Bir film ve Osmanlı Tarihinin Maddesi
ZEYNEP KORU
Ezel Akay’ın yönetmenliğini yaptığı ve senaryosunu Levent Kazak’la birlikte kaleme aldıkları, 2006 yılında gösterime giren “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmi hala ilgi çekiyor. Aslında gösterime girdiği zaman çok fazla seyirci tarafından izlenmedi film; ama yıllar içinde hakkında akademik makaleler yazıldı, üniversitelerin tarih bölümünde konu oldu, söyleşiler, seminerler düzenlendi.
Bu kadar ilginin sebebi, Osmanlı tarihinde geçen Hacivat-Karagöz hikâyesinin resmi tarihin ezberleri üzerinden anlatılmamasıydı. Gerçekliğe bağlı kalmak hedeflendiğinden o dönemde yaşananları açığa çıkarmak için titiz ve yoğun bir emek ortaya konmuş. Halkın gündelik hayatta konuştuğu dilden yeme içme kültürüne; inanışlarına, kıyafetlerine, birbirleriyle ilişkilerine kadar en ince ayrıntı için araştırma yapılmış. Egemen kesimlerin kendilerine göre, dönemsel çıkarlara göre yeniden yeniden yazdığı Osmanlı tarihine, onların gözünden değil de bilimsel kaygılarla bakılması, o dönemin gerçeklerinin sunulması amacıyla “arkeolojik kazı” titizliği ve sabrıyla araştırılması, büyük yalanları/yanlışları/çarpıtmaları açığa çıkarabilmektedir.
Ezel Akay ve Levent Kazak altı yıla yakın süren çalışmaları üzerinden senaryoyu kurduklarını dile getiriyorlar. Ezel Akay, “filmde sunulanların yalanlanması için 16 tarihçi ile hesaplaşılması gerektiğini” bir söyleşisinde ifade eder. İbn-i Batuta’nın seyahatnamesi de çok önemli referans kaynağıdır film için. 14. yüzyılda yaşamış İbn-i Batuta’nın Bursa’da geçen günlük hayatı anlattığı seyahatnamesinden yola çıkarak dönemin siyasal ve toplumsal yapısını yansıtabilmişler.
Burada Akay ve Kazak’ın tarihe yaklaşımlarındaki bilinçleri, değerlendirmeleri, düşünüş tarzları önemli tabii ki. Geçmişte yaşananları art arda sıralamak değil hedefleri. Hacivat ve Karagöz’ün yaşantısı üzerinden Osmanlı toplumunun ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel yapısındaki değişim ve dönüşümü anlatmayı istemişler. Günümüzde yaşananların doğru referans kaynaklarını ortaya çıkarmak, tarihsel kökleri ortaya koyabilmek dertleri. Büyük yalanlardan, büyük yaratılış destanlarından kurtulmak; başka atalara dayandırılma girişimini boşa çıkarmak amacındalar.
Ezel Akay’ın filminde hedeflediğinin, tarihimizin doğru anlaşılmasına hizmet ederek günümüzde yaşananların maddi zeminlerini açığa çıkartmak olduğu çok bariz. Filmin bu ruhu, bu derdi, iyi bir hikâye anlatımıyla, kurgunun titizliğiyle, oyunculuklarla, kullanılan dil, şarkı, şiirlerle, kıyafetlerle beslenerek olağanüstü güzel bir şekilde ortaya konmuş.
Filmin hikâyesi 14. yüzyılda Anadolu’da geçer. Bu dönem, Osmanlı’nın beylikten devletleşmeye geçiş sürecidir. Filmle aslında Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine tanıklık ediyoruz. Kuruluş döneminde yaşanan ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel değişim ve dönüşümler Karagöz ve Hacivat karakterleri odağında anlatılır.
Karagöz, Moğol saldırılarından kaçarak Anadolu’ya göç eden, mülk nedir bilmeyen, komünal geleneklerin derin izlerini taşıyan; ama ondan önceleri yerleşik hayata geçerek şehirleşen “medenî” insanlara göre “kaba saba, cahil” görülen konar-göçer bir Yörük’tür. Karagöz, yaşanan değişim ve dönüşüme yeni tanık olmaktadır; yeni düzene, yeni yaşam biçimine, değerlere, siyasal ve toplumsal yapılanmaya uyum sağlaması çok kolay olmayan; mülkiyet nedir, yalan dolan nedir bilmediği için de kolay kandırılan bir karakterdir. Zira düşünsel dünyasında yalan kavramı yer almadığı için, kendisine söylenen yalanları da doğru kabul etmektedir.
Orhan Gazi Bursa’yı yeni fethetmiştir. Bölgeye yeni gelen kentleşmemiş (orta barbarlık konağında) göçebe topluluklarla, medenileşme konağına varmış topluluklardan derleşik bir toplumsal yapıyı yönetmektedir.
Ezel Akay Orhan Gazi için şunları söyler: “Orhan Gazi de tıpkı Cesur Yürek gibi kabile geleneğinden henüz kopmamış bir lider. Doğa ile iç içe yaşayan kabile ortamlarında bizim düşündüğümüz anlamda nezaket olmaz. Gelir evine ve karısını kucaklar. Çünkü kabilelerde kandaşlık ve demokrasi geleneği vardır. Bizim kabalık olarak gördüğümüz şey onlar için rahatlık ve serbestliktir. Filmde kurumsallaşmış bir Osmanlı yok. Osmanlı’nın ilk yıllarındaki Orhan Gazi’yi anlattım.”
Filmde kadınların başörtüsü takmamasının, şarap içilmesinin, Orhan Gazi’nin eşine yönelik sevgi gösterilerinin eleştirilmesine yine Ezel Akay şu sözlerle karşılık verir: “Bu filmi bazılarının hakaret kabul etmesini aklım almıyor. Ben Osmanlı’yı 600 yıl ayakta tutan güzellikleri perdeye taşıdım. Osmanlı’yı kuranlar, kandaş demokratik kabile ruhundan geliyorlar. Ben şarabın içildiği, kadınların özgür olduğu Osmanlı’nın ilk dönemindeki hoşgörüyü anlattım.”
Filmin diğer karakteri Hacivat, eşitliğin ortadan kalktığı toplumun insanını temsil eder. Sınıflaşma sürecini yaşayan, hiyerarşik, kişisel çıkarların ön planda olduğu, yerleşik mülkiyet düzeninin kurulduğu bir toplumsal düzenin tiplemesidir. Kurnaz, çıkarcı, eğitimli, uyanık, nabza göre şerbet veren bir kişidir Hacivat. Kendisi çalışıp kazanmaktan çok, Karagöz’ü sömürmeye, kandırmaya, onun sırtından geçinmenin yoluna bakar.
Hacivat ile Karagöz Bursa’da yapılmakta olan Orhan Camii’nin inşaatında çalışmaya başlarlar. İlişkileri çatışmalı, itişmeli, komik hal alır. İlgiyle karşılanan atışmaları, halkın eğlencesi haline gelir.
Orhan Gazi, inşaatın bitmemesinden dolayı ahileri sıkıştırır. Bu ortam içinde Hacivat ve Karagöz Orhan Gazi’ye sergiledikleri gösteride, ayrıcalıklı sınıfların yapmış oldukları tüm yolsuzlukları anlatırlar. Bu durum güç odaklarını rahatsız eder. Hacivat ve Karagöz, kendilerine kurulan bir komplo sonucu, “camii inşaatını geciktirdikleri” suçlamasıyla hayatlarını kaybederler. Aslında eşitlikçi, kandaş, barbar geleneklerin yok oluşunun küçük bir göstergesidir yaşanan.
Osmanlı toplumu artık sınıflı hiyerarşik düzenin kurulduğu, devletleşen bir yapıya doğru yol almaktadır.
Sanıyorum ne Ezel Akay ne de Levent Kazak, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabını okumadı. Yazılarında, söyleşilerinde geçmiyor Kıvılcımlı’nın adı. Kıvılcımlı’nın tarih tezine vakıf olanlar, Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabını okuyanlar için de “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmi etkileyici bulunacaktır.
Osmanlı tarihinin bütün padişahları, savaşları, olayları sıralayan katılaşmış, klişeleşmiş işlenme biçimine ta 1930’larda savaş açan, tarihin önemli geçit momentlerini ve karakteristik orijinalitesini ele alma mücadelesi veren Kıvılcımlı’ya geçersek…
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Osmanlı Tarihinin Maddesi
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, bütün yaşamını Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine adamış bir sosyalist. Son nefesine kadar aralık vermeden bu topraklarda sosyalizmin kurulmasının savaşını veren Kıvılcımlı, yaşadığı coğrafyada Marksist teorinin gelişmesine hizmet etme, Marksist bakış açısıyla yaşadığı toplumun orijinalitesini yakalamaya çalışarak devrimci yolu aydınlatma konularındaki çabalarıyla da bir öncü niteliğinde aynı zamanda.
Dr. Hikmet, işçi sınıfının devrimci gücüne olan inancı ve bağlılığıyla, en zor koşullarda bile ara vermediği politik mücadelesi ve zengin teorik katkılarıyla, Türkiye devrim mücadelesine ışık olmaya devam ediyor.
1929 yılında TKP’ye yönelik operasyon sonucu cezaevine girince, 10 yıllık parti yaşamının deneyimleriyle kaleme aldığı ve o zamanki Merkez Komite’ye tartışılması umuduyla sunduğu “TKP’nin Eleştirel Tarihi: YOL” adlı otokritik çalışmasının sunuş kısmında “Devrimci teorisiz devrimci hareket olmaz” diyerek teori konusuna vurgusunu şu sözlerle yapar:
“Öyleyse bütün teorik inceleme ve açıklamalarda, bütün pratik devrimci ve örgütçü çalışmalarda gerçek sosyalistin sürekli göz önünde tutacağı pusula, içinde bulunduğu toplumun sınıf ilişkileridir. Bilimsel politikanın karakteri, bilimsel sosyalizmin tutanağı, özgün sınıflar savaşıdır.
Sınıf ilişkileri deyince, bugün, somut olarak her ülke için ve dolayısıyla her sosyalist örgüt için, her parti için başlıca iki ana sınıf ilişkisi vardır: 1- Uluslararası, bütün dünya ülkelerindeki genel dünya sınıf ilişkileri; 2- Ulusal, yani bir ülke içindeki özel sınıf ilişkileri… Öyleyse, teori bile bu iki sıra ilişkiye göre sınıflandırılmalıdır: 1- Başka ülkelerde geçmiş sınıf savaşlarının derslerinden çıkan, toplanan deneme ve formüller üzerine teori; 2- Partinin içinde bulunduğu ülkede geçen bütün sınıf savaşlarını ve tüm sosyal güçleri ve sosyal ilişkileri sistemleştiren teori...”
Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabının derdi, “içinde bulunduğumuz ülkenin sınıfsal yapısını, tüm sosyal güçler ve sosyal ilişkiler sistematiğini kavrayabilme gayretidir” diyebiliriz. Bu tablo enine boyuna kavranmadan, sosyalizm mücadelesinin bu topraklarda yol alabilmesinin mümkün olmayacağını düşünür Kıvılcımlı.
Modernleşme sürecine giren Türkiye’den Osmanlı tarihine bakan Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “gırtlağımıza dek Osmanlı tarihinin maddesi ve ruhu içindeyiz” der. Günümüz ekonomisi, politikası, sosyolojisi, üzerine yapılacak tespitlerin gerçekçi ve etkili olması, tarihsel ve köklü değerlendirmelerle olabilir. O köklü değerlendirmeleri ortaya koyabilmek ve döneminin Türkiye’sini anlayabilmek için Osmanlılığa; Osmanlılığı anlamak için onun içerisinden çıktığı İslam Medeniyetine kadar iz sürer. Bu konuda şunları söyler Kıvılcımlı:
“Bugünkü Türkiye’yi iyice anlamak için, dünkü Osmanlılığı göz önüne getirmekten başka çıkar yol yoktur. Osmanlılık, orijinal İslam Medeniyetinin bir Rönesans’ıdır. Onun için Osmanlılığı kavramak, İslam Tarihi’ni bilmeden başarılamaz. İslam Medeniyeti ise: Protosümer’lerden beri Irak’ta başlamış orijinal Antika Medeniyetler serisinin en sonuncu örneğidir. Batı Avrupa’nın 16. yüzyılına dek süren altı, yedi bin yıllık Antika Tarih zincirinin son halkası İslam Tarihidir. İslamlıktan bir önceki halka Roma ile onun Rönesansı olan Bizans Medeniyetleridir.” (Tarih Yazıları kitabı – Dünümüz İle Bugünümüz)
İçinden çıktığımız Osmanlı toplumunu anlamak için tarih araştırmasına yoğunlaşıyor Kıvılcımlı. Osmanlı tarihinde, geleceği inşa etmek için önümüzü açacak olan gerçekleri bulmaktır amacı. “İslam Tarihinin Maddesi” ve “Osmanlı Tarihinin Maddesi” konularında 1930’ların sonlarından itibaren araştırmalar yapar, notlar alır; ama o yıllarda bu çalışmalarının hiçbiri yayınlanamaz. Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabını da 1970 sonlarında kendisi yeni yazıya aktarıp daktilo ettirir; ancak basmaya ömrü yetmez. Kitap ancak ölümünden sonra basılabilir.
Türkiye toplumunun tarihinin sadece Kemalist ya da İslamcı bakış açısıyla yorumlanmasının gerçek dışılığını göz önüne seriyor Kıvılcımlı. Son derece sağlam ve ayakları yaşadığı topraklara basan Marksist bakışıyla, tarihsel bilgimizi, tarihsel bilincimizi geliştirmek için hazine değerinde bir kaynak sunuyor bizlere.
Osmanlı tarihinin ilkel komünal kan örgütünden devlet örgütüne, ilkel sosyalizmden sınıflı topluma geçişini konu alır Kıvılcımlı eserinde. Kitapta ayrıntılı bir şekilde, ilk Osmanlılardan başlayarak Osmanlı toplumsal formasyonunda devletleşme ve sınıflaşma süreçleri anlatılır.
Kıvılcımlı, “Osmanlıların, Orta Barbarlık Konağı’ndaki göçebe-çoban topluluk olduğunu” belirtir. Roma ve İslam medeniyetleri birbirleriyle savaşırlar ve aralarındaki savaşlarda bu göçebe-Orta Barbar toplulukları da önemli bir dinamiktir. Göçebelerin-Orta Barbarların bu iki medeniyetle ilişkilerinin diyalektiği, sonraki kuracakları toplumun yapısını belirleyecektir.
Osmanlılar, krize giren, çürüyen ve birbirleriyle savaşan bu medeniyetlere saldırarak “barbar aşısı” yapmıştır. Böylece Osmanlı, Bizans ile İslam medeniyetleriyle etkileşerek medenileşmiştir. Osmanlı devleti, çöken iki kadim medeniyet olan Roma ve İslam medeniyetlerinin sentezi olarak doğacaktır.
Osmanlının, gazi önderlerinden oluşan görece eşitlikçi toplulukken “merkezî güç ve ona tâbi beyler” arasında gittikçe büyüyen bir hiyerarşik düzene gidişidir; yani devletleşmesidir; yani medenileşmesidir tarihimizin arkasında yatan.
Bu tarihsel maddemizdir ki Hacivat ve Karagöz’ün peşini bırakmayan…