Bu Sefer Alevler İçinde * John Bellamy Foster

Bugün ekolojik devrimin başlangıcı gibi görünen bir duruma tanıklık ediyoruz, insanlığın daha önce hiç görmediği tarihi bir an. Naomi Klein’ın yeni kitabı “Alevler İçinde”de söylediği gibi, sadece gezegen yanmıyor, bunun karşısında devrimci bir çevre hareketi de alevlenerek yükseliyor. Aşağıdaki kronoloji geçen yıl Kuzey Amerika ve Avrupa’da iklim hareketlerine odaklanıyor –ancak belirtmek gerekir ki objektif (ve sübjektif) olarak tüm dünya bu sefer alevler içinde:

Ağustos 2018: 15 yaşındaki Greta Thunberg İsveç Parlamentosu önünde greve başlar.

8 Ekim 2018: Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1,5ºC Küresel Isınma Özel Raporu’nu yayınlar. Rapor, “daha önce görülmemiş düzeyde geçiş sistemleri” ihtiyacına işaret etmektedir.

17 Ekim 2018: Yokoluş İsyanı eylemcileri Greenpeace Birleşik Krallık merkezini işgal ederek iklim değişikliğine karşı kitlesel sivil itaatsizlik eylemleri talep eder. 

6 Kasım 2018: Alexandria Ocasio-Cortez (Demokrat) Yeşil Yeni Mutakabat’ı (Green New Deal) savunan bir platform üzerinden kongre temsilcisi seçilir.

13 Kasım 2018: Gündoğumu Hareketi üyeleri Temsilciler Meclisi sözcüsü Nancy Pelosi’nin ofisini işgal eder, yeni seçilmiş Ocasio-Cortez de onlara katılır.

17 Kasım 2018: Yokoluş İsyanı eylemcileri Londra’da Thames Nehri üzerindeki beş köprüyü ulaşıma kapatırlar.

10 Aralık 2018: Gündoğumu Hareketi eylemcileri önemli Demokrat Parti Kongre ofislerine akın ederek Yeşil Yeni Mutakabat üzerine komite oluşturulmasını talep eder.

19 Aralık 2018: Kongre’deki Yeşil Yeni Mutakabat destekçilerinin sayısı 40’a yükselir.

25 Ocak 2019: Thunberg Dünya Ekonomik Forumu’na seslenir: “Evimiz yanıyor… Evimiz ateşler içindeymiş gibi davranmanızı istiyorum. Çünkü yanıyor.”

7 Şubat 2019: Temsilci Ocasio-Cortez ve Senatör Edward Markey, Yeşil Yeni Mutakabat Tasarısı’nı Kongre’ye sunarlar.

15 Mart 2019: 125 ülkede gençlerin önderlik ettiği ve toplamda 1,6 milyon kişinin katıldığı yaklaşık 2100 iklim eylemi yapılır (Milano’da 100.000, Paris’te 40.000, Montreal’de 150.000) 15-19 Nisan 2019: Yokoluş İsyanı, Londra şehir merkezinin büyük bir kısmını işgal eder.

23 Nisan 2019: Thunberg, Kongre ve Temsilciler Meclisi’ne konuşma yapar: “Ne dediğimi duydunuz mu? İngilizcem iyi mi? Mikrofon açık mı? Çünkü merak etmeye başlıyorum.”

25 Nisan 2019: Yokoluş İsyanı eylemcileri Londra Borsası’nı kuşatıp, bedenleriyle girişleri kapatır.

1 Mayıs 2019: İskoçya ve Galler’den kısa bir süre sonra Birleşik Krallık Parlamentosu da İklim Acil Durumu ilan eder.

22 Ağustos 2019: Senatör ve Başkan Adayı Bernie Sanders, on yıllık süre içinde 16,3 trilyon dolarlık kamu yatırımı öneren şimdiye kadarki en kapsamlı Yeşil Yeni Mutabakat planını açıklar.

12 Eylül 2019: Kongre’deki Yeşil Yeni Mutakabat destekçilerinin sayısı 107’ye yükselir.

20 Eylül 2019: 150 ülkede düzenlenen 2500’den fazla küresel iklim eylemine dört milyon kişi katılır. Sadece Almanya’da protestocuların sayısı 1,4 milyonu bulur.

23 Eylül 2019: Thunberg Birleşmiş Milletler’de konuşma yapar: “İnsanlar acı çekiyor. İnsanlar ölüyor. Ekosistemler bütünüyle çöküyor. Kitlesel bir yok oluşun kıyısındayız, tek konuştuğunuz para ve ekonomik büyüme masalları. Bu ne cüret!”

25 Eylül 2019: IPCC Okyanus ve Buzküre üzerine Özel Rapor’u yayınlar. Rapor, özellikle tropik bölgelerdeki düşük rakımlı birçok mega-şehrin ve ufak adaların 2050’ye kadar her yıl “olağandışı deniz seviyesi vakaları” yaşayacağını belirtiyor.

Geçtiğimiz yılda gördüğümüz iklim değişikliği eylemlerindeki artış büyük ölçüde IPCC’nin Ekim 2018 raporuna bir yanıttı. Rapor, felaketlere yol açacak küresel 1,5 derecelik artıştan kurtulmak için makul bir şansımızın olmasını karbondioksit salınımının 2020’de zirve yapıp düşüşe geçmesi, 2030’a kadar %45 azalması ve 2050’ye kadar net sıfır karbon salınımına ulaşmamıza bağlıyor. Tahmin edilemeyecek sayıda insan, bir anda, uçurumun kıyısından dönebilmek için krizde olan Dünya Düzeni’nde, bu düzen kadar kapsamlı sosyoekonomik değişimlere başlanması gerektiğinin farkına vardı. Bu, aynı zamanda öncü bir Amerikan ekososyalist hareketinin adı olan “İklim Değişikliği Değil Düzen Değişikliği” söyleminin tüm küresel iklim hareketleri tarafından slogan edinilmesine yol açtı.

Thunberg ve öğrencilerin iklim protestoları, Gündoğumu Hareketi, Yokoluş İsyanı ve Yeşil Yeni Mutakabat’ın bir yıllık süre içindeki devasa yükselişleri, düzenlenen protestolar ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu milyonlarca iklim değişikliği eylemcileriyle birleşince gelişmiş kapitalist toplumlardaki çevre hareketlerinde büyük bir değişime neden oldu. İklim hareketleri çoğunlukla reformist yapıdaydı ve işlerin olağan akışını bozmadan, yapıyı sadece biraz daha iklime duyarlı bir yöne çekmeyi hedefliyordu. Halkın İklim Hareketi tarafından 2014’te New York’ta düzenlenen 400.000 kişilik iklim yürüyüşünün, iklim müzakerelerinin yapıldığı Birleşmiş Milletler binası yerine 34. Sokak ve 11. Bulvar’ın kesişimi gibi anlamsız bir yere yönelmesi de protestodan çok geçit töreni havası taşıdığını gösteriyordu.

Bunun aksine iklim adaletine odaklanan Yokoluş İsyanı, Gündoğumu Hareketi ve İklim Adaleti İttifakı gibi oluşumlar doğrudan eylemi öne çıkarmalarıyla tanınıyor. Yeni gelişen hareket ise daha genç, daha cesur, daha çeşitli ve daha devrimci bir yapıya sahip. Gezegen için yürütülen mevcut mücadelede, sosyal ve ekolojik üretim ilişkilerinin dönüştürülmesi gerektiği anlayışı artarak kabul görüyor. Sadece devrimci bir düzeyde ve hızda yürütülen bir dönüşüm insanlığı kapitalizmin kurduğu tuzaktan çıkarabilir. Thunberg’in 15 Aralık 2018’te BM İklim Değişikliği Konferansı’nda dediği gibi “Eğer düzenin içinde çözüm bulmak mümkün değilse, belki de düzenin kendisini değiştirmeliyiz.”

Yeşil Yeni Mutabakat: Reform mu, Devrim mi?

Ekolojik devrim mücadelesini geçen yılda önlemez bir güç haline getiren ise Yeşil Yeni Mutabakat oldu: iklim hareketiyle sosyal ve ekonomik adalet mücadelesinin birleşimini temsil eden, iklim değişikliğinin işçiler ve korunmasız topluluklar üzerindeki etkilerine odaklanan bir plan. Ancak Yeşil Yeni Mutabakat, doğuşunda radikal bir dönüşüm stratejisi değil, ılımlı ve reformistti. Yeşil Yeni Mutabakat ifadesi, Greenpeace Uluslararası Ekonomi Bölümü Eski Başkanı Colin Hines ve Guardian Ekonomi Editörü Larry Elliott’ın 2007’de yaptığı bir görüşmede köklerini saldı. Artan ekonomik ve çevresel sorunlar karşısında Hines, Yeşil Keynesçi harcamaları önerdi ve bunu Franklin Roosevelt’in ABD’de Büyük Buhran’a karşı sunduğu Yeni Mutabakat’tan hareketle Yeşil Yeni Mutabakat olarak adlandırdı. Yılın sonlarında Elliott, Hines ve İngiliz girişimci Jeremy Leggett da dâhil olmak üzere diğerleri, Birleşik Krallık Yeşil Yeni Mutabakat Grubu’nu kurdu. 

Bu fikir çevre politikası gruplarında hızlıca yayıldı. ABD’de şirket yanlısı New York Times yazarı Thomas Friedman bu terimi yeni bir kapitalist eko-modernist strateji olarak ileri sürmeye başladı. Barack Obama, Yeşil Yeni Mutabakat teklifini 2008 başkanlık kampanyasında sunacaktı. Ancak, Yeşil Yeni Mutabakat söylemini ve içeriğinden geriye kalanları, 2010 ara dönem seçimlerinden sonraya bıraktı. Eylül 2009’da BM Çevre Programı, sürdürülebilir bir büyüme planı içeren Küresel Yeşil Yeni Mutabakat raporunu yayınladı. Aynı ayda, Yeşil Avrupa Derneği, bugünlerde Avrupa Yeşil Yeni Mutabakatı olarak bilinen Keynesçi bir yeşil kapitalizm stratejisi olan Avrupa için Yeşil Yeni Mutabakat’ı yayınladı.

Yeşil Yeni Mutabakat adı altında toplanan tüm bu tasarılar, istihdamı arttırmaya ve yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik hafif bir kaygı içerirken özünde reformist yeşil kapitalizmi savunan, Yeşil Keynesçilik, eko-modernizm ve korporatist teknokratik planlamanın tepeden inmeci çeşitlemeleriydi. İlk Yeşil Yeni Mutabakat önerileri, bu açıdan, 1930’ların ortaları ve sonunda sanayi işçilerinin büyük isyanıyla güçlenen 1935-1940 arasındaki İkinci Yeni Mutabakat’tansa, Franklin Roosevelt’in 1933-1935 arasındaki korporatist ve şirket dostu yapıya sahip Birinci Yeni Mutabakat’ıyla daha fazla ortak noktaya sahipti.

Önceki korporatist önerilerle keskin bir tezat oluşturan Yeşil Yeni Mutabakat’ın ABD’de geçen yıl hızla yayılan radikal biçimi, tarihsel esinini İkinci Yeni Mutabakat’ın dipten gelen isyanından alıyor. Bu dönüşümdeki esas güç ise 2013 yılında temelinde çevresel adalet bulunan çeşitli organizasyonların birleşmesiyle oluşan İklim Adaleti İttifakı’ydı. İklim Adaleti İttifakı şu anda 80’e yakın organizasyonu aynı çatı altında topluyor, bu oluşumlar düşük gelirli ve etnik toplulukları temsil ediyor, çevresel adalet ve [yeşil düzene doğru] adil bir dönüşüm için mücadele ediyor. 

 Son derece önemli “adil dönüşüm” kavramının kökenleri 1980’lerde Petrol, Kimya ve

Atom İşçileri Sendikası üyesi ekososyalist Tony Mazzocchi’nin, sonrasında Birleşik Çelik İşçileri tarafından da desteklenen radikal bir emek-çevresel adalet hareketi oluşturma çabasında bulunuyor. Ekonomik ve ekolojik mücadeleler arasındaki ayrımı aşmayı planlayan “adil dönüşüm”, halkların Yeşil Yeni Mutabakat mücadelesinde iklimin korunmasından da önce gelen esas ilke olarak yer alıyor. 

Yeşil Yeni Mutabakat, Jill Stein’ın 2012 ve 2016’daki Yeşil Parti başkanlık kampanyalarında ilk kez radikal bir taban hareketi stratejisine –veya Halk İçin Bilimler’in diliyle Halkların Yeşil Yeni Mutabakatı’na- dönüştü. Yeşil Parti’nin Yeşil Yeni Mutabakat’ı dört temele sahip: (1) istihdam hakkı, işçi hakları, sağlık hizmeti alma hakkı (herkes için Medicare) ve ücretsiz, federal devlet destekli yüksek öğrenim hakkı içeren bir Ekonomik Haklar Bildirgesi; (2) küçük işletmelere desteği, yeşil araştırmaları ve yeşil işleri teşvik eden bir Yeşil Dönüşüm; (3) ev sahibi ve öğrenci borçlarının ibra edilmesini, para politikalarının demokratikleştirilmesini, finans şirketlerinin parçalanmasını, bankaların devlet tarafından kurtarılmasına son verilmesini ve finans türevi araçların denetlenmesini içeren Gerçek Finans Reformu; (4) tüzel kişiliklerin iptal edildiği, Seçmen Hakları Bildirgesi’nin yasalaştığı, Ulusal Güvenlik Yasa Paketi’nin (Patriot Act) iptal edildiği ve askeri harcamaların %50 azaltıldığı bir Faal Demokrasi.

Yeşil Parti’nin Yeşil Yeni Mutabakat’ının radikal (ve anti-emperyalist) bir yapıya sahip olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Askeri harcamaların yarıya indirilmesi, diğer alanlardaki federal harcamaların arttırılması planının temelini oluşturuyor. Böylece Yeşil Parti’nin, Yeşil Yeni Mutabakat’ın kalbinde Amerikan imparatorluğunun ekonomik, finansal ve askeri yapısına yönelik bir saldırı yer alırken, ekonomiye yönelik planları ise 20 milyona yakın kişiye yeşil işler sağlayacak bir Yeşil Dönüşüm’e odaklanıyor. Yeşil Dönüşüm kısmı, ironik bir biçimde, Yeşil Parti’nin Yeşil Yeni Mutabakatı’nın en zayıf parçasıydı. Ancak, Yeşil Parti bu noktada çevresel değişimi, eşdeğer öneme sahip toplumsal değişime bağlayarak bir yenilik getirdi.

Ancak, radikal Yeşil Yeni Mutabakat’ın Amerikan siyasetinde aniden büyük bir etken haline gelmesi, Kasım 2018’de ara seçimleri kazanan Temsilci Ocasio-Cortez’in önderliğinde Kongre’ye taşınmasıyla birlikte yaşandı. Ocasio-Cortez, 2016-17’de Standing Rock Kuzey

Dakota’da büyük zorluklar altında yerliler önderliğinde yürütülen Dakota Boru Hattı karşıtı protestolara katıldıktan sonra seçimlere girmeye karar vermişti. Ocasio-Cortez, New York’un (Bronx ve Kuzey-merkez Queens’i temsil eden) 14. Kongre Bölgesi için yürüttüğü kampanya dâhilinde Gündoğumu Hareketi’nin Fosil Yakıt Parasına Hayır sözleşmesini imzaladı. Bunun sonucunda Gündoğumu Hareketi’nin desteğini alarak 10. döneminde olan Temsilci Joe Crowley’e karşı beklenmedik bir zafer kazandı. Ara seçimlerden bir hafta sonra Gündoğumu Hareketi tarafından Yeşil Yeni Mutabakat’a destek için Pelosi’nin ofisinde yapılan oturma eylemine Markey’le birlikte Kongre’ye Yeşil Yeni Mutabakat Tasarısı’nı sunacak olan Ocasio Cortez de katılmıştı.

Ocasio-Cortez’in kampanyası Sanders’ın 2016’daki başkanlık kampanyasından fazlaca esinlenmişti. Sanders’ın kendisi tarafından demokratik sosyalist olarak adlandırılan kampanyası, seçimden kısa bir süre önce Ocasio-Cortez’in de katıldığı Amerika Demokratik Sosyalistleri (DSA)’nin yeniden doğuşuna sebep oldu. Başlangıcından itibaren, halkların Yeşil Yeni Mutabakatı birçok yönden ekososyalist bir karaktere bürünmüştü.

Şubat 2019’ta Markey ve Ocasio-Cortez tarafından sunulan 14 sayfalık Yeşil Yeni

Mutabakat Tasarısı’nda, iklim aciliyetinin gerçekliği, ABD’nin bundaki sorumluluğuyla birlikte ortaya konulmuştu. Bu aciliyet, “bağlantılı krizler”le iç içeydi: ortalama yaşam süresindeki düşüş, maaş artışındaki duraklama, azalan sınıfsal hareketlilik, yükselen eşitsizlik, servet dağılımdaki ırksal ayrımcılık ve gelirlerdeki cinsiyet ayrımı. Önerilen çözüm ise “adil dönüşüm” ile net sıfır karbon salınımını sağlarken “milyonlarca iyi, yüksek ücretli iş” yaratacak bir Yeşil Yeni Mutabakat’tı. Bu plan (teklifte “korunmasız topluluklar” olarak bahsedilen) “yerlilerin, beyaz olmayanların, göçmenlerin, sanayisizleşen toplulukların, nüfusu azalan kırsal toplulukların, yoksulların, düşük gelirli işçilerin, kadınların, yaşlıların, evsizlerin, engellilerin ve gençlerin, şu anda yaşadığı baskılara son vererek, bunların gelecekte yaşanmasını engelleyerek ve geçmişte yaşanan adaletsizlikleri gidererek adil ve eşitlikçi bir düzeni teşvik etmek” için tasarlanmıştı.

 Yeşil Yeni Mutabakat Tasarısı “on yıllık ulusal seferberlik” üzerine kurulu. Bu süreçte hedef, “ABD’deki enerji ihtiyacının %100’ünü temiz, yenilenebilir ve sıfır karbon salınımı yapan enerji kaynaklarıyla karşılamak. “Diğer tedbirlerin arasında ‘ulusal ve uluslararası tekellere’ karşı çıkmak; aile tarımını desteklemek; sürdürülebilir gıda düzeni kurmak; sıfır salınıma dayanan ulaşım altyapısı inşa etmek; toplu taşımayı teşvik etmek; yüksek hızlı raylı sistemlere yatırım yapmak; iklimle alakalı teknolojilerin uluslararası düzeyde paylaşılmasını sağlamak; korunmasız topluluklar, sendikalar ve işçi kooperatifleriyle ortaklıklar kurmak; çalışan nüfus için iş garantisi, mesleki kurslar ve yüksek öğrenim olanağı sunmak; tüm ABD nüfusu için yüksek kaliteli sağlık hizmeti sağlamak; kamunun toprak ve su kaynaklarını korumak.

Yeşil Parti’nin Yeni Mutabakatı’nın aksine, Ocasio-Cortez ve Markey tarafından sunulan Demokrat Parti’nin Yeşil Mutabakat Tasarısı finansal sermayeye, ABD’nin askeri harcamalarına ve imparatorluğuna doğrudan karşı çıkmıyor. Tasarı’nın radikal yapısı, devasa bir seferberlikle iklim değişikliğine karşı mücadele etmek ve yeniden dağıtımcı ekonomi politikalarını da içeren adil dönüşümle korunmasız topluluklara destek olmakla kısıtlı.

Sanders’ın 34 sayfalık Yeşil Yeni Mutabakat’ı işleri daha ileri götürüyor. Elektrik ve ulaşım ihtiyaçlarının 2030’a kadar %100 yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmasını (bu ABD karbon salınımında %71 azalmaya tekabül ediyor) ve en geç 2050’ye kadar karbon bazlı enerji kaynaklarının terk edilmesini ön görüyor. Tüm bunları fosil yakıtların yerini alacak kaynakların ortaya çıkarılmasına 16,3 trilyon dolarlık kamu yatırımı ayırarak; işçi ve korunmasız topluluklar için adil dönüşüm sağlayarak; iklim değişikliği için olağanüstü hal ilan ederek; yeni

mutabakat döneminin Sivil Koruma Kolları’nı yeniden etkinleştirerek; açık deniz sondajı, hidrolik kırma yöntemi ve dağ tepesi kömür madenciliğini yasaklayarak yapmayı planlıyor.       Sanders, işçiler için adil dönüşümü garanti altına almak için, fosil yakıtların terk edilmesiyle yer değiştirmek zorunda kalacak tüm işçilere “beş yıla kadar maaş garantisi, işe yerleştirme yardımı, nakil yardımı, sağlık güvencesi ve önceki maaşa endeksli emeklilik” ve buna ek olarak konut yardımı öneriyor. İşçiler, masrafı tamamen karşılanmış dört yıllık üniversite eğitimini de içerecek şekilde, farklı kariyer yollarına yönelik eğitim alabilecek. Sağlık masrafları Herkes için Medicare ile karşılanacak. Korunmasız toplulukların güvenliği için çevre adaletinin ilkeleri takip edilecek. Etkilenen topluluklara, yerli toplulukları da dâhil olmak üzere, fon sağlanacak. Kabilelerin egemenliğine saygı duyulacak; Sanders’ın planı kabilelerin toprak erişimi ve geliştirilmesi programları için 1,12 milyar dolarlık bir öneriyi de içeriyor. Ek olarak, hükümet “büyük, kapalı hayvan besleme işletmelerinin ekolojiyi yenileyici uygulamalara geçmelerine yardımcı olmak için 41 milyar dolar ayıracak” ve bu aile çiftliklerine destekle birlikte yürütülecek.

Fonlar birçok kaynaktan toplanacak, bunlar: (1) “çevreyi kirleten şirketlere ve fosil yakıtlardan gelir ve servet edinen yatırımlara yönelik vergilerde dev bir artışa gidilmesi” ve bununla birlikte şirketler tarafından “fosil yakıtlarla enerji üretimi sonucu ortaya çıkan kirliliğe yönelik cezaların arttırılması”; (2) fosil yakıt endüstrisine devlet desteklerinin durdurulması; (3) “bölgesel Güç Piyasası Kurulları tarafından toptan satılan enerji üretiminden elde edilecek gelir” -bu ek gelir 2035’e kadar Yeşil Yeni Mutabakat’ı desteklemek için kullanılacak, sonrasında ise üretilen elektrik, tüketicilere işletim ve bakım ücretleri dışında bedava dağıtılacak; (4) küresel petrol kaynaklarının korunması için ayrılan askeri bütçenin kısılmasıyla; (5) istihdam artışından doğacak ek vergi kaynakları; (6) şirketlerin ve zenginlerin kendi ‘paylarına’ düşeni ödemesi.

Sanders’ın Yeşil Yeni Mutabakat’ı Ocasio-Cortez ve Markey’in Meclis Tasarısı’ndan şu yönlerden ayrılıyor: (1) sera gazlarının salınımının azaltılması için kesin tarihler koyarak (bu ABD için, küresel karbon bütçesi dâhilinde diğer ülkelere konulan kısıtlardan, ABD’nin özel sorumlulukları nedeniyle çok daha büyük ölçekli); (2) fosil yakıt sermayesiyle doğrudan yüzleşerek; (3) adil dönüşümü açık bir şekilde genelde işçi sınıfı, özelde ise korunmasız toplulukların ihtiyaçları üzerine temellendirmesiyle; (4) Yeşil Parti’nin önceki Yeni Mutabakat tasarısına benzer biçimde yirmi milyon yeni iş hedefini belirtmesiyle; (5) açık deniz sondajı, hidrolik kırma yöntemi ve dağ tepesi kömür madenciliğini yasaklamasıyla; (6) ordunun küresel fosil yakıt ekonomisinin korunmasındaki rolüyle yüzleşmesiyle; (7) Yeşil Yeni Mutabakat için 10 yılda 16,3 trilyon dolarlık federal harcama şartını koymasıyla; (8) Yeşil Yeni Mutabakat’ı çevreyi kirleten şirketlerden toplanacak vergilerden destekle fonlamasıyla. Ancak Sanders planı, Yeşil Parti’nin askeri harcamaları yarıya indirme konusundaki cesur önerisinden kaçınıyor.  Şu an öne sürülen halkların Yeşil Yeni Mutabakat stratejileri, sosyalist teoride devrimci reformlar olarak adlandırılan bir biçime sahip. Bunlar ekonomik, siyasi ve ekolojik güçlerin kökten değişimini vadedip ve sosyalizmden kapitalizme doğru değil, kapitalizmden sosyalizme doğru bir geçişe işaret ediyor. Öngörülen değişimlerin boyutu, 1930’ların sonundaki İkinci Yeni Mutabakat’a kıyasla, sermaye güçleri için çok daha büyük bir tehlike arz ediyor. Rezervler de dâhil olmak üzere fosil yakıtlara yönelik yatırımların tamamen durdurulması, bunu doğuran zaruretle ve yol açacağı ekonomik değişimle birlikte düşünüldüğünde, tarihteki en yakın benzerini ABD’de köleliğin yasaklanmasında buluyor. Yapılan hesaplamalara göre köleler, 1860 yılında “ABD ekonomisindeki en büyük finansal varlığı oluşturuyordu, bu varlık tüm imalat ve demir yollarının toplamından değerliydi.” Günümüzde, fosil yakıt endüstrisi, ilişkili kollar ve altyapıya -buna bütün finans sistemi de dâhil- karşı çıkmak, işin devasa boyutu düşünüldüğünde servet ve güç üzerinde benzerine sadece köleliğin yasaklanmasında rastladığımız türden çatışmalara yol açacak ve bu sadece genel bir ekolojik ve toplumsal dönüşüm içerisinde düşünülebilir. İşte bu nedenle Amerikalılar Arası Kalkınma Bankası 2016’da yaptığı açıklamada fosil yakıtlardan çekilme mecburiyetinin enerji şirketlerine 28 trilyon dolar zarara mal olabileceğini duyurmuştu. 

Sermayenin başından beri bildiği gibi, bu değişimler tüm siyasi-iktisadi düzeni tehdit edecek. İnsanlar değişim için harekete geçtiğinde, kapitalist üretimin tüm metabolizması sorgulanacak ve yadsınacak. Enerji şirketleri, Klein’ın da yazdığı gibi, “trilyonlarca dolar değere sahip fosil yakıt rezervlerini toprakta bırakmaya mecbur kalacaklar.” İklim adaleti hareketinin fosil yakıt sermayesine ve yerleşik kapitalist düzene kafa tutabilmesi için büyük ölçekte bir toplumsal hareket ve sınıf mücadelesi şart; bununla birlikte üretim-enerji mekanizmalarında önemli değişimlerin oldukça kısa bir süre içinde hayata geçirilmesi gerekiyor.

Şüphesiz, Yeşil Yeni Mutabakat tasarılarının hiçbiri, içinde bulunduğumuz felaketten doğan vazifelerle başa çıkma, hatta bunları kavrama kabiliyetine sahip değil. Ancak temellerini oluşturan zaruret durumu, özgürlük ve sürdürülebilirlik hedefleyen küresel bir devrimci mücadelenin fitilini ateşleyebilir. Çünkü öngörülen değişikler kapitalizmin temel mantığına karşı çıkıyor ve bunları bütün toplum seferber edilmeden gerçekleştirmek mümkün değil. 

Yine de radikal Yeşil Yeni Mutabakat stratejileri bazı yerleşik çelişkilere sahip, bunlar stratejilerin ekonomik büyüme ve sermaye birikimine odaklanmalarıyla ilgili. İklim değişikliğini stabilize etme çabası ciddi kısıtlamalar yaratıyor ve temel üretim yapısında değişiklikler gerektiriyor. Ancak mevcut tüm Yeşil Yeni Mutabakat tasarıları kaynakların doğrudan korunmasına veya toplam tüketimde azalmaları gidilmesine dair söz söylemekten büyük ölçüde kaçınıyor – ki acil durumlarda toplumun kısıtlı kaynaklarının eşitlikçi ve fiyat bazlı olmayan bir yöntem olarak karneyle dağıtılması (bu İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’de bir hayli popülerdi) vb. önlemler tamamen gündem dışında. Hiçbiri var olan birikim düzenine yerleşmiş israfın boyutunu ve bunun ekolojik açıdan nasıl bir avantaja dönüştürülebileceğini dikkate almıyor. Bunun yerine, tüm tasarılar hızlı, katsal bir büyümenin veya sermaye birikiminin teşvik edilmesine dayanıyor -bunun gezegenin yaşadığı olağanüstü hali kötüye götürecek olması ve

İkinci Yeni Mutabakat’ın asıl başarılarının büyümeden çok ekonomik ve sosyal yeniden dağıtımdan kaynaklandığı bilinmesine rağmen. Klein’ın da uyardığı gibi, Yeşil Yeni Mutabakat “iklim Keynesçiliği” yolunu izlerse hem gezegeni korumak hem de adil dönüşümü sağlamak açısından büyük bir hüsrana uğrayacaktır.

IPCC ve Azaltma Stratejileri

Bunların hiçbiri tektonik bir değişimin yaşanmakta olduğunu reddetmek değildir. Yeşil Yeni Mutabakat stratejileri şu anda savunulmakta olan radikal IPCC liderliğindeki bilimsel politika sürecini, şimdiye kadar tüm sol-sosyal bakış açılarına aykırı olan iklim değişikliğiyle mücadele etmek için neler yapılabileceğive yapılması gerekenler açısından ayırma tehdidi altında bulunuyor. İklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçlarının, siyasi müdahaleden nispeten bağımsız olan, bilimsel olarak tedavi edilmesinin aksine, IPCC’nin iklim değişikliğini hafifletmek için gerekli sosyal eylemlere yaklaşımı, büyük ölçüde mevcut politika -ekonomik hegemonyayla belirlendi. Dünya çapında karbondioksit salınımını azaltmaya yönelik stratejiler, kapitalist birikim ilişkilerinin neredeyse tüm tahakkümüne ve neoklasik ekonominin hegemonyasından büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu tür azaltma senaryoları içine yerleştirilen kılavuz ilkeler, entegre değerlendirme modelleri (IAM’ler, enerji piyasalarını birleştiren büyük bilgisayar modelleri ve sera gazı projeksiyonlarıyla arazi kullanımı) ve paylaşılan sosyo-ekonomik yollar (büyük ölçüde teknolojik çerçevelere dayanan, her zamanki gibi 5 iş yolundan oluşan, önemli ekonomik büyüme ve resmi olarak tüm modellerde yerleşik olarak bulunan iklim politikası uygulamasının bulunmadığı paylaşılan sosyoekonomik yollar) gibi araçlarla dikkate alınan değişim parametrelerini büyük ölçüde kısıtlamaktadır.

Alışılan iş kuruluşlarına tüm alternatifleri yansıtan kasten muhafazakar modellerin sonucu, ne yapılabileceği ve ne yapılması gerektiği konusunda gerçekçi olmayan değerlendirmelerin çoğalmasıdır.45 Genel olarak, IPCC sürecine dahil edilen azaltma senaryoları: (1) örtük olarak mevcut siyasi-ekonomik hegemonyayı sürdürme gereğini varsaymak; (2) sosyal ilişkilerde, çoğu var olmayan ya da olanaksız teknolojilere dayanan, teknolojik değişim lehine olan değişikliklerin önemini azaltmak; (3) arz tarafı, talep tarafı faktörleri yerine esas olarak fiyatla ilişkili ve teknolojik faktörler ya da emisyonları düşürmek için ekolojik tüketimde doğrudan düşüşler; (5) emisyon hedeflerinin aşılmasını sağlamak için negatif emisyonlara (atmosferdeki karbondioksiti yakalamak ve onu bir şekilde ayırmaya çalışmak) itimat etmek; (6) değişimin minimum halk katılımıyla yönetici seçkinler tarafından yönetileceğini varsayarak nüfusun büyük çoğunluğunu hesap dışı bırakmak; ve (7) ekolojik devrim olasılığını (gerçekten de gerekliliği) dışarıda bırakarak yavaş tepkiler ortaya koymak.46

Bu nedenle, iklim değişikliği ölçeği ve sosyoekolojik etkileri IPCC modelleri ve projeksiyonları tarafından iyi bir şekilde yakalanırken, bu zorluğu gidermek için gereken sosyal değişimin ölçeği IPCC tarafından kullanılan yüzlerce azaltma modelinde sistematik olarak indirgenmiştir. Piyasa fiyatındaki müdahalelerden (örneğin karbon ticareti gibi) ortaya çıkan sihirli mermiler yerine gerekli ölçekte uygulanabilir olmayan ve negatif emisyonlara dayanan icatlar içeren fütüristik teknolojiye başvurulmaktadır.47 Bu tür modeller, tek savunmanın piyasa verimliliği ve var olmayan ve/veya irrasyonel barok teknoloji olarak adlandırıldığı varsayılan felaket sonuçlara işaret etmektedir, çünkü bu yaklaşımların toplumun şu andaki üretici modu ile büyük ölçüde değişmeden ilerlemesine izin vermesi beklenmektedir.

Bu nedenle, çoğu iklim azaltma modelinde, enerji üretmek için yakılacak büyük bir ölçekte yetiştirilen bitkileri (temel olarak ağaçlar), aynı zamanda atmosfere salınan karbondioksiti yakalayan ve bir şekilde sekestrasyonunu teşvik eden büyük miktarda karbon tutma ve depolama (BECCS) teknolojisi ile biyoenerji bulunur, tıpkı jeolojik ve okyanus sekastrasyonu gibi. Eğer uygulanırsa, bu bir veya iki Hindistan’a eşit miktarda toprak ve şu anda yaşanan su kıtlığına ek olarak, dünya tarımı tarafından kullanılan su miktarına yaklaşık bir miktar tatlı su gerektirmektedir.48 Böyle tamamen mekanik yaklaşımların arzulu bir şekilde tanıtılması bir kaza değildir. Bu raporların nasıl oluşturulduğuna ve hizmet ettikleri temeldeki kapitalist düzene derinlemesine gömülüdür.

İngiltere’deki Tyndall İklim Değişikliği Araştırma Merkezi’nin önde gelen iklim uzmanı Kevin Anderson’ın sözleriyle:

Sorun şu ki, 1,5-2ºC’lik bir taahhütte bulunmak, her yıl varlıklı uluslar için, mevcut ekonomik sistemde tipik olarak mümkün olduğu düşünülen oranların çok ötesinde, %10’dan fazla emisyon kesintileri talep ediyor. IAM’lerin önemli ve tehlikeli bir role sahip olduğu bu çıkmazı telafi ediyor gibi görünüyor. Nesnellik kaplamasının ardında, bu Leviathan bilgisayar modellerinin kullanılması, karışık ve bağlamsal politikaları bağlamsal olmayan matematiksel formalizm ile değiştirerek iklim değişikliği azaltma analizini profesyonelleştirmiştir. Bu profesyonel sınırlar içinde, IAM’ler, insan davranışının ekonomik bir yorumu [Ortodoks] ile vurgulanan, finansın ve teknolojilerin nasıl değiştiğine inanan basit iklim modellerini sentezler…

Tipik olarak, IAM’ler serbest piyasa aksiyomlarına dayanan modeller kullanır. Bu modellerde yerleşik olan algoritmalar, ekonomik dengeye yakın marjinal değişiklikler olduğunu varsaymakta ve fiyatlardaki marjinal değişikliklerden kaynaklanan talepteki küçük değişikliklere büyük ölçüde dayanmaktadır. Paris İklim Anlaşması ise tam tersine, bugünün piyasa ekonomisinin dengesinden çok uzaklaşan ve toplumun tüm kesimlerinde derhal ve radikal bir değişim gerektiren bir azaltma mücadelesi oluşturuyor.49

Anderson’un vurguladığı gerçek şu ki, IPCC tarafından sağlanan ve ulusal planlara dahil edilen mevcut iklim senaryosu modellemesi ve projeksiyonların, neoklasik iktisadın genel denge analizinden elde edilen varsayımlara dayanması, kâr sisteminin gerekliliklerine dayalı olarak kademeli değişimler kavramlarını temel almasıdır. Etki azaltma senaryolarındaki bu tür hükümler, mevcut iklim acil durum bağlamında anlamsızdır ve gerekli eylemi engellemesi nedeniyle tehlikelidir, bunlar yüzünden var olmayan teknoloji tek kurtarıcı olarak görülür. IPCC tarafından 2018 raporunda dikkate alınan sayısız modelin tümü, çoğu teknolojik yöntemle değil aynı zamanda ağaçlandırma da dahil olmak üzere, karbondioksit azaltma (CDR) veya sözde negatif emisyonlar gerektirir.50 Gerçek şu ki, IPCC içindeki tüm azaltma yaklaşımının, Anderson, “1990’dan bu yana yaklaşık %70 oranında artmış olması” sonucuyla, projeksiyonlarına radikal biçimde karşı çıkan bir sürece rehberlik eden “hızlandırıcı bir başarısızlık” olduğunu söylemektedir. Bu tür emisyonların etkileri birikimli ve doğrusal olmadığından, her türlü olumlu geri bildirimle, “emisyonları azaltma konusundaki devam etmekte olan başarısızlık, ekonomik sistemdeki ılımlı bir değişimin sistemin devrimci bir şekilde elden geçirilmesine yol açtı. Bu ideolojik bir durum değildir; Paris İklim Anlaşması’nın doğrudan bilimsel ve matematiksel yorumundan ortaya çıkar.” 51

Gittikçe hızlanan iklim değişikliğini tanıyan IPCC, 2018 raporunda, talep tarafında dikkate alınacak hususları içeren iklim değişikliği azaltma yaklaşımlarının geliştirilmesini hafifçe teşvik etmek için önceki raporlarından ayırmaktadır. Bu, genellikle artan verimlilikle (tipik olarak, kapitalizm altında artan verimliliğin, birikim ve tüketimin artmasına neden olduğu iyi bilinen Jevons Paradox’u küçümsemekle birlikte) tüketimi azaltmanın yollarını bulmak anlamına gelir.52 Talep tarafı müdahalelerinin iklim değişikliğini ele almanın en hızlı yolu olduğunu gösteren birtakım azaltma senaryoları oluşturulmuştur ve hatta, bir model, 1.5ºC’nin altındaki hedefin, hedefi sadece biraz aşarak ve sözde negatif emisyon teknolojilerine güvenmeksizin, daha ziyade gelişmiş tarımsal ve ormancılık uygulamalarına (teknik olmayan bir karbondioksit azaltma biçimi olarak kabul edilir) bağlı olarak gerçekleştirilebileceğini ileri sürmektedir.53 Bu sonuçlar, ayrıca, tüm iklim politika müdahalelerini resmen hariç tutarken, önemli hızlı ekonomik büyümeyi resmen oluşturan IPCC azaltma modellerinin (IAM’ler ve SSP’ler aracılığıyla) son derece kısıtlayıcı varsayımları çerçevesinde elde edilir. Bu nedenle,

Jason Hickel ve Giorgos Kallis gibi bazı radikal eleştirmenler tarafından, kâr ve büyümeye (bugün esas olarak % 1’in yararına olan) sınır koyarken, bolluğu ve yeniden dağıtma politikalarını vurgulayan talep tarafı sosyopolitik bir yaklaşım, etki azaltma terimlerinde gösterici olarak çok üstündür ve tek gerçekçi çözümü oluşturmaktadır.54

Bu yüzden, radikallerin veya insanların Yeşil Yeni Mutabakat stratejilerinin yükselişinin temel bir erdeminin nedeni, gerçek uygarlık ile mümkün olanın ne olduğunu, insanlık medeniyetinin hayatta kalmasının tek temeli olarak dönüştürücü değişim sorusunu gündeme getirmeleri: gereklilik özgürlüğü. 55 Burada, mevcut tarihsel koşullar altında ekolojik ve sosyal bir devrimin ekodemokratik ve ekososyalist diyebileceğimiz iki aşamadan geçmesinin muhtemel olduğunu kabul etmek önemlidir.56 Nüfusun kendi kendine harekete geçmesi, adil bir geçişle birleştirilen enerji alternatiflerinin inşasını vurgulayan, ancak genellikle herhangi bir sistematik üretim veya tüketim eleştirisinden yoksun bir bağlamda, başlangıçta ekodemokratik bir biçim alacaktır. Ancak nihayetinde, iklim değişikliğinin baskısı ve çeşitli toplulukların seferberliği ile teşvik edilen sosyal ve ekolojik adalet mücadelesinin, alınan ideolojinin örtüsüne nüfuz eden daha kapsamlı bir ekodevrimci görüşe yol açması beklenebilir.

Yine de, tekel-finans kapitalinin hâkim olduğu bir dünyada radikal bir Yeşil Yeni Anlaşma inşa etme girişiminin halen devam ettiği gerçeği, sınırsız iş vaadi, hızlı ekonomik büyüme ve daha fazla tüketimin gezegen ekolojik krizine yönelik herhangi bir çözüme karşı militan olduğu Yeşil Keynesçilik’e dönüş eğilimi ile sürekli tehdit altında olacaktır. Klein’ın Alevler İçinde’de söylediği gibi,

Herhangi bir güvenilir Yeşil Yeni Mutabakat, yarattığı tüm iyi yeşil işlerdeki maaşların, yanlışlıkla artan emisyonlarla sonuçlanan yüksek tüketici yaşam tarzlarına hemen dökülmemesini sağlamak için somut bir plana ihtiyaç duyar. Herkesin iyi bir işi ve harcanabilir gelirinin çok olduğu ve hepsinin atılan çöplere harcandığı bir senaryo… İhtiyacımız olan şey, ekstraksiyondaki zorlu sınırları tanıyan ve aynı zamanda insanların yaşam kalitesini iyileştirmek ve bitmeyen tüketim döngüsü dışında zevk elde etmek için aynı anda yeni fırsatlar yaratan geçişlerdir. 57

Ekolojik ve sosyal özgürlüğe giden yol, insan emeğinin sömürülmesine dayanan bir üretim tarzını ve doğanın ve halkların kamulaştırılmasını gerektirir; bu da sık sık ve ciddi ekonomik ve ekolojik krizlere yol açar. Tekel-finans sermayesi rejimi altında sermayenin aşırı toplanması, her seviyede atıkları sistemin korunmasıyla bütünleştirerek, sermaye için mantıklı olanın dünya halkı ve dünya için mantıksız olduğu bir toplum yarattı.58  Bu, dünyanın doğal maddi kaynaklarının israf edilmesini gerektiren, gereksiz ticari mallar üretmek için harcanan gereksiz emeğe ve insan hayatının boşa harcanmasına neden oldu. Buna karşılık, insani üretim ve servetin ve yerin kendisinin bu boşa harcanan atıklarının kapsamı, günümüzde insan özgürlüğünü genişletmek ve sürdürülebilir bir ortamı güvenceye alırken bireysel ve ortak ihtiyaçları karşılamak için var olan muazzam potansiyelin bir ölçüsüdür. 59

Mevcut iklim krizinde, karbondioksit emisyonlarının çoğunu üreten sistemin merkezinde emperyalist ülkeler vardır. Kişi başına en yüksek emisyonlara sahip olan ülkeler hâlâ bu ülkelerdir. Üstelik bu aynı devletler, küresel karbon emisyonlarını dramatik bir şekilde azaltmak için gerekli olan zenginlik ve teknolojiyi tekelleştirmektelerdir. Bu nedenle, zengin ülkelerin, dünyadaki iklimi dengelemek ve karbondioksit emisyonlarını yılda yüzde 10 veya daha fazla oranda azaltmak için daha büyük bir yük alması şarttır.60 Yokoluş İsyanı gibi dönüştürücü hareketlerin ani bir yükselişine yol açan, bu zorunluluğun, ulusların küresel gereklilikle birlikte, zengin ülkeler adına tanınmasıdır.

Ancak uzun vadede, dünya çapında ekolojik dönüşümün ana itici gücü zaten emperyalist bir dünya sistemi ve bir bütün olarak zengin ve fakir ülkeler arasında artan bir uçurumun üzerine, gezegen krizinin en sert etkilerinin yaşandığı Küresel Güney’den gelecektir. Kapitalist dünya da şunu bilmektedir ki, devrim mirası en güçlü ve bu tür gerekli değişimin nasıl yapılacağına dair en derin kavramlardandır. Bu özellikle emperyalist dünya sisteminin sert saldırılarına rağmen ve küresel ekonominin hegemonik yapıları tarafından empoze edilen tarihi enerji bağımlılıklarına rağmen (Venezuela ve Bolivya’da) toplumlarını devrimcileştirmeye çalışan Küba, Venezuela ve Bolivya gibi ülkelerde belirgindir. Genel olarak, Küresel Güney’in, nüfusun maddi koşullarının eşit derecede ekolojik ve ekonomik şekilde bozulmasından kaynaklanan bir çevre proletaryasının en hızlı büyümesinin yeri olmasını bekleyebiliriz.61

Bütün bunlarda Çin’in rolü çok önemli ve çelişkilidir. Dünyadaki ham maddeye en aç ülkelerden biri. Karbon salınımı ise, sadece kendisi olarak küresel ölçekte bir sorun teşkil edecek kadar büyük. Bununla birlikte, Çin, resmi olarak ekolojik medeniyet olarak adlandırılan şeyin yaratılmasına yönelik alternatif enerji teknolojileri geliştirmek için bugüne kadar herhangi bir ülkeden daha fazlasını yaptı. Arazinin sosyal mülk olduğu ve tarımsal üretimin çoğunlukla kolektif-komünal sorumluluk kalıntısına sahip küçük üreticilere bağlı olduğu tarım sistemi nedeniyle gıdada büyük ölçüde kendi kendine yeterli olmaya devam etmektedir. Açık olan şey, ekolojik medeniyetin yaratılması bakımından Çin devletinin ve hatta daha fazla Çinlinin şimdiki ve gelecekteki seçimlerinin, dünyanın uzun vadeli kaderini belirlemede kilit rol oynadığıdır. 62

Ekolojik devrim, tüm kapitalist sistemin düşmanlığıyla karşı karşıyadır. En azından sermaye mantığına karşı çıkmak demektir. Tam geliştiği zaman, sistemi aşmak demektir. Bu şartlar altında, kapitalist sınıfın aşırı sağdaki destekçileri tarafından gelen tepkiler gerici, yıkıcı ve kontrolsüz olacaktır. Bu durum, iklim değişikliği ile mücadelede gerekli değişiklikleri yapma olasılığını ortadan kaldırmak için Donald Trump’ın yönetimi tarafından yapılan sayısız girişimlerde görülebilir, örneğin en başta Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi ve fosil yakıt çıkarımının hızlanması. Ekolojik barbarlık ya da ekofaşizm, mevcut küresel politik bağlamda hissedilir tehditlerdir ve kitlesel ekolojik isyan başa çıkılması gereken gerçekliğin bir parçasıdır.63 Sadece gerçek bir devrimci ve reformist olmayan mücadele, bu şartlar altında kendini ileriye götürebilir.

Dönüşümsel Değişim Çağı

Sosyal bilimler literatüründe, egemen liberal ideolojiyi temsil eden toplumu, onu oluşturan bireylerin eylemlerinin basitçe oluşturduğu şekilde görmek yaygındır. Diğer, daha eleştirel düşünürler bazen bireylerin genel sosyal yapının ürünü olduğu yönündeki karşıt görüşü sunarlar. Üçüncü bir genel model, bireylerin toplumu etkilediğini ve toplumun da bireyleri etkilediğini bir tür ileri geri hareket gibi, bir yapı ve kurumun bir sentezi olarak görür. 64

Tüm bu ana akımın aksine, çoğunlukla gerçek toplumsal dönüşüm için yer bırakmayan liberal yaklaşımlar, Marksist teori, tarihsel-diyalektik yaklaşımıyla, eleştirel-gerçekçi filozof Roy

Bhaskar, bireylerin varlığının ilk parametrelerini belirleyen belirli bir toplumda (üretim tarzı) doğduğu ve sosyalleştirildiği “dönüşümsel bir sosyal aktivite modeli” olarak adlandırdığı modele dayanır.65 Bununla birlikte, bu koşullar ve üretici ilişkileri, yaşamları boyunca koşullu yollarla değişerek istenmeyen ve öngörülemeyen sonuçlara, çelişkilere ve krizlere yol açar. Seçimlerini yapmayan, tarihi durumlarda yakalanan, hem kendiliğinden hem de örgütlü toplumsal hareketlerle hareket eden, sınıf ve diğer bireysel ve kolektif kimlikleri yansıtan insanlar, mevcut toplumsal yeniden üretim ve toplumsal dönüşüm yapılarını değiştirmeye çalışarak, radikal kopmalar ve devrimlerden oluşan kritik tarihi anlara ve yeni ortaya çıkan gerçeklere yol açmaktadır. Karl Marx’ın yazdığı gibi, “İnsanlar kendi tarihlerini yazarlar, ancak istedikleri gibi yazmazlar; Kendileri tarafından seçilen şartlar altında değil, geçmişten doğrudan karşılaşılan, verilen ve aktarılan şartlar altında yazarlar.” 66

Böyle bir dönüşümsel sosyal aktivite modeli, tarihte insanın kendini özgürleştirmesi teorisini desteklemektedir. Mevcut sosyal ilişkiler, genel insani gelişmenin prangaları olurlar; fakat aynı zamanda emek ve üretim sürecinde (ya da Marx’ın insanlığın ve doğanın sosyal metabolizması olarak adlandırdığı süreçte) kriz ve dönüşüm dönemine yol açan, üretimin sosyal ilişkilerinin veya sınıf, mülkiyet ve iktidar ilişkilerinin devrimsel olarak değişmesine neden olan temel çelişkilere yol açarlar.67  Bugün, doğanın ve toplumun metabolizmasındaki ve üretimin sosyal ilişkilerinde, ancak gerçek bir tarihsel emsalin olmadığı bir biçimde bu tür çelişkileri görmekteyiz. 

Sonuç olarak, gezegensel ekolojik acil durum, sermayenin aşırı birikimi ve yoğunlaştırılmış bir emperyalist kamulaştırma ile üst üste gelmekte ve yeni bir çığır açacak olan ekonomik ve ekolojik kriz yaratmaktadır.68 Kârı elde etmeye devam etme amaçlı tüketimi teşvik etmek için yeni yollar bulmak üzere sermayeyi teşvik ederek küresel ekolojik krizi hızlandıran, sermaye birikimidir. Sonuç, sadece sosyoekonomik istikrarı değil, insan uygarlığının ve insan türünün kendisinin hayatta kalmasını tehdit eden bir gezegensel yok olma hâlidir. Klein’a göre temel açıklama basittir: “Marx’ın ‘yaşamın kendisinin doğal yasaları’ ile kapitalizmin ‘onarılamaz yarışı’ hakkında yazdığını” belirterek, “soldaki çoğu kişi, sermayenin doymak bilmez iştahlarını salıvermek üzerine kurulu bir ekonomik sistemin, yaşamın dayandığı doğal sistemleri boğacağını savunduğunu” vurgulamaya devam ediyor.69 Ve bu da tam İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşananlar oldu; ekonomik faaliyetlerin büyük oranda hızlanması, varlıklı kesimin aşırı tüketmesi ve bunların sonucunda ortaya çıkan ekolojik yıkım.

Kapitalist toplum, doğanın egemenliğini uzun süre yüceltmiştir. Büyük pragmatist filozof olan William James, 1906 yılında “savaşın ahlaki eşdeğeri” olarak anılıyordu. Nadiren bahsedilse de, James’in ahlaki eşdeğeri, “Doğaya karşı ordunun bir bölümünü belirli bir yıllığına kurmayı” önerdiği yeryüzündeki bir savaştı.70  Bugün, bunu tersine çevirmek ve yeni, daha devrimci bir ahlaki savaş eşdeğeri yaratmak zorundayız; dünyayı fethetmek için bir ordunun toplanmasına yönelik değil, dünyayı insan yerleşiminin bir evi olarak kurtarmak için nüfusun kendi kendini harekete geçirmesine yönelik. Bu, ancak küresel kamuları diriltmeyi amaçlayan ekolojik sürdürülebilirlik mücadelesi ve temel eşitlik mücadelesiyle gerçekleştirilebilir. 23 Eylül 2019’da Birleşmiş Milletler’e konuşan Thunberg’ün sözleriyle, “İşte tam burada, şimdi yeter diyoruz. Dünya artık uyanıyor. Ve beğenseniz de beğenmeseniz de değişim gelmekte.” Bu sefer dünya alevler içinde.