Patriyarkal Kapitalist Sisteme Karşı En Güçlü Direniş: “Feminist Grev” * Zeynep Koru

Fırtına hızıyla akan bir zamanın içinden geçerken, uluslararası çapta gelişen feminist grevlerin etkisinin ne olacağı, nereye evirileceği, kalıcı olup olmayacağı konuşuluyor, tartışılıyor. Hareketi geliştirme, yayma ve yön verme anlamında feminist grev, dünya çapındaki feministlerin, feminist hareketin en önemli gündemi. Bu yazının amacı da feminist grevlerin gelişimiyle ilgili bir özet sunmak ve ana tartışma başlıklarını aktarmak.

2000’li yılların başından itibaren neoliberal politikaların iflasını yaşayan ve çıkış yolu bulamayan kapitalist sistemin krizi hemen hemen her alanda kendisini gösteriyor. Yapısal değişim ve dönüşüm gücünü sergileyemeyen kapitalizm, dünya çapında ekolojik ve sosyal yıkımların daha da derinleşmesine yol açıyor; istikrarsızlığı, şiddeti, eşitsizliği, yoksulluğu derinleştiriyor. Burjuva demokratik iktidarlardan neo-faşist, baskıcı, totaliter rejimlere doğru gidiş süreci devam ediyor. 2010’larda yükselen halk ayaklanmaları, bu gidişi durduracak/tersine çevirecek seviyelere varamadı. Egemenlerin halk isyanlarına yanıtı, “dünya genelinde otoriterleşmeyi daha da ileri taşımak” şeklinde yaşandı.

Etkilerini hücrelerimize kadar hissettiğimiz böylesi bir dönemin içerisinde yol alıyoruz. Otoriterleşen burjuva siyasi iktidarların art arda devreye soktukları kadın düşmanı politikalarla kadınların kazanılmış haklarına saldırısı gemi azıya almış durumda. Kadınlar, aile kurumunu güçlendirmeye dönük adımlarla annelik ve yeniden üretim alanındaki rollerine tutsak edilmeye çalışılıyor. Kürtaja yasaklar veya sınırlamalar getirilmeye çabalanıyor; doğum kontrol araçlarına erişimin zorlaştırılması girişimleri yaşanıyor; şiddetten korunabilmek için açılan merkezlerin kapatılması hedefleniyor; boşanmanın zorlaştırılması için her türlü araç devreye sokuluyor…

2010’lu yıllarda kadınlara yönelik artan saldırılar karşısında feminist hareket geri adım atmadı, haklarına ve kazanımlarına sahip çıkmak adına mücadeleyi yükseltti. Arjantin, Polonya, İrlanda, İzlanda, ABD, İspanya, İsviçre, Hindistan ve Brezilya kadınların etkili eylemlerine sahne oldu. ABD tarihinin en kitlesel kadın eylemleri, Trump’ın iktidara geldiği gün yaşandı. Polonya’da, kürtajın yasaklanmasına yönelik yasa tasarısı geri çektirildi. Brezilya’da, faşist, kadın düşmanı Bolsonaro’nun seçilmemesi için en güçlü mücadeleyi yine kadınlar verdi. İzlanda’da sağcı hükümet, “eşit işe eşit ücreti” zorunlu kılan bir yasa tasarısını meclise getirmek zorunda kaldı. İrlanda’da, 35 yıl boyunca kürtaj yasağına karşı verilen mücadele 2018 yılında kazanımla sonuçlandı. Arjantin’de, son yıllarda artan şiddete ve kadın cinayetlerine karşı güçlü, kitlesel eylemler gerçekleşti. 2017 yılında pek çok ülkede gerçekleşen 8 Mart eylemleri, oldukça ses getirici oldu; kitlesellik açısından tarihinin zirvesi yaşandı.

Kadınlar, dünyanın dört bir yanında faşizme ve patriyarkal kapitalizme karşı direnişleriyle öne çıktılar. Feministler, insanlık zorlu bir dönemin içinden geçerken, doğal-insani yıkımın, felaketin eşiğindeki bir dünyada “gidişatı durduracak öncü güç” misyonuyla hareket ettiler.

Türkiye’de de en güçlü ve kitlesel eylemler kadınlar tarafından gerçekleştirildi. 2019 yılında İstanbul’da 5-6 Ocak tarihlerinde “Haklarımız, hayatlarımız, kazanımlarımız bizim” diyen bine yakın kadının “Türkiye Kadın Buluşması”nı gerçekleştirmesi önemli bir adımdı. Saldırılar karşısında tek tek değil birlikte hareket etmenin yollarını bulmak, daha fazla temas noktaları oluşturmak ve ortak akıl yürütebilmek yönünde kararlar alındı. Yine bizde son yılların en kitlesel ve zorlayıcı eylemleri 25 Kasım ve 8 Mart feminist gece yürüyüşlerinde gerçekleşti. Sol-sosyalist siyasi hareketlerin krizi ve faşizmin yoğun kuşatması altına alınan Kürt hareketinin de sıkışmışlığına karşı yanıt üretemeyişi durumlarının yaşandığı bir süreçte tek canlı dinamik, kadın hareketi olarak gözüküyor. Kazanılmış hakların korunması ve kadın düşmanı politikaların boşa çıkartılması için çok farklı konumlardaki kadınlar bir araya gelebiliyor ve birlikte politika üretebilmenin, birlikte mücadele etmenin olanaklarını yaratmaya çalışıyorlar. Gençlerin ağırlıkta olduğu kadınlar sokaklara çıkıyor, dinamik eylem ve etkinliklerde bulunuyorlar. Hareketimizin sürekliliğine ve gücümüzü büyütecek kalıcı gelişimine dair henüz net şeyler söylenemez. Ama dünyadaki feminist dalganın seyri bizi de doğrudan etkilemeye devam edecektir. 21. yüzyılın feminist mücadelesi, faşist-baskıcı-totaliter iktidarları sarsacak etkileri açığa çıkartacaktır.

Feminist Grev

Kadınların kazanımlarına ve haklarına yönelik 2000’li yılların başında başlayan 2010’lu yıllarda artan saldırılar karşısında dünyanın dört bir yanındaki feministler, daha örgütlü ve güçlü bir mücadele çizgisinin gerekliliğinin farkındaydılar. Bütün kadınları harekete geçirme olanaklarına sahip, patriyarkal kapitalizmi direk hedef alan, etkili, tehditkâr, zorlayıcı mücadele yöntemi olarak feminist grev, tüm dünyadaki feministler açısından büyük bir heyecan dalgası yarattı. Feminist grev, feminist mücadele tarihinin birikimleri üzerinden yükselen yepyeni mücadele alanı olarak kendisini gösterdi.

Feminist greve bugünkü anlamını kazandıran süreci, 2016 yılında Polonya’da kürtajın yasaklanmasını öngören yasa tasarısına karşı kadınların ortaya koyduğu eylemlerle başlatabiliriz. 60 kentte, kadınların bakım işlerini, ev işlerini bıraktıkları, okulların boykot edildiği etkili bir grev oldu ve yasa tasarısı rafa kaldırılmak zorunda kaldı. 2016 yılı Ekim ayında yine İzlanda’da kadınlar, 1975 yılında yüzde 90 katılımla gerçekleştirdikleri kadın grevinden aldıkları ilhamla, ücret eşitsizliğine karşı greve gitti. 19 Ekim 2016’da da Arjantinli kadınlar, kadın cinayetlerine ve polisin Ulusal Kadın Kongresi’ne yönelik baskılarına karşı tüm ülkede bir saatlik grev gerçekleştirdi. Arjantinli feministlerin öncülüğünde 8 Mart 2017’de ilk “Uluslararası Kadın Grevi” çağrısı yapıldı. Bu çağrıya 60 ülkeden kadınlar katıldı. Bütün Latin Amerika greve dâhil oldu. Pek çok ülkede kitlesel eylemler düzenlendi. Klasik, çalışma yaşamı içinde ve sendikal zeminde gerçekleşen geleneksel grev dışında da bir grevin hayata geçirilebileceği ilk defa konuşulmaya başlandı. Burada vurgulanması gereken en önemli yan da kadın mücadelesinin uluslararası etkileşiminin açığa çıkarttığı gücün etkisi. Feministlerin başka ülkelerin feminist mücadelesini takip etmeleri, onların deneyimlerinden öğrenmeleri ve aldıkları ilhamla özgül sorunlarını da göz ardı etmeden kendi yol haritalarını oluşturmaları, mücadelelerinin seyrini güçlendiriyordu.

2018 yılının 8 Mart etkinlikleri için 2017 yılında oluşturulan 8 Mart Platformları, grev ve grevi destekleyen eylemlilikler için çağrı yaptı. Bu çağrının kapsamında aynı zamanda “nasıl bir kadın grevi” olması üzerine önermelerin sunulması, tartışılması talebi de vardı. Pek çok ülkede, kadınların greve çıkmasının olanağı/olanaksızlığı, etkileri, kapsayıcılığı, alternatif oluşturabilme gücü üzerine sorgulamalar, tartışmalar, kadın örgütlerinin ve feministlerin gündemine girdi. Etkileşimli, zengin, yeni ve yaratıcı eylem formlarının olduğu, içeriğin mücadeleyi güçlendirici şekilde ele alındığı, yön verildiği dinamik bir mücadele hattı geliştirildi.

Kadın Grevi Değil, Feminist Grev!

2018 yılının 8 Mart’ında İspanya’da 8 milyona yakın kadının katıldığı grev gerçekleştirildi. İspanyalı feministler, İzlandalı, Arjantinli, Polonyalı, Amerikalı kadınların deneyimlerinden etkilenerek eylemlerine hazırlandılar ama “feminist içeriğin doğrudan hâkim olduğu bir grev” gerçekleştirmeyi hedeflediler. İçeriğin “Kadın grevi değil, feminist grev” olarak konması ve grevin başarılı olabilmesi için feminizm adıyla yaygın, koordinasyon içinde bir örgütlenmeye gidilmesi, feminist mücadele tarihimizde yeni bir deneyimdi.

İspanyalı feministler bir yıl öncesinden, 2017 yılının 8 Mart’ından itibaren feminist grevin hazırlık sürecini başlattı. Eylemin parolası, “kadınların” grevi değil, “feminist” grev olarak belirlendi. “Kolektif feminist bilinç yaratmak” asıl mesele olarak hedeflendi. Kadınların üretim ve yeniden üretim alanındaki emeği üzerinden patriyarkaya, kapitalist sisteme, şiddete ve ayrımcılığa karşı mücadelesi temel alındı. Farklı düzeylerde olan, farklı ezilme biçimlerini yaşayan pek çok kadın, “Biz durursak, dünya durur” diyerek 24 saatlik grevi gerçekleştirdi. Milyonlarca kadının katılımının sağlandığı ve doğrudan feminist içeriğin hâkim olduğu İspanya’daki grev, büyük bir başarıyla sonuçlandı.

2019 yılında İspanya, feminist greve katılımın ve sokak eylemlerinin en yoğun yaşandığı ülkelerden biri oldu yine. Meydanlardaki eylemlere katılım, önceki seneye göre daha kitleseldi. 2019 yılında yine pek çok ülkedeki feministler grevi gündemlerine aldı; Arjantin, İtalya, Belçika, Yunanistan, Fransa, Almanya, İrlanda, İngiltere, İzlanda’da yerel özgünlükleri ile kadın grevleri ve feminist grevler yaşandı.

İsviçre’de 14 Haziran 2019 tarihinde feminist grev gerçekleştirildi. En son İsviçre’deki grevi ve grevin içeriğini ele aldığımızda, feminist hareketin dünya çapında etkileşimini, politik gücünü ve yaratıcılığını bir kez daha görüyoruz. Feminist hareket, kadınların üretim ve yeniden üretim alanlarındaki emeğinin gücü üzerinden kitlesel, radikal, etkili ve sınırları aşan mücadele yöntemlerini geliştiriyor.

Türkiye’de Feminist Grev Çalışma Gurubu içerisinde yer alan feminist aktivist, araştırmacı Selin Çağatay1, dört ana dinamik çerçevesinde günümüz feminist mücadelesini ve uluslararası feminist greve giden süreci açıklıyor. Birinci dinamik olarak, 80’lerde ve 90’larda oluşan, ağırlık merkezi olarak uluslararası fonla çalışan kadın kurumlarının yasal düzenlemelere odaklandığı dönemin (“devlet-ulus aşırı süreçler- STK’lar” üçgeni olarak tanımlıyor dönemi Selin Çağatay) kapandığını ifade ediyor. Bu dönemi, “feminist politikaya yeni eklemlenen kadınların devlete, fonlara ve STK’lara mesafeli durduğu, daha çok muhalif kamusal alanda ve yatay şekillerde örgütlendiği bir dönem” olarak tanımlıyor. İkinci ana dinamiğin sosyal medya ile ilgili olduğunu belirtiyor. “Sosyal medya aracılığıyla hem çok büyük kitlelere ulaşmak, hem sermayeyi ve iktidarları da etkileyen, ses getiren kampanyalar örgütlemek, hem fiziksel olarak bir araya gelme imkanı olmayan kadınların birbirinin deneyimlerinden öğrenmesi ve birbirine değebilmesi, hem de başka ülkelerde başka kadınların ne gibi talepleri var, bunları öğrenmek mümkün oldu.”diyor.Patriyarkanın, neoliberalizmin, ırkçılığın, her türlü dinciliğin, çevre krizinin, transfobinin, homofobinin, ikili cinsiyet sisteminin vs. kadınların hayatlarını dolayımladığını sosyal medya aracılığıyla çok daha iyi fark ettiğimizi vurguluyor. Dönemin üçüncü ana dinamiğini, feminizmin muhalif hareketlerin içine daha güçlü ve kalıcı bir şekilde sızması olarak görüyor Selin Çağatay. “Özellikle sol-sosyalist hareketlere, ırkçılık karşıtı hareketlere, çevre hareketlerine, anti-militarist hareketlere yayılıyor feminizm.” belirlemesinde bulunuyor. Dördüncü ana dinamiği de tam bu üç dinamiğin örtüşmesiyle birlikte bir koalisyonlar döneminin yükselmesi olarak ifade ediyor. Bu konudaki düşüncesini, “(Ş)imdi güçlenmekte olan muhalif alanda Müslüman feministler de var, Barış İçin Kadın Girişimi oldu, Kürt kadın hareketiyle daha sıkı bir bağ kuruldu, son zamanlarda sol-sosyalist hareketten kadınlar feminist hareketin daha görünür bir bileşeni olmaya başladı.” sözleriyle dile getiriyor.

Gülnur Acar Savran da feminist grevleri neden bu kadar çarpıcı ve heyecan verici bulduğunu şöyle açıklıyor2: “2017 yılında başlayan feminist grevlerin ayırıcı özelliği belki de, bu denli kitlesel feminist eylemlerde ilk kez kadınların somut gerçekliklerini tüm katmanlarıyla ve zenginliği içinde kapsamaya açık olmaları. Birbirleriyle bir ağ şeklinde ilişkilenen kadınlar kendi deneyimleriyle diğer kadınların deneyimleri arasında köprüler kurarak, yaşanan tekil sorunların nasıl birbirini beslediğini ortaya koyarak bütünlüklü bir patriyarkal kapitalizm eleştirisine doğru yol alıyor, tekil sorunlarını bütünleştiriyorlar. Örneğin kürtajın yasaklanmasının kadınlara yönelik erkek şiddeti ve kadın cinayetleriyle, binbir veçhesiyle erkek şiddetinin kadınların karşılıksız bakım emeği ve içine sıkıştırıldıkları ücretli/ücretsiz emek kıskacıyla, düşük ücretli ve güvencesiz çalışmayla bağlantılarını kurarak grevde birbirlerine yer açıyorlar. Bu arada göçmen kadınların kendi özgül sorunlarıyla katılımları hareketin ırkçılık karşıtlığını aktif olarak üstlenmesine yol açarken, örneğin Latin Amerikalı yerli kadınların mücadeleleri, harekette ekoloji duyarlılığının feminist bir mesele olarak benimsenmesini ya da lbtq kadınlara yönelik şiddetin gündeme dahil olması homofobi ve transfobiye karşı duruşun güçlenmesini sağlıyor. Çeşitli alanlarda kapitalizm ile patriyarkanın işbirliği ifşa edilirken, giderek genişleyen bir yelpazede ırkçılığın, sermayenin, kamunun, kurumların patriyarkayı nasıl dolayımladığının örnekleri sergileniyor.

Grevlerin bu kapsayıcılığının somut sorunlardan hareketle, somuttan soyuta, özelden genele bir devinim içinde kurulmuş olması çok önemli. Bu bize kolektif bir feminist öznenin nasıl kurulacağına ilişkin önemli bir bilgi sağlıyor. Öte yandan tamamlanmış, ucu kapalı bir program ya da perspektifle yola çıkmak yerine, buluşulan kadınların somut gerçekliğiyle kendi gerçekliğimiz arasında bağlantı kurabilmenin bizi daha dönüştürücü, daha radikal hedeflere götürebileceğini gösteriyor. Bu dinamizm bir yandan patriyarkal kapitalizme ilişkin tahlili boyutlandırırken bir yandan da içinde yaşadığımız toplumsal ilişkileri yıkma potansiyelimizi artırıyor.

Feminist Grevlerde Yol Ayrımı mı?

Sorumuza, bir başka soru daha ekleyelim: “Antikapitalist mücadeleye indirgenen bir feminist politikaya doğru mu?”

Feministler ve kadın hareketi, mücadeleye yeni stratejiler ve yeni içerikler kazandıran feminist grevi anlama, anlamlandırma, bir yandan uygulama geliştirme, bir yandan da yön verme çabalarının içinde. Bu hararetli süreçte doğal olarak farklı yönelişler açığa çıkıyor. Bizde de aynı durum söz konusu. 5-6 Ocak 2019 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşen Türkiye Kadın Buluşması’nda net olarak kendilerini ortaya koydu farklı yönelimler. Özellikle Emek Partili kadınlar, Türkiye Buluşması’nın ele aldığı gündemleri toparlayan sonuç metnine yönelik tartışmalarda, “8 Mart kadın grevi”nin bir gündem olarak yer almasına muhalefet geliştirdiler. “2017 yılında uluslararası çapta yapılan grev çağrısına Türkiye’den katılım göstermemek gerektiği” üzerinden görüşlerini savundular ve ortak eylemlerin bu kapsamda düzenlenmesine karşı çıktılar. Fulya Alikoç ve Sevda Karaca, “8 Mart’ta feminist kadın grevine esastan itirazlar” başlığıyla kaleme aldıkları 9 Şubat 2019 tarihli yazılarında, Feminist/Kadın Grevi’ne yönelik ideolojik ve politik karşı çıkış noktalarını kapsamlı olarak ifade ettiler.3

Yine Feminist Mekan’da 18 Ekim 2019 tarihinde gerçekleşen Cuma Buluşmaları’nda bu konuda önemli açılımlar sunuldu. “Feminist grevler, ulusötesi dayanışma ve patriyarkanın değişen biçimleri” başlığı altında Selin Çağatay, Filiz Karakuş ve Gülnur Acar Savran görüşlerini dile getirdi. Gülnur Acar Savran, feminist grevin önemini ve çarpıcı bulduğu yanları ifade ettikten sonra greve dair oluşturulan feminist politikaların barındırdığı bazı sorunları tartışmaya açtı. 2017 yılında ABD’de gerçekleşen feminist grevin örgütleyicisi olan Cinzia Arruzza, Tithi Bhattacharya, ve Nancy Fraser tarafından kaleme alınan “%99 İçin Feminizm: Bir Manifesto” kitabının yanı sıra catlakzemin.com sitesinde çevirisi yayınlanan Arjantinli feministlerle yapılan söyleşi ve yine aynı sitede yayınlanan “Feminist Devrime Dair 8 Tez” çeviri metninden yola çıkarak, burada sorunlu gördüğü yanları dile getirdi. Bu üç metnin içeriğini incelediğinde, “kadınların ezilmişliğinin, sömürüsünün, şiddete maruz kalmasının, doğrudan doğruya kapitalizmin dinamiklerinden türediği” tespitini sorunlu bulduğunu belirtti. Manifesto’yu kaleme alan üç yazar, dertlerinin “politik bir karmaşa döneminde feminist mücadelelere yeniden yön vermek” olduğunu ifade ediyorlar. Liberal feminizmi baş düşman ilan ederek “antikapitalist, ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı; enternasyonalist, eko-sosyalist bir feminizm” vurgusunu öne çıkarıyorlar. Gülnur Acar Savran ise erkeklerden söz etmeyen, patriyarka tahlilinin yer almadığı bu metinleri sakıncalı buluyor. Sorunun yalnızca sermaye birikim dinamikleriyle açıklanmasını doğru bulmuyor. Manifesto4 ile ilgili yazısında da kendi görüşünü net ifade ediyor: “Bana kalırsa Manifesto bir yandan anti-emperyalizmden, ırkçılık karşıtlığından, anti-kapitalizmden hareket eden ve feminizmin geçmişteki kimi örneklerini bu ilkeler adına mahkûm eden soyut radikalizmiyle grevlerin taşıdığı çeşitliliği boğma riskini barındırıyor. Öte yandan da kadınların somut gerçeklikleri arasında bağlantılar kurmak yerine bu gerçeklikleri kendi kapitalizm tahlili içine yerleştirmeye çaba gösteriyor.”

Gülnur Acar Savran, “feminist grevlerin kapitalizm ile patriyarkanın işbirliğine karşı isyan çağrısı olarak yol alması gerektiği” konusunun altını çiziyor ve bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor5 :  “Oysa bana kalırsa feminist grevlerin asıl yeni ve heyecan verici yanı, patriyarkaya karşı mücadeleyle kapitalizme karşı mücadelenin, her ikisini de zenginleştirecek biçimde bir sentezini geliştirmeyi başarmış, içinde yaşadığımız patriyarkal kapitalizme karşı bugüne kadar yöneltilmiş eleştirilerden çok daha katmanlı bir eleştiriyi pratikte gerçekleştirmiş olması. Açıkçası ben uluslararası feminist grevlerin yönünü Manifesto’nun yazarlarının değil, örneğin İspanya’daki grevde yankılanan kapitalizm ile patriyarkanın işbirliğine karşı isyan çağrısının belirlemesini umuyorum.”

Kritik bir dönemin eşiğindeyiz. Bütün ezilenler lehine köklü bir değişimin, dönüşümün yaşanması adına girişilen mücadele yollarının henüz nereye evirileceği hakkında net bir şey söyleyemiyoruz. Giderek öfkesini burjuva siyasi iktidarlara yönelten, kapitalist sistemi sorgulayan kitlesel halk hareketleri yaşanıyor. En azından kısa vadede bu hareketlerin bir süreklilik kazanmaları, örgütlü güce dönüşmeleri, gelecek ufku anlamında kapsamlı bir program etrafında hareket edip edemeyecekleri konularında yine kesin konuşamıyoruz. Fakat bugün için çok bariz olan, kadınların, hem kitlesel halk hareketlerindeki yoğunluğu, dinamizmi, hem de patriyarkaya karşı verdikleri mücadelelerinin güçlü, yenilikçi ve yaratıcı olması. Feminist hareket, dayanışmayı artırmanın ve gücü büyütmenin yöntemlerini arıyor, politikalarını oluşturmaya çalışıyor. Geleceği belirlemede çok önemli bir potansiyel sergiliyor. Feminist grevler de yeni mücadele alanlarının geliştirilmesi, yeni siyasi hedeflerin yaratılması açısından kadınların gücünü gösteriyor.

1 https://www.karsimahalle.org/2019/04/07/selin-cagatay-meseleyi-hem-laiklik-kavramina-indirgemeyen-hem-laikligi-disarida-birakmayan-bir-feminist-politika

2 https://catlakzemin.com/%99-icin-feminizm-manifestosu-uzerine/

3 https://teoriveeylem.net/2019/02/8-martta-feminist-kadin-grevine-esastan-itirazlar/

4 https://catlakzemin.com/%99-icin-feminizm-manifestosu-uzerine/

5 https://catlakzemin.com/%99-icin-feminizm-manifestosu-uzerine/