Sınıf Hareketinin Kurumları ve Sokak Sendikacılığı * Mehmet Akyol

***

Bu yazıyı 6 Ekim 2016’da aramızdan ayrılan Mehmet Akyol yoldaşımız hazırlıyordu. Yazı tamamlanmamıştı, Sokak Sendikası’nın öncüleriyle tekrar ele alınmayı gerektirecek şekilde ham haldeydi. Yoldaşımızın hastalığının ardından hızla aramızdan ayrılması nedeniyle yazının üzerinde son bir çalışma yapılamadı. Ancak bu sayıda tartışmak istediğimiz çerçeveye ufuk açması temennisiyle, çalışmaya bu ham haliyle yer vermeyi uygun gördük. Bu vesileyle hayatının her anını mücadele için dolu dolu yaşayan, ölüm döşeğindeyken “Nereden çıktı bu hastalık, daha çok işimiz vardı.” diyerek kafasındaki projeleri hayata geçiremeyeceğinin kaygısını yaşayan yoldaşımızı bir kez daha özlemle anmak isteriz. Mücadele=hayat diyen tüm yoldaşlarımıza duyduğumuz sonsuz saygıyla…

***

Bugüne kadar sınıf mücadelesinin siyasal ve ekonomik mücadele kurumları üzerine yapılan tartışmalar hala derine inmiş değil. Sınıfın nitel ve nicel değişmelerine denk düşen örgüt biçimleri hala el yordamı ile bulunuyor. Bu konuda dişe dokunan bir tartışma ise ufukta görünmüyor.

Ekonomik mücadele alanı konusunda bir tartışma başlatmak için bir ön tespit gerekli. Ekonomik alan denince akla ilk gelen sendikaların başarılarının altında sürekli olarak bir politik yapılanma olduğu çoğu kez unutulur. Bu nedenle sendikaların içinde bulundukları krizden çıkmaları öncelikle politik örgütlerin güçlenmelerine bağlıdır, tespiti yapılmalıdır.

Ekonomik alan denince sendikaların yanı sıra geçmişte kooperatif, dayanışma kasaları gibi kurumlaşmalar yaratıldığı bilinir. Sınıfın sorunlarına cevap vermek konusunda sendikaların bu tür kurumlara öncülük ettiğide. Ancak günümüzde özellikle sınıfın yapısının giderek daha heterejon hale gelmesi ile sendikaların hem kendi yapılarını buna denk hale getirmeleri, hemde diğer kurumlaşmalar artık hayati bir hale gelmiştir. Her iki alanda önümüzde duran sorunlar ve bunun çözüm yolları nelerdir?

Sendikaların nerede durmakta?

Resmi rakamlar meydanda, çalışanların neredeyse üçte biri sigortalı/kayıtlı olarak çalışıyor. Bunların ise onda birinden daha azı sendikalara üye. Üyelik için noter şartının kaldırılması sendikalara yeni bir imkan getirmemiş gibi gözükmekte. Tam tersi yeni yasa sendikaların önünü daha da tıkamakta. Hemen hemen her sendikanın başının üstünde bir işkolu barajı satırı sallanmakta. Yeni torba yasası ile üç sendikal federasyonunu üyesi sendikaların yetki barajlarının tedrici olarak %3’e çıkarılmasını iptal etti. Başka bir deyişle bir federasyona bağlı iseniz işkolu barajınız %1’de kalacak, değilseniz %3.

Yeni yasa çıktıktan sonra görüldü ki işkolu barajı, işkolu sayısının 20’ye düşürülmesi ile neredeyse eskiyi aratır bir durum yaratmakta. Geçiş döneminde %1 olan baraj pek çok sendikayı yetkisiz hale getirmişken, bunun 2018’de %3’e çıkması sonucu bütün sendikaların barajın altında kalmasına neden olacaktı. Sorun, bağımsız sendikalar için bir hilkat garibesi eşitsizlik yaratılarak şimdilik çözülmüş durumda.

Gerek bu durum gerek malum sendikacılık anlayışısendikaların kendi dertleri ile uğraşmaktan sınıfın dertlerine zaman ayıramama (!) sonucunu doğurdu. Elbette geleneksel olarak sendikaların, en azından sınıfın bir bölümü için bir gereklilik olmaya devam ettikleri açık. Ancak bu sendikaların kendi örgüt anlayışını değiştirmeleri zorunluluğunu ortadan kaldırmamakta.

Sigortasızların sendikası

Yasaların belirlediği sendika anlayışının yanı sıra yeni tip sendikalara ihtiyaç ortadadır. Herşeyden önce sigortalı/kayıtlı çalışmayanların sendikal örgütlenmeleri nasıl olmalıdır, sorusuna elle tutulur bir cevap gereklidir. Yasaların belirlediği sınırlar içerisinde sigortasızların sendikal mücadeleye katılımı için akla ilk gelen cevap, sendikaların e-devlet üzerinden üye olma yerine doğrudan sendikalara üye olmalarını sağlayacak bir örgütlenme anlayışı, bir tüzük değişikliği olanağını araştırılmalıdır.

Bu durumda sendikalarda iki ayrı türden sendika üyesi ortaya çıkacaktır. Tüzük bu anlamda bu farklılığı ortadan kaldıracak bir anlayışa sahip olmalıdır. Baraj derdine düşmüş olan sendikalar bu tür örgütlenmeleri bir yük olarak göreceklerdir. Ancak bu durumun sendikalara yeni bir imkan yaratacağıda unutulmamalıdır.

Sendika aidatı

Öte yandan sigortasızların ayrı bir sendikal örgütlenme modelide tartışmaya açılmalıdır. Özellikle bağımsız sendikalar için bu yeni bir perspektiftir. Bunun önündeki engel olarak görülen sendika aidatı artık bir çözüme kavuşturulmalıdır. Mevcut durumda sendikalar e-devlet üzerinden üye kazanmakta, işkolu barajını aştıktan sonra, toplu iş sözleşmesi yaparak işveren üzerinden sendika aidatlarını ödemekteler.

ABD gibi ülkelerde ‘Chek-off’ sistemi olarak adlandırılan bu sistem, sendikaları maddi açıdan işveren tam bağımlı hale getirdiğinden, AB ülkelerinde daha çok karma sistemler ortaya çıkmıştır. Esası, sendika aidatının bir kısmının işveren üzerinden tahsili, geriye kalanının işçinin kendi ödemesidir. Bu durum işçi ile sendika arasında daha yakın bir ilişki ortaya çıkarmaktadır. Ülkemizde sendikal hareket, aidatın sadece toplu iş sözleşmesine bağlanmasını aşmak zorundadır.

Diğer tip sendikalar

Ülkemizde biraz el yordamı biraz taklitle ortaya çıkan kadın, gençlik, işsiz ve emekli sendikaları üzerinde neredeyse hiç tartışma yapılmıyor. Gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerdeki deneyler biriktikçe bu konuda artık bir derlenip düzenleme aşamasına gelinmektedir.

Esas olarak bu kurumların mevcut sendikal düzenin dışında kaldıkları ortadadır, ancak varlıkları bir gerekliliktir. Sorun örgütlenme ve mücadele yöntemlerinin geliştirilmesidir. Bu alanın aktörlerinin bir araya gelerek sorunları masaya yatırmayı ve ortak çözümler üretmeyi gündemlerine almaları gereklidir.

Çalışanların haklarını korumayı amaçlayan, genelde yerel veya bir konu ile sınırlı kalan çeşitli adlarda ki işçi kurumları içinde benzer şeyler söylemek mümkündür. Bu çerçevede ‘Sokak Sendikacılığı’ kavramıda tartışılmalıdır. Mücadelenin yarattığı özgür alanlarda, yasaların sınırlamalarını aşarak yürütülen hak mücadelesinin kamuoyunda meşruluğu ilan edilmelidir.

Her alanda kurumlaşma

Sınıfın bütün ekonomik sorunlarını sendikaların üzerine yüklemekten vazgeçerek her alan için kendine özgü kurumlaşma gerçeği kendini dayatıyor. Örneğin işçi sağlığı, iş güvenliği artık sendikalara bırakılmayacak kadar toplumsal önem kazanmış durumda.

Çalışanların mesleki öğreniminden tüketim kooperatiflerine kadar bir dizi sorun için benzeri şeyler söylemek mümkün. Bu tür kurumlaşmalar için daha cesur olunması, daha az acaba soruları sorulması lazımdır.

Neden Sokak Sendikacılığı

İşçi sınıfının doğduğu günlerde çalışanların hiçbir hakları bulunmamaktaydı, vahşi kapitalizm sınıf üzerinde hiçbir sınır tanımadan satacak işgücünden başka bir şeyi olmayanları istedikleri gibi kullanıyorlardı. Deyim yerinde ise kapitalizm bugüne kadar geçirdiği her aşamada bu tür bir düzeni hayalinde yaşattı.

Ancak işçiler bir araya gelerek hak mücadelesine başladılar. Öncelikle tek tek işyerlerinde, dinlenme araları haklarından daha fazla ücret, aynı ücretle daha az çalışma gibi haklarını kazanmaya başladılar. Bu hakların yaygınlaşması sonucu bu haklar yasal hale gelmeye başladı.

Çalışanların sendika ve benzeri örgütlerinin ortaya çıkması ile toplu iş sözleşmeleri aracılığı ile bu haklar daha sistemli hale geldi. Ancak bu süreç tek taraflı işlemedi, sınıfın her yenilgisi sonrası bu haklar tekrar geri alınmak istendi.

En son 89’da duvarın çöküşü ile dünyanın her yerinde bu geri gidişler yaşandı, sınıf artık yeni haklar yerine mevcut hakları için mücadele vermek zorundaydı. Yukarıda belirtildiği gibi kendini biraz güçlü hisseden işverenler vahşi kapitalizm özlemlerine denk düşen uygulamaları gündeme getirdi.

İşte Sokak Sendikacılığı, işçi haklarına göz diken, mevcut yasal hakları hiçe sayan işverenlere karşı sınıfın öz savunma kurumları olarak anlaşılmak durumundadır. Bu tür işverenlere karşı yasal mücadele imkânları çok sınırlıdır, mahkeme kararlarını bile dinlemeyen işverenlerden yasal hakları almak neredeyse imkânsız hale gelince sınıf olarak meşru zeminde iş başa düştü diyerek mücadele etmek gerekir. Bunun içinde sınıf zoru çoğu hallerde kaçınılmaz hale gelir.

Hele kayıt dışılığı meşrulaştıran bir düzende sınıfın zorunun da meşrulaşacağı açıktır. Merdivenaltı, sigortasız, güvencesiz bir ortamda, çalışanlar ertesi gün işe geldiklerinde işyerinin ortadan kaybolduğunu görüyorlar. İşten çıkarılanların ücretleri ödenmiyor. Mahkeme ve sendikalar bunlarla nasıl mücadele edebilir?

Bu durumda gene kayıtdışı bir sendika oluşması gerektiği düşüncesi İstanbul’un bir mahallesinde ortaya çıktı. Böyle bir kuruluşun oluştuğunu duyan çevredeki işçiler hemen başvurulara başladılar.

Sokak Sendikası’nı oluşturanlar ilk başta adeta yepyeni bir dünyaya girmiş gibi oldular. Gelen sorunlar o kadar değişik ki her seferinde yeni bir şey öğrenir oldular. Geçen zaman içerisinde sorunu halleden işçinin bir sonraki sorunu ortaya çıkana kadar ortadan kaybolduğu görüldü.

Sorunlar düzenli olarak üç kişilik mahkeme heyetine gelmekte, bu üç kişiden biri kurumdan, diğer ikisi mahalle sakinlerinden seçilmekte.

Bu durumda prensipler oluşturulmaya karar verildi.

Gelen sorunlar bir komisyonda görüşülmekteydi. Burada ilk tartışmalar yapıldı ve şu prensiplerde görüş birliği sağlandı.

1. Müdahale edilecek konular sadece sınıf sorunları olacak.

2. Gelen sorunun halledilmesi için sorunu getiren işçiye, bir sonraki işçinin sorunun çözümüne katılma şartı getirildi. Bunu kabul etmeyenlerin sorunlarına bakılmadı.

3. Sorun kurulan bir mahkemede işçi ve işverenin katılımı ile görüşülmekte. Burjuva mahkemelerini takmayan işverenler bu mahkemeye gelmekteler. Bunun nedeni kurumun mahallede yarattığı gelenek. İşveren gelmezse doğrudan cezalandırılacağını bilmekte.

4. Bu prensipler mahalleye duyuruldu, ısrarlı olma ve sınıfın meşru zorunu kullanma hakkı savunuldu.

5. Bürokrasi olmadığı için sorunlar kestirmeden çözülmekte.

6. İşveren karara uymazsa haciz yolu ile işçinin alacağı tahsil edilmekte. Haciz sorununa çözüm getirilen işçilerle birlikte yapılmakta.

Karşılaşılan zorlukların başında oluşturulması amaçlanan Sokak Sendikası Meclisi’nin sürekli hale gelememesi bulunmakta. Mahalledeki her işletmeden bir işçinin katılımı ile oluşacak bu meclis sürekliliğin garantisi olacak. Ancak işyerlerindeki istikrarsız istihdam bu amacı zorlaştırmakta.

Başka bölgelerde benzer deneyler yapılamadı bu nedenle oldukça yerel kaldı. Yanlış ve eksik alınan kararlar oldu.

Benzer şekilde bazı siyasi çevrelerin işverenden yana tavır koymaları ile karşılaşıldı.

Basına yansıyan bir örnek

Bir gazetede yer alan “Sendika sokakta, sokak sendikada” adlı haberde şunlara dikkat çekiliyor:

İstanbul Okmeydanı Mahallesi’nde emekçiler canlarına tak eden kayıtsızlığa karşı Dayanışma Evi adı altında ‘Sokak Sendikası’nı kurdular. Mahalledeki merdiven altı işyerlerinin kayıtdışı çalıştırdığı, güvencesiz, mevsimlik işçiler ve göçmen işçiler sorunlarını ortaklaştırıp kendi deneyimleriyle sorunlarına çözüm arıyorlar. Bu, bürokrasinin, başkan ve sekreterlerin olmadığı, mahalle sakinlerinden oluşan bir sendika. Güvencesizlerin öz savunması olarak nerede bir hak gaspı varsa hep birlikte patronun kapısına dayanıyorlar. Haklarını almadan o işyerinden ayrılmıyorlar. İşveren gece makinaları kaçırmasın diye nöbet bile tutuyorlar. Tüm bunların yaşandığı Okmeydanı Mahallesi Dayanışma Evi’nin çalışanı Orhan Köklü ile konuştuk.

Kapıya dayanıyoruz

Mahalledeki herkesin yaşadığı hak gaspının bu fikrinin doğmasına neden olduğunu ifade eden Köklü, süreci şöyle anlattı: “Bu mahallede merdiven altı bir sürü tekstil atölyesi ve kayıtsız işyerleri var. Buralarda çalışanlar bu mahallenin çocukları, kadınları yada mevsimlik olarak Kürt illerinden gelenler ile göçmen işçilerdir. Hepsinin ortak özelliği kayıtdışı, güvencesiz, gündelikçi olarak çalıştırılıyor olmalarıdır. Yaşadıklarını paylaştılar. Her seferinde çeşitli kriz dönemlerin mağdurları olduk. Ve haklarımızı da hiçbir şekilde ispatlayamıyorduk çünkü işyerleri kayıtlı değil. Mahkemeye gittiğimizde işyerinin kaydına rastlanmıyor. Hangi sendikaya gittiysek ilgilenmediler. Çünkü sigortamız yok. Tüm bunlar üst üste gelince Sokak Sendikası fikri ortaya çıktı.”

Köklü, yaşadıkları deneyimleri ise şu ifadelerle aktardı: “2009 yılında bir arkadaşımız çalıştığı işyerinde alacağını 8 ay boyunca alamadı. Patron da mahallemizde tanınan birisi. Önce bu patronun geceleri barlarda, pavyonlarda eğlendiğini tespit ettik. Ardından o işyerinde çalışanların aileleriyle birlikte patronla konuşmaya gittik. Patronun ailesiyle görüştük. Yaşamını deşifre ettik. En sonunda bize bir ödeme planıyla geri döndü. Yine 180 TL’lik bir alacağı için sokak ortasında işveren tarafından dövülen bir ablamızın yaşadıkları var. Dayak yiyen kadınla birlikte işyerinin bulunduğu sokaktaki esnafı gezdik, işverenin diğer işçilerine anlattık ve işyerinin kapısında ayrılmadık. İşveren bir saat sonra parayı getirdi ve bütün esnaftan özür diledi. Daha birçok benzer örnekler var.”

Amed’in sokakları örnektir

Deneyimlerden yola çıkarak güvencesizlerin resmi sendikasının kurulması için çalıştıklarını sözlerine ekleyen Köklü, Amed’in (Diyarbakır), Colemêrg’in (Hakkari) ve Venezuela sokaklarının kendileri için ön açıcı olduğunu söyledi. Köklü, şöyle devam etti: “Bütün dünya deneyimlerinden yararlanıyoruz. Venezüella’yı takip ediyoruz. Kürt illerindeki Demokratik Özerklik sistemini yakından takip ediyoruz. Gençlik, köy, işçi, kadın meclisleri gibi biz de batı illerinde örgütlemeye çalışıyoruz. Bizim için stratejik bir yaklaşımdır. Komünal bir yaşam tarzı benimsediğimiz bir çalışma sistemidir. Yozlaşmayı, çeteleşmeyi, parçalanmışlığı dayatan sisteme karşı stratejik bir karşı mücadeledir.”

2013 yılında yapılan “Güvencesizler Konuşuyor” adlı bir tartışma toplantısı ile ilgili diğer bir haber ise konunun ülkemizde hangi düzeyde tartışıldığını gösteriyor. Haber şu şekilde,

Güvencesizler, model örgütü tartıştı

TMMOB Mimarlar Odası’nda yapılan “Güvencesizler konuşuyor” forumu sona erdi. Tekstilden, inşaata, tersaneden, ev işçisine kadar birçok iş kolundan foruma katılan işçiler sorunlarını konuştu, örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması ve model örgütlülük için düşünce ve önerilerde bulundu. İşçiler işçilerin var ettiği sendikaların yeniden kazanılması vurgusunda bulundu.

Anadoluda Yaşam Kooperatifi, BATİS, Bir Umut Derneği, Çalış Der, Dayanışma Sendikası, Devrimci Sendikal Birlik, Ev Eksenli Türkiye HOME.net, Ev işçileri Dayanışma Sendikası Girişimi, Göçmen Dayanışma Ağı, İMECE Kadın dayanışma Derneği, İşsiz ve Güvencesiz Çalışanların Sendikalaşma Girişimi, Katılımcı Sendikal İnisiyatif, Limter İş, Sosyal Araştırmalar Vakfı, Sosyal Haklar Derneği, Sosyal-İş, Tekstil Sen ve Yeni Demokratik Sendikal Birlik’in bir araya gelerek gerçekleştirdiği “Güvencesizler konuşuyor” forumu işçilerin önerileri ile son buldu.

Forumun bu bölümde ilk söz alan işten atılan taşeron PTT işçisi Rıza Soylu, güvenciz çalışan işçilerin çalışma yaşamında yaşadığı sorunlardan ve baskılardan bahsetti. İşçilerin örgütlenmesinin önündeki en büyük engellerin taşeronlaştırma ve özelleştirmeler olduğunu söyledi. İşten atmalara karşı çalıştıkları yerde tepki örgütledikleri için işten atıldıklarını ifade eden Soylu, 13 gündür direnişte olduklarını hatırlattı. Soylu “Güvencesiz çalışan işçilerin hiçbir yasal haktan yararlanmadıklarını geleceklerinin patronların ya da müdürlerin iki dudağı arasında olduğunu söyledi. Fiili meşru mücadelenin dışında alternatifleri olmadığını söyledi.

228 gün boyunca TÜBİTAK önünde işe geri dönme mücadelesi verdikten sonra mahkemeyi kazanan Aynur Çamalan, genel grev genel direniş şiarıyla günlerce TEKEL işçileriyle birlikte sokaklarda eylem yaptıklarını, taban olarak bu greve katıldıklarını söyledi. Üyesi oldukları Tez Koop İş sendikasının bu greve destek kararı almasına rağmen üyelerine rapor ya da başka bahaneler bulup bu şekilde katılmaya çağırdığını ifade etti. Buna karşı çıkan işçiler işten atıldığı gibi sendika tarafından terk edildiğini dile getiren Çamalan, “İşe geri dönmek için iş yeriyle mücadele ettiğim gibi, sendika bürokrasisine de karşı da mücadele ettim. Biz o sendikalar içerisinde mücadele etmeliyiz. Var olan sendikalar içerisinde bu yapılarının değişmesi için elimizden gelen mücadeleyi vermemiz gerekiyor” dedi. Sermayenin neoliberal birikimleri ve saldırılarına karşı, sınıf sendikacılığı anlayışıyla işçilerin ve onların örgütleri olan sendikaların kendi kimliklerine yeniden kavuşturulması gerektiğini söyledi. Sınıfın gündelik taleplerini ve bilincini sosyalist bir içerikle bağlamak gerektiğini ifade etti.

SOKAK SENDİKACILIĞI ÖRNEKLERİ ARTIRILMALI

Eğitim Emekçileri Derneği’nden Uygar Özdemir, sözleşmeli güvencesiz çalışan öğretmenlerin yaşadıkları sorunlardan bahsetti. Özdemir, “Dernek sınırları bunu örgütlemeye yeterli değildir. Buna karşı alternatif perspektifler sunmalı, işçi sınıfı deneyimlerinden öğrenmeliyiz. Sınıf eksenli bir siyaset yapılmalı. İşçilerin kurtuluşu kendi ellerindedir” dedi.

Konfeksiyon işçisi Soner Esen, güvencesiz oluğu için ücretlerini aylarca alamadıklarını, bunu talep ettikleri zaman hemen kapı önüne konulduklarını söyledi. En son Sokak Sendikası’na başvurarak bir yılda alamayacakları ücretleri hemen alabildiklerini dile getiren Esen, çalıştığı Okmeydanı’nda 100 metre karelik bir alanda 10 taşeronun bulunduğunu, bunlarda çalışan 200 işçinin sadece 9 tanesinin sigortalı olarak çalıştığını vurguladı. Esen, Sokak Sendikacılığı gibi örgütlenmelerin çoğaltılması önerisinde bulundu.

SENDİKALARI PATRONLARA BIRAKMAYACAĞIZ

Havacılık iş kolunda çalışan kaptan Bahadır Altun, Hava-İş sendikasında yürüttükleri muhalefet nedeniyle dışlandıklarını söyledi. Güvensizliği sistemin dayattığını ifade eden Altun, güvenceliler ile güvencesizleri örgütleyen ayrı ayrı kurumların bunlar arasındaki ayırımları da körükleyeceğini dile getirdi. Hepsini bir yerde örgütleyebilecek bir yapının oluşturulması ve bundaki temsiliyetin işçi meclisleri şeklinde oluşturulacak yapılar ile sağlanması gerektiği önerisinde bulundu. Altun, “Bir bebekten katil yaratan bu sistemin kendisi. Şuanki sistem ve sendikalar bu sendika patronlarını oluşturuyor. Biz niye bu yapıları patronlara hediye edelim. Bu işçileri bölen bir şey, onun için bu yapıları bunlara bırakmayacağız. Bunun için bunları yok etmek zorundayız, amatör sendikacılığı özendiren bir yapı şeklinde profesyonelce çalışabilmeliyiz” diye konuştu.

Altun, bütün örgütlenme biçimlerinin reddetmektense mümkün olduğunca bunların işlevlendirilmesine önem verilmesi gerektiğini kaydetti.

SENDİKALARI İŞÇİLER YENİDEN KAZANMALI

Konfeksiyon işçisi Orhan Köklü, güvencesiz işçilerin başvurabileceği ya da haklarını savunabileceği şuanda mevcut bir kurumun bulunmadığına dikkat çekti. Sendikaların buralarda örgütlenmesi gerektiğini söyledi. Güvencesizlerin gücünü sokaktan alan bir harekete ihtiyacı olduğuna dikkat çeken Köklü, sokaklarda kadın meclisleri, halk meclisleri, işçi meclisleri şeklinde örgütlenmelere gidilebileceği önerisinde bulundu.

Hasan Diler, sistemin yapısal kriz içinde olduğunu ve bunun için işçilere azgınca saldırdığını dile getirdi. “İşsizlik daha da çoğaldı, kafa kol emeği arasında bir silikleşme söz konusu, hizmet sektöründe bir çoğalma ve bir farklılaşma söz konusu. Günümüzde sendikalar işçi sınıfının önemli örgütlenme merkezleri. Burada bir sorun var işçi sınıfı paramparça olmuş, işçi sınıfını nasıl bir araya getireceğiz sorusuna cevap verebilmeliyiz” diye konuştu.

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu adına konuşan Erkan Arslan, Türkiye’de bulunan işyerlerinin yüzde 98’inin 50 kişinin altındaki işletmeler olduğunu söyledi. Arslan “İşçiler sendikaları terk ediyor. İşçi sınıfı tarihini yazan sendikaları işçiler yeniden kazanmalıdır. Sendikaları terk edemeyiz, bürokratlara bırakamayız. Manevi ve maddi ayrımcılığının sendikalardan kaldırılması gerekiyor. Sendikalardaki temsilcilerin seçimlerle gelmesi gerekiyor” diye konuştu.

Sadiye Çil, ev eksenli çalışma hakkında bilgi verdi. Hiçbir iş yerine bağlı olmadan çalışan kadınları örgütlemek için yaptıkları çalışmalarla 28 ilde örgütleme başardıklarını söyledi. Ev eksenli çalışmanın İLO’nun 177. sayılı tavsiye kararında yer aldığını kaydeden Çil, bu işçi haklarına Türkiye’nin buna imza atmadığını bunun için mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.

Tekstil Sen adına konuşan Huri Vayiç, dünyada yaşanan neoliberal ekonomik koşullar ile bir yandan özelleştirmeler bir yandan ise taşeronlaştırmanın yaygınlaştırıldığına dikkat çekti.

Belediyelerde, inşaatlarda, tersanelerde, tekstilde, bunun alanlardaki yaygınlığına yönelik örnekler verdi. Türkiye’de 6 milyon kadının sadece yüzde 18’inin güvenceli olduğunu, toplumun yarısını oluşturan kadınların örgütlülük düzeyinin çok düşük olduğunu söyledi. Vayiç, “Sermaye sınıfı kendini F Tipleriyle, polisiyle sağlamlaştırıyorsa bizim de kendi siyasetimizi sağlamlaştırmamız, iktidar perspektifiyle hareket etmemiz gerekiyor. Birçok şeyi ortaya koyduk bunlar yetmez bunun için harekete geçmek gerekiyor” dedi. Sınıf eksenli sendikacılığı muhakkak yapmak zorunda olduklarını söyleyerek konuşmasını bitirdi.

İşçiler, her türlü güvencesizleştirmeye karşı, sigortasız, sendikasız, esnek çalışmayı önlemeyi hedefleyen, iş saatlerinin düşürülmesi esasına dayanan, herkese iş talebi içerisinde mücadelenin çeşitli şekillerde verilmesi, kayıt dışı çalışmanın önüne geçilmesi, sendikal örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırılması için birlikte mücadele edilmesi şeklinde önerilerde bulundu. İşçilerin ve onların örgütlülüklerinin başta işçilerin birlikteliğini ve geleceğini karartan esnekleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırmaya karşı politikalar geliştirmesi gerektiği vurgusunda bulundular.

Sonuç

Yukarıda ki örneklerde görüldüğü gibi geleneksel sendikacılık günümüzde sınıfın sadece bir bölümünü örgütleyecek durumda. Bunun için bile kendi iç örgütlenmelerini yeniden düzenlemek ve örgütlenme anlayışlarını değiştirmek zorundalar.

Sınıfın diğer bölümünün örgütlenmesi için de Sokak Sendikacılığı gibi oldukça orijinal örgütlenme modelleri yanı sıra pek çok model pratik mücadele içinde denenmekte. Bu deneyler ısrarla izlenmeli, irdelenmelidir, hazır bir reçetenin olmadığı aşikardır. Sendikalarla bu tür örgütlenmelerin ilişkileri ise tartışmaya açılması gereken öncelikli konulardan biridir. Devrimci Turizm İş Sendikası tarafından hayata geçirilmeye çalışılan ‘İşçi Meclisi’ tipi örgütlenmeler bu açıdan ilginç bir deney olacaktır.

Sokak Sendikacılığı tartışmalarının önünü açacak olan bu perspektiflerdir.