Kapitalizm Hakkında Söylenmeyen Şeyler * Mehmet Yusufoğlu

Cambridge Üniversitesi profesörü Ha-Joon Chang’ın Türkçe’de “Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey” ismiyle yayınlanan kitabı[1], genel olarak doğal ve doğru kabul edilen liberal ekonomik argümanları sorguluyor. Bu sorgulamayı sade ve açık örneklerle, esprili bir dille yapıyor. Bu açıdan kitap, alternatif politik söylemin kurulması için önemli bir katkı anlamına geliyor. Chang’ın argümanları hem AKP’nin, hem de karşısında konumlanan serbest piyasacı eleştirmenlerin de sorunlu yaklaşımlarını tartışmak açısından faydalı.

“Kapitalizm Hakkında Söylenmeyen 23 Şey” anti-kapitalist bir konumda değil. Ancak neoliberal politikalar ve neoklasik iktisadin varsayımlarını somut örnekler ve sağduyuya yönelik argümanlarla sorguluyor. Örneğin tarihsel verileri değerlendirerek “serbest ticaret politikaları gelişmemiş ülkeleri çok nadiren geliştirmiştir”, “Aslında tüm gelişmiş ülkeler, sanayileşene kadar korumacı dış ticaret politikaları uyguladı” temel fikrini önceki kitaplarında olduğu gibi araştırmalara referanslarla destekliyor.  “Toplumda birileri zengin olsun, bu aşağıya yatırımlar ve harcamalar üzerinden yayılır” fikrini ise verilerle eleştiriyor ve bunun tarihte ancak bilinçli devlet düzenlemeleri ve müdahaleleri ile olabildiğini anlatıyor. Bir diğer bölümde işsizlik sigortası tembellere ve verimsiz çalışanlara para vermek demek değil, insanlara ikinci bir şans vermek, kendini istediği yönde geliştirme fırsatı vermektir, görüşünü savunuyor.

Tartıştığı konuları açmadan önce ilginç bir örneğe de kısaca değineyim. Chang, hepimize inandırıcı gelen eğitim ile gelişmişlik arasındaki ilişki konusuna değinirken, Asya ekonomilerini incelediğinde bu ekonomilerin gelişmeleri öncesinde yükseköğrenim atılımı yapmadıklarını ve eğitim alanında çok daha ileri ülkelere nazaran oldukça hızlı büyüyebildiklerini anlatıyor. Üniversite mezunluğu ve ekonomik gelişme ilişkisine dair İsviçre gibi çok ters orantılı örnekler veriyor. Genel zekâ ve kendini organize etme yeteneğinin, belirli alanlarda edinilen üst düzey bilgiden daha önemli olduğunu, oysa eğitimin büyük bir sektöre dönüştüğü bir dönemde ABD, G. Kore ve Finlandiya’da verilen eğitimin, eğer ekonomik gelişme sağlamak için verildiği iddia ediliyorsa, boşa gittiğini iddia ediyor.

Kitapta masaya yatırılan ve eleştirilen “serbest piyasacı” ve “küreselleşmeci” iktisadi önermelerin bazıları şunlar:

– Serbest piyasa ve uluslararası serbest ticaret politikaları Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkeler için gelişmenin ana yoludur

– İş güvencesi ya da yaşamak için yeterli işsizlik ücreti gibi sosyal devlet uygulamaları verimliliği düşürür.

– Devletler piyasa müdahalelerinde yanlış şirketleri ve teknolojileri desteklerler, piyasa bilgisine sahip değildir.

– Enflasyon her ne pahasına olursa olsun %10 altına hatta %5 altına düşürülmelidir.

– Ulus ötesi şirketlerin ve sermayenin ulusal aidiyeti kalmamıştır ve post-endüstriyel bir çağda yaşıyoruz.

– Finansal serbestleştirme (deregülasyon) makro istikrar için önemlidir.

– Zenginlerin daha zenginleşmesi zamanla tüm toplumu daha zenginleştirir (trickle down).

Yazarın bu görüşlere eleştirilerinin bir kısmını, alt başlıklar altında kısaca özetlemeye çalışacağım.

– Enflasyon korkusuna dayalı istikrar politikaları, güvencesiz hayatlar mı getirdi?

Bilindiği gibi pek çok ülkede ekonomik politikalarda makro istikrar söylemi ve enflasyonla mücadele programları 1980’lerde başladı. Gerçekten makro istikrar diyerek yapılan uygulamalar ortalama enflasyonu düşürürken tüm dünyada bireysel yaşamları istikrarsızlaştırdı. İşsizlik, güvencesizlik, gelir adaleti sağlamayan bir istikrar neyin istikrarı olabilirdi ki? Büyümenin mi? Dünya açısından bakarsak o da olmadı. Düşük enflasyon yatırım, istihdam ve gelir dağılımında düzelme, gelirde alta doğru yayılma demekti, gerçekleşmedi. Aynı dönemde finansal krizler çok daha büyük kesimleri etkiler hale geldi. Yatırımların önünün açılması gerçekleşmediği gibi 2008 krizi gibi finansal büyük bir kriz de bu dönemde yaşandı. Oysa 1960’lar ve 1970’lerde Kore %20 enflasyon yaşarken %7 ortalamayla, Brezilya %42 enflasyon ile %4,5 ortalama ile büyüdü. Enflasyon canavarlaştırılarak, toplumdaki hiper-enflasyon korkusu kullanılarak kemer sıkma politikalarının önü açıldı.

Finansal serbestleşme bu dönemin temel sloganıydı. Chang’ın ilgi çekici bir gözlemine göre, gittikçe söz sahibi olan finansal yatırımcılar için asıl olan şey şirketlerin kısa dönemli karları. İş gücünün kolayca işten çıkarılabilir olması ve güvencesizleştirme, sadece kar oranları ile ilgili değil, kısa dönemlileşen şirket sahipliği ve hızla dönüştürülebilen finansal yatırım tercihleri ile ilgili.

– Devlet hep yanlış tercihler mi yapar, kazanacakları seçemez mi gerçekten?

Günümüzdeki liberal tezlerin temel argümanlarından biri “devletin ekonomiye karışmaması”, devletin tercihlerinin doğru olmayacağı çünkü örneğin kendi parasını harcamadığı, verimliliğin politik olarak temel hedef olamayacağı yaklaşımları. Chang bu konuda LG, Hyundai ve POSCO demir-çelik şirketi gibi örnekler ile devlet yatırımlarının ve doğrudan yönlendirmelerinin başarılı olabildiğini gösteriyor. Diğerleri bilindiği için, POSCO’yu (Pohang Iron and Steel Company) inceleyelim. Güney Kore demir cevheri olmayan, demiri ithal eden bir ülke olarak devlet girişimi ile POSCO’yu kuruyor. Serbest ticaret teorilerine “aykırı” bir şekilde yapılan bu yatırımın bugün geldiği nokta dünya çelik üreticileri arasında dördüncülük. Yazar, Japonya ve Kore’den şirket örnekleri yanında; Singapur, Fransa, Norveç, Finlandiya, Avusturya’da doğrudan devlet yatırımlarının oldukça başarılı olduğunu ifade ediyor. Devletlerin şirketlerin kısa vadeli çıkarlarını uzun vadeli ulusal çıkarlara yönlendirecek müdahalelerini, yani basit teşviklerin ötesine geçecek şekilde yaptıkları önemli ve etkin müdahaleleri örnekliyor.

– Asıl olan artık sanayi değil bilgi-hizmet ekonomisi mi?

Gelişmekte olan ülkeler sanayi yerine bilgi teknolojilerine dayalı hizmet ihracatını mı hedeflemeli? Büyümenin aracı artık hizmet sektörü mü? Sanayinin ekonomilerde düşen payı gerçekten bu soruları akla getiriyor. Chang’ın bunlara yanıtı, “Hayır”. Zira hizmet sektörlerindeki ürünlerin uluslararası ticareti büyük oranda mümkün değil ve hizmet sektörünü kalkınma aracı yapmak ciddi dış ticaret açıkları demek olur. İkincisi bilgiye dayalı hizmet sektörü geliştirmek de iyi bir imalat ve sanayi temeline dayanıyor, öyle temelsiz geliştirilebilen bir şey değil. Örneğin uçak ya da radar üretmiyorsanız onların yazılımını ya da tasarımına dair fikirleri üretmek de kolay değil. Üçüncü olarak, hizmet sektöründe verimlilik artışlarının sanayiye göre daha yavaş olduğu kanıtlanmış durumda. Hizmet sektörünün büyümesi, mesela daha çok insanın lokantalarda ve kafelerde yemesi gibi nedenlerle oluyor ise, burada bir verim artışından bahsetmek doğru değil.

Hizmet sektörünün önünü açıp, sanayi ürünlerini ithal ederseniz ortaya çıkan dış açığı hizmet sektörünün kapatması gerekir. Oysa bilgiye dayalı hizmet sektörünün dış ticaret fazlası İngiltere’de bile toplam üretimin (GSYİH) %4’ü. ABD’de bu oran ise %1. Yani ABD, GSYİH’nın %4’ü kadar sanayi ürünlerinde dış ticaret açığı verirken bunun ancak %1’ini ihraç edilebilir hizmet sektörü ürünleriyle, yani bilgiye dayalı hizmet ürünleri ile kapatıyor. Geç kapitalistleşmiş ülkeler için, İngiltere ya da ABD’nin ulaştığı bu küçük oranları tutturmak bile çok zor.

Bir de fiyatları dikkate almak gerek; saç kesimi ya da lokantaların verdiği hizmetler ucuzlamaz iken, sanayi malları ve bilgisayar gibi elektronik eşyalar ucuzladıkça ekonomilerin toplam üretim değeri olarak hizmet sektörü ağırlıklı görülmesi normal. “Bilgi ve hizmet ekonomisinin” sanayiyi geride bırakmasına bu nedenle de dikkatle yaklaşmalı.

– Finans sektörünün verimliliğinin ve hızının azaltılması gerekiyor.

Finansal varlıklar 1987’de dünya üretiminin 1,2 katı iken 2007’de 4,4 katına ulaştı. Aynı dönem için ABD’de finansal varlıklar yıllık üretimin 4 katından 9 katına çıkıyor. Finansal araçların çeşitliliği ve finans piyasalarındaki yeni ürünler, finansal aktörlerin kısa vadede “kendileri için” daha verimli yaptı, karlarını arttırdı. Ancak 2008 krizindeki gibi bu finansal varlıklar bütün sistemi daha kırılgan ve istikrarsız hale getiriyor. Bu varlıkların akışkanlığı, varlıklara sahip olanların çeşitli ekonomik ve politik değişikliklere hızlı yanıt vermesine neden olurken, düzenli yatırımlar için gerekli uzun vadeli kaynakların oluşmasının zeminini tahrip ediyor. Sabırsız, uzun vadeyi göze almayan bir birikmiş sermaye havuzu var. 

Chang, bu sorunu çözmek için gerçekten faydası ispatlanmayan ve opak finansal araçların engellenmesini ve “finansın verimlilik ve hızını düşürmeyi” öneriyor. Ülkeler arası sermaye hareketlerinin kısıtlanması, Tobin vergisi, elinizde olmayan hisseleri satmak anlamına gelen kısa satışların (short-selling) yasaklanması, spekülatif karlar için şirket hisselerini toplamaya dayalı hasmane devralmaların (hostile takeovers) yasaklanması; peşin ödenmesi zorunlu miktarın arttırılması (margin requirement), şirket borçlanma oranlarının kontrolü bazı önerileri arasında.

– Şeffaflık yeterli değil, karmaşıklığı azaltan düzenlemeler lazım

Ekonomik modellerin karmaşıklığının ve kamusal kararların bilgisinin yetersizliğinin bir nedeni de finansal serbestleştirme sonrası iyice karmaşıklaşan finans piyasaları. Ekonomik kararların başarısı ekonomik süreçlerin anlaşılmasına ve müdahale edilebilir sistemlerin oluşturulmasına bağlı. Yazara göre düzenlemeler ve kısıtlamalar anlaşılabilir sistemleri oluşturmayı hedeflemeli. Karar almayı kolaylaştırmayı ve toplumsal anlaşılırlığı; piyasaları her konuda serbest bırakıp, ardından Türkiye’de de gördüğümüz gibi her ekonomi metnine “şeffaflık” yazarak sağlamak mümkün değil. Yeni finansal araçları, genel olarak finans sektörüne ve bütün olarak ekonomiye etkisinin belirlenemediği süre boyunca ya da olumsuz etkileri nedeniyle yasaklamak mümkün. Bir anlamda, ilaçların piyasaya çıkartılmasında olduğu gibi önemli kısıtlamalar gerekli.

– Gelişmemişlik “girişim eksikliği” ile ilgili değil, mikro-kredi başarısız

İleri kapitalist ülkelerin ekonomik dinamizmin hatta gelişmişliğinin “girişimcilik”, “yatırımcı kafası” ile bağlantılandırılmasını eleştiren yazara göre, Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ülkelerde girişimcilik ile ilgili bir sorun yok. Daha zor koşullarda ayakta duran, daha küçük sermayelerden başlayan çok sayıda girişim var. Ancak Chang’a göre ileri kapitalist ülkelerde girişimcilik daha kolektif, şirketler yakın sektörlerde olsa bile birbirleri ile çok daha fazla işbirliği yapıyorlar ve daha açıklar. Organizasyon ve işbirliği çok daha gelişkin. Kolektif olarak etkin kurum, organizasyon ve işletmelerin kurulup yönetilmesinin önemini ortaya koyan yazar, mikro-kredi gibi uygulamaların başarısızlıklarını gösteren akademik çalışmalar ile bu görüşünü destekliyor.

Sonuç

Yazar hem tarihsel örnekleri hem de alternatif ekonomik uygulama örneklerini, devletin ekonomik rolüne dayalı önermelerle tartışıyor. Dünya tarihinde farklı dönemlerdeki ekonomik gelişmeleri karşılaştırırken; döneme özgü dönemsel birikim koşullarını, teknolojik-coğrafi genişleme ve sıçramaları, birikim rejimleri ve düzenlemeleri dikkate almıyor. Böylece kapitalizmin temel dinamiklerine dair sistemli bir teorizasyondan kaçınıyor. Kapitalizm nasıl reforme edilecek, bu hangi koşullarda gerçekçi olur tartışmasına girmiyor. Heterodoks ve çoğul bir iktisadi tartışma zemininin önemini vurgulayarak, tekil başlıklara olguları öne çıkaran yanıtlar üretiyor.

Chang, neoklasik iktisadi yaklaşımın bilinen görüşlerine karşı bulgularını açık ve etkili bir şekilde ifade ediyor. Teorik çerçeveler kurmaktaki çekincesini, sürekli tarihsel örnek ve gelişmelere referanslar vererek, serbest ticaret teorileri ve piyasacı yaklaşıma karşı, ustalıkla bir avantaja dönüştürüyor.


[1] Ha-Joon Chang, 23 Things They Don’t Tell You About Capitalism, Penguin: 2011. Türkçesi: Ha-Joon Chang, Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey, çev. Belgin Tupal, Say Yayınları: 2015.