Dünyada Artan Gerilimler Ve Türkiye’deki Kriz * Mehmet Yılmazer
Trump yönetimi seçim sloganına uygun davranıyor. Amerika’yı yeniden “büyük” yapmak için adeta onun dünya liderliğini test ediyor. İran’la gerilimi yükseltirken aynı zamanda Çin’le de dalaşıyor. Suriye sorunu ise beklemede. Aynı anda bu kadar cephede gerilim yönetmek ABD’nin bilinçli bir tercihi mi? Yoksa şartlar mı zorluyor?
Pompeo, İran için Avrupa ve Irak turuna çıktı.
“Bir kere NATO’daki müttefikler sunulan hikâyeden hiç de heyecanlanmadı. AB’ye nükleer anlaşmaya verdikleri desteği çekmeleri telkininde bulunan Pompeo, Brüksel’de sanki duvara konuştu. Bir NATO askeri istihbarat yetkilisi, Pompeo’nun İran’ın artan tehditkâr eylemlerine dair brifingini, ‘Çok kötüydü; sıradan dedikodular, uydurma olduğundan şüphelendiğimiz kaynaksız şeyler ve füze yerleştirilmiş bir geminin fotoğrafları’ diye özetleyip ekledi: ‘Bizi aptal mı zannediyorlar?’” (Fehim Taştekin, Gazete Duvar)
Pompeo Avrupa’yı ikna edemedi. Irak da ikna olmadı. Malum Suudi Arabistan ve İsrail, İran’ın yıkılması için en hevesli ülkeler. ABD bölgeye sanki savaş yığınağı yapıyor. Uçak gemisi, B-52 uçakları gitti. 120 bin asker söylentileri doğru çıkmadı, bölge tetikte. “Lanetli Pence-Pompeo-Bolton üçlüsü” bir saldırı geldiği takdirde İran’ı yıkacaklarını söylüyorlar. (P. Koenig, Global Research, 17Mayıs19) İran ise sakin ve savaş olmayacağı vurgusunu yapıyor.
Öte yandan, ABD Güney Çin denizine güdümlü füzeler taşıyan savaş gemisi Preble’yi yolladı. Ayrıca Amerika’da “Rus Çin iş birliğinin sonuçları” tartışılıyor. Yakın zamana kadar geçmiş anlaşmazlıklara dayanarak iki ülkenin iş birliğinin dayanıklı olmayacağına inanan politik çevreler bugün soruna farklı bir noktadan bakıyor: “Rusya Çin iş birliği Amerikan çıkarlarına bir tehdittir. Washington çok geç kalmadan davranabilir mi?” (Foreign Affairs, Mayıs 19) Sorun artık bu seviyede ele alınmaktadır.
Trump’ın başlattığı gümrük savaşları Huawei ile yeni bir aşamaya sıçradı. Huawei’ye üretim desteği veren firmaları Trump kara listeye alacak. Bu haber üzerine “yarı iletken üretimi” yapan firmaların değeri borsada düştü.
“Huawei’yi sınırlamak Çin’i tamamen Amerikan teknolojisinden bağımsız bir sistem kurmaya zorlar. Zamanla Çin ve Amerika ekonomileri dünyayı iki bölgeye ayıran dijital demir perde yaratma sürecinde birbirinden ayrışacaktır.” (ATimes, Huawei efsanesi yeni teknolojik soğuk savaşa bir girizgahtır, Maa Zhi Hong)
Bütün bu gelişmeleri Pepe Escobar, “uygarlıkların çatışması olarak değil, uygarlığın krizi” olarak yorumluyor. (Pepe Escobar, ATime, 21 Mayıs 19) Huntington’un “uygarlıkların çatışması”nın basbayağı enerji savaşı olduğu artık yeterince ortaya çıkmıştır. O nedenle yaklaşan Amerika ve Pers uygarlıkları veya Amerika ve Çin uygarlıkları arasında bir savaş değildir. Escobar’ın vurguladığı gibi uygarlık krizidir. Daha doğrusu kapitalizmin krizidir. İnsanlığın ilk en uzun süreli sosyalizm denemesi sona erince kapitalizmin o zamana kadar baskı altında duran bütün şeytani yanları ortalığa saçılmıştır. İlk on yıl, bazı hayallerle geçse de artık ekonomik tıkanma ve yeni faşizm kol kola yürüyorlar.
Trump kaybetmekte olduğu dünya liderliğini yeniden diriltmek için inanılmaz zikzaklar ve çılgınlıklar yapıyor. Fakat ne yaparsa yapsın artık, insanlığa vereceği bir şey yoktur. Dün sosyalizme karşı yükselttiği “hürriyet” bayrağı ve refah devleti uygulamalarının onun ayrılmaz özellikleri olmayıp, dönemin dayattığı yönelişler olduğu artık anlaşılmıştır. Şimdi elinde silah çantası pazarlamak için Orta Doğu’da dolaşıyor. Üstelik her malına karşı büyük rakipler ortaya çıkıyor. Fakat yine de silah ve informatik teknolojisinde hala belli bir gücü vardır. Ayrıca dolar hala dünya parasıdır. Fakat Çin, Rusya, İran ve Venezüella dolarla işlem yapmayı durdurdular, bu doların egemenliğine önemli bir darbedir.
Trump görünüşe inanacak olursak bir yandan İran’a karşı savaş hazırlıkları yapıyor; öte yandan Çin’in sinirlerini bozmak için elinden geleni ardına koymuyor. Ancak bu yapılanların iyi düşünülüp hazırlanmış bir “büyük strateji” doğrultusunda atılan adımlar olduğunu düşünmek hatalı olur. Trump’ın lanetli üçlüsü ellerinden gelse dünyayı yakabilirler, ancak gelmiyor.
Washington Irak işgalinden beri stratejik olarak hangi duruma geldiğinin hesabını henüz soğukkanlı bir şekilde yapamıyor. Kendini hala iki binlerin başındaki konumda sanıyor. Oysa son on beş yılda gücü belli ölçüde erimiştir. Bunun iki önemli kanıtı İran ve Çin’dir. Irak işgalinin sonucu rakiplerine karşı stratejik bir üstünlük kurmak bir yana mevzi kaybetmiştir. Orta Doğu’da büyük projelerden elinde fazla bir şey kalmadı. Tersine bölgede İran ve Rusya’nın etkinliği artmıştır. İran engeli ortadan kalkmadan bölge için yeni bir strateji kurması da mümkün değildir. Bu nedenle İran, Körfez Savaşı’ndan beri Washington’un bölgede kaybettiklerinin somut kanıtıdır.
Çin ise ABD Orta Doğu bataklığında on yıldan fazla debelendiği sürede kendi çıkışını yaptı. Bir bakıma Çin de Orta Doğu bataklığının yan ürünü olarak gücünü büyütmüştür. Üstelik Çin, ABD’nin yüksek teknoloji imparatorluğuna göz dikmiştir.
Washington bu rakiplerle aynı anda hesaplaşamaz. Öte yandan oyalandıkça mevzi kaybetmektedir. Amerika açısından sorunlar ertelendikçe daha karmaşık ve hatta çözümsüz hale geliyor. Trump yönetiminin zikzakları rastlantı değildir. Kendi gücü ile karşısındaki engellerin büyüklüğünü hesapladıkça yalpalıyor. Trump şahinleri etrafına topladı, ancak yine kesin kararlı adımlar atamıyor. Bu kararsızlığın ardında gücünün eriyiş gerçekliği yatıyor. Yine böyle günler büyük güçleri gözü kara olmaya iten baskıyı biriktirir.
Amerika kaybetmekte olduğu konumunu tekrar kazanabilmek için adımlar atmaya hazırlanırken bu kez Atlantik’in karşı yakası destek vermeye hiç niyetli görünmüyor. Aslında bu gerilim Körfez Savaşı, Irak işgali yıllarından beri sürekli yaşanmaktadır, ancak artık bir kırılma noktasına yaklaşıyor. Amerika dünyada gerilimi yükselttikçe kaybettiği konumunu geri alabileceğini düşünüyor. Bunu Saddam öcüsünü yarattığında sürdürebildi, ancak Saddam’ın kimyasal silahlarının bir yalan olduğu ortaya çıktıktan sonra bu yol kapanmış görünüyor.
Sonuç olarak, Amerika iyi hazırlanmış bir stratejiye sahip değildir. Yokuş aşağı kayışının hızı arttıkça, acele ve biraz da panikle adımlar atıyor. Bu adımlar Washington’u hesaplanmış bir hedefe götüremiyor. Sorunlar yumağında sarmalanıp zaman ve güç kaybediyor.
* * * * *
Gerilimin ve kaotik ortamın yükseldiği bir dünyada Türkiye daha az gerilimli değildir. Bu dünyadan Ankara’nın üzerine fırtına bulutları yaklaşmaktadır. Rusya ve S-400 krizi, öte yandan İran-ABD gerilimin yaratacağı sorunlar ve elbette Suriye, daha doğrusu İdlip üzerinden bir fırtına yaklaşmaktadır. Bunlar uzun süredir biriken fırtınalar, artık esme gürleme zamanı yaklaşıyor.
Dış politika sorunları, bazen özel olarak yaratılarak iç politika hesaplaşmalarında Saray tarafından çok iyi kullanıldı. Ancak bu manevra alanının sonuna gelindiği için Türkiye üzerine gelen “dış kaynaklı” fırtınaların artık yıkıcı etkileri yaşanacaktır. Saray bu konuda hemen bütün kredilerini tüketmiş görünüyor. Son seçimler buna bir kanıt oldu.
Seçim ortamından çıkan sonuçları özetlersek:
— Saray için politikalarını yürütmede kolaylık sağlayan beka sorunu artık doyum noktasına gelmiştir. Korku üzerine yapılan politika hem yıpranmış hem de ekonomik kriz gerçek korkular yaratınca beka sorunu gölgede kalmıştır.
— Seçimlerin gösterdiği bir diğer konu başkanlık sisteminin oturmamış olmasıdır. Hukuki yapısı kurulmasına rağmen gündelik gidişi son derece sorunludur. Ayrıca ideolojik olarak da bir netlik kazanmamıştır. Meşruiyet kazanamayan sistem sürekli sorgulanır durumdadır. İstanbul seçimlerinin tekrarı sırasında yaşanan rezillikler düzenin keyfiliğini iyice gözler önüne sermiştir.
—En önemli sonuç, 7 Haziran seçimleri ile hem devrimci ortamın canlanması hem de halklar arası dayanışmanın bir seviye kazanmasına vurulan darbe, devletin sınırsız zoruna rağmen yeniden yükselişe geçmiştir. Bu çok önemli bir sonuçtur. Halkların dayanışmasına indirilen darbe gerilemelere rağmen onarılmış ve yeniden canlanmıştır.
—Bütün bunlardan bir önemli sonuç daha çıkıyor. Düzen ve siyasi temsilcisi Cumhur İttifakı ezmek istedikleri halkların dayanışmasının yeniden canlanışına mutlaka bir cevap vermeye çalışacaktır. O nedenle önümüzdeki dönem sürekli teyakkuzda kalmayı gerektirir. Ayrıca içinden geçtiğimiz dönem demokrasi güçlerinin yaygınlaşması ve sağlam örgütlenmesi için önemli bir fırsat sunmaktadır.
Önümüzdeki günlerde gelişmeleri en çok etkileyecek olan, derinleşen ve artık bir çöküşe doğru yol alan ekonomik krizdir. Saray uluslararası finans kapitalin önüne oturmak istemiyor. O masadan büyük bir zararla kalkacağını ve siyasi efelenmelerin hepsinin buharlaşacağını biliyor. Ancak başka bir yol da bulamadığı için iç imkânları sonuna kadar tüketme yolunda. Para gelmeyince Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesine el atmaya kadar iş varmıştır. Öte yandan hazine bonolarını satın almaları için bankalara baskı yapılıyor. Bunlardan bir sonuç çıkartılabilir. Yaklaşan çöküş çok kapsamlı ve derin olacaktır.
Kriz bu noktaya gelince TÜSİAD’la bir gerilim yaşanması da kaçınılmaz hale geldi. “Sermayenin el değiştirmesiyle” güçlendiğini düşünen Saray, krizi fırsat bilerek “İstanbul sermayesini” daha da küçülteceğini sanarak çözüm için uluslararası finans kapitalin karşısına oturmaktan kaçındı. Bağırıp çağırarak, devlet gücünü kullanarak ekonomiyi yönetebileceğini sanan Erdoğan, en son döviz spekülasyonunu engellemek için 100 bin dolarlık alışların bir gün sonra ödenmesi gibi anlamsız tedbirler aldı.
Spekülasyon pazar ekonomisinin temel özelliğidir. İşler komutla yürümez. Doların yükselişini engellemek için alınan her tedbir sonunda Türk lirasına karşı güveni iyice dip noktalara çekiyor. Alınan sözde tedbirler günü kurtarmaktan başka bir anlama sahip değildir. Büyük yıkım için birikimi artırıyor.