Sanayi Devrimi 4.0: Sermaye Ve Ücretli Emek İlişkisinin Yeniden Şekillenmesi * Mehmet Yılmazer

Günümüzün en çok tartışılan konularından birisi “sanayi devrimi 4.0”dır. Konu daha çok “robotlar geliyor” seviyesinde ele alınıyor. Hangi işler yok olacak? Yapay zeka insana egemen olabilir mi? Bunlara ilave olarak özellikle son dönemde ortaya çıkacak sürekli işsizlik ve bu sosyal soruna bir çözüm olarak “herkese temel gelir” konuları da önemli tartışma noktası haline gelmektedir.

Kapitalizm çok önemli bir değişim yaşamaktadır. Sıralamadan anlaşıldığı gibi daha çok üretim teknikleri ve enerji sistemlerindeki değişimler açısından ele alınan “devrimler”, buhar enerjisinden başlayarak günümüz informatik çağına kadar gelmektedir. Hepsi kapitalist üretim ve toplum yapısında önemli değişimler yaratmış olan bu devrimlerin bir yenisi ile daha karşı karşıyayız. Fakat son devrim kapitalizmin geleceği açısından önemli soru işaretleri ile birlikte gelişmektedir. Bu anlamda öncekilerden bazı nitelik farklarına sahiptir. Bazı yorumlar kapitalizmin sonuna işaret etmektedir. Gelişmeler böyle yorumlara yol açacak ölçüde radikaldir.

I. SANAYİ DEVRİMİ 4.0 NEDİR?

Bu yeni dönemi kapitalizmin kazandığı üç özellikle özetlemek mümkündür. Üretim yapısındaki değişime bağlı olarak kapitalist toplumun genel yapısındaki değişimdir. Kapitalizmin ilk dönemlerinde tarım hala ağırlıklı bir üretim alanıydı. Yeni doğan kentlerde ise manüfaktür üretim gelişmekteydi. Orta Çağ zanaatkarlarının büyük atölyelere toplandığı ve evlerde üretimin yapıldığı bir dönemdi. İş aletleri vardı, henüz makinalar yoktu. Buhar enerjisiyle birlikte makinalı-fabrika üretimi başladı. Böylece büyük bir toplumsal değişim yaşandı, nüfus kırlardan kentlere yığılmaya başladı. Büyük fabrikalarda sanayi üretimine göre yaşam ve toplumsal yapı şekillendi. 1970’lerde bilgisayarın üretim alanına girmesiyle başlayan 3. sanayi devriminin ardından 1990’lı yıllarla birlikte informatik çağına girildi. Üretim fabrikalardan bilgi ve hizmet sektörüne kaymaya başladı. Kırlardan kentlerde fabrikalara akan büyük nüfus kayması bu kez kentler içinde yer değiştirmeye başladı. Bilgi ve hizmet sektörü büyüdü. Gelişmiş ülkelerde, hatta önemli ölçüdeki gelişmekte olan ülkelerde istihdamın yaklaşık %17-20’si imalat ve tarım sektöründe iken hizmet ve bilgi sektörü genel olarak %70-80 civarındadır.

Böylece kapitalizmin üretim ve toplumsal yapısı büyük bir değişime uğramaktadır.

Değişime teknik üretici güç yönünden bakıldığında sanayi kapitalizmi yıllarından çok önemli farklar görülmektedir. Büyük fabrika yıllarında üretim biçimi olarak Fordizm-bant sistemi egemendi. İşçiler bandın başında belirli hareketleri yaparak tüm ömürlerini geçiriyorlardı. Buharlı makinalarla başlayan iş gücünün nitelik yitimi Fordizm’le zirve noktasına çıkmıştır. Önceleri verimlilik artışına yol açan bant sistemi daha sonraları işçilerin aktif veya pasif direnciyle ömrünü doldurma noktasına gelmiştir. 1970’lerin sonlarına doğru Fordizm artık kapitalizm için verimli bir üretim sistemi olmaktan çıkmaya başlamıştır. Korkulan robotlar iş gücünü üretim bandından uzaklaştırmaya başlamıştır.

Önceleri ağır ve rutin işlerde yer almaya başlayan robotlar gelişerek “rutin ve öngörülebilir” işlerden iş gücünü dışlamaya başlamıştır. Artık robotlar gelecek mi sorusu değil, hangi alanlardan iş gücünü uzaklaştıracağı tartışılıyor. 1970’lerde üretimde 1000 civarında robot varken 2014 yılında 1,6 milyon robot çalışmaktadır. Üstelik Japonlar 24 parmaklı kuaför robot bile yapmışlardır. (1)

Günümüzde makina ve insan ilişkisini robotlardan daha kapsamlı ele almak gerekiyor. Pek çok yeni teknik gelişirken üçünü öne çıkartmak hatalı olmaz. Bunlar: Yapay zeka, nano teknoloji ve genetik mühendisliğidir. Nano teknoloji bir yandan maddenin molekül yapısına müdahale ederek yeni elementlerin yaratılmasını sağlıyor, öte yandan mikroskobik robotlarla başta insan vücuduna cerrahi müdahaleyi imkân dâhiline getiriyor. Kapitalizmin ilk yüzyılının iş aletlerinin yerini inanılmaz yeteneklere sahip makineler almaktadır. Genetik mühendisliği hizmet (daha somut olarak sağlık) sektöründe büyük bir değişim yaratmaya adaydır. İnsanın genetik yapısı çözümlenirken çok fazla hayal kurulmuştu. DNA yapısıyla oynayarak insan fiziğini mükemmelleştirme projeleri hazırlanmaya başlamıştı. Ancak sorunun hiç de sanıldığı kadar kolay olmadığı ortaya çıktı. Genetik yapıya müdahalenin basit ve doğrudan sonuçları alınamıyor, bu müdahaleler başka değişimlere de yol açabiliyordu. Fakat önemli olan artık insan, kendi yapısına ilaçlar ve cerrahi müdahalelerden öteye müdahale imkanına sahip oluyordu. Bu, başlı başına insanlığın geleceği için olumlu ve olumsuz yönlerde büyük etkiler yaratmaya aday bir gelişmedir.

Bunların yanında sanayi 4.0’a damgasını vurmaya aday gelişme yapay zekadır. Öğrenebilen algoritmaların yapılmasına az zaman kalmıştır. Bugüne kadar makinalar insanın fizik gücünün yerini almıştı. Bilgisayarlarla birlikte zihinsel faaliyetlerin bir bölümü de makinalara geçmiştir. Fakat yakın gelecekte insanın öğrenme yeteneği de hiç değilse kısmen makinalara geçebilecektir. Bu durum kapitalizmin tarihinde sürekli yaşanan insan, alet ve makina ilişkisine yepyeni bir nitelik kazandıracaktır. Şimdiden avukatlık bürolarındaki yardımcıları yerinden eden, binlerce sayfa dosyayı ve kanun maddelerini inceleyebilen ve sonuç çıkartan programlar üretilmiştir. Bu konudaki tartışmalar magazin yönüyle daha çok insanı alt edebilecek algoritmaların yapılması üzerine yürümektedir. Bu yenilikler farklı bir gelişmenin de kapısını açıyor. İnsan ve yapay zekanın birlikte “çalışmasıyla” çok farklı bir üretim ve yaratım gücü ortaya çıkabilecektir.

Sadece bu kadarı bile kapitalizmin yapısında belirleyici bir yere sahip olan üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki bağa çok farklı özellikler kazandırabilecektir. Devrimin ana rahmi olan bu ilişki ve çelişkiler son gelişmelerle nasıl bir değişime uğrayacaktır? Yaşamsal önemdeki soru budur.

Kapitalizm dördüncü sanayi devrimi içinde ilerlerken onun bugününe yapışık bir diğer özelliğine değinmeden olmaz. Bu özellik, finansallaşmadır. 1970’li yılların ortalarında informatik çağına girilirken aynı zamanda finansallaşmaya doğru hızlı bir yönelişin yaşanması rastlantı değildir. II. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş Bretton Woods düzeni ve tekelci devlet kapitalizmi ile yapılan sermaye birikim dönemi 70’li yıllarda ömrünü doldurduğu için yeni bir sermaye birikim dönemine geçiş zorunluydu. Kar oranlarında düşme, petrol fiyatlarındaki sıçrama ile ortaya çıkan petro-dolar bolluğu ile uluslararası finans kapital, üretim dışına kaçarak spekülasyon alanları yaratmaya başladı. Tüm dünyada ama özellikle Londra, New York ve Tokyo borsalarının çılgınca büyüdüğü yılların hemen ardından kapitalist ülkelerdeki devasa emekli fonları da borsaya akınca sermaye birikiminde yeni bir dönemin kapısı açılmış oldu: Neoliberalizm, ya da daha fiyakalı ismiyle küreselleşme.

70’lerde finansallaşmaya kayışın bir diğer nedeni informatik çağının henüz fabrika kapitalizmine geçiş yıllarındaki buhar makinaları, demiryolları, oto sanayi gibi büyük sermaye yatırımlarını çekememesidir. Bu durum “yeni ekonomi”nin bir özelliğidir. “Yeni ekonomi”ye yatırım 1990’ların ortasında artmaya başlamış, kapitalizmin alın yazısı bir kere daha tekrar ederek fazla sermaye yatırımı sonucunda 2001’de Nasdaq indeksi 5000’den 800’e gerilemiştir. Balonun patlamasıyla “yeni ekonomi” ve “bunalımsız gelişim” hayalleri de çökmüştür.

2014 yılında toplam sermaye içinde informatik sanayinin payı %5,5’dir. Ulaşım, petrol, altyapı sektörleri, imalat sanayinin toplam payı %13,8’dir. Buna karşılık finans, sigorta, emlak sektörünün toplam sermaye içindeki payı %73,6’dır. (2) Görüldüğü gibi “yeni sanayi”nin toplam sermaye içindeki payı henüz %5,5 iken toplam finans sermayesinin payı %73,6’a tırmanmıştır. Yeni tekniklerle sürekli artan üretim ve buna bağlı olarak kar oranları üzerinde sürekli artan baskı sermayeyi spekülatif alanlara kaydırmaktadır. 1950’lerde 40 saatle yapılan iş, 2014 yılında 11 saatte yapılabiliyor.

Sonuç olarak, kapitalizmin bilgi-hizmet çağında çalışan nüfus fabrikalardan hizmet ve büro alanlarına kaymakta, toplum yapısı köklü değişim geçirmektedir. Öte yandan, gelişen teknikle insan ve makina ilişkisi hem köklü bir şekilde değişmektedir hem de tekniğin gücü kapitalizmin geleceği ile ilgili önemli tartışmalara yol açacak ölçüde hızlı artmaktadır. Son olarak, üretim yapısındaki değişimin de etkisiyle sermaye hızla spekülatif alanlara kaymakta, bu da zirveleşen eşitsizlik tartışmalarını ateşlemektedir.

Bu yapısal değişim tüm toplumsal, siyasal ilişkileri etkilemekte eski değerler sistemini erozyona uğratmakta, henüz yenilerinin şekillenmesi yerine gidişe kaotik bir özellik kazandırmaktadır. Bu değişim fırtınası içinde tüm alanları ele almak yerine onların temelinde duran sermaye ve ücretli emek arasındaki ilişkilerde yaşanmakta olan değişimi irdelemekle kendimizi sınırlayacağız.

II. SERMAYE VE ÜCRETLİ EMEK İLİŞKİSİNİN KISA TARİHİ

Kapitalizmin ömrü içinde bu ilişki iki büyük değişim yaşamıştır; şimdi üçüncüsünün içindeyiz. Bunları bugün moda olan sanayi devrimleri sayısı ile değerlendiremeyiz. Sanayi devrimleri buharlı makinalar ile başlar oysa kapitalizmin ondan önce yüz elli yıl süren bir manüfaktür dönemi vardır. O nedenle sermaye ücretli emek ilişkisini üç dönemde ele almak uygun olur: Manüfaktür kapitalizmi dönemi (16. yy. ortalarından 18. yy. sonlarına kadar); fabrika kapitalizmi dönemi ( 19. yy.’ın başlarından 1970’lerin sonrasına) ve en son yaşanmakta olan bilgi-hizmet kapitalizmi dönemidir. Bu dönem özellikle iki binli yıllarla hızlanmıştır.

Manüfaktür döneminde, iş yeri henüz evler veya atölyelerdir. Henüz iş bölümü gelişmemiştir. Zamanla büyük atölyeler ortaya çıkmıştır. İşgünü kanunla belirlenmiş sabit bir uzunlukta değildir. İnsanın fizik gücünün sonuna kadar çalışılır. Kapitalizm henüz iş aletleri ile mutlak sömürü döneminde olduğu için işgünü ne kadar uzun olursa artı değer üretimi o kadar fazla olacaktır. Bu nedenle iş günü 16 saate kadar çıkmıştır. Ücret daha çok parça başınadır. İşçi henüz Orta Çağ zanaatkarlığından tam kopmamıştır. Zanaatı onun emeğinin niteliğini meydana getirir. Yeni dernekleşmeler vardır, güçlü işçi sendikaları yoktur. Çok sınırlı grevler vardır. Bu dönemde tarihe iz bırakacak işçi hareketi henüz ortaya çıkmamıştır.

Fabrika kapitalizmi yılları bambaşkadır. Buhar enerjisinin bulunması ve makinaların ortaya çıkmasıyla ev işi ve atölyelerin yerini büyük fabrikalar almıştır. İş bölümü hızla gelişmiştir. Böylece iş gücü nitelik yitirmeye başlamıştır. Tam bu noktada 1800’lerin ortalarında “makina kırıcılar” hareketi başlamıştır. Emek niteliğini ve statüsünü yitirdikçe ilk düşman gördüğü makinalara saldırmıştır. Bu mücadele zamanla sermaye ve ücretli emek arasındaki mücadeleye evrimleşmiştir. Sendikalar bu dönemin ürünüdür. İş gününü sınırlama mücadelesi de bu dönemin en önemli hedeflerindendir. On altı saatten sekiz saate kadar geriletilmiştir. Bu gelişme aynı zamanda göreli artı değer üretimini hızlandırmıştır. Sabit iş günü içinde teknik gelişmelerle daha fazla artı değer yaratılması kapitalizmin bu dönemde kazandığı özelliğidir.

İşçi sınıfı büyük fabrikalara ve kentlere yığılmıştır. Daha doğrusu bu yığılmayla birlikte işçi sınıfı tarihsel şekillenmesini yaşamıştır. Bu dönem Taylorizm-Fordizm-bant sistemiyle kendi gelişiminin zirvesine çıkmış, iş gücü çok gelişkin iş bölümü ile niteliksizleşmiştir. Bant başında basit hareketleri tekrarlayan, adeta makinaların uzantısı haline gelmiştir. Bu dönem işçi sınıfı mücadelesinin en yüksek olduğu yıllardır. Devrimler yaşanmıştır. İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal haklarının geliştiği bir dönemdir. Sınıf mücadelesi toplumsal her gelişmeye damgasını vurmuştur. Marksizm bu dönemin başlarında doğmuş, ardından gelen mücadele yıllarına güçlü bir damga vurmuştur. Sosyalist sistemin ortaya çıkması insanlık tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Sermaye ücretli emek ilişkisinde dünya adeta iki sisteme ayrılmıştır.

III. BİLGİ-HİZMET KAPİTALİZMİNDE SERMAYE-ÜCRETLİ EMEK İLİŞKİSİ

Bu dönem otuz yılı aşkın zamandır yaşanmaktadır. Kendisi sürekli bir değişim içindedir. Günümüzde kapitalizmle ilişkili hemen tüm tartışmalar bu değişim süreciyle ilgilidir. Eski değer ve kalıplar sürekli buharlaşıyor. En göze batan değişim iş gücünün imalat sanayi alanından bilgi-hizmet alanına akmasıdır. Öte yandan ortalama ücretlerde sürekli bir gerileme yaşanmaktadır. Fabrika kapitalizmi döneminin güçlü ve büyük işçi sendikaları zayıflamaktadır. Hatta büyük mücadelelerle kazanılan iş günü “esnek” çalışmayla yeniden belirsiz hale gelmektedir. Fabrika döneminin en önemli kazanımı olan iş güvenliği hızla aşınmakta esnek çalışma adı altında güvencesiz bir çalışma ortamı her yere bulaşmaktadır.

Bu değişimin altında yatan nedir? En önemlisi gidiş hangi yöndedir? Bu sorulara bir cevap bulabilmek için bilgi-hizmet kapitalizminin özelliklerini çözümlemek gerekiyor.

Değişim Alanları

İnformatik çağıyla birlikte üretim ve toplumsal yapı köklü bir değişim içindedir. Sermaye ücretli emek ilişkisindeki değişim toplumsal yapıyı ve elbette sınıf mücadelesinin geleceğini köklü bir şekilde etkileyecektir. Bu sorular hala cevap beklemektedir. Henüz bir “formül” bulunabilmiş değildir. Bu durum insanlığın gelişim tarihi dikkate alındığında ilk defa rastlanan bir olgu değildir. Kapitalizmin ilk filizlenmesi ile Marksizm’in doğuşu arasında iki yüzyıla yakın bir zaman aralığı vardır. Bu zaman aralığından karamsarlığa kapılmanın bir anlamı yok. Sınıf mücadelesinin şekilleniş ve büyüme yılları olan fabrika kapitalizmi döneminde mücadelenin bir ideolojiye kavuşması için kırk-elli yıl yetmiştir. Günümüzde değişim önemlidir, ancak değişimin hızı da önemlidir. Son çeyrek yüzyılda özellikle üretim teknik ve yapısı önceki dönemlere göre çok daha hızlı değişmektedir. O nedenle doğum sancıları çoktan kendini ortaya koymuştur. Anti küresel hareketlerden Arjantin ayaklanmasına, Bolivar devrimlerine, Arap isyanlarına, Occupy Wallstreet’den İspanya’da Öfkelilere ve Gezi isyanına akan yıllar doğum sancılarından başka bir şey değildir. Böyle olayların akışından düşünceler süzülecek ve yol gösterici güç seviyesine yükselecektir.

a) Üretim Sürecindeki Değişimler: Meta üretimi dördüncü sanayi devrimi ile önemli bir değişime uğramaktadır. Buhar makinalarından elektrik motorlarına gelen süreçte kitlesel üretim gerçekleşti. Bant sistemiyle bu üretimin zirvesine çıkılırken aynı zamanda gelişiminin sınırlarına da gelinmişti. Sanayi 4.0’ın sunduğu imkanlarla kitle üretiminden “hücre üretimine” geçiliyor. Çeşitli, tüketicinin isteklerine göre sürekli yenilenen ürünler II. Dünya Savaşı sonrasındaki kitle üretiminin yerini almaktadır.

Üretim teknikleri sürekli yenilenirken ürün çeşitleri de zenginleşmektedir. Günümüzdeki meta üretimini bu nedenle meta yaratımı olarak nitelemek daha doğru olur. Sürekli yeni tekniklerle beslenmiş farklı üretim zengin bilgiyi ve yaratıcılığı gerektiriyor. Günümüz metasında niteliksiz canlı emeğin payı azalırken bilgi ve yaratıcılık taşıyan canlı emeğin payı artmaktadır. Meta yaratımı nedeniyle göreli artı değer üretimi yaratıcı emek üzerinde yoğunlaşmıştır. Hem yeni meta yaratımı hem de üretimin teknik yapısındaki sürekli değişim göreli artı değerin kaynağıdır. Fabrika kapitalizmi yıllarında göreli artı değerin kaynağı büyük oranda teknik değişime ve üretim sistemine bağlıydı. Bugün bu bileşim içinde meta yaratımının, yani yaratıcı emeğin rolü büyümüştür.

Yaratıcılık genellikle sanıldığı gibi “ilham”a değil, yüzde 90’ı bilgi ve yoğun çalışmaya dayanır, ardından yaratıcılık -“ilham”- gelir. Bu gerçeklikten dolayı bugünün meta üretiminde “big data” belirleyici bir rol oynamaktadır. “Data: bilgi çağının ham maddesidir.” (3) Bu tespit çok doğrudur. Bütün insanlığın bilgi ve deney birikiminin düzenlenmiş halidir. Ancak “big data”ya ulaşım nasıldır? Bilindiği gibi ham maddeye ulaşım için sömürge savaşları emperyalizm dönemini başlatmıştır. Gelişmiş batı, üçüncü dünyayı sömürgeleştirmiştir.

Günümüz kapitalizminde bilgiye ulaşımın çok kolay olduğu, dolayısıyla yeni sömürge savaşlarını gerektirmediği düşünülebilir. “Birinci ve ikinci sanayi devrimleri merkezileştirmeyi getirdi, üçüncü sanayi devrimi tersini dayatıyor.” (4) Burada devrim rakamları farklı olsa da söylenmek istenen İnformatik çağında merkezileşmenin tersine bir eğilim olduğudur. Bilgi-hizmet kapitalizmindeki bazı gelişmeler böyle hayaller yaratabiliyor. Google hazretlerinden istediğiniz bilgiyi elde etmek için tuşlara basmak yeterli görünüyor. Ancak işin aslı böyle değildir.

İnformatik çağının yeni yıldızları elbette oldu. Kişisel inisiyatiflerle mantar biter gibi yeni firmalar ortaya çıktı. Ancak bir gerçek daha vardır. “Bilgi ekonomisinde firmaların ölüm oranları yüksektir. Fortune’nin 500 firmasının 2000’den beri %51’i kapanmıştır.” (5) Ham madde için paylaşım savaşları gibi olmasa da bilgi tekelini elinde tutanlar küçük parlak firmaları hemen satın alarak “big data”nın bir merkezi ve sahibi olduğunu farklı hayallere kapılanlara hatırlatıyorlar. Elbette bilgi ekonomisinde yaratıcı girişimlerin toprağın üzerine çıkmasına ve filizlenmesine fırsat sağlayan bir ortam vardır. Ancak bu ortam tekellerin duvarları ile çevrelenmiştir.

Bir gerçekliğe daha değinmek gerekiyor. “Big data” için eskinin sömürge savaşlarının tekrarlanmadığını söyledik. Ancak Trump dönemi Amerika’sının Çin’e bu konuda savaş açtığını da unutmamak gerekir. Henüz “gümrük savaşları” seviyesinde seyreden bu gerilim içinde oldukça fazla patlayıcı madde taşımaktadır. “Big data”ya her gün yeni bilgiler katılmaktadır. Ancak bu bilgiler patent çitleriyle sürekli olarak çevrelenmektedir.

Bilgi ekonomisinin gelişimi önceki dönemlerle karşılaştırıldığında nicelik ve nitelik olarak önemli farklılıklar taşımaktadır. Teknik yenilenmenin hızı kesinlikle artmıştır. Nitelik olarak ise günümüz kapitalizminde insan ile makinalar arasındaki ilişki yeni özellikler kazanmaktadır.

Bu değişimlerin kaçınılmaz sonucu meta üretiminden meta yaratımına geçiştir. Metadaki canlı emeğin artık önemli bölümünü bilgi oluşturmakta, öte yandan cansız emeğin payı canlı emeğin aleyhine sürekli artmaktadır. İnsan makina ilişkisinde 20. yüzyıl kapitalizmindeki bant sisteminde insan adeta makinanın uzantısı haline gelmiştir. Bugün bilgisayar tekniğinde daha çok makina insanın uzantısı haline gelmektedir.

Üretim sürecinde diğer önemli farklılık emeğin yeniden nitelik kazanmasıdır. Fordizm’in zirvesinde emek niteliksizleşti. Makina kırıcılar döneminde başlayan bu süreç Fordizm yıllarında en tepe noktasına tırmandı. Emek nitelik yitirdi, makinaların basit uzantısı haline geldi. Günümüzde ise emek belli alanlarda yeniden nitelik kazanmaktadır. Bunun bilgi alanında yaşanan yanı yeterince açıktır. Elbette bilgi sektöründe tüm çalışanların emeklerinin nitelikli olduğunu düşünmek hatalı olur. Bu sektörde de sadece bilgi ileten bilgi sektörünün bant işçileri vardır ve oldukça fazla sayıdadır. Öte yandan, bilgi üreten veya bilgiyi kısmen işleyen nitelikli bilgi işçileri de gittikçe artmaktadır.

Emeğin nitelik kazanması farklı bir yönden de gerçekleşmektedir. Bant sistemi verimlilik artışının sınırına dayanınca üretimde teamwork’e geçildi. Bu çalışma tarzında işçiden kaslarından öteye kafa emeği de talep ediliyor, gündelik çalışma belli ölçüde yaratıcı nitelik kazanıyor, aynı zamanda teamwork’de gruplar üretimin örgütlenmesinde bilgi sahibi oluyorlar. İş yerindeki üretim bilgisinin bir bölümünü edinerek emek yeni bir nitelik kazanmaktadır. Hem bilgi işçisi olarak hem de yeni üretim biçimi olan teamwork ile üretimin örgütlenme bilgisini edinen emek, Fordizm döneminde yitirdiklerini farklı bir yönden yeniden kazanmaktadır. Bu durum sermaye ile ücretli emek arasındaki ilişkiye yeni bir özellik katmaktadır.

Sermaye ücretli emek ilişkisinde günümüzde en çok konuşulan konu insan makina ilişkisinin yeni bir özellik kazanmasına odaklanmıştır. Burada söz konusu olan “robotlar geliyor” telaşıdır. Robotları gerçek boyutunda konuşabilmek için yapay zekanın da aynı kapsamda olduğunu dikkate alarak değerlendirmek gerekir.

Gelişimin gösterdiği gibi robotlar ve informatlar (birbiri ile haberleşen robotlar) sadece “rutin ve öngörülebilir” işlerin yerini almakla kalmıyorlar “bilgi ve yaratıcı işçilerin” de rolünü alıyorlar. Böylece:

-bürokrasi ve hiyerarşi kısmen yok olacaktır,

-yönetimin rolü değişecek, grup (team) oluşturma ve projeleri en optimal yürütmeye odaklanılacaktır,

-orta sınıfın erozyonu yaşanacaktır,

-gelirler arasındaki eşitsizlik artacaktır. (6)

Yukarıdaki tespitlerin odak noktası iş yeri bürokrasisini etkilemesi ve toplumsal olarak da orta sınıfın erozyona uğramasıdır. Yapay zeka ve robotlar artık sadece mavi yakalıların işlerine değil, önemli ölçüde beyaz yakalıların da işlerine göz dikmiştir.

Dünya robot üretiminde lider ülke Japonya’dır. Dünyada üretimdeki 1,4 milyon robotun 310 bini Japonya’dadır. Dünya robot satışlarının %70’ini Japonya, Çin, ABD, Güney Kore ve Almanya tüketmektedir. Üretimde ise Japonya, Güney Kore ve Almanya liderdir. Pentagon destekli Google-DeepMind bilgisayarlara nasıl düşünüleceği öğretilmektedir. Öte yandan 2013 yılında 1300 cerrah robot ameliyat yapmıştır. Bu robotların tanesi 1,5 milyon dolardır. Her yıl bu alanda robotik süreçler %30 artmaktadır. 1 milyon ABD’li robotlar tarafından ameliyat edilmektedir. (7) Yazara göre “robotlar çağımızın köleleridir.” (a.y. s.36)

Bütün bunlar kapitalizmin buharlı makinalardan beri yaşadığı süreçte insan-makina (ya da insan-teknik) ilişkisinde çok önemli bir nitelik farkına işaret etmektedir. Bir uçta bir cerrah yeteneğinde robotlar dururken öteki uçta “düşünebilecek” robotlar durmaktadır. Bu “üstün yetenekli” robotlarla ancak iş gücünün çok azınlık bir kesiminin ilişkide olabileceği çok açıktır. Bu küçük azınlığın gerek toplumsal yaşamda gerekse sınıf mücadelesi alanında nasıl bir rolü olabileceği sorulabilir. Bu sorunun henüz bir cevabı yoktur. Ancak sınıflar mücadelesi tarihinin gösterdiği gibi sınıf içinde yeni üretim teknik ve örgütlenmeleriyle bağlantılı olanların mücadelede önemli rolü oluyor. Bu hatırlatmadan öteye kesin öngörüde bulunmak hata olur.

Teknikle ilişkinin bu seviyesi insanın soyut düşünme yeteneğinin alanını güçlendirecek ve yükseltecektir. Soyut düşünce yaratıcı düşüncenin alt basamağıdır, böylece insanın düşünce gücünde kaçınılmaz bir gelişme hatta sıçrama olması büyük olasılıktır. İnsanlık binlerce yılda ancak Yunan Kent medeniyetleri döneminde soyut düşünce seviyesine çıkmıştır. Soyut düşünce yığınla somut birikimden bir genel kavrayışa sıçramaktır. Bir yanıyla soyutlama aynı zamanda bir buluştur.

Elbette hiçbir gelişme tek yanlı ve yönlü değildir. İnformatik dünyasının “bilgi sığlığı” hatta “digital bunama” yarattığı biliniyor. Bilgi hem görsel hale geldi hem de olağanüstü hızlı akıyor. Buradan bir düşünce derinliği kazanmanın sanki alanı daralmaktadır. Böyle bir yan etkiye rağmen “big data” kaynağından bilgi seçme ve işleme yeteneği gelişmektedir. Üretimde meta yaratma sürecini destekleyen bu gerçekliktir. İnsanın teknikle ilişkisinde tekdüzelikten yaratıcı zenginliğe geçiş bilgi-hizmet kapitalizminin en belirgin yanı olma yönünde yürümektedir.

Sonuç olarak, günümüz kapitalizminde meta yaratımında yaratıcı veya yenilikçi canlı emeğin payı artarken dünün bant sistemindeki rutin canlı emeğin yerini daha çok makinalar yani cansız emek almaktadır. Bu gerçeklikten dolayı sermaye ücretli emek ilişkisinde öne yaratıcı canlı emek çıkmakta, rutin emek sanki üretim sürecinin dışındaymış gibi bir görünüm kazanmaktadır.

b) Verimlilik ve Ücret Arasındaki Yeni İlişki: Thomas Kochan “bozulan sosyal anlaşma” tespitini yaparak, ABD’de verimlilik ile ücret artışı arasındaki doğru orantılı ilişkinin 1970’li yıllarda kırılmaya başladığını vurgular. Verimlilik artışı devam etmiş ve 1950’de 100 iken 2010’da 400 olmuş yani dört kat artmıştır. Fakat ücret artışları 1950’de 100 iken 1970’lerin sonunda225’e yükselmiş, burada çakılıp kalmış ve 2010’da 200’e gerilemiştir. Ücret artışları 1970’lerin sonunda verimlilik artışından koparak gerilemeye başlamıştır. ABD’deki bu eğilim bütün kapitalist ülkeler için bazı zaman kaymaları ile geçerlidir. (8)

Aynı zamanda sendikalar, liberalleşmeyle ve yıkıma uğrayarak iş gücü pazarında başarılı olamadılar ve %7-8 tortu işsizlik İsveç’te bile yeni normal oldu. (9) Verimlilik artışı ve ücret arasındaki ilişki uzaktan bakınca 19. ve 20. yüzyılda kapitalizmin “doğal” bir özelliğiymiş gibi görülür. Bunun böyle olmadığı aslında Marks’ın “Ücret, Fiyat, Kar” broşürünü yazdığından beri biliniyor. Ücret artışı daima verimlilik artışının arkasından ve sınıfın ekonomik mücadelesi ile gelmiştir. İşçi sınıfı mücadelesinin özgün bir dönemi olan 19. ve 20. yüzyılda süreç böyle yürümüştür. İşçi ayaklanmaları, devrimler ve özellikle Sovyetler Birliği’nin kurulması nedeniyle ücretler verimlilik artışını kovalayabilmiştir. Bu bağlantı 1970’lerin sonlarında kopmaya başlamıştır.

Bunun tek nedeni sendikaların zayıflaması değildir. Aslında sendikaların zayıflaması bir sonuçtur. İki gelişmenin sonucudur. İnformatik çağı ile kapitalizmin yeni bir üretim biçimine geçişi bir nedendir. Öte yandan özellikle 1980’ler sonrası dünyada sosyalizmin gerilemeye başlaması ve 1990’da yıkılması ikinci önemli nedendir. Dolayısıyla verimlilik ve ücret artışı arasındaki ilişkinin kopması dönemsel olmaktan çok yapısaldır. Yazının mantığı gereği bu kopmada sosyalizmin yıkılışının açık etkisinden çok kapitalizmdeki yapısal değişimin etkilerini irdelemeye çalışacağım.

“Toplam ulusal gelirde emeğin payı düşüyor. 1947-2000 arası %64,3 iken 2010’da %57,8’e geriledi… Emeğin payı azalırken kapitalin payı otomatik olarak artmıyor. Ne sıradan emek ne de sıradan kapital değil, işçiler veya işverenler değil, fakat yeni düşünceler ve düşünceleriyle yenilikler yaratabilen insanlar, en nadir kaynak olacaklardır.” (10)

Özellikle 1990’lı yıllardan beri meta içinde emeğin ve yatırımcının payı gerilerken dizayn yapanlar, mühendisler, stilistler, plancılar, stratejistler, mali uzmanlar ve yöneticilerin payı artmaktadır. Sıradan emekten ayrılan bu emek türü, yöneticiler bir kenara bırakılırsa, günümüzün “big data”dan yararlanmayı bilen bilgi işçileridir.

Bu gelişme bir paradoksla birlikte yürür: “Üretkenlik artar, yeniliklerin seviyesi artar fakat aynı zamanda ortalama ücret azalır.”

“Dördüncü Sanayi Devriminin şafağında olan şey, üretici çalışma ve gelirin yapısında topyekûn bir değişimdir. Bunun arkasındaki güçler: robotlaşma, informatik, yapay zeka, küresel rekabet nedeniyle maliyetlere aşırı odaklanma, artan bireyselliktir.” (11)

Bilgi-hizmet kapitalizminde az sayıda bilgi işçisinin ücretinin arttığı biliniyor. Ancak bu sınıfın toplu pazarlığı ile değil, bireysel pazarlıklarla yürümektedir. Bu nedenle yaratıcı emeğin durumu çok kırılgandır. 19. ve 20. yüzyıldaki gibi arkasında güçlü bir sınıf örgütlenmesi yoktur. Sınıfın diğer geniş kesimi ise sürekli daha düşük ücretlere zorlanmaktadır. Sonuç olarak verimlilik artışına rağmen ortalama ücret sürekli aşağıya gitmektedir. Bu durum toplumsal üretimin 19. ve 20. yüzyıl kapitalizminde belli ölçüde homojen olmasına karşılık günümüz kapitalizminin ne ölçüde parçalanmış olduğunun da kanıtıdır.

Üretimin yeni yapısı ve tekniği büyük işyerlerinin küçülmesini dayatıyor. Ayrıca taşeronlaşma yollarıyla işçi sınıfının gücü parçalanmaktadır. Böylece bireyselleşme yaygınlaşmakta, sınıfın kolektif davranış yeteceği zayıflamaktadır.

Öte yandan, canlı emeğin sürekli ve artan hızda yeni tekniklerle tehdit altında olması en kalifiye bilgi işçisinin ücretini bile aşağıya çeken bir basınç yaratmaktadır. Bu gidişin en sağlam konumda görünen doktorları bile kaçınılmaz bir şekilde etkileyeceği öngörülüyor.

Ücretleri baskı altında tutan diğer önemli faktör, “tortu işsizlik”in ya da fazla nüfusun gelgeç olmaktan çıkıp toplumsal bir katman haline gelmesiyle çalışanların bir işsizlik deniziyle her geçen gün daha fazla kuşatılmasıdır.

Bütün bunların bileşik etkisiyle bilgi-hizmet kapitalizminde verimlilik artışı ile ücret artışı arasındaki bağ kopmuştur. Böylece çalışma ve gelir arasındaki olumlu bağ kapitalizmin yeni döneminde kopmakta olduğu için ücretli emeğin toplumsal yeri ve sınıf olarak varoluşu büyük bir anlam erozyonuna uğramaktadır.

c) Üretim, Yaşam ve Zaman İlişkisindeki Değişim: 19. ve 20. yüzyılda bant sistemi egemen üretim biçimi olması nedeniyle iş gücü hemen hemen homojen bir yapıya sahipti. Günümüz kapitalizminde bu durum radikal bir şekilde parçalanmaktadır. Bu nedenle “4. sanayi devriminde işveren, işçi ve toplum arasındaki sosyal anlaşma (“social contract”) dramatik bir şekilde değişecektir.” (12)

Bu değişim iki farklı yönde gelişmektedir. Bilgi işçileri için farklı, genellikle prekarya-güvencesiz geniş çalışan kitlesi için çok farklı yönde değişmektedir.

“Ronald Inglehart’ın araştırması (Michigan Üniversitesinde) değerlerde büyük bir dönüş gözledi-ekonomik gelişme konularından yaşam stili değerlerine, varoluştan kendini ifade etmeye bir dönüşüm…” gözlendi. Bu durum elbette “güvenli ekonomik seviyeye sahip olanlar arasında” geçerlidir. (13)

Benzer tespitler günümüz için de yapılmaktadır. Dolayısıyla değerlerde dönüşüm sürekliliği olan ve derinleşen bir süreçtir. “Onlar yaşamak için çalışmıyorlar, onların işi onların yaşamları ve hobileridir ve bu nedenle iyi yaşam onların her gün rutin çalışmalarıyla ilişkilidir, emeklilikte ‘iyi yaşam’ onların stratejik hedefi değildir.” (14)

19. ve 20. yüzyıl kapitalizminde üretimde giderek artan iş bölümü ve tek düze bant sistemi egemen olduğundan işçi sınıfının geneli için değerlendirme yapmak mümkündü. 21. yy. kapitalizmi için artık bu mümkün değildir. Geçen dönemde işçi sınıf için iş ve yaşam çok ayrı hatta birbirini dışlayan kavramlardı. Fabrikada geçen süre işçi sınıfı için yaşamının dışında kalan, geçinmek için bir zorunluktu. Onun için yaşam fabrikadan veya iş yerinden çıktıktan sonra başlardı.

Bugün sınıfın bir kesimi için iş ve yaşam birbirinin içine girmiştir. Çalışan işini iş dışında görünen zaman dilimine de taşır; ya da bireysel yaşamı aynı zamanda işini de kapsar. Bilgi, hizmet ve imalat sanayi iş kollarında çalışan iş gücünün bir bölümünde durum böyledir. Bilgi işçisi için durum çalışmanın doğası gereği böyledir. Hizmet sektöründe “yüz yüze” iş yapanlar için de iş ve yaşam alanları belli ölçüde iç içedir. İmalat sanayinde ise durum bant sisteminden teamwork’e geçince işçiden kaslarının dışında aynı zamanda düşüncesi de istenmektedir. Makinayla ilişkide daha yaratıcı olmak ve daha da ötesi üretim örgütlenmesinde bilgi ve yaratıcılıkla davranmak günümüz üretiminde ağırlık kazanan bir özelliktir.

Sınıflar mücadelesi tarihinin gösterdiği gibi son üretim tekniğiyle yakın ilişkide olan, etkin üretim alanlarındaki işçiler daha bilinçli davranışlar göstermiştir. Günümüzde üretimle ilişkisi daha çok bilgi ve yaratıcılık üzerinden yürüyen, işi aynı zamanda yaşamını kapsayan ücretli emeğin, sermaye ile ilişkisinin farklı olacağı açıktır. Mücadelenin ücret alanı dışına çıkması büyük olasılıktır. Google çalışanları uluslararası bir davranışla iş yerinde kadına taciz konusunda eylem örgütleyebildiler. Mücadelenin daha farklı sosyal alanları kapsaması büyük olasılıktır. Hatta üretim organizasyonu konusunda yenilik getiren müdahalelerin olması işin yapısından dolayı kaçınılmaz görünüyor.

Bilgi-hizmet kapitalizminde işçi sınıfının diğer ucu prekarya-“güvencesizler”dir. Günümüz kapitalizminde daha önceki yüz yılda kazanılmış, iş günü, ücret gibi sabitler değişmekte ve deforme olmaktadır. “Esnek çalışma” bu bozulmanın adıdır. Çalışma haftası, iş günü gibi sabit değerler artık hemen hemen yoktur. İşin yoğunluğuna göre çalışma veya boşa çıkma ve sabit iş anlaşması ile çalışmak yerine geçici kontratlarla çalışmanın en önemli sonucu toplu sözleşme düzeninin büyük bir erozyona uğramasıdır.

Güvencesiz bir ortam bugünün kapitalizminin en ağır basan özelliğidir. Bu zehirli ortam sadece niteliksiz iş gücünü etkilemiyor, pek çok nitelikli iş gücü de aynı tehdit altındadır. Sürekli yenilenen üretim teknikleri, küreselleşme ile meta rekabetinin yoğunlaşması güvencesiz ortamın genel nedenleridir. İşgücü de bir metadır, küreselleşme ile daha da yaygınlaşan nüfus göçü nedeniyle iş gücü sürekli baskı altındadır. “Manpower” işçi kiralama büroları bütün dünyada yaygınlaşmaktadır. İşçi kiralama büroları dün tarımda mevsimlik işçi kiralayan “çavuş”ların kentlerdeki karşılığıdır. Bu bürolarla kiralanan iş gücü bir dönem sahip olduğu sosyal haklara sahip değildir.

Günümüzde niteliksiz emek güvencesiz yaşamın tam ortasındadır. Bant sistemi günlerinde iş gücü büyük oranda niteliksizleşmişti; buna karşılık uzun sınıf mücadelesi yıllarının ve üretim sisteminin sonucu olarak güçlü örgütlenmelere sahipti. Bu yapı 1970’lerin sonrasından itibaren erimeye başlamıştır. Günümüzde artık “esnek üretim” dönemin özelliği olarak yapısallaşmıştır.

“Sonuç olarak, zamana bakış açısı uzun dönemli ve istikrarlı olmaktan kısa dönemli ve geçiciye doğru değişiyor.

“Kişisel başarıya yol açan değişime isteklilik aynı zamanda sadakat, güven, bağlılık, başkaları için sorumluluk gibi değerlerin erozyona uğramasıyla da uyumludur.” (15)

1950’ler 60’lar Avrupa’sında bir fabrikadaki işçi ne zaman emekli olacağını, ne kadar gelirle yaşayacağını rahatlıkla öngörebilirdi. Günümüz kapitalizminde gelecek yıl ne olacağını kestirebilen işçi sayısı oldukça azdır.

Sadece zaman kısa dönemli ve geçici hale gelmemiş bununla paralel olarak o günlerin değerleri de erimektedir. Genellikle işyerlerinde var olan güven, sadakat, bağlılık gibi değerler artık anlamını yitirmiştir. Geleceğin öngörülemediği, güvencesiz bir iş ve sosyal ortamda çalışmak ve yaşamak insanı önceki dönemlerden çok farklı şekillendirmektedir.

Sınıfın bilgi işçiliği ucunda iş ve yaşam iç içe giriyor, hatta işleri onların yaşamları halini alıyor. Dünün kapitalizminde mesai veya vardiya bitiminde başlayan yaşam değil, işle birlikte kaynaşan bir yaşam artık insanları şekillendirmektedir. Öte yandan, sınıfın diğer ucunda güvencesiz, ekonomik olarak kötü bir ortam, geleceğin öngörülemediği bir zaman akışında çalışma eski anlamını yitirmektedir. 19. ve 20. yüzyılda kendini genellikle bir iş yerine ait olarak hisseden işçiler, günümüz kapitalizminde böyle bir algıdan yoksundurlar. Değerlerin böyle çözülmesi aynı zamanda çalışmanın anlamını değiştirmektedir. Bant sistemi günlerinde sıkıcı ve tek düze de olsa çalışma ve ücretin çok somut bir bağlantısı vardı. Üstelik sınıf mücadelesiyle bağlantılı olarak çalıştıkça ücretlerin artışı umudu birlikte büyürdü. Bugün güvencesizlerde çalışma ve ücret arasındaki bağ büyük ölçüde kopmuştur. Çalışma bu yönden anlamını yitirmektedir. Her şeyin gelgeç olduğu bir dünyada çalışmanın anlamı da silikleşmektedir.

Güvencesiz iş dünyasında çalışma ve “geçim”in bağlantısı kopunca koşullar iş gücünü kölelik günlerine iterken, informatik çağının her yerde gezinen bilgisinin yardımıyla bu sürecin çok farklı yönlerden sorgulanması yönünde malzeme birikmektedir. Güvencesiz işçi yoksunluğun içindeyken öte yandan koşullarını tanıma ve bilinçlenme için eskiye oranla çok daha fazla imkana sahiptir.

Bazı Sonuçlar

Sermaye ve ücretli emek arasındaki değişimlerin yarattığı bazı sonuçlara değinelim. Henüz başlangıç aşamasında olmalarına rağmen bu sonuçların gelgeç olmadığı söylenebilir. Nasıl derinleşeceğini ise hem zaman hem de sınıf mücadelesi gösterecektir.

1-Emek değer yasasının sonuna mı gelindi? Bu görüş “otonomcular” olarak bilinen Hardt ve Negri’nin savunduğu bir tezdir. Onlara göre bu kanun “sönümlenme sürecindedir.” Elbette Hardt ve Negri bu düşüncede yalnız değillerdir. Özellikle yapay zeka tartışmalarıyla birlikte bu görüş yaygınlaşmaktadır.

“Emeğe dayanan mülkiyet ve Marx’ın ‘katılaşmış emek’ kavramı zamanını doldurdu. Tokyo dışında bir fabrika 66 işçi (çalışan) ve 310 robotla her gün 300 Lexus üretiyor.” (16) Buradan emekle ilgili bazı sonuçlar çıkartılıyor.

Üretimde bilgi ve bilgi işçiliğinin artmasından çıkartılan sonuçlar ilginçtir. İlk göze batan üretim sürecindeki doğrudan emek artık sırf denetleyici hale gelmiştir. Bu durum emek değer yasasını aşındıran bir rol oynamaktadır. İkincisi, doğrudan üretim robotlara kalınca emek değer yasasından “bilgi-değer yasasına” geçişin olduğu ileri sürülmektedir.

Üretimde kas hareketlerinin payının azalması açık bir gerçekliktir. Fakat buradan emek değer yasasının ortadan kalkması sonucu çıkartılamaz. Öte yandan üretimde bilgi kullanmanın payının artmasından yeni bir yasaya-“bilgi-emek yasası”na geçiş sonucunu çıkartmak bilginin de emek olduğunu unutmakla mümkündür.

Üretimde bilginin payının artışından bir diğer hatalı sonuç daha çıkartılmaktadır. Bilginin veya yaratıcı emeğin sermaye ile ilişkisinin Fordizm dönemdeki emeğin ilişkisinden farklı olduğu ortadadır. Ancak buradan da yaratıcı emeğin sermaye karşısında “özerkliği” sonucuna varmak başka bir yanılgıdır. Bu nitelikli emeğin sermaye ile ilişkisinin bant işçisinin ilişkisinden farklı olacağı açık olsa da buradan sermayeye karşı özerklik sonucu çıkartılamaz. “Big data” kendisi ne kadar büyüleyici görünse de onun günümüzde hala bir “sahibi” vardır. Bilgi işçisinin “yeteneğinin beyninde olması”, onun bir kapitaliste ait olmamasından hareketle “özerklik” sonucuna varmak mümkün değildir. Böyle bir değerlendirme makina kırıcıların günlerini hatırlatıyor. O zamanlarda zanaatkarların yetenekleri ellerinde ve beyinlerindeydi; makinalar geliştikçe yeteneklerini makinalara kaptırdılar.

Bugün bilgi işçisi iki yönden tehdit altındadır. Yeteneği kendi mülkü olsa da onun gerçekleşmesi için üretim sisteminin içinde yer alması gerekir. Üretim sistemi ise hala sermayenin elindedir. Aynı zamanda yapay zeka insanın düşünme ve bilgi üretme yeteneği üzerinde gittikçe artan bir baskı yapmaktadır.

Emek değer yasasının kalkması için emeğin pazarda satılan bir meta olmaktan çıkması gerekir. Dolayısıyla onu satın alacak sermayenin, aynı zamanda bütün bunların yaşam bulacağı pazarın da ortadan kalkması gerekir. Artı değer üretemeyen sermaye erimeye mahkumdur. Robotlar artı değer üretmez. Ancak bu kadar söylendiğinde sermayenin robotlara karşı olması gerektiği gibi bir sonuç ortaya çıkabilir. Üretimde ortalama emek miktarı üzerinden değer yasasının işlediği unutulursa “fazla işçi çalıştıran daha fazla artı değer üretir” gibi ilkel bir sonuca varılır. Ortalama emek miktarı ise pazarda rekabetle oluşur. Metada ortalama emek miktarını aşağıya çekebilen kapitalist pazarda rekabet şansını arttırır, dolayısıyla artı değeri gerçekleştirme şansını arttırmış olur.

Tokyo’daki Lexus araba fabrikasında neden “emeğe dayanan mülkiyet” ve “katılaşmış emek kavramlarının zamanı dolmuş” olsun? Evet robotların sayısı işçilerden çoktur. Ancak robotları denetleyen, programlarını yenileyen bilgi işçileri olmazsa o çok marifetli makinalar işlemezler.

Bilgi çağında emek değer yasasına ne oluyor? Hiçbir şey değişmiyor mu? Yasa üretimdeki gelişmelere göre iki yönde sanki deforme olmaktadır. Birisi günümüz üretiminin çekirdeği olan bilgi yoğunlaşmasının olduğu alandır. Burada insan iş gücünün yerini robotlar ve yapay zeka almaktadır. Meta üretiminden meta yaratımına geçilen bu alanda sürekli yeni ürün yaratılması için yaratıcı emeğin rolü artmakta, fakat aynı zamanda metanın somut üretiminde ise robotların alanı genişlemektedir. Bu durum yüksek teknikli her üretim alanında böyle değildir. Bilgisayar, cep telefonu gibi üretim alanlarında robotlardan çok insan iş gücüne gerek vardır. Üretimin niteliği bunu dayatmaktadır. Robot ya da insan bu alanın temel özelliği metada yaratıcı ve yüksek nitelikli emeğin rolünün sürekli artmasıdır. Bu emek türü söylendiği gibi sermaye karşısında bir “özerklik” kazanmaz ama bir ayrıcalık kazanmaktadır. Fakat sürekli yaratıcı olmakla karşı kaşıya olan bu iş gücünün işi ve yaşamı iç içedir. Aynı zamanda günümüzdeki yeni bir iş hastalığı ile-burnout-karşı karşıyadırlar. İmtiyazları tek yanlı değildir, kullandıkları beyinlerini “yakmak” riski altındadırlar. Bu iş gücü ortalama emek üretkenliğinin sürekli üst sınırlarını zorlamakla karşı karşıyadır. Bu özelliklerinden dolayı emek ve ücret bağlantısı ortalamanın çok üstündedir.

Diğer yön niteliksiz, kafa emeğinden çok kas emeğinin kullanıldığı ve günümüz kapitalizminde güvencesiz iş koşullarının bulunduğu alandır. İşçi sınıfının bu kesimi dünya düşünülürse okyanuslar kadar geniştir. Gelgeç işlerde çalıştıkları için, iç ya da dış iş gücü göçünün baskısı altındadırlar. Önceki yüzyıldaki gibi çalışma yılları ile artık “kıdem” almazlar. Sürekli işsizlik sınırında yaşarlar. “Çalışan yoksullar” kavramı günümüz kapitalizminin bu insanlar için yarattığı bir kavramdır. Ücretleri kıdemleri, çalışma saatlerinin fazlalığıyla doğru orantılı değildir. Esnek çalışma adı altında sürekli işsizlik uçurumunun kenarında çalışmak zorundadırlar. Dünya istatistiklerinde adları günde “bir doların altında kazananlar” olarak geçer. Bu kitle aslında güvencesizlerin en dip katmanıdır. Güvencesiz işçiler daha yaygın bir kitledir. Sınıfın bu kesiminde iş ve ücret bağı sürekli ücret aleyhine gelişmektedir.

Bir bakıma toplam artı değer üretiminden prekaryanın aldığı pay azalmaktadır. Günümüz kapitalizminin yarattığı örgütsüzlük, niteliksiz iş gücünün artı değerden aldığı payı aşağıya çekmektedir. Öte yandan yaratıcı emek günümüz üretim sisteminin özelliklerinden dolayı imtiyazlı konumuyla artı değerden aldığı payı arttırmaktadır. Emek değer yasasının zamanını doldurması gibi bir durum yoktur; meta yaratımının temel aktörü konumundaki yaratıcı emeğin üretimdeki yerinden dolayı imtiyazlı bir konumda olması günümüz gerçekliğidir.

2-Sürekli yenilenen teknik ve ortaya çıkan fazla nüfus: Dördüncü sanayi devrimi ile ilgili hemen her tartışmada makinaların her geçen gün insanların yerini almasının kaçınılmaz olduğu üzerine değerlendirmeler yapılır. Bu sorunun uzak bir gelecekte olmayacağı, yakın bir dönemin sorunu olduğu artık kabul görüyor. Üçüncü dünya ülkelerinde zaten aktüel bir sorundur. Çok yakıcı bir sorundur. Sadece bu ülkeler için değil gelişmiş batı ülkeleri için de giderek acil bir sorun haline gelmektedir.

Gelişmiş ülkeler “temel gelir garantisi”ni tartışmaktadır. Hatta bu konunun yeni olmadığı 1973’lerde muhafazakâr politikacı Friedrich Hayek tarafından savunulduğu belirtiliyor. (17) “Kanada, Finlandiya ve Hollanda gibi ülkelerde küçük çaplı deneniyor ve planlanıyor.” (18) Bu konuda harekete geçirici etki süreklileşen işsizliğin yaratacağı ekonomik ve toplumsal zararlardır. Bu gelirin kaynağı, olası yararları ve zararları doğal olarak henüz bir sonuca varmamış tartışmalar seviyesindedir. Ancak kesin olan bir nokta vardır, yapılan tartışmalar konuya kapitalizmin içinden bakıyor. Makinalar kaçınılmaz bir şekilde insanların bir kesimini üretim alanından dışlayacaktır; buna çözüm bulunamayacaksa “temel gelir” tek çözümdür.

Kapitalizmin sınırları dışına çıkılınca çok başka çözümlerin bulunabileceği açıktır. Kapitalizm temel gelir ile insanın kendini yaşatma ve gerçekleştirmesinin tek yolunun temel tüketim mallarına erişmesi olarak görüyor. Böyle bir varsayımın kapitalizm için yeterli ve doğru olmasında yadırganacak bir yan yoktur. Ancak “fazla nüfus” sorununa bir çözüm olması mümkün değildir. 1960’lı yıllardaki Alman çalışma bakanının gelen Türk işçileri için “biz iş gücü istedik, ama insanlar geldi” açıklaması hatırlanmalıdır.

Tüketim toplumunun bir alın yazısı olduğu mantığından bakmak, mevcut iş günü çerçevesi dışından bakarak çalışmanın çok daha az saatlerde olması mümkündür. Ancak bu durumda sermaye sahibi daha fazla insanla muhatap olacaktır. Robot köleler varken insanla uğraşmanın ne gereği vardır! “Temel gelir” kapitalizmin meta döngüsünün tamamlanması açısından bir çözüm olabilir, ancak insan açısından kesinlikle bir çözüm olmayacağı açıktır.

İşgücü ile makinaları karşı karşıya getiren kapitalizmdir. Teknik yenilenmenin kapitalizmde temel hedefi sermaye birikimini arttırmaktır. Kapitalizm artı değer sömürüsü üzerine dayandığı için teknik ve insanı birbirinin karşıtı olarak konumlandırmak zorundadır. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin kalktığı bir toplumda ancak teknik ve insan karşı karşıya gelmez, makina insan emeğinin uzantısı haline gelir.

Robotlara karşı “temel gelir” kapitalizmin yarattığı toplumsal çürümenin üstünün geçici bir süre örtülmesi anlamına da gelir. İnsan tüketim yapan bir nesne değil, moral dünyasıyla birlikte kendini gerçekleştirmek isteyen bir varlıktır. Temel gelir ve fazla nüfus gerçekliği aslında kapitalizmin keskin bir tıkanma noktasına geldiğini kanıtlıyor. Üretim araçlarının, yani bugünkü adıyla bilim ve tekniğin özel mülkiyetine sahip bir avuç sermaye sahibi, insanlığın diğer kesimini sadece makinaların uzantısı haline getirmekle aslında onları bir anlamda yok oluşa sürüklemektedir. Dolayısıyla artık kapitalizme karşı mücadele aynı zamanda insanın varoluşu için mücadeledir.

3-Yeni sınıfsal şekillenme: Günümüz kapitalizminde iki gelişim içiçe yaşanıyor. Bir yandan ücretli çalışan sayısı artıyor; öte yandan ücretliler arasında katmanlar çoğalıyor. Tekrara kaçma pahasına iki kutbu vurgulamak gerekir. Bir yanda bilgi işçileri öte yanda prekarya, günümüz sınıf yapısının iki temel yapı taşıdır. İçerik aynı olsa da daha farklı sınıflandırmalar da yapılmaktadır.

En üstte “%1’lik süper sermaye sahipleri”, sonra “ücretli elit” (bilgi işçilerinden yöneticilere kadar uzanan kesim), prekarya, çalışan yoksullar ve sosyal yardım ya da temel gelir alanlar. (19) Bu dizin bir gerçekliktir. Egemenleri bir kenara bırakıp “ücretliler”i ele alırsak onlar arasındaki tabakalaşmanın günümüz kapitalizminde çok çeşitlendiği görülebilir. Bir yanda bilgiyle ve üretim organizasyonu açısından nitelik kazanan iş gücü, öte yandan niteliksiz ve güvencesiz prekarya, sınıfın davranışına çok farklı özellikler katacaktır.

Yazar Occupy Wallstreet, Öfkeliler, Arap isyanları, Gezi isyanı gibi hareketleri saydıktan sonra şu tespiti yapıyor: “Bütün bunlar yaratıcı sınıfta nihayet Marx’ın sınıf bilinci dediği şeyin gelişmesinin; kendisi için sınıf olma dinamik sorununun daha çok akademik olan kendinde sınıf sorununun yerini almakta olduğunun işaretleridir.” (20)

Bütün bunlar yeni tarz bir sınıf mücadelesinin işaretleridir. Ancak bundan ötesiyle ilgili değerlendirme yapmak için çok erkendir.

SONUÇ

Sermaye ve ücretli emek ilişkisi açısından günümüzün temel özelliği 19. ve 20. yüzyılda şekillenen yapının bütünüyle bozulmuş, ilişkinin yeniden kurulma sürecine girmiş olmasıdır. Bu yolda en belirleyici manivela insan makina (bilimden üretim tekniğine kadar her şey) ilişkisinin yeniden belirleniyor olmasıdır. Fordizm’de üretim bandının ya da makinanın bir uzantısı haline gelen işçi, günümüzde tersi yönde bir ilişkinin kurulması mücadelesi içindedir. Ya da böyle bir mücadelenin filizlerini yakalayıp yükseltme adımlarını atmakla yüz yüzedir.

Bilgi tekeli üzerinden mülkiyet sorunu, doğanın tahribi üzerinden tüketim çılgınlığı sorunu gündelik mücadelenin içinde aktığı bir ortamdır. Bu hava kesif bir şekilde solunuyor. Öte yandan hem robotlar ve yapay zekanın insanı ele geçirmesi sorunu üzerinden; hem de insanın üretim ortamının dışına itilmesi ya da güvencesiz iş koşullarıyla çalışmanın sosyal anlamını yitirmesi yönünden insanlığın bir toplumsal çürümeyle karşı karşıya olması gerçekliği üzerinden kapitalizmin varoluşu tartışılıyor.

Buharlaşmış gibi görünen sınıf mücadelesi bu gerçekler üzerinden günümüzde yeniden şekillenme sürecindedir.

________________________________________________________________

  • Ross, Alec; “TheIndustries of theFuture”, 2016, (s.39)
  • Fuchs, Christian; “DigitalLaborandImperialism”
  • Ross, Alec; a.y. (s.13)
  • Rifkin, Jeremy; “The Zero MarginalCostSociety”; 2014; (s.64)
  • Johannessen, Jon-Arild; “TheWorkPlace of theFuture”; 2019, (s.29)
  • Johannessen, Jon-Arild; a.y. (s.33)
  • Ross, Alec; a.y. (s.16-32)
  • Aktr. Kochan, Thomas; “İnternationalLaborRelationsReview”, vol.66, 2013
  • Streeck,Wolfgang; “How WillCapitalismEnd?”, New LeftReview, Mai-June 2014
  • Brynjolfsson, Erik; McAfee, Andrew; “New World OrderLabor, Capitalandİdeas in thePowerLawEconomy”, ForeignAffairsJuly-August 2014, (s.49)
  • Johannessen, Jon-Arild; a.y. (s.3)
  • Johannessen, Jon-Arild, a.y. (s.64)
  • Florida, Richard; The Rise of The Creative Class, 2011, (s.60)
  • Johannessen, Jon-Arild, a.y. 2019, (s.61)
  • a.y. (s.80)
  • Gates,Jeff; TheOwnership Solution, 1998
  •  Ford, Martin; The Rise of theRobots; 2016, (s.256)
  • Tegmark, Max; Life 3.0., 2017, (s.127)
  • Johannessen, Jon-Arild; (s.35)
  •  Florida, Richard; The Rise of The Creative Class; 2011, (s.399)