Politik Durum: “Gerçek Ötesi” Dönem * Mehmet Yılmazer

Sanatta “gerçek üstücülük” iki dünya savaşı arasında ortaya çıkmıştı. Dadaistler ilk adımları attılar.  1924’de Andre Breton, Sürrealizm Manifestosu’nu yayınladı. Uzun süren Avrupa Ortaçağı’ndan sonra insanlara yeryüzünde cennet vadeden kapitalizmin yıkıma sürüklendiği bu yıllarda insan düşüncesi aklın sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Tanrıdan sonra ‘Akıl’a güvenen insanlık büyük bir yıkımla yüz yüze gelince gerçeklikten koptu. İki dünya savaşı arası çok özel bir dönemdir. İnsanlık karşılaştığı gerçekleri yorumlayamadıkça onların üstüne sıçramayı tercih etmişti.

Günümüzde postmodernizmden sonra “gerçek ötesi” kavramı öne çıktı. Bir anlamda bugünlere “gerçek ötesi” dönem de diyebiliriz. Bu kavram öncekilerin sanat dünyasından doğmalarına karşılık politika dünyasından çıkıp geldi. Baştan büyük bir farklılık var. Demek günümüz, sanat dünyasına ilham verecek özelliklere sahip değildir. Öncekilerden en önemli eksikliği nedir, sorusuna verilebilecek basit cevap: “Gelecek yoksunluğudur.”

Yirmi yıl arayla insanlığın iki büyük gelecek projesi çöktü. Berlin Duvarı 1990’da çöktükten sonra, dünyanın bir bölümü sevinç çığlıkları atmış olsa da 21. yüzyılın ilk on yılı geçmeden küresel dünya hayali de ulusalcı bulutların arasında kaybolup gitti. Kapitalizm bir kez daha sosyalizm yıkıldıktan sonra insanlığa özgürlük ve zenginlik vadetmişti. Oysa bir yandan inanılmaz yoksulluk, onun karşısında hayal bile edilmesi zor zenginleşme, milyon dolarları aşan sözde CEO maaşları, bu gidişe bir de Trump eklenince dünya saçma sapan hale gelmiş göründü.

Politikacıların gelecek vaatleri tutmayınca, ortalığı yalan, çürüme, yeni teknolojilerin etkisiyle de inanılmaz sığlaşma kapladı. Bugüne kadarki kurumlar işe yaramaz hale geldikçe ilk ortaya çıkan canavar keyfilik oldu. Çekici ya da güvenilir hiçbir kurum kalmadı. Hepsi büyük yıpranmalara uğradı. Hatta günümüzde insanlığın bir döneminde kutsallık taşımış savaş, kahramanlık gibi kavramlar da tümüyle büyülerini yitirdiler. Neoliberalizm savaşı da özelleştirince dünya gerçekleri çok daha çirkinleşti. Ya da daha doğrusu çirkinlikleri kör göze bile batar oldu.

Günümüzde “gerçek ötesi” kavramının öne çıkmasında etken sadece insanlığın iki büyük gelecek projesinin çökmesi değildir. İnsanlık bugüne kadar getirdiği değerleri kaybederken, maddi ve ruhsal olarak yoksullaşırken; öte yandan önceki dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde hızlı bir teknik değişim içindedir. Bu hızlı gelişim, gerçekliği bir görünüp bir kaybolan olgular haline getiriyor.

Bilindiği gibi insanlık II. Dünya Savaşı’na doğru ilerlerken faşizm propaganda savaşlarında “büyük yalan”ı uygulamıştır. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in ünlü deyişi bilinir: “Yalan ne ölçüde büyük olursa inandırıcılığı da o ölçüde artar.” Bir dönem bu kural işlemiştir. O günlerin bugünden farkı özellikle Almanya’nın “bin yıllık” gelecek planının olmasıdır. Tüm Avrupa’yı bu geleceğe boyun eğmeye zorlayan Hitler, bu uğurda en büyük yalanları da kitlelerin üzerine boca etmekten çekinmemiştir.

Bugün, kriz içinde debelenen kapitalizm açısından değil “bin yıllık” plan, yakın gelecek için bile bir ufuk yoktur. Biraz da bu nedenle günümüz yalanları hem “büyük”, hem de kalıcı değildir. “Gerçek ötesi” dönem hızla birbirini yok eden yalanlarla yürüyor.

                                                                   * * * * *

Gelecek yoksunu kapitalizmin bugün her gün boğuştuğu iki temel sorunu vardır. Son kırk yıldır göklere çıkarılan ekonomik model olan neoliberal sermaye birikim modeli ömrünü doldurmuştur. Diğer temel sorun dünya güçler dengesinde yaşanan sancılı ve bilinmezlerle yüklü değişimdir.

Günümüz dünyası çok kutuplu olduğu için, kapitalist ekonomilere yeni bir birikim modeli dayatacak bir lider ülke yoktur. Bir dönem İngiltere, daha sonra Amerika dünya kapitalizmine şekil ve yön vermişlerdi. Bugün Trump Amerika’sı böyle bir güce sahip değildir.

Güç dengelerindeki kayma öncekilere hiç benzemiyor. Bugüne kadar bayrak Batı dünyası içinde el değiştirmişti. Bugünün dünyasında güç kayması Doğu’ya doğru işliyor. Bu çok önemli bir değişimdir. Gücün Doğu’ya kayma olasılığı sancıyı ve bilinmezleri arttırmaktadır.

Bu değişim nasıl bir ortamda yaşanmaktadır? Gelecek yoksunluğu içinde olan kapitalist dünyada aynı zamanda kapitalist merkezler stratejik bir karmaşa içindedirler. Amerika’nın stratejik karmaşasını en iyi Trump’ın tavırları açığa vuruyor. Öte yandan İngiltere’de Johnson’ın kazanmasıyla Brexit tartışmaları sona erse de Londra’nın nereye doğru yolculuk yapacağı belirsizdir. Ayrıca AB’nin geleceği 90’lı yılların başlarındaki gibi parlak görünmüyor. Bunlar stratejik belirsizliğin sırf ABD’ye özgü olmadığını gösteriyor. Avrupa Birliği farklı durumda değildir.

Çin, “bir yol bir kemer” projesiyle bu karmaşanın dışında görünüyor. Ancak ekonomisindeki yavaşlama ve ABD ile yaşanan ticaret savaşları Çin’in konumunu da etkileyebilir.

Güç savaşlarının Doğu ve Batı arasında yaşanıyor olması soğuk savaş yıllarını hatırlatabilir. O günlerden en temel farkı ortada ideolojik bir zemin farklılığı olmamasıdır. Günümüz I. Dünya Savaşı öncesi yılları hatırlatıyor. O dönemde de bir ideolojik kamplaşma ortaya çıkmamıştı. Eski egemenlerle (İngiltere ve Fransa) sonradan güçlenenler (Almanya ve İtalya) arasında yaşanan gerilimler büyük bir paylaşım savaşına varmıştı. Bugün de inişe geçen ABD ve genel olarak Batı dünyası bir yanda, yükselen Çin, Rusya ve hatta Hindistan diğer yandadır. Ancak saflaşmalarda ideolojik bir temel zemin olmadığı için hem saflar katı değildir; hem de ortada pragmatik çıkar çatışmalarından farklı bir konu yoktur. Bu pragmatik oynaklık “gerçek ötesi” görüntüsünün üstünde yükseldiği zemindir.

                                                            * * * * *

Türkiye, dünya güçler dengesinin gerilimli fay hattında yer aldığı için sürecin belirsizliklerinin yarattığı hemen her sıkıntıyı yaşamaktadır. Bu anlamda “gerçek ötesi” dönemin en canlı yaşandığı alan Türkiye’dir. Kendi içinde de üç büyük gerilim sürekli işliyor. Başkanlık sistemine geçiş ve bunun yarattığı gerilimler politik ortama hem bir bilinmezlik yüklüyor; öte yandan siyasal güçlerin aşırı yıpranmasının ve ağırlık merkezinin fazla oynamaması nedeniyle sorunlar çözülmeden günlük siyasetin bıktırıcı tekrarlarına dönüşüyor. AKP içinden çıkan yeni partilerin ortama hemen kattığı bir güven ve gelecek duygusu yoktur. Ancak gidiş belirsizliğini korusa da bir değişimin işaretleri görünüyor.

Ekonomide yaşanan kriz muazzam acılar yaratmasına rağmen gündemde esprili haberler olarak yer alabiliyor. İflaslar, kredi kartı borçlanmaları, siyanürlü intiharlar; buna karşılık damadın çıkıp ikide bir pembe tablolar çizmesi tam anlamıyla “gerçek ötesi” bir ortam yaratıyor. Kendini ve büyüttüğü sermayeyi batıştan korumak için Saray her yolu göze alabileceğinin kanıtlarını vermiş olsa da, sorunlar çözülmeden ertelendiği için yarattığı genel basınç ve birikim yükseliyor. Onlarca TV kanalı 24 saat işlerin iyi gittiğini anlatırken, insanlar günlük yaşamlarındaki bitmek bilmez gerilimlerden dolayı şizofrenik bir yapıya itiliyorlar. Depresyonun kişisel değil toplumsal bir hastalık olduğu belki de ilk ülke olacağız.

Dış politikadaki savaş manevralarını sürekli iç politikaya taşıyarak kendi ömrünü uzatan AKP, dayanma sınırlarının sonuna yaklaşıyor. Suriye işlevini kaybetmeye başladığından şimdi gündeme Libya seferi geldi. ABD ve Rusya arasında manevra yapmanın ve yeni hamlelerle yol almanın devam edecekmiş gibi görünmesine rağmen bu gidişin sonu geliyor. Üstelik Libya seferi ile Rusya ile gerilimler artabileceği gibi, Akdeniz’de Türkiye büyük bir yalnızlık içine giriyor. Yaptıklarıyla AKP İttihat Terakki’yi; Erdoğan da Enver Paşa’yı hatırlatıyor. Bu gerçeğe rağmen onlarca TV kanalı yoksulluk ve depresyon içinde yaşayan milyonlarca insana her gün “gerçek ötesi” Türkiye’yi anlatıyor. Her şeyin bir dolum haddi vardır, bardağı taşıracak son damlalar damlıyor.