Söyleşi: “Dönüşümün Sonuçlarını Mücadele Eden İşçiler, Kadınlar Belirleyecek”

Prof. Dr. Hacer Ansal ile Sanayi 4.0 üzerine konuştuk.

Merhaba hocam. Bugün genel olarak 4. Sanayi Devrimi ve bunun işçi sınıfına, kadınlara etkisini konuşmak istiyorum. Maddi olmayan emek ile maddi emek arasındaki çelişki nereye gidecek? İşçi sınıfı ilişkileri nasıl olacak?

Sanayi 4.0’ı en son teknolojilerin üretim sürecine dahil edilmesi gibi çok kısa bir şekilde açıklayabiliriz. Dijitalleşme olarak nitelenen 3. Sanayi Devrimi ile farkı, üretim sürecindeki tüm elemanların tek tek birbiriyle internet aracılığıyla bağlantıya geçmiş olması. Yani hepsi birbirleriyle iletişim halinde. 4. Sanayi devriminin anahtar kelimesi iletişim diyebiliriz. Üretim sürecindeki bütün tedarikçi firmaların ve firmanın içindeki bütün bölümlerin birbirleriyle iletişim halinde olmasına Sanayi 4.0 diyoruz. Çok daha geniş, günlük hayatımıza da girmiş haline de Internet of Things (IoT) yani ‘nesnelerin interneti’  deniliyor. Sanayi 4.0’da, üretimde tam bir entegrasyon var. Hem bütün üretim zincirindeki firmalar arasında yatay bir entegrasyon, hem de firmanın içindeki bölümler arasında dikey bir entegrasyon var. Birbiriyle sürekli iletişim halinde olan makineler sürekli veri üretiyor ve bu veriler sürekli olarak analiz ediliyor. Dolayısıyla, süreç sürekli kendini optimize edebiliyor. Sanayi 4.0’a, Almanya’daki sanayinin durumuna bağlı olarak Bosch, Siemens, Mercedes gibi sanayi devlerinin ortaya çıkardığı bir proje diye bakmak mümkün. Çünkü Almanya’da sanayinin ekonomi içindeki  payının epey düşmüş olduğunu ve sanayicilerin de bir çıkış, ya da yeni bir sınai atılım olarak, yeni bir üretim modunu Sanayi 4.0’ı başlatmış olduğunu söyleyebiliriz. Amerikalılar hiç Sanayi 4.0’dan bahsetmiyorlar mesela, onlar gelişmeleri hep IoT’den olarak niteliyor.

Kamuoyuna daha çok ‘robotlaşma’ şeklinde geçen bu süreç robotların üretimde daha aktif bir şekilde rol alması ve kimi mesleklerin ikamesini de beraberinde getirecek. Taylorizm sanayi işçisinin denetim altına alınması, işyerindeki sermayenin denetimini arttırması anlamında bir atılımdı sermaye açısından. 4. Sanayi Devrimi’      ni de, özellikle Hard ve Negri’nin bahsettiği, üretim maliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturan maddi olmayan, yaratıcı emeğin bir tür denetim altına alınmasına dönük bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Mesela avukatlık, cerrahlık ve hizmet sektörünün çok geniş katmanlarındaki başka birçok mesleğin yazılımlar, algoritmalar tarafından ikame edilmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bu, bir yandan sınıf içindeki parçalanmayı artıracak. Çünkü yine de nitelikli emek olacak, özellikle bu yazılımları yapabilenler açısından. Örneğin Silikon Vadisi gibi yerlerde çalışan insanlar… Ama bir yandan da geçmişte orta sınıf diyebileceğimiz, üst sınıflarla daha yakın iletişimi olan kesimlerin de güvencesizlik korkusunu daha fazla taşıyacağı ve toplumda diğer emekçi kesimlerle yaklaşacağı bir moment de yaşayacağız gibi gözüküyor. Bunun sonuçlarıyla ilgili sizin öngörüleriniz neler olabilir?

Bir kere Sanayi 4.0’ın işçi sınıfına etkisinin işsizlik olacağı kesin… Elektronik sektöründe yeni yeni iş alanları açılacağı ileri sürülüyorsa da çalışanlar arasında kesin olarak inanılmaz bir bilgi hiyerarşisi ortaya çıkacak gibi gözüküyor. Yani bilgiyi ve bütün bu teknolojiyi yöneten, yazılımları üretenlerle diğer çalışanlar arasında… ICT yani iletişim ve bilişim teknolojisi sektöründe şimdiden tahmin bile edemeyeceğimiz yeni meslekler çıkacak deniyor…Ama bu sektör her şeyi kontrol altında tutuyor olacak gibi duruyor. Bazı araştırmalara göre, onun dışındaki mesleklerin %50’ye yakınının yok olacağı yönünde. Bütün bu teknolojiyi, üretim sürecini, günlük yaşamı belirli bir kesim kontrol altında tutacak diyebiliriz. Onun içinde, bir yanda bunlar, bir yanda mesleğini kaybetme korkusu yaşayanlar ama bir yanda da işsizler olacak diyebiliriz sanıyorum.

Yani toplumun çok büyük bir kısmı da gereksizleşecek gibi…

Kesinlikle. Yapılan çeşitli araştırmalarda inanılmaz bir verimlilik artışı ortaya çıkacak deniyor. Evet, tabi ki çıkaracak; ama diğer yandan büyük bir işsizlik de çıkaracak. Peki bütün bu üretilenleri kim tüketebilecek? Talep nereden kaynaklanacak? Talep eksikliğinden kaynaklan bir kriz de öngörülüyor. Bu da kapitalizmin ciddi bir krizi anlamına gelir. Bu konuda devletlerin epeydir  konuştuğunu duyuyoruz, bu sorunun üzerinden nasıl gelebiliriz diye. Hatta 1980’lerden beri biliyoruz, G13 arasında falan tartışma konusu bu. Aslında global bir çözüm düşünülmesi gerekiyor ama devletlerin hiçbirinin çıkarına uygun gelmiyor bu. Her devlet kendi çıkarına göre hareket etmeye çalışıyor. Dolayısıyla genel bir adım atmaya girişilemiyor. Global bir düzenleme için global düzeyde bir kuruluş olması lazım, yaptırımı olması lazım ki bütün bu üretim sürecini, üretim-tüketim dengesini sağlayabilsin. Mevcut Dünya Bankası veya IMF gibi yapıların şimdilik bu tür düzenleme için yeterli olmadığı açık… Dolayısıyla henüz global olarak bu soruna çözüm bulunabilmiş değil. Onun için benim öngörüm sınıf mücadelesi, sınıf çelişkisi, işsizliğin de ötesinde devletler arasında ciddi bir çıkar çatışması, sosyal sınıflar arasında inanılmaz bir çatışma çıkması. Bunu kapitalizm nasıl halleder? Belki de yine bir tür sosyal devlet düzeni ile… Bilemiyorum kapitalist sistem nasıl bir çözüme gidecek ama öyle bir çözüme doğru gitmek zorunda gibi gözüküyor. Biliyorsunuz, yurttaş maaşı, vatandaşlık geliri gibi şeyler konuşuluyor. Öyle bir şey yapmazlarsa, kapitalist ekonomik sistemde işsizlik sürdürülebilir bir şey değil diye düşünüyorum…

Aslında Marx’ın komünizm koşullarıyla ilgili öngörüsü aşırı bolluk, verimlilikteki aşırı yükselme, malların değerinin neredeyse sıfırlanmasıydı. Emek-değer teorisi açısından bakıldığında robotlar tarafından üretim yapılan koşullarda malların değeri de böyle bir sıfırlanmaya doğru gidişte. Çünkü malın yeniden üretim maliyetleri korkunç bir biçimde düşüyor. Ama Marx’ın bu öngörüsü gerçekleştiğinde aynı zamanda örgütlü, toplumun en önemli gücünü oluşturan bir işçi sınıfı olacaktı ve işçi sınıfı bu koşullardan da yararlanarak komünizmi ve tam eşitliği organize edecekti. Bu bir “ütopya” idi. Ama şimdi sermaye iktidarının, tekelleşmenin iyice aşırılaştığı koşullarda; teknolojinin de böylesi tek elde toplandığı bir dünyada aslında bu bir distopya! Sizin bundan önceki konuşma ve yazılarınızda vurguladığınız bir yön var. Biz burada teknolojik determinizmle karşı karşıyayız. Yani 4. Sanayi Devrimi ile ilgili genel metinlerde teknolojinin doğrudan, başka hiçbir faktörün etkisi olmaksızın bir takım sonuçlar yaratacağından bahsediliyor ama politikanın kendisiyle, toplumun kendisiyle nasıl yönlendirilebileceği pek tartışılmıyor. Bu konuda toplum ne diyecek, sınıf ne diyecek, işçiler ne diyecek, sendikalar ne diyecek diyorsunuz. Bu çok önemli bence. Çünkü son kertede bunların sonuçlarını belirleyecek olan şeyler politik müdahaleler. Bizim de Yol’un bu sayısında tartışmak istediğimiz tam da bu. Aktör ve özne kim olacak? Bu yeni sınıfsal bileşim nasıl inşa edilecek?

Evet, bütün dinamikler devreye girecek ama politik müdahaleler için gerekli örgütlenmenin nasıl olacağı pek öngörülemiyor. Mevcut durumdaki hareketliliğe baktığımızda nasıl bir karşı çıkış olacak, nereden ortaya çıkacak? Kapitalizmin farklı farklı kriz alanları var ve bu krizlerin tüm mağdurlarını bir araya getirebilecek bir örgütlenme yok mesela şu an. Beni bu süreçle ilgili biraz karamsarlığa sürükleyen şey de bu. Mesela bir çevre krizi var ki adeta top yekün global bir felakete sürükleniyoruz.  Kadın mücadelesi var, ırkçılığa maruz kalanlar var, çevreciler var, işsizler var. Bunlar nasıl bir toplumsal muhalefet ortaya çıkaracak ve nasıl bir dönüşüme doğru bizi yönlendirecek? Öngörmek benim için şu anda çok zor ama böyle gitmesi de mümkün değil. Çevre meselesiyle ilgili mesela bütün dünyaya yayılmaya başlamış olan çocukların, genç insanların eylemleri var. Böyle bir bilinçlenme insana çok iyi geliyor. İşçi sınıfı bilinçlenmesiyle ilgili olarak ise,  gelecek için işçi sınıfı demekte bile zorlanıyorum. Çünkü daha ziyade işsizler sınıfı olacak sanki artık. İşçi sınıfı ICT sektöründe çalışan; evet, hala emeğini satarak geçinen ama bütün teknolojik gelişimlerin kontrolünü elinde bulunduran bir katman olacak gibi…Bu katmanı ben işçi sınıfı olarak nitelemekte zorlanıyorum doğrusu.

Orada biraz Weber bakışı yani statü kavramı devreye giriyor. Çünkü onlar aslında biraz üst sınıflarla rabıta halinde.

Geçenlerde mühendislerin konumuyla ilgili bir arkadaşla konuşuyorduk. Mühendisler sermayenin ajanı olarak düşünülür genel olarak literatürde. Ama Türkiye’deki mühendislerin konumu ise hiç öyle olmadı. Çok farklı dinamikler söz konusu.

Evet, mesela YTÜ’den öğrenci bir arkadaş o zamanın asgari ücreti olan 1400 liraya bir iş teklifi almıştı. Mekatronik Mühendisi bir öğrenci 2500 liraya iş bulduğu için bana muazzam bir mutluluk içerisinde geldi. Dolayısıyla orada da büyük bir vasıfsızlaştırma var, sermayenin sınıfa saldırısı olarak. 4. Sanayi Devrimi bu saldırının kapsamını da genişletiyor. Benim de ümidim aslında bu vasıfsızlaştırma kapsamının gelişmiş olması. Yani daha önce orta sınıf içerisinde yer alan kesimleri de radikalleştiriyor olması. Kol ve kafa emeği arasındaki ayrım giderek anlamsızlaşıyor ve işçi sınıfı hem kafası hem kolu çok güçlü olan bir şeye dönüşüyor. Evet, üretim içerisindeki rolü zayıflamış durumda. Eskisi gibi grevler yaparak üretimleri kilitleyebilecek durumda değil ama bir yandan da bileşimi giderek zenginleşiyor.

Ama işçi sınıfının mücadele gücü, üretim birimlerinde çok büyük sayılarla bir arada olmaktan kaynaklanıyordu. Fordizm’in getirdiği büyük işletmelerdeki işçilerin sendikalaşması ile ortaya çıkan bir güç birliği… Sendikalaşma giderek ortadan kayboluyor ve artık o kadar az sayıda işçi var ki… Bence yeni örgütlenecek olan kesim artık işçi sınıfı değil işsizler olacak sanki. Esas hareketlilik oradan çıkacak. O kadar az sayıda, belli bir sektörde toplanmış, bütün her şeyi kontrol eden kesimden herhangi bir müdahale beklemek zor geliyor bana. Dolayısıyla hakikaten tüm bu gidişattan mağdur olan kesimlerden ve işini kaybeden insanlardan çıkacak ne çıkacaksa.

Ama işin bir de şöyle bir boyutu yok mu hocam? Batı’da birçok ülkede sanayi işçisi azalırken üretimin Doğu Asya’ya kayması meselesi var. Çin’de milyonlarca işçinin çalıştığı fabrika kentler var mesela.

İşte şimdi Sanayi 4.0 ile birlikte o da geri çekiliyor. Merkeze geliyor. Artık Uzak Doğu’ya ihtiyaç yok çünkü. Doğu’ya oradaki ucuz emeği sömürmek için gidiyordu. Ama artık ucuz emeğe ihtiyaç kalmıyor. Almanya biraz da bunun için yaptı zaten Sanayi 4.0’ı. Tüm üretim Almanya’da yapılacak. Hem hiç durmayan hem de enerji tasarrufu yapan makineler var. Mesela, tır şoförleri yasalara göre günde 8 saat ara vermeden maksimum 11 saat çalışabiliyor. Ama sürücüsüz tırlar 24 saat, optimum hızı sürekli koruyarak, dolayısıyla enerji maliyetlerini de %70 oranında kısarak gidebiliyor. Dolayısıyla Sanayi 4.0 ile birlikte sizin ucuz emekle baş edebilmeniz giderek zorlaşıyor. Mesela bu durum Türkiye’deki sanayicileri de fena halde endişelendirmekte… Avrupa ama özellikle de Alman sanayiine  tedarikçi firma konumunda idi Türkiye . Ama Almanya’da Sanayi 4.0 ile gerçekleştirilecek üretimin maliyetinin çok daha aşağısında gerçekleştirilebilirse ancak Türkiye tedarikçi bir konumunu koruyabilecek. Yoksa yok! Bitti.

1990’lı yıllarda Türkiye’nin Latin Amerikalaşması sürecini değerlendirmiştik. Brezilya favela’larının İstanbul’a taşınması, toplumun bir kesiminin güvencesizleşmesi ve toplumun dışına itilmesiyle ilgili ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde gidip bu varoşlarda örgütlenme meselesi üzerinde yoğunlaşmıştık ve Dayanışma Evlerimiz vardı. Mahallelerde sendikaları ikame edecek örgütler yaratmaya çalışıyorduk.  Birbirine iş bulma, eğitim dayanışması, toplumun daha eğitimli kesimlerinin mesela doktorların gelip mahallelerde sağlık dayanışması yapması tarzında bir örgütlenme modelimiz vardı ve bu son derece başarılıydı. Ama bunun rakibi İslamcılar oldu. Belediyeleri aldıktan sonra bu işi bizden çok daha büyük paralarla ve çok daha kapasiteli bir şekilde yapmaya başlayınca, aslında bizim strateji olarak yani düzeni değiştirecek, emekçileri düzenin merkezine getirecek bir projenin parçası olarak düşündüğümüz şeyi İslamcılar yaptı. Ama bu Anadolu burjuvazisini İstanbul zenginlerinin yanına getirdi. Şu anda da sınıf örgütlenmeleri açısından sıkıntılar yaşıyoruz ama krizler sosyalizmi enteresan bir şekilde daha tartışılır hale getiriyor. Amerika’da mesela Alexandria Occasio Cortes AOC, Bernie Senders kampanyası, Fransa’da Gilet Jaune’lar… Her yerde sol sosyalist programlar konuşuluyor. Mesela İtalya’daki 5 Yıldız Hareketi’nin ve faşizan partinin koalisyonu şu anda vatandaşlık geliri uygulaması getiriyor. Dolayısıyla toplumun bir kesiminin bir dönem artık demode olan sosyalizmle ilgili talepleri yeniden ciddi bir şekilde tartıştığını görüyoruz. Baktıkça şaşırıyorum mesela Amerika’da bizden çok daha canlı bir sosyalizm tartışması var. 

Çok büyük bir nüfus yalnız…Orada bu sosyalizm tartışması ne kadar yaygın olarak yapılabiliyor??? Aslında ben genel olarak iyimser bir insanım ama bu gelişmeler karşısında çok iyimser olamıyorum. Umarım ben yanılırım. Ne tür önlemler alınabilir? Bu konuda tek düşünebildiğim şey, her şeye egemen olacak ICT sektöründe olabildiğince fazla insanın eğitilmesi. Bu bilgi hiyerarşisini mümkün olduğunca kırmaya çalışmak lazım. Mümkün olduğu kadar çok insanı o alanda söz ve kontrol sahibi yapmaya çalışmak lazım.Örgütlenmenin zeminini de güçlendirecek bir şey aslında. Ha bunu kim yapacak? Firmalar yapmaz bunu. Niye öyle bir hizmet versin ki? Bana kalırsa sendikalar, sol belediyeler ve meslek örgütlerine düşecek iş. Gerçekten iletişim sektörüne hazırlıklı hale getirmek gerekiyor insanları. Bilgi hiyerarşisini ancak bu şekilde kırabiliriz. Marksist Emek süreci üzerine çalışan birisi olarak sosyalist toplumda da bu hiyerarşiyi nasıl yok edeceğiz meselesine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Rahmetli Nail Satlıgan ile tartıştığımız nokta da buydu. O Taylorizm, Fordizm işçi sınıfı lehine kullanılabilir, verim artışı ile birlikte daha kısa süre çalışılabilir, insanlar geri kalan zamanda kendilerini geliştirebilir, yönetime katılabilir  diyordu. Ben de kapitalist teknolojiler işçi sınıfı lehine kullanılamaz, çünkü bu tür üretim kapitalist toplum yapısını yeniden üretir, üretimde bilgi hiyerarşisi olduğu sürece eşitlikçi bir toplum ortaya çıkarmak mümkün değil diyordum. Eşitlikçi bir toplum yaratmak istiyorsak, Sovyetler’dekinden farklı olarak, o hiyerarşiyi, bilgi hiyerarşisini nasıl yok ederiz üzerine kafa yormamız lazım. Şimdi gerekli önlemler alınmazsa, o hiyerarşi uçurumu giderek büyüyecek Sanayi 4.0’la birlikte.

Toplumun farklı güç merkezlerinden oluşur olması lazım. Sonuçta yaşadığımız sosyalizm deneyiminin en önemli sorunu tek bir güç merkezinin yukarıdan aşağı olması ve iktidarı dengeleyebilecek, onunla baş edebilecek, ona karşı bir reaksiyon verebilecek bir toplumsal tabanın olmaması. Aslında özyönetim örgütleriyle yani “Sovyetlerle” devlet arasında ya da parti arasında bir karşılıklılık olmadığı durumda böyle bir sonuç çıkması kaçınılmaz. Halbuki Chavez’in ilk başlarda tartışmaya çalıştığı şey buydu. Bolivarcı alternatif bir ekonomi olacak. Düzen de var ama onunla rekabet, mücadele içerisinde dinamizmini kaybetmeden gidecek.

Devlet nedir ve nasıldır? Bunları tartışmak lazım. Devleti belki de ortadan kaldırmak gerekiyor.

E tabi devlet zaten teorik olarak ortadan kalkması gereken bir şey.

Ama o da hep çok daha sonraya bırakılması gereken bir konuymuş gibi düşünülüyor. En baştan düşünülmesi gerek bence. Mesela benim ta baştan Leninist parti örgütlenme biçimine itirazım var. Baştan hiyerarşik bir örgütlenme biçimi ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla oradan çıkacak bir devletin de hiyerarşik ve eşitsiz bir toplumu yaratacağını öngörmek mümkün. Daha baştan her tür hiyerarşiye karşı çıkacak, bütün hiyerarşileri ortadan kaldıracak bir örgütlenme düşünmemiz lazım bence…

Orada benim tek düşündüğüm özyönetim aygıtlarının gücünün kaybedilmesinin önüne geçilmesi. Çünkü savaş koşullarında küresel anlamda tehditlerin olduğu bir zamanda devletin bir anda ortadan kalkmasını beklemek çok gerçekçi olmayabilir. Ama önemli olan devletin içeride kendisini dengeleyebilecek araçları ortadan kaldırmaması. Bizim yaşadığımız deneyimin en büyük handikabı o. Her şeyi bilen ve her şeyin üstünde tek bir parti, neredeyse bütün toplumu kurgulayabileceğini ve her şeyi planladığı gibi yürütebileceğini düşündü.

Şimdi bilgi hiyerarşisine kafayı takmış diye düşünebilirsiniz ama öyle J İngiltere’de işçi partisinin birkaç parti toplantısına katılmıştım. Ki İngiltere’deki işçi sınıfı gerçekten bilinçli, diğer bir çok ülkeye kıyasla. Ama öyle örgütlerde şöyle oluyor: Baştaki liderlik her şeyi biliyor, her şeyi zaten düşünmüş, kararlaştırmış ama güya oylama yapıyor. İşçi de bakıyor; çok saygı duyduğu, bilgisine güvendiği bir insan elini kaldırıyorsa o da kaldırıyor. Siz karar verin; biz oylayalım, onaylayalım havasındalar. Bu bilgi hiyerarşisinden kaynaklanıyor ve gerçekten demokratik, eşitlikçi bir toplum yaratma açısından çok sağlıksız, üstesinden gelinmesi zorunlu bir durum bu…

Bu hiyerarşinin mağdurlarından biri de kadınlar. Çünkü bu hiyerarşilerin tepesinde genelde erkekler oluyor. Sizin bu konudaki vurgularınız da çok önemli. Son gelişmeleri kadınlar açısından değerlendirmek gerekirse o konuda neler söylemek istersiniz?

4. Sanayi Devrimi’nin kadınların çalışma yaşamına katılımını nasıl etkileyeceğini inceleyen 2016 Dünya Ekonomik Forumu’nun Endüstride Cinsiyet Ayrımı Raporu’na göre, gelecek 5 yıl içinde 3 milyon kadının işini kaybetmesi bekleniyor ki bu sürenin üç yılı neredeyse geçti bile…Ayrıca, Dünya Ekonomik Forumu raporunda Sanayi 4.0 dönüşümüne bağlı olarak açılacak yeni işlerde, teknik alanlarda çok az varlık gösteren kadınların ateş hattında olacağı ikazında da bulunuluyor. Her şeyi kontrol eden, geleceğin sektörü olarak kabul edilen ICT sektörüne baktığımızda ise, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sicilinin çok kötü olduğunu görüyoruz. Kadın çalışan çok az, en vasıfsız işlerden olan çağrı merkezlerindeki kadın çalışanlar dahil edilerek bakıldığında bile kadınlar ancak % 18, en fazla % 25 oranında. Tüm dünyada üniversitede okuyan her 1000 kadından sadece 29’u bilişim veya ilgili bir alandan mezun oluyor ve bu 29 kadından sadece 4’ü bilgi ve iletişim teknolojileriyle ilgili bir işe girebiliyor. Bu vahim tabloda zaman içinde bir gelişme var mı diye baktığımızda, o da yok. Hatta, daha da kötüsü, Amerika’da 1980’de Bilgisayar Bilimlerinde kadınlar toplam mezunların %36 ‘sını oluştururken, 30 sene sonra, 2010’da bu oran %18’e düşmüş.

Türkiye’de de durum farklı değil maalesef. ICT için gelecek o sektörde falan deniyor ama Türkiye’de de bu sektörde kadınlar fazla varlık göstermiyor. ICT sektörüne eleman yetiştirecek üniversitelere baktığımızda kadın akademisyen olarak da kadın öğrenci olarak da durum çok kötü, seneler itibari ile de olumlu bir gelişme gözlenmiyor. Gerçekten bu konuda iş feministlere düşüyor bence. Hem firmalardaki mevcut durumu değiştirmek için hem de kadınların kendilerinin de içselleştirdiği ataerkil anlayışa karşı çok ciddi mücadele vermek gerekiyor. 80’lerde yaptığım bir araştırma nedeni ile Elektronik Mühendisliği’nden mezun olan teknoloji şirketlerinde çalışmakta olan kadın arkadaşlarla konuşmuştum. Birincil vazifesini ev işleri ve çocuk olarak, çalıştığı işi de ikincil, üçüncül iş olarak görüyor. Mümkün olduğu kadar iş yerinde az çalışıp, eve dönüp oradaki görevlerini yerine getirme var kafasında. Dolayısıyla hardware kısmında kadın çok az idi, çünkü orada işler daha yoğun,  daha fazla çalışılması, sıklıkla mesaiye kalınması vs. lazım. Ama kadınlar software- yazılım- kısmında kalıp 9-5 çalışmayı tercih ediyorlar ya da buna mecbur bırakılıyorlar. Cinsiyet eşitliği açısından Amerika’da en iyi konumda olduğu bilinen firmalarda bile, mesela Apple şirketinde, teknik işlerde çalışan kadın oranı %20. En iyisi bu, öyle düşünün! Twitter’da ise bu oran sadece %10. Dünyanın en büyük 11 teknoloji firmasında teknik işlerin %85’i erkeklere ait.

Yani genel olarak kadınların durumu daha da vahim… Kadınların özellikle de ICT sektöründe nasıl yer alabileceğine dair yeni şeyler üretmemiz lazım. Bu sistem içinde kadınların ICT sektöründe var olabilmeleri için devlet politikaları ile uygun teşviklerin geliştirilmesi zorunlu bence. Ama gene söyleyeceğim, bu iş feministlere düşüyor, bu konuda sıkı bir feminist mücadele verilmesi gerek…