Tekelci Sermaye Saldırıyor: Tepeden Sınıf Mücadelesi* James Petras
Giriş
Bankacılar, tarım-işletmeleri elitleri, ticari mega iş sahipleri, sanayiciler, emlak ve sigorta patronları ve onların finans danışmanları, ‘yönetici sınıf’ elit üyeleri hep birlikte özel, kamu çalışanları ve ücretliler dahil küçük ve orta boy iş yeri sahiplerine (‘halk sınıfları’) boylu boyunca saldırıya geçtiler. Ücretler, emekli maaşları, sağlık hizmetleri, çalışma koşulları, iş güvenliği, kiralar, ipotek, eğitim masrafları, vergilendirme alanlarına saldırılar aile ve hane bireylerini baltalamayı hedeflemektedir.
Tekelci sermaye, gelir ve kar dağılımına meydan okuyarak iş yeri üretimini etkilemeye çalışan politik sosyal örgütlenmeleri zayıflattı ya da ortadan kaldırdı. Kısacası yönetici sınıflar tepeden bir ‘sınıf mücadelesi’ yolu ile sömürü ve baskılarını arttırdılar.
Yazımızda halk kitlelerinin sınıf mücadelesini zayıflatan ya da tersine çeviren bu tepeden sınıf mücadelesini geliştiren sosyo-politik koşul, yöntem ve araçları belirlemeye çalışacağız.
Tarihsel İçerik
Sınıf mücadelesi, kapitalist sınıf çıkarlarının ilerleme ve gerilemesinin başlıca belirleyicisidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası halk sınıfları gelirleri, yaşam düzeyleri ve iş yeri temsilinde istikrarlı gelişmeler yaşadı. Bununla birlikte, 20. yüzyılın son on yılında, yeni “neo-liberal” kalkınma politikaları yaygınlaştıkça, iktidar ve halk sınıfları arasındaki iktidar dengesi değişmeye başladı.
Her şeyden önce, devlet işverenler ve işçi sınıfı ilişkilerinde arabuluculuk yapıp uzlaştırmadan çekildi: Devlet şirketlerden aldığı vergileri düşürdü ve emeğin politika, kar ve gelir paylaşımında oynadığı rolü ortadan kaldırmaya odaklandı.
Devlet gücü ve gelirinin yoğunlaşması hem bölgeden bölgeye farklıydı hem de ülkelerde farklı tartışmalara yol açtı. Ayrıca, sınıf mücadelesi dengesindeki değişimleri yansıtan karşı-dönemsel eğilimler düz bir çizgide ilerlemiyor. Avrupa’da Kuzey ve Batı Avrupa ülke egemen sınıfları, kamu işletmelerini özelleştirdiler, sosyal refah maliyetleri ve ek ödenekleri düşürdüler ve sınır ötesi kaynakları yağmaladılar ancak devlet tarafından finanse edilen refah sistemine dokunamadılar. Latin Amerika’da, halk sınıflarının gücü, gelir ve refahının artması ya da azalması, sınıf ve devlet mücadelesinin sonucuna bağlıydı.
ABD’de ise egemen sınıfın devleti, iş yerini ve sosyal harcamaların dağıtımını tam olarak ele geçirdiğine şahit olundu.
Kısacası, 20. yüzyılın sonunda egemen sınıf, sınıf mücadelesinde üstün bir rol oynamaya başladı.
Yine de aşağıdan sınıf mücadelesi varlığını sürdürdü ve bazı yerlerde yani Latin Amerika’da halk sınıfları geçici de olsa devlet gücünden pay alabildiler.
Halk Gücü: Tepeden Sınıf Mücadelesi
Sınıf mücadelesinin inişli çıkışlı eğrisine en güzel örnek Latin Amerika’dır.
İkinci Dünya Savaşı arkasından 1940’ların sonlarında, halk sınıfları örgütlenme ve demokratik haklar elde ettiler, halktan yana reformlar yapıldı. Guatemala, Arjantin, Uruguay, Brezilya, Meksika, Venezüella önde gelen örneklerdir. 1950 başlarında ABD emperyalist “soğuk savaş” ile Guatemala, Peru, Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da bölge egemenleri ile sınıf işbirliğine girerek askeri darbeler biçiminde şiddetli bir sınıf savaşı başlattılar. O sıralar tarım ve maden ihracatına dayalı ekonomi dayatan ABD destekli asker-işveren yöneticileri sınıf mücadelesini bastırdı.
1950’ler ABD çok uluslu şirketleri ve Pentagon tasarımlı bölgesel askeri ittifakların gelişimi için “altın çağ” oldu. Fakat aşağıdan sınıf mücadelesi tekrar yükseldi ve ilerici, halktan yana ulusal endüstriyel koalisyonlar kuruldu. 1960’lı yıllarda başarılı Küba sosyalist iktidarı ve Latin Amerika’nın hemen hemen her yerinde onun izleyicisi devrimci sosyal hareketler ortaya çıktı.
1960’ların başlarındaki devrimci halk sınıfları isyanları, 1964-1976 yılları arasında; Brezilya (1964), Bolivya (1970), Şili (1973), Arjantin (1976), Peru (1973) ve diğer ülkelerde ABD desteği ile iktidarları ele geçiren ordu güçlerinin halk kurum ve iktidarlarını alaşağı indirmesiyle bastırıldı.
1980’lerin başındaki ekonomik krizler, ordunun rolünü azalttı ve ABD gözetiminde bir seçim karşılığında egemen sınıfların neo-liberal bir gündemi uygulamalarının kararlaştırıldığı “müzakere edilmiş bir geçiş” dönemine girildi.
Doğrudan askeri yönetimden yoksun olan egemen sınıf mücadelesi, merkez sol politik elitleri kendine ortak ederek halk sınıfları mücadelesini susturmayı başardı. İktidar güçleri halk sınıfları üzerinde neo-liberal gündem uygulasalar bile bir hakimiyet hem kurmadı hem de kuramadılar.
21. yüzyılın başında alttan sınıf mücadelesinde yeni bir patlama dönemine girildi. Üç olay birbiri ile kesişti: 2000 yılı küresel krizler, bölgesel finansal çöküşleri yarattı ve bu sanayi üretimini çökerterek, kitlesel işsizlik yarattı. Sonuçta kitlelerin doğrudan eylemleri ve neo-liberal iktidarların çöküşü hızlandı. 21. yüzyılın ilk on yılı boyunca neo-liberalizm geri çekilişteydi. Halk sınıfları mücadelesi ve toplumsal hareketlerin yükselişi neo-liberal rejimleri alaşağı etti ama egemen sınıfları yerinden edemedi. Bunun yerine, melez merkez-sol politik rejimler iktidar oldular.
Halk sosyal hareketleri, merkez sol partiler ve neo-liberal iş çevrelerinden oluşan yeni bir güç dengesi kuruldu. Ondan sonra gelen on yıl boyunca, bu sınıf ittifakı büyük ölçüde dünya hammadde fiyatlarındaki patlama sayesinde refah programlarını finanse eden, istihdamı arttıran, yoksulluk azaltma programlarını uygulayan ve altyapı yatırımlarını genişleten politikalar uyguladı. Post-neo-liberal rejimler, halk sınıflarının liderlerini yanlarına alıp egemen sınıfın siyasi elitlerini bıraktı ama tekelci sermaye sınıfının stratejik yapısal konumuna dokunmadı.
Halk sınıf mücadelesinin yükselişi merkez-sol politik elit tarafından söndürülürken iktidar sınıfları zaman kazandı ve iktidardaki bu merkez sol ve tutucu ittifak güçlerine rüşvetler vererek yağlı devlet kontratları ile iş anlaşmaları yaptılar.
Hammadde fiyatlarındaki patlama sona erince merkez sol sosyal refah ve alt yapı inşa programlarını bitirmeye zorladı. Büyük sermaye liderleri ve merkez sol elitler arasındaki ittifak çatladı. Gelen ekonomik durgunluk neo-liberal politik elitin tekrar iktidara gelmesine yol açtı.
Büyük sermaye iktidar sınıfı bir önceki zayıf ve uzlaşmacı neo-liberal rejimlerinden ders çıkartmıştı. Şimdi neo-liberal Yeni Düzenin güçlenmesini engellemekte olan halk örgütlenmeleri ve demokratik kurumları dağıtacak otoriter ve olası cazgır politik bir lider aradılar.
Neo-Liberal Yeni Düzen
Neo-liberal “Yeni Düzen” çeşitli özellikleri ile eskisinden önemli farklılıklar taşır.
İlk olarak, Yeni Düzen altında neo-liberal programlar sadece ‘piyasa disiplinine’ ve devlet destekli programlara değil, son derece baskıcı liderlere dayanıyordu. Otoriter politik rejimler neo-liberal sistem değişikliklerin sağlamlaştırılması, korunması ve finansal desteklenmesi için bir temel oluşturdu.
İkincisi, Yeni Düzen siyasal olarak, yönetici sınıf elitleri, mülk sahibi ve profesyonel üst orta sınıf tutucu gurupları ve daha aşağıda kişisel ve ekonomik olarak kendini güvensiz hisseden hareketli alt orta sınıflar ve eski sosyal düzenden kopanların koalisyonuydu.
Üçüncüsü, Yeni Düzen, doğrudan siyasi müdahaleye çağrı yapan demagog bir liderlik tarafından yönetildi. Bunlar toprak sahibi silahlı milisler, solcu işçileri korkutmaya gönüllü lümpen sokak savaşçıları ( özel gangsterler), topraksız köylüler ve işsiz sendikacılar tarafından desteklenen emekli aktif asker ve polis memurlarıydı.
Dördüncüsü Yeni Düzen elitleri, kitleleri, ‘marjinal grupları’ (eşcinseller, farklı renkten olanlar, feministler, göçmenler, vb.) aile, millet ve din düşmanları olarak hedefe koyup harekete geçirdiler.
Beşinci olarak, Yeni Düzen halk hoşnutsuzluğunu; yolsuzluk, ahlaksızlık ve sokaklarda asayişin sağlanamamasına yöneltti.
Yeni Düzen, neo-liberal iktidar elitlerin, önceki seçim düzeni (‘demokrasi’) politik, sosyal ve ekonomik kurumları ve kurallarının yok edilmesini sürdürme üzerine kurulmuştur.
Tek kelimeyle, tekelci sermaye sınıf mücadelesini yukarıdan yürütürken herhangi bir kısıtlama, düzenleme, yükümlülük olmadan tüm iktidar gücüne sahip olmak istediler ve serbest piyasa ‘reformları’ ile ilgilenmediler.
Neo-Liberal “Yeni Düzen”in Geleceği
Otoriter Yeni Düzen, ABD Başkanı Trump ve Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro gibi güçlü patronlar kazandı. Arjantin, Orta Amerika, Avrupa, Asya ve Orta Doğu’da neo-liberal müttefikleri var. Onlar geleneksel müttefiklerini siyasi-askeri zorbalık ile öte yandan dinamik rakiplerini ekonomik savaşlarla ve kitleler içindeki yandaşlarını ise ulusal ihtişamın yüceltilmiş bir vizyonunu içeren güçlü mesajlarla kucakladılar.
Başlangıçta, iş elitleri ceplerin doldurur, borsalar yükselir, vergiler düşürülür ve devlet sübvansiyonları da kitleler arasında ‘sıranın kendilerine geldiği’ umudunu ve mutluluğunu yayar. Kârlar ve polis devleti yasa ve düzeni, zengin orta sınıf ile iş çevresi elitlerini birbirine bağlar.
Dövüşken halk sınıflarının moralleri ise başarısız liderler, sosyal hareketler ve sendikaların sınıf mücadelesinden geri çekilmesi ile bozulur ve halklar ne yapacaklarını şaşırırlar.
Oysa otoriter tekelci sermaye neo-liberallerinin bir uluslararası ittifakı, bir küresel, bölgesel ve ulusal güç vizyonu vardır.
Ancak ilerlemelerini sürdürebilmek için dinamik bir ekonomik büyüme ve dönemsel ekonomik krizlerin üstesinden gelebilmeleri gereklidir. Ayrıca aşağıdan yükselen mücadeleyi kırmak için de eski düşmanların gerçek yüzü deşifre olduğundan yapay düşmanlar bulmak durumundadırlar.
Yukarıya doğru tırmanan hareketli orta sınıfın ortaya saçılan yolsuzlukları taraftarlarını hayal kırıklığına uğratır. Polis ve ordunun keyfi baskıları, genellikle gecekondulardaki uyuşturucu satıcılarından öteye orta ve işçi sınıfı mahallelerinde gasp ve sindirmeye doğru yaygınlaşır.
Otoriter Yeni Düzen, genellikle ‘içsel çürüme’, aşırı kar tutkusu ve yetkileri kötüye kullanma yoluyla çökmeye başlar.
Taraftarları haksız ayrımcılığa başlayınca sağ retorik kendini yemeye başlar. Yönetici sınıf kendi otoriter şok birlikleri yerine teknokrat, serbest pazardan yana ve yumuşak burjuva politikacılar aramaya başlar. Sol ve merkez-sol, sokak protestolarında yeni nesil taraftarlar ve hazır oportünist politikacılarla ittifaklar kurmaya çalışır. Yeni bir politik döngü şekillenir ama yeni bir sınıf mücadelesi doğacak mıdır?
Bu yazı Axis of Logic sitesinden alınmıştır.
Çeviri: Ayşe Tansever