Ankara’nın Hayalleri ve Gerçekler

MEHMET YILMAZER

Doğu Akdeniz ve Libya olaylarından sonra Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına da dâhil olan Türkiye ne yapmaya çalışıyor? Rusya’nın müdahalesiyle ateşkes başlasa da çatışmaların bir süre daha devam edeceği görülüyor. Moskova, Ankara’yı masaya çağırmadı. Üstelik çatışmalar sırasında Putin Erdoğan’ı hiç telefonla aramadı. Bu bölgenin Rusya’nın tarihi arka bahçesi olduğu için, Ankara’nın müdahalesinin Suriye ve Libya’dan farklı tepkiler alacağını ön görmek hatalı olmaz. Bunu Lavrov son olarak açıkça da söyledi.

Ankara ne yapmak istiyor? Bu sorunun cevabı, artık sadece iç politikayı devletin bekası söylemi üzerinden baskı altında tutma amacı olamaz. Olaylar bu çerçeveyi aşmaya başlamıştır. O zaman farklı bir soru gündeme geliyor. Türkiye bölgesel güç mü olmak istiyor? Bu soruya Turgut Özal’dan beri söylenen Osmanlı özlemleri veya Davutoğlu’nun “stratejik derinlik”i yönünden bakmak da yetmez. Her iki söylem de dünya ve bölge güç dengelerini yeterince okuyamayan bir yerde duruyorlardı. Bu alanlarda güç olmak için “tarih” hiç yetmez, üstelik Ankara için bölgede tarihin yol açıcı bir yönü olmadığı yeterince açıktır.

Ankara’nın bölgesel bir güç olmak istediği görünüyor. Bunun dayandığı temel ve varsa stratejik kapsamı nedir? Konuya iki açıdan yaklaşmak gerekiyor. Dünya ve bölge güçler dengesi ne söylüyor? İkinci yaklaşım noktası, Türkiye’nin gücü onu bölgede hangi seviyeye taşıyabilir?

Dünya ve bölge güçler dengesinin “çok kutuplu dünya” ile önemli değişimlere uğradığı biliniyor. Bu değişim esas olarak ABD’nin Irak işgaliyle başlamış ve 2008 ekonomik kriziyle belirginleşmiştir. Uzun tanımlara girmeden dönemin birkaç belirgin özelliğine değinelim. İlki, II. Dünya Savaşı’ndan beri gelen ve sosyalist sistemin yıkılışıyla adeta zirveye çıkan ABD egemenliğindeki dünya artık güçlü değişim dalgalarıyla darbeleniyor. İkinci olarak, bu değişimin altında ekonomik, yüksek teknik ve silah rekabeti bulunmaktadır. Güç, Pasifik bölgesine yani Doğu’ya kayıyor. Üçüncü olarak, dünya ideolojik ve siyasal olarak da değişime zorlanırken, günümüzde egemen olan ise karmaşa ve belirsizliktir. Sosyalizm de, Batı’nın liberal demokrasi düzeni de büyük yaralar almıştır. Bundan dolayı siyasal değişimlerin bugün belirgin bir yönü yoktur. Trump’ın yıldızı olduğu yeni faşizmi elbette atlamıyoruz. Ancak yeni faşizm de dünyayı sürükleyecek güçlü bir siyasal akım seviyesine henüz yükselmemiştir.

Bölgede Irak işgalinden sonra yaşanan köklü altüstlükler ABD egemenliğini yıpratırken, bu boşluğun doldurulması mücadelelerine sahne oluyor. Türkiye hem Sovyetlerin yıkılışından sonra, hem de Irak işgali sırasında belli adımlar atmayı denedi, ancak bu girişimlerden bir sonuç alınamadı. Bölgede ABD ve Rusya’nın bilek güreşi yaşanırken, aynı zamanda bölge güçlerinde de yeni saflaşmalar oluşmaktadır. Arap isyanlarının bastırılması sonrası yeni güç dengeleri oluşmaktadır. Bu güç dengelerinin en temel özelliği oldukça kaygan olmasıdır.

“Türk dünyasına” giriş ve Erdoğan’ın Irak işgaline katılma çabaları sonuç vermedi. Ancak bölgedeki her önemli gelişim Türkiye’nin iç siyasal dengelerinde şiddetli sarsıntılara yol açtı. Bu, 15 Temmuz 2016 darbesine kadar tırmandı. ABD ile ilişkilerin çok gerilimli seviyelere tırmanması, stratejik yönelişlerde Avrasyacı yaklaşımlar, Suriye’de Esad’ın yıkılması ve Mısır’dan hareketle Müslüman Kardeşler’in arkasında durarak bölgede bir güç olma girişimleri,  en son “mavi vatan” yaklaşımı Ankara’yı henüz bir bölge gücü olma seviyesine taşıyamamıştır. Tersine her girişimin ardından bir tıkanma ve yenilgi yaşanıyor.

Bugün Ankara’nın bölgede güç olma adımlarının arkasında ne ölçüde güçlü bir stratejik akıl vardır? Bu sorunun cevabı iç siyasal dengeler okunmadan verilemez. Türkiye AKP iktidarı ile önemli yapısal değişimler geçiriyor. Bu nedenle tek adam yönetimi ile her şeyin siyasi olarak yolunda olduğunu düşünmek önemli hata olur. Egemen sınıflar yapısında AKP kendi iktidarını dayanıklı hale getirebilmek için bir değişimi zorluyor. İnşaat, maden, sağlık ve silah sektörleri üzerinden Türkiye’nin 500 büyüğüne veya Erdoğan’ın deyimiyle “İstanbul sermayesine”  karşı İslami sermayeyi, daha doğrusu kendine bağlı sermaye grubunu güçlendirmeye çalışıyor. Konumuz açısından bölgede güç olma yolunda özellikle silah ve inşaat sektörlerinin öne çıkması doğaldır. Erdoğan “İstanbul sermayesini” kıskançlıkla bu sektörün dışında tutuyor. Bu güç savaşında iktidarın çözümleyemediği ve çözümleyemeyeceği AB ile gerilim yükselerek devam ediyor. Egemen sınıflar yapısındaki bu zorlama Saray ve AKP’nin geleceği açısından sürekli bir gerilim ve belirsizlik yaratmaktadır.

Öte yandan, Türkiye siyasal dengelerinde sivil siyaset ile asker arasında daima bir vesayet ilişkisi var olmuştu. Ordu büyük bir değişim ile bu sürecin dışına itilmiş görülse de, Kürt sorununda masanın devrilmesinden beri Erdoğan, Ergenekon veya ulusalcılarla siyasal bir ittifak zemininde yürüyor. Bu birliktelik geçici stratejik akıl yaratsa da, hiçbir istikrara sahip değildir.

Bölgede son atılan adımların geldiği noktada, Rusya ile yakınlaşma adımlarının bir sınıra dayanması sonucu, artık Ankara Suriye, Libya ve Azerbaycan alanlarında ABD’nin doğrudan veda dolaylı desteği ile oyun bozuculuk yapabilmektedir. Ancak bu oyun bozuculuk Doğu Akdeniz’de yürümedi. Yürüme şansı da görünmüyor. Türkiye bölgede içinde Mısır ve Suudi Arabistan’ın bulunduğu geniş bir karşı cephe yaratmıştır. Manevra alanı her geçen gün kısıtlanmaktadır. Son olarak, dış politika gerilimleri ile iç politikayı şekillendirme oyununun da sonuna gelinmektedir.

Anlattıklarımız neticede güncel güç dengeleridir. Değişebilir. Bu noktada Türkiye’nin bölgesel bir güç olması için ne ölçüde bir güce sahip olduğuna bakmak gerekiyor. Dünya güçler tablosundaki değişim ve kaymalar Ankara için bölgede her zaman yeni fırsatlar yaratabilir. Ancak bu fırsatları değerlendirebilmek için Erdoğan’ın yaptığı gibi yüksek tondan çıkışların yetmeyeceği 2011’den beri yaşananlarla görüldü. Fırsatları kalıcılaştırabilmek için Ankara’nın güçlü bir ekonomiye ve silah sanayine sahip olması gerekiyor. Sorun yumurta tavuk hikâyesi gibi değildir. Bölgede güç alanı yaratıp ekonomisini güçlendirebilir denebilir. Güç savaşlarının gerektirdiği uzun soluk olmadıkça her zaman yolda kalınabilir.

Türkiye bölgesel güç olabilecek bir maddi temel yapıya sahip değildir. İçinde bulunulan büyük kriz nedeniyle değil, kendi ekonomik ve sınıfsal yapısından dolayı bu böyledir. Bunun orta vadede bile değişmesi mümkün görünmüyor.

Erdoğan iktidarının bugüne kadar bölgesel güç olma davranışlarına yön veren iki esas unsur vardır. “Yüz yılda bir” yakaladığı siyasi iktidar olma fırsatını sonsuza uzatmak için politikayı sürekli gerilim üzerine oturtmak bir yönüdür. İkincisi, İstanbul sermayesinin gücünü zayıflatmak, AB’nin dayatmalarından kurtulabilmek için yeni sermaye birikim ve hatta enerji alanları yaratmaktır.

Bölgesel güç olmak için taşıması gereken yükü, Türkiye’nin kaldıracak bir kapasitesi yoktur. Bölgede güç olmak için atılan adımlar Erdoğan iktidarını sonsuza taşıma kapasitesine sahip değildir. Siyaset ve devlet kurumları tam bir keyfilik ve çürüme içindedir. Ekonomi ise hiç değilse belli bir seviyede Sanayi 4.0’a kilitlenmiş olmalıdır. Bu yönde göze batan bir gelişme yoktur. Son askeri müdahaleler sırasında göze çarpan SİHA’ların üretimi ise teknik yönden dışa bağımlıdır. Olayların akışının ortaya koyduğu, Ankara’nın gücünün ve hayallerinin bir bölgesel güç yaratamaz durumda olduğudur ama ülke için yıkım yaratma potansiyeline sahiptir.