüştür. Venezuela’da halkının %60’ının bedava sağlık garantisi vardır. Bu ülkenin kendi doktorları ülkenin yoksul mahallelerinde çalışmayı reddedince Chaves Küba doktorlarını yardıma çağırmıştı. Gene Küba sayesinde göz hastalıklarının Venezuela ve Bolivya da tamamen kontrol altına alındığı yazıldı.

Beslenme konusu sağlıkla iç içe geçmiştir. Correa ülkenin kendi kendini beslemede bağımsız olma hedefini anayasaya bile yazdırdı. Her ülke dışarıya muhtaç olmadan kendi toprakları içinde kendi beslenmesini sağlayacak duruma gelmelidir. Bu bir ülkenin bağımsızlık temelidir. Bu ülkelerde aç insan kalmadı. Onun dışında bu ülkeler Latin Amerika kıtasında kötü beslenen nüfusun en düşük olduğu ülkelerdir. Her ülke vatandaşlarının aldığı günlük kalori miktarı hesapları tutuluyor. Bolivya bunu sık sık yayınlar. Okullarda çocukların karnı doyurulur hem de bunun kalitesinin arttırılması gözetilir. Genellikle çok yoksul kesim ülkede azalıyor. En yoksullara özel yemek paketleri dağıtılıyor.

Bu ülkelerin en önemli sorunlarından biri de kötü kentleşme, alt yapı tesislerinin eksikliği, gecekondularda kötü barınma koşullarıdır. Özellikle Venezuela kent çevreleri bizim gecekonduları aratacak yerleşim alanları ile dolu, insanlar çok sağlıksız ortamlarda, altyapının olmadığı alanlarda kalıyorlardı. Chaves hızlı bir şekilde kentlerde konut projeleri gerçekleştirdi. Hızlı bir şekilde insanca yaşanacak konutlar yapımına başlandı. Geçtiğimiz yıl 3 milyon yeni konut sahiplerini buldu. Geliri olanlardan gelirleri oranında, olmayanlardan ise hiç para alınmadan konutlar dağıtıldı. Ama bunların mülkiyeti verilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda mülkiyet verilmesi konusunda muhalefet ile aralarında bir sorun oldu. Muhalefet özel mülkiyet bilincini geliştirmek ve propaganda için konutların mülkiyetinin üstünde oturan insanlara verilmesi gibi politikalar yapmıştı. Sonuçta Venezuela Latin Amerika genelinde evsizlerin en az olduğu ikinci ülke durumuna geldi. Habitat ve Humanity raporunda halkın ancak %6,5’i evsiz gözüküyor.

Bu ülkelerin en çok yatırım yaptığı en önemli konulardan diğeri de eğitimdir. Birçok Latin Amerika ülkesinde devlet eğitimden elini ayağını çekip özelleştirirken söz konusu ülkelerde eğitim bedava olmanın ötesinde kullanılacak bilgisayar gibi eğitim malzemeleri de devlet tarafından karşılanıyor. Maduro son döneminde halka bedava 4,9 milyon bilgisayar 20.000 okula bilgisayar malzemesi dağıttı. Liberal politikalar ülkelerde okuma yazma bilmeyen kitleler yaratmıştı. Bu ülkeler hızla okuma yazma kursları düzenlediler ve cahilliği kurutma yolunda büyük başarılar elde ettiler. Venezuela’da nüfusun %95,4 okuryazar oldu. Hatta ileri yaşta üniversite eğitimi alan vatandaşların sayısı giderek artıyor.

Ekvador da Correa’nın kurduğu sosyal yardım fonları ile eğitim, sağlık alanlarında büyük gelişmeler yaşanıyor. Sosyal harcamalar böylece 2006-11 yılları arasında iki katına çıktı. 2006-16 arasındaki on yıl içinde yoksulluk %38, aşırı yoksulluk %47 azalarak sosyal eşitsizlik düzeltilmeye çalışılıyor. Ayrıca Correa ülkede bir eğitim reformu hedefledi. Her düzeyde eğitimin kalitesini arttırmak, burjuva bakış açısından modern bilimsel seviyeye çıkartmak istedi. Hedeflerden biri de devlet ve özel okullarda rüşvet ile profesör, doçent olmuş kişiler yerine bu mevkilere hak etmiş kişileri oturtmaktı. Bu mevkilerde oturanların hakları da korunacaktı.

 

4) Ordunun Dönüşümü

21. yüzyıl sosyalizmi yolunda olan ülkelerin ordu kurumunu da yeniden yapılandırmaları gerekiyor. Onu burjuvazinin halkları ezen, baskı altında tutan, zor kullanan yapısından tersine, halkları koruyan yapıya dönüştürmesi şarttır. Sovyetler’de Ekim Devrimi sırasında ortaya asker sovyetleri çıkışıyla ordu ve halk kaynaştılar. Günümüz orduları barış dönemlerinde bile ülke burjuva sınıfının çıkarını halklara karşı koruma doğrultusunda şekillenmiştir. 21. yüzyıl sosyalizmi yolundaki iktidarlar orduyu bu yönden değiştirme sorunu ile yüz yüzedirler.

İktidar olur olmaz anayasalarına ordunun yapısını halktan yana değiştirici maddeler koydular. İlk örneğini Venezuela’da Chaves döneminde görüyoruz. Chaves zaten ordu içinden gelmişti ve seçimle iktidar olduktan sonra ABD destekli bir darbe ile bir adaya sürülmüştü. Halklar ayağa kalktılar ve ordu darbecilerin yanında yer almadı. Yeni yazılan anayasaya uyarak halktan yana durup darbecilere karşı durarak Chaves’i tekrar iş başına getirdi.

Ordu değişikliği sırf anayasa değişikliği ile sağlanamazdı. Sonraki dönemlerde de ordunun içyapısı çeşitli şekillerde reformdan geçirildi. Elitlerin, zenginlerin ordusu olmaktan çıkarıldı. En başta ordu eğitiminin ABD güdümünden çıkması gerekiyordu. Bilindiği gibi dünyanın pek çok ülkesinden ordu personelinin bir kısmı ABD askeri okullarında eğitilirler. Bu eğitimlerin amacı sırf gelişkin ABD silahlarının benimsetilmesi değil aynı zamanda ordu üst düzey kademelerine tırmanacak bu askerlerin emperyalist ideoloji ile donatılmasıdır. Dünya görüşleri, bilgileri emperyalist bir ideoloji ile şekillenir ve ülkelerine döndüklerinde ülke politikasını bu bakış açısı ile değerlendirirler. Ordu içinde ABD yönetiminin yakın ilişkide olduğu biri olurlar. Latin Amerika iktidarlarının yaşadığı darbelerin çoğunda ordu damgası vardır. Gerici iktidarlar hep ordu ile iç içe iktidarda durabildiler. Ordu tepesi ekonomi ile kaynaşır, savaş sanayinden ceplerini doldurmaya başlar. Burjuvazinin bir parçası olur.

Bu konuda biraz Marta Harnacker’e kulak verelim:

“Tepedeki askeri komutanlar ve altındaki askerlerin dünya görüşlerinin kurmak istediğimiz yeni toplum ile tutarlı olması çok önemlidir. İlginç bir şekilde Hugo Chaves neslinde çoğu asker ABD de School of Americas da değil 1971 yılında büyük değişiklikler geçirmiş olan Venezuela Askeri Akademisi’nde yetişmişlerdir. Andres Bello Planı olarak bilinen planla askeri akademinin eğitim düzeyi üniversitelere eş hale getirilir. Ordu kadroları politik bilimler okumaya başlarlar, demokrasi teorisyenleri ve Venezuela’nın koşullarını öğrenirler. Askeri strateji olarak Clausewitz, Asya stratejistleri ve Mao Zedong okurlardı. Bu askerler sonuçta bazı konularda üniversitelerde uzmanlaşmaya başladılar ve diğer üniversite öğrencileri ile bağlar kurdular. Eğer aralarında ABD akademilerine giden olduysa bile arkalarında sırt çantası ve ilerici fikirlerle gittiler.” (3)

1970’li yıllar Latin Amerika’da Chelerin, gerilla hareketlerinin, yaygınlaştığı yıllardı. O dönemde de Venezuela iktidarı askeri ilericilik yaparak ordu eğitimini halktan yana değiştirmiş. ABD bu dönemden çıkarttığı dersler ile dünya ordularına kendi askeri ideolojisini vermek için ülkesinde eğitime alır. Askerleri burjuva iktidarlarını koruyan güçler olarak eğitir. Yabancı dil de öğrenen bu askerler kendi ülkelerine dönünce ordunun üst kademelerinde göreve başlarlar. 21. yüzyıl sosyalizmi ülkeleri için bu önemli bir derstir. Ordu kademeleri halktan yana eğitimlerle donatılmalıdır.

Marta Harnacker devam ediyor:

“Üst kadrolara yükselmeyi demokratikleştirmelidir. Ordu içinde üst kadrolara yükselmenin önündeki toplumsal her türden ayrımcılığın kaldırılması önemlidir. Diğer ülkelerin aksine Venezuela’da birçok proje daha kolay oldu çünkü burada askeri bir kast yoktu. Üst düzey komutanlar kır ve kentlerin alt gelir gurubundaki ailelerden gelirler ve Venezuela halkının günlük yaşantılarında çektikleri zorlukları ilk elden bilirlerdi.” (4)

Ordu üst kadrolarının zengin ailelerden gelmesi ve bunun bir kast sistemi gibi işlemesi orduya gerici özellikler taşır. Orduda terfi sisteminin kesinlikle demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Çoğu diğer ülkelerde olduğu gibi terfi etmek bileğinin hakkına olmalı, kastlaşma engellenmelidir.

Bolivya ordusu bu türden İspanya sömürgeciliğinden kalma özellikler taşıyordu ve Morales bunları değiştirdi. “Artık en büyük vatanseverliği gösteren, devlet kurumlarına en bağlı, sosyal ve üretim güçlerine en çok desteği verenler ordu içinde en üst düzeye yükselme şansına sahip olacaklardır.” dedi. Morales iktidara geldiğinde ülkenin doğudaki Santo Cruz bölgesi hala sömürgecilikten kalma beyaz iktidar güçlerinin elindeydi. Kendisi bile buralara giremiyordu. Ancak orduya halkçı özellik verdikten sonra orduyu doğu bölgelerine yollayıp ülke sınırlarını garanti altına alabildi.

Ordu ile halkların kaynaşması daha doğrusu kaynaştırılması çok önemlidir. Bolivya ve Venezuela ilerici iktidarları bu konuya önem verdiler. Ordu barış dönemlerinde barakalarında oturup halkı mı seyredecektir? Ordunun bir şekilde üretken çalışmalar ve ülke kalkınmasına yardımda kullanılması doğrudur.

Burjuva ordu askerlerinin üniformaları ile halk içinde dolaşmalarının kuralları vardır. Örneğin askeri üniformalı iken ellerinde bir şey taşıyamaz bazı işleri yapamazlar. İki elleri boş olmak zorundadır. Halkın gittiği her yere gidemez, halktan soyutlanırlar. Halkla karışan asker burjuva çıkarını korumak için halk üzerine sürülemeyeceğinden halktan koparılır.

21. yüzyıl sosyalizminde bunların değişmesi gerekir. Ordu barakalarından çıkarıldı. Bir ara başkent Karakas’ta çöp toplama sorunu vardı. Askerler mahalle mahalle çöp topladı. Ordu Bolivya da köprüler, barajlar gibi alt yapı tesislerinin yapımına el verir. Okul ve hastane binalarının onarımında yer aldılar. Ordu böylece halkın sıkıntılarına yakından tanık olur. Aralarında kaynaşma, yakınlaşma ülkeye bir düşman saldırısı olduğunda askerleri daha şevkli yapar. Yakınlarını koruma bilinci ile dövüşür.

Trump yönetimi Venezuela’ya bizzat saldırabileceğini açıkladı. Koskoca ABD ordusu karşısında yoksul Venezuela ne yapacaktı? O zaman Maduro halkı silahlandırdı. Halk ellerinde silahlar ile ordunun yanına gitti. Bir savaş anında ordu ile bölgelerinde nasıl savunma yapacaklarını, ordunun nesine el verebileceklerinin talimlerini yaptılar. Zaten halkların öz savunması karşısında en güçlü ordu bile yenilebilir. Böylece ordu ve halk örgütlenmeleri arasında güçlü bir bağ kuruluyor.

Tersinden ordu da halktan öğreniyor. Örneğin Bolivya hükümet başkanı Linera Garcia buna bir örnek veriyor. Yerli halklar yıllarca İspanya sömürgeciliğine karşı dövüşmekten deneyler biriktirmiş. Bunu orduya anlatmaları da çok yararlı olmuş. Ordu yeni taktikler geliştirip bunu kendi içinde kullanmaya başlamış.

 

5) Solda Kültürel Değişim Önerileri

Batı farklılıklar taşısa bile dünyanın her yerinde sol parti, hareket ve guruplar, iktidara gelmek için temelde hep birbirine benzer sıkıntılar, sorunlar yaşıyorlar. Söz konusu ülke deneylerinden, sol iktidar olduktan sonra da aynı sorunların ne yazık ki devam ettiğini anlıyoruz. Hem kendi içinde hem de diğer sol yapılar arasında çeşitli uzlaşmazlıklar, kavgalar sürüyor. Hedefe nasıl, hangi araçlarla, hangi taktik ve strateji ile gidileceği tartışılıp tartışılıp gene tartışılıyor.

Sovyetler döneminde de sol birçok parti, gurup, grupçuklar halindeydi. Ortada denenmemiş ama halklara umut veren bir sosyalist teori vardı. Şimdiki sol da parça parça ama o zamandan farkı sosyalizmin halklar için bir umut olmasının önünde engel olarak yıkılan bir sosyalist sistem var. Günümüz solu Sovyetlerdeki sosyalizmin çöküşünün gerekçelerini halklara açıklamak hesabını vermek zorlu işi ile karşı karşıyadır. Yanlışlıklarını, kaynak ve açtığı sorunları anlatmalıdır. Sosyalizm tekrar halklar gözünde bir umut olarak itibar kazanmalıdır. Halklar o zaman onu tekrar kurtuluşlarının yolu olarak görecek ve sarılacaklardır.

Günümüz solunun Sovyet solundan bir başka dezavantajı olduğu düşünülebilir. O zamanlar halklar bir savaş yıkımı içindeydiler. Kapitalizmin bir umut olması düşünülemezdi. Zaten kapitalizm de anca kendi yaralarını sarıyordu. Oysa şimdi halklar liberal politikaların yıkımını görüyor, etlerinde kemiklerinde yaşıyorlar ama kapitalizmden tam umutlarını kesmiş değiller. O bitti, öldü diyemiyorlar. Yine de ona beslenen bir umut var. Kapitalizm bu umudu beslemede de doğrusu epey başarılı. Sovyetler döneminde ise böyle değildi. Sol güçler şimdi fazladan halklara liberal politikaların sonunun aslında kapitalizmin sonu, yeni liberal politikaların kapitalizmin varabileceği son aşama ve reforme edip halklardan yana çevirmenin olanaksız olduğunu anlatmak zorunda. Şimdi sol güçlerin iki açıdan da görevleri daha zordur.

Bu zora ikili iktidar sürecinin koşulları da eklenmiştir. Ülke içindeki solların birlikteliği, bu konuda yeni bir kültür geliştirmeleri çok daha acil önem taşıyor.

Latin Amerika kıtasında devrimci güçler arasında uzun yıllar çalışmış, hala çalışan, Chaves danışmanlığını yapmış olan Marta Harnacker’ın bu konuda çok bilgi ve deneyi var.

“Son olarak bu bölümü bitirirken çok kereler söylediğim şeyleri tekrar etmek istiyorum: Hegemonyayı kazanmak için solda yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır. Bizi birleştireni asli, ayırıcıyı ikincil gören, çoğulcu ve hoşgörü kültürüne; dayanışma, hümanizm, farklılıklara saygı, doğayı savunan değerleri öne çıkaran sol aktivistlere ihtiyacımız var; zenginlik peşinde koşmayı ve insan yaşamını yönlendiren pazar yasalarını reddeden; radikalizmin ne en radikal sloganları üretmek ne de radikal eylemler yapmak olmadığını anlayan, yani onun yerine geniş sektörlerin mücadelesini kucaklayan alanlar yaratma becerisi gösteren bir sol! Mücadele içinde büyüyüp, kendimizi dönüştürdüğümüzü anlayan ve bizi güçlü ve radikal yapan şeyin aynı mücadele içinde olmaktan geldiğini anlayan bir sol.” (5)

Harnacker, iktidarın nasıl alındığından çok önümüze koyduğumuz hedefler önemlidir, onun etrafında birleşmelidir, diyor. En önemli sorun solun iktidarda kalabilmek için kendi içinde bir birlik olabilmesidir. Aralarındaki fikir ayrılıklarını bu hedefi zedelemeden, kaybetmeden dövüştürme kültürünün edinilmesi gerekiyor. Solun iktidarda kalabilmesinin yolu halk kitlelerini ikna etmekten geçer. Sol hangi renkte olursa olsun buna kilitlenmelidir.

Harnacker’ın anlattıklarından kalkarak solu değerlendirmeye çalışırsak en önemli şeyin hedefe kilitlenip birlik olabilmek olduğu ortaya çıkıyor. Halkın solu seçimle iktidara getirmesi halkların artık sol iktidarların projelerini iyi anladığı, benimsediği, sosyalizm yolunu kesin tercih ettiği anlamına gelmediği anlaşılıyor. Halklar büyük bir çoğunlukla başka çareleri olmadığı için, kendilerine yakın gördükleri için, solu başa geçiriyorlar. Arjantin’de, Brezilya’da sol eğilimli iktidarlar bir şekilde gittiler. Şimdi de Ekvador bu tehlike ile karşı karşıya. O nedenle hangi renk ve görüşten olursa olsun sol güçlerin bu söz konusu ülkelerdeki iktidarları ayakta tutmaya el vermeleri gerekiyor. Bu doğrultuda bir kültür tam olarak yoktur ve oluşturulmalıdır. Nasıl iktidarı almak için ittifaklar yapılıyorsa iktidarda kalmak için de böyle ittifaklar yapılması gerekiyor. Gerekli olan çoğulcu, hoşgörülü bir kültür edinilmeli, farklılıklar değil birleştirici olanlar öne çıkarılmalıdır. Dayanışma, insanlık, farklı görüşlere saygı, doğayı savunan, zenginlik ve pazar peşinde koşmayı reddeden yanlar öne çıkmalıdır.

Çıkardıkları başka dersleri Harnacker’ın kitabından özetleyerek vermenin bizler için önemli olduğunu düşünüyoruz.

Solu birleştirebilecek diğer büyük güç halkla olan ilişkidir. Sırf oyları değil halklar davaya kazanılmalıdır. Chaves ilk olarak halk çoğunluğunun kalplerini ve akıllarını kazanmalıyız, diyordu. Sırf akılları da değil, kalpleri de kazanılmalıdır. Bu nasıl yapılacaktır? Ders vererek değil. Anlatarak, anlatarak, anlatarak. Anlayacakları dilde anlatarak. Bilinir, rahmetli Fidel Castro hafta sonları saatlerce konuşurdu. Radyodan, sonraları televizyondan sabahtan akşama kadar konuşur, anlatırdı. İktidarda ne karar aldılar, neden, kim ne dedi, ne anlama geliyor. Anlatırdı. Halk da dinlerdi. Anlamaya çalışırdı. Aynı şeyi Chaves yaptı. Onunda ünlü pazar konuşmaları vardı. Halkına yüreğini dökerdi. Şimdilerde Maduro da yapıyor. Correa’nın ünlü 4 saatlik konuşmaları vardı. Evo Morales de halkları ile bağlarını koparmıyor. Anlatıyor, halkları ile dertleşiyorlar.

Bu kültür önemlidir. Halkların bilinçlenmesi için önemlidir. Halklar dışlanmadan, anlamadıkları için sıkılmayacakları bir şekilde anlatılmalıdır. Bu altta tüm devrimci kadrolar için geçerlidir. Devrimcilerin Harnacker’ın deyimiyle pedagojik görevi vardır. Yani halkları eğitme görevi. Ama ders veren bilmiş bir hava ile değil, halkın seviyesine inerek onlara projeler, günlük olaylar anlatılmalıdır. Komut vermemelidir. Halklar yönlendirilmekten hoşlanmazlar. Bunun diyalektik yüzü de dinlemektir. Halkın dinlendiğini de anlaması çok önemlidir. Dinlenildiğini gören halklar anlaşıldıklarını düşünürler. Dertlerine çare olunacağına güvenleri artar. Derdini de döktüğü için kalbi yumuşayacaktır. Arada bir sevgi ağı örülecektir. Kalpler kazanılır. Onların özlemlerine uygun projeler üretilmelidir. Bunlar yapılabilirse sonraları çok güçlü, militan bir parti gelişebilir.

Marta Harnacker solun nasıl davranması gerektiğini kitabında uzun uzun işliyor ve eğer politika imkansız olanın imkanlı hale getirme sanatı ise sol önce güçlerini inşa etmelidir. (6) Halklar ile sosyal bir dayanışma kurulduktan sonra ancak politik bir güç inşa etmeye başlanabileceğini söylüyor. Bu çalışmada radikalizmle çok karşılaştıklarından yakınıyor. Oysa biz önce, diyor, güçlerimizi inşa edelim sonra politik güç haline geleceğiz. Radikal davranışların bu yolu kestiğini anlatıyor.

Marta Harnacker başka dersler de çıkarıyor. Halk hareketlerinin hizmetinde olunmalı onların yerini almaya çalışılmamalıdır. Sosyal ve politik güç inşa sanatının en önemli kuralı temel halk hareketlerine büyük saygı ve onların otonom gelişmelerine katkıda bulunulmasıdır. Sol militanlar sadece kendilerinin yaratıcı, devrimci, dövüştürücü fikirlere sahip oldukları yanlış düşüncesinden kurtulmalıdırlar. Fikir alışverişi yukarından aşağıya değil yatay, horizontal olmalıdır.

Devrimci güçler kitle hareketlerini ileri doğru nasıl iteceklerine kilitlenmelidirler. Bu da ancak omuz omuza dövüşerek sağlanabilir. Politik örgütten halka, halktan politik örgüte doğru karşılıklı gidiş geliş olmalıdır. Kitlelerle diyalog asla kopmamalıdır. Onların katılımına alanlar açılmalıdır. Bazı görevleri kendilerinin yapmaları gerektiğini anlamalarına yardım etmeliyiz.

Çok özet olarak Marta Harnecker sola böyle yol göstermeye çalışıyor ve bu özellikleri bir kültür haline getirme önerisini yapıyor. Söz konusu ülkelerde bire bir sol içinde işlerin nasıl gittiğini bilmek zor ama bu önerilerden solun iktidar olsa bile hastalıklarından kurtulmadığını anlıyoruz. Sol içindekiler de insan. Sosyalist devrimci kültür de böyle gelişecek demek ki. İktidar olunca ertesi günü olmuyor. Halklar ile birlikte onlar da öğreneceklerdir. 21. yüzyıl sosyalizminin yolu dümdüz değildir.

 

6. Sosyalist Demokrasi Sorunu

Sosyalist demokrasinin özü farklılıkların sesinin kesmemesidir. Halkların sesini kesmek bir yana çıksın sesler diye kanallar açmaya çalışılıyor. Halk iktidarını kurmak onların dilediklerini, isteklerini yerine getirmektir. Morales buna “obeying by governing” diyor. Çevirirsek halkları yönetirken onların dilediklerini yerine getirmek diyebiliriz. Yani iktidarlar halkların istediklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Durum böyle olunca onların ne istediğini duymak zorundayız. Halkların bir fikri yoksa fikri olmasına yardım etmek zorundayız. Bağıramıyorsa bağırma kanallarını açmak zorundayız. Sosyalist iktidar ancak diyalektik olarak kurulacaktır. Gelgitli olacaktır. O nedenle her ses duyulmalı, duyurulmalıdır. Ama yalan, yanlış, kötü niyetli liberal sesleri ne yapacağız? Tam bilinçlenmemiş halkların bu karışık ortamda kendileri için doğru olanı görmeleri nasıl sağlanacak?

Bu konuda örnek çoktur. Morales iktidarının anayasa çıkartması çok çok uzun sürdü. Sağ güçler bunu engelleyerek iktidarı çaresiz gösterme çabası güttüler. Halk güçlerini yanlış yönlendirdiler. Venezuela’da muhalefet Chaves ve Madura’yı iktidardan devirmek için ekonomik gücünü kullanıyor, halkı aç bırakıyor, sonra da iktidarı beceriksizlikle suçluyor. Yalan söylüyor. Ve halklar kanabiliyor. Sosyalist demokrasi var.

Bu konu bizi Latin Amerika solunun önündeki önemli başka soruna götürür. Bu ülkeler birbirine benzer Portekizce ve İspanyolca dillerini ana dil olarak kullanıyorlar. Bir ülkede olan tüm kıta halklarınca duyuluyor. Bu güzel yanı. Ama son yıllara kadar medyanın yaklaşık %90’ı sağ güçlerin elinde ÇUŞ çıkarları doğrultusunda yayın yapıyordu. Bu da kötü yanıdır. Tepelerinde de İngilizce olarak ABD gerici medyası avaz avaz kendi propagandasını yapıyor. Yalan yanlış, halkların kafasını çelici çıkarlarını bombardıman ediyorlar. Son zamanlarda hemen hemen her gün Venezuela baş haberdir. Her gün mutlak onunla ilgili çarpıtılmış birkaç haber olur. Yeni bir şey yoksa eski haber durur. Çoğu da uydurmadır. Karşıt gösteri fotoğrafları başka yerlerden çalınmadır. Bu sorun yalnız bölge değil tüm dünya halklarının sorunudur.

Söz konusu ülkeler iktidar olur olmaz konuya el atıp tarafsız devlet yayın organlarını kurdular. Telesur hem televizyon hem radyo olarak tüm Latin Amerika’ya yayın yapıyor. İnternet siteleri var. Bu halkların uyanması açısından önemlidir. Bir zamanlar Chaves her gecekondunun kendi radyosunu kurmasına büyük yatırım yapmıştı. Her tarafta halk radyo yayınları başladı. Halklar hem dinlediler hem de konuştular. Anayasa tartışmaları, seçimler bu kanallarla yapıldı. Halkın bilinçlenmesi böyle başladı.

Ekvador’da Correa medyayı devlet eline almaya, yayıncılığa yalanı değil doğruyu söyleme, yazma kuralı getirmeye çalıştı. Taraflı yayına savaş açtı. Ülkede bu konu uzun bir savaş olarak yaşandı. Şimdi Correa’ya başkaldıran Lenin Morena’nın ilk işinden biri bu devlet kurumunun başındaki yönetimi değiştirmek oldu. Devrimci iktidarın medya konusuna çok önem vermesi gerekiyor. Şimdilerde sosyal medya halkların örgütlenmesinde büyük bir olanaktır. İyi değerlendirilmesi gerekiyor.

 

 7) Seçimler Sorunu

Katılımcı demokrasilerde seçimler aşağıdan halk adaylarının yukarıya tırmanmasıyla olacaktır. Çok parti olacak mıdır? Farklı görüşler farklı parti bayrakları altında mı seçimlere katılacaklardır? Küba deneyinden yola çıkarsak orada farklı partiler yok. Her aday kendi alanında tanınan ve genel ülke sorunlarını bilen kişiler arasından seçiliyor. Sonra bu seçilen kişiler de devlet başkanını seçiyorlar. Halk iktidarı böyle kurulacak olsa gerektir.

Fakat o güne kadar ikili iktidar dönemlerinde çok parti var. Bunların da yerelde temsilcileri olabilir ama daha tepelerde belediyeler, eyaletler seviyesinde yoktur. Temsili seçim sistemi geçerli olma durumundadır. Zaten bu sol iktidarlardan hiçbiri seçim sistemlerini ellemedi. Eskisi gibi devlet başkanı ve meclis seçimleri dört ya da beş yıllık dönemler içinde yapılıyor. Seçilenler en fazla iki dönem üst üste görevde kalabiliyorlar.

Gene Marta Harnacker’i dinleyelim:

“Birçok kereler bu gündemler (seçimler) katılımcı demokrasi kurma gündemi ile çatışıyor. Halk iktidarının inşa süreci ya ertelenme eğiliminde oluyor ya da seçim kampanyası yapmak için zayıflıyor. Bu durum halkları sorunlarını kendilerinin çözmeleri doğrultusunda örgütlenmelerini yüreklendirmek yerine sorunları halk adına çözmeye öncelik veren popülist yollarla yapılıyor. Ayrıca adayların her zaman eşit koşullarda yarışmadıklarını eklemek de lazım. Medyaya açılımı olanlar ya da kampanyalarında devlet araçlarını kullananlar herkesten daha çok avantajlı oluyorlar.” (8)

21. yüzyıl sosyalizm yolunda ilerlerken iktidarda yapılacak çok şey oluyor. Sosyalist projeler uzun dönemli projelerdir. Dört ve beş yıllık dönemler, bu yolda yapılması gerekenler ve burjuva muhalefetin gücü ve engellemeleri düşünülürse çok kısa geliyor. Hem devrim uzun soluk isteyen bir iş hem de devrimi alıp götürecek liderler öyle bol bol yetişmiyor. Tek tek, uzun deneyler içinde gelişip çıkıyorlar. Dört beş yıllık seçim dönemleri uzun dönemli projelere yetmiyor. Uzun soluklu projelerin meyveleri daha çiçek açmadan daha tam oturmamış katılımcı sistemle seçim yapılması birtakım sorunları ortaya çıkarıyor.

İkili iktidar yaşayan ülkelerde seçimin burjuva muhalefet tarafından kazanılması olasılığı da hesaba katılarak iyi düşünülmesi gerekiyor. Söz konusu ülkeler seçim sürelerinde bir değişiklik yapmadılar. Çeşitli zamanlarda referandumlara başvuruluyor.

 

SONUÇ

Sovyetlerde olduğu gibi topyekün bir ayaklanma ile devrimler 19. ve 20. yüzyılda kalmış görünüyor. Latin Amerika’da Bolivya, Ekvador ve Venezuela’da sol güçler iktidara devrimle değil seçimle geldiler. Burjuva devlet yapısı tasfiye edilmeden, burjuvazi ile birlikte ikili iktidar dönemi yaşanıyor. Bu süreç içinde sosyalist üretim ilişkilerinin kapitalist üretim sürecini yeneceği bilimselliği ile davranıyorlar. Yepyeni sorunlarla karşılaşılıyor.

İkili iktidar sürecinin hiç de kolay bir süreç olmadığını görüyoruz. Bu ülke halklarının sosyalist demokrasi içinde aşağıdan devlet tepelerine kendi iktidarlarını kurması günümüzde yepyeni bakış açıları ve ekonomik değerler istiyor. Halklar öğrenirken bir oraya bir buraya savrulabiliyorlar. İç, dış faktörler bunu etkiliyor. Aynı şekilde bir ülkedeki güçler dengesi değişikliği sınırlarının dışına taşıyor.

Şimdilik sadece iki şey söylenebilir. İkili iktidarlar halk örgütlenmelerini en üst düzeye çıkartıp onların gerçekleri görmelerini başaramadıkları durumlarda iktidardan düşebilirler. Ülke güçler dengesi değişebilir. İkinci olarak ikili iktidar sürecinin başka komşu ülkelerde de gelişmesine destek olmak, bunu büyütmeye çalışmak önemlidir. İç ve dış faktörler diyalektik olarak birbirini etkiliyorlar. Nasıl kapitalist güçler iç ve dıştan birbirlerini destekliyorlarsa ikili iktidarlar da bu desteği, dayanışmayı geliştirmek zorundadırlar. Başarıları yalnız iç de değil dış ile kurdukları bağlarda yatıyor.

Söz konusu ülkelerde yaşanan bu süreç son günlerde kıtada sol iktidarların çeşitli nedenlerle iktidardan olması ile daha zorlaştı. Ancak Latin Amerika kıtası artık eskiden çok farklıdır. Halklar kazandıkları haklarını geri vermeyeceklerdir. Sol iktidarlar düşse bile yeni liberal politikaların artık kıtada eskisi gibi at koşturamayacakları bir döneme girilmiştir. Halklar aşağıdan, bu üç ülkenin deneylerinden de dersler çıkararak yeni bir döneme hazırlanıyorlar.

 

ALINTILAR

(1) Latin Amerika’da Solun Yetmezlikleri kitabından, links.org sitesinden

(2) Telesur.net Venezuelan Constituent Assembly Approves Workers’s Councils Law, 3 Şubat 2018 Paul Dobson

(3) 4 New paths require a new culture on the left, Marta Harnacker. Links.org 28. August 2014 s.65

(4) ay

(5) Conquering a New Popular Hegemony Marta Harnacker, s:19

(6) ay s:24

(7) ay s:13

(8) ay s:15