Hikmet Kıvılcımlı’dan günümüze

MEHMET YILMAZER

Ölümünün 49. yılında Hikmet Kıvılcımlı’yı andığımız dünya onun yaşadığı yıllardan ve çağdan çok farklı. Ekim devrimini ve sosyalist sistemin kuruluşunu yaşayan Kıvılcımlı, devrimci hareketin çok özel bir konağında aramızdan ayrıldı. Devrimci hareketin 60’ların ortalarından itibaren büyük bir hızla yükselmesi tarihsel olarak ortaya bir sorun getirmişti.

Tek parti yıllarının durgunluğunda çok sınırlı olan mücadele, 60’larla birlikte adeta barajın kapağının patlaması gibi taştı. Burada genç kuşak devrimcileri ile eski kuşağın buluşması sorunu yaşandı. Kıvılcımlı bu buluşma konusunda büyük çaba gösterse de fiziki ömrü buna yetmedi.

Bugünün dünyası Berlin Duvarı’nın yıkıldığı, ancak aynı zamanda kapitalizmin yıldızının da sönmeye başladığı bir dönem. Düşüncelerin çok dağınık olduğu, mücadelenin önceki iki yüz yılının yarattığı teorik ve moral değerlerin neredeyse buharlaştığı bir dönemde yaşanıyor. Her şeyin buharlaşması bir kenara, “gerçek ötesi” bir dönemden geçiliyor.

Kıvılcımlı cezaevi günlerini “bir kızıl profesör” olmak için değerlendirmiş, devletin zoru karşısında her seferinde sınavı başarıyla geçmiş, kuşakların buluşması yıllarında aramızdan ayrılmıştır. O dönemlerin teorik ve moral değerlerinin erimesi günümüz devrimci kuşaklarına büyük görevler yüklemektedir. Zaten bu değerler buharlaştığı için gerçek ötesi yalanlar dünyasına girdik.

Türkiye’de son yirmi yıldır sanki tarihin geri dönüşü yaşanıyor. İslam ve Osmanlı “değerleri” gerçek yanlarıyla değil politik hamaset için her gün gündemde köpürtülüyor. Ortalık toz duman, abartılı fetih kutlamaları yapılırken bir dönem öne çıkan “Kutlu Doğum Haftası” kutlamaları ortadan kayboldu. Değerler tarikatların gücüne göre şekilleniyor ancak kendisi kavranmadan tekrar ediliyor.

Kıvılcımlı, Cumhuriyet Türkiye’sini irdelerken kaçınılmaz bir şekilde Osmanlı’ya, oradan da İslam tarihine doğru derinleşmiştir. Bugün geri dönmüş görünen tarih hamasetten öteye kavranacaksa Kıvılcımlı’nın İslam Tarihinin Maddesi ve Osmanlı Tarihinin Maddesi yeniden araştırılmaya değer. İslam Tarihinin Maddesi bir polis operasyonu nedeniyle bulunduğu İzmir Vali Konağı’nda bir yangınla yitip gitmiştir. Sonraları Kıvılcımlı, 70’li yıllara doğru biraz da aceleyle “Allah-Peygamber-Kitap” eserini İslam Tarihinin Maddesi’nin yerine kaleme almıştır.

Bugün ne İslam ve ne de Osmanlı kendi dönemlerinde oynadıkları roller açısından değerlendirilmiyor, bütünüyle hamaset ve daha da kötüsü bir biat kültürü yaratmak için araç ediliyor. Tarihe bir bakış bugüne de belli ölçülerde ışık tutabilir. İslam’ın dört halife yılları ve Muaviye ile birlikte gelen dönemin nasıl birbirinden farklılaştığı, doğallığından, komünal geleneklerden nasıl tefeci bezirgan sermayenin etkisine girdiği görülebilir.

Osmanlı, çürümüş Bizans’a karşı İslam’ın toprak düzenini getirdiği için başarı kazanmıştır. Toprak “Müslümanların ortak malı”ydı.  Bizans tekfurlarının haraç zulmü altında inleyen köylü, Osmanlı ile yeni bir toprak düzenine giriyordu. Ancak aynı Osmanlı, Kanuni sonrası kendisi Bizans’a benzemeye başladıkça çürümüştür. “Dirlik düzeni”nden “kesim düzeni”ne geçiş, derebeyliğin güçlenmesi anlamına geliyordu. Kesim düzenine geçiş Osmanlı’da büyük köylü ayaklanmaları ile karşılanmış; neredeyse 80 yıl süren bu ayaklanmalar genellikle liderlerinin Saray’la uzlaşması sonucu yolda kalmıştır. Köylünün bu büyük düş kırıklığı, isyanların ihanetle sonuçlanması, onu İnönü’nün deyimiyle “çarıklı erkan-ı harp”e dönüştürmüş, kimseye güvenemez hale getirmiştir.

Hamasetten öteye tarih kavranırsa belli ölçüde geleceğe ışık tutabilir. Kıvılcımlı bu konuda hala tartışmasız en güçlü kaynaklardan birisidir. Bugünün internet dünyasında düşüncenin ve bilginin sıradanlaştığı ve sığlaştığı bir zaman aralığında böyle güçlü tarihsel kaynaklara dönmek yeni kuşaklara zor gelse de, bu yalan dünyasından çıkış için başka bir yol da yoktur.

Kıvılcımlı, Türkiye gerçekliğini kavramak için başladığı tarih yolculuğunda önemli “keşifler” yapmıştır. Bunların toplamı “Tarih Tezi” ya da 60’lı yıllarda yayınlandığı adıyla “Tarih-Devrim-Sosyalizm” olarak biliniyor. Neden kapitalizmin o günün insanlığının en gelişmiş coğrafyası olan Sümer’den Mısır’a, Uzak Doğu’da Çin’den ya da antik medeniyetin son basamakları olan Atina ve Roma’dan değil de, geri bir ada olan İngiltere’den doğduğunun cevabı bu tezlerdedir. Neden içinde bulunduğu toplumu çürüten tefeci bezirgânlık Doğu medeniyetlerinde gelişmiş, Avrupa kıtasında kök salmıştır?

Neden kapitalizme “son geçiş” olan Japonya, sonrasında “mucizeler” yaratabilmiştir?

Bu tezlerden bugüne en çok ışık tutan en önemli bölüm ise Kıvılcımlı’nın üretici güçler teorisidir. Büyük değişimlerde, bir çağdan diğerine geçişte, insanlık gidişini köklü değişimlere uğratan devrim dönemlerini açıklamada, o günlerin liderlerinin, hatta siyasi partilerinin arka planında, ilk bakışta görünmeyen üretici güçlerdeki değişim kavranmadan yaşananların derinliği çözümlenemez.

Kıvılcımlı insanlık tarihine bu yönden bakınca kapitalizm öncesi uzun dönem ile kapitalizmle başlayan henüz birkaç yüzyıllık dönem arasında köklü farklar olduğunu ortaya koydu. İnsanlığın değişimi “tarihsel devrimler” ve “sosyal devrimler” gibi birbirinden nitelik olarak farklı basamaklar izleyerek bugünlere gelmişti.

Bu gelişi nasıl bir üretici güçler teorisi ile karşılamak olanaklıydı? Kıvılcımlı üretici güçleri dört bölüme ayırır: Teknik, coğrafya, tarih ve insan.

Antik medeniyetlerde de “antik” sınıflar vardı, ancak bunlar tıkanan, çürüyen toplumu köklü devrime uğratacak güç ve bilince hiçbir zaman sahip olmadılar. İçeriden çürümeyi sonuna erdiren dışarıdan, medeniyetlerin duvarları dışındaki barbar yığınları oldu. Antik tarihte coğrafya sabit, teknik değişim binlerce yılda ancak bir kaç adım atabiliyordu; geriye tarih ve insan kalıyordu. Tarih, hemen hemen katılaşmış gelenek ve yarattığı kolektif bilinçle insana eylem ve zor gücü veriyordu.

Teknik gelişimle birlikte üretici güçlerin etkinliği ve dizilişi köklü bir değişime uğradı. Kapitalizm teknik gelişimin fırtınalı gücüyle tüm eski toplumsal yapıları, tarihi, gelenekleri, altüst etti.

Bugüne Kıvılcımlı’nın üretici güçler tanımlamasından bakınca ne görünüyor? Köklü değişimlerin eşiğinde olduğumuz söylenebilir. En göze batar hale gelen coğrafyanın ya da bugünkü deyimiyle ekolojinin artık aktif bir üretici güç haline geldiği görülüyor. Ancak bu aktiflik kapitalizmin doğayı yıkıma götürüşünün önünde bir engel yükseltme anlamındadır. Ancak doğa kendi başına kapitalizmin insanlığı götürdüğü yıkıma engel olamaz. Bunu ancak insan, teknikle birlikte kapitalizmden farklı hedeflere yönelerek yapabilir.

Öte yandan, insan ve tekniğin birlikte işleyişi de önemli bir dönüm noktasına yaklaşıyor. İnsanın teknikle hep bir sorunu olagelmiştir. Teknik bir yandan insanın yeteneklerini elinden alırken ona başka nitelikler de kazandırabilmiştir. Bulunduğumuz dönemde ise teknik, yapay zekâ ve diğer gelişmelerle insanın düşünme yeteneğini elinden almaya hazırlanıyor. Küresel ısınma gibi bunun da insan üzerinde büyük bir etkisi olacaktır. Elbette özel mülkiyet ve pazar tanrısına tapınmaktan uzaklaştıkça tekniğin insanla ilişkisi sadece olumsuz yönde olmayacak, tersine insanlık için büyük maddi-moral zenginlikler yaratacaktır. Ancak böyle bir dönüşüm kıyamete eşdeğer büyük altüstlüğü gerektirir.

Bu noktada insanın kolektif aksiyon-zor gücüne ne olduğuna bakmak gerekiyor. Kapitalizm, bireyselliği ve bencilliği zirvelere çıkarıp, insanlığa yıkımın dehşetini göstermeden bir devrim mümkün değildir. Tarih boyunca gelen, gelenek görenek moral değerleri artık buharlaşmaktadır. İnsanın kolektif eyleminin içinde bu tarihten gelen katmanlar hep bir etkide bulunmuştur. Tarih ve moral değerler artık paramparça olmaktadır.

Sadece bu da değil, tekniğin son gelişmeleri sınıfı öylesine parçalamaktadır ki, onun eylem gücü de zayıflamaktadır. Sadece yoksulluktan kaynaklanan bir isyan ve devrim mümkün olsaydı Hindistan’da defalarca devrim olmalıydı. İnsanlığın varoluşunun tehdit altına girmesi yetmez, bunu bir öncü gücün yeni moral değerler yaratarak ve onları yükselterek değişimin motoru haline getirebilmesi gerekir. İnsanlık henüz bu yolda yoklamalar yapıyor. Arjantin ayaklanmasından Bolivar devrimlerine, Şili ayaklanmalarından Arap isyanlarına, Gezi direnişine, kadın hareketinin yükselişine kadar hepsi atomlarına ayrılan insanlığın ayağa kalkış denemeleridir. Henüz bu denemelerden güçlü ve istikrarlı hareketler ortaya çıkmadı.

Yığınlara enerji ve örgütlenme gücü veren berrak bir hedef ve hedefe taşıyan moral değerler zinciri, her şeyin buharlaştığı günümüz dünyasında toza duman katıyor. Belki de bu nedenle zaman zaman yaşanan kalkışmalar çabuk sönümleniyor; üstelik ardında önemli bir kazanım bırakamıyor.

Tarih Tezi ve üretici güçler teorisinden günümüze ışık tutan yanlar daha ötelere taşınabilir. Burada Kıvılcımlı’nın bir özelliğini öne çıkartmak gerekiyor. Formüller ne kadar dayanıklı olursa olsun esas olan olaylardır; onların iç bağlantılarının çözümlenmesi ve buradan geleceğe dönük yeni sentezlerin üretilmesi esastır. Hikmet Kıvılcımlı, İslam ve Osmanlı tarihine böyle bir noktadan bakmıştır. Tarih Tezi klasik formüllerin belli ölçüde inkârından çıkmıştır.

Bugünün dünyasında medeniyet merkezlerinde -kapitalist anayurtlarda- insanlığı 19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi geleceğe taşıyacak güçlerin çıkması gecikirse; antik medeniyetlerdeki gibi çürümeler yaşanırsa; zenginlik adalarının etrafında biriken geniş yoksulluk denizinden günümüzün barbar akınları neden sökün etmesin? Aslında Afrika’dan ve Latin Amerika’dan bunların işaretleri ortaya çıktı.

Geleceğin sınıflar savaşı neden böyle fırtınalar üzerinden yürümesin?