İRAN’DA NELER OLDU?* – MEHMET YILMAZER

 

Yol, Bahar 2018

 

İran’da olaylar durulmaya başlamış görünüyor. Türkiye’nin çok yakında yaşanan bu Devrim’in karekterini ve sonuçlarını değerlendirmeliyiz. Türkiye’nin ezilen insanları İran olaylarını merak ve sempatiyle izlediler. Çoğunun Hayat Mecmuası ve Hürriyet Gazetesinden okuduğu, Şah’ın aşkları ve debdebesinden öteye İran’la ilgili pek bir bilgisi yoktur. Ve yıkılmaz sanılan sırmalı Şah, bütün şatafatlı gösterisine rağmen, halk sokağa çıkınca çöktü gitti. Bizde İran parababalarının başı gibi, herkesin gözüne batan bir şah yok. Her gün iliğimizi kurutan bir “demokrasi” ve sahnede oynayan Demireller, Ecevitler, Erbakanlar, Türkeşler var. İran halkı için hedef açık ve tek görünüyor, bizde bulanık ve binbir örtü altında. Bütün bu çeşitliliklere rağmen İran halkı ile Türkiye halkının mücadelesinin kaçınılmaz benzerlikleri vardır. İşte İran halkının Devrim deneyinden kendimize düşen dersleri çıkartabilmek için olayı biraz daha yakından inceleyelim.

– I –

A) İran Finans-Kapitali

Egemen güçlerin durumu devrim öncesi şöyle özetlenebilir: “Şah’ın Ak Devrimi, İran’da bankacılık sektörünü geliştirmiş, Menderes dönemi Türkiye’si gibi bankalar yerden mantar gibi bitmişlerdir. Sanayi alanına gelince, İran’da 369 önemli sayılacak sanayi kuruluşunun %73’ü 28 büyük aile ile yabancı kuruluşların malı olan Sanayi Kalkınma Bankasının elindedir.” (Cumhuriyet 20.3.1979)

Öte yandan kırda toprağın “%5’i devlet ve saray arazisi, %15’i vakıf toprağı (bu da sarayın) %65’i özel büyük araziler, %15’i köylü toprağı”dır. (Hür Dünyanın Diktatörlüğü, B. Nirumand) Böylece İran’da toprağın %85’i Şah’a ve büyük toprak sahiplerine, ancak %15’i köylüye aittir. Şah Ak Devrim ile bu adaletsizliği şöyle örtmüştür. Toprak reformu adı altında alınan topraklar karşılığında “toprak ağalarına, devlete ait kuruluşların hisseleri satılarak sosyal ve mali üstünlükleri garanti altına” (ay) alınmıştır. Ve bu yolla toprak ağalarının elindeki toprakların %25’i köylüye satılmıştır.

Sonuçta, kredi bulamayan ve üretim aracı olmayan köylü daha çok yoksullaşırken, bankalar kubbesinde toprak ağaları ve sanayiciler kenetlenmişlerdir. Şah bunu kendi dilinde şöyle açıklıyor: “Daha birkaç yıl öncesine kadar, büyük topraklarının dağıtılacağından söz açılınca arazi sahipleri hemen öfkelenebilirlerdi. Bugün birçok büyük toprak sahibi, sosyal adalet lehine, bu durumun sürüp gitmeyeceğini kabul etmişlerdir.” (ay)

İran finans-kapitali elbette Uluslararası finans-kapitalle etle tırnak gibi olmadan edemezdi. Nelson Rockefeller şöyle diyor: “Ekonomik yardım yoluyla İran petrolünü sımsıkı avucumuzun içine aldık.” (ay) İran’da “Yabancı fimaların yıllık ortalama karı 300 milyon doları buluyor. Musaddık devrildiğinden bu yana geçen 12 yılda yabancı firmaların sağladığı kazanç, aynı sürede alınan dış yardımın üç mislidir.” (ay)

İran’da finans-kapitalin, yani İranlı parababalarının bir de vurucu gücü modern Amerikan silahlarıyla techiz edilmiş ordu vardır. Bir açık sözlü Amerikan gazetecisi kendileri açısından ordunun önemini şöyle açıklıyor: “İran silahlı kuvvetlerini yetiştirmek için bu ülkede 900 kişilik bir askeri kurul bulundurduğumuz bir sır değildir. Rejimin asıl dayanağı ordudur… İran’da bizim askeri yardımımız dışarıya değil içeriye dönüktür… İran Ordusunu bir Rus işgalini önlemek için kurduğumuz saçmadır ve Şah’ın desteklemesi için gerekli parayı vermesi yolunda Kongreye yapılan rica ile ilgili sembolik bir laftır… İran’ı desteklememizin asıl nedeni, muhtemel bir dünya savaşında taşıdığı önem değil, Şah’ın bizimle dost olan hükümetini ayakta tutmaktır.” (ay)

Özetlersek, İran’daki egemen güç özelikle Şah’ın “Ak Devrim”inden sonra mantar gibi biten bankalarda sentezleşen sanayici ve toprak beylerinin en irilerinden meydana gelen finans-kapital zümresidir.

 

B) Orta Tabakalar: Tekel Dışı Burjuvalar, Mollalar

Bir avuç parababası (128 aile) ile proletarya arasındaki sınıf ve tabakalara gelince; bunlar ulusal cephe tarafından temsil edilen tekel dışı burjuvalar ve genellikle mollaların ardında görünen pazar esnafı ve geniş köylülüktür.

 

Musaddık Hareketi

İran’da orta tabakaların canlanışı II. Dünya Savaşı bitimine rastlar. II. Dünya Savaşı’nda, yorgun düşen İngiltere’nin durumu ve dünyada devrimci güçlerin başarılar kazandığı 1950’lerde, İran’da İngilizlerin petrol sömürüsüne karşı Musaddık liderliğindeki Ulusal Cephe parlamenter bir zafer kazandı. Musaddık petrolü devletleştirdi. Fakat emperyalist güçler İngiltere ve Amerika elele vererek Musaddık’ı bir dabe ile uzaklaşırdılar. “Musaddık’ın hatası, daha çok şehir burjuvazisine ve ülkenin aydınlarına yönelmesi, %75’i köylülerden meydana geleni İran halkının çoğunluğunu ulusal kurtuluşun gerekliliği üzerinde aydınlatmayı ihmal etmesidir. Onların maddi güçlüklerinde kendini duyurabilen bir refahlık sağlayamayınca…

“Musaddık, halkın çoğunluğunun çıkarlarından başka bir şey düşünmedi, ama düşüncelerini gerçekleştirmek için halkı kazanmayı ihmal etti.

İktidarda bulunduğu sürece, halk topluluklarının iktidar sahiplerinin siyasal kararlarını etkileyebilecek güçte olduğunu birçok kez yaşıyarak görmüştü. Örneğin 1952 yazında, istediği yetkiler kendisine verilmediği için istifa ettiğinde böyle bir durum ortaya çıkmış, Musaddık’in isteklerine boyun eğmeye ve onu geri getirmeye halk Şah’ı ve parlamentoyu zorlamıştı. Parlamentoda büyük toprak sahiplerin ile Şah’ın maşalarının Musaddık’ın kanun tasarısına oy vermekten kaçındığı birçok hallerde sokaklara dökülüp gösteriler yapan kitleler, tasarıların kabul edilmesini sağlamıştı. Demek ki Musaddık’ın yanılması, halkın oynadığı rolü anlayamaması, önce dış ve sonra da iç baskıya karşı mücadele edebileceğine inanmasıydı. Çok önce ilan ettiği ve feodalite temsilcileriyle düşman olması sonucunu doğuran toprak reformuna, dış ülkelerle anlaşmazlıklara düştüğü (petrolün millileştirilmesinden dolayı, İngiltere ve onun destekleyicisi Amerika ile bn.) sıralarda iç karışıklıkları önlemek istediği için el atamadı. İçerideki kurtuluş mücadelesine dış kurtuluş mücadelesi ile birlikte başlasaydı belki de Amerikalılar İran’da kendileri için gerekli işbirlikçilerini bulamazlardı.” (ay)

Kendine karşı planlanan darbe girişiminin bastırılmasından sonra Tahran’da ve ülkenin bütün büyük kentlerinde Musaddık lehine sevgi gösterileri yapıldı. Komünist Tudeh Partisi Cumhuriyetin ilan edilmesini istedi. Böyle bir şeyin gerekli olduğu şüphe götürüyordu, ama Musaddık komünistlerle işbirliği yapmaya hala karar verememişti.” (ay)

Musaddık’ın hatası “şehir burjuvazisine yönelmesi” değil, kendisi bir burjuva olarak emperyalizme ve gerici toprak ağalarına karşı proletarya ile ittifak yapmaması ve toprak reformunu ertelemesindedir. Devrim Musaddık’ın hatalarıdan ders almalıdır.

 

Mollalar

Mollalara gelince: İran’ın bu orijinal özelliği hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlı. Mollaların İran ekonomisinde ve siyasetindeki yeri için ise fazla bir şey söylemeye gerek yok, önemi ortada. Çünkü devrimi -çıkagelen halk ayaklanmasını- Ayetullah ve Mollalar hiyerarşisi yönlendirdi. Öyleyse bu antika görünümlü ve teoride islamiyete dayanan Mollaların sınıf karekteri ve örgütlenme biçimleri, çözmemiz gereken en önemi sorunlardır. İlk bakışta sırf dini görünüm yanıltıcıdır. Önce İran tarihinden birkaç önemli basamakla geçmişi gözden geçirelim, sonra da günümüzdeki durumu aydınlatmaya çalışalım.

İran’ın tarihini 2500 yıl önceki başlangıcından zamanımıza kadar birkaç sayfa da anlatırsak, çeşitli iniş çıkışlı olan tek bir konu ile karşılaşırız; Tahta yeni çıkmış bir hükümdar zamanında yükselme ve genişleme çağı, yıkılan bir sülalenin düşüşü ve terörü, yeni bir hükümdar sülalesinin iktidarı ele geçirmesi ve dışarıdan gelen istila.” (B. Nirumand Hür Dünyanın Diktatörlüğü, İran) Yazar burada İran tarihinde Antika medeniyetlerin çöküşüne “Sülalenin düşüşü”, bu çöküşle birlikte çağırılan barbar akınına da “dışarıdan istila” diyor.

İran’da 2000 yıl Antika medeniyetlerin doğuş ve batışı yaşanmıştır. Bu genel özetten şu sonuçları çıkartabiliriz:

Birincisi ve en önemlisi İran’da bütün Antika medeniyelerde olduğu gibi Tefeci-Bezirgan sermaye aşırı irileşip, kapitalist girişkin sermayenin güdük kalması sonucu serbest rekabetçi kapitalizm, yani modern sermaye doğmadan boğulmuştur.

İkincisi, modern sermayenin “ön sermaye” veya “antika sermaye” tarafından boğulması sonucu, İran uluslararası planda tekelci sermayenin güdümüne girmiştir. Her iki sonuçta Osmanlılığın alın yazısının aynıdır. Tekelci sermaye İran’da toprak beylerine ve Tefeci-Bezirganlara tutunmuştur.

İran’da birisi kesim düzenine karşı belki en son bir kalkışma (Babi Hareketi), birisi de emperyalizmin ilk tahakkümüne karşı bir burjuva demokrat kalkışma vardır ki, olayları aydınlatmak için kısaca değinilmelidir.

 

Babi İsyanı

“Babizim hareketi hükümet için bir ihtardır. Memleket istibdat, zulüm ve tahakküm altında inliyordu. Vilayet sahipleri olan ve vilayeti iltizam usulü (kesenek usulü) ile idare eden kabile reislerinin, malikane sahiplerinin ve büyük mollaların zulüm ve cefalarına had yoktu.” (A. Ağaoğlu, İran ve İnkilabı)

Fakat eskiden vilayetlerin, kazaların ve nahiyelerin başlarına kabile reisleri geçerken bilahare bu usul değiştirilmiş, daha merkezi bir yol almış ve tayinler pazarlık usulüne tabi tutulmuştur. Şöyle ki, her yılbaşı memuriyetler müzayedeye (açık arttırma ile satış) konuluyor, en çok kim verirse o tayin oluyordu.”

“Fakat vali bu fazlayı Şah’ı sevdiğinden vermiyordu, ahaliden çıkaracak ve üstelik olarak kendisi de ‘Mahadil’ temin edecektir.” (ay)

Yazarın anlattığı olay “Antika medeniyetlerde para iradi biçimi Osmanlı kesim düzeninde olduğu gibi derebeyileşme ve tefeci-bezirgan ön sermayenin azgınca gelişimi, antika para beylerinin toprak ve imtiyazları parayla satın alarak toprak beyliğine çevir”mesi olayıdır. (Dr.H. Kıvılcımlı, Tarih Tezi)

Vilayetlerin idaresi”nin “kabile reislerin”den her yılbaşı açık arttırma ile satın alan “memurlar”ın elinde geçmesi, tefeci-bezirgan sermayenin toprak beyine çevrilmesi olayından başka birşey değildir. Böylece kesim düzenine soysuzlaşan toplum düzeni kendine bir tepki doğrumadan edemezdi. Bildiğimiz kadarıyla bunların en sonuncusu Babi isyanıdır.

Babi isyanı sırf dini görünüşlü olduğundan Şiiliğin ve Babiliğin özelliklerine kısaca değinelim. Peygamberin ölümünden sonra ilkel sosyalist özelliklerini yitirmiş Bezirgan Muaviye taraflıları Sünni, ilkel sosyalist özellikleri koruyan ve güden Osman ve Ali taraflılarına da Şii dendi. “İslamlık çeyrek yüzyılını doldurmadan, bu iki zıt kutup doktrinden birincisi, (Sunniler bn.) Firavun ve Nemrut çağından kalma Doğu Devletçiliği ile, kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırarak, kurulmuş iktidarı ebedileştirdi, ikincisi (Şiilik), İslam medeniyeti bata çıka giderken, ikide bir Orta Asya’dan “zuhur” edip sızmış barbar etkileri altında, resmi iktidara karşı bitmez tükenmez Muhalefet biçimlerini kışkırtıp ebedileştirdi: İktidar: Açık “Zahiri” doktrinlere (derebeğileştirilmiş sözde “şeriata”) tutunarak kelleler uçurdu. Muhalefet: Zorbalık önünde ister istemez “Batını” (Karnında: gizli) doktirinler karanlığına gömüldü.” (Dr. Himet Kıvılcımlı, İlkel Sosyalizmden Kapitalizme) (Aktaran Yol Dergisi s:1)

Demekki Şiilik önce bezirganlığa, sonra kesim düzenine, derebeğileşmeye ve dolayısıyla devlete, ilkel sosyalist bir tepkinin adıdır.

Babiliğin zuhuru esnasında (1840 sonrası) üç türlü Şiilik vardı. Usuli, Şeyhi ve Kerim Hani

“Usuliler: bunlar ortodoks Şiilerdi: Mütedildirler.

Şeyhiler: bu tarikatın şiarı: “Alidir bütün kainatın anahtarı.”

Kerim Hani’ler: Uluhiyete iştiraki yanlız imamlara bahşetmiyor, herhangi insanın da ona iştirak ettiğini kabul ediyor. Herkes Allahın tecellisi olabilir.” (İran ve İnkilabı)

Böylece Babiliğin Şiilik içinde en radikal köktenci bir tepki olduğu söylenebilir.

Babiliğin esasları şunlardır:

“Her dinin peygamberi bir zaman için gelir ve din de o zamanın manevi ve maddi ihtiyaçlarını temin eder. Kur’anın da, İslamiyetin de zamanı artık geçmiştir. Yeni hayat yeni düsturlar talep ediyor ve bu düsturları Seyit Mehmet formüle edecektir.”

“Babilik kadınların serbestisini hukukta erkeklerle müsavi (eşit bn.) olmalarını talep ediyor. Resmi ayinleri tanımıyor, herkes dualarını kalbine ve kendisine göre yapar. Fakirlerden vergi alınmasını men ediyor, insanlar arasında müsavatı (eşitliği b.n.) esas olmak üzere kabul ediyor. Tütün kullanmayı men ediyor, riyayı en büyük günah diye tavsif ediyor. Buna mukabil şarabı menetmiyor.” “Tercih ettiği hükümet şekli cumhuriyettir.” (İran ve İnkilabı)

Döneminde Nasreddin Şah Babiliği toplu katliamlarla ezmiştir.

Babilik, derebeylik düzenine karşı musavat (eşitlik) parolasıyla kalkışmış bir halk hareketidir. 1845’lerde olması hareketin içinde İran’daki filizlenen modern kapitalist ilişkilerin de etkisinin bulunduğunu düşündürmektedir. Dinin yeni ilişkilere cevap veremediği, kadınlara eşitlik gibi talepleri kapitalist gelişimin bir tepkisi olmalıdır.

Sonuçta İran’da din, filizlenen kapitalizmin ideolojik görüntüsü olur çıkar. Cumhuriyet ve eşitlik talepleri bunun en açık işaretleridir. Demek ki, İran’da soysuzlaşmış derebeyliğin bağrında gelişen yeni ilişkiler din içinde kaçınılmaz değişiklikleri doğurmuş ve bu yeni dini görüntüler de gelişen yeni ilişkilerin adeta ideolojisi olmuştur.

 

Emperyalizme Tepki 1905-1907 Hareketi

İran’a emperyalizm tekelci yapısıyla girmiş ve “Nasreddin Şah zamanında (Babi isyanının bastırılmasından hemen hemen 40-50 yıl sonra 1900’lerde İngiliz emperyalizmi İran’a girmiştir) İngiliz tebaasından Tolbot namında birisine verilen “Tömbeki” inhisarı imtiyazı memlekette epeyce gürültülere sebep oldu.

“Kumpanya (Tolbot Kumpanyası bn.) imtiyazname ile tahıl ve hariçte tömbeki ticaretini inhisar (tekel) altına alıyordu. Meselede hayati alakaları olanlar şikayete başladılar, birçok ayan ve eşraf da gayri memnunlara karıştılar. İş müçtehidlere (Ayet ve hadislerde bildirilmeyen işlerin kıyas yoluyla hükümlerini çıkaran din bilgini bn.) ve alimlere aksetti. Kerbela Müçtehidi Mirza Hasan Şirazı bir fetva ile tömbeki imal ve ticaretini men etti.” (İran ve İnkilabı) Nargileler kırıldı. Ve sonuçta tütün tekeli İngiliz kumpanyasından alındı.

Fakat emperyalizmin İran’a girişi ve orada komprador burjuvazisini yaratması durmadı. Özellikle Rus emperyalizmi (Çarlık dönemi bn.) Şah’dan önemli imtiyazlar koparmış ve halka “birçok vergiler” konularak “Şah’ın ve devlet adamlarının tükenmez masraflarına karşılık” bulunmaya çalışılmıştır. Sonunda “bu hal umum memlekette derin bir hoşnutsuzluk doğuruyor. 1904’te Tahran’da tacirlerden mühim bir kısım Mescidişah denilen camide toplanıyor, üç meşhur müçtehid de (din bilgini bn.) bunlara katılıyor.” Şah üzerlerine kuvvet gönderiyor. Fakat “Tahran mollalarının, büyük tüccarların ve müçtehitlerin mühim bir kısmı da halka katılıyor.”

“Şah (bu gelişmeler karşısında bn.) sadrazamın azledildini söylüyor, imtiyazların kalkacağını ve emlak sahiplerinden ulemadan ve tüccardan mürekkep bir adalet divanının kurulacağını ve tebanın kanun önünde eşit olacağını vadediyor.” (ay)

“Bunun üzerine halk dağılıyor. Fakat vaadler yerine getirilmiyor. İzdihamın camilere toplanmasından bilistifade ülema tahrike koyuluyor, sadrazam ülemanın şehirden çıkarılmasını emrediyor. Bu emir icra edilirken Şeyh Mehmet öldürülüyor. Bundan müteessir olan halk hücum ederek Şeyh Mehmet’i polisin elinden alıyor ve Mescidişah’a götürerek orada “Bosta giriyor”… “Nihayet Şah bunların Tahran’ı terkederken Kum şehrine gitmelerine müsaade ediyor.” Buna “Hicreti Kübra” (büyük göç) namı veri”liyor.

Anlatılanlardan şu tespitleri yapabiliriz.

1) Emperyalizm kendi karakteri gereği İran’a tekelci yapısıyla girmiş. Kendi komprodor burjuvazisini yaratmaya yönelmiştir. 2) Tekeller karşısında “meselede hayati alakaları olanlar şikayete başladılar” yani Tahran’da yığılmış olan serbest rekabet özlemli burjuvazi tekellere karşı hoşnutsuzdur. 3) Bu hoşnutsuzlukta burjuvazi ile din adamları daima birlikte görünüyorlar. 4) Tahran’dan sürülen din adamları Şah’a karşı kalkışmanın siyasi-dini merkezini yerleştikleri Kum şehrine taşıyorlar. Yani muhalefetin ekonomik merkezi Tahran pazarı, siyasi merkezi Kum şehri oluyor.

Çözülmesi gereken konu artık şudur: Önce komprodor burjuvaziye (Tolbot gibi) “Ak devrim”den sonra da İran finans kapitaline karşı serbest rekabet özlemli tekel dışı burjuvaları ile mollaları ortak davrandıran ekonomik temel nedir? Ortak davrandıklarına göre çıkar birliği ve ekonomide durum birliği olmalıdır.

Dini liderler ellerinde toplanan fonları İran’da kendilerine yönlendirirler. “Müçtehidler elinde toplanan fonlar, dinsel bir merkezin yönetiminde olduğu gibi, müçtehidlerin mirasçılarına geçmez. Fakat bir bankada toplanan fonların, müçtehidler tarafından yönetilmesi söz konusudur. Zaten Şah‘ın devrilmesine yönelik hareketler çerçevesinde de, Ayetullah Şeriatmedari’nin yönetimindeki fonu bankadan çekmesi, İran’daki hareketleri alevlendiren bir etken olmuştur.” (Milliyet, 23.2.1979)

Bu fonlar bütün halktan toplanmaktadır. Fakat yoksul köylünün böyle bir vergilendirmede durumu açıktır. Onun için “Kum kentinde yetişen din adamlarının ekonomik gücünü pazar esnafının verdiği fitreler, bağışlar ayakta tutmaktadır.” (Cumhuriyet, 19.3.1979)

İşte Mollalar İran’da Şiilik geleneğinden gelme bir tutumla tarihi olarak toprak beylerinin, mültezimlerin karşısında olmuştur. Yine Şahların açık zulmü karşısında köylerden şehirlere kadar halkın muhalefet merkezleri Şah’ın açıkça saldıramadığı camiler olmuştur. Veya halk camiler vasıtasıyla örgütlenmiştir diyebiliriz. Mollaların kendileri ise, ellerinde biriken dini fonların yönlendiricisi olarak İran’da orta tabakaların arasında yer alırlar. Hali vakti yerinde insanlardır. Ve yine kendilerinin ekonomik gücü gönüllü, gelenekcil destekcisi İran’ın “tüccar” veya “pazar” denilen tekel dışı kalmış burjuvaların, emlak sahiplerinin ve esnafın gücünden gelmektedir.

İşte Mollalar yönlendirdikleri geniş halk kesimlerinin çıkarlarından çok kendi ekonomik konumları gereği tekel dışı burjuvaların ve emlak sahiplerinin çıkarlarını temsil etmektedirler. Humeyni’nin “beyin takımı” ve Ulusal Cephe ile uzlaşması bunun en son görüntüleridir.

Neticede İran, finans kapitali ile proletarya arasında ulusal cephe ve Mollaların ideolojik öncülüğünü yaptığı tekel dışı burjuvalar ve emlak sahipleri en iyi örgütlenmiş sınıftır. Ve bundan dolayı geniş küçük burjuva tabakaları ve hatta proletaryayı kendi talep ve parolaları ardından sürükleyebilmiştir.

 

C) Proletarya

8000 işyerinde 2 milyonu aşkındır. İran tarihinde, devrimdeki petrol grevinden önce fazla bağımsız bir eylemi yoktur. Şah zulmü altında bazı grevler sürdürmüştür.

 

-II-

Şah İran’ı terketmek için uçağa binerken “bana üç yıl daha müsaade edilseydi, İran’ı düzeltirdim” dedi. Gerçekten Şah Ak Devrimi ile diğerlerinden ayrılır. Ak Devrim’in özü, İran’da uluslararası petrol kumpanyalarının desteği ile kırda köylünün, şehirde esnaf ve tekel dışı burjuvaların küçük sermayelerinin ve mülklerinin süratle talan edilmesidir. Ak Devrim ile toprak ağalığı ve sanayiciler bankalarda sentezleştirilirken “pazar” yani küçük üretim finans kapitalin vurgunuyla tasfiye edilmeye başladı.

Kırda “toprak reformu” sonucu “Koş Neşin denen günlük işlerde çalışan nalbant, berber, bakkal, terzi vb. 1 milyon kişinin aileleriyle birlikte kente göçmek zorunda kaldığını görürüz.” Yine kırda “toprak reformu, küçük toprak sahibi haline getirilen köylüye yeterli kredi sağlanmadığı, yeterli olanaklar iletilemediği için, onu büyük toprak sahibi ve tefeci karşısında daha güç duruma düşürmüş topraklarını yeniden kaybetmesi tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. İran’ın petrol gelirinin gittikçe yoğunlaşması sonucu tarımı tümden baltalamış bir takım tarım kolları ortadan kalkmıştır.” (Cumhuriyet, 20.3.1979) 1959 yılında İran’ın buğday dış alımı 12.188 ton iken, Ak Devrim’den yıllar sonra, 1975’de buğday dış alımı 1 milyon ton olmuştur.

Şehirde Ak Devrim sonucu emperyalizmin talanı ve İran pazarını kendi mallarıyla döğmesiyle Mussadık zamanı canlanan Pazar, Şah yeniden iş başına gelince “petrol muslukları açılmış, dış alım yeniden artmış ve pazar bu kez geri dönülmez biçimde önemini yabancı sermaye ve işbirlikçiler yararına kaybetmiştir.” (Cum.19.3. 1979)

İşçi sınıf açısından durum farklı değildir. Yoksullaşma hızla sürmektedir. 1970-75 arası işçi ücretlerinde ortalama görünürde %49 bir artış olurken paranın değeri %458 düşmüştür. Hemen hemen işçi beş yılda 10 kat fakirleşmiştir.

 

Ak Devrime İlk Tepkiler

Musaddık devrildikten sonra Şah, Ak Devrim öncesi Ulusal Cephenin liderlerini tutuklatmıştır (Ocak 1963) ve aynı ayın sonunda “Altı nokta programı” için halk oylamasıyla Ak Devrim başlatılmıştır. Ve bu uydurma devrime ilk tepki, 1963 Haziran’ında bütün İran’da yapılan gösterilerle imamlardan gelmiş, ordunun müdahelesi ile 4000 imam katledilmiştir. Ve bu tarihten itibaren 1970’lere kadar İran’da önemli, boyutlu bir halk hareketi görülmemiştir. 1970’lerde Halkın Fedailerinin bazı Şah yanlısı önemli kişileri öldürmesi ve bazı fabrikalarda genellikle 15-20 ölümle sonuçlanan grev ve direnişler baş göstermiştir. Rusya’da 1905 devrimi sırasında Çar’ın uşaklarından birisinin dediği gibi “her grev devrimin binlerce başından biridir” sözü doğrulanmış ve 1978 sonunda devrim muazzam halk ayaklanmaları ile çıkagelmiştir.

İran Devrimi’nin kıpırdanışı anlatıldığı gibi Ak Devrim’in yarattığı küçük mülklerin tekeller lehine tasfiyesiyle başlar. Bu birikim 1963’lerden sonra hızlanmış, 1963 yılındaki katliamdan sonra Şah‘ın örgütlediği koyu faşizm altında yavaş yavaş birikmiş, soyun hızlandıkça toplumdaki devrimci potansiyel, uzaktan bakan ve görmek istemeyen gözlere aldırmadan, muazzam bir birikime ulaşmıştır.

 

“Devrim Çıkagelir”

“Devrimler hiçbir zaman ‘yapıl’mazlar. Devrimler (partilerin ve sınıfların iradelerine bakmayarak) objektifçe olgunlaşmış krizlerden ve tarihi kopuşmalardan çıkagelir.” (Lenin)

Şah Ak Devrimi, yani tabanda küçük mülklerin talanını, tavanda İran’ın egemen sınıf ve tabakalardan en zenginleri bankalar kubbesinde toplamak ve uluslararası finans kapitalin İran şubesini oluşturmak zorundaydı. Ve bu gelişim de İran’da “olgunlaşmış krizler” yaratmadan edemezdi.

İran’a uzaktan bakan bizler için, devrim tam anlamıyla çıkagelmiştir. Fakat bu İran devrimcileri için de devrimin saatini kestirememek anlamında geçerlidir.

Yazımızın I. bölümünde İran’ın sınıflar yapısını incelemeye çalıştık. II. bölümde ise devrimin kendi gelişimini ve yaptıklarını anlatmaya çalışacağız. III. bölümde ise devrimi eğitenlerin (partilerin, grupların, örgütlerin) nasıl eğittiklerini ve nasıl İran Devrimi’nin “başarılı bir devrim” değil de İran egemen finans kapitaliyle sessiz bir uzlaşma yapılarak yatıştırıldığını, bir bakıma devrimin kendi gücünün bu uzlaşmayı aşamadığını göreceğiz.

Çıkagelen devrim hangi “tarihi kopuşmadan” gelmiştir? İran halkı Şah’ın yüzlerce yıllık gelenek-göreneğinden, onun için duyduğu hayallerden kopuşmasıdır. “Şah’a ölüm”, ardından atılan “Bahtiyara ölüm” parolaları bu kopuşmanın ifadesidir. Bilinçli işçinin teorik olarak bulup çıkardığı parolalar, Devrimle milyonlarca insan tarafından öğrenildi.

Şimdi bu tarihi kopuşmanın neleri başarabildiği incelemeye çalışalım.

 

Devrim: İşçi Sınıfı ve Halkın ölümü Göze Almasıdır

“Ezilen ve soyulan emekçi alt tabakalarda devrim belirtisi ve psikolojisi şu esaslara dayanır:

1-Kitle hayatında: İhtiyaç zaruretleri ve yoksulluk o zamana dek görülmemiş bir şiddet ve keskinlik kazanır. Bu durum kitlelerin yaşamaya tahammülünü çatlatır. Bununla birlikte, yalnız YOKSULLUK ve ZARURET yetmez onun kavranması şarttır.

“2-Kitle ruhunda: Eskisi gibi yaşamaya imkan kalmadığı ve muhakkak bir değişikliğe lüzum olduğu kanısı doğar. Artık böyle sürgit yaşanamaz, bu böyle gidemez denmeye başlar. Bu kanı kitle içinde birinci basamak olarak görülen acıklı yoksul durumun ŞUURA GEÇMESİ (bilinçlenmesi) demektir. Bununla birlikte, bir zaruretin sadece kavranması da yetmez. O kavranılan yönde bir sıra eğilimler de doğmalıdır.

“3-Kitleler arasında: Ruhlarda atlamak isteyen bir gerilme belirir. Sakin dönemlerde usluca boyun eğen kitleler, fırtınanın yaklaştığını hissederek, kendi başlarına ayaklanmak için fırsat kollarlar. O zamana dek görülmemiş KALKIŞMA eğilimi ve faaliyeti başgösterir. Bu durum bilince çıkan kanaatlerin kitle iradesini harekete geçirmeye başladığına alamettir.

İşçi Sınıfının çoğunluğu: Devrimin kaçınılmazlığını kavrar. Bu uğurda gerekirse ÖLMEYİ GÖZE ALIR.” (Dr. H. Kıvılcımlı, Devrim Nedir?)

İran’da halk Şah’ın bütün “sokağa çıkma yasak”larına, ordunun açık terörüne rağmen “kefen giyerek de olsa, ölümü göze alarak zulmü alt etmiştir. 70 bin ölü İran halkının bilinçlenmesinin, devrimle öğrenilmesinin adeta bedelidir. İran’da sokaklarada Şah’ın zulmü kol gezip halkı bütün modern bilimlerden uzak tuttuğundan Şah’a karşı kalkışmanın kitle içinde maddi güç olan teorisi İslamiyet olmuştur. Ama halka “başarsak da başarmasak da cennete gideceğiz” dedirtip ölümü göze aldıran, kitle ruhundaki “muhakkak bir değişikliğe lüzum olduğu kanısı”nın bilince geçmesidir.

Türkiye’de halk arasında “böyle sür-git yaşanmaz” denmeye başlanmıştır. Ama bu “bir sıra eğilim” haline gelip, bir gerilim bir kalkışma seviyesine olgunlaşmamıştır. Bir yadan CHP bu eğilimi yatıştırmaya çalışırken, öte yandan yaşanan binbir gerçeklik- hergünkü onlarca katliam, kuyruklar vb.- bu eğilimi beslemektedir. Finans-kapital halkın “muhakkak bir değişiklik” isteğini hükümet değiliklikleri ile bastırmaya çalışıyor. Fakat bu çıkmaz yolun sonuna hergün daha hızla yaklaşıyoruz. Halkımız dünyadan ve Türkiye’den yeni şeyler öğreniyor. Proletarya sosyalistleri bu öğrenmeyi, bilince çıkarmayı olağanüstü çabayla hızlandırmalıdırlar.

Halkımızın bu bilinçlenmesine bir örnek olması açısından, bir anıyı aktaralım: Eski Vatan Partisi Politik Hattı’nın Ecevit hükümetinin ilk kurulduğu günlerde yaptığı bir kapalı salon toplantısından sonra toplantıya katılan bir vatandaşla yapılan bir sohbette vatandaş kafasındaki sorunu şöyle koydu: “Ecevit’i iyi eleştirdin, amma sizde pek azsınız, seçimlere girerseniz oy alamazsınız, ordu içinde sizi tutan var mı bilinmez, peki nasıl hükümet olacaksınız?”

Halkımızın gerçekten yaşadığı deney bu ikisinden ibarettir. Yani Türkiye’de ya seçimle ya da ordu müdahalesi ile “hükümet olunur”, bugüne kadar yaşanan gerçeklik bu. Pek doğaldır ki halkımızın da ufku bu yaşadıkları ile sınırlıdır. Ama o günden bugüne hem Türkiye’de gelişen olaylar hem de İran’da yaşananların bizdeki etkisi ile halk kendisinin gücünü hissetmeye, sezmeye başlamış olmalıdır. İran’da halk ölümü göze alarak Şah’ın ve ordusunun nasıl yenilebileceğini yaşayarak öğrendi. Elbette en iyi en canlı İran halkı öğrendi, ama sadece İran halkı değil, bütün ezilen insanlar bu olaydan ders çıkartıp, örnek alacaktır.

Devrim’in başından yatışmasına kadar olanları karekteristik yanları ile özetlemeye çalışalım.

 

Devrimde Kitle Grevi veya Devrimin Proleter Mücadele Yöntemi

Bu dönüşümün temel aracı kitle grevi idi. Rus devriminin kendine özgü çehresi, sosyal içeriği bir burjuva demokratik devrimi olduğu halde, mücadele yöntemleri açısından bir proleter devrimi olmasıydı… Rus devrimi aynı zamanda bir proleter devrimi idi. Yanlız öncü güç, hareketin öncüsü olma anlamında değil; uyanan kitlelerin kullandığı temel araçların, özellikle proleter mücadele araçları, yani grev olması ve dalga gibi yükselen belirleyici olaylarda en karekteristik fenomenin ve kitlelerin uyanmasında başlıca aracın grevler olması anlamında da bir proleter devrimi idi.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma)

İran’da Eylül 1978’de başlayan ve devrimin yatışmasına kadar süren petrol işçileri greviyle ve pazar esnafının kepenk indirmesiyle grevci mücadele araçları kullanılmıştır. Fakat İran’da hareket daha çok ölümlerin 40. gününde camilerde toplanan halkın sokağa gösteriyle taşması biçiminde gelişmiştir. Ayrıca yine Tahran sokaklarında “gösterilerden birinde, göstericilerden birkaçının işçi haklarından söz etmesi(nin) ‘Kahrolsun Komünistler’ sloganını ile karşılanması devrimin ‘proleter mücadele araçlarının kullanılması anlamındaki proleter karekterinin zayıflığını göstermektedir. Rusya’da “grevci” sözcüğü 1905’lerde halk arasında “bir isyancı”yla eş anlamlı hale gelmişti. İran Devrimi’nin bu yönünün zayıflığı, bize devrimin karekteri hakkında ve “başarıları” hakkında ilk önemli bilgileri vermektedir. İran Devrimi bir burjuva devrimidir ve bu devrime proletarya kendi mücadele araçları ile yeterli damgayı vuramamıştır.

 

Siyasi Grevlerle Ekonomik Grevlerin İçiçe Girmesi

On iki talebimiz vardı. Bunlardan üçü ekonomik değildi.” “Ansari (İrannian Oil Company’nin temsilcisi) toplantıya geç geldi… Ekonomik olmayan taleplerimizin kendisiyle ilgili olmadığı konusunda ısrarlarına rağmen ekonomik ve siyasi taleplerimiz arasında ayırım gözetmediğimizi söyledik.” (İşçilerin Sesi. S.1)

Siyasi grevlerle, ekonomik grevlerin iç içe girmesinin anlamı işçi sınıfının iktidar mücadelesindeki atılımına işarettir. Ve bu atılım ne kadar güçlü ise devrim o kadar ileriye gidebilir. “Göze çarpan özellik, devrim sırasında siyasal grevlerle ekonomik grevlerin birbirine karışmasıydı. Harekete o büyük gücü veren şeyin, özellikle bu iki grev biçimi arasındaki sıkı beraberlik olduğuna hiç şüphe yok.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma)

İran Devrimi’nde de petrol işçilerinin grevinin rolü buradan gelmektedir. Grevin siyasi karekterinin bulunması onun en önemli gücüydü. Petrol kumpanyası grevin ekonomik taleplerini karşılamaya hazırdır. Ama siyasi yönünü işçiler feda ederlerse. Bu grev başlayan devrimin önemli bir aşaması ve en güçlü dayanak noktası olmuştur.

 

Hareketin Yükselmesi: İlk Silahlı Çatışma-Silahlanma

Devrimin, mollaların örgütlendiği 40 günde bir tekrarlanan gösterilerle başlamış, petrol işçilerinin greviyle (Eylül 1978) yeni bir yükselişe varmıştır. Ve grevlerle birlikte 78 Ekim’i sonunda “ilk kez göstericiler de silah kullandılar.”

Bunun anlamı halkın, Şah’a karşı kendisinin de bir silahlı gücü olmadan savaşamayacağını kavraması demektir. Nitekim Ocak 1979’da “Askerlere karşı koymaya çalışan göstericiler,Bahtiyar’a ölüm’, ‘Bir halk ordusu kuracağız ve orduya karşı savaşacağız’ diye bağırmışlardır. Göstericiler ‘Humeyni olsun olmasın mücadeleyi sürdüreceğiz.’ demişlerdir.”

Silah nerden temin edilecektir? “Parti teşkilatı hiçbir zaman kitleyi silahlandıramaz.” (Lenin) “Partinin ne hazır cephanesi, silahı ne hazır ordu kadrosu vardır. Gerek cephane ve gerek silah tedariki ve gerekirse savaş kadrosunun teşkilatlanması devrimin akışı içinde başarılacaktır.” (Dr. H. Kıvılcımlı, Devrim Nedir?)

Devrimin akışı içinde” ve orduda beliren çatlaklar sonucu halk pek çok askeri birlikteki silah deposunu yağma etmiş, kendi içinde “Mücahidin”, “Fedayin”, “Humeyni komiteleri” gibi milisler yaratmıştır.

Devrimin gücü, Şah’ın Amerikan silahlarıyla donatılmış muazzam ordusunu etkisizleştirip kendi silahlı gücünü yaratmıştır.

Şu nokta önemlidir: “Silahlı mücadele politik mücadelenin en üst yöntemidir.” (Lenin) Öyleyse silahlı mücadele politik mücadelenin bu aşaması, en üst yöntemi olmakla hiyerarşide en üste çıkar. Yani mücadelenin her anında kullanılan bir yöntem değil, hareketin toplanıp sonuçlandırılmasında ortaya çıkar.

Veya şöyle açıklayalım. Halk doğruyu kitaplardan öğrenmez. Buna ne vakti ne de nakti vardır. Bilinçli öncüleriyle yaşayarak öğrenir. Öğrendiklerinden biri ve en önemlisi de egemen finans-kapitale karşı kullandığı mücadele araçlarıdır. Bunlar hareketin başlarında grev ve çeşitli gösteriler biçimindeyken, savaşın seyri içinde top yekün silahlanmaya ve silahlı ayaklanmaya varır. Bu nedenle silahlı ayaklanma halk hareketinin en yüksek seviyesidir ve “politik mücadelenin en üst yöntemidir.” Günlük grev veya gösterilerle silahlı ayaklanmaya aynı seviyede hareketlermiş gibi değerlendirmek mücadelenin seviyesini kavrayamamaktan kaynaklanır. Bizim hareketimizde bu, “öncü savaş” teorisiyle bir kez 12 Mart öncesi yaşanmıştır ve gençliğin her gün faşist teröre karşı verdiği meşru müdafaa savaşı, bütün Türkiye seviyesinde bir taktik parola haline getirilince hareketin seviyesi kavranmamış Devrim zorlanmış oluyordu.

 

Köyde Ayaklanma-Milli Hareketler

Devrim ülkedeki terörü çözünce, özellikle şehirlerde yükselen hareketin etkisi hemen kırlara yayılmıştır. Gazetelere yansıdığı kadarıyla “Şah’ın kardeşi Prens Rıza’ya ait fabrikalar ve topraklar işçiler ve çiftçiler tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.” Ayrıca Kürt ve Türkmen hareketleri patlak vermiştir. Uzaktan bizlere ulaştığı kadarıyla devrim kırlarda bazı köylü hareketlerine yol açmışsa da topraklara el konulması, zor alımı genel bir görünüş değil, seyrek kalan bir harekettir. Ve zaten İran Devrimi’nin en zayıf yanlarında birisi de budur. Köylü devrimin tam destekçisi olamamış, kendisi de devrimden fazla bir fayda görememiştir.

 

Orduda Çözülme veya Ordunun Tarafsızlaşması

Devrimin en önemli momenti ordudaki çözülmedir. Şah’ın ve sonra Bahtiyar’ın tek ve en son güvencesi ordu idi.

Ama kentlerdeki proletaryanın kitle grevleri ile taşradaki köylü hareketinin birleşmesi Çarlığın ‘en sert’ ve en son desteğini sarsmak için yeterli oldu ordudan söz ediyorum.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma)

İran’da da başka türlü olmadı. Şehirlerde proletarya ve halkın grev ve gösterileri, hareketin kırlara yayılması sonucu orduda çatlaklar belirmiş, tereddüt başlamış, hatta havacıların bir kısmı devrime katılmıştır.

Olayların seyri şöyledir. Ekim 78 sonunda göstericilerin ilk kez silah kullanmasından sonra halk “Şah’a ölüm” parolaları ile büyük gösteriler yapmıştır. Şah bu gelişmeye karşı önce bastırma politikası izlemiş ve hükümete General Rıza Anhari’yi getirerek yönetimi daha da askerileştirmiştir. Ve devrimci hareket General Rıza’nın terörü üzerine geçici bir süre Kasım 78 içinde geri çekilmiş, gösteriler durulmuştur. Fakat geri çekilme bir ay sürmüş, Aralık 78 başında devrim eskisinden de daha büyük bir güçle yeniden yükselmiştir. Aralık başındaki gösterilerde ordunun kesin müdahalesi ile binlerce ölü verilmiş, ama Aralık ortalarındaki gösteriler sırasında ortalıkta asker görünmemiştir. Ve Aralık sonundaki gösterilerde orduda ilk çatlak kendini göstermiş, “bir asker göstericiler üzerine ateş açmayı reddetmiş ve silahını emri veren subaya çevirerek subayı öldürmüştür.” Olay sanki 1905 Rusya’sındakinin bir tekrarıdır: “Tuğamiral Pisssarevsky yüksek sesle ‘kimse kışlalardan dışarı bırakılmayacak’ emre ‘uyulmazsa ateş açın’ dedi. Bu emir verilirken Petrov adlı bir denizci, bölüğün sıraları arasından öne çıktı, herkesin gözü önünde tüfeğini doldurdu, Yarbay Stein’i vurup öldürdü. Tuğamiral’i ise yaraladı.” (Lenin)

Böylece topluma en çok kapalı, zırhı en kalın ordunun, bu olaylarla o kalın zırhında ilk çatlaklar beliriyordu.

Ve tam bu noktada Şah halkı bastırma taktiğinden yatıştırma taktiğine sıçradı. Ve General Rıza hükümeti yerine Ulusal Cephe’den Şahbur Bahtiyar başkanlığında bir hükümet başa geçti. (5 Ocak 1979) Ama dünya devrimci deneyleri yüzlerce kere göstermiştir ki yatıştırma politikası aslında, karşı-devrimci güçlerin devrimi ezebilmek için kendi gücünü toparlamak, vakit kazanmak ve devrimci güçlerin çözülmesi için bir tuzaktan başka bir şey değildir. Nitekim Bahtiyar bir yandan “Petrol politikası sadece devlet tarafından belirlenecek, İsrail ve Güney Afrika karşısında tarafsız kalınacak, ordu kışlaya dönecek” derken, hükümet olduğunun on beşinci gününde, “Saroki hava üssünden yüzlerce askerin “kentleri bombalamaya hazır olma ve bunun için eğitim yapma” emrine karşı açlık grevine başladıkları” ortaya çıkıyor. Bu hem yatıştırma politikasının muazzam bir katliamla yok etme politikasına dönüşeceğinin bir işaretidir, ama aynı zamanda da orduda ikinci önemli çatlağın açıldığının da habercisidir.

Bahtiyar, Humeyni’nin İran’a gelişini oyalayarak vakit kazanmaya çalışıyordu. Ve halkı büyük bir katliamla sindirebilmek için de sürekli uygun bir moment kolluyordu. Belki uygun belki değil, fakat olaylar hemen bir sıçrama noktasına vardı. “Humeyni’nin gelişi ertelenip sokağa çıkma yasaklanınca, dışarı çıkan halka askerler, ‘çılgınca ateş açmışlardır.’ Bunun üzerine tahta ve madeni küreklerle silahlanan göstericiler, sokaklarda lastik ve çöpleri yakarak barikat kurmaya çalışmışlardır.” Ve barikatlarda halk “Bahtiyar’a ölüm” “halk ordusu kuracağız.” paralolarını bayraklaştırmıştır. (27 Ocak 1979)

Humeyni’nin dönüşü ile “ilk kez askerlerin de resmi üniformalarıyla gösterilere katıldıkları gözlenmiş, Hava Kuvvetlerinden 1000’i aşkın subayla 100 kadar da kara subayı” açıkça Şah’ın ordusundan kopuştuklarını göstermişlerdir.

Fakat karşı-devrim hemen saldırıya geçerek hava üssüne baskın verdi.

Çatışmaların çıktığı hava üssünün çevresinde ise halk sokağa çıkma yasağına karşın sokaklara dökülmüş ve yollara barikat kurmuştur.

“Kadın erkek çocuk ve yaşlılardan oluşan kalabalık ellerine geçirdikleri her malzemeyi silaha dönüştürmeye çalışırken, üsse giden bütün yollar muhafız alayının (Şah yanlısı) yeni bir saldırı olasılığına karşı otobüsler demir çubuklar ve kum torbalarıyla kapatılmıştır. Havacılar da üssün deposundan temin ettikleri silahları sivillere dağıtmışlardır. Silahlanma çağrısına uyan halkın kurulan barikattan askerlere ateş açtıkları da bildirilmektedir.”

11 Şubat’taki bu çatışmayla devrim en yüksek noktasına ulaşmış, ordu başları tarafsızlıklarını açıklamışlar, Bahtiyar da istifa etmiştir. Karşı-devrim en güvendiği ve tek desteği orduyu yitirince çözülmüş ve geri çekilmiştir.

Devrim ise, halkla ordunun bir kısmının kaynaşmasına ve “silah depolarının yağma edilerek halkın silahlanmasına yol açmıştır.”

Ordunun çözülmesinden bahsederken son olarak, bir yanlış anlamaya meydan vermemek için bunun ordunun dağıldığı ve bir halk milisinin doğduğu anlamına gelmediğini söyleyelim. Ordunun çözülmesi veya dağılması, en azından orduda hiyerarşinin alt üst olması, subayların, erler tarafından seçilip geri alınabilmesi, öte yandan işçi sınıfı ve yoksul köylülük içindeki silahlı halk milislerinin doğması demektir. Oysa İran Devrimi böyle bir gelişme doğurmamıştır. Ordu halk ayaklamasına tarafsız kalmış veya bu anlamda çözülmüştür.

Zaten devrimi eğiten mollaların ve Ulusal Cephe’nin orduyu dağıtmak diye bir problemi yoktur ve bir burjuva olarak da olamazdı.

Havacılar içindeki isyandan sonra ordu Genel Kurmaylığı tarafsız kalacağını açıklamış ve ordu kışlalarına dönmüştür.

Bunun üzerine Humeyni bir açıklama yaparak “Ordunun tarafsız kalacağını bildirmesinden sonra, cihad ilan etmeye, halka silah dağıtmaya gerek kalmadığı”nı açıklamış, “halkı sükünete davet etmiştir.” Hatta bu da yetmemiş “silahların hükümetçe kurulan özel bir komiteye verilmesini istemiş, kışlalara ve hükümete ait binalara saldırıların yasaklandığını” açıklamıştır.

Bu tutum politik olarak devrimin yatıştırılması anlamına gelir. Ordunun düzenini muhafaza etmek ve halkı silahsızlaştırmak ancak bir burjuva anlayışı olabilir.

Humeyni Aralık ayında orduya yaptığı çağrıda “Genç subayların ellerindeki ülkelerine hizmet etmek için büyük bir fırsat olduğunu” söylemiş “Yaşlı subaylar yabancı çıkarları için çalışmaktadırlar ve satılmışlardır” demiştir. Burada devrimin çıkarları açısından doğru taktik bir yaklaşım vardır. Ama devrimin yatışmasından sonra bu anlayış ordu içinde en fazla yaşlı subayların tasfiyesini düşünebilir. Daha öteye gidemez.

Mehdi Bazergan ise komünistlerden devrimcilerden tedirgindir. Humeyni’den de ileri giderek ordunun itibarını kurtarmaktan bahsetmektedir.

Kuşkusuz, ama son derece aktiftirler. Her yerde varlar. Üstelik, maddi ve manevi olarak çok zayıflamış durumdaki silahlı kuvvetlerimizde ordunun, polisin ve jandarmanın tüm subaylarının emperyalizmin hizmetinde olduğunu ve bu nedenle tasfiyeleri gerektiği yolunda yoğun bir propaganda yürütüyorlar. Aslında devleti tüm olarak silahsızlandırmaya çalışıyorlar ve uluslararası marksizim tarafından destekleniyorlar.”

Bunlar Nisan 1979’da söyleniyor. Ve Humeyni-Bazergan ittifakının tüm bakışının veciz bir özetidir. Bazergan olduğu gibi muhafaza edilen orduya karşı yürütülen propagandadan rahatsızdır. O, “devletin silahsızlandırılması” değil, halkın silahsızlandırılmasından yanadır. Ordunun, polisin, jandarmanın “maddi ve manevi olarak” güçlendirilmesinden yanadır.

Devrim, eğer düzenin eski kurumlarını, devlet ve onun avadanlıklarını (Ordu, polis, jandarma, mahkemeler, bürokrasi vb.) tahrip edemezse, onlarla yavaş yavaş uzlaşır. Bunun anlamı ise, karşı devrimin bu eski devlet cihazının içinden, yattığı pusudan doğrularak, kendi egemenliğini yeniden kurması için beslenmesi demektir.

Iran’da hala ikide bir “Devrim Komiteleri” ile hükümet çatışmakta ve her seferinde Devrim Komitelerinin “yetkilerinden” bir kısmı daha ortadan kaldırılmaktadır. Bu sonunda Halk Milisleri ile Ordu+Polis+Jandarmanın mücadelesi, çatışması demektir.

İşte İran Devrimi’nin gücü ve bilinci orduyu tarafsızlaştırmış, ama onu alt üst edememiştir. Bu nedenle de Devrimin bundan sonra yine en azılı düşmanı ordu olacaktır. O sistem o mekanizma kırılmadıkça, ordunun yapısı karşı devrimi kendi içinde besleyecektir. Şunu da ilave edelim, elbette 1979 İran Devrimi’nin hiç izi etkisi kalmamazlık edemez. O bir yandan da kendi içinde yaşadığı devrimin geleneklerini besleyecektir.

 

İkili İktidar

Devrim çürümüş düzeni sarsarken onun zayıflayan, dağılan iktidar organlarının karşısındaki halk devletinin organları filizlenir. Bunun en klasik örneği Rus Devrimindeki Sovyetlerdir. “İşçi, Köylü Asker Sovyetleri gittikçe daha çok bir geçici devrimci hükümet rolünü yani ayaklanmanın önderi ve organı rolünü oynamaya başladı… Rusya’nın birçok kenti bu günlerde, çeşitli küçük yöresel “cumhuriyetler” dönemi yaşadı.” (Lenin ay.)

Çarlık otokrasisinin çözüldüğü yerlerde yöresel cumhuriyetler ve İşçi, Köylü, Asker Sovyetler; İşçi-Köylü demokratik diktatörlüğünün ilk, cılız görüntüleriydi. Devrim, karşı-devrimin iktidar organlarını, devleti dağıtırken, kaçınılmazca yeni tip bir devleti doğuruyordu.

İran Devrimi tahrip ettiği devlete karşı nasıl bir yeni devlet tipi doğurmuştur? Elimize gelen bilgilerden irdelemeye çalışalım.

Devrim içinde, yükselen harekete sempatisini ve desteğini açıklayan Kaddafi: “Şimdi hemen bütün İran’da halkın katıldığı mahalli kongreler toplanmalıdır.” demişti. Bununla kendi devrim deneyinin derslerini özetleyen Kaddafi, ayaklanmayı yönetip devrimi yönlendirecek bir devrim hükümeti öneriyordu. İran’da halk kongreleri toplandı mı? Önce olayları gözden geçirelim.

İran’da Devrimin en yüksek noktasında ikili iktidar yaşanmıştır. Bunlardan birincisi; Şahın devamından başka birşey olmayan Bahtiyar Hükümeti, ikincisi de Humeyni’nin İran’a dönmesi ile 6 Şubat’ta “gizli devrim komitesinin” bir hafta sürmüş ve Devrim Hükümeti lehine sonuçlanmıştır. Bu sonuçlanmayı biraz irdeleyelim.

Mehdi Bazergan bu kritik anda Bahtiyar hükümeti ile ilgili tutumunu şöyle açıkladı: “Ulusal Cephe liderlerinin Mehdi Bazergan Bahtiyar’ın dürüst ve onurlu bir siyaset adamı olduğunu ve Humeyni’nin dönüp İslam Devrim Konseyini kurmasından sonra Başbakanlıktan ayrılacağını öne sürmektedir.”

Böylece Bazergan uzlaşmak için zemin hazırlamış oluyordu. Ama göstericilere askerlerin “Çılgınca ateş açması” üzerine halk, barikatlarda, “Bahtiyar’a ölüm” parolasını atarak, Mehdi Bazergan’ın Bahtiyar’a yönelttiği “dürüst ve onurlu bir siyaset adamı” biçimindeki iltifatlarına en güzel cevabı vermiş oldu. Devrim güdücülerinin açık uzlaşma çabaları böylece sonuçsuz kalmıştır.

Daha sonra onlanlarsa adeta bütün mekanizmasıyla (Ordu, polis, jandarma, Bürokrasi vb.) devletin devir alınmasından başka bir şey değildir. Ve Mehdi Bazergan hemen “zayıflamış durumdaki silahlı kuvvetlerimizde ordunun, polisin ve jandarmanın” düzeltilmesi için çabalara girmiştir. Humeyni de devlet memurlarını yeni Mehdi Bazergan hükümetinin “emirlerine uymaya” halkı da polis ve ordu ile “iyi geçinmeye” çağırmıştı. Ve Mehdi Bazergan hükümetinin işe başlamasından bir iki hafta sonra “ilk kez Tahran sokaklarında resmi elbiseli polislerin görev yaptığı görülmüştür.”

Bütün bunlardan çıkan sonuç İran’da ikili iktidar sonunda devlet tamamen konunmuş benimsenmiş, muhafaza edilmiştir.

İşte bu andan itibaren yani Geçici Devrim Hükümeti’nin kurulmasından, Bahtiyar’ın alt edilmesinden hemen sonra, yeni bir ikili iktidar başlamıştır. Bunlardan birincisi, eski devlet cihazını muhafaza eden, benimseyen Mehdi Bazergan hükümeti, ikincisi de Bazergan’ın deyimiyle “İran’ı binlerce şerif yönetiyor” dediği Devrim Komiteleridir. Devrim Bahtiyar hükümeti ile çatışırken gazetelerden şunlar okunuyordu: “İsfahan şehrinin yönetimini Humeyni yanlıları ele geçirmiştir.” “Tahran’da trafiği Devrim Komiteleri yönetiyor.” “Tahran’da gecekondu semtlerinde yiyecek, yakacak dağıtımını Devrim Konseyleri yapıyor.”

“Tahran bölgesi ulemanın kontrolünde dokuz bölüme ayrılmış, her bölgenin içinde mahalle düzeyinde başka örgütlenmeler de var. Bunları mollalar kontrol ediyorlar.”

Bütün bu sıraladıklarımız neyi anlatıyor. “Halkın salt devrimci katmanları tarafından, her türlü yasallık ve tüm kurallar dışında, halkın kendiliğinden yaratması ürünü olarak, eski polis engellerinden kurtulmuş ya da kurtulmakta olan halkın etkinliklerinin dışavurumu”nu. (Lenin, Diktatörlük Sorununun Tarihine Katkı)

İşte, devrim burjuva (tekel dışı) liderler tarafından yatıştırılıp, eski düzenle (bu herşeyden önce eski devletle demektir) uzlaştırılırken, yeni bir çatışma ve yeni bir ikili iktidar ortaya çıkmıştır. Gazetelerde hemen hergün Mehdi Bazergan hükümetinin, Devrim Komitelerinden yakınması biçiminde kendini gösteren olay aslında bu iktidar çatışmasından başka bir şey değildir. Yeni Bahtiyar hükümetine (Şah’a) karşı mücadelede halkın kendi girişkenliği ile ortaya çıkardığı, halkın etkinliklerinin açığa çıkmasının bir ifadesi olan organlar, şimdi Şah’la değil, ama onun devlet cihazıyla uzlaşan Mehdi Bazergan hükümetiyle çatışmaya girmişlerdir.

Şimdi açıklanması gereken konu bu çatışmanın sınıf karekteri ve yoğunlaştığı noktalardır. Bunu açıklamadan işçi sınıfı ve köylülüğün devleti olan Sovyetlerin temel karekterlerine değinelim.

1905 Devrimi’nde Liberaller ve Bolşevikler arasındaki tartışmanın temeli yeni iktidar üzerindedir. Liberaller ve pek çok küçük burjuva 1905 Devriminin “birinci dönemi” diye anılan 1905 Ekim-Aralık dönemini “bütün sosyal demokrat ilke ve görüşler(in) yok (olduğu)” bir “devrimci kargaşalık” dönemi olarak görürler. Ardından gelen Kadetlerin (liberallerin) Duma seçimlerindeki zaferler dönemini ise, “düşünce ve bilgeliğe dönüş; bilinçli, birlikli, sistematik bir etkinlikten yeniden söz açmanın olanaklı olduğunu” bir dönem olarak yüceltirler. Bu liberal ve devrimden ürkmüş küçükburjuva baylara göre 1905 Ekim-Aralık dönemi “kargaşalık”, ama Duma seçimleri sonrası ise “sistemli bir etkinlikten yeniden söz açmanın olanaklı olduğu”, yani devletin İşçi, Köylü, Asker Sovyetlerine karşı “yeniden” “sistemli” olarak örgütlendiği bir dönemdir.

İran Devrimi’nde Mehdi Bazergan hükümetinin “binlerce şerifi”nden şikayetçi, ordunun, polisin jandarmanın “maddi ve maneviyatının” düzeltilmesi ve “İran Devrimi’ne leke sürülmesinin engellenmesi için Şah yönetimi yetkililerinin af edilmesi zamanı artık gelmiştir” yufka yüreklilikleri 1905’in liberallerini ne kadar da andırıyor.

Lenin bu bayların tepkisini çeken “devrimci kargaşalık” döneminin halk tarafından uygulanan yöntemin eylemli davranış tarzını şöyle sıralar. “1. Hukuksal olmayan yoldan elde edilmiş ne yasa ne de kısıtlama tanıyan siyasal özgürlüğün halk tarafından ‘fethi’; 2. ‘Yeni devrimci iktidar organları kurulması: İşçi, asker, demiryolcu, köylü temsilcileri Sovyetleri, kentlerde ve kırlarda yeni otoriterler;” 3. “Halkı ezen kimselere karşı halk tarafından zor kullanılması.” (Lenin, Diktatörlük Sorunun Tarihine Katkı)

İran Devrimi de bu üç yöntemi kendi tarzınca uyguladı. Ve şimdi bu yöntemler yatıştırılıp, onların yerine “sistemli bir etkinlik”, yani devlet, yeniden kurulmaya çalışılıyor veya kuruldu bile.

İşte Sovyeler “devrimci kargaşalık” döneminin “yeni otoriteleri”dir.

“Saklı, gizli, buyruk altında, biçimsel hiçbir şey yok. İşçi misin? Rusya’yı bir avuç polis baskıcısının boyunduruğundan kurtarmak için savaşmak istiyor musun? Yoldaşımızsın. Hemen beklemeden, seç temsilcini; istediğini seç, onu, işçi temsilcilerini Sovyetimizin, köylü komitemizin, asker vekillerimizin vb. vb. eşit haklara sahip üyesi olarak seve seve ve sevinçle karşılayacağız. Aydınlıkta, yığınların gözü önünde davranan, yığınların katılabilecekleri, doğrudan doğruya yığınlardan çıkan bir iktidar, halk yığınlarının dolaysız ve aracısız organı, onların iradelerinin (açığa çıkmasıdır) bu.” (Lenin ay.)

“Devrim Komiteleri” tutuklama, yargı, trafik, yiyecek dağıtımı gibi fiili eylemleri ile İran’da yeni tip halk iktidarının filizleri olmalıdır. Devrim Komiteleri, devrimci halkın doğrudan doğruya bir iktidarıdır. Bu komiteler için de sol bir çizgi olan Fedayin, sol-İslam bir çizgi olan Mücahidin örgütlerinin ve diğer siyasi parti ve eğilimlerin etkinlik mücadelesi vardır ve bu doğaldır. Fakat Devrim Komitelerinde egemen olan “genç mollalardır”. Bunlar hem Humeyni tarafından yönlendirilir hem de Humeyni’yi yönlendirmektedirler.

İran Devrimi’nde proletarya sosyalistlerine bu konuda düşen görev, Devrim Komitelerinin yetkinliğini ve bilincini yükseltmektir. “Yığın eylemlerinin devrimci girişkenliği ve iktidarın aşağıdan, halk tarafından alınması-devrim için gerçek başarıların tek güvencesi”dir. (Lenin, Nisan Tezleri)

Şimdi de bu ikili iktidarın sınıf karekterine değinelim. Devrim hükümeti olarak isimlendirilen ve Mehdi Begirgan başkanlığındaki iktidar -ki gittikçe egemen iktidar olmaktadır- İran finans-kapitali ile uzlaşan bir (tekel dışı) burjuva iktidarıdır. Öte yandan denetçi durumunda olan ve her “yetki” çatışmasında bir adım gerileyen Devrim Komitelerinin sınıf karakteri ve çatışmanın temeli şöyle açıklanabilir: “Her gerçek devrimin başlıca bilimsel, siyasal ve pratik niteliklerinden biri de siyasal yaşama, devletin örgütlenmesine, etkin olarak, kişisel olarak, pratik olarak katılmaya başlayan küçükburjuva sayısının olağanüstü bir derecede hızlı olağanüstü bir derecede birden artışıdır.” (Lenin, Nisan Tezleri) İran’da “olağanüstü derecede” fazla sayıda küçük burjuva, “devletin örgütlenmesine” “pratik olarak katılmaya başlamış” ve Devrim Komitelerinde yeralmıştır. Ve bu ikili iktidarın temel karekteridir. Proletaryanın da bu olağanüstü küçük burjuva akımından fazlasıyla etkilenmesi en kabul edilebilir, pratik bir gerçekliktir.

Sınıf karakteri bu olan ikili iktidarın çatışmasının altındaki gerçeklik ise, birisi egemen fiili iktidar, devrimi durdurmayı amaçlıyor, daha şimdiden devrim saflarından uzaklaşmaya başlamıştır. Öbürü tamamlayıcı iktidar; devrim komiteleri, devrimin canlı devamı, onu savunan ve ilerletmek isteyen güçlerdir.

Çatışmada tutumlar: Humeyni “İslam Devrim Komitelerinden iktidarlarını en kısa zamanda Bezargan Hükümetine bırakmalarını” istemektedir. Halkın Fedayileri “nihai zafer kazanılıncaya kadar silahların teslim edilmemesini, üç ya da yedi kişiden oluşan bir komuta grubunun liderliğinde silahlı birliklerin tüm kentlerde ve köylerde oluşturulmasını” istemektedirler.

Mücahidin örgütü ise; “Bazergan hükümetinin orduyu yeniden örgütleme girişimlerine karşıyız. Çünkü yapısı düzeltilmediği takdirde, yeniden emperyalizmin oyuncağı olabilir.”

Açıkça görülen, egemen uzlaşık burjuva iktidar ile devlet örgütlenmesine devrimle birlikte yeni katılmış küçük burjuva unsurların devrimin kazanılan mevzileri üzerinde süren bir çatışmasıdır.

Fakat güçlü bağımsız bir proletarya hareketi görünmeyince (adı Komünist TUDEH) de Humeyni’yi desteklemektedir.

Mücahidin Örgütü “İşbaşındaki hükümeti destekliyoruz ve onu zayıflatacak girişimlerden kaçınıyoruz.” Diyerek, şimdilik gönüllü olarak burjuvaziyi (tekel dışı) desteklemektedir. Yani küçük burjuva tabakalar henüz kararsız ve tedirgin olsa da (tekel dışı) burjuvaziyi destekliyor ve izliyorlar.

İkili iktidarla ilgili son olarak; bu “yetki çatışması” nasıl sonuçlanacaktır? İkili iktidar aynı devlet içinde barınamaz. Gelişim, bu genç filizleri egemen iktidarın ezip tasfiye edeceği yönündedir.

Devrim komitelerinin çok tepki çeken bir eylemine, “idamlara” da bir iki sözle değinelim. İdamların bu kadar çok ve seri olması neyi anlatır? Herşeyden önce İran’da 25 yılı aşkın süren sinsi terörün şiddetini ve halk üzerinde uyandırdığı nefretin gücünü; bunlar yetmez. Devrim için de de karşı devrimci güçlerin muazzam terör ve katliamın halkın ruhunda yarattığı fırtınayı anlatır. İran’da Şahın zulmüne maşalık etmiş o kadar çok paçavra insan vardır ki, devrim bunlara ne yapsın? Şah en sadık generallerinin idamını duyunca “şok geçirmiş”. Evet, emperyalizm için İran’da 25 yıldır yetişmiş, tecrübeli, sadık elemanların her birinin idamı önemli bir kayıptır. Ama devrim için kazanç. Ve İran’da dünyada en çok tartışma konusu olan nokta, idamlar olmuş, Bazergan da sık sık bunlardan şikayet etmiştir. Fakat zulüm maşalarının cezalandırılması bütün bu tepkilere rağmen durdurulamamıştır. Belki önümüzdeki günlerde yumuşatılır.

İşte İran Devrimi milyonlarca insanına, mevcut devlet yerine, doğrudan doğruya halkın katıldığı Devrim Komitelerinin; ordunun, polisin yerine Silahlı Halk Milislerinin geçmesi gerektiğinin ilk somut, pratik örneklerini vermiş, belleklere kazınmıştır. Ama henüz İran bütün bunların Ulusal Cephe ve Mollalar ittifakının liderliğinde, öncülüğünde değil de proletarya ve tüm köylülüğün ittifakında başarılabileceğini kavramamıştır. Fakat daha Şubat 1979 Devrimi yeni tamamlanırken beliren veya açığa çıkan proletarya ve küçük burjuvazinin Ulusal Cephe ve Mollalarla çatışması İran halkının yeni bir mücadeleye yavaş yavaş girdiğinin işaretleridir.

 

-III-

Devrimi Eğitenlerin Tutumu

Devrimi Eğitmek Ne Demektir?

“Devrimin bizi ve halk yığınlarını eğiteceğinden kuşku yoktur. Ama militan bir siyasal partinin şimdi karşı karşıya olduğu sorun, bizim, devrime herhangi bir şey öğretip öğretemeyeceğimiz sorunudur. Devrime bir proleter damgası vurabilmek için, devrimi sözde değil, gerçekte kesin bir başarıya ulaştırmak için, demokrat burjuvazinin kararsızlığını, ikiyüzlülüğünü ve ihanetini etkisiz hale getirebilmek için, sosyal-demokrat öğretimizin doğruluğundan sonuna kadar devrimci olan tek sınıf ile, proletarya olan bağımızdan yararlanabilecek miyiz?” (Lenin, İki Taktik)

Proletarya partisi açısından durum açıktır: “Devrime bir proleter damgası vurabilmek”. Bunun için “demokrat burjuvazinin kararsızlığını, ikiyüzlülüğünü ve ihanetini etkisiz hale getirebilmek” gereklidir. Bütün bunlar için ise “sosyal demokrat öğretimizin doğruluğundan” ve “proletarya ile olan bağımızdan yararlanabil”mekten başka çıkar yol yoktur.

Kendiliğinden anlaşılıyor, devrime katılan her sınıf ona damgasını vurmak isteyecektir. Yazımızın bu bölümünde, hangi taktik ve parolalarla tekel dışı burjuvazinin veya İran’daki isimlendirilmesi ile “pazar”ın devrime damgasını vurduğunu ve buna diğer sınıf ve tabakaların tepkilerini (siyasi tutumlarını) açıklamaya çalışacağız.

Devrimi eğitmek için, proletarya açısından Lenin meseleyi şöyle koyuyor: “Hiç kuşku yok ki, işçi sınıfının eğitimi ve örgütlendirilmesi için henüz yapacak çok, pek çok şey var, ama şimdi en önemli olan, bu eğitim ve örgütlendirme çalışmasında esas siyasal ağırlığı nereye koymamız gerektiğidir. Sendikalara ve yasal örgütlere mi, yoksa bir ayaklanmaya, devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratma çalışmasına mı?” (a.y.)

Demek proletaryayı ve devrimi eğitebilmek için temel bir taktik seçilmelidir: “Devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratmak”. Rus devriminde görev tam bu iken Menşevikler “sendikalarla legal dernekleri ön plana alan” bir tutum benimsemişlerdir. Bu ise devrime bir şeyler öğretmek değil, tersine anafora kapılıp gitmekten başka bir şey değildir.

İşte, İran’da da ayaklanma içinde proletaryayı eğitmek için temel taktik başkası olamazdı: “Devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratmak.”

İran Devrimi sırasında bu temel taktiği uygulayan ve döğüştüren sonuna kadar tutarlı bir parti yoktur. Ve devrimin subjektif problemlerinden en önemlisi de budur. Yanılmaya yol açmamak için “devrimci bir hükümet” parolasını genellikten kurtaralım: “Kökeni ve temel niteliği yönünden böyle bir hükümet, halk ayaklanmasının organı olmalıdır. Biçimsel hedefi yönünden ise bu hükümet, ulusal bir kurucu meclis toplamanın aracı olmalıdır. Eylemlerinin içeriği yönünden, bu hükümet, otokrasiye karşı ayaklanmış bir halkın çıkarlarını güvence altına alabilecek biricik programı, proleter demokrasisinin asgari programını uygulamalıdır.” (Lenin, İki Taktik)

Öyleyse, geçici devrim hükümetini özellikle programı açısından değerlendirmeliyiz. Çünkü ancak bu hükümet, işçi sınıfının asgari programını uygularsa “halkın çıkarlarını güvence altına alabilecektir.” Öyleyse konuyu bu açıdan incelemeliyiz.

İran’da proletaryanın asgari programı deyince en temel hatlarıyla akla ne gelmektedir? Bu konuda bize, Türkiye devrimcilerine bir genel bakıştan ötesi elbet yersiz görünebilir, bu nedenle bir cümleyle sadece esasa değinmekle yetinelim.

İran proletaryası Musaddık hareketinden ders almalıdır. Geciktirilen Cumhuriyet ve Toprak Reformu sonunda karşı devrimi beslemeye yaramıştır. O zamanlar TUDEH bu konuda doğru bir tutum takınmış Cumhuriyet parolasını atmış ve işçi sınıfını bu parolanın peşinden gösterilere mücadeleye çekmiştir. Musaddık’ın tereddütünden yararlanan Şah ise, bu gelişme karşısında ordu ile devrimci hareketi bastırıp sindirebilmiştir. Şimdi Şah gitmiştir. Fakat kırda; toprak reformu, şehirde; ticaret ve büyük üretimin halk tarafından denetimi olmadan, değişen, neticede Şah’dan başka bir şey olmayacaktır.

 

Geçici Devrim Hükümetinin Programı

İran’da halk ayaklanmasının içinden gelen bu hükümet daha önce açıkladığımız gibi, sınıf karakteri gereği Devrimi sağlamlaştırıp ilerletmek gibi bir tutumda değildir, ama onu yatıştırmayı her tavrıyla denemektedir. Şimdi bu hükümeti talepleri ve politikası açısından değerlendirelim. Bu aynı zamanda proletaryanın bu hükümete karşı görevlerini de ortaya çıkaracaktır.

Mollaların Geçici Hükümet Programını irdeleyelim:

1- “İktidarın Bahtiyar hükÜmetinden kendi hükümetine devredilmesi,

2- “Rejimin değiştirilmesi için referandum yapılması,

3- “Devletin yeniden örgütlenmesi,

4- “Kurucu meclis için seçimler yapılması,

5- “Yeni bir anayasanın yapılması,

6- “Bir İslam hükümetinin kurulması.”

Bu programda açık olan hemen hiçbir şey yoktur. Evet, “Şah’a ölüm”. Bunu kitleler en samimi duyguları ile haykırıyor ve buna kararlılar. Ama neye evet demeleri gerektiği üzerine halkı aydınlatmak, yani devrimi eğitmek gerekeli. Bu konuda Mollalar hemen hiçbir açık talep ileri sürmediler. Veya tek söz “İslam cumhuriyeti” oldu.

İslam cumhuriyetinin ne olduğunu açıklamak için ise: Humeyni’nin beyin takımını ve Humeyni’nin düşüncelerini özet olarak incelemeliyiz.

Humeyni’nin beyin takımının kısa tablosu şöyle: İbrahim Yezidi, “Üniversite arkadaşlarından biri onu sosyal demokrat olarak nitelemiştir.” Saduk Gadzade: “Batıya açık olanı” denmektedir. Humeyni’nin ısrarla Amerika’ya ve Sovyetlere çatmasının altından çıkan gerçeklik budur. Abdullah Hasan Benisadır: “Çok uluslu şirketlere (İran’ın) bağımlılığını ortadan kaldıracak yeni bir ekonomik sistem üzerine çalışmaktadır.” Bu tam da burjuva bir mantıktır. Hem tekellere kıyamaz hem de ondan şikayetçidir. Ve tekellerin egemenliğine son vermenin tek yolunun bu işletmelerin, işçi köylü iktidarında Halk Teşekkülleri (sendikalar, kooperatifler vb.) tarafından yönetim ve denetimi olduğu çoktandır bilinmektedir.

O halde bu sayın ekonomik sistem araştırıcısının tutumu olsa olsa tekellerin görünmez egemenliğini sürdürecek yeni yollar arıyor olabilir. Ayetullah Talegani: “uzun yıllar cezaevlerinde komünistlerle birlikte yatan Talegani’nin komünistlere sempati beslediğini belirtmektedirler.” Beyin Takımı içinde en radikali Talegani görünmektedir. Ama yine bu beyin takımının çoğunun yer aldığı hükümet ile Talegani’nin sık sık çatışması, hükümetin Talegani’ye göre daha sağda olduğunu göstermektedir. Buradan çıkacak netice ise, Mollaların genel yapısı içinde Talegani’nin azınlık olduğudur. Yine Mollalar içinde önemli bir yere sahip olan Şeriat Medari’nin görüşlerinden bir cümle aktaralım: “Fabrikalar gene sahiplerinin olsun. Herkes ne kazanırsa ona sahip olsun. Az kazananınki de onun olsun, çok kazananınki de. Komünistler bütün kazançlar bölünsün, her şey bölünsün diyorlar. Biz öyle demiyoruz.” Yine İslam Cumhuriyetinde bankaların yerinden bahsederken: “İran İslam Cumhuriyetinde faiz olmayacak. Ama bankalar çalışacak. Halk biriktirdiği parasını bankaya yatıracak. Banka bu para ile iş yapacak alış-veriş edecek.” diyerek Ş. Medari tam bir liberal olduğunu göstermektedir.

İşte beyin takımı “batı yanlısı” tekellerin egemenliğine son verecek yeni bir ekonomik sistem (!) arayan “az kazananınki de onun olsun, çok kazananınki de” liberal parolasını bayraklaştıran unsurların toplamından ibarettir. En son beyin takımının başı Mehdi Bazergan’ın “Washington ile yakın işbirliğinin çok mühim olduğunu belirttiği”ni de ilave edersek tablo tamamlanacaktır.

Humeyni’nin Kasetleri: Geçici Hükümetin taleplerini anlayabilmek ve halkın bilincinin nasıl karartıldığını kavrayabilmek için İran Devrimi öncesi ve devrim sırasında hemen hemen en güçlü propaganda aracı olan “Humeyni kasetlerinde” söylenenlere bakalım.

“Dini önderler hükümet olsaydı İran halkının Amerikalı ve İngilizlerin esiri olmasına izin vermezdi. İran ekonomisinin bozulmasına ve yabancı malların gümrük vergisiz ülkeye girmesine izin vermezdi… Parlamentonun böylesine bozulmasına imkan vermezdi. Kızların ve erkeklerin birbirine sarılıp dans etmelerine izin vermezdi… Kız ve erkeklerin bir arada okullara gitmelerine izin vermezdi…

“Bunca yıl çalışmadan sonra aranızda anlaşmazlık olduğu görmekten üzüntü duyuyorum. Mollaları ve pazar esnafını üniversite çevresine yaklaştırmaya çalıştım bunca yıl. Yoksa yabancılar bundan yararlanacaklardı. Yabancılar İran halkının bütünleştiğini gördükçe Amerika ve Sovyetlerin kötü emelleri süremezdi.

“İran halkın dünyanın dikkatini üzerine çektiği bir noktaya vardı. Amerika’dan Arap ülkelerine kadar her yerde prestij kazandık. Bu bir mucizedir. Bu ruhanidir… Zafer yakın korkmayın… Ölürsek cennete gideceğiz. Öldürürsek cennete gideceğiz. İslam mantığı budur. Çünkü biz hak tarafındayız.” (TİME, 12.2. 1979)

Humeyni’nin bu sözlerinde tek ekonomik talep “yabancı malların gümrük vergisiz ülkeye girmesi”dir. Belli ki tekellerin rekabetine dayanamayan Yaban sermayenin feryadıdır. Ve hiçbir zaman temelli bir reform değildir. Yine Humeyni, “parlementonun bozulmasına imkan ver”memekten bahsederek eski devlet yapısını benimsediğini açıklamış oluyor. Mesele Humeyni’ye göre parlementoyu bozan kişilerdedir.

Öte yandan islam ideolojisi adeta devrimin teorisi olmuş, geleneksel yanıyla emperyalizme karşı olumlu bir tutumu beslerken, devrimde kadınların durumu konusunda ve halk ayaklanmasına kendi gücünü kavratmak yerine “Bu(nun) ruhani” olduğunu söylemek bakımından, hem devrime güç kaybettirmiş, hem de bilinçleri karartmıştır.

Yine anti-Sovyet tutumun pratik sonucu devrimi en önemli dış desteğinden koparmış ve bunun sonucu şu iki gelişme olmuştur:

“İran Merkez Bankası Başkanı Mehlevi… İran’dan kaçan yabancı yatırımları geri çağırmıştır… Ülkesinin her türlü yabancı sermayeyi kabul etmeye hazır olduğunu belirtmiştir.”

“Genelkurmay Başkanı: İran’dan ayrılan Amerikalı askeri uzmanların geri çağırılacaklarını ifade etmiştir.”

İnsan bunları okuyunca acaba devrim sonrası Şah’dan başka herkes geri mi çağırılmaktadır, diye sormadan edemiyor.

Buna şöyle itiraz edilebilir. Yabancı sermayeye mutlak olarak karşı olunamaz. Amerikalı uzmanlar gelmezse silahlar metal yığınına döner. Evet, Geçici Hükümet toprak reformu ve tekellerin tasfiyesi ve Halk ordusunun kurulması gibi en temelli reformları yapmış ise yabancı sermaye de, Amerikalı uzman da tehlike olmayabilir. Ama bunlar gerçekleşmeden bu yapılanlar hızla devrimin kazançlarını silip süpürebilir.

Geçici Hükümet Sovyetlerle çatışıp dış yedek gücünü kaybetmekle yetinmiyor, içeride de “İran İslam Cumhuriyeti’nde komünistlerin eylemlerine müsaade edilmeyeceğini bildirerek”, devrimin gerçek dayanağı işçi sınıfını da karşısına almış oluyordu. Nitekim henüz son şekli belli olmayan Anayasa taslağında “sağ ya da sol tüm muhalefet partileri yasa dışı ilan edilmiştir.”

Bu karakteriyle geçici hükümet, işçi sınıfı ve küçük burjuva tabakaların radikal tepkilerini yatıştırmaya çalışan, aynı zamanda da İran finans kapitaliyle uzlaşmanın yollarını arayan, dolayısıyla “isyan etmiş halkın yaraRlarını garanti” altına almayan bir hükümettir. Bu haliyle tekel dışı burjuvaların bütün kaypaklığının, tutarsızlığının damgasını üzerinde taşımaktadır.

 

Geçici Hükümete Proleteryanın Tavrı

“Proletaryanın geçici bir devrim hükümetine karşı genel olarak tutumunun ne olacağı” sorununu Lenin şöyle çözümlüyor.

Önce “geçici bir hükümetin gereği konusunda direnmeliyiz.” (İki Taktik) Bunca dünya deneyinden sonra bu artık itiraz götürmez bir hüküm haline gelmiştir.

İkincisi, “böyle bir hükümet için, içinde bulunduğumuz dönemin nesnel koşullarıyla ve proleter demokrasisinin amaçlarıyla uyum içerisinde olacak bir eylem programının ana hatlarını belirlemeliyiz. Bu program partimizin asgari programının tümüdür.” Temel mantık soyut tekerlemeler veya “işçi hükümeti” gibi keskinlikler değil “dönemin nesnel koşullarıyla” ve “proletarya demokrasisinin amaçlarıyla” çatışmayacak veya “uyum içerisinde olacak bir eylem programı”nı geçici hükümetin önüne koyabilmektir. Burada şu soru ortaya atılabilir: “Geçici bir iktidar olduğu için, geçici bir devrim hükümetinin henüz tam halkın onayını almamış yapıcı bir programı uygulayamayacağı ileri sürülebilir. Böyle bir itiraz gericilerin ve mutlakiyetçilerin safsatasından başka bir şey olamaz. Yapıcı bir programı uygulamaktan kaçınmak demek, çürümüş bir otokrasinin feodal düzeninin varlığına göz yummak demektir.” (İki Taktik)

Öyleyse proletaryanın Geçici Devrim Hükümeti’ne karşı genel tutumu: Asgari programının hemen ve tümünün uygulanması için mücadele temelinde belirlenmektedir. Şimdi sorun bu mücadelenin nasıl verileceği meselesindedir. Bu da başlıca iki biçimde olabilir: Yukarıdan “hükümete katılarak”; aşağıdan “gelgeç devrim hükümeti üzerine silahlı bir yönetim güden sosyal demokrat proletarya tarafından tazyik.” Bu mücadele biçimlerini birbirinin karşısına koymak anarşist palavrası olur. Onlar genellikle “hep aşağıdan” parolasını atarlar. Ayaklanma içinden gelen bir hükümette, katılış amacını açıkca koyan proletarya partisi, işçi sınıfının bağımsızlığına gölge düşürmeden böyle bir hükümette yer alabilir. Ve bu yer alış, hiçbir zaman aşağıdan tazyiki gereksiz hale getirmez.

Yakın geçmişte Portekiz Devrimi buna bir örnektir. Portekiz Komünist Partisi’nin eleştirisi ayrı bir konudur. Fakat olayları izlersek şu gerçekleri görürüz. Ayaklanma içinden gelen hükümette Portekiz Komünist Partisi yer almıştır. Fakat yer aldığı Geçici Devrim Hükümeti‘nin programı henüz komünist partisinin asgari programından geridir.

“Silahlı Kuvvetler Hareketinin programında, ne derin sosyal reformlar ne de büyük tekelci işletmelerin millileştirilmesi söz konusu değildir.” (20.6.1974, PKP Bildirisi) Silahlı Kuvvetler Programı, hükümet programı olmuştur, dolayısıyla bu programda “derin sosyal reformlar ne de büyük tekelci işletmelerin millileştirilmesi” vardır. Buna rağmen 1975 yılında, “bankalar, sigorta şirketleri, petrol çıkarma ve petro-kimya işletmeleri, metalurji, elektrik enerjisi, demiryolları, denizyolları, havayolları vb. 245 işletme” millileştirildi. “Büyük topraklara gelince, emekçi köylüler 1 milyon 140 bin hektar (ülkedeki işlenebilir toprakların beşte biri kadar) toprak kiraladılar, bu arada 550 kollektif üretim işletmesi ve kooperatif meydana getirildi.” Bütün bunların oluşu ise: “Önemli birçok demokratik değişimler, daha politik iktidar kararlar almadan, devrimcilerin (hem sivil, hem de asker devrimcilerin) desteğine de güvenerek, halk yığınlarının ve onların öncüsü olan ilerici güçlerin girişim ve eylemleriyle kararlaştırıldı, hatta bir dereceye kadar gerçekleştirildi.” (Alvaro Cunhal, PKP Genel sekreteri, Nisan Devriminin 5. Yıldönümü)

Demekki bizzat olaylar ve aşağıdan halkın baskısı hükümet programını daha radikalleştirebilmektedir.

Bütün bu olanlara rağmen Portekiz Devrimi neden geri dönmüştür? Bundan objektif devrim krizinin yeterli olgunlukta olmayışını söyledikten sonra, yığın açısından ise söylenecek, şehirde ve kırda Halk Teşekküllerinin eski devlet cihazını yeterince parçalayamaması ve bunun sonucu alınan tedbirlerin birçoğunun eski bürokratik devlet ağında erimesidir. Devlet cihazının parçalanmasının tek anlamı, her alanda halk teşekküllerinin fiilen yürütücü hale gelmesiyle mümkündür.

Bu deneyin de ışığında İran’a baktığımızda, proletarya, partisiyle Devrim Hükümeti’ne yukarıdan katılmamıştır. Bunu devrimde güçler dengesi açısından bir ölçüde normal karşılasak da TUDEH’in Humeyni’yi desteklemekten öteye bir şey yapmaması, onu mollaların seviyesine indirmektedir. Böyle bir durumda ise proletaryanın partisi olma iddiası boş bir söz olur çıkar.

Gerçek bir işçi sınıfı partisi mevcut devrim hükümetine şunu söylemeliydi: İşte proletarya demokrasisinin asgari programı, hükümetiniz ancak bunu gerçekleştirdiğinde devrimin kazançlarını teminat altına alabilir ve onu ilerletebilir. Fakat biz bu programı sizlerin kendiliğinden uygulamanızı beklemiyoruz, bu nedenle bu programı hem size (hükümete) ve sizden çok halka propaganda etmek ve halk teşekküllerine fiilen uygulatmak için mücadele edeceğiz. Proletarya partisinin tutumu ancak bu olabilirdi. Ve ancak böyle halk yığınları devrimin karekterini, hükümetin karekterini kavrayıp yeni mücadelelere hazırlanabilirlerdi. Ve ancak böyle silahlı halkın hükümet üzerinde bir baskısı ve denetimi uygulanabilirdi.

İran Devrimi’nde böyle bir gelişim görülmedi. TUDEH’in Humeyni’ye destek olmaktan başka bir tutum benimsemediğini açıkladık, hatta bir gazetecinin sorduğu; bu destek ve işbirliğinin geleceği ve süresiyle ilgili bir soruya TUDEH Sekreteri “uzun yıllar” şeklinde cevap vermiştir. Bütün bunlar son derece kısır bilgilere de dayansa, bize objektif gelişimi “uzun yıllar” beklemeye talip, burjuva tutumunu yansıtıyor.

Geçici Hükümete karşı bir de “Halkın Fedaileri”nin tutumun kritik edelim:

Halkın Fedaileri Tahran Üniversitesi’nde düzenlenen gösteride A. Humeyni’ye bir uyarıda bulunarak ‘İran Devrimi’nin hızlandırılması ve İran’ın bir işçi devletine dönüştürülmesi’ talep edilmiştir.

“Halkın Fedaileri örgütünün önerileri şöyledir:

“Krallık ordusu tümüyle dağıtılıp yerine bir halk ordusu kurulmalıdır.

“Humeyni’nin gizli İslam Duruşmaları yerine herkese açık halk mahkemeleri kurulmalıdır.

“Bütün topraklar çiftçilere dağıtılmalı ve elektrik, su hizmetleri bedava olmalıdır. Çiftçilere faizsiz kredi verilmelidir.

“Yabancı sermaye ve bankalar devletleştirilmelidir.”

Buradan olumsuz görünen temel mantık yani “devrimin hızlandırılması” ve “işçi devleti” kavramlarıdır. Bu şiar 1905 Devrimi’ndeki Troçki’nin “Çarsız, ama işçi hükümeti” şiarını hatırlatmamazlık etmiyor. (Söylenenlerin 24 Şubat’ta (1979) yani devrimin hemen hemen en yüksek günlerinde söylendiği unutulmasın) İran için devrimin hızlanmasının tek anlamı işçi+köylülüğün devrimde “ağır basmasıdır”. Sadece “işçi devleti” keskin görünse de proletaryanın en yakın müttefiklerini -tüm köylülüğü- ondan kopardığı için yenilgiye mahkum bir tutumdur.

Herşeye rağmen Halkın Fedaileri’nin öne çıkardıkları parolalar: “Halk ordusu + Toprak Reformu + Millileştirme” devrimcidir ve Humeyni’nin Geçici Hükümeti’ne alttan bir baskı kurmayı sağlayabilir veya bu yöndedir.

Bağlarsak: İran Devrimi’ni eğiten başlıca siyasal güç Mollaların temel parolası; “İslam Cumhuriyeti” olmuştur. Fakat bizzat bunun ne anlama geldiği açık, kısa net parolalarla yığınlara aktarılmamıştır. Bunun nedeni ise Mollaların devrimi yatıştırma tutumudur. Onlar için İran finans-kapitalinin şehirlerde ve kırda radikal bir tasfiyesi değil, etkinliğinin azaltılması söz konusudur. Çünkü yaban burjuvazi İran’da böyle radikal reformlara girerse hemen işçi sınıfının devrimi mantık sonucuna, işçi-köylü iktidarına vardıracağını sezmektedir. İslam Cumhuriyeti İran “pazar”ının İran finans-kapitaliyle uzlaşmasının siyasi formülüdür.

Devrimi eğiten ikinci güç TUDEH ise, “İslam Cumhuriyeti” nin desteklenmesinden ileri bir parola atmamıştır. Oysa İran için Cumhuriyet (İslam değil) ve Toprak Reformu en acil taleptir. “İslam Cumhuriyeti” içine bu iki talebi de almamaktadır.

Halkın Fedaileri, devrim öncesi “silahlı propaganda” tezini savunan ve bize tercüme dersek hemen hemen “Cephe” ideolojisine denk düşen bir siyasi eğilimken, devrim tarafından eğitilmişler ve İran halkının devrimci taleplerini kısmen de olsa dile getirebilmişlerdir.

Neticede İran Devrimi’nin subjektif örgütlenmesinde proletaryanın bağımsız tutumu görünmemiştir. Ve devrimi proletaryanın bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda eğiten de olmamıştır. Bu devrimin en büyük zaafıdır. Fakat devrim bizzat kendi içindeki güçleri eğiteceğinden büyük bir ihtimalle halkın Fedaileri’nin ve TUDEH’in devrimci bir inkarı belirecektir.

Devrim hiçbir şey getirmemiş midir? Dediklerimizden bu çıkmaz. Ancak “Başarılı devrim = proletarya ile köylülüğün demokratik diktatoryası”dır. (Lenin) ve “Devrimin içeriği = demokratik bir siyasal sistemin yaratılması: bu sistemin ekonomik açıdan şunlara denk düşmesi:

1. Kapitalizmin özgür gelişmesi, 2. Serflik kalıntılarının kaldırılması. 3.Yığınların özellikle alt tabakanın yaşam ve kültür düzeyinin yükseltilmesi” (Lenin, Başarılı Devrim) olmalıdır.

İran Devrimi, tekel dışı burjuvaların güdüm ve eğitimini aşamadığından devrimin içeriği piçleştirilmiştir. Bütün bunlara rağmen, milleştirmeler, savunma giderlinin %60 indirimi gibi reformlar devrimin kazançlarıdır. Fakat artık mücadele devrimin bu kazançlarını finans-kapitalle uzlaşan mollaların geri olması ve işçi sınıfı, küçük burjuva tabakalar (köylülüğün, esnafların) bu kazanımları koruma ve geliştirmesi, başarılı bir devrimle sonuçlandırması yönünde olacaktır.

 

Yeni Aşama, Yeni Güçler

Daha devrim içinde yeni güçler ve yeni mücadele yönleri kendini açığa çıkatmamıştır. İran halkı 1979 Devrimi’yle bir yandan kendi gücünü kavrarken, öte yandan da devrimin liderliğini yapan tekel dışı burjuvaları denemektedir. Devrim içinde Mollaların parolası olan İslam Cumhuriyeti, özellikle “Musaddık’ın torunu” Metin Deftari’nin liderliğindeki Ulusal Demokratik Cephe’nin tepkisini çekmiştir. Metin Deftari Kerim Sencabi’nin liderliğindeki ve şimdiki hükümeti kuran Ulusal Cephe’nin Musaddık’in yolundan ayrıldığını söyleyerek, 5 Mart 1979’da Ulusal Demokratik Cephe’yi kurduğunu ilan etmiştir. En son Humeyni’nin sansürünü protesto için Ayetullah Talegani’nin de katılıp, desteklediği bir gösteriyle düzenleyen Ulusal Demokratik Cephe mücadelesini yükseltmektedir.

Bunun anlamı, Şah’a karşı bir bakıma paralel yürüyen güçler artık birbirinden kopuşup çatışmaya başlamışlardır. Ve bunun temelinde de tekel dışı burjuvalarıdan ve onların bir bakıma ideolojik önderleri Mollalardan küçük burjuva tabakaların kopuşması yatmaktadır. Küçük burjuvazi demokratik cumhuriyeti sonuna kadar savunur ama Mollaların İslam Cumhuriyeti böyle bir demokratik cumhuriyeti kapsamamaktadır. Bunu kavrayan küçük burjuvaların bir kesimi Ulusal Demokratik Cephe adı altında tekeldışı burjuvalardan kopuşmuşlardır. Bu cephede tutarlı burjuva demokratların da bulunması yadırganmaz. Demek ki Şah’ın püskürtülmesiyle birlikte devrimi yönlendiren güçlerden (Mollardan) kopuşmalar başlamış, özellikle Ulusal Demokratik Cephe öne çıkmaya başlamıştır. Görünene göre proletaryanın aktif bir tutumu henüz ortada yoktur.

Özetlersek İran Devrimi’nde artık bir dönem kapanmış ve yeni bir dönem başlamıştır. Ve bu yeni dönemin karakteristiği bir yandan daha radikal güçlerin proletarya ve küçük burjuvazinin mücadelesinin netleşmesi açığa çıkması olacaktır. Öte yandan şimdi sinmiş görünen karşı devrim adım adım eski mevzilerine tırmanmaya başlayacaktır. Böylece İran’da sınıflar savaşı daha yüksek bir seviyeye çıkacak, Şah faşizminin karanlık dehlizlerinden kurtulup açığa çıkan sınıf çatışmasında, proletarya ve yoksul halk kesimleri mücadelelerini artık daha kesin olarak kapitalist düzenin köklerine yönlendireceklerdir.

 

*Haziran-Temmuz 1979, Kıvılcım

 

Not: Orjinal metindeki bazı imla hataları düzeltilmiştir.