KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK – AIJAZ AHMAD

Yol, Bahar 2018

 

Çeviren: Muzaffer Kaya

Frontline, V.34, S.25, 22-12-2017.

http://www.frontline.in/cover-story/red-october-in-retrospect/article9982449.ece

 

Ekim Devrimi ile birlikte, devrimci dinamiğin odağı Doğu’ya ve genel olarak emperyalizme karşı mücadele eden ülkelere doğru kaymaya başladı. Komünizm ve anti-emperyalizm arasındaki bu simbiyoz, Kızıl Ekim’in daha kalıcı mirası olacak gibi görünmektedir.

[Bu makalede, kendi başına devasa bir konu olan Kızıl Ekim’den sonra yaşananlar üzerinde değil, bu devrimin sürmekte olan küresel önemi, ona yol açan süreç ve başta Lenin’in kendisi olmak üzere devrimin aktörlerinin devrimin nasıl bir devlet ve toplum doğuracağı konusundaki beklentileri üzerinde duracağız. Makalede geçen bütün tarihler, devrimden epey sonra da Rusya’da kullanılmış olan Julian takvimine göre verilecektir. Julian takvimi, çok daha yaygın olarak kullanılan Gregoryen takviminin 13 gün gerisindedir. Örneğin, 1917 devrimci dinamiğini başlatan Rus kadın işçilerin yürüyüşü, Gregoryen takviminde 8 Mart, Julian takviminde 23 Şubat olan Uluslararası Kadınlar Günü’nde gerçekleşti. Bu yüzden adı Şubat Devrimi.]

Ekim 1917’deki Büyük Bolşevik Devrimi asla basitçe bir “Rus” devrimi değildi. Aksine, evrensel insanlık tarihinde büyük bir değişime işaret eden bir olay ve bir dönüm noktasıydı. Bu devrim, 1789 Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da patlak veren bütün bir devrimler zincirini takip etti, ancak yalnızca sermaye egemenliğine değil onunla birlikte özel mülkiyete de dolayısıyla tüm sınıflı topluma da son vermeyi öngören ilk devrimdi.

Çığır açan Mart-Nisan 1917 yazılarında Lenin gerçekte, devletin derhal “sönümlenmesini” (kendi deyimiyle “Ordu, polis ve bürokrasinin feshedilmesini” ve bu işlevlerin yaklaşık iki milyon kişiye dağıtılmasını) öngörür. Bu, herhangi bir devrimin kendisi için belirlediği en geniş kapsamlı projeydi.

300 yıllık Çarlık monarşisi Şubat 1917’de çöktüğünde, Bolşeviklerin çoğunluğu da dâhil olmak üzere, Rus Solu’nun çoğu, Batı tarzı bir burjuva demokrasisini kendi ülkelerinde yerleştirmeye çalıştı. Bunun aksine Lenin, “yaklaşan Avrupa devriminin önsözü” olacak acil bir sosyalist devrim için, işçi ve köylülerin seferber edilmesini savundu. Benzer şekilde, onun emperyalist zincirdeki “en zayıf halka” olarak Rusya imgesi, bir devrimin en zayıf halkayı kırması halinde tüm zincirin çözüleceği stratejik kavrayışını ortaya koydu. Bu anlamda Bolşevik Devrim, Avrupa boyutuna sahip olmanın yanı sıra, sömürgeciliği ve emperyalizmin dünya çapındaki krizini patlatacak bir güç olarak da hizmet edecekti.

20. yüzyılda tarihin gelişiminde iki büyük özgürleştirici güç temel önemdeydi: Kapitalizmi sosyalist bir geleceğe doğru aşma mücadelesi ve sermayenin yarattığı küresel sömürge sistemini parçalama mücadelesi. Elbette kapitalizmin kendisi yüzyılın başında küresel bir sistem haline geldi. Sermaye ve sömürgenin neredeyse özdeşleştiği, 1914’e kadar sömürgeci güçler, sömürgeler ve eski sömürgelerin (Amerika’daki) dünya yüzeyinin yüzde 85’ini kaplaması gerçeğinden hareketle anlaşılabilir. Bolşevik projesi, tüm bu sistemi -onun hem sömürgeci hem de kapitalist yönünü- yok etmeyi amaçladı, yoksa Rusya’yı kendi içinde dönüştürmeyi değil.

Rusya yalnızca bir çarlık devleti değildi. Aynı zamanda büyük bir sömürgeci imparatorluktu. Britanya ve Fransa’dan farklı olarak Rusya, sınırlarından uzakta sömürgeler elde edecek kadar güçlü değildi. Çoğunluğu Müslüman olan, Türkçe konuşulan sömürgeler çok yeni kazanımlardı ve Asya’da olduğu gibi Avrupa’da fethettiği tüm topraklar Rusya ile sınırdaştı. 20. Yüzyıl’da sömürgeci imparatorlukların dağılması Britanya ve Fransız sömürgelerinde değil, Çarlık sömürgelerini derhal özgürleştiren ve onları daha büyük ve çok uluslu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği sistemi içinde otonom, büyük ölçüde kendi kendilerini yöneten cumhuriyetlere dönüştüren Bolşevik devrimiyle başladı. Rus sömürgeleri, sömürgeci bağımlılıktan sosyalist kurtuluşa doğrudan geçiş yapmakta tarihte ilkti. Ayrıca Lenin’in sömürge ve ulusal sorun üzerine ünlü tezlerinin ilk olarak sadece Rus sömürgeleri için formüle edildiğini ve başka yerlerde uygulanması için sonradan genişletilip geliştirildiğini hatırlamak gerekir. Tam da devrimin bu niteliği sayesinde Bolşevikler ve bu geleneğe dayanan komünistler, sınıf ve imparatorluk arasındaki özsel ilişkiyi ve anti-sömürgeci, anti-emperyalist milliyetçilikler ile sosyalist devrim arasındaki örtüşmeyi her zaman vurgulamışlardır. Bolşevik devrimin bu yönü Üçkıta’da[1] [Tricontinent] (“Üçüncü Dünya” ya da yeni moda “Küresel Güney” yerine tercih ettiğim terim) özel bir rezonansa sahip olmuştur.

 

Köylülük Kendi Tarihini Yapar

Bolşevik Devrim, köylülüğün ilk kez kendi tarihinin yapıcısı olarak ortaya çıktığı büyük bir tarihsel olaydı. Köylü ajitasyonları ve ayaklanmaları Fransız devrimi sırasında da yaygındı. Ancak hiçbir zaman, devrimin başat güçleri olan kentsel orta sınıfların ve Paris proletaryasının nüfuzu altından çıkamadılar. Fransa’da eski rejimin yenilgisi ve büyük toprak sahibi ailelerin sayısız mülkünün feshedilmesi elbette köylülüğe fayda sağlamıştı, ama kendi bağımsız girişimleri genellikle görmezden gelindi hatta bastırıldı. Bolşevik Devrim’de ise bunun aksine, devrimin teorik hazırlığında bile başat güç olarak işçi-köylü ittifakı öngörüldü. Devrimin fiilen gerçekleştirildiği sırada, -Lenin’in üniforma giymiş köylüler dediği- çok sayıda asker, çoğunlukla büyük şehirlerde (asıl olarak Petersburg ve Moskova) yoğunlaşmış olan işçiler ve devrimci entelektüellerle geniş kırsal alana dağılmış köylüler arasında pratik bağlantı ve sosyal bağ çimentosu olarak işlev gördüler. Bolşevik devrimi takip eden tüm sosyalist devrimlerde -Çin’den Vientam’a, Küba’dan Gine-Bissau’ya ve sonrasındakilere- iki sorun hep var oldu: Ulusal sorun (sömürgecilik) ve köylü sorunu.

Bu, Marksist düşüncenin kendisinde büyük bir değişim ve ilerlemeydi. Marksist teorik çaba Avrupa’nın sanayileşmiş merkezleriyle (genellikle Almanya, İngiltere ve Fransa) sınırlı kaldığı sürece devrimci teori, sanayi işçi sınıfını kapitalizmin yegâne “mezar kazıcısı” olarak gören neredeyse münhasır bir vurgu üzerinde temellendi. Marksist teori, bu merkezlerden, Rusya gibi oldukça heybetli ama Marksist olmayan köylü radikalizmi geleneğine sahip, yarı-sanayileşmiş, büyük ölçüde tarımsal bir topluma taşındığında, köylülük sorununu başka bir biçimde yeniden düşünmek zorunda kaldı.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, milyonlarca genç köylü orduya alındı ve kötü donanımlı ve çok az eğitilmiş olarak cepheye sürüldü. O zaman, çok daha eski ve yerleşik olan köylü hoşnutsuzluğu, onların kalplerinde, katılmak için hiçbir neden görmedikleri savaşlarda kendilerini ölmeye gönderen yöneticilere karşı duydukları büyük öfkeyle birleşti. Üniformalı köylü kitlesi arasındaki bu büyük öfke örgütlenip bir devrime yönlendirilebilir miydi? Bu Lenin’in yoldaşlarına yönelttiği soruydu ve bu yüzden toprak ve barış talepleri devrimin ana sloganları arasına alındı. Bolşevik devrimin benzersiz yeniliği Marksist teoriyi, insanlık tarihindeki ilk sosyalist devrimi ortaya çıkaran pratiğin somut teorisi haline getirerek onun derinliğini ve menzilini arttırdı. İlkti, ama sonuncu değildi.

 

Rusya’nın İki Kesimi

Rusya, iki kıtaya yayılan geniş bir ülkedir. Büyük kentleri, siyasi ve mali güç merkezleri, sanayisinin çoğu, burjuvazisi ve işçi sınıfı Avrupa’da -Avrupa’nın en doğusunda- yer alıyordu. Köylülüğünün ve sömürgelerinin büyük kısmı Asya’daydı. Lenin ve yoldaşları, ülkelerinin her iki kesimi için de geçerli olacak bir strateji geliştirmek zorundaydılar. Bu devrimin büyük özgünlüğü kısmen bu gerçeklikten kaynaklıdır. Avrupa sosyal demokrasisinin tarihinde acil bir sosyalist görev olarak sömürgelerin özgürleşmesine yönelik bir vurgu ya da köylülüğün potansiyel devrimci bir sınıf olarak görülmesi asla söz konusu olmadı. Bu ancak, kısmen Avrupalı kısmen Asyalı olan Rusya’da, inandırıcı ve tutarlı bir biçimde düşünülebilirdi. Çok sayıda sosyal demokrat da dâhil olmak üzere, Batı Avrupa’daki çoğu kişi Rusya’yı Asyatik, yarı-Asyatik vb. ifadelerle farklı derecelerde küçümsemiştir. Devrim yapmakta başarısız olan, Alman Devrimi’nin ezilmesinde aktif işbirlikçilik yapan ve sonunda küresel anti-komünist bloka dâhil olan bu Avrupalı sosyal demokratların çoğu, Bolşevik Devrim’in yeterince Avrupalı ve “gelişmiş” olmadığı için başarısız olacağı sonucuna vardı.

Tarihteki büyük dönüm noktalarından biriydi. Rusya’daki Bolşevik Devrim’den ve özellikle Almanya, Avusturya, İtalya ve Macaristan gibi ülkelerdeki kısa ömürlü devrimci yükselişin yenilgisinden sonra, faşizmin ve Nazizm’in karanlık gecesi Avrupa’nın büyük bölümünü kaplarken, Marksist devrimci pratiğin ağırlık merkezi Avrupa’dan uzaklaşmaya ve giderek “Doğu”ya -Asya’ya ve Üçkıta’ya- doğru kaymaya devam etti. Rosa Luxemburg’un 15 Ocak 1919’da Weimar Almanyası’nın sosyal demokrat hükümeti tarafından kiralanan faşist katiller tarafından öldürülmesi, gelmekte olanların iyi bir göstergesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bile, Batı Avrupalı entelektüeller, ekonomi politikten felsefeye ve edebiyat teorisine kadar geniş bir alanda çok kıymetli Marksist teoriler üretmekteydiler, ama ufukta sosyalist bir devrim olasılığı artık yoktu. O dönemde sayıları oldukça fazla olan sosyal demokrat hükümetler, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) ve Üçlü Komisyon’a, dolayısıyla da emperyalizm saflarına bağlı kaldılar.

 

Geçmişin Vaatleri

Bugünden geriye Ekim 1917’ye şöyle bakabiliriz: Mutlak bir yenilik anı ve yeni bir başlangıç. Onu geçmişin birçok vaadinin yerine getirilmiş gibi göründüğü bir an olarak değerlendirmek de mümkün. Marks ve Lenin, Fransız Devrimi’ne kadar giden ve içinde özellikle Gracchus Babeuf liderliğindeki “Eşitler Komplosu” örgütünün ve daha genel olarak 500 bin üyeli Jakobenlerin temsil ettiği güçlü bir komünist eğilim barındıran zengin devrimci geleneğin tamamen farkındaydılar. Lenin Bolşevik Devrim’in, 1871’de Paris Komünü’nü, 1905’de ve Şubat 1917’de Rus Devrimlerini doğuran aynı dinamiğin bir ifadesi olduğunu düşünüyordu. Uğruna 40 000 civarı Komünar’ın hayatını kaybettiği bu Özgürlük deneyimi, Lenin için, devrimden sonra ortaya çıkacak olan iktidarın devrimci yeniden-örgütlenmesi için öngördüğü politik form olan “Komün devlet” diye adlandırdığı bir model (ya da onun deyimiyle, prototip) haline geldi. Bu liberal demokratik değil, derinlemesine radikal demokratik bir formdu.

Fransız siyaseti, Alman felsefesi ve Rus edebiyatının mirası ile yetişmiş ünlü Rus aydını Alexander Herzen, köleliğin kaldırılmasından epeyce önce 1850’lerin başında, öngörülü bir şekilde “Rusya’da geleceğin adamı köylüdür” demişti. Aynı dönemde, Kırım Savaşı’ndaki yenilgi, serflikten fayda sağlayan eski aristokraside bir özgüven krizine yol açtı ve reform, modernleşme, sanayileşme ve Batı’ya yetişme konularında sesler yükselmeye başladı. 1861’de köleliğin kaldırılması, bu reform ve Batı’ya yetişme çabasının bir parçasıydı. Ama köleliğin kaldırılması gönülsüzce yapılmıştı. Eski feodal lordlar, topraklarının yarısından fazlasını, özellikle de en verimli kısımlarını, ellerinde tutmaya devam ederek özel toprak sahibine dönüştüler. Arazilerin çoğu köylülere değil, komünlere (eski bir Rus kurumu olan Mirlere) devredildi. Arazinin yaklaşık yüzde 15’i “kurtarılan” serflerin yüzde 40’ında dağıtıldı; bu bereketsiz tarlaların çoğu, ailelerin geçimlerini sürdüremeyeceği kadar küçüktü ve bunun için 49 yıl taksit ödemek zorundaydılar (bu taksitler 1905 devriminin ardından iptal edilmiştir). Dahası, oğullarını büyük imparatorluk ordusuna gönderenler de yine bu köylülüktü. 19. yüzyılın sonraki on yıllarının çoğunda Rusya çok geniş bir radikal aydınlar kuşağı üretti, ancak bunların çok azı kentlerdeki işçi sınıflarına önem verdi; çoğu Popülistler (Narodniki, Rusça “halk” anlamına gelen Narod kelimesinden gelir) olarak bilindi. Popülistler de pek çok gruba bölünmüş ve önemli bir kısmı anarşizme ve devrimci terörizme yönelmişti. Serfliği ortadan kaldırmaktan gurur duyan Çar’ın kendisi gösterişli bir terör şovuyla (19. yüzyıl devrimci teröristlerinin deyimiyle “eylemli propaganda”) öldürüldü. Daha sonra çok ünlü olacak olan Georgi Plehanov, 1882’de, Rusya’da ilk Marksist grubu oluşturmak üzere, ilerde devrimci suikastçılardan biri olacak olan (güzelliğiyle de meşhur) Vera Zasulich’le birleşti. Bununla birlikte, resmi bir Marksist siyasi parti -Rus Sosyal Demokratik İşçi Partisi (RSDLP)- sadece beş yıl sonra, 1903’te, daimi olarak uzlaşmaz iki fraksiyona (Menşevikler ve Bolşevikler) bölünmek üzere, oldukça geç bir tarih olan 1898’de kuruldu. Menşevik (azınlık) ve Bolşevik (çoğunluk) isimleri, Londra’da 51 delegeyle toplanan ikinci parti kongresinde karar oylamasında, Martov’un grubunun bazı üyelerinin hazır olmaması ve Lenin’in grubunun anlık bir çoğunluk kazanması üzerine ortaya çıkmıştı.

Rus aydınlarının radikal ve eylemci kesimleri arasında Marks’ın pek fazla tanınmadığı doğru değildir. Bazıları onunla doğrudan temas halindeydi. Marks’a sordukları temel soru şuydu: Geleneksel Rus komünü, bir devrim yapmak ve sosyalist bir toplum örgütlemek için temel oluşturabilir mi? Marks uzun zaman tereddüt etti ve yıllarca Rusya tarihi ve ekonomisi üzerine okumalara daldı. Araştırmasının bir noktasında, koşullu bir cevap verdi: Evet, kapitalist bir safhadan geçmeden sosyalizme geçiş düşünülebilir, ama ancak Avrupa proletaryasının Rusya’daki böyle bir devrime yardım etmesi şartıyla. Bu konuya ilişkin iki unsur dikkate değerdir. Birincisi, Bolşeviklerin çoğunluğu da dâhil olmak üzere, Rus komünistlerinin büyük bir çoğunluğu, yine de kapitalist bir aşamadan geçmenin -yalnızca ekonomide değil aynı zamanda istikrarlı bir parlamenter liberal demokrasi yoluyla da- sosyalizme geçiş öncesinde şart olduğuna inanmaya devam etti (ünlü aşamalar teorisi). Lenin bu konuda, Ekim’den sadece birkaç ay öncesine kadar, hep azınlıkta kaldı. Devrimci bir partinin öncelikli görevinin her burjuva krizini devrimci bir krize dönüştürmek olduğunu ve herhangi bir liberal demokratik aşamanın işçiler ve köylüler için gereksiz bir safha haline geleceğini düşünüyordu. İkincisi, bununla birlikte Lenin, koşullarının olgunlaşması halinde devrimci güçlerin Rusya’da iktidara gelebileceğini, ancak diğer Avrupa ülkelerinde az ya da çok eş zamanlı başarılı devrimler gerçekleşmeden, Rusya’da yeterince sosyalist bir toplumun kurulamayacağını düşünüyordu. Bu konuda Marks ve Lenin hemfikirdi: Rus Devrimi, Avrupa’nın daha gelişmiş proletaryasının desteğine ihtiyaç duyacaktı. Lenin, Birinci Dünya Savaşı’nın, başta Almanya olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde başarılı devrimler gerçekleşmesini sağlayacak büyüklükte bir krize yol açtığından emindi. Bundan dolayı, Rus Devrimi’nin Avrupa’daki büyük devrimlerin sadece bir önsözü olduğunu bir öngörü olarak formülleştirdi. Bu umut elbette gerçekleşmedi. Almanya’da dâhil olmak üzere, savaş sonrası Avrupa’da başarılı olan, devrimci Marksizm değil faşizmdi. Daha sonraki tarih, başarılı bir devrim tarafından olduğu kadar, başarısız çok sayıda devrim tarafından da yapıldı. Stalin ve Sovyet hükümetindeki diğerleri adına konuşan Nikolai Bukharin, Avrupa’nın geri kalanındaki bu devrim başarısızlıklarının sonucunda, nihayet yeni bir teori sunmak üzere ortaya çıktı: “Tek Ülkede Sosyalizm”.

 

Yeni Bir Kapitalist Sınıfın Yükselişi

Rusya’nın Kırım Savaşı’ndaki yenilgisi, serfliğin kaldırılmasına ve genellikle muzaffer düşmanları İngiltere ve Fransa sermayesiyle aşırı hızlı modernleşme ve sanayileşmeye yol açan çok boyutlu krize yol açtı. Toprağın özel mülkiyetiyle birlikte makineli tarıma geçmek isteyen yeni bir toprak sahibi sınıfın yanı sıra, sanayi ve finans sektörlerinde paya sahip yeni bir kapitalist sınıf ortaya çıkmaya başladı. Yüzyılın sonuna,1899’da Lenin, Rusya’nın serflik günlerinden itibaren büyük bir değişim yaşayan köylülerle ittifak halinde bir proletarya devrimi için koşulları oluşturacak kapsamda bir değişim geçirdiğini tartışmak üzere, Rusya’da Kapitalizm’in Gelişimi adlı kitabını yayınladı. Ancak, Çarlık otokrasisi ve otokrasi ile klientalist ilişkiler içinde, hiçbir liberal vaadi olmayan bir burjuvazinin varlığı koşullarında, büyük ölçüde örgütlenmiş kentsel orta sınıfa dayanan modern bir devrimi nasıl yapabilirsiniz? Bu soru, 1902’de Bolşevik geleneğin ilk büyük klasiğini ortaya çıkardı: Ne Yapmalı? (Lenin elbette bu başlığı, ünlü filozof ve edebiyat eleştirmeni Nikolai Chernyshevsky’nin dönemin Rus gençliği üzerinde heyecan verici bir etkisi olan 1863 tarihli meşhur romanından ödünç almıştı.)

Bu arada Çarlık rejimi doğuda, -belki Kore Yarımadası’nda ya da Dış Moğolistan’da, hatta Mançurya’da- yeni kolonyal bölgeler elde etmek için planlar hazırlıyordu. Bunu yaparken açık olarak Japonların kendi sınırları dışındaki nüfuz alanları olarak kabul ettiği bölgelere giriyordu. Japonları alt ırk olarak görüp küçümseyen, kendi askeri zayıflığından habersiz ve bu kadar uzak bir mesafeye ordu göndermenin zorluğunu hesaba katmayan Çarlık hükümeti, 1904’de Japonya’ya savaş başlattı. Cephede peş peşe yenilgiler gelirken, içerdeki sosyal ve ekonomik kriz yoğunlaştı. Ocak 1905’de patlayan grev dalgası önce sanayi kentlerini, daha sonra imparatorluğun geniş kesimlerini sarmaya başladı. Bir yenilik olarak; kadınlar kendi inisiyatifleriyle ve kalabalıklar halinde harekete geçmeye başladılar ve grevler işçilerden, başta meslek sahibi küçük burjuvazi olmak üzere, alt orta sınıfın değişik kesimlerine yayılmaya başladı. Öte yandan 1917’de yaşanacak olanlardan büyük bir fark da vardı; münferit birkaç hareketlilik dışında, köylülük kentsel ayaklanmalardan genelde uzak durdu ve savaştaki kıyımlara ve art arda yenilgilere rağmen askerler az ya da çok rejime sadık kalmıştı. Buna karşılık, işçi sınıfının militanlığı tarihiydi: Sanayinin yoğunlaştığı, Rusya’nın Avrupa kısmındaki proletaryanın yarısı, yıl boyunca grevleri sürdürdü ve sendikalaşma hızı çarpıcıydı.

Bolşevikler, o dönemde çok az sayıda ve çok tecrübesizdi; askerler arasında bir kitle çalışmaları yoktu ve köylülükle bağları zayıftı, bütün bunlarla birlikte devrimci bir parti olarak çok yeniydiler. Lenin 1905 olaylarıyla ilgili çok düşünmüş ve yazmıştı, yaklaşık 400 sayfa. Proletaryanın Rusya’daki belirleyici devrimci sınıf olarak ortaya çıktığı, diğer ezilen sınıflara liderlik edebilecek ve köylü kitleleri de dâhil olmak üzere, kitleleri kendi liderliğinde birleştirebilecek yeteneğe sahip olduğu sonucuna vardı. Ayrıca, Rus burjuvazisinin çarlık otoritesini ya da Batı Avrupa’nın daha gelişmiş kapitalist sınıflarını karşısına alabileceği düşüncesinin dayanaktan yoksun olduğu sonucuna vardı; bu da Menşeviklerin bağımsız, tutarlı liberal bir burjuva cumhuriyeti için besledikleri umudun bir kuruntudan ibaret olduğu anlamına geliyordu. Gelecekteki herhangi bir devrim doğrudan sosyalizme yönelmek zorundaydı. Lenin sınıflar arasındaki güç dengesinin de kesinlikle yeterince değişmiş olduğuna inandı; 1905 devrimi temel olarak işçi sınıfını bir bütün olarak yönlendiren ve etkin ve aktif bir işçi-köylü ittifakına hazırlayan bir devrimci öncünün yokluğundan dolayı başarısız olmuştu. Kısacası, 1917’de izleyeceği politikanın bazı hatları 1905’deki düşüncelerinden kaynaklanıyordu.

 

Menşeviklerden ve Enternasyonal’den Ayrılış

Bolşevikler sonraki on yıl boyunca, özellikle işçi sınıfı arasında ve daha genel olarak diğer toplumsal tabakalar arasında yeraltı çalışmasında muazzam tecrübeye sahip, daha büyük, daha uyumlu ve daha iyi eğitilmiş bir güç haline geldi. Menşeviklerle tam kopuş 1912’de gerçekleşti. Lenin, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, İkinci Enternasyonal’in çeşitli üye partileri kendi ülkelerinin hükümetlerini destekleyince, Bolşevikleri Enternasyonal’den de çıkardı. Birinci Dünya Savaşı’nı milyonlarca insanın hayatı pahasına, sömürgelerin yeniden paylaşımı için yapılan “emperyalistler arası savaş” olarak tanımladı. Savaş bittiğinde altı milyon insan hayatını kaybetmişti. Böyle bir savaşı desteklemek, özellikle kendilerini “sosyalist” olarak adlandırmaya devam eden ve “devrimci” olduklarını iddia eden siyasi partiler için açıkça suçtu. Bu partilerle çalışmak olanaksızdı. Bolşevikler onlardan kopmak ve bulundukları yerde devrim yapmaya yoğunlaşmak zorundaydılar. Bütün bu süreçte Lenin, şüphesiz haklı ve devrimci değerlere sadıktı. Bununla birlikte, Rusya’da devrim olanağı ortaya çıktığında Bolşevikler, ulusal ve uluslararası sosyalist akımlardan neredeyse tamamen yalıtılmış durumdaydı. Lenin, bu ittifaklardan vazgeçmeden partisini başarılı, tarihsel olarak benzersiz bir devrim yapmaya yönlendiremezdi. Öte yandan, bu izolasyonun ve dış destek eksikliğinin kalıcı ve dayanılmaz sonuçlara sahip olduğu doğrudur.

Lenin, Ekim Devrimi’nin, savaşın getirdiği kriz koşullarıyla birlikte, devrim ateşini Avrupa çapında yayabileceğini ummaya devam etti. Fakat o devrimleri tam olarak kim yapacaktı? Avrupa’daki tüm sosyalist ve sosyal demokrat partiler, kendi ülkelerinin burjuvazileri ile zaten ittifak halindeydiler. Bu ülkelerin neredeyse tamamında sol komünistler nispeten çok küçüktü ve yalnızca burjuvazi tarafından değil sosyal demokratlar tarafından da hedef alınmıştı. Gramsci ve Bordiga’nın İtalyan Komünist Partisi Ocak 1921 gibi geç bir tarihte, Benito Mussolini’nin, faşizmin egemenliğini başlatan, Roma Yürüyüşü’nden ancak 18 ay önce kuruldu. Ekim Devrimi’ni gerçekleştiği anda kınayan sosyal demokrat parti Almanya’da, savaşın bitmesinden sonra kısa bir süre iktidar oldu.

Spartacus Ligi’ni Alman Komünist Partisine dönüştürdükten kısa süre sonra, Ocak 1919’da Rosa Luxemburg, bu partinin gözetiminde öldürüldü. Lenin’in “Avrupa devrimlerinin” Ekim Devrimi için destekleyici ve istikrar sağlayıcı bir rol oynayacağı yönündeki umudu gerçekte Almanya üzerinde sabitlenmişti. Sonuçta, Lenin’in büyük değerlendirme hatası yaptığı nadir örneklerden birisi olarak, bu umudun yanıltıcı ve temelsiz olduğu kanıtlandı.

Kırım Savaşı’ndaki yenilgi, serfliğin kaldırılmasına, sanayileşmenin ve modernleştirici reformların hızlanmasına -ki bunlar radikal bir aydınlar kuşağının oluşmasına, Narodnikler, anarşistler, devrimci teröristler ve hatta sosyalistler gibi birbiriyle çatışan ve çakışan eylemci akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı-  yol açan krizi doğurdu. 1904 Rus-Japon Savaşı doğrudan, 1917’nin habercisi olan, 1905 devrimine yol açtı. Birinci Dünya Savaşı, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın Çin devriminin ve güneydoğu Avrupa’da bazı ülkelerde sosyalist hükümetlerin ortaya çıkışının gerekli zeminini oluşturması gibi, Bolşevik Devrim için koşulların oluşmasına yardım etti. Emperyalistler arası savaşların istenmeyen sonuçlarıydı bunlar.

 

Kadın Yürüyüşü

1917 devriminin ilk faslı, Şubat ayının sonlarında, ekmek kıtlığı sorununu gündeme getiren ve fabrikalara girip işçileri dışarı çıkararak kendilerine katılmaya çağıran büyük bir kadın yürüyüşü ile başladı. Bir önceki yıl başlamış olan grevler, bundan sonra yangın gibi yayıldılar. Artık iki ana talep vardı: ekmek ve barış. Belirleyici an hızla, protestoculara ateş etmesi emredilen askerlerin polise ateş açıp grevci işçilere katıldığı 25-27 Şubat’ta geldi. Bundan sonra köprüler, cephaneler ve tren istasyonları da dâhil olmak üzere, başkentin çoğu işçilerin eline geçti. İşçiler, Sovyetleri kurdu, ajitasyon diğer şehirlere ve taşranın etkili kesimlerine yayıldı ve çok geniş bir işçi-asker ittifakı şekillenmeye başladı. Bu, şehirlerde görevde olduğu varsayılan itaatsiz askerlerin yansıra, cephelerden kaçarak orduyu terk eden yüz binlerce askeri de içeriyordu. Mart ayının ortasında Çar tahttan çekildi, 300 yıllık Romanov yönetimi sona erdi ve Geçici Hükümet kuruldu.

Bu hızla değişen koşullarda, sağ kanat sosyalistler (çoğunlukla Menşevikler ve SR’ler olarak bilinen Sosyalist Devrimciler) ve Grigory Zinoviev ve Joseph Stalin gibi liderler de dâhil olmak üzere Bolşeviklerin birçoğu, Geçici Hükümet’e destek vermeyi ve bu hükümete konuşma özgürlüğü, serbest seçimler ve anayasal yönetim gibi liberal hakların garanti altına alındığı gerçek bir burjuva demokratik cumhuriyet kurulmasında ve istikrara kavuşmasında yardımcı olmayı savundular. Hatta Geçici Hükümeti Çar yanlısı ya da başka tür gerici tepkilere karşı korumak için, caydırıcı bir sosyalist blok oluşturmak üzere, Bolşevik ve Menşeviklerin birleşmesi için ön görüşmeler bile yapıldı.

Nisan Tezleri

Lenin, bu olayları sürgünde olduğu Zürih’ten gittikçe artan bir telaşla izledi. İlk önce ünlü “Uzaktan Mektuplar”ı (üç tane) parti organı Pravda’da yayınlanmak üzere gönderdi ve daha sonra Geçici Hükümet lehine oluşan konsensüsün ve liberal demokratik bir cumhuriyet kurmak yönünde ilerlemenin kökten reddiyesini de içeren daha da ünlü “Nisan Tezleri”ni yazdı. Duruş noktası o kadar aykırıydı ki çalışma arkadaşları donakalmış, eşi ve yakın yoldaşı olan Nadezhda Krupskaya bile geçici olarak delirdiğini düşünmüştü. Bolşeviklerin kurucu lideriydi, fakat o kritik anda parti içinde o kadar yalnız kaldı ki, Tezlerini “kişisel” düşüncesi olarak sundu.

Lenin’in Mart-Nisan 1917’deki tartışmasını, çoğu noktada sadece özü vererek, bazen de doğrudan alıntı yaparak aşağıdaki özette toparladım.

  1. Şubat Devrimi doğrudan emperyalist güçler tarafından yaratılmıştır.
  2. Monarşinin çok hızlı bir şekilde düşmesinin nedenlerinden birisi, İngiliz ve Fransız kapitalistlerin zayıf Rus Burjuvazisiyle Duma’daki temsilcileri ve bazı general ve subaylarla çarı tahttan indirmek ve devrimi liberal, burjuva demokrasisinin anayasal sınırları içinde tutmak ve bir avuç kozmetik reformla popüler hoşnutsuzluğu hafifletmek üzere gizlice anlaşmasıydı.
  3. Proletarya, 1905-7 devrimi sırasında olgunlaşmıştı ve şimdi, devrimin birinci aşamasından ikincisine, yani proleter evresine geçiş sürecinde liderlik rolünü üstlenmeye hazırdı.
  4. Sosyalist bir devrim yönünde ilerlemeden önce, devrimin istikrarlı burjuva demokratik evresini savunan Menşevikler, SR’ler vd. nesnel olarak bu yerli ve yabancı sermaye ittifakının müttefikleri ve hizmetçileri olarak hareket ediyorlardı. Onlarla hiçbir birlik mümkün değildi.
  5. Geçici Hükümet, orduyu ve bürokrasiyi derhal kontrol altına almak ve merkezden yerellere her düzeyde yönetime hâkim olmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Devam etmesine izin verilirse, Petrograd Sovyeti biçiminde var olan embriyonik işçi hükümetinden çok daha güçlü hale gelecek ve sonunda Sovyet’i yok edecekti.
  6. Geçici Hükümet savaşı sona erdiremezdi; çünkü daha gelişkin olan İngiliz ve Fransız kapitalist sınıflarına bağımlıydı ve savaşın başlamasına yol açan amaçlarını paylaşıyordu.
  7. İki slogan acildi. “Bütün İktidar Sovyetlere” ve “Barış, Ekmek ve Özgürlük”.
  8. Proleter devrimin bazı hedefleri: “…. tüm halkı kucaklayan ve işçilerin önderlik ettiği bir milis oluşturulması … [Bu milis gücü] herkesi kapsayacak ölçüde bir kitle örgütü olmalı, her iki cinsiyetten eli ayağı tutan herkes katılabilmeli; ikinci olarak, sadece polis değil, genel devlet işlevlerini, askeri işlevlerle ve sosyal üretimin ve dağıtımın kontrolü ile birleştirmeye yönelmeli.”

“Parlamenter bir cumhuriyet değil … Sovyetlerin ve İşçilerin, Tarım Emekçilerinin, ülke çapında Köylülerin Vekillerinin cumhuriyeti”

– “Polis, ordu ve bürokrasinin lağvedilmesi.”

– “Bütün arazilerin kamulaştırılması.”

– “Bir Komün devleti” (Lenin, bir dipnotta şunu ekledi: “mesela prototipi Paris Komünü olan bir devlet”).

Bu özetteki ilk yedi nokta, rakipleri bir yana, kendisine en yakın yoldaşlarının çoğunun tutumlarına da ters düşmesi anlamında skandal niteliğindeydi. Ama Lenin’in devrimden sonra öngördüğü politika vizyonunu doğrudan alıntılarla özetleyen sekizinci nokta, tam bir bombaydı (ordu yok, bürokrasi yok, tamamen silahlı bir nüfus).

Lenin’in tezleri hiçbir zaman parti programı olarak kabul edilmedi, ancak partiyi Menşeviklerle birleşmeden, Geçici Hükümeti desteklemeden ya da liberal bir parlamenter cumhuriyet hedeflemeden kurtardı. Bu siyasi platformdan sürekli ajitasyon, işçi-köylü ittifakı stratejisi ve savaşa amansız muhalefetle birleşince, partinin muazzam şekilde büyümesine yol açtı: Yılın başında tahmini 8000 üyeye sahip olan Bolşevikler, aynı yılın Eylül ayında 300.000 üyeye ve ülkedeki neredeyse her Sovyet’te çoğunluğa sahip olmuşlardı. Lenin, iktidarı ele geçirme eyleminin ancak Bolşeviklerin devrim sırasında ortaya çıkan temsil organlarında çoğunluğu sağladığında gerçekleşebileceğinde ısrar etmişti. Eylül sonuna gelindiğinde bu noktaya gelinmişti. Gerisi vuruş için doğru yöntemi ve zamanı seçme meselesiydi.

 

Avrupa’dan Uzağa

Avrupa devrimlerinin kesin yenilgisinin Lenin ve yoldaşlarını, Bolşeviklerin gerçek, uzun vadeli müttefiklerini Avrupa işçi sınıfında değil, sömürge ülkelerdeki anti-emperyalist hareketlerde ve özellikle de komünistler ve müttefikleri tarafından yönlendirilen ulusal kurtuluş hareketlerinde bulabileceğini düşünmeye, en azından bunu merak etmeye ittiğini söylemek mümkün. Kısacası, Lenin’in kendi broşürlerinden birinde belirttiği gibi, “Geri Avrupa”dan “İleri Asya”ya doğru bir yön değiştirme söz konusuydu. Şüphesiz emperyalist zincirde bir sonraki büyük kopma, süper sanayileşmiş Almanya’da değil, ağırlıklı olarak tarımsal olan Çin’de, şehirlerden çekilen, kırsal alanda devrimci kapasiteleri ve bir kurtuluş ordusunu geliştiren devrimle gerçekleşti. Çin Devrimi ancak, köylü sorunu ve anti-emperyalist ulusal sorun zemininde gerçekleşen çok özgün bir komünist pratiğin sonucunda başarıya ulaştı. Chiang’ın kendine özgü “Milliyetçileri”, milliyetçiliğin kendi zemininde yapılan anti-Japon direnişi sırasında, Mao Zedong’un komünistleri karşısında kaybettiler.

Sovyetler Birliği’nin daha sonraki evriminin çok sayıdaki olumsuz yönleri hakkında ne denirse densin, değişmeden devam eden şeylerden birisi, Üçkıta’nın hemen her yerindeki ulusal kurtuluş hareketlerine verdiği somut destekti. Bu destek, bağımsız kalkınma yolu arayışlarında emperyalist tahakkümden kurtulmaya çalışan Jawaharlal Nehru’nun Hindistan’ı ve Camal Abdul Nasır’ın Mısır’ı gibi Bağlantısızlar Hareketi içindeki milli burjuva rejimlere de sağlandı. Bu karşılıklı empati, emperyalizmin, komünizme olduğu kadar Üçkıta ülkelerindeki ekonomik milliyetçiliğe de düşman olması gerçeği üzerinde temelleniyordu.

Bu makalenin başında belirttiğimiz gibi, insanlık tarihinde ilk sosyalist devrim olan Ekim Devrimi’yle birlikte, devrimci dinamiğin odağı Doğu’ya ve genel olarak emperyalizme karşı mücadele eden ülkelere doğru kaymaya başladı. Komünizm ve anti-emperyalizm arasındaki bu simbiyoz, Kızıl Ekim’in daha kalıcı mirası olacak gibi görünmektedir.

 

[1] Üçkıta [Tricontinent], Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki anti-sömürgeci mücadeleler arasındaki dayanışmaya vurgu yapan bir terimdir. 1966 yılında Küba’da bu isimle üç kıtadan temsilcilerin katımlıyla bir kongre toplanmış ve merkezi Havana’da olan Tricontinental isimli dergi 1967’den 1990’ların başına kadar yayımlanmıştır. [Çev. notu]